RUSYA, AVUSTURYA, TÜRKİYE, EFLAK VE REDCLIFFE - MARKS
Londra, Salı, 4 Temmuz 1854
Rusya ile Hope of Amsterdam arasındaki borç konusunun olumlu bir sözleşmeye bağlanmadığı ve bu bankerlerin, sözkonusu ödünç paranın herhangi bir parçasını ön ödeme olarak Rus hazinesine vermemiş oldukları anlaşılıyor. Oysa Londra ve Manchester borsalarında yapılan açıklamalar, beni bu yolda düşünmeye itmişti. Adı geçen bankerler, ödünç parayı Avrupa borsalarında sağlamayı yüklendiler, ama kendilerini herhangi bir risk altına koymadılar. Ödünç paranın sağlanmasının çok kuşkulu olduğu bildiriliyor. Gelen haberlere göre, Berlin ve Frankfurt borsalarında bu yeni borca pek az itibar gösterildi. Hamburg senatosu bu borca ilişkin tahvil senetlerinin borsada resmen fiyatlandırılmasını yasakladı. The Morning Chronicle gazetesine göre de, İngiliz diplomatik temsilcileri ve konsolosları, İngiliz uyrukları, “kraliçeye karşı savaş vermeyi amaçlayan” bir ödünç tahviline para yatırmamaları için uyardılar.
Silistre kuşatmasından cayılmasından bu yana Rus birliklerinin hareketlerine ilişkin haberler birbiriyle çelişiyor. Moniteur, Rusların, Prut’un gerisine çekildiklerini açıklarken, Viyana’da yayınlanan Presse, böyle bir harekette bulunulduğuna inanılmasını gerektirecek en ufak bir neden olmadığını yazmakta. Tam tersine, öyle görünüyor ki, Eflak’ın boşaltılması gibi bir niyet sözkonusu olmadığı gibi, General Liprandi, ileri karakolları Rothenthurm Geçidinde olmak üzere, Ploeşti ve Kimpina’da üsleniyor. Bu arada Tuna’nın sol yakası boyunca Slobocik’e kadar çekilen esas ordunun, Brayla’da durdurulduğu belirtilmekte. Öte yandan, Lüders’in Dobruca’yı işgal eden kolordusu, Trayan surları hattını bırakmış değil, hatta daha geri çekilseler bile, Maçin’le Isakçı’yı teslim etmeleri olasılığı yok. Buğdan’a yeni kuvvetlerin akıtıldığı bildiriliyor. Görünüşe göre Rusların tasarımı, burada geniş bir kuvvet toplamak. General Parnilitin’in kolordusu Podolya’dan geldi, Besarabya’dan da ek kaynaklar çekiliyor. Rusların Yukarı Buğdan’da, Yaş’la Roman ve Botuçani arasındaki tüm kuvvetlerinin 60.000’i bulduğu, 20.000 kişilik bir tümenin de Kaminietz yakınlarında ordugah kurduğu bildiriliyor. “Paskeviç” diyor Ost Deutsche Post, “her ne olursa olsun Tuna’nın denize çıkış noktalarını bırakmayacağını ilan etti.” Ruslar geri çekilmelerini Yukarı Tuna’da veba salgını patlak vermiş olmasıyla açıklıyorlar.
Avusturyalıların hareketleri ise, henüz açıklığa çıkmış değil. Coroni’nin komutasındaki kolordunun, Orsova’da gemilere binip nehir boyunda Giurgevo’ya gitmesi, oradan Bükreş üzerine yürümesi emrini aldığı bildiriliyor. Avusturya hükümetinin yayım organı Corriere İtaliano gazetesi, bu girişimin Eflak’ta sadece tarafsız bir tutum içinde olma amacını güttüğünü yazıyor. Ancak aynı zamanda, Avusturya tarafından verilen “ültimatom”u Rusya’nın geri çevirdiğini öğreniyoruz. The Moming Chronicle gazetesinde yayınlanan bir haberde, “Rus imparatoru” deniyor, “Avusturya’nın çağrılarına verdiği yanıtta, sultanın hıristiyan uyruklarının ayrıcalıkları konusu dışında kalan bütün konuları, Rusya’nın, dörtlerle görüşmeye hazır olduğunu belirtiyor. Hıristiyan uyrukların ayrıcalıkları konusunu ise çar, doğrudan Babıâli ile kendisi arasında ele alacak, imparator bu noktaya öteki devletlerin karışmasına izin vermeyi kabul etmiyor. Ayrıca, prenslikleri boşaltma konusunda herhangi bir güvence vermeyi de reddetmekte.”
Şimdi bu durum karşısında, Avusturya ile Rusya arasında yapmacık, sahte bir savaş olasılığı var. Bu savaşın, 1850’de Avusturya ile Prusya arasındaki sahte savaşı215 daha gazeteler hâlâ bu “Orta Avrupa bunalımı”nın dehşet verici gelişmelerine ilişkin tahminlere boğuldukları sırada sona erdiren, dikkate değer Bronzell olayı türünden ünlü bir rencontre[208] ile sonuçlanması pekâlâ olası. Benzer yolu tutarak, Avusturya’nın bugünkü siyasetinin neyi amaçladığı, kastının ne olduğu yolunda tahminlerde bulunmak yerine biz, resmen ve tüm olarak açıklanan 14 Haziran tarihli Avusturya-Türkiye Antlaşması üzerinde duracağız.
Gözden geçirilecek iki nokta var: Biri Avusturya ile Türkiye arasındaki ilişkiler, ikincisi Eflak-Buğdan halkının Türkiye, Avusturya ya da öteki yabancı devletlerle ilişkileri. Garip ama, bu ikinci nokta bütün derdi diplomasi olan Avrupa düşüncesi tarafından tümüyle ihmal edilmiştir.
Antlaşmanın birinci maddesi gereğince Avusturya imparatoru şu yükümlülüğü kabul etmektedir:
“Tuna prensliklerini orada bulunan işgalci yabancı ordulardan temizlemek için bütün görüşme ve diğer araçları sonuna kadar kullanmak, ve bu amacın sağlanması için gerekirse gerekli asker sayısını kullanmak.”
Böylece Avusturya imparatoru, Rusya’ya karşı önceden savaş ilan etmeksizin, Eflak’a dilediği miktarda asker göndermeye hak kazanmaktadır. Bunun sonucu olarak, Türkiye’ye bağlı bir toprak parçası, kendisini, Türkiye’ye karşı ve Avusturya’nın eli altında tarafsız bir toprak haline getirecek bir harekatın konusu olmaktadır. İkinci maddeye göre taraflar:
“Bu takdirde, imparatorun başkomutanı, ordusunun hareketlerinin tek yöneticisi olacaktır. Ancak kendisi, Osmanlı ordusunun başkomutanına hareketleri hakkında zamanında bilgi vermeye dikkat edecektir.”
Bu antlaşmayla Avusturyalılar sadece, uygun görecekleri herhangi bir hareketin Türkiye tarafından denetlenmesinden kurtulmuş olmakla kalmıyorlar, üstelik Türk komutanın Eflak topraklarında girişmeyi düşünebileceği herhangi bir hareketi de kendi denetimleri altına alıyorlar. Çünkü Türk komutana, falanca filanca noktayı işgal etmek istediklerini bildirmeleri yeterli olacak, böylece Türklerin o noktalara yürümesi önlenecektir. Şimdi, dar Dobruca toprakları bir yana, Türkler ile Ruslar arasında savaş alanı olabilecek tek toprağın prenslikler olduğu düşünülürse, salt Avusturya’nın müdahalesi, Türkiye’nin zaferlerini sürdürmesini ve istilacıyı cezalandırmasını yasaklamaktadır.
3. madde gereğince,
“Avusturya imparatoru, bu toprakların yönetimi için Babıâlinin sağlamış olduğu ayrıcalıkların kendilerinden doğan şekilde yasal durumun Tuna Prensliklerinde mümkün olduğu kadar çabuk Osmanlı hükümeti ile mutabık kalarak oluşturulması yükümlülüğünü üzerine almaktadır. Ancak, bu şekilde tekrar oluşturulmuş yöresel makamlar, yetkilerini imparator ordusu üzerinde herhangi bir kontrol uygulayacak surette genişletemeyeceklerdir.”
Demek oluyor ki, Avusturya imparatoru, kendisi ne zaman mümkün görürse, ancak o zaman yasal duruma dönme özgürlüğünü [sayfa 413] elinde tutmaktadır; ve ayrıca Rus Generali Budberg’in yaptığı gibi, yöresel makamları, sırf Avusturya askeri yasalarına bağımlı tutmak için yeniden kurmak yetkisine de sahiptir.
4. maddeye göre,
“Bundan başka, Avusturya imparatorluk Sarayı, sultanın egemenlik haklan ve imparatorluğunun bütünlüğüyle ilgili olmayan herhangi bir anlaşmayı, Rus Çarlık Sarayı ile yapmamayı da kabul eder.”
5. madde ise şunları eklemektedir:
“Karşılıklı kongrenin amacı, Babıâli ile Rus sarayı arasında bir barış antlaşması sağlanır sağlanmaz Avusturya imparatoru, savaş kıtalarını mümkün olduğu kadar çabuk geri çekmek için gerekli önlemleri hemen alacaktır. Avusturya kıtalarının geri çekilişine özgü ayrıntılar, Babıâli ile özel bir anlaşmanın konusunu teşkil edecektir.”
Bu iki maddeden birincisine göre Avusturya, Viyana notasında öngörüldüğü üzere, Rusya’yla, status quo’ya dayalı bir düzenlemeye girme hakkını saklı tutmaktadır, ikinci maddeye göre de Avusturya, kendisiyle Rusya arasında yapılacak bir antlaşmadan sonra değil, ama Rusya ile Türkiye arasında yapılacak bir barış antlaşmasından sonra çekilmeye söz vermektedir. Rusya’nın doğrudan doğruya elinde tutması artık emin olmayan “maddi güvence” Avusturya’ya aktarılmaktadır. Avusturya, “iki imparatorluk sarayı arasında bulunacak ortak bir çözümlemeye” Türkiye yanaşıncaya kadar, bu güvenceyi elinde tutmaya –Babıâlinin rızasıyla– yetkili kılınmaktadır.
Altıncı madde Avusturyalılara, prensliklerde Ruslardan geri kalanlarla, karşılıksız olarak, karnını doyurma hakkını veriyor. Bu düzenlemenin sağladığı yararlan, ancak, Almanya takdir edebilir. Halkın, devrimci günahlarının cezası olarak, Avusturya garnizonlarını kabul etmeye alışık olan Almanya’da, 1849-50’de, Avusturyalılar, tüm bölgeleri silip süpürmüşlerdi.
Antlaşma, prensliklerin gerçekte Avusturya’ya teslim edilmesi, Türkiye’nin bu bölgeler üzerindeki hükümranlık hakkından vazgeçmesidir. Bu nedenle Türkler, daha önce Rusların yaptığı gibi, Eflak-Buğdan halkının haklarını açık biçimde çiğnemişlerdir. Türklerin, prenslikleri, Rus toprağı ilan etmeye ne kadar haklan yoksa, bu topraklan Avusturya’nın işgaline bırakmaya da o kadar haklan yoktur.
Babıâlinin, Eflak-Buğdan üzerindeki hükümranlık hakları 1393, 1460 ve 1513 antlaşmalarına dayanır. 1393te Eflak ile Türkiye arasında yapılan antlaşma şu maddeleri kapsıyor:
“Madde I. Biz, Beyazıt vb. yenilmez imparatorluğumuza başındaki prens ile birlikte bağlı olmayı kabul etmiş olan Eflak’a karşı duyduğumuz olağanüstü inayet dolayısıyla karar verdik ki, sözkonusu ülke, bundan böyle kendisini kendi yasalarına göre yönetecek, ve Eflak prensi, canının istediği zaman komşularına savaş açmak ya da onlarla barış yapmak hususunda tamamen serbest olacaktır.
“Madde III. Prensler (hıristiyan), metropolitler ve boyarlar tarafından seçileceklerdir.
"Madde IV. Eflak prensi her yıl 500 kuruş imparatorluğumuz hazinesine ödeyecektir.”
Eflak prensi Vlad V’in, 1460 yılında Mehmet II ile imzalamış olduğu antlaşma şöyledir:
“Madde I. Padişah, gerek kendisi gerek ardılları adına, karşılığında bu özgür prensliğin egemenliğini tanımasından ve voyvodaların Babıâliye ödemeleri beklenen 10.000 duka ödenmesinden başka bir şey istemeden Eflak’ı korumayı ve bütün düşmanlarına karşı savunmayı kabul ve vaadeder.
“Madde II. Sözkonusu prensliğin yöresel yönetimine Babıâli hiçbir nedenle karışmayacak, ve belirli bir neden bulunmadıkça, hiçbir Türk’e, Eflak’a girme izni verilmeyecektir.
“Madde III. Voyvodalar, şimdiye kadar olduğu gibi metropolitler, piskoposlar ve boyarlar tarafından seçilecek, ve seçimi padişah tanıyacaktır.
“Madde IV. Eflak ulusu bundan böyle kendi yasalarını serbestçe uygulayacak, ve voyvodalar, işlemlerinin herhangi biri konusunda Babıâliye karşı hiçbir sorumluluk yüklenmeden uyrukları üzerinde yaşam ve ölüm hakkına sahip olacakları gibi, barış yapmak ya da savaş açmak hakkına da sahip olacaklardır.”
Üçüncü antlaşma 1513 tarihli olanıdır. Bu antlaşmayla Buğdan, Babıâlinin hükümranlık hakkını kabul etmiş, karşılığında, Eflak’ın sağladığı koşullardan daha iyi koşullar elde etmiştir.
Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkileri etkileyen antlaşmalar, Eflak-Buğdan halkının Babıâliyle yapmış olduğu antlaşmaların geçerliliğine, kuşku yok ki, zarar vermez. Çünkü Eflak-Buğdan halkı, Rusya’yla bir görüşme yapmamış, Babıâliye de kendisi adına görüşme yapma yetkisi vermemiştir. Buna ek olarak, sözü edilen kapitülasyonları, Edirne Antlaşmasıyla Rusya’nın da tanımış olduğu söylenebilir.
Öyleyse, daha sonraki herhangi bir antlaşmayla ortadan kaldırılmamış olan, sözünü ettiğimiz kapitülasyonların halen yürürlükte olduğu sonucu çıkarılmalıdır. Buna göre prenslikler, Babıâlinin hükümranlığı altında egemen iki devlettir, Babıâlinin kendilerini her türlü dış düşmana karşı savunması ve iç yönetimlerine hiçbir biçimde karışmaması koşuluyla Türkiye’ye haraç öderler. Eflak’ı yabancı işgaline teslim etme hakkı şöyle dursun, Türklerin bizzat kendileri bile, görünen bir neden olmaksızın Eflak’a aralarındaki kapitülasyonları Türkler böylece çiğnediklerine ve ceza olarak hükümranlık haklarını yitirdiklerine göre, Eflaklıların başvurması durumunda, Ruslar da, çiğnenmiş antlaşmalar nedenine dayalı olarak, Avusturyalıları prensliklerden sürüp çıkartma hakkına sahiptir. Rusya sürekli olarak, Türkleri, Eflaklıların haklarını çiğnemeye teşvik etme, hatta zorlama, böylece Türklerle prenslikler halkı arasında düşmanlık yaratmak ve kendisine müdahale için bahane hazırlama siyaseti gütmüş olduğuna göre, böyle bir gelişme hiçbir biçimde şaşırtıcı görülmemelidir. Örneğin 1848’de ne oldu? O yılın ilkyazında bazı boyarlar, Buğdan prensine bir dilekçe vererek bazı reformlar yapılmasını istediler. Rus konsolosunun etkisiyle, sadece istekleri geri çevrilmekle kalmadı, kendilerini de hapse atıldı. Bu hareketin yarattığı sarsıntı, Ruslara, 25 Haziran tarihinde sınır aşma ve Yaş kentine yürüme bahanesini verdi. Aynı tarihlerde öteki Kıta Avrupası hükümetleri gibi, Eflak voyvodası da, Eflak boyarlarının liberal partisi tarafından talep edilen bazı reformları bahşetti. Tarih 23 Hazirandı. Bu reformların, Babıâlinin hükümranlık haklarıyla hiçbir şekilde sürtüşmediğini belirtmeye gerek yok. Ancak reformlar, Rusların 1829 işgali216 sırasında yürürlüğe koydukları temel yasayı yürürlükten kaldırmak suretiyle, Rusların o yasa aracılığıyla elde etmiş oldukları tüm etkinliğe son verdi. O temel yasanın yerini alan anayasa, köleliği kaldırdı, köylünün tasarrufu altında olan toprağın bir parçası ona mülk olarak bırakıldı, toprak sahibine, elden çıkardığı toprak ve yitirdiği köylü emeği için devletin tazminat ödemesi kabul edildi. Bunun üzerine hükümran prens, Ruslar tarafından, görevden çekilmeye ikna edildi, yönetimi geçici hükümet ele aldı. Daha önce belirttiğimiz gibi, prensliklerin içişlerine karışma hakkı olmayan ve Rusların Buğdan’a girişini protesto etmeyi savsaklayan Babıâli, bunun üzerine, Süleyman Paşayla ordusunu Eflak’a gönderdi ve oranın yerleşik halkına hitaben gayet tehdit edici bir bildirge yayınladı. Divanın önlemleri, kuşkusuz, Rusya’nın etkisiyle alınmıştı. Eflaklılar gidip paşayı ve Türkleri karşıladılar ve dost oldular. Geçici hükümetin yerine önce altı, sonra üç üyeden oluşacak bir Lieutenance Princière[209] kurulması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu yeni hükümeti önce paşa, ardındanda onun isteği üzerine yabancı konsoloslar tanıdı. Yeni anayasada bir değişiklik yapıldı, ondan sonra da sultan, anayasayı onayladı.
Bu arada Rus hükümeti, Avrupa’ya hitaben yayınladığı bildirgelerde Eflaklılara karşı ateş püskürüyor, Eflaklıları bir cumhuriyet kurmak ve komünizmi ilan etmekle suçluyordu. 1 Ağustos 1848’de Bükreş’e yürüyen büyük bir Rus birliği Prut’u aştı. Süleyman Paşa birdenbire Babıâli tarafından geri çağrıldı. Sultan, kendi çağrısına uyarak İstanbul’a gitmiş olan Eflak temsilcilerini kabul etmeyi reddetti. 25 Eylülde Fuat Efendi Türk ordusunun başında Bükreş önlerine geldi ve salt, Ruslar prensliklere girmeye bahane bulmasın diye geldiğini ilan etti. Türklerin açıklamasına dayanarak söyleyelim, Bükreş’ten ve çevresinden 100.000’i aşkın insan, silahsız olarak, bayramlık giysileriyle ve başlarında din adamları olduğu halde Türkleri karşılamaya gittiler. Bunun üzerine Fuat Efendi, buyruklarını bildirmek üzere kendisine bir temsilciler kurulu göndermelerini istedi. O günlerin olaylarıyla ilgili olarak Bratiano şöyle diyor:
“Temsilciler kurulu Fuat Efendinin huzuruna çıkar çıkmaz tutuklanmıştır; aynı zamanda Türk ordusu zorlu bir yürüyüşle Bükreş’e saldırmış, Türkleri dost olarak karşılamak üzere önlerine çıkan barışçı halkı, süvarinin nalları altında ezmiş, bayraklarını yırtarak indirmiş, istavrozlarını parçalamış, yolu üzerindeki askeri kışlalarını ve kentin bütün bir mahallesini bombalamış, sözkonusu kışlada bulunan Eflaklı askerler üzerine misket ateşi açmış, onları teslim olmak ve silahlarını terketmek zorunda bırakmış, hastaları öldürmüş, ve kente vardıktan sonra sınırsız yağmaya, toptan öldürmelere, ve başka korkunç hareketlere girişmiştir!”
Burada Türk ordusuna eşlik eden, hatta komuta eden Rus görevli, General Duhamel’di. Onu Rus ordusu izlemişti. Sonuç Balta Limanı Antlaşmasıydı, yani daha başka hususların yanısıra Rusların temel yasasının ya da stalato’nun, başka deyişle Avusturya’nın Eflak’a geri getirme girişiminde bulunduğu status quo’nun ihyasıydı.
Apaçık ortada ki şimdi Ömer Paşa, muzaffer ordusuyla Eflak’a girse, Rusya’yla savaş içinde olan Türkler, son deneyimlerine dayanarak, 1848 anayasasını “cumhuriyeti ve komünizmi” ile yeniden yürürlüğe koyarlar, o anayasayı izleyen, 1848’de yaratılmış bütün kurumları canlandırırlar. Böyle bir olasılıktan, Rusya’ya bakışla Avusturya’nın daha az rahatsız olacağına kimse inanmaz. Öte yandan aynı biçimde apaçık ortada ki, Babıâlinin, sonuçlarını daha önceki deneyimlerinden bildiği bir duruma, yani Eflak’la arasındaki antlaşmaları çiğner duruma sürüklenmeye izin vermesi için çok [sayfa 417] olağanüstü baskıyla yüzyüze gelmiş bulunması gerekir. Bu baskı, hiçbir yerden değil, ama İngiliz elçisinden gelmiştir. Bu nedenle, 1848 ve 1849’da Eflak ve Buğdan halkının haklarını Türkiye’nin ve Rusya’nın çiğnemesi karşısında aynı Lord Redcliffe’in ve onun Downing sokağındaki üstlerinin nasıl davrandığını belirtmekte yarar var.
Haziran 1848’de Rus ordusu Buğdan sınırını ilk kez aştığı zaman, Lord Palmerston, elinden yakanızı kurtarmanız olasılığı bulunmayan Dudley Stuart’a karşı Avam Kamarasında şöyle diyordu:
“Rus orduları, St. Petersburg hükümetinden emir almaksızın Buğdan’a girmişlerdir. Sadece asayişin korunması ya da yeniden tesisi niyetindedirler, ve gereksinim kalmayınca tekrar geri çekileceklerdir. Bu giriş voyvodanın emri üzerine yapılmıştır, ve toprak alma niyetini kapsamamaktadır.”
Ağustos 1848de Rus ordusu Bükreş üzerinden yürümek üzere Prut’u yeniden geçtiği ve Eflaklılarla Buğdanlılar İstanbul’a bir temsilci kurul gönderdikleri zaman, Divan, ne salık vereceklerini öğrenmek üzere İngiltere ve Fransa elçilerine başvurmuş, Lord Redcliffe, Rusya’nın emredeceği siyaseti kabul etmelerini önermişti.
Ekim ayında Türklerle Ruslar Eflak’ı birlikte işgal ettikleri zaman, Rusların kovaladığı Eflaklı bir subay, Bükreş’teki Türk kuvvetlerinin komutanı Ömer Paşanın evine kaçtı ve Ruslar, paşanın evine girdiler. Paşa, bu olayı Fuat Efendiyle birlikte protesto etti. Bu küçük düşürücü olaydan haberdar edilen Babıâli, Ruslarla artık bir işi kalmadığını, prensliklerde Rusya’nın suç ortağı olmamak için ordusunun Tuna’da geriye çekilmesini emredeceğini ilan etti ve ayrıca büyük devletlere ciddi bir protesto notası verme ve bu notaya prensliklerde olup-bitenleri ayrıntılarıyla gösteren bir muhtıra ekleme tehdidinde bulundu. Aynı elçi yeniden işe karıştı ve Babıâlinin bu niyetlerini boşa çıkardı.
Son olarak bir nokta daha. 1849’da Rus-Türk ortak işgali, tam anlamıyla korku saçmaya başladığı sıralarda, direnen tek güç, Maghiero komutasındaki başıbozuklardı. O zaman “ordusunun varlığının, diplomasiyi eli-kolu bağlı hale getirebileceğine, oysa ülkesinin yakında haklarını alacağına” Maghiero’yu inandıran ve Karpatların gerisine çekilmesini sağlayan da Britanya konsolosu olmuştu.
New-York Daily Tribune
n° 4134, 19 Temmuz 1854