LORDLAR KAMARASINDA TÜRKİYE SORUNU - Marks
URQUHART – BEM – LORDLAR
KAMARASINDA TÜRKİYE SORUNU
Londra, Salı, 16 Ağustos 1853
David Urquhart, Doğu Sorununa ilişkin dört kuruntuyu ortaya koymak amacıyla89 dört mektup yayınladı: Birincisi Doğu ve Rus kiliselerinin kimliğiyle, ikincisi İngiltere ve Rusya arasında diplomatik bir yarış olduğu hususuyla, üçüncüsü İngiltere ile Rusya arasında bir savaş olasılığının bulunmasıyla ve dördüncüsü de İngiltere ile Fransa arasında birlik hayaliyle ilgili. Bu mektuplara başka bir zaman, daha ayrıntılı biçimde dönmek istediğim için,90 burada, yalnızca, Bern’in Reşit Paşaya yazdığı ve ilk kez Urquhart tarafından açıklanan mektuba değinmek istiyorum.
“Ekselans! İstanbul’da bulunmamı gerektiren emir henüz gelmemiş olduğundan, bana önemli görünen bazı düşünceleri ekselanslarına, sunmayı görevim saydım. Görmüş olduğum Türk kıtalarının, gerek süvari, gerek piyade, gerekse sahra topçularının, mükemmel olduklarını belirtmekle başlıyorum. Durum, eğitim ve askerî ruh daha iyi olamaz. Süvari kıtaları bütün diğer Avrupa süvarisinden üstündür. Bütün subayların ve bütün erlerin, Rusya’ya karşı savaşmak arzusu, ölçülmesi olanaksız bir değerdir. Bu gibi kıtalarla, sayısı iki katı olan Rus kuvvetlerine karşı saldırıp zafer sağlamak görevini seve seve kabul ederdim. Ve Osmanlı imparatorluğu, Rusya’nın kendisine karşı çıkarabileceğinden daha çok askerî silah altına alabileceğine göre de, sultanın, Moskovalı çarların düzenbazlıkla atalarının elinden koparıp almış olduğu bütün eyaletlerde sultanlık asasını tekrar dikebilecek yeteneğe sahip olabilir. ...”[80] “Bern.”
Avusturya dışişleri bakanı, Kosta olayında Amerika firkateyni S.t. Houis’nin takındığı tutumla ilgili olarak bütün Avrupa saraylarına gönderdiği notada, Amerikan genel siyasetini kınadı. Avusturya, tarafsız bir devletin topraklarından yabancıları kaçırmaya hakkı olduğunu, ama buna karşılık Amerika’nın, onları savunmak için düşmanca girişimlerde bulunmaya hakkı olmadığını iddia ediyor.
Lordlar Kamarasının cuma günkü oturumunda konuşan Malmesbury örlü[81] Viyana Konferansının gizemini, bu konferansın çara verdiği önerileri ya da işlerin ne durumda olduğunu araştırmadı. Merak ettiği şey, oldukça geçmişe ait, antika türünden bir şeydi. Malmesbury örlünün sorduğu şey, mayıs ve haziran ayları içinde çarın diplomatik temsilcilerine gönderdiği ve St. Petersburg Gazette’de91 yayınlanan iki bildirisinin “basit çevirişiydi, ayrıca “haşmetmeaplarının hükümeti tarafından bu bildirilerdeki ifadelere herhangi bir yanıt gönderilip gönderilmediğini” öğrenmek istiyordu. Malmesbury örlü eski Romalılardan değildir. Onun duygularını hiçbir şey, yabancı elçileri, patres conscriptis[82] önünde, açıktan açığa, sorguya çekmek gibi bir imalı tutumundan daha fazla incitemez. Sözünü ettiği iki Rus genelgesi “bütün Avrupa’da Rus imparatorunun dilinde basılmış, ayrıca kamu yayın organlarında İngilizce ve Fransızca olarak yer almıştır”. Peki öyleyse, bu genelgeleri, kamu yayın organlarında çalışan yazarların dilinden, dışişleri bakanlığı memurlarının diline çevirmekten ne gibi olası yararlar çıkması bekleniyor? “Fransa hükümeti, genelgeleri, derhal ve güçlü bir biçimde yanıtladı. ... İngiltere’nin yanıtı, bize söylendiğine göre, Fransa hükümetinin yanıtından hemen sonra gönderildi.” Malmesbury örlünün bilmekte sabırsızlandığı şey, Bay Drouyn de l’Huys’ün kayıtsız dilinin, Clarendon örlünün soylu diline çevrildiği zaman ne biçim aldığıydı.
Malmesbury örlü, otuz yıllık barışı, ticarî alışkanlıklar ve sınaî çabalar dönemi ardından, sade İngiliz vatandaşının, savaşla ilgili olarak “bir çeşit huzursuz”luğa düştüğünü ve bu huzursuzluğun, geçen mart ayından beri, hükümetin girişim ve görüşmelerini kapsayan giz perdesinin uzayıp gitmesi ve genişlemesiyle birlikte arttığını, “karşısındaki soylu arkadaşına” anımsatmak zorunluluğu duyduğunu söyledi. Lord Malmesbury, işte bundan ötürü barış adına soru soruyordu, ancak aynı barış adına hükümet sessiz duruyor.
Rusya’nın, Avrupa Türkiyesi’ne ilk saldırı işaretleri, hiç kimsenin canını, soylu lordun canını sıktığı kadar sıkmamıştı. Rusya’nın Türkiye üzerinde tasarıları olabileceğinden hiçbir zaman kuşkulanmamıştı. Gördüklerine inanamıyordu. Çünkü her şeyden önce “Rusya imparatorunun onuru” sözkonusuydu. Ama imparatorluğunu büyütmek, bir imparatorun onuruna hiç zarar vermiş miydi? Çar “hep tutucu bir siyaset gütmüş, 1848 devrimleri sırasında, bu siyasetini güçlü bir biçimde kanıtlamıştı.” Gerçekten, Otokrat, bu devrimlerin günahına katılmadı. Özellikle 1852’de, soylu örl, dışişleri bakanıyken, “Avrupa’nın bağlı olduğu antlaşmaların ve yıllar boyu Avrupa’nın mutluluğunu sağlamaya dönük toprak düzenlemelerinin korunmasına hiçbir hükümdar bunca ilgi duymamış, tekrar tekrar böylesine güvence vermemişti.” Kuşkusuz, Baron Brunnow, Malmesbury örlüne, Danimarka tahtına verasetle ilgili 8 Mayıs 1852 tarihli antlaşmayı imzalamayı kabul ettirdiği zaman, onu, şahane efendisinin yürürlükteki antlaşmalara yürekten bağlı olduğu güvencesiyle avlamıştı. Malmesbury örlü, Banoparte’ın tahta elkoyuşunu selamladığı bir sırada, Baron Brunnow, onu, Bonaparte’a karşı Rusya, Prusya ve Avusturya ile gizli bir ittifaka girmeye inandırdığı zaman, gene aynı biçimde, yürürlükteki toprak düzenlemelerinin korunmasına büyük bir ilgi duyduğunu gösterişli bir biçimde ortaya koymuştu.
Rus imparatorunda görülen ani değişikliği açıklayabilmek için, Malmesbury örlü, bu durum karşısında, “Rus imparatorunun zihninde yer yapan yeni izlenimler”in psikolojik çözümlemesine girişiyor. İmparatorun “duyguları”nı, “Filistin’deki kutsal yerler sorununda Fransız hükümetinin takındığı tutumun tahrik ettiğini” iddiaya kalkışıyor. Bonaparte’ın, tahrik edilen duygulan yatıştırmak amacıyla, Bay de la Cour’u, “kendine özgü bir ılımlılığa ve uzlaşmacılık özelliğine sahip bu kişiyi” İstanbul’a gönderdiği doğru, ama örl, “anlaşılıyor ki, geçmişte olup-bitenler, imparatorun zihninden silinmemiştir” diyor, Fransa’yla ilgili olarak imparatorun zihninde acı bir tortunun kalmış olduğunu söylüyor. İtiraf edilmeli ki, Bay de la Cour, Prens Mençikov’un İstanbul’a varışından önce, sorunu kesin ve tatmin edici biçimde çözümledi. “Gene de Rus imparatorunun kafasındaki izlenim değişmedi.” Bu izlenim ve onun sonucu olan zihin karışıklığı öyle bir noktadaydı ki, “imparator, Türk hükümetinin, Rusya’ya, zorla kabul ettirmeye hiç de hakkı olmayan bazı koşullan zorla kabul ettirmeye çalıştığından kuşku duyuyordu.” Malmesbury örlü, yalnızca “herhangi bir insan’ın değil, hatta bir İngiliz lordunun bile, “insanın aklından geçenleri okuması”nın “olanaksız” olduğunu kabul ediyor, ama gene de “Rus imparatorunun zihnini, o garip izlenimlerin etkisiyle açıklamayı düşünmekten kendini alamıyor.” Lord, Rus halkına, birçok kuşak boyu, “kaderin çok önceden çizdiği, İstanbul’u alma ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurma çağı” olarak belletilen anın geldiğini söylüyor. Lord, “bu duygular”ın, “şimdiki imparator” tarafından da paylaşıldığı düşüncesindedir.
Akıllı örl, ilkin, imparatorun, Türkiye hükümetince haklarına zarar verileceğiyle ilgili dinmek bilmez kuşkular beslediğini açıklamaya niyetlenmişti, ama şimdi bize, onun Türkiye’yi yutmasının tam zamanının geldiği düşüncesinde olduğu için, Türkiye’den kuşkulandığını söylemekte. Bu noktaya ulaştığı için, soylu örl, varacağı sonuçların yönünü, zorunlu olarak değiştirmek zorunda kaldı. Neden olarak Rus imparatorunun zihninde yer eden ve eski koşulları değiştiren yeni izlenimleri göstermek yerine, Lord, çarın ihtirasını ve geleneksel eski duygularını “tahrike kapılmaktan” bir süre alıkoyan koşulları neden gösteriyor. Bütün bu koşullar, gelip bir büyük gerçeğe dayanıyor, o da Malmesbury örlünün bir zamanlar bu koşulların “içinde”, bir zamanlar ise “dışında” olduğu gerçeğidir.
“İçinde”yken, yalnızca Boustrapa’yı92 tanımakta değil, ama onun yalanları, cinayetleri ve tahtı gaspetmesini mazur göstermekte en öndeydi. Ama sonradan, “günün gazeteleri, Fransa imparatoruna, kölelik ve yaltaklanma siyaseti diye niteledikleri siyasette sürekli olarak hata bulmaya başladılar.” Karma hükümet ve onunla birlikte, “açık toplantılarda Fransa imparatorunun karakterini ve siyasetini ve hükümdar olarak bu prensi seçtikleri için Fransa halkını kınayan” Sir J. Graham ile Sir Charles Wood işbaşına geldi. Bunu Karadağ olayı93 izledi. Karma hükümet bu olayda, “sultanın, asi Karadağlılara daha fazla baskı yapmaktan vazgeçmesi için Avusturya’nın direnmesine izin verdi ve Türk ordusunun güven içinde çekilmesini olsu sağlamadığı için, Türkiye’nin 1.500 ile 2.000 arasında insan kaybına sebep oldu.” Daha sonraki dönemde Albay Rose’un İstanbul’dan geri alınması İngiltere hükümetinin, Fransa’yla birlikte, donanmasının Beşiki Körfezine ya da İzmir’e gitmesi emrini vermeyi reddetmesi – işte bütün bu koşullar üstüste gelince, Rus imparatorunun kafasında, İngiltere halkıyla hükümetinin, Fransa imparatoruna düşman olduğu, bu iki ülke arasında hiçbir gerçek ittifak olamayacağı izlenimini yarattı.
Rus imparatorunun etkilenebilir zihninde yer alan ve onu doğru yoldan ayartan koşullar zincirini, kadın kahramanın dalgalı duygularını çözümleyen bir romancıya yaraşır incelikle geriye doğru izleyen Malmesbury örlü, böylece Fransız halkına zulmeden kişiyle kurduğu yakın ittifakın, Fransa halkını yüzyıllar boyunca İngiltere halkından yabancılaştırmış önyargıları ve sevmezlikleri ortadan kaldırdığını öne sürerek övünüyor ve kendisinden, Batının çarıyla yakın bir ittifakı miras alan ve Muhafazakarların ektiğini biçen şimdiki hükümeti kutluyor. Unutuyor ki, sultan, bu yakın ittifak çerçevesinde Rusya’ya kurban edilmiş, Fransız Soulouque,94 müslümanın sırtına bir çeşit Viyana Kongresi giydirme ve saygınlık kazanma fırsatını şevkle yakalarken, Fransa imparatoru tarafından karma hükümetin sırtına binilmesi, bu yakın ittifak çerçevesinde olmuştur. Lord, Bonaperte ile yakın ittifakından dolayı hükümeti kutlarken, aynı zamanda, bu mesalliance’ın[83] meyvesi olan siyaseti de kınıyor.
Biz, lordun balgam tükürür gibi, Türkiye’nin bütünlüğünün öneminden sözedişinin, Türkiye’nin çürümekte oluşunu yadsıyışının, Rusya’nın dinsel koruyuculuğunu tanımayan prensliklerin işgalini casus belli saymıyor diye ya da Prut’un geçilmesine niçin donanmayı göndererek yanıt vermiyor diye hükümeti kınayışının izinden gidecek değiliz. Lord, Prens Mençikov’un İstanbul’dan ayrılışından önce Reşit Paşaya yazdığı ve “küstahlıkta eşi bulunmayan” şu mektuptan başka, yeni hiçbir şey getirmiyor:
Büyükdere, 9 (21) Mayıs
İstanbul’dan ayrılmak üzere olduğu anda, aşağıda imzası bulunan Rusya elçisi, Babıâlinin, Doğu kilisesi rahiplerine tanınmış dinsel hakların kullanılışına dair bir güvence yayınlama niyetinde olduğunu bildirdiğini öğrenmiş bulunuyor. Gerçekte böyle bir güvence, bu kilisenin sahip bulunduğu öteki ayrıcalıkların sürdürüldüğünü kuşkulu duruma getirir. Ortodoks Doğu kilisesinin sırf dinsel haklarının dokunulmazlığını her ne kadar korursa korusun, bu kilisenin dinine ve din adamlarına çok eski zamanlardan bu yana verilmiş ve halen kullanmakta oldukları öteki hakları ayrıcalıkları ve bağışıklıkları geçersiz hale getirme eğilimi taşıyacak olan bir bildirinin ya da herhangi bir belgenin kararın gerisindeki neden ne olursa olsun, imparatorluk kabinesi tarafından, Rusya’ya ve onun dinine karşı bir düşmanlık hareketi sayılacağını, aşağıda imzası bulunan [elçi -p.], ekselansları dışişleri bakanına bildirmeyi gerekli görür.
İmza eden saygılarını vs.
Mençikov
Malmesbury örlü “Mençikov’un, işleri yönlendirmesine ya da tutumuna Rus imparatorunun yakınlık göstermiş olabileceğine inanamıyordu”. Mençikov’un atılışı ardından Nesselrod’un notası ve Nesselrod’un notası ardından Rus ordusu kuşkuya yer bırakmadı.
“Sessiz” Clarendon, “kendisine ıstırap vermekle birlikte”, “tekrar tekrar aynı yanıtı vermek” yani hiçbir yanıt vermemek zorunda kaldı. Clarendon, “onların önüne herhangi bir yazışma sermemeyi ve başka bir mesaj ortaya koymamayı”, daha önce esasen söylememiş olduğu “herhangi bir sözü söylememeyi resmî görevi” kabul ediyordu. Soylu örl, böylece daha önceden bilmediğimiz herhangi bir bilgi kırıntısı bile vermedi. Başlıca amacı, Avusturya ve Rusya hükümetlerinin saldırıları süresince, onlarla “sürekli haberleşme” içinde olduğunu kanıtlamaktı. Bu duruma göre, Avusturya hükümeti, Prens Leiningenin, İstanbul’a, askerlerini de “sınırdaki uyrukları arasında isyan çıkacağından korktuğu için” –masum Clarendon, hiç değilse “gösterilen neden” buydu diyor– sınıra gönderdiği zaman, Clarendon, Avusturya hükümetiyle sürekli haberleşiyordu.. Sultan kuvvetlerini geri çekerek Avusturya’ya boyun eğdikten sonra, enerjik Clarendon, “antlaşmanın tam olarak yerine getirilmesini güven altına almak üzere, bir kez daha Avusturya’yla haberleşme durumundaydı”. Saf Lord, “inanıyorum ki, antlaşma yerine getirildi, çünkü Avusturya hükümeti, bize durumun böyle olduğu güvencesini verdi” diyor. Pek güzel Lordum! Fransa’yla entente cordiale derseniz, 1815’ten bu yana var! İngiltere ve Fransa hükümetlerinin “donanmalarını yollamaya ilişkin” kararları derseniz, “en küçük bir ayrılık gölgesi bile sözkonusu” değildi. “O [Clarendon] Bonaparte’a, tehlikenin çok yakında olmadığını ve Fransız donanmasının Fransız limanlarından çıkmasının gerekmediğini söylemesine karşın”, Bonaparte, “tehlikenin yakın olduğuna inanarak” donanmasının Salamis’e gitmesini emretmişti; ancak bu durum en küçük bir fark yaratmamıştı, çünkü “donanmalardan birinin Salamis’te, ötekinin Malta’da olması, birinin Malta’da, ötekinin Toulon’da olmasından çok daha elverişli ve üstünlük sağlayacağıydı.” Lord Clarendon, Prens Mençikov’un Babıâliye yaptığı küstahça baskılar sırasında, “donanmanın denize açılması emrinin verilmemiş olmasının iyi olduğunu, çünkü hiç kimsenin, Türk hükümeti onların istediğini yaptı diyemeyeceğini” de söylüyor. Olup-bitenleri gördükten sonra, denebilir ki, o zaman donanmanın denize açılması emredilmiş olsaydı, sultanın gerçekten istekleri kabul zorunda kalması olasıydı. Mençikov’un “veda mektubu”na gelince, Clarendon mektubun doğru olduğunu kabul etti, “ama hükümetler arası diplomatik görüşmelerde böyle bir dil, Tanrıya şükür pek nadir görülen bir şeydi ve o böyle kalmasını umuyordu”. Prensliklerin [sayfa 118] işgali sorununda ise, İngiltere ve Fransa hükümetleri, “sultana, prensliklerin işgaline bir casus belli olarak davranma şeklindeki su götürmez hakkından dönmemesini salık vermişlerdi.”
Henüz askıda olan görüşmelere gelince, Lord Clarendon’ın söylediği tek şey, “bu sabah Sir Hamilton, Seymeor’dan, Viyana’daki elçilerin, üzerinde ufak değişikliklerle görüş birliğine vardıkları önerilerin St. Petersburg tarafından kabul edilebileceğine dair resmî bir yazı alındığıydı. Antlaşmanın koşullarına gelince, bunların tek sözcüğünün dışarıya sızmasındansa ölmeyi yeğ tutardı.
Soylu lorda, Lord Beaumont, Hardwicke örlü, Clanricarde markisi ve Ellenborough örlü yanıt verdi. Bu görüşmelerde haşmetmeaplarının hükümetince izlenen yolu kutlayan tek kişi çıkmadı. Bütün taraflara, hükümet siyasetinin yanlış olduğuna, hükümetin Türkiye’nin savunucusu olacak yerde Rusya adına arabulucu olarak davrandığına dair büyük endişeler egemendi. İngiltere ile Fransa’nın kararlı olduklarını bir an önce göstermelerinin durumlarını şimdikine bakışla iyileştirebileceği düşünülüyordu. Kendilerine, yaşlı, dikkafalı Aberdeen yanıt verdi, “bir olay olup-bittikten sonra onun üzerinde hüküm yürütmenin, falanca yol tutulsaydı filanca sonuç alınacak olduğunu öne sürmenin kolay olduğunu” söyledi. Ancak en şaşırtıcı ve önemli açıklaması şuydu: “Lord hazretleri bilmelidir ki, herhangi bir antlaşmayla bağlanmış değiller. Bu ülke, herhangi bir çatışmada Türk İmparatorluğunu desteklemek üzere onun yanında yer almasını gerektirecek bir antlaşma koşulu altında değildir.”
İngiltere’yle Fransa, askıdaki Türkiye sorununa burunlarını sokma eğilimini ilk kez gösterdikleri zaman, Rus imparatoru, Babıâli ile kendisi arasındaki 1841 Antlaşmasının bağlayıcılık gücünü ve antlaşmanın Batılı hükümetlere verdiği aracılık hakkını tümüyle tanımadığını açıklamıştı. Ama aynı zamanda 1841 Antlaşması gereğince, öteki devletlerin savaş gemilerinin Çanakkale Boğazının dışında tutulmasında da ısrar etmişti. Şimdi Lord Aberdeen, ancak İngiltere’yi Karadeniz’den uzak tuttuğu zaman, Otokratın saygı duyduğu antlaşmanın böylesine küstahça bir biçimde yorumlanmasını, parlamentonun açık ve görkemli toplantısında onaylıyor.
New-York Daily Tribune