Header Ads

Header ADS

KUTSAL SAVAŞ - Engels

Türkler için ölüm-kalım savaşı, Ruslar için geleneksel ihtirasın savaşı, her iki tarafın dinsel bağnazlığının savaşı, sonunda, Tuna-da başladı. Beklendiği gibi, silahlı saldırıyı ilk Ömer Paşa başlattı; istilacının Osmanlı topraklarından zorla çıkarılması yönünde bazı gösterilerde bulunmak, onun görevi gereğiydi; ama Tuna nehrinin karşı yakasına, Viyana’dan gelen söylentilerde öne sürüldüğü gibi, 30.000 ila 50.000 arasında asker geçirip geçirmediği henüz kesin değil. Böyle yaptıysa ölümcül bir acemilik göstermiştir demek için nedenler var. Bıraktığı kıyıda, geniş savunma olanakları, iyi bir mevzii vardır; ulaşmaya çalıştığı kıyıda ise saldırı gücü daha düşüktür ve bir felaket halinde çekilme olanağı yoktur. Bu nedenle, karşı kıyıya geçtiği haberi, daha olumlu bilgiler elde edilinceye dek, kuşkuyla karşılanmalıdır. 

Avrupa’daki savaşım Türkler için elverişsiz koşullar altında başlamışsa da, Asya’da durum tersinedir. Orada, Rusya’nın ve Türki-ye’nin sınır toprakları, askerî açıdan, oldukça farklı iki harekat bölgesine ayrılır. Bu bölgede yüksek sırtlar, daha doğrusu yüksek tepeler silsilesi Kafkasya’yla Orta Ermenistan yaylalarını birleştirmekte, Karadeniz’e doğru uzanan akarsuları, Hazar denizine giden Araş nehriyle Iran Körfezine giden Fırat nehrinden ayırmaktadır; eskiden Pontus’u Ermenistan’dan ayıran bu dağ silsilesi, şimdi savaşın verileceği iki farklı bölgeyi birbirinden ayırmaktadır. Sarp ve genellikle çorak olan bu dağlık bölgeyi aşan yol çok azdır  – iki esas yol, Trabzon ve Batum’dan Erzurum’a ulaşan yollardır. Bu duruma göre, askerî amaçlar için, sözkonusu tepeler, hemen hemen aşılamaz sayılabilir. Bu durum her iki tarafı, kendi bölgesinde, birbirinden aşağı yukarı bağımsız girişimde bulunan kuvvetlere sahip olmaya zorlamaktadır. 

Karadeniz kıyısındaki toprak, birçok nehirle ve dağdan inen sellerle, savunma yönünden birçok askerî mevzi yaratmaktadır. Hem Ruslar, hem Türkler, önemli noktalardaki mevzileri takviye etmişlerdir. Bu bölüklere ayrılmış toprakta (ova gibi bir arazi oluşumuna olanak veren tek nehir vadisi Rion vadisidir), üstün kuvvetlere karşı bir savunma savaşı başarıyla yürütülebilir (çünkü dağ nedeniyle, mevzilerden pek azı karadan çevrilebilir). Ama bunun tek koşulu, denizden donanmanın desteği olmamasıdır. Kara ordusu cepheden temas kurarken ilerleyen ve gerekirse, düşmanın kanatlarında karaya asker çıkaran bir filo, bütün kuvvetli mevzileri tek tek ele geçirebilir ve sınırın her iki yakasında da pek fazla olmayan tahkim edilmiş mevzileri yıkmasa bile etkisiz duruma getirebilir. Karadeniz’in bu kıyı parçası, denizin efendisi kimse, onun denetiminde olacaktır. Başka bir deyişle, müttefik donanması Türklerle yakından işbirliği yapmadığı takdirde, bu toprak parçası, büyük bir olasılıkla Ruslara ait olacaktır. 

İçerdeki topraklar, dağların iç kesimi, Fırat’ın, Aras’ın ve Kura nehrinin çıktığı toprakları kapsamaktadır. Sınırın bir yanında Türk Ermenistanı, bir yanında Rus Gürcistanı yer almaktadır. Bu bölge de çok dağlıktır ve genel olarak orduların geçmesine elverişli değildir. Türk tarafından Erzurum’un, Rus tarafından Tiflis’in, iki harekat üssü olacağı söylenebilir. Bu üslerden birinin ya da ötekinin yitirilmesi, çevre toprakların kaçınılmaz olarak elden gitmesine yolaçabilir. 1829 Asya harekatından sonuca götüren şey de Rusların Erzurum’a saldırısı olmuştu. 

Ne var ki, taraflardan birinin harekat üssü, ötekinin harekat amacı olacaktır. Bu nedenle, Tiflis ile Erzurum’u birbirine bağlayan yollar, her iki taraf için harekat hattıdır. Bu bölgede üç yol bulunuyor: Birisi yukarı Kura ile Ahıska arasındaki yol, ikincisi yukarı Araş ile Erivan arasındaki yol, üçüncüsü de bunların ortasında Kars’tan geçen yol. Bütün bu yollar her iki tarafta da müstahkem kasabalar ve mevzilerle korunuyor ve Türkler ya da Ruslar tarafından seçilmeye en elverişli olanın hangisi olduğunu, Kafkasya’nın asil bölgelerine en kestirmeden götürecek yol olduğunu söylemek yeter sanıyorum. Ama Türklerin bu ilerleyişi, Batum’da Çoruh vadisi yoluyla Oltu üzerinden Erzurum’a yürüyecek bir Rus birliği tarafından geriden çevirmeye alınabilir. Batum’dan gelen  yol, Tiflis’ten gelen yolla, Erzurum’a 15 mil kala birleşmektedir. Bu durumda sözü edilen bu yoldan gelen bir Rus birliğinin, Türklerin ikmal hattını kesmesi ve yeterince kuvvetliyse, Erzurum’u bile ele geçirmesi mümkün olabilir. Erzurum’un müstahkem mevkileri, ancak basit niteliktedir, ciddi bir direnç gösterme gücünde değildir. 

Bu durumda Asya’da, tepelerin her iki yakasındaki savaşta kilit rol Batum’dadır. Bu nokta ve onun yanısıra ticarî önemini dikkate alınca, çarın öteden beri burayı neden elde tutmak için çaba harcadığı daha iyi anlaşılıyor. Bununla bitmiyor. Batum, bütün Asya Türkiyesi’ndeki savaş için kilit noktasıdır, çünkü kıyıdan içeriye doğru geçit veren tek yolu –Erzurum’a kadar bütün Türk mevzilerini arkadan çeviren yolu– denetim altında tutmaktadır. Ve Karadeniz’de hangi filo ötekini kendi limanına geri püskürtürse, o filo, Batum’a komuta edecektir. 

Ruslar bu mevkinin önemini çok iyi biliyorlar. Gerek karadan, gerek denizden Kafkasya kıyılarına takviye birlikleri göndermiş bulunuyorlar. Kısa süre önce, Türklerin, Avrupa’da zayıf olsalar da, Asya’da kesin bir üstünlüğü elde tuttuklarına inanılıyordu. Asya ordusuna komuta eden Abdi Paşanın 60.000, 80.000, hatta 120.000 kişi topladığı söyleniyordu. Bedevi, Kürt ve öteki savaşçı başıbozukların, her gün akın akın Abdi Paşanın bayrağı altında toplandıkları haber veriliyordu. Kafkasya asileri için elde bol bol silah ve cephane bulunduğu, savaş ilan edilir edilmez, Rusya’daki bu direnç merkezlerinin orta yerine doğru yürüyüşe geçileceği söylenmekteydi. Ne var ki, Abdi Paşanın düzenli askerlerinin belki de 30.000’den fazla olamayacağı ve Kafkasya’ya ulaşmadan önce yalnız bu kuvvetiyle, inatçı bir direnç gösteren Rus taburlarıyla karşılaşmasının gerekeceği de söylenebilir. Abdi Paşanın Bedevi ve Kürt süvarileri, Rusları, bazı birliklerini ayırmaya ve böylece ana gövdenin zayıflamasına zorlayarak, dağ savaşında çok değerli olabilir. Bu süvariler, Rus topraklarındaki Gürcü köyleriyle göçmen köylerine büyük zarar verebilirler ve hatta Kafkasya dağlılarıyla gizli bir haberleşme düzeni de kurabilirler. Ne var ki, Abdi Paşanın düzenli birlikleri, Batum’dan Erzurum’a gelen yolu kapatma gücünü gösteremezse ve Rusların getirebileceği faal ordu gücünü yenemezse, başıbozukların, başarısı kısa ömürlü olacaktır. Zamanımızda, güçlü, düzenli bir orduya karşı girişilen ayaklanma ya da başıbozuk hareketin gelişebilmesi, düzenli ordunun desteğini gerektiriyor. Bu sınırda Türklerin durumu, Wellington’ın İspanya’daki durumuna benziyor. Düzenli savaşta ve o savaşı yürütecek araçlarda üstün olan bir orduya karşı, İngiliz generalinin yaptığını Abdi Paşanın yapıp yapamayacağını ve kaynaklarını böyle bir savaş için kullanmayı başarıp başaramayacağını henüz bilmiyoruz. 1829’da Erzurum önlerine gelen Rus askerlerinin sayısı 18.000’di, o zamandan bu yana Türk ordusunda görülen gelişmeyi dikkate alarak (gerçi Türk ordusunun Asya’daki parçası, gelişmeden çok az pay almıştır), şimdi aynı noktada 30.000 asker yığarsa Rusların başarı sağlama olasılıkları bulunduğunu söyleyebiliriz. 

Rusya’nın Asya ordusu hakkında Avrupa’daki ordusuna bakışla çok az şey bilindiği ve söylenti ağır bastığı için, Rusların bunu başarıp başaramayacağını bugün için kim söyleyebilir? Kafkasya ordusu, destek birlikleriyle birlikte resmen 200.000 kişi sayılmaktadır. Karadeniz’den 21.000 Kazak, Türk sınırına doğru yürüyüşe geçirilmiştir. Birçok tümenin Güney Kafkasya kıyısındaki Redut kalesine gitmek üzere Odessa’dan gemilere bindirildiği söyleniyor. Ama Kafkasya ordusunun resmî rakamın yarısına ulaşmadığını, Kafkasya dışından gönderilen takviyelerin, apaçık nedenlerle, Rus gazeteleri tarafından öne sürülen kuvvette olamayacağını herkes biliyor. Birbiriyle çelişkin bilgilere dayanarak, Rusya’nın Asya sınır ordusu hakkında bir tahminde bulunmak kesinlikle olanaksız. Ama, her türlü olasılığı gözönüne alarak (Kafkasyalıların genel bir ayaklanmaya girişmesi durumu hariç), iki tarafın kuvvetlerinin hemen hemen dengede olduğunu, Türklerin Ruslardan bir parça daha kuvvetli olabileceklerini ve bu nedenle de bu savaş alanında saldırı savaşına girmelerinin yanlış olmayacağını söyleyebiliriz. 

Türklerin başarı olasılıkları gerçekten Avrupa’ya bakışla Asya’da daha fazla. Asya’da, korumaları gereken sadece bir tane önemli yer var: Batum. Ve Batum’dan ya da Erzurum’dan Kafkasya’ya doğru gelişecek bir ileri harekat, başarılı olursa, onlara, müttefikleriyle, dağlılarla doğrudan bağlantı olanağını sağlayabilir ve Kafkasya’nın güneyindeki Rus ordusunun Rusya’yla, hiç değilse karadan bağlantısını derhal kesebilir. Bu, tüm Rus ordusunun yok edilmesi sonucunu doğurabilir. Öte yandan, eğer Türkler yenilirlerse, Batum’u, Trabzon’u ve Erzurum’u tehlikeye atarlar. Ama durum bu olsa bile Ruslar, daha fazla ilerleyecek kadar güçlü olamayacaklardır. Sağlanabilecek yararlar, yenilgi durumundaki yitiklere ağır basıyor. Bu nedenle Türklerin, sağlam ve inandırıcı nedenlerle, bu bölgelerde saldırı savaşına karar verdikleri anlaşılıyor. 


Yaklaşık olarak 27 Ekim 1853’te yazılmıştır. 

New-York Daily Tribune 
n° 3925, 15 Kasım 1853 
Başyazı
Blogger tarafından desteklenmektedir.