Header Ads

Header ADS

İNGİLTERE HÜKÜMETİ ATLATILDI – PANİK - Marks

Londra, Cuma, 23 Eylül 1853

The Globe, 23 Eylül tarihli sayısında, Reeves’in göreviyle ilgili olarak Journal des Débats’da çıkan yazının doğru olmadığını öne sürüyor. Çarşamba günkü The Times gazetesi de The Globe’un bu yazısını Gobemoucherie[93] başlığıyla aynen yayınlıyor ve Fransız basınını canards’a[94] başvurmakla suçluyor. Ama geçen mektubumda, The Times’ın çözümlemesini yaptığım başyazısı, Journal des Débats’nın haberini tam olarak doğrulamıyor muydu? Paris’te yayınlanan Moniteur’de herhangi bir yalanlama yer aldı mı? The Globe’un yalancılığı Débats’ya bıraktığı o gün, Assemblée Nationale, “Lord Redcliffe’in, sultana, değiştirgelerini geri almazsa, İngiltere donanmasının Çanakkale Boğazına gireceğini ve Fransız donanmasının da çok geride kalmayacağını bildireceğini” haber vermedi mi? The Times gazetesi, The Globe’un yalanlamasına yer verdiği aynı gün, “Türkiye’nin mağrur ruhuna uygun düşsün ya da düşmesin, dört devlet tarafından önerilen ve Rusya tarafından kabul edilen koşullar hariç, Rusya ile Türkiye’nin arasına girmenin, İngiltere ile Fransa’nın işi olmadığını” açıkça yazmadı mı? Journal des Débats daha Londra’ya ulaşmamışken, The Morning Post, bize, “Rus imparatorunun, Viyana notasında değişiklik önerilerine yanıtının alınmasından sonra, büyük devletler temsilcileri konferansının derhal toplandığını ve bu ayın 4’ünde, konferansın  mesajını Divana vermek üzere bir ulak gönderdiğini, bu mesajın Babıâliyi, Viyana notasını kabule ikna etmesinin umulduğunu” bildirmemiş miydi? Son olarak bugünkü bir sabah gazetesinde “Reeves’in İstanbul’a gideceğini, Lord Clarendon’dan Lord Stratford de Redcliffe’e mesaj götüreceğini, o, Downing Street[95] ile Printing-House Square arasında haberleşme kanalı olduğu için, onunla dışişleri bakanlığı arasında son derece yakın bir ilişki bulunduğunu” okuyoruz. 

Gerçek şu ki, Fransız basını tarafından yapılan son açıklamalardan bu yana, Doğu Sorunu, yeni bir görünüm kazandı, İngiltere hükümetinin kararlaştırdığı önerilerin de, onların tüm hesap ve bekleyişlerinin tersine gelişen olaylarla boşa çıkması olası görünüyor. 

Avusturya, müttefiki göründüğü öteki ülkelerle ortak hareketten çekildi. Viyana Konferansı en azından şimdilik dağıldı. Rusya artık işine yaramadığını düşündüğü maskesini çıkardı, İngiltere hükümeti de son siperlerinden sürülüp çıkarılıyor. 

The Liverpool Courer’in haklı olarak değindiği gibi, “Lord Aberdeen, Rus İmparatoru, sultanın değiştirgelerini benimsemeyi uluorta reddettiğine göre, öteki devletler, bundan böyle, bu değiştirgeler dikkate alınmış gibi hareket etmeye hazır olmalıdırlar tavsiyesinde bulundu.” 

Drouyn de l’Huys, Viyana Konferansına böylesi bir ikiyüzlülükle hazırlanmış açıklayıcı bir notanın Babıâliye gönderilmesini salık verdi. Ancak Kond Buol, “böyle bir notanın Babıâliye karşı çok dostça bir davranış olacağını, ortak hareket için zamanın artık geçmiş olduğunu ve her devletin, kendi uygun göreceği doğrultuda harekette serbest bulunduğunu” söyleyerek bu öneriyi reddetti. Böylece İngiltere hükümeti, kendisini, Avrupa Areopagus’unun,[96] Avusturya elçisinin bir sözüyle toplandığı gibi bir sözüyle dağılan bu sermaye şirketinin ortak hakemliği ile örtme olanağını yitirdi. Başlangıçta, Rusya Prut nehrini geçinceye kadar Avusturya herhangi bir konferans istememişti. Rusya, şimdi Tuna’ya ilerledikten sonra ise Avusturya, en azından eski koşullarda bir konferansı gene istemiyor. Öte yandan, Kont Nesselrod iki genelge nota yayınladı. Bunlar ilk Viyana notasına, gizli “olumlu kararlıklarla payanda vurulmasına, ya da o notanın kapsadığı sözcüklerin ifade ettiği anlamdan başka bir anlamda yorumlanmasına yer bırakmıyor. 

Babıâli tarafından önerilen değişiklikler, tüm sorunu bir “sözcükler sorunu”na indirgedi diye haykırıyor, hükümet yanlısı basın. 

Nesselrod ise, hiç de öyle değil, diyor. Çar, ilk metni, sultanın  yorumladığı biçimde yorumluyor, ilk nota, Mençikov’un notasının ikinci baskısından başka bir şey değildir, başka bir şey olması da hiçbir zaman düşünülmemiştir. Biz, metne, tüm metne, hiçbir şeye değil ama metne bağlıyız. Hükümet yanlısı Globe, kuşkusuz, çarın ve sultanın ilk notayı “Rusya’nın öne sürdüğü, Türkiye’nin reddettiği ve dört devletin onaylama niyetinde olmadığı (?) isteklerin kabulü anlamına” aldıklarını ve “Rusya’nın, ilk kez öne sürdüğü iddiaların kesin olarak tanınmasında direndiğini” keşfederek hayrete düşmüştür. Üstelik Rusya neden direnmesin? Dört ay önce bu iddiaları öne sürecek kadar cesur idiyse, şimdi ilk hamleyi kazandıktan sonra, niçin vazgeçsin? 

Birkaç gün önce Türk değiştirgelerinin skolastik kaçamaklar, gereksiz kurnazlıklar olduğunu iddia eden aynı Globe, şimdi “Rus yorumu gösteriyor ki, bunlar gerekliymiş” diye itiraf etmek zorunda kalıyor. 

Nesselrod’un ilk imajı kamuoyuna henüz açıklanmadı, ama The Morning Post bu mesajda, “Viyana notasının, Prens Mençikov’un notasının bir eşinden ne fazla, ne eksik olduğunun” belirtildiğine dair bizi temin ediyor. The Evening Globe gazetesi de mesajın kapsamını aktarıyor. Mesaja göre:
“İmparator, Viyana notasının, kendisine, Türkiye’de tanınma ve hükümet üzerinde nüfuz sağlayacağını düşünmüştü. Ancak Babıâli, bu tanıma ve nüfuzu, dört devletin de desteğiyle reddetti. Oysa aracılığın yapması gereken şey, bunu önlemekti. ... imparator, onaylamış olduğu arabulucuları bir yana koyma ve Türkiye’yle doğrudan yalnız başına karşı karşıya gelme hakkını saklı tutmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi.”

İmparator, Batılı ülkeleri hiçbir zaman arabulucu olarak şükranla karşılamadı. Avusturya’nın alçakgönüllü bir ricacı olmasına, öteki üç devletin ise onun gerisinde yürümesine izin verdi. 

St. Petersburg çıkışlı 7 Eylül tarihini taşıyan Berlin Zeit’da 18 Eylülde yayınlanan ve Viyana’da Baron Meyendorf’a hitaben yazılan ikinci mesaja gelince, Nesselrod, Babıâlinin herhangi bir değişiklik yapmaksızın kabul etmesi halinde Rusya’nın onaylamayı vaadettiği ilk notanın, Avusturya elçisi tarafından kendisine, bir ültimatom olarak nitelendiğini söylerken yerden göğe haklıdır. “Acaba imparatorun leuyaute’si[97] hakkındaki bu tanıklığa kulak vermeyen olur mu?” Prensliklerde bir parça “korsanlık” ettiği, Gorçakov’un bildirilerine bakmayarak bu toprakları istila ettiği, ele geçirdiği, vergilediği, yönettiği, yağmaladığı, mülk edindiği, yiyip bitirdiği doğrudur. Ama zararı yok. Öte yandan, “Notanın ilk taslağını alır almaz, Paris’te ya da Londra’da onaylanıp onaylanmayacağını öğrenmek için beklemeksizin, kabul ettiğini telgrafla bildirmedi mi?” Viyana’da bir Rus elçi tarafından yazdırtılan bir notanın, St. Petersburg’daki bir Rus bakan tarafından reddedilmeyeceğini telgrafla bildirmesinden daha fazla bir şey yapması beklenebilir miydi? Paris ve Londra için, onların onayını beklemekten daha fazla bir şey yapabilir miydi? Ama gerçekten daha fazlasını yaptı: Kabulünü telgrafla bildirme lütufkarlığını gösterdi, taslak, Paris’te ve Londra’da “değiştirildi”. Bu durumda “o rızasını geri aldı mı, ya da en ufak bir güçlük çıkardı mı?”, kendi ifadesine göre, nota “son şekli’yle “Prens Mençikov’un notasının bir eşinden ne fazla, ne eksik”tir, bu doğru; ne var ki, eş nota gene de her haliyle, ilk notadan “farklı”dır. O “Mençikov’un notasının hiçbir şekilde değiştirilmeksizin kabulünü şart” koşmamış mıydı? “Buna dayanarak notayı dikkate almayı” reddedemez miydi? Böyle yapmadı. “Bundan daha fazla bir uzlaşmacılık gösterilebilir miydi?” Viyana Konferansının ültimatomu onu ilgilendirmez, o dörtlerin malıdır. Sultanın boyun eğmemesinden “doğacak gecikmeleri düşünmek onların işidir.” Ona gelince, onun prensliklerde, askerlerinin bedava yedirilip içirildiği bu yerlerde birkaç ay daha fazla kalmaya hiçbir itirazı yoktur. 

Tuna nehrinin ağzının tıkanmış olmasından Odessa bir zarar görmüyor. Prensliklerin işgali Mark Lane’de111 buğday fiyatının artmasına yolaçarsa kirli Imperiallerin[98] Kutsal Rusya’ya dönmesi daha da hızlanacaktır. Bu durumda “bizimle ilişkilerini derhal düzeltmesine elverecek tek yolu boşuna açmaya çabaladıktan sonra, artık bu işi yapmanın kendisine kaldığını Babıâliye açıkça ve kesinlikle bildirmek” Avusturya’nın ve öteki devletlerin görevidir. Tuna yolunu çara açarak, Karadeniz yolunu da müttefik donanmasına kapatarak, sultan için, zaten yeteri kadar şey yaptılar. Nesselrod’un “şahane efendisi”, şimdi “bugünkü durumda sultanı ve bakanlarının çoğunu etkileyen savaş telkinlerini” kınıyor. Kuşkusuz sultanın serinkanlı davranmasını, savaş gemilerinin karşısına barış bildirileriyle çıkmasını, kazaklara sevgilerini göndermesini yeğ tutardı. “Babıâli henüz tek ödün vermemişken, o bütün ödünleri tüketti. Haşmetmeapları daha ileriye gidemez.” Tuna’yı aşmadan, elbette daha ileriye gidemez. Nesselrod bütün savını, gayet ustalıkla getirip, kendisinden kurtulunması olanaksız bir ikili açmaza (dilemma) bağlıyor. Babıâli tarafından önerilen değişiklikler ya hiç bir şeydir, ya bir şeydir. Hiçbir şeyse, Babıâli bu değişikliklerde neden direniyor? Bir şeyse “o zaman gayet basit, [sayfa 148] biz, bunları onaylamayı kabul etmiyoruz”. 

“Prensliklerin boşaltılması” demişti Lord Clarendon, “herhangi bir uzlaşma için sine qua non’dur, önkoşuldur.” Tam tersi, diye karşılık veriyor Nesselrod. “Bir çözüme ulaşma, yani üzerinde hiçbir değişiklik yapılmamış Avusturya notasını taşıyan Türk elçinin gelmesi, prensliklerin boşaltılması için sine qua non’dur, önkoşuldur.” 

Tek sözcükle, alicenap çar, artık ilk askerî harekatı tamamlamak için Viyana Konferansına gerek duymadığına göre, şimdi Viyana Konferansı aldatmacasından uzaklaşmaya hazırdır; ancak ikinci harekatı başlatabilmek için vazgeçilmez olmaları nedeniyle, prenslikleri elde tutmaya devam edecektir. 

Bugün gelen bir telgraf haberinde belirtildiği gibi, konferansın yeniden çalışmalarına başladığı doğruysa, Aleksandır’ı Paris’te karşılayan halkın söylediği şarkıyı, toplantıya katılan devletler, Nikola için yineleyeceklerdir: 

“Vive Alexandre, 
“Vive le roi des rois, 
“Sans rien prétendre 
“Il nous donne des lois.”[99]

Ne var ki çarın kendisi de, artık Doğu olaylarını eskisi gibi denetimi altında tutamıyor. Sultan, eski bağnaz ruhu uyandırmaya, Asya’nın kaba, savaşçı kabilelerinin Avrupa’yı yeniden istilasına yol vermeye, diplomatik notalarla ve alışılagelen yalanlarla yatıştırılmamaya zorlanmış bulunuyor. Moskofun küstah notasında bile, İstanbul’a egemen olan bu “savaşçı ruhun” idrak edildiğini gösteren bir şeyler görülüyor. Padişahın müslümanlara hitaben yayınladığı buyruk, Rusya’ya başka herhangi bir ödün vermeyi reddediyor. Söylendiğine göre de, bir ulema kurulu, padişahtan, ya daha fazla gecikmeksizin savaş ilan etmesini ya da tahttan vazgeçmesini istemiştir. Divandaki bölünme de hayli aşırı. Reşit Paşayla Mustafa Paşanın barışçılık etkisi, yerini Serasker Mehmet Ali’nin etkisine bırakıyor. 

Sözde radikal Londra basınının karasevdası inanılır gibi değil. Daha birkaç gün önce bize, “İngiltere yasalarının ceza hükümleri olabilen sertlikleriyle dört haine (Aberdeen, Clarendon, Palmerston ve Russell) uygulanmalıdır” diyen The Morning Advertiser dünkü sayısında ise şöyle yazıyor: “Bu önemli yol kavşağında, tüm ülkenin işlerin yönetimini eline bırakabileceği tek kişi var. Bu kişi Lord Palmerston’dır.” Olayları ve gerçekleri göremeyen Morning Advertiser hiç değilse, kendi sütunlarında hemen her gün yayınladığı Urquhart’ın yazılarını görebilirdi. 

“Bir çözüme bağlanmamış ve tatmin edici olmaktan uzak olan bugünkü Doğu Sorununu ve konu üzerinde hükümetin takdirle anılışını gözden geçirmek üzere” bir toplantı yapılmasının belediye başkanından istenmesi üzerine, salı akşamı Sheffield halkı bir toplantıya çağrıldı. Buna benzer bir toplantı Stafford’da yapılacak. Rusya’ya ve “yetenekliler” hükümetine karşı gösteriler düzenlemek amacıyla birçok girişimde bulunuluyor. Ama kamuoyunun dikkatini daha çok iskonto hadleri, tahıl fiyatları, grevler, ticarete ilişkin kaygılar ve bunlardan da çok, Newcastle’ı kasıp kavuran ve Londra’daki sağlık bakanlığının sadece açıklamalarla mücadele ettiği kolera çekiyor. Gelecek altı aylık süre boyunca tüm Adalarda Salgın Hastalıklar Yasası hükümlerinin uygulanmasına ilişkin bir buyrultu yayınladı. Afete, Londra’da ve öteki büyük kentlerde gereği gibi karşı koyabilmek için ivedi önlemler alınıyor. Urquhart’ın görüşlerini paylaşsaydım, kolera hastalığını, Anglo-Sakson ruhu diye anılan şeyden, geriye kalanı yıkmak “gizli göreviyle” İngiltere’ye çar göndermiştir, derdim.


New-York Daily Tribune, 
n° 3892, 7 Ekim 1853


[Bunu izleyen mektubunda Marx, donanmanın Çanakkale Boğazı’ndan geçişinin Senet Borsasında yaptığı etkiyi, aşağıdaki bölümde kısaca anlatıyor.] 

Birleşik donanmanın Çanakkale Boğazından geçtiği haberleri ve onun yanısıra, hükümette değişiklik yapılacağı söylentileri ve ticarî güçlük haberleri, cumartesi günü Senet Borsasında gerçek bir panik yarattı: 

“İngiliz hisse senetlerinin halini ya da Senet borsasındaki sahneyi anlatmak hiç de kolay bir iş olmasa gerek. Böyle bir heyecana pek nadir tanık olunur. Bereket ki, bu tür heyecan sık sık görülmüyor. ... Senet satışının, hemen hemen, Fransız Devrimi sırasında tanık olunan ölçüye vardığını söylemek, işleri abartmak sayılmamalıdır. ... Hisse senetleri indeksi bu hafta 91,5’e indi. İndeks 1849’dan bu yana hiç bu kadar düşmemişti. ... Demiryolu piyasasında düşme hiç durmaksızın devam ediyor.” 
Böyle yazıyor hükümet yanlısı Observer. 

New-York Daily Tribune, 
n° 3900, 15 Ekim 1853
Blogger tarafından desteklenmektedir.