Header Ads

Header ADS

TÜRKİYE’DE RUSLAR - Engels

Savaşın kesinliği ve bugünlerde Avrupa’ya gelen her gemiyle, orduların taktik hareketleri ve savaşların sonuçları hakkında haber geleceğine göre, kampanyanın seyrini saptayacak olan gerek savaşı sürdüren devletlerin bugünkü durumlarını, gerek güçlerini saptamak, bugün her zamankinden daha gereklidir. Gerek her iki tarafın saldırı ve korunma unsurlarının, gerek karşı karşıya bulunan komutanların amaçlarında rol oynadığı anlaşılan önemli stratejik düşüncelerin kısa bir tahlilini yaparak bu konuya bir yaklaşım sağlamayı düşünmekteyiz. 

Tuna Prensliklerini elinde tutan Rus orduları, başlangıçta 2 piyade kolordusu ile mutad ihtiyat süvari ve topçu güçlerinden kuruluydu. Rusya’daki bir piyade kolordusu, 3 tümeni ya da 6 piyade tugayını, birkaç hafif süvari tugayını ve bir topçu tugayını kapsar; toplam olarak bunun yaklaşık 55.000 asker ile 100 top olması gerekir. Her 2 piyade kolordusunda bir “ihtiyat süvari kolordusu” ile ağır müstahkem mevki toplarını da kapsayan ihtiyat topçusu bulunur. Buna göre, kağıt üzerindeki işgal gücü esasında yaklaşık olarak 125.000 askerdir. Bu arada üçüncü bir piyade kolordusu Prut üzerinden ilerlemektedir, ve bu itibarla da beklenecek bütün döküntüleri çıkardıktan sonra Tuna’da yoğunlaşmış olan Rus ordularını 140.000-150.000 kişi olarak tahmin edebiliriz. Belirli bir zamanda bunların kaçının bayraklar etrafından toplaşabileceği ise uzaktan doğru olarak tahmini mümkün olmayan her bölgedeki sağlık koşullarına, Rus sağlık bakımının az ya da çok etkili oluşuna ve benzeri başka koşullara bağlıdır. 

Bize sağlanmış olan bilgilere göre, Tuna’da Rusların karşısındaki Türk ordusu, en çok 110.000-120.000 kişi olarak tahmin edilebilir. Mısırlı güçlerin gelmesinden önce bu ordunun 90.000’den fazla olmadığı söyleniyordu. Bu itibarla, Türklerin sayı bakımından belirli ölçüde düşük olduklarına karar verebiliriz. Ve her iki ordunun sahip bulunduğu değer ve nitelik bakımından da Ruslar gene üstündür. Ama seçkin Fransız ve Prusyalı subaylar tarafından eğitilmiş olan Türk topçusunun yüksek yetenekli, Rus topçusunun ise isabet bakımından kötü olduğu doğrudur; son zamanlarda iyileştirme girişimine karşın, Türk piyadesi Rus süvarisi ile kıyas edilemez, ama ilk saldırıda geri püskürtüldükten sonra ikinci ve üçüncü bir saldırıda bulunması gereken savaş disiplininden ve dayanıklılıktan Türk süvarisi yoksundur. 

Her iki taraftaki generaller nispeten yenidir. Rus komutanı Prens Gorçakov’un askerî değeri ve bu yüzden çarın ona bu görevi vermesi hakkında daha önce okurlarımıza bilgi vermiştik.112 Her ne kadar Gorçakov yetenekli bir insan ve Rusya’nın “tarihsel görev’’ine heyecanla inanır ise de, şimdi açılmış olan böyle bir kampanyayı yönetebileceğini göstermesi gerekir. Türk başkomutanı Ömer Paşa daha çok tanınmıştır, ve hakkında bildiklerimiz genel olarak olumludur. Kürdistan’a ve Karadağ’a karşı kampanyaları arasında ilki ağır koşullar altında başarılıydı, ve ikincisi, araya diplomasi girmemiş olsaydı, olağanüstü iyi düzenlenmiş ve neredeyse kan dökülmeden başarıya ulaşabilirdi.113 Bu nedenle, özellikle yönetimde Türkler belki üstündür; ama hemen hemen bütün diğer hususlarda Ruslar üstündür. 

Savaşı ilan etmiş olmalarına ve düşmanla boğuşmak için Ruslardan daha hırslı görünmelerine karşın daha güçsüz olduklarından Türklerin savunmada kalacakları ve Rusların saldırıya geçeceği anlaşılmaktadır. Doğaldır ki, her iki generalin önlemlerindeki belirgin hatalardan doğabilecek raslantılar bu hesap dışındadır. Türkler saldırı için yeteri kadar güçlü olsalardı, taktikleri belirleyici olurdu. Tuna’nın aşağı bölümündeki gösteri manevrası ile Rusları aldatıp, ordularını acele Silistre ile Hirsova arasında toplayarak Tuna’nın aşağı bölümünden geçmek, düşmana en güçsüz yönünden saldırmak, yani Eflak ve Moldovya arasındaki dar arazi parçasında saldırıya geçtikten sonra Tuna’nın her iki prensliğindeki Rus ordularını birbirinden ayırmak, yoğun güçlerle Moldavya’daki kolorduyu geri püskürttükten sonra Eflak’ta tecrit edilmiş kolorduyu yoketmek. Ama bir saldırı hareketinde Türklerin bir başarı umudu olmadığından, Rus komutanı pek büyük hatalar yapmadıkça, böyle bir şeyi kolay olarak uygulayamazlar. 

Ruslar saldırı fırsatını elde ederlerse, Türk ülkesinin göbeğine ilerlemeden önce, Tuna’dan sonra da Balkanlardan oluşan iki doğal engeli aşmaları gerekecektir. Düşman bir ordunun karşısında bile geniş bir nehri geçmek, devrim savaşları sırasında ve Napoléon savaşlarında o kadar çok kez başarılmış bir iştir ki, bugün artık her teğmen böyle bir işin nasıl yapılacağını bilmektedir. Bir çift gösteri manevrası, iyi teçhiz edilmiş bir duba köprüsü, bunun güvencesi için birkaç batarya, geri çekilmenin güvencesi için iyi düzenlenmiş önlemler ve cesur bir öncü, aşağı yukarı gerekli olan bütün koşulları kapsar. Ama büyük bir dağ silsilesini ve özellikle Balkanlar gibi o kadar az sayıda geçidi ve elverişli yolu olan birini aşmak ciddi bir girişimdir. Balkanlarla Tuna arasında olduğu gibi, bu dağ silsilesi 40-60 milden daha az bir uzaklıkta bir nehire paralel olursa, sorun daha da ciddileşir, çünkü dağlarda yenik düşmüş bir kolordu enerjik bir takip sonunda köprülerine ulaşamaz duruma getirilebilir, ve yardım ulaştırılmadan önce nehrin içine sürülebilir; büyük bir savaşta bu şekilde yenik bir ordu kaçınılmaz surette yokedilir. İşte Tuna ile Balkanlar arasındaki bu kısa aralık ile birbirine paralel oluşları, Türkiye’nin doğal askerî gücünü oluşturmaktadır. Makedonya-Sırbistan sınırından Karadeniz’e kadar Balkanlar, yani gerçek Balkanlar, “Veliki Balkanları”, beş geçide sahiptir ve bunlardan ikisi Türkiye’dekiler gibi dağ yolu niteliğindedir. Bunlar, Belgrat’tan Sofya, Filipopol, Edirne üzerinden İstanbul’a giden ihtimam Geçidi ile Silistre ve Sumla yolu üzerindeki Dobrol Geçididir. Geri kalanların üçünden ikisi yukarda sözü edilmiş olanların arasındadır, ve üçüncüsü de Dobrol ile Karadeniz arasındadır; bunlar, ağırlıklarıyla büyük bir ordu için geçilemez sayılırlar. Daha ufak kıta bölümleri için, örneğin hafif sahra topları için, belki geçit verirler, ama saldıran için ana kıtasıyla hareket ve bağlantı hattı olarak işe yaramazlar. 

1828 ve 1829 yıllarında Rus birlikleri, Silistre-Dobral Geçidi-Edirne-Aynacık hattı üzerinden hareket etmişlerdir; bu hat gerçekten Rus sınırından Türk başkentine en kısa ve en dolaysız bağlantıyı sağladığından, kuzeyden gelen, Karadeniz’e tamamen egemen bir donanmayla desteklenen, İstanbul’a doğru bir zafer yürüyüşü yaparak çabuk sonuç sağlayacak her Rus ordusu için bir Rus ordusu, Tuna’yı geçtikten sonra, yanları Sumla ve Varna müstahkem mevkileri tarafından tutulmuş bir hattı yararak her iki kaleyi kuşatmak ya da zaptetmek ve oradan Balkanları aşmak zorundadır. 1828 yılında Türkler bu mevkide ana güçlerini ileri sürmüşlerdir, Kulevça’da yenilmişler, Varna ve Şumla’yı kaybetmişler, Balkanların savunması güçsüz kalmış, ve Ruslar, çok zayıf düşmüş olmakla birlikte, direnişe raslamadan Edirne’ye varmışlardır, çünkü Türk ordusu tamamen çözülmüştü ve İstanbul’un savunması için bir tugay bile elde kalmamıştı. O sırada Türkler büyük bir hata yapmışlardı. Her subay bilir ki, bir dağ silsilesi önüne savunma hattı kurarak ve hatta savunma gücünün bir bölümü ile bile savunulmaz, ve bütün geçitler bu suretle kapatılmaz; bunun yerine, silsilenin arkasında merkezî bir mevzi kurulur, bütün geçitler gözaltında tutulur, ve düşmanın amaçları açık-seçik belli olduktan sonra da onun kolbaşlarına, dağ silsilesinin çeşitli boğazlarından çıkar çıkmaz büyük güçlerle saldırılır. Rus hareket hattına dikey olan Varna ile Şumnu arasındaki güçlü mevzide kesin karşı-saldırıya geçecek yerde, Türkler, şaşırarak bunun yerine Edirne düzlüğünde yığınak halinde olan ve hastalık ile firarlar yüzünden güçten düşmüş kıtalarla düşmanı göğüslemek zorunda kalmışlardır. 

Görüyoruz ki Silistre-Edirne hattındaki savunma esnasında kesin sonuçlu bir savaş rizikosunu göze almadan Tuna’dan geçişin de savunması gerekiyordu, ikinci direniş ise, Sumla ile Varna arasında değil arkasında yapılmalıydı; kesin sonuçlu bir savaş ancak çok büyük zafer olasılıkları karşısında göze alınmalıdır. Bundan sonraki adım, kesin sonuçlu bir çatışmaya gitmeyecek kadar gerekli direnişte bulunan müfrezelerle geçitleri savunarak Balkanlar üzerinden geri çekilmekti. Bu arada Ruslar, kalelerin kuşatması esnasında zayıflayacak, ve daha önceki uygulamalarına uyarak bunları saldırı ile ele geçirmeleri halinde çok büyük kayıplar vereceklerdi; çünkü bugüne kadar yabancı bir yardım görmeden hiçbir zaman düzenli bir kuşatma yapacak durumda olmamış bulunması Rus ordusunun dikkate değer ve tipik bir niteliğini oluşturmuştur. Deneyimli mühendislerin ve topçuların yokluğu, barbar bir ülkede büyük savaş malzemesi ve kuşatma araçları depoları kurmak ya da türü ne olursa olsun uzun mesafeler üzerinden malzeme taşımak olanaksızlığı Rusları müstahkem mevkileri kısa, yoğun, ama çok zaman etkisiz bombardımandan sonra saldırıyla ele geçirmek zorunda bırakmıştır. 1828 ve 1829 yıllarında Avrupa ve Asya’daki Türk kaleleri ile 1831 yılında Varşova da böyle alınmış, ve Suvorov da İsmail’i ve Oçakov’u114 bu şekilde ele geçirmiştir. Her durumda, Ruslar, Balkan geçitlerine zayıflamış olarak varacak, bu arada da Türkler müfrezelerini her yandan yığmak zamanını kazanmış [sayfa 154] olacaklardı. Balkanları aşmak girişiminde saldırganın, Türk ordusunun bir darbesiyle geri püskürtülememesi halinde kesin sonuçlu savaş Edirne duvarlarının altında verilebilir, ve Türkler burada yenilgiye uğrarlarsa hiç değilse geri kalan bütün şanslarını denemiş olurlardı. 

Ancak Edirne’de bir Rus saferi varolan koşullar altında çok zayıf bir sonuç sağlardı, İngiliz ve Fransız donanmaları İstanbul’un önündeydiler, ve bunların doğrudan gözleri önünde hiçbir Rus generali bu başkente giremezdi. Edirne’de durdurulmuş, ve kendisi de tehlikeye düşeceğinden donanmasının desteğine güvenemeyen Ruslar, kısa zamanda hastalık yüzünden binlerce kurban verip, tekrar Balkanlar üzerinden çekilmek zorunda kalırlardı. Bu suretle de zafere karşın hedeflerine varamamış olurlardı. Kuşkusuz, belki de daha elverişli olan başka bir hareket hattı da vardır. Bu hat, Vidin’den ve Nikopolis’ten, Sofya üzerinden Edirne’ye varan yoldur. Politik düşünceler dışında hiçbir akıllı Rus generalinin aklından bu yolu izlemek geçmez. Rusya, Avusturya’ya güvenebildiği, Sırp sınırına bir Rus ordusunu yanaşması ile birlikte Sırbistan’daki Rus entrikalarının o ülkede ve gerek Karadağ’da gerekse Bosna, Makedonya ve Bulgaristan’daki çoğu Rus-Slav olan halk arasında başkaldırmalara meydan vermesi olasılığı bulunmadıkça, ve bir Avrupa filosunun varlığı dolayısıyla İstanbul’un alınması gibi bir savaş seferinin salt askerî bir sonuç olarak meydana gelmesi sözkonusu olmadıkça, yukarda belirtilmiş olan savaş seferi planı, Rusların iyi bir başarı olasılığı olarak, ve üstelik doğrudan İstanbul üzerine yürüyerek, İngiltere ve Fransa’yı kararlı savaş hareketlerine itmeden, uygulayabileceği tek plan olur. 

Rus ordusunun karşılıklı durumu yüzünden biraz da bu şekilde bir planın gerçekten düzenlenmiş olması olası görünüyor. Sağ kanadı, Eflak’ın batı sınırına yakın Krayova’ya kadar uzatılmış, ve kıtaların yukarı Tuna yönünde genel bir kaydırma yapılmıştır. Bu manevranın tamamen Silistre-Şumnu hareket hattı dışında bulunması dolayısıyla, bunun hedefi, ancak Türkiye’deki Slav ulusal çabaların ve Rum ortodoks mezhebinin merkezi olan Sırbistan ile bağlantı kurmak olabilir. Aşağı Tuna’da bir savunma mevzii, Sofya yönünde yukarı Tuna’da bir ilerleme ile birlikte, Avusturya’nın desteği ve ulusal bağımsızlık için Türk Slavlarının bir hareketi halinde tamamen güvenli olurdu; ve böyle bir hareket, Rus ordusunun Türkiye’nin Slav nüfusunun merkezi üzerine yürümesinden daha elverişli bir şekilde çözümlenemezdi. Böylece çar, bütün çekişmeler sırasında amacına çok daha kolay ve çok daha az kışkırtıcı olarak erişirdi: yani, Moldavya, Eflak ve Sırbistan’da bugün olduğu gibi, Türkiye’de yaşayan bütün Slavların ayrı prenslikleri durumunda toparlanması. Bulgaristan, Karadağ ve Makedonya, sözde sultanın egemenliği, ama gerçekte çarın korunağı altında bulunması halinde, Avrupa Türkiyesi İstanbul çevresine kapatılmış ve Arnavutluk’tan asker kaydırılmasından yoksun kalmış olurdu. Bu durum, Rusya için, Edirne’de kesin zaferden sonra orduları bir ölü noktaya varmış olacağından, çok daha elverişli bir sonuç olurdu. Bütün görüşlere göre Rusya bu sonucu elde etmeye uğraşmaktadır. Türkiye’deki Slavlara güvenmekte hata edip etmediği daha henüz belli değildir, ve bunların hepsinin Rusya’nın aleyhine dönmeleri her halde kimseyi hayrete düşürmemelidir. 

New-York Daily Tribune 
n° 3900, 17 Ekim 1853 
Başyazı
Blogger tarafından desteklenmektedir.