DÖRTLÜ İTTİFAK – İNGİLTERE VE SAVAŞ - Marks
Londra, Cuma, 9 Aralık 1853
Okurlarınız, karma hükümetin diplomatik hareketlerini adım adım izlediler. Palmerstonlarla Aberdeenlerin, Türkiye’yi koruma, Avrupa’da barışı güven altına alma gibi bahanelerle girişebilecekleri çara destek olma girişimlerini okurlarınızın hayretle karşılayacağını sanmıyorum. Viyana Konferansının ölümden sonra dirilmesi ya da Londra Kongresi konusunda okurlarınız bilgi sahibidir. Başkent Senet Borsası, İngiltere’nin, Avusturya’yla Prusya’yı, çarpışan taraflar arasında Batılıların yeni bir arabuluculuk girişiminde bulunmaları çabasında desteklemeye ikna ettiğini, geçen cuma günkü The Morning Chronicle’dan öğrendi. Sonra “bu girişim” haberi, The Morning Post gazetesinde, teselli edici bir açıklamayla birlikte yer aldı:
“Prusya’nın ve Avusturya’nın birlikte çalışmaları bu girişimde sağlanmaya çalışılmış ve elde edilmiştir, ve dört devlet bir protokol imza ederek Avrupa’nın şimdiki arazi bölüşümünü korumak, ve savaşmakta olan devletleri bir Avrupa konferansı aracılığıyla anlaşmazlıklarını barış yoluyla çözümlemeye çağırmak konusunda zımnen üzerlerine almışlardır. Dört devletin atacakları ilk adım, Doğudaki anlaşmazlık sorununda görüş birliğine varmak için Türkiye’nin hangi esasları kabul edeceğinin saptanmasından oluşacaktır. Bu husus açıkça saptandıktan sonra dört devlet, Rusya’yı, önerilen görüş birliğinin esasları üzerinde düşüncelerini [sayfa 201] açıklamaya çağıracaktır. Bundan sonra da, her iki devlet, saptanacak bir yerde ve tarihte toplanacak büyük devletler konferansına tam yetkili temsilcilerini göndermeye çağıracaktır. ... Çarın saygınlığına zarar getirmemek ve Türkiye’nin çıkarlarını tamamen korumak için, ilk koşul olarak, her iki devletin diğerinin arazisinde oturan uyruklarının korunacağına ilişkin bir maddeyi de kapsamak üzere, Türkiye ile Rusya arasında iyi anlaşma, barış ve ticaret hakkında bir anlaşma yapılacak, ikinci koşul olarak da, sultan ile dört devlet arasında 1841 yılındaki Çanakkale Boğazı antlaşmasına benzer bir antlaşma ile sultan, Tuna Prensliklerinin ve Sırbistan’ın bugünkü oluşumuna ve ayrıcalıklarına saygı göstermeyi, ve Kaynarca Antlaşmasında olduğu gibi, bu kez Rusya’ya karşı değil, Avrupa’ya karşı ‘sahibi bulunduğu arazi içindeki hıristiyan dinini özellikle korumayı’ üzerine alacaktır.”[115]
En sonunda da Printing-House Square’in thunderer’ı,[116] dört devlet arasında ittifakın kesinlikle sonuca bağlandığını ve bu dört devletin, gerekirse Rusya ile Babıâliye “zorla kabul ettirilecek” koşullan saptadıklarını, ilk baskısında bildiren haberiyle geldi. Hisse senetleri derhal yükseldi. Ancak borsa simsarlarının mutluluğu kısa ömürlü oldu. Çünkü aynı Times, ikinci baskısında, gerçi dört devletin bir protokol hazırladıklarını, ama ortak bir nota taslağını, onun zorla kabul ettirilmesi gibi bir koşutla kendilerini bağlamaksızın sunduklarını bildiriyordu. Hisse senetleri yeniden düştü. Sonunda, “şaşırtıcı haber”, ölü Viyana Konferansının eski gövdesinin, ölümden sonra dirilişi haberine indirgenmiş oluyordu. Hayalet Konferanstan sözetmek saçma olurdu. Bir telgraf da haberi doğruladı. Bu telgrafa göre:
“Dört devlet, konferansa, 6 Aralıkta, İstanbul’a yeni bir tasarım üzerine kurulmuş mevcut anlaşmazlıkların giderilmesi için yeni bir öneri göndermiştir, ve başlamış olan savaş durumu durdurulmasa bile, barış görüşmelerinin sürdürüleceğini önermiştir.”[117]
Savaşın hemen öncesinde, Viyana Konferansı, bu geçmişe ait Phthia,130 Türkiye’ye, Prens Mençikov’un ültimatomunu kabul etmesini önermişti. Rusya’nın ilk yenilgisi ardından İngiltere’yle Fransa, Reşit Paşanın Prens Mençikov’a yanıtına sarıldılar. Şimdi, geriye doğru gidişlerinde, geçmişte girişilmiş işlerin hangi aşamasına ulaşmış olduklarını tahmin etmek olanaksız. Augsburger Zeitung, konferansın yeni önerilerinin, dört devletin “savaşı önleme” arzusunu dile getirdiğini yazıyor. Şaşırtıcı bir yenilik bu!
Status quo’nun yerini status belli’nin[118] şu sırada, bir tür diplomatik dedikodular her ne kadar yavan görülebilirse de, bütün bu inanılmaz konferanslar ve kongreler tasarımlarından, İngiltere hükümetinin gizli niyetlerinin sızdığını; hükümet yanlısı gazetelerin, bu yolda hükümetin ne kadar ileri gidebileceğini saptamak üzere antenlerini çıkardıklarını ve bugünün temelsiz söylentilerinin, yarının olaylarını birçok kez, önceden gösterdiğini unutmamalıyız. Şurası kesin ki, dörtlü ittifak, Avusturya tarafından kabul edilmediyse, dört devletin üzerinde görüş birliğine varacakları önerileri, Türkiye’ye zorla kabul ettirme düşüncesiyle İngiltere tarafından öne sürülmüştür. Herhangi bir ittifak sağlanamamışsa, dört devlet tarafından, en azından, işlerin hangi ilkeler çerçevesinde yürütüleceğini düzenleyen bir “protokol” imzalanmıştır. Rus ordusu, prenslikleri işgal edinceye ve Bulgaristan sınırına dayanıncaya kadar Türkiye’yi davranmaktan alıkoyan Viyana Konferansının bir kez daha işin başında olduğundan ve sultana yeni bir nota göndermiş bulunduğundan da hiç kuşku duyulamaz. Viyana Konferansından Londra’da yapılacak bir Avrupa Konferansına doğru atılan adımın, hiç de büyük bir adım olmadığı, 1839’da Mehmet Ali’nin isyanı sırasında kanıtlanmıştı. Rusya, Türkiye’ye karşı savaşı sürdürürken, kongrenin “barıştırma” çabalarını sürdürmesi demek, Türk donanmasının Navaron’da yakılması ve sonucunu veren 1827-29 Londra Konferansının yinelenmesi demek olur.
İngiltere hükümetinin önerilerine ve öteki devletlerin onayına temel görüşmelerin yürütülüşüne ilişkin esaslar, hükümet yanlısı gazetelerde, açıkça belirtiliyor: “Avrupa’da toprakların bugünkü dağılımı”nın korunması. Bu öneriyi, Viyana barışı koşullarına basit bir dönüş diye düşünmek, büyük bir yanılgı olur. Polonya Krallığının ortadan kaldırılması, Tuna nehri ağzının Rusya’nın eline geçmesi, Krakov’un yutulması, Macaristan’ın, bir Avusturya eyaleti haline dönüştürülmesi, bütün bu “toprak düzenlemeleri”, hiçbir Avrupa kongresince onaylanmış değildir. Bu durumda, “Avrupa’da bugünkü toprak dağılımını” onaylamak, öyleymiş gibi gösterilmeye çalışılmasına karşın, Türkiye’nin Viyana Antlaşmasına alınmasından çok 1830’dan bu yana, Rusya’yla Avusturya’nın, o antlaşmaya karşı giriştikleri ihlal hareketlerinin onaylanması demek olur. “Rusya ile Türkiye arasında dostluk, barış ve ticaret antlaşması” – bunlar, Kaynarca, Edirne ve Hünkar iskelesi antlaşmalarının başlangıç bölümündeki terimlerin aynısı. Palmerstoncu [sayfa 203] gazete, “1841 Çanakkale Antlaşması gibi bir antlaşma” diyor. Evet, tam öyle. Avrupa’yı Çanakkale Boğazı’nın dışında tutan ve Karadeniz bir Rus gölü haline dönüştüren antlaşma gibi bir antlaşma. Ama, diyor The Times, Çanakkale Boğazına savaş gemilerinin serbestçe girebilmesini ve Tuna’nın serbest ulaşıma açık olmasını neden koşut olarak öne sürmeyelim? Öyleyse 1839 Eylülünde, Lord Palmerston’ın, o zamanki Paris elçisi Bulwer’e yazdığı mektubu okuyalım. O dönemde de benzer umutlar beslenmiş olduğunu göreceğiz.
“Prensliklerle Sırbistan’ın var olan kurumlarına, sultan saygı duymak zorundadır.” Peki ama varolan bu kurumlar, sözkonusu bölgeler üzerinde egemenliği sultan ile çar arasında bölüştürüyor. Ve bu kurumlar, bugüne kadar, hiçbir Avrupa kongresince onaylanmış değil. Bu durumda, yeni kongre, Türk eyaletleri üzeride, Rusya’nın de facto[119] koruyuculuğuna Avrupa’nın yaptırımını (müeyyide) ekleyecektir. Böylece sultan, ‘topraklarındaki hıristiyan nüfusun’ korunmasında çara karşı değil, Avrupa’ya karşı sorumlu olacaktır. Bunun anlamı şu: Sultan ile hıristiyan uyrukları arasına yabancı devletlerin girme hakkı, Avrupa devletler hukukunun bir maddesi haline gelecektir. Herhangi bir anlaşmazlık sözkonusu olduğu zaman, sultanın topraklarındaki hıristiyanlardan gelecek korunma isteğini, anlaşmaya taraf bir ülke olarak, kendi anladığı biçimde yorumlama hakkına sahip olan Rusya’nın hak iddialarını Avrupa, antlaşmayla bağlanmış olarak, desteklemek zorunda kalacaktır. Bu durumda yeni antlaşma, karma hükümet tarafından tasarlandığı ve yayım organlarınca açıklandığı şekliyle, Avrupa’nın Rusya’ya teslim oluşuna ve 1830’dan bu yana karşı devrimlerin getirdiği tüm değişiklikleri toptan onaylamaya ilişkin olarak bugüne kadar düşünülmüş en kapsamlı Avusturya’nın siyaset değişikliğinden, The Morning Post’un sahte bir inanmışlıkla “son on günün değişikliği” diye nitelediği değişiklikten hayrete düşmek için bir neden yoktur. Bonaparte’a gelince, ileriye ait tasarımları ne olursa olsun, sonradan görme imparator, Türkiye’yi merdiven gibi kullanmak suretiyle, eski meşru kudretler katına tırmanmaktan şimdilik memnundur.
Karma hükümetin görüşleri, hükümetçi haftalık The Guar-dion131 tarafından açıkça belirtiliyor. Buna göre:
“Rusya’nın Oltenitza siperleri önünde geri püskürtülmüş ve Karade-niz’deki bir-iki kale zaptedilmiş diye Rusya’yı yenilmiş bir düşman saymak ve bu yüzden onun gırtlağına sarılmış olduğumuzu düşünmek sadece gülünçtür. Bu cüzi kayıplar onun ancak gururun, harekete geçirir, ve daha güçlü bir duruma gelinceye kadar onu görüşmelerden uzak tutar. Çar, kibirli ve hırslı, ama aynı zamanda ihtiyatlı bir insandır. Kaybedeceği, ama hiçbir şey kazanamayacağı bir kavgaya tutuşmuştur. Politikası kendinden öncekilerin aynıdır, ve sözkonusu politika, savaşların kendisinden çok savaş tehditleriyle bir şeyler sağlamayı, ve sürekli ve değişmez saldın sistemi içinde oldukça geniş ölçüde esnek bir ayarlama yeteneği bulundurarak büyük yıkımlardan kaçınmayı ve hatta küçük yenilgilerden yararlanmayı kapsar. Avrupa’nın toprak ilişkilerinde herhangi bir değişiklik yapmamak ve yapılmasına izin vermemek hakkında dört devletin almış olduğu yukarda sözü geçen kararının, çarın durumuna ve politikasına, bu mantık açısından bakıştan ileri geldiği anlaşılmaktadır. İngiltere’nin Rusya’yı yendiğini sananlar, ya da muhafazakar gazetelerin acayip saçmalarına kapılanlar yanılıyorlar. Gündemde Rusya’nın küçük düşürülmesi değil, Avrupa’nın (doğaldır ki, Rus anlamında) barışa kavuşması ve mümkün olduğu ölçüde Fransız asker elçisinin sultana namus sözü vermiş olduğu sürekli barışa erişmektir. Şundan emin olabiliriz ki, yukarda sözü edilmiş olan öneri, yalnızca status quo’nun tekrar kurulmasından ibaret olmayıp, gerek Türkiye ile Avrupa, gerek Türk hükümeti ile hıristiyan uyrukları arasındaki ilişkileri sürekli bir esasa göre düzenlemeyi hiç olmazsa deneyecektir. Evet, deneyecektir – çünkü ne kadar sürekli olarak düzenlemeye çalışsa da Avrupa’da bir Türk İmparatorluğunun varlığına izin verildiği sürece, aslında her antlaşma her zaman geçici kalacaktır. Ancak, böyle bir antlaşma bugün mümkün ve gereklidir.”[120]
Öyleyse büyük devletin hedef aldığı amaç, çarın “küçük yenilgilerden yararlanması” ve “Avrupa’da Türk İmparatorluğunun varlığına izin vermemesi” için ona yardım etmektir. Kuşkusuz, geçici düzenleme, “işlerin elverdiği ölçüde” bu mükemmel sonucu hazırlamak içindir.
Ne var ki, bazı koşullar, karma hükümet siyasetçilerinin hesabını, özellikle altüst etmiştir. Bazı istihbarat raporları, Türkiye’nin, Karadeniz kıyılarında ve Gürcistan sınırlarında yeni zaferler kazandığını bildiriyor. Öte yandan, Polonya’daki ordunun tüm olarak Prut’a yürüyüş emri aldığı kesinlikle belirtiliyor; bu arada Polonya sınırından gelen haberlere göre, “geçen ayın 23’ünü 24’üne bağlayan gece brinka’ya girişilmiş, yani orduya asker devşirilmiştir. Üstelik, eskiden bir ya da iki kişinin asker yazıldığı yerlerde bu kez sekiz-on kişi askere alınmıştır.” En azından bu bile, dörtlerin [sayfa 205] barıştırıcılık yeteneğine, çarın çok az güvendiğini göstermektedir. Avusturya’nın, “dört saray arasında herhangi bir ittifakın sonuçlandırılmış olmadığına” ilişkin açıklaması ise, bu ülkenin, bir yandan, bazı koşulların Türkiye’ye zorla kabul ettirilmesini arzu ederken, bir yandan da çarın çıkarlarına ilişkin olarak düşünülmüş tasarımları Türkiye’ye zorlamaya kalkışmış gibi görünmemek istediğini ortaya koymaktadır. Son olarak da, “bugünkü durumda, Rusya ortaya atığı iddiaları tamamen geri almadıkça ve prenslikleri derhal boşaltmadıkça dostça bir düzenlemenin hiçbir biçimde kabul edilemez olduğu”na ilişkin sultanın Fransa elçisine verdiği yanıt, kongrecileri yıldırım çarpmışa döndürmüştür. Şimdi usta, deneyimli Palmerston’ın yayın organı, kardeşlikten yana olan öteki ahbaplara, içtenlikle şu gerçeği söylüyor:
“Saygınlığını ve etkisini sarsmadan Rusya, prenslikleri derhal terkedemez ve bütün taleplerinden tamamen vazgeçmeyi kabul edemez. Bu kadar güçlü bir devletin her şeyi göze alan bir savaşa girişmeden buna izin vereceğini düşünmek budalalık olur.
“Bu nedenle, şimdi bir görüşme girişiminin ele alınmış olmasına üzülüyoruz, çünkü bunun ancak bir hayal kırıklığına yolaçacağını öngörmekteyiz.”[121]
Yenildiği için Rusya şimdi görüşmeye yanaşamaz. Bu nedenle yapılacak şey, savaş dengesini değiştirmektir. Bu, Rusya’ya zaman kazandırmaktan daha başka türlü nasıl yapılabilir? Rusya’nın istediği tek şey, bugünün işini yarına bırakmaktır, yeni asker toplamak, bu askerleri tüm imparatorluğa dağıtmak, onları belli yerlerde yığmak, Kafkasya dağlılarının hakkından gelinceye kadar Türklerle savaşı durdurmaktır. Böyle yaparsa Rusya’nın şansı artabilir, “Rusya yenik değil de, yenmiş durumda olursa, o zaman” görüşme çabaları başarıya ulaşabilir. Viyana’da yayınlanan Ostdeutsche Post’ta132 ve hükümetçi Morning Chronicle’da belirtildiği gibi, İngiltere hükümeti, bu doğrultuda, üç aylık bir silah bırakımına razı göstermesinin uygun olacağı hususunda Türkiye’ye ısrar etmiştir. Lord Redchiffe, sultan hükümetinin reddettiği silah bırakımı önerisine haşmetmeaplarının rızasını almak amacıyla, sultanla beş saat süren bir görüşme yapmıştır. Sonunda, sorunu görüşmek üzere bakanlar kurulu olağanüstü toplantıya çağrılmıştır. Babıâli, önerilen silah bırakımını kabul etmeyi kesinlikle reddetmiştir. Zaten Osmanlı halkına açıkça ihanet etmeksizin böyle bir öneriyi kabul edemezdi. Bugünkü Times “Duyguların şimdiki durumunda, Babı âlinin iddialarını ılımlılık sınırlarına sokmak kolay olmayacak” görüşünü öne sürüyor.
Babıâli, yenilginin, çarın onuruyla bağdaşmaz olduğunu, bu nedenle kendi başarısını boşa çıkarmak ve çarın yeniden galip ve “âlicenap” olabilmesini sağlamak için, ona, üç aylık bir silah bırakımı süresini tanımak gerektiğini anlama ılımsızlığını göstermiştir. Üç aylık bir silah bırakımını gerçekleştirme umutlan, henüz tümden bir yana konmuş değildir. “Belki” diyor The Times, “dörtler tarafından önerilecek bir silah bırakımı daha etkin olabilir.”
İyi huylu Morning Advertiser ise, “bu açıklamaların doğru olduğunu kabul etmeye hazır değil”, çünkü “Osmanlı davasına çar lehine ihanet etmek için ya da bu amaca uygun olarak daha dolaysız ve daha mükemmel bir girişim, en akıllı kafalar tarafından bile tasarlanamazdı.”[122]
Radikal Morning Advertiser’ın, Palmerston’ın “şeref ve iyi niyetine” güveni ve onun yanısıra İngiltere’nin diplomatik geçmişine ait cahilliği ölçülemeyecek kadar fazla. Bu gazete Zahireciler Derneğinin malı olduğundan mıdır nedir, başyazıları, zaman zaman, bizzat zahire tüccarlarının yazdığından kuşkulanıyorum.
İngiltere, İstanbul’da ve Rusya’nın ileri karakolu olan Viyana’da böylesine meşgulken, acaba Rusya, İngiltere’de işleri nasıl yürütüyor, bir de onu görelim.
Daha önceki bir mektupta, okurlarınıza haber verdiğim gibi, karma hükümet, Karadeniz’de yalancıktan Rusya’yı tehdit ediyormuş gibi görünürken, Rusya’nın savaş gemileri –Avrora ve Navarin firkateynleri– Portsmouth’da kraliçenin doklarında donatılıyor. Geçen cumartesi günü, The Morning Herald ve The Daily News gazeteleri, Rus firkateyni Avrora’dan kaçan ve neredeyse Guildford’a ulaşmak üzere olan altı Rus denizcinin ardından Avrora’nın bir subayıyla bir İngiliz polis müfettişinin yetiştiğini, denizcileri Portsmouth’a geri getirdiklerini, onarım ve donatım nedeniyle Avrora mürettebatının yerleştirildiği Victorious gemisinin güvertesinde haşin bir dayak cezasına çarptırıldıklarını, ardından da prangaya vurulduklarını haber verdiler. Bu durum Londra’da öğrenilir öğrenilmez, bazı kişiler, Avukat Charles Ronalds aracılığıyla, Tuğamiral Martin’e, İngiliz donanmasının bazı subaylarına ve Avrora’nın Rus kaptanına hitaben altı denizcinin, İngiltere başyargıcının önüne götürülmelerini emreden bir habeas corpus[123]sözleşmesi133 çıkarttırdılar. İngiliz tersane makamları, bu mahkeme çağırışına uymayı kabul etmediler, İngiliz kaptan, yardımcı amirale, o amiral de işi, on yıl önce, Bandieras olayında, İngiltere Posta idaresini Metternich’in emrine vermiş olan Amirallik Lordu ünlü Sir James Graham’a aktardı.134 Rus kaptana gelince, gerçi kraliçenin çağrı belgesi, Victorious gemisinde kendisine tebliğ edildi ve ne demek olduğu, bir çevirmen aracılığıyla kendisine tamamen anlatıldı, ama Rus kaptan, belgeyi, hakaret edici bir eda ile fırlattı attı. Belge, lumbardan tekrar içeriye atıldıysa da yeniden fırlatıldı. “Bu belge” dedi Rus kaptan, “haşmetmeaplarından geliyorsa, gerçekte, Rus elçisine ya da konsolosa gönderilmesi gerekir.” Konsolos ortada yoktu. Konsolos yardımcısı da işe karışmayı kabul etmedi. 6 Aralıkta, bu kez Portsmouth donanma makamlarına çıkarılan çağrılarla, kraliçe adına, yalnızca altı denizcinin değil, ama Rus kaptanın da başyargıcın önüne getirilmesi emredildi. Bu çağrıya uyacak yerde, Amirallik Dairesi, Rus gemisini limandan dışarıya çekmek ve açık denize çıkarmak için elinden gelen bütün çabayı gösterdi ve önceki gün, Kaptan Izalmatiyev’in, habeas corpus çağrısına meydan okuyarak, Avrora’yla Pasifiğe açıldığı görüldü. Bu arada, dünkü Daily News gazetesinin bildirdiği gibi, “Rus firkateyni Navarin, esaslı bir kalafat ve onanından geçirilmek üzere hâlâ doktadır. Çok kalabalık bir tersane işçisi grubu bununla meşgul bulunmaktadır.”[124]
Ancak, bu “heyecan uyandırıcı” olayın, hükümet basınında nasıl yansıtılmış olduğu dikkate değerdir.
Peel taraftarlarının organı olan Morning Chronicle, kendi adamları olan Graham’ın bu işe en çok bulaşmış kimse olduğundan susmayı yeğlemiştir. Suskunluğu ilk bozan gazete Palmerston taraftarı Morning Post oldu, çünkü onun gibi göstermek hünerini ortaya koymayan mahsus böyle bir fırsatın kaybolmasına izin veremezdi. Gazeteye göre, olayın tümüne fazla önem verilmiş, ve durum son derece abartılmış şekilde anlatılmıştır. Gazete, asker kaçaklarının acımasız şekilde kırbaçlanmalarını ve tutuklanmalarını emretmiş olan Rus kaptanın tanıklığına başvurmaktaydı. Rus kaptanın emirlerine ve kendi isteklerine karşın bu tayfaların karaya çıkmaları sağlandıktan sonra “sarhoş edilerek bir araba ile ülke içine getirilmişler” ve Londra’ya nasıl ulaşabilecekleri ve orada başvurabilecekleri kimselerin adresleri bildirildikten sonra “ortalıkta bırakılmışlardır”. Bu saçma öykü, Palmerston taraftarı gazete tarafından, The Times gazetesi için ortaya atılamayacak kadar uydurma bir yalan olan, kaçakların “kendilerinin polise teslim oldukları” açıklamalarını yalanlamak amacıyla ortaya çıkarılmıştır. [Morning] Post gazetesi büyük bir ahlaki kızgınlık gösterisi yaparak, bütün bu işin, Palmerston’ın iyi huylu efendisine zarar vermek amacında oldukları anlaşılan birkaç Polonyalı kaçak tarafından kışkırtılmış olduğunu bildirmiştir.
Başka bir hükümet organı olan Globe gazetesi ise şöyle demektedir:
“Bir yabancının ancak kendi ülkesinin elçisince belirtilen işleme uyması gerektiği tamamen geçersizdir; aksi takdirde, bir elçinin araya girmesi hariç olmak üzere hiçbir sorumluluğa maruz kalmadan her yabancı, bir İngiliz limanında yasalarımızı çiğneyebilecektir.”
Bu nedenle Globe gazetesi, kendisine, yakalananları mahkemeye teslim etmesine dair yargıç kararını bildiren memurlara, Rus kaptanının verdiği karşılığın “tamamen memnunluk verici olmadığı” ılımlı sonucuna varmaktadır.
The Times gazetesi ise şöyle seslenmektedir:
“Ertesi sabah Rus kaptan, hepsini (yani, tekrar yakalanan altı tayfayı) firkateyninin seren ucuna astırsaydı İngiliz yasalarının tamamen denetimi dışında kalmış olurdu.”
Neden böyle olurdu? 1840 yılında (Lord Palmerston’ın önderliği altında) Rusya ile Büyük Britanya arasında akdedilmiş denizcilik antlaşmasında buna ilişkin bir metin vardır:
“Yüksek sözleşmeci tarafların, karşı tarafın toprağında ikamet eden konsolosları, konsolos yardımcıları ve ticaret temsilcilerine, ülkelerine ait savaş ve ticaret gemilerinden kaçanların yakalanması için, yerel makamlar, yasalar çerçevesinde gösterebilecekleri yardımı verirler.”
Öyle ama, azizim Times gazetesi, sorun da zaten İngiliz makamlarının Rus kaptanına yasa gereğince sağlamakla görevli oldukları yardımın ne olduğudur. The Times gazetesinin görüşüne göre, “bu politik bunalım zamanında gemilerinin İngiliz limanlarında onarılması” konusunda Rus makamlarının kendilerini ilgilendiren husus “duygu inceliğinde ve protokolde büyük bir noksanlık” oluşturmaktadır, ve The Times gazetesi “bu gemilerdeki subayların casus derecesine indirgenmekte olduklarına” inanmaktadır. The Times gazetesi şunları yazmaktadır: “Buna karşın İngiliz hükümeti böyle bir politikayı hiçe saymakta olduğunu yaptıklarından daha açık bir şekilde meydana koyamazdı.”
Ve bu durumda, İngiltere hükümetinin içine düştüğü zillet kendini en güzel biçimde, Rus casuslarını kraliçenin tersanelerine kabul etmesinde, onların emrine İngiliz savaş gemilerini vermesinde, ücretleri Britanya halkının kesesinden ödenen tersane işçilerini onların hizmetinde kullanmasında ve İngiliz yasalarına hakaret ettikten sonra kaçarlarken, onları selam topu ile uğurlamasında kendini gösteriyor.
New-York Daily Tribune
n° 3960, 26 Aralık 1853