Header Ads

Header ADS

Marksist eleştirinin görevleri üzerine tezler

ANATOLİ LUNAÇARSKİ

I. Edebiyatımız tayin edici gelişme anlarından birini yaşıyor. Ülkede yeni bir yaşam inşa ediliyor.
Edebiyatımız, henüz hayal meyal seçilen, istikrarsız karakter özelliğine sahip bu yaşamı yansıtmaya alışıyor ve dolayısıyla daha üst derecedeki bir göreve, inşa sürecine belirli bir siyasi ve özellikle ahlaki-sosyal etkide bulunma görevine geçebilir.

Diğer ülkelere göre çok daha az sınıf karşıtlıkları göstermesine rağmen, ülkemiz sınıfsal bileşiminde kesinlikle homojen değildir. Köylü ve proleter edebiyatın eğilimlerindeki kaçınılmaz farklılığı bir kenara bırakırsak, ülkede eski alışkanlık unsurları varlığını sürdürmektedir: Proletarya diktatörlüğüyle hiçbir şekilde uzlaşmayanlar, ya da proletaryanın sosyalist inşasının en temel eğilimlerine dahi ayak uydurmaktan aciz olanlar.

Eskiyle yeni arasındaki mücadele sürüyor. Avrupa'nın etkisi, bir zamanların etkisi, evvelden beri egemen sınıfların kalıntısının etkisi, Yeni Ekonomik Politika zemininde belirli ölçüde yayılan yeni burjuvazinin etkisi, tüm bu etkiler hissedilmektedir ve salt tek tek grupların ve kişilerin egemen ruh hallerinde değil, bunların her türden karışımında da. Dolaysız, bilinçli düşmanca burjuva akımlardan başka, bundan daha tehlikeli ve her ihtimalde ondan daha az aşılmış olan bir başka unsur göz önünde tutulmalıdır: Küçük burjuva dar kafalı yaşam tarzının görüntüleri. Bu küçük burjuva unsurlar bizzat proletaryanın yaşamının derinliklerine ve hatta oldukça sık komünistlerin tabiatına dahi işlemiştir. Proletaryanın sosyalist çabalarının damgasını taşıyan, yeni bir yaşam tarzının inşası için mücadele biçimindeki sınıf mücadelesi eski hızından bir şey kaybetmeksizin giderek daha ince ve esaslı biçimler alıyor. Bu koşullar sanat silahını, özellikle de edebiyatı bugün son derece önemli kılıyor. Ama yine bu koşullar proleter ve ona yakın edebiyatın yanı sıra bize düşman unsurların edebi yansımalarını da ortaya çıkarıyor, burada kastettiğim, salt bilinçli ve kesin düşmanlık değil, aynı zamanda örneğin pasiflikleriyle, karamsarlıklarıyla, bireysellikleriyle, önyargıları, tuhaflıkları ve benzeri biçimlerde ortaya çıkan bilinçsiz düşmanlıktır.

II.
Bu durumda edebiyata düşen büyük önem, Marksist eleştiriye son derece yüksek bir sorumluluk yüklemektedir. Kuşkusuz o da, edebiyatın yanı sıra, yeni insanın ve yeni yaşam tarzının olgunlaşma sürecine yoğun ve enerjik bir biçimde katılmak zorundadır.

III.
Marksist eleştiri diğerlerinden, her şeyden önce sosyolojik öze sahip olması noktasında ve elbette Marx ve Lenin'in bilimsel sosyolojisinin ruhuna uygunluk anlamında, ayrılır.

Edebiyat eleştirmeniyle edebiyat tarihçisinin görevleri arasında ayrım yapmak moda oldu. Bu noktada ama ayrım geçmişin ve bugünün araştırılması noktasında değil, daha çok edebiyat tarihçisi için herhangi bir eserin köklerinin objektif olarak araştırılması, onun toplumsal hayata etkileri, edebiyat eleştirmeni için ise herhangi bir eserin biçimsel veya sosyal üstünlüğü ve noksanlıkları açısından değerlendirilmesi hattında olmaktadır.

Marksist eleştirmen için böyle bir ayrım neredeyse tüm geçerliliğini yitirmektedir. Eleştiri, kelimenin gerçek anlamında elden bırakılamaz bir unsur olarak Marksistlerin tamamlanmış eserine dâhil olmasına rağmen, bundan daha gerekli temel unsur, sosyolojik analizdir.

IV.
Marksist eleştirmen bu sosyolojik analizi hangi ruhla yapar? Marksizm, toplumsal hayatı, tek tek parçaların birbiriyle bağlı olduğu ve en maddi, en temel ekonomik ilişkilerin, ilk planda da çalışma biçimlerinin tayin edici rol oynadığı bir bütün olarak ele alır. Örneğin herhangi bir çağın kapsamlı araştırmasında Marksist eleştirmen, toplumsal gelişmenin tümü hakkında bütünlüklü bir resim sunmaya çalışmalıdır. Tek bir yazar veya tek bir eser söz konusu olduğu sürece, ekonomik temellerin araştırılması mutlak zorunluluk değildir. Burada Plehanov ilkesi (1) olarak tanımlanabilecek ilke öne çıkmaktadır. Buna göre, sanat eserleri ancak çok az bir biçimde toplumun üretim biçimlerine bağlıdırlar. Onlar daha çok başka zincir halkalarına, toplumun sınıf yapısına ve sınıf çıkarlarının yarattığı sınıfsal ruh haline bağlıdır. Bir edebiyat eseri, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, daima yazarının taşıdığı sınıfın ruh halini yansıtır. Ya da, ki bu da sıkça ortaya çıkmaktadır, çeşitli sınıfların yazar üzerinde bıraktığı etkilerin bir karmaşasıdır ve bu da dikkatle analiz edilmek zorundadır.

V.
şu veya bu sınıfın ya da kapsamlı sosyal nitelikte büyük bir grubun ruh haline bağlılık, esasen her sanat eserinin içeriği tarafından belirlenir. Düşünceye en yakın sanat, söz sanatı olan edebiyat, diğer sanat dallarından onda içeriğin biçime göre daha büyük önem kazanmasıyla ayrılır. Sanatsal içeriğin, yani metaforlarla soyutlaşan ya da metaforlara bağlı olan düşünce ve hisler akımının bütün eser için tayin edici olduğu edebiyatta çok daha açıktır. Bizzat içerik belirli bir biçime yönelir. Öyle ki, her somut içeriğe optimal uygunlukta bir tek biçimin olduğu söylenebilir. Yazar düşünceleri, olgu ve hisleri en iyi bir biçimde dile getiren ve eserin hitap ettiği okur çevrelerini saran ifadeler bulabilir.

Marksist eleştirmen böylelikle incelemesinin objesi olarak öncelikle eserin içeriğini, onda ifadesini bulan toplumsal özü seçecektir. Eleştirmen, eserin şu ya da bu grupla bağını, etkisini, toplumsal yaşam üzerinde etkide bulunabilecek telkin gücünü (sügjestyon gücünü) belirler ve daha sonra biçime geçer; öncelikle de biçimin temel hedefleriyle uyumluluk bakış açısıyla: Söz konusu içeriğe hizmet eden ifade gücü, okuru sürükleme gücü.

VI.
Edebiyatta biçimleri araştırma görevi de yadsınamaz. Bu göreve Marksistler duyarsız kalamaz. Bir eserin biçimi salt onun içeriğiyle ölçülemez, bunun ötesinde başka momentler de dikkate alınmak zorundadır. Düşünme eyleminin psikolojik sınıf alışkanlıkları, konuşma biçimleri, ilgili sınıfın (ya da eseri etkileyen sınıfsal grupların) yaşam tarzı dediğimiz şeyler, ilgili toplumun maddi kültürünün genel seviyesi, komşuların etkisi, tüm yaşam alanlarında görülen eskiye sarılma ve yenileme hırsı, tüm bunlar biçim üzerinde etkili olan ve onu belirleyen momentlerdendir. Biçim çokça bir tek eserle değil, bütün bir çağla ve bütün bir ekolle bağıntılıdır. Hatta o içeriğe zarar veren, onunla çelişen bir güç olabilir; içerikten kopabilir ve tuhaf, hayaletvari bir karaktere bürünebilir. Bu, sınıfların çıplak yaşam içeriğini, canlı yaşamını yansıtmaktan çekinen, onun yerine boş gevezelik ve gösteriş oyunlarını koyan veya açık seçik ve gülünç biçimlerle onu gölgelemeye çalışan edebi eserlerde söz konusudur. Tüm bu momentler Marksistlerin analizinde mutlaka hesaba katılmalıdır. Okurun göreceği gibi, "Tüm baş eserlerde biçim tamamen içerik tarafından belirlenir ve her sanat eseri böylesi bir baş eser olmayı hedefler." şeklindeki formülden kaynaklanan biçimsel momentler aslında toplumsal yaşamdan hiç de kopuk değildir, Onlar kendilerine toplumsal yorum bulmak zorundadırlar.

VII.
Buraya kadar esasen edebiyat araştırmasında Marksist eleştiri alanında kaldık. Burada Marksist eleştirmen, Marksist analiz yöntemlerini özel bir alana, edebiyata uygulayan sosyoloji bilgini olarak sahneye çıkıyor. Marksist eleştirinin kurucusu Plehanov, Marksistlerin esas görevlerinin bu olduğunu vurgulamıştır. Plehanov, Marksistçin "aydınlatıcı dönemin insanı"ndan farkının, "aydınlatıcı" edebiyata belirli amaçlar, belirli talepler yükler, bunlar hakkında belirli ideallerden hareketle yargıda bulunurken, Marksistçin ise, bir eserin ortaya çıkışı nedenlerinin yasalarını açıklamasında yattığını ileri sürer.

Plehanov, eski sübjektivizme veya estetiksel kaprislerin ve lezzet düşkünlerinin karşısına objektif, bilimsel Marksist eleştiri yöntemini koymak olduğu sürece, sadece haklı değildi, aynı zamanda o, bunun ötesinde gelecek için Marksist eleştirinin gerçek yolunu çizme noktasında büyük bir çalışma ortaya çıkardı.

Bununla beraber, dış olgular inşa edip, bunlar içinde kendi yolunu bulmak kesinlikle proletaryaya özgü bir şey değildir. Marksizm salt sosyolojik bir doktrin değildir. Bunun ötesinde Marksizm, inşa çalışması için aktif bir programdır. Bu ise objektif olarak olgular üzerinde bir yön belirleme olmadan düşünülemez. Eğer Marksist kendini çevreleyen görüntüler arasındaki objektif bağlar hakkında bir duyuma sahip değilse, o Marksist olmaktan çıkar. Gerçek, tam bir Marksistken biz bunun ötesinde bu çevre üzerinde belirli bir etkide bulunmasını da bekliyoruz. Marksist eleştirmen, en büyüğünden en küçüğüne, edebi yıldızların değişmez hareket kanunlarını açıklayan bir edebiyat astrologu değildir. O bir savaşçıdır, o bir yapı ustasıdır. Bu anlamda değerlendirme momenti günümüzdeki Marksist eleştiride son derece önemlidir.

VIII.
Bir edebi eserin değerlendirilmesinde temel alınacak kıstaslar nelerdir? Buna öncelikle içerik açısından yaklaşırız. Bu noktada genelde her şey açıktır. Burada da temel kıstas, proleter ahlakta olduğu gibi aynıdır: Proleter sınıfın zaferine hizmet eden her şey iyidir; ona zarar veren her şey kötüdür.

Marksist eleştirmen herhangi bir eserin toplumsal ana eğilimini bulmaya çalışmalıdır: İsteyerek ya da istemeyerek neyi hedefliyor ya da neye vuruyor? Marksist eleştirmen genel değerlendirmesini bu toplumsal, içeriksel olarak egemen olana göre yapmalıdır.

Fakat bu, herhangi bir eserin toplumsal içeriğinin değerlendirilmesi alanında bile hiç de kolay değildir. Marksistlerden bu noktada çok iyi bir birikim ve büyük bir hassasiyet beklenmektedir. Bu iş belirli bir Marksist eğitimin ötesinde belirli bir yetenek gerektirir. Bu yetenek olmaksızın eleştiri olmaz.

 Gerçekten önemli bir sanat eseri söz konusu olduğunda çok çeşitli yönlerin hesaba katılması gerekmektedir. Bu noktada işe, termometrelerle ve ecza terazileriyle yaklaşmak çok zordur. Burada gerekli olan sosyal duyarlılık dediğimiz şeydir, aksi takdirde hatalar kaçınılmazdır. Örneğin, Marksist eleştirmen salt güncel sorunlara eğilen eserleri önemli göremez. Güncel sorunların yakıcı önemini yadsımaksızın, ilk bakışta çok genel ya da ilgisiz görünen, gerçekte ama dikkatle bakıldığında kamusal yaşamı etkileyen problemlerin ele alınmasının muazzam anlamı da inkar edilmemelidir.

Burada bilimlerde olana benzer bir görünüm söz konusudur. Bilimlerden tamamıyla pratik görevlere eğilmesini talep etmek çok yanlış olur. Soyut bilimsel sorunların çözümünün, son derece verimli olduğu işin abecesidir.

Fakat bir yazar, bir şair önüne genel bir görev koyduğunda ve bunu yaparken (eğer proleter yazar ise) esasen kültürün genel hatlarının yeniden proleterce değerlendirilmesi üzerine yoğunlaştığında eleştirmen kolaylıkla yolunu şaşırabilir. Biz bu konularda birincisi, güvenilir kriterlere sahip değiliz, ikincisi burada hipotezler de değerli olabilir; hem en cesur hipotezler dahi, çünkü sorun nihai çözümler bulmak değil, problemlerin konulması ve ele alınmasıdır. Bunlar ama, belirli ölçüde saf güncel edebiyat için de geçerlidir. Eserlerinde, salt programımızın ele alınıp sonuçlandırılmış tezlerini işleyen sanatçı kötü bir sanatçıdır. Sanatçıyı değerli yapan şey, onun yeni kıyılara uzanması, tüm sezileriyle istatistiğin ve mantığın girmekte zorlandığı bir alana girmesidir. Bir sanatçının doğruya sadık kalıp kalmadığını, gerçeği komünizmin ana hedefleriyle doğru birleştirip birleştirmediğini değerlendirmek hiç de kolay değildir ve belki de burada doğru bir yargıya ancak tek tek eleştirmenlerin ve okurların görüşlerinin çarpışması sonucu varılabilir. Tüm bunlar eleştirmenin faaliyetinin önemini ve gerekliliğini azaltmaz, çoğaltır.

Edebi eserlerin toplumsal içeriğinin değerlendirilmesinde çok ciddi bir sorun, ilk analizde bize yabancı, bazen bize düşman saflara ait bir eserin bizim için değerinin ne olduğuna dair ikinci yargıdır. Ve gerçekten de, düşmanının zihniyetini tanımak çok önemlidir; kendi çevremizden gelmeyen ifadeleri değerlendirmemiz çok önemlidir. Bunlar bizi çoğu kez esaslı sonuçlara götürebilir ve her ihtimalde bilgi dağarcığımızı yaşam görüntüleriyle güçlü bir şekilde zenginleştirebilirler. Marksist eleştirmen hiçbir surette, herhangi bir eser ya da yazar hakkında, mesela saf burjuva dar kafalılığın görüntüsünü oluşturuyor açıklamasını yaptıktan sonra, bu şaibeli eseri bir kenara atamaz. Çoğu kez bunlardan oldukça faydalanmak mümkündür. Bu nedenle, kökeni ve eğilimleri yönünden değil, ama onların inşamızda kullanılma olanağı yönünden ilgili eserlerin defalarca değerlendirilmesi, Marksist eleştirmenin doğrudan görevidir. Bu noktada salt bir şart koyuyorum. Edebiyat alanındaki yabancı ya da düşmanca görünümler, yukarda ifade edilen anlamda belirli bir miktarda faydaya sahip olmalarına rağmen, çok zararlı olabilirler ve bunlar karşıdevrimci propagandanın tehlikeli açıklamalarıdırlar. Bu durumda tabii ki devreye Marksist eleştiri değil, Marksist sansür girer.

IX.
İçeriğin değerlendirilmesinden biçimin değerlendirilmesine geçtiğinde, Marksist eleştirmenin görevi daha da güçleşir.

Bu görev son derece önemlidir ve bunun önemini Plehanov da vurgulamıştı.(2) Peki ama biçimi değerlendirmede başvurulacak genel kriter nedir? Biçim içeriğe olabildiğince uygun düşmelidir: Ona en yüksek anlatım gücünü katmalı, eserin seslendiği okur kitlesi üzerinde en büyük etkiyi yapmalıdır.
Her şeyden önce, Plehanov'un da savunduğu, o çok önemli biçimsel kriteri anmak gerekiyor burada: Edebiyat imgelerin sanatıdır ve her türlü çıplak düşünceyle "kaba" propagandanın egemenliği esere uğursuzluk getirir.(3) Yinede Plehanov'un bu kriterinin mutlak olmadığını belirtelim. Nitekim Şçedrin'in, Uspenski'nin, Furmanov'un bu kriteri pek umursamayan hayran olunası eserleri vardır. Bu demektir ki, edebiyatla siyaseti birleştiren melez sanat ürünleri olabilir. Buna rağmen, böylesi bir karışımdan sakınmak gerekir. Elbette, parlak sanatsal bir nitelik taşıyan siyasal edebiyat en iyi propaganda biçimidir ve sözcüğün geniş anlamıyla en iyi edebiyat türüdür. Fakat kapsadığı görüşler, ne denli göz kamaştırıcı olursa olsun, salt siyasal öğelerle doldurulmuş edebiyat eseri okura soğuk gelecektir. Bu durumda, eleştirmen yazarın içeriği sanatsal yönden yeterince işlemediğini, içeriğin -iyice eritilmiş bir maden gibi- eserde imgelerle akıp gidecek yerde, soğumuş kocaman külçeler halinde yüzdüğünü söyleyebilir.

Yukarıda andığımız genel kıstastan çıkan ikinci kıstas, biçimin özgünlüğüyle ilgilidir. Neyle sağlanır bu özgünlük? Tam da eserin biçimsel yapısının içerikle iyice uyuşup kaynaşmasıyla. şurası açık, gerçek sanat eserinde içerik yeni olmak zorundadır. Eğer yazar yeni bir içerik bulamamışsa, o zaman eserin değeri azdır. Bu açıktır. Sanatçı kendisinden önce anlatılmamış bir şeyi anlatmalıdır. Tekrarlama, ne denli ince olursa olsun sanat değil zanaattır. (Kimi ressamlar bunu anlamakta güçlük çekiyorlar.) Bu şekilde bakıldığında, her yeni içerik diğer taraftan yeni bir biçim de gerektirir.

Biçimin özgünlüğüne hangi görünümler ters düşer?

Birincisi, yeni bir temel düşüncenin gerçekten cisimleşmesini engelleyen şablona başvurma. Yazar yıpranmış biçimlerin tutsağı olabilir, yeni içeriği eski bir kalıba dökebilir. Böyle bir kusur görmezlikten gelinemez.

İkincisi, biçim çok zayıf olabilir: Yazar yeni, ilginç bir temel düşünceyi anlatmaya yarayan biçimsel kaynakların hepsini, örneğin dil, yani sözcük hazinesi, cümle kuruluşu, anlatının, bölümün, romanın, oyunun mimarisindeki eksikler; ritimde ve öbür şiirsel deyiş biçimlerindeki güçsüzlükler bulamayabilir. Bütün bu kusurları, tam eleştirmen tipi olarak Marksist eleştirmen bir bir ortaya koymalı ve özellikle genç yazarlarla yeni başlayanlar için öğretici, yetiştirici olmalıdır.
Nihayet üçüncü ve özgünlükle ilgili en büyük günah, orijinal biçim peşinde koşmak, orijinal olmaya çalışmaktır. Bu durumlarda süslemeler ve şekilsel göz boyamalarla içeriğin boşluğu gizlenmek istenir. Burjuva çürümüşlüğün tipik sözcüleri olan biçimcilerin serseme çevirdiği kimi yazarlar, önemli ve içtenlikli bir içeriği türlü hilelerle parlatmaya, süslemeye, yüceltmeye çabalarlar. Ama sonuçta kendi eserlerini kendi elleriyle mahvetmiş olurlar.

Üçüncü kıstasla ilgili olup yine biçimsel bir özellik taşıyan şu soruna da dikkatle yaklaşmak gerekiyor: Eserin anlaşılırlığı! Bu konuya Tolstoy çok önem vermişti.(4) Emek kitlelere, yaşamın esas yaratıcılarına seslenen bir edebiyata ihtiyaç duyan bizler de, eserlerin anlaşılırlığı sorunuyla yakından ilgileniriz. Marksist eleştiri her türlü anlaşılmazlıkla, kapalılıkla, çapraşıklıkla, bir avuç estetikçiye seslenmenin her biçimiyle, yapmacıklık ve gereksiz kibarlıkla savaşmalıdır. Gerçi geçmişte ve şimdi var olan bu türden eserlerin şu ya da bu olumluluğunu da belirtebilir ve belirtmelidir; fakat bunu yaparken biçimsel momentlerle sanatçının canlı içerikten kaçma eğilimini mahkum etmekten de geri durmamalıdır.

Bununla birlikte, az önce de değindiğim gibi, anlaşılırlık ölçütünü ihtiyatla kullanmak uygun olur. Gerçi basın organlarımızla, propaganda yayınlarımızda çok güç anlaşılan, okurları çok uğraştıran kitaplardan, dergilerden, gazetelerden, kolayca anlaşılan popülizme kadar her şey var; ama bütün edebiyatımızı da aynı biçimde, kültürce henüz zayıf olan geniş köylü, ya da işçi tabakalarının düzeyine indiremeyiz. Bu muazzam bir yanlış olur. Zor ve değerli bir toplumsal içeriği milyonlarca insanı etkileyecek bir sanatsal yalınlıkla anlatabilen yazar övgüye layıktır. Bir oranda basit ve sıradan bir içerikle milyonları coşturan yazarı da övebiliriz. Marksist eleştirmen böyle bir yazarı da yüceltmelidir. Marksist eleştirmen sağduyulu ve ihtiyatlı bir tutumla böyle bir yazara yardım etmelidir. Öte yandan, şimdilik işçi sınıfının üst tabakasıyla partinin bilinçli üyelerine ve kültürlü okurlara seslenen, henüz her okuryazar için anlaşılır olmayan eserlerin değeri de yadsınamaz. Sosyalizmin inşasında önemli rol oynayan nüfusun bu kesiminin karşısına yaşam yakıcı sorunlar çıkarmaktadır. Bu sorunlar henüz geniş kitlelere ulaşmadı ya da henüz anlaşılır biçimde ele alınamıyor diye sanatça verilecek yanıttan yoksun bırakılamazlar. Ama ülkemizde sık sık işlenen günah daha çok bunun tersi yöndedir: Yazarlarımız kolay yolu seçerek kültürlü okurlar için yazıyorlar; oysa işçi ve köylü kitlelerinin yararlanacağı başarılı ve yetenekli eserlere daha çok değer verilmesi gereken bir dönemde yaşıyoruz.

X.
Marksist eleştirmenin önemli ölçüde bir öğretmen olduğunu söyledik. Sonuçta olumlu bir şeye, bir ilerlemeye yol açmayacaksa, eleştirmek boşunadır. Peki ama, eleştirinin doğuracağı olumlu etki nasıl sağlanacaktır? Birincisi Marksist eleştirmen, yazarın öğretmeni olmalıdır. Burada, "kimsenin eleştirmeni yazarın üstüne çıkarma yetkisi yoktur!" vs. şeklinde öfkelenmeler olabilir. Fakat sorun doğru konduğunda, bu tür itirazlar geçerliliğini yitirecektir. Birincisi, eleştirmenin yazarın öğretmeni olması tezinden, onun çok sağlam bir Marksist, eşsiz beğenili ve geniş bilgili bir kişi olması çıkar. Bize, böylesi eleştirmenlerin var olmadığı ya da çok az olduğu söylenecektir. Ama bunlardan birincisi kesinlikle yanlış, ikinci itirazsa gerçeğe biraz yakındır. Üstelik buradan bir tek şu sonuç çıkar: Öğrenmenin gerekliliği. Büyük ülkemizde yetenek ve istek kıtlığı yok, ama dirençle öğrenmek için yapılacak çok şey var. İkincisi eleştirmen, yazara öğretmekle kalmaz ve kendini ondan üstün görmez, tersine o da yazardan çok şey öğrenir. En iyi eleştirmen yazara coşkuyla, hayranlıkla yaklaşabilen ve hiç olmazsa ona kardeşçe, arkadaşça iyi niyet beslediğini kanıtlayan kimsedir. Marksist eleştirmen iki açıdan yazarın öğretmeni olabilir, olmalıdır: Birincisi o, yazarlara, özellikle genç yazarlara kapılabilecekleri biçimsel yanlışları göstermelidir. Söylenenlere bakılırsa, Belinski'lere gerek kalmamıştır, çünkü yazarlarımızın artık öğüde ihtiyaçları yoktur! Bu söz devrimden öncesi için belki doğruydu, ama şimdi halkın bağrından binlerce yeni yazarın çıktığı bir dönemde oldukça gülünçtür. Çünkü sıkı, sağlam yönlendirici eleştiriye şu sıra çok ihtiyacımız var. Edebiyat uğraşını iyi bilen ve kendini bilinçle işine veren, her çaptan Belinski'lere ihtiyacımız büyük.

Öte yandan, Marksist eleştirmen kamusal alanda da yazarın öğretmeni olmak zorundadır. İşçi kökenli olmayan yazar bu konuda çoğunlukla bir çocuk gibidir, toplumsal yaşamın yasaları hakkında ilkel görüşleri nedeniyle ve çağımızın temel etmenlerini kavrayamadığından en kaba yanlışlara düşer. Gelgelelim, aynı tehlike Marksist yazarlar, proleter yazarlar için de söz konusudur. Yazar için bir yergi değildir bu, hatta sıkça övgüdür. Çünkü yazar gerçekliği hemen ve doğrudan algılayan duyarlı bir yaratıktır. Ne var ki, soyut bilimsel düşünce için çoğunlukla özel bir ilgi ya da yetenek taşımaz. Bundan dolayı, o, siyasal eleştirmenin önerdiği yardımı kimi kez sabırsızlıkla geri çevirir. Fakat bu, yardımın ukalaca sunuluşundan kaynaklanır çoğu kez. Yine de şurası kesindir: Gerçekten büyük her edebiyat, büyük yazarlarla yetenekli eleştirmenlerin işbirliğinden doğmuştur, gelecekte de böyle doğacaktır.

XI.
Marksist eleştirmen, yazara yararlı olmaya çalışırken, okurun da öğretmeni olmalıdır. Okurlara okumayı öğretmek gereklidir. Yorumcu olan, tatlı zehirlere karşı insanları uyaran, harika bir çekirdeği ortaya çıkarmak için kabuğu parçalayan, karanlıkta kalmış hazineyi ortaya çıkaran, açıkça, dobra dobra konuşan, sanatsal maddeden genel geçerli sonuçlar çıkaran eleştirmen: İşte çağımızın ihtiyaç duyduğu kılavuz budur; işte çok sayıda değerli, ama deneysiz okurun türediği bir zamanda gerekli yol gösterici budur. Geçmiş edebiyatımız ve dünya edebiyatı karşısında, çağdaş edebiyat karşısında eleştirmen böyle olmak zorundadır. Bu nedenle, zamanımızın Marksist eleştirmenden olağanüstü beklentilerini yeniden vurguluyoruz. Kimsenin gözünü tezlerimizle korkutmak istemiyoruz. Marksist eleştirmen alçakgönüllülükle işe başlayacak ve bir takım yanlışlıklar yapacaktır, ilk durağa varmak için uzun ve dik bir merdiveni tırmanmak zorunda kalacaktır. Merdivenin tepesine vardığında bile, bir çırak olduğunu söylemekle yetinecektir. Bununla birlikte, geniş kültürümüzün bugünkü devce dalgalanışına bakarak, her yerden fışkıran kaynaklara bakarak yetenekli edebiyatımıza güvenebiliriz; şu anda durumu pek de iç açıcı olmayan Marksist eleştirimizin de kısa zamanda toparlanıp gelişebileceğine inanabiliriz.

XII.
Bunun ötesinde iki soruna daha değinmek istiyorum. Birincisi, Marksist eleştirmenler çoğu zaman muhbirlikle suçlanıyorlar. Ve gerçekten de bugün falan yazarın "yarı bilinçli" ya da bilinçsiz olarak, karşıdevrimci eğilimler taşıdığını söylemek epeyce tehlikelidir. Öyle ki, bir yazarın yabancı bir öğe, küçük burjuva bir öğe olduğu, ya da geçici yol arkadaşı olarak doğru yoldan çok uzağa söylendiği; veya örneğin, kendi yazarlarımızdan biri şu ya da bu sapmayla kınandığı zaman hiç de hoş karşılanmıyor. Bize şöyle deniyor: Yazarların siyasal açıdan suçlu ya da kuşkulu, kusurlu ya da hastalıklı olduğunu ortaya koymak eleştirmene mi kaldı? Eleştirmene yöneltilen bu çeşit itirazlara şiddetle karşı çıkmalıyız. Kuşkusuz, kendi kişisel hesapları için ya da kasıtlı olarak, iyice düşünüp taşınmadan bir yazara sözlü suçlamalarda bulunmak iğrenç bir harekettir. Böylesi alçaklık er geç ortaya çıkacaktır. Ölçüp biçmeden bu çeşit bir suçlamada bulunan bir eleştirmen düşüncesiz ve özensizdir. Fakat bilinçle, nesnelce yaptığı toplumsal çözümlemenin sonuçlarını yüksek sesle söylemekten korkarak, Marksist eleştirinin özünü çarpıtan kimse de politik açıdan pasif ve düşüncesizdir.
Elbette, "konsüller dikkat!"(5) diye devlet organlarına çağrıda bulunmak eleştirmene düşmez. Onun yapacağı iş, inşamıza katkısı açısından, şu ya da bu eseri objektif olarak değerlendirmektir. Bundan gerekli sonuçları çıkarmak, çizgisini düzeltmek yazara kalmıştır. Genelde de biz, ideolojik mücadele alanında bulunuyoruz. Tutarlı ve dürüst hiçbir komünist bu kavganın özüne, günümüz edebiyatı meselesine ve onun değerlendirilmesine ilgisiz kalamaz.

XIII.
Son bir nokta daha: Acı eleştiriyle keskin polemik biçimleri bırakılmalı mı?
Keskin polemikler, okurun ilgisini çekmeleri anlamında yararlıdır. Özellikle eşit koşullarda yapılan ve karşılıklı hataların ortaya çıkarıldığı polemik yazılarını kamu daha derinden özümler ve onlardan daha çok etkilenir. Ayrıca, devrimci doğası gereği Marksist eleştirmenin taşıdığı dövüşken ruh, onu düşüncelerini keskince belirtmeye götürür. Fakat burada, kanıtların zayıflığının polemiksel süslemelerle kapatılmaya çalışılmasının eleştirmenin bir zaafı olduğunu belirtmek gerekir. Belgeler eksik ve kusurlu olunca, onların yerine ince alaylar, eğlendirici karşılaştırmalar ve anlamlı ünlemlerle hınzırca sorular alınca, bu genelde keyiflendirici de olsa, kesinlikle ciddiyetini kaybeder. Eleştiri, bizzat eleştirinin kendisine uygulanabilir olmalıdır, çünkü Marksist eleştiri hem bilimsel ve hem de sanatsal bir iştir. Öfke, eleştiri için kötü bir danışmandır. Seyrek olarak pozisyonun doğruluğunu ifade eder.

Bazen eleştirmenin yüreğinden teşhir edici alaylar ve şiddetli sözler fışkırdığı olur. Fakat bir başka eleştirmenin ya da okurun özellikle de yazarın az çok duyarlı kulağı, doğal heyecanla bayağı hınç arasındaki ayrımı anlar. Bizim inşamızda diş bileyen kişisel kin mümkün olduğunca az yer tutmalıdır, ama bu kinle sınıf kinini birbirine karıştırmamak gereklidir. Sınıfsal kin kararlılıkla vurur, bulutların yeryüzünün üstüne çıktığı gibi kişisel kinin üzerine çıkar. Marksist eleştirmen saf olmamalı, hatır gönül tanımamalı -tersi kendisi için büyük bir suç olur- ama öncelikle olumlu yaklaşmalıdır. Olumluyu ortaya çıkarmaktan ve onu bütün değeriyle okura bildirmekten sevinç duymalıdır. Onun diğer bir amacı yön vermek ve uyarmak olmalıdır. şişirilmiş yalancı değerleri söndürüp yok eden eleştiriye emek verirken, işe yaramaz olanı alayın ve aşağılamanın öldürücü oklarıyla veya yok edici eleştiriyle mahvetmeye ancak çok ender durumlarda çaba harcamalıdır.


Dipnotlar:
(1) Bakınız G. W. Plehanov: W. G. Belinski'nin Edebi Görüşleri, G. W. Plehanov: Sanat ve Edebiyat, Berlin 1955, sayfa 393-446'dan alınmıştır. [geri dön]
(2) Bakınız G. W. Plehanov: "Yirmi Yıl" Derlemesinin Üçüncü Baskısına Önsöz'den, sayfa 219-229.  [geri dön]
(3) Bakınız G. W. Plehanov: G. İ. Uspenski. agy, sayfa 557-618.  [geri dön]
(4) Sanat Nedir? adlı incelemesinde Tolstoy şunları yazmıştı: "Eğer sanat önemli bir şeyse, bütün insanlar için gerekli bir ruhsal iyilikse, herkesçe anlaşılır olmak zorundadır." L. Tolstoy, Bütün Eserleri, C. 30, 1951, Almanca, sayfa 84.  [geri dön]
(5) "Konsüller dikkat!" sözü, Roma Senatosunun tehlikeli zamanlarda konsüllere yaptığı uyarı çağrısıdır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.