Ulus Nedir?
Ulus sadece tarihi bir kategori değil, fakat belirli bir çağın, yükselen kapitalizm çağının bir tarihi kategorisidir. Feodalizmin tasfiye ve kapitalizmin gelişme süreci, aynı zamanda insanların uluslar biçiminde birleşme sürecidir
Ulus herşeyden önce bir topluluk, belirli bir insan topluluğudur.
Bu topluluk bir ırk ve bir aşiret topluluğu değildir. Bugünkü İtalyan ulusu Romalılardan, Germenlerden, Etrüsklerden, Yunanlılardan, Araplardan vb.; Fransız ulusu Galyalılardan, Romalılardan, Britanyalılardan, Germenlerden vb. oluşmuştur. Aynı şey, çeşitli ırk ve aşiretlerden insanların bir ulusa biçimlendikleri İngilizler ve Almanlar vb. için de geçerlidir.
Demek ki ulus, bir ırk ve bir aşiret topluluğu değil, fakat tarihi olarak meydana gelmiş bir insan topluluğudur.
Öte yandan, tarihi olarak meydana gelmiş ve çeşitli aşiret ve ırklardan oluşmuş olmalarına rağmen, bir Keyhüsrev'in veya bir İskender'in büyük devletleri kuşkusuz ulus olarak adlandın-lamaz. Bunlar ulus değil, fakat şu ya da bu fatihin zafer veya yenilgisine göre birleşip ayrılan rasgele ve gevşek biçimde birleşmiş gruplar topluluğudur.
Demek ki ulus, rasgele ve geçici bir topluluk değil, fakat istikrarlı bir insan topluluğudur.
Ancak hep istikrarlı topluluk bir ulus değildir. Avusturya ve Rusya da istikrarlı topluluklardır, fakat hiç kimse bunları ulus olarak adlandırmaz. Ulusal topluluğu devlet topluluğundan ayıran nedir? Diğer şeylerin yanısıra, ulusal topluluk ortak bir dil olmaksızın düşünülemezken, devlet için ortak bir dilin mutlaka gerekli olmaması. Avusturya'da Çek ulusu ve Rusya'da Polonya ulusu, her biri ortak bir dile sahip olmaksızın varolamazlardı, fakat Rusya'da ve Avusturya'da bir dizi dillerin varlığı, bu devletlerin bütünlüğüne [Integritat] halel getirmez. Tabii ki burada yönetimlerin resmi dilleri değil, halkın konuştuğu diller sözkonusudur.
Demek ki dil birliği, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Bu, çeşitii ulusların her zaman ve her yerde farklı diller konuştuğu veya bir ve aynı dili konuşan herkesin mutlaka bir ulus oluşturduğu anlamına gelmez elbette. Her ulus için ortak bir dil; fakat çeşitli uluslar için mutlaka ayrı diller değil! Aynı zamanda çeşitli diler konuşan bir ulus yoktur, fakat bu, aynı dili konuşan iki ulusun olamayacağı anlamına gelmez! İngilizler ve Kuzey Amerikalılar aynı dili konuştukları halde, tek ulus oluşturmazlar. Aynı şey Norveçliler ve Danimarkalılar, İngilizler ve İrlandalılar için de geçerlidir.
Fakat örneğin, ortak bir dil konuştukları halde İngilizler ve Amerikalılar neden tek ulus oluşturmazlar?
Herşeyden önce, birlikte değil, ayrı topraklar üzerinde yaşadıkları için. Bir ulus ancak uzun süreli ve düzenli ilişkiler sonucunda, insanların kuşaktan kuşağa birarada yaşamaları sonucunda oluşur. Ne var ki, ortak bir toprak olmaksızın uzun süreli birarada yaşama olanaksızdır. İngilizler ve Amerikalılar önceleri aynı toprak üzerinde, İngiltere'de yaşıyorlardı ve bir ulus oluşturuyorlardı. Sonra İngilizlerin bir kısmı, İngiltere'den yeni bir toprağa, Amerika'ya göç ederek, bu yeni toprak üzerinde zamanla yeni bir ulusu, Kuzey Amerikan ulusunu oluşturdu. Toprak ayrılığı, ayn ulusların oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat hepsi bu değil. Tek başına toprak birliği henüz bir ulus oluşturmaz. Bunun için, ulusun tek tek bölümlerini bir bütünde birleştiren bir iç iktisadi bağ da gereklidir. İngiltere ve Kuzey Amerika arasında böyle bir bağ olmadığından, bunlar iki ayrı ulus oluştururlar. Ancak, Kuzey Amerika'nın tek tek köşe ve bucakları, aralarında varolan işbölümü, ulaşım yollarının gelişmesi vb. sayesinde kendi aralarında iktisadi bir bütünde birleşmeselerdi, Kuzey Amerikalılar da bir ulus adına hak kazanamazlardı.
Örneğin Gürcüleri alalım. Reform öncesi dönemde Gürcüler ortak bir toprak üzerinde yaşıyorlar ve aynı dili konuşuyorlardı, buna rağmen kelimenin tam anlamıyla bir ulus oluşturmuyorlardı; çünkü birbirinden ayrı bir sürü prensliklere bölünmüş olduklarından, ortak bir iktisadi yaşantı sürdüremiyorlar, yüzyıllardan beri birbirleriyle savaşıyorlar, birbirlerini yıkıma uğratıyorlar ve birbirlerine karşı İranlıları ve Türkleri kışkırtıyorlardı. Bazen talihli bir hükümdarın gerçekleştirdiği, prensliklerin kısa süreli ve rastlantılar soncunda birleşmeleri, en iyi halde sadece yüzeysel yönetim alanını kapsıyor, en kısa zamanda da prenslerin huysuzlukları ve köylülerin ilgisizliği yüzünden yıkılıyordu. Gürcistan'ın iktisadi parçalanmışlığı içinde başka türlü de olamazdı zaten... Gürcistan ulus olarak; 19. yüzyılın ikinci yansında serfliğin kaldırılması, ülkenin iktisadi yaşantısının ilerlemesi, ulaşım yollarının gelişmesi ve kapitalizmin doğuşu Gürcistan'ın çeşitli bölgeleri arasında bir işbölümü yarattığı, prensliklerin iktisadi içe kapanıklığını kesin olarak yıkıp onları bir bütün içinde birleştirdiğinde ortaya çıktı.
Demek ki iktisadi yaşantı birliği, iktisadi bağlılık, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat bu da henüz hepsi değildir. Bütün söylenenler dışında, bir ulus içinde birleşmiş insanların ruhi şekillenme özellikleri de göz önünde tutulmalıdır. Uluslar, sadece yaşam koşulları bakımından değil, fakat ulusal kültür özelliklerinde ifadesini bulan ruhi şekillenmeleri bakımından da birbirinden ayrılırlar. Eğer aynı dili konuşan İngiltere, Kuzey Amerika ve İrlanda, buna rağmen üç ayrı ulus oluşturuyorlarsa, bunda birbirinden farklı yaşam koşullan sonucu kuşaktan kuşağa meydana gelmiş olan bu özgül ruhi şekillenmenin rolü az değildir.
Ruhi şekillenme, veya başka sözcüklerle söylenildiği gibi, "ulusal karakter", gözlemci için kavranılmaz birşeydir elbette; fakat bu şekillenme, bir ulusun ortak kültür özgünlüğünde ifadesini bulduğu ölçüde kavranılabilirdir ve gözardı edilemez.
"Ulusal karakter"in tüm zamanlar için sabit birşey değil, fakat yaşam koşullan ile değişen birşey olduğunu söylemeye gerek yok; ama her verili anda varolduğu için, ulusun fizyonomisine damgasını vurur.
Demek ki bir kültür birliğinde ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Böylece ulusun tüm belirtilerinden söz ettik.
Ulus, tarihi olarak oluşmuş, dil, toprak, iktisadi yaşantı birliği, ve kültür birliğinde ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği temelinde oluşmuş istikrarlı bir insan topluluğudur.
Burada, her tarihi görüngü gibi, ulusun da değişme yasasına tabi olduğu ve bir tarihe, bir başlangıca ve bir sona sahip bulunduğu kendiliğinden anlaşılır.
İleri sürülen belirtilerden hiçbirinin, tek başına alındığında, ulus kavramını belirlemeye yetmediğini vurgulamak gereklidir. Dahası var: Bu belirtilerden sadece bir tanesi yoksa, bir ulus ulus olmaktan çıkar.
Ortak "ulusal karakter"e sahip insanlar düşünülebilir, fakat bu insanlar iktisadi bakımdan birbirinden ayrı iseler, ayrı topraklarda yaşıyorlarsa, ayrı dilleri konuşuyorlarsa vb., bunların bir ulus oluşturdukları söylenemez. Örneğin, bu bizce yekpare bir ulus oluşturmayan Rus, Galiçyalı, Amerikan, Gürcü Yahudileri ve Kafkaslardaki Yahudiler için geçerlidir.
Ortak bir toprak üzerinde yaşayan ve ortak bir iktisadi yaşantı sürdüren insanlar düşünülebilir, ancak ortak bir dile ve "ulusal karakter"e sahip olmayan bu insanlar gene de bir ulus oluşturmazlar. Bu, örneğin Baltık bölgelerindeki Almanlar ve Lehler için geçerlidir.
Nihayet Norveçliler ve Danimarkalılar aynı dili konuştukları halde, diğer belirtiler eksik olduğundan bir ulus oluşturmazlar.
Ancak tüm belirtilerin varlığı bir ulusu meydana getirir.
Diğer belirtilerin aslında ulusun belirtileri değil, sadece onun gelişiminin koşulları olduğu, "ulusal karakter"in ise belirtilerden biri değil, fakat ulusun biricik özsel belirtisi olduğu düşünülebilir. Örneğin Avusturya'da ulusal sorunun tanınmış teorisyenleri R. Springer ve özellikle O. Bauer bu görüşteler.
Bunların ulus teorilerini inceleyelim.
Springer'e göre, "ulus aynı biçimde düşünen ve aynı biçin,-de konuşan kişilerin bir birliği, artık toprağa bağlı olmayan modern insanların bir kültür topluluğudur.
Demek ki, birbirinden ne kadar ayrı olsalar da, nerede yaşasalar da aynı biçimde düşünen ve aynı biçimde konuşan insanlar "birliği".
Bauer daha da ileri gidiyor:
"Ulus nedir?", diye soruyor. "İnsanları ulus biçiminde birleştiren dil birliği midir? Fakat İngilizler ve İrlandalılar... aynı dili konuşuyorlar ve buna rağmen tek bir halk oluşturmuyorlar; Yahudilerin ortak dilleri yoktur, fakat buna rağmen bir ulusturlar.
Peki ulus nedir?
"Ulus, görece bir karakter birliğidir." O halde karakter, bu durumda ulusal karakter nedir?
Ulusal karakter demek, "bir milliyetten insanları, bir başka milliyetten insanlardan ayırt eden belirtilerin toplamı, bir ulusu diğer ulustan ayırt eden fiziksel ve zihinsel belirtilerin bütünü demektir."[8]
Bauer, ulusal karakterin gökten düşmediğini biliyor elbette ve bunun için ekliyor:
"İnsanların karakteri... kaderlerinden başka hiç birşey tarafından belirlenmez"... "Ulus, bir kader birliğinden başka bir şey değildir", bu [kader birliği —ÇN] ise "insanların geçim kaynaklarını ürettikleri ve emeklerinin ürünlerini paylaştıkları koşullar" tarafından belirlenir.
Böylece ulus kavramının, Bauer'in söylediği gibi, "eksiksiz" tanımına varmış bulunuyoruz.
"Ulus, kader birliği tarafından bir karakter birliği içinde birleştirilmiş insanların tümüdür.
Demek ki, toprak dil ve iktisadi yaşantı birliği ile mutlak bağıntı dışında alınan, kader birliği bazında bir ulusal karakter birliği.
Fakat bu durumda ulustan geriye ne kalır? İktisadi bakımdan birbirinden ayrılmış olan, ayrı topraklar üzerinde yaşayan ve kuşaktan kuşağa ayrı diller konuşan insanlar arasında hangi ulusal topluluktan söz edilebilir?
Bauer, "ortak bir dile sahip olmadıkları" halde, Yahudilerden ulus olarak söz ediyor, fakat birbirinden tamamen ayrılmış olan, ayrı topraklar üzerinde yaşayan ve ayrı diller konuşan, diyelim ki Gürcü, Dağıstan, Rus ve Amerikan Yahudilerinin hangi kader birliğinden ve ulusal bağından sözedilebilir?
Söz konusu Yahudiler, kuşkusuz Gürcüler, Dağıstanlılar, Ruslar ve Amerikalılar ile ortak bir kültür atmosferi içinde, ortak bir iktisadi ve siyasi yaşantı sürdürüyorlar; bu, onların ulusal karakterinde zorunlu olarak iz bırakır; eğer aralarında ortak bir şey kalmışsa, bu da dinleri, ortak kökenleri ve bir ulusal karakterin bazı kalıntılarıdır. Bunların tümü kuşku götürmez. Fakat kemikleşmiş dinsel törenlerin ve yok olan psikolojik kalıntıların, söz konusu Yahudilerin "kader"lerini, onların içinde yaşadıkları canlı sosyo-ekonomik ve kültürel çevreden daha güçlü etkilediği ciddi olarak nasıl iddia edilebilir? Zaten, Yahudilerden yekpare bir ulus olarak söz etmek, ancak bu varsayıma dayanır.
Fakat bu durumda, Bauer'in ulusunu spiritüalistlerin mistik ve kendi kendine yeten "ulusal ruh"undan ayıran şey nedir?
Bauer, ulusun "ayırıcı belirtisi" (ulusal karakter) ile, onun yaşam "koşulları" arasına, bunları birbirinden ayırarak aşılmaz bir uçurum açmaktadır. Fakat ulusal karakter, yaşam koşullarının bir yansıması, insanların içinde yaşadıkları çevreden elde ettikleri izlenimlerin yoğunlaşması değil de nedir? Onu kendisini yaratan zeminden kopararak, onu ayırarak, sadece ulusal karakterle nasıl yetinilebilir?
Ayrıca: 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında İngiliz ulusunu, daha Kuzey Amerika "Yeni İngiltere" olarak adlandırılırken, Kuzey Amerikan ulusundan ayırt eden şey neydi? Ulusal karakter değil elbette, çünkü Kuzey Amerikalılar İngiltere'den geldiler; beraberlerinde Amerika'ya İngiliz dili dışında, İngiliz ulusal karakterini de getirdiler ve yeni koşulların etkisiyle elbette onlarda kendilerine özgü ayrı bir karakter oluşmaya başladığı halde, beraberlerinde getirdikleri İngiliz ulusal karakterini o kadar çabuk kaybedemezlerdi. Ve onlar o zaman, az veya çok karakter birliğine rağmen, İngiltere'den farklı bir ulus oluşturuyorlardı! Açıktır ki o zaman ulus olarak "Yeni İngiltere", ulus olarak İngiltere'den, ayrı bir ulusal karakter bakımından değil, veya ulusal karakterden çok, İngiltere'den farklı çevre ve yaşam koşullan bakımından ayrılıyordu.
Bununla, gerçeklikte ulusun bir tek ayırıcı belirtisi olmadığı açıklık kazanmış oluyor. Sadece, uluslar karşılaştırıldığında, aralarında bazen birinin (ulusal karakter), bazen ikincisinin (dil), bazen de üçüncüsünün (toprak ve iktisadi koşullar) göze çarptığı bir belirtiler toplamı vardır. Ulus, birlikte alınmış tüm belirtilerin bir bileşimidir.
Ulusu, ulusal karakterle özdeşleştiren Bauer’in görüşü, ulusu toprağından koparır ve onu, görülmez, kendi kendine yeten bir güç haline dönüştürür. Böylece bu, artık yaşayan ve etkin bir ulus değil, mistik, kavranamaz ve öte yana ait bir şeydir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi, örneğin Gürcü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve başka ulusların Yahudilerinden oluşmuş, mensupları birbirini anlamayan (ayrı diller konuşan), dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan, birbirlerini hiçbir zaman görmeyecek, hiçbir zaman, ne barışta ne de savaşta birlikte davranamayacak olan şu Yahudi ulusu nasıl bir şeydir?!
Hayır. Sosyal-Demokrasi, ulusal programını böyle kâğıttan "uluslar" için inşa etmez. O sadece, davranan, hareket eden ve bu nedenle de başkalarını kendini hesaba katmaya zorlayan gerçek ulusları göz önünde tutabilir.
Açıktır ki Bauer, tarihi bir kategori olan ulusu, etnografik bir kategori olan aşiret ile karıştırıyor.
Zaten Bauer kendi pozisyonunun güçsüzlüğünü kendisi hisseder görünüyor. Kitabının başında Yahudilerden kesinlikle ulus olarak[12] söz ederken, kitabın sonunda kendi kendini düzeltiyor ve şunu iddia ediyor: ".. .kapitalist toplum Yahudilerin ulus olarak varlıklarına izin vermez", onları diğer uluslar tarafından asimile ettirir. Bunun nedeni ise "Yahudilerin kapalı bir yerleşim bölgeleri olmaması"dır, oysa Bauer'e göre ulus olarak varlıklarını sürdürecek olan Çekler böyle bir bölgeye sahiptir.
Kısaca: Bunun nedeni toprak yokluğunda yatmaktadır.
Bauer böyle bir akıl yürüterek, ulusal özerklik talebinin Yahudi işçilerin talebi olamayacağını kanıtlamak istiyordu, fakat bununla, farkında olmaksızın, toprak birliğinin ulusun belirtilerinden biri olduğunu yadsıyan kendi teorisini yıkmış bulunuyor.
Ancak Bauer daha da ileri gidiyor. Kitabının başında kesinlikle: "Yahudiler ortak bir dile sahip değiller, ve buna rağmen bir ulus oluştururlar" derken, daha 130. sayfaya geldiğinde cepheyi değiştirmiştir ve yine aynı kesinlikle: "ortak bir dil olmaksızın ulus olmaz" der .
Bauer burada "dilin insanlar arası ilişkilerin en önemli aracı" olduğunu kanıtlamak istiyordu; fakat aynı zamanda farkında olmaksızın, kanıtlamaya hiç niyeti olmadığı halde, dil birliğinin önemini yadsıyan kendi ulus teorisinin savunulamazlığını kanıtlamış bulunuyor.
Ulus herşeyden önce bir topluluk, belirli bir insan topluluğudur.
Bu topluluk bir ırk ve bir aşiret topluluğu değildir. Bugünkü İtalyan ulusu Romalılardan, Germenlerden, Etrüsklerden, Yunanlılardan, Araplardan vb.; Fransız ulusu Galyalılardan, Romalılardan, Britanyalılardan, Germenlerden vb. oluşmuştur. Aynı şey, çeşitli ırk ve aşiretlerden insanların bir ulusa biçimlendikleri İngilizler ve Almanlar vb. için de geçerlidir.
Demek ki ulus, bir ırk ve bir aşiret topluluğu değil, fakat tarihi olarak meydana gelmiş bir insan topluluğudur.
Öte yandan, tarihi olarak meydana gelmiş ve çeşitli aşiret ve ırklardan oluşmuş olmalarına rağmen, bir Keyhüsrev'in veya bir İskender'in büyük devletleri kuşkusuz ulus olarak adlandın-lamaz. Bunlar ulus değil, fakat şu ya da bu fatihin zafer veya yenilgisine göre birleşip ayrılan rasgele ve gevşek biçimde birleşmiş gruplar topluluğudur.
Demek ki ulus, rasgele ve geçici bir topluluk değil, fakat istikrarlı bir insan topluluğudur.
Ancak hep istikrarlı topluluk bir ulus değildir. Avusturya ve Rusya da istikrarlı topluluklardır, fakat hiç kimse bunları ulus olarak adlandırmaz. Ulusal topluluğu devlet topluluğundan ayıran nedir? Diğer şeylerin yanısıra, ulusal topluluk ortak bir dil olmaksızın düşünülemezken, devlet için ortak bir dilin mutlaka gerekli olmaması. Avusturya'da Çek ulusu ve Rusya'da Polonya ulusu, her biri ortak bir dile sahip olmaksızın varolamazlardı, fakat Rusya'da ve Avusturya'da bir dizi dillerin varlığı, bu devletlerin bütünlüğüne [Integritat] halel getirmez. Tabii ki burada yönetimlerin resmi dilleri değil, halkın konuştuğu diller sözkonusudur.
Demek ki dil birliği, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Bu, çeşitii ulusların her zaman ve her yerde farklı diller konuştuğu veya bir ve aynı dili konuşan herkesin mutlaka bir ulus oluşturduğu anlamına gelmez elbette. Her ulus için ortak bir dil; fakat çeşitli uluslar için mutlaka ayrı diller değil! Aynı zamanda çeşitli diler konuşan bir ulus yoktur, fakat bu, aynı dili konuşan iki ulusun olamayacağı anlamına gelmez! İngilizler ve Kuzey Amerikalılar aynı dili konuştukları halde, tek ulus oluşturmazlar. Aynı şey Norveçliler ve Danimarkalılar, İngilizler ve İrlandalılar için de geçerlidir.
Fakat örneğin, ortak bir dil konuştukları halde İngilizler ve Amerikalılar neden tek ulus oluşturmazlar?
Herşeyden önce, birlikte değil, ayrı topraklar üzerinde yaşadıkları için. Bir ulus ancak uzun süreli ve düzenli ilişkiler sonucunda, insanların kuşaktan kuşağa birarada yaşamaları sonucunda oluşur. Ne var ki, ortak bir toprak olmaksızın uzun süreli birarada yaşama olanaksızdır. İngilizler ve Amerikalılar önceleri aynı toprak üzerinde, İngiltere'de yaşıyorlardı ve bir ulus oluşturuyorlardı. Sonra İngilizlerin bir kısmı, İngiltere'den yeni bir toprağa, Amerika'ya göç ederek, bu yeni toprak üzerinde zamanla yeni bir ulusu, Kuzey Amerikan ulusunu oluşturdu. Toprak ayrılığı, ayn ulusların oluşmasına yol açtı.
Demek ki, toprak birliği ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat hepsi bu değil. Tek başına toprak birliği henüz bir ulus oluşturmaz. Bunun için, ulusun tek tek bölümlerini bir bütünde birleştiren bir iç iktisadi bağ da gereklidir. İngiltere ve Kuzey Amerika arasında böyle bir bağ olmadığından, bunlar iki ayrı ulus oluştururlar. Ancak, Kuzey Amerika'nın tek tek köşe ve bucakları, aralarında varolan işbölümü, ulaşım yollarının gelişmesi vb. sayesinde kendi aralarında iktisadi bir bütünde birleşmeselerdi, Kuzey Amerikalılar da bir ulus adına hak kazanamazlardı.
Örneğin Gürcüleri alalım. Reform öncesi dönemde Gürcüler ortak bir toprak üzerinde yaşıyorlar ve aynı dili konuşuyorlardı, buna rağmen kelimenin tam anlamıyla bir ulus oluşturmuyorlardı; çünkü birbirinden ayrı bir sürü prensliklere bölünmüş olduklarından, ortak bir iktisadi yaşantı sürdüremiyorlar, yüzyıllardan beri birbirleriyle savaşıyorlar, birbirlerini yıkıma uğratıyorlar ve birbirlerine karşı İranlıları ve Türkleri kışkırtıyorlardı. Bazen talihli bir hükümdarın gerçekleştirdiği, prensliklerin kısa süreli ve rastlantılar soncunda birleşmeleri, en iyi halde sadece yüzeysel yönetim alanını kapsıyor, en kısa zamanda da prenslerin huysuzlukları ve köylülerin ilgisizliği yüzünden yıkılıyordu. Gürcistan'ın iktisadi parçalanmışlığı içinde başka türlü de olamazdı zaten... Gürcistan ulus olarak; 19. yüzyılın ikinci yansında serfliğin kaldırılması, ülkenin iktisadi yaşantısının ilerlemesi, ulaşım yollarının gelişmesi ve kapitalizmin doğuşu Gürcistan'ın çeşitli bölgeleri arasında bir işbölümü yarattığı, prensliklerin iktisadi içe kapanıklığını kesin olarak yıkıp onları bir bütün içinde birleştirdiğinde ortaya çıktı.
Demek ki iktisadi yaşantı birliği, iktisadi bağlılık, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Fakat bu da henüz hepsi değildir. Bütün söylenenler dışında, bir ulus içinde birleşmiş insanların ruhi şekillenme özellikleri de göz önünde tutulmalıdır. Uluslar, sadece yaşam koşulları bakımından değil, fakat ulusal kültür özelliklerinde ifadesini bulan ruhi şekillenmeleri bakımından da birbirinden ayrılırlar. Eğer aynı dili konuşan İngiltere, Kuzey Amerika ve İrlanda, buna rağmen üç ayrı ulus oluşturuyorlarsa, bunda birbirinden farklı yaşam koşullan sonucu kuşaktan kuşağa meydana gelmiş olan bu özgül ruhi şekillenmenin rolü az değildir.
Ruhi şekillenme, veya başka sözcüklerle söylenildiği gibi, "ulusal karakter", gözlemci için kavranılmaz birşeydir elbette; fakat bu şekillenme, bir ulusun ortak kültür özgünlüğünde ifadesini bulduğu ölçüde kavranılabilirdir ve gözardı edilemez.
"Ulusal karakter"in tüm zamanlar için sabit birşey değil, fakat yaşam koşullan ile değişen birşey olduğunu söylemeye gerek yok; ama her verili anda varolduğu için, ulusun fizyonomisine damgasını vurur.
Demek ki bir kültür birliğinde ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği, ulusun karakteristik belirtilerinden biridir.
Böylece ulusun tüm belirtilerinden söz ettik.
Ulus, tarihi olarak oluşmuş, dil, toprak, iktisadi yaşantı birliği, ve kültür birliğinde ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği temelinde oluşmuş istikrarlı bir insan topluluğudur.
Burada, her tarihi görüngü gibi, ulusun da değişme yasasına tabi olduğu ve bir tarihe, bir başlangıca ve bir sona sahip bulunduğu kendiliğinden anlaşılır.
İleri sürülen belirtilerden hiçbirinin, tek başına alındığında, ulus kavramını belirlemeye yetmediğini vurgulamak gereklidir. Dahası var: Bu belirtilerden sadece bir tanesi yoksa, bir ulus ulus olmaktan çıkar.
Ortak "ulusal karakter"e sahip insanlar düşünülebilir, fakat bu insanlar iktisadi bakımdan birbirinden ayrı iseler, ayrı topraklarda yaşıyorlarsa, ayrı dilleri konuşuyorlarsa vb., bunların bir ulus oluşturdukları söylenemez. Örneğin, bu bizce yekpare bir ulus oluşturmayan Rus, Galiçyalı, Amerikan, Gürcü Yahudileri ve Kafkaslardaki Yahudiler için geçerlidir.
Ortak bir toprak üzerinde yaşayan ve ortak bir iktisadi yaşantı sürdüren insanlar düşünülebilir, ancak ortak bir dile ve "ulusal karakter"e sahip olmayan bu insanlar gene de bir ulus oluşturmazlar. Bu, örneğin Baltık bölgelerindeki Almanlar ve Lehler için geçerlidir.
Nihayet Norveçliler ve Danimarkalılar aynı dili konuştukları halde, diğer belirtiler eksik olduğundan bir ulus oluşturmazlar.
Ancak tüm belirtilerin varlığı bir ulusu meydana getirir.
Diğer belirtilerin aslında ulusun belirtileri değil, sadece onun gelişiminin koşulları olduğu, "ulusal karakter"in ise belirtilerden biri değil, fakat ulusun biricik özsel belirtisi olduğu düşünülebilir. Örneğin Avusturya'da ulusal sorunun tanınmış teorisyenleri R. Springer ve özellikle O. Bauer bu görüşteler.
Bunların ulus teorilerini inceleyelim.
Springer'e göre, "ulus aynı biçimde düşünen ve aynı biçin,-de konuşan kişilerin bir birliği, artık toprağa bağlı olmayan modern insanların bir kültür topluluğudur.
Demek ki, birbirinden ne kadar ayrı olsalar da, nerede yaşasalar da aynı biçimde düşünen ve aynı biçimde konuşan insanlar "birliği".
Bauer daha da ileri gidiyor:
"Ulus nedir?", diye soruyor. "İnsanları ulus biçiminde birleştiren dil birliği midir? Fakat İngilizler ve İrlandalılar... aynı dili konuşuyorlar ve buna rağmen tek bir halk oluşturmuyorlar; Yahudilerin ortak dilleri yoktur, fakat buna rağmen bir ulusturlar.
Peki ulus nedir?
"Ulus, görece bir karakter birliğidir." O halde karakter, bu durumda ulusal karakter nedir?
Ulusal karakter demek, "bir milliyetten insanları, bir başka milliyetten insanlardan ayırt eden belirtilerin toplamı, bir ulusu diğer ulustan ayırt eden fiziksel ve zihinsel belirtilerin bütünü demektir."[8]
Bauer, ulusal karakterin gökten düşmediğini biliyor elbette ve bunun için ekliyor:
"İnsanların karakteri... kaderlerinden başka hiç birşey tarafından belirlenmez"... "Ulus, bir kader birliğinden başka bir şey değildir", bu [kader birliği —ÇN] ise "insanların geçim kaynaklarını ürettikleri ve emeklerinin ürünlerini paylaştıkları koşullar" tarafından belirlenir.
Böylece ulus kavramının, Bauer'in söylediği gibi, "eksiksiz" tanımına varmış bulunuyoruz.
"Ulus, kader birliği tarafından bir karakter birliği içinde birleştirilmiş insanların tümüdür.
Demek ki, toprak dil ve iktisadi yaşantı birliği ile mutlak bağıntı dışında alınan, kader birliği bazında bir ulusal karakter birliği.
Fakat bu durumda ulustan geriye ne kalır? İktisadi bakımdan birbirinden ayrılmış olan, ayrı topraklar üzerinde yaşayan ve kuşaktan kuşağa ayrı diller konuşan insanlar arasında hangi ulusal topluluktan söz edilebilir?
Bauer, "ortak bir dile sahip olmadıkları" halde, Yahudilerden ulus olarak söz ediyor, fakat birbirinden tamamen ayrılmış olan, ayrı topraklar üzerinde yaşayan ve ayrı diller konuşan, diyelim ki Gürcü, Dağıstan, Rus ve Amerikan Yahudilerinin hangi kader birliğinden ve ulusal bağından sözedilebilir?
Söz konusu Yahudiler, kuşkusuz Gürcüler, Dağıstanlılar, Ruslar ve Amerikalılar ile ortak bir kültür atmosferi içinde, ortak bir iktisadi ve siyasi yaşantı sürdürüyorlar; bu, onların ulusal karakterinde zorunlu olarak iz bırakır; eğer aralarında ortak bir şey kalmışsa, bu da dinleri, ortak kökenleri ve bir ulusal karakterin bazı kalıntılarıdır. Bunların tümü kuşku götürmez. Fakat kemikleşmiş dinsel törenlerin ve yok olan psikolojik kalıntıların, söz konusu Yahudilerin "kader"lerini, onların içinde yaşadıkları canlı sosyo-ekonomik ve kültürel çevreden daha güçlü etkilediği ciddi olarak nasıl iddia edilebilir? Zaten, Yahudilerden yekpare bir ulus olarak söz etmek, ancak bu varsayıma dayanır.
Fakat bu durumda, Bauer'in ulusunu spiritüalistlerin mistik ve kendi kendine yeten "ulusal ruh"undan ayıran şey nedir?
Bauer, ulusun "ayırıcı belirtisi" (ulusal karakter) ile, onun yaşam "koşulları" arasına, bunları birbirinden ayırarak aşılmaz bir uçurum açmaktadır. Fakat ulusal karakter, yaşam koşullarının bir yansıması, insanların içinde yaşadıkları çevreden elde ettikleri izlenimlerin yoğunlaşması değil de nedir? Onu kendisini yaratan zeminden kopararak, onu ayırarak, sadece ulusal karakterle nasıl yetinilebilir?
Ayrıca: 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında İngiliz ulusunu, daha Kuzey Amerika "Yeni İngiltere" olarak adlandırılırken, Kuzey Amerikan ulusundan ayırt eden şey neydi? Ulusal karakter değil elbette, çünkü Kuzey Amerikalılar İngiltere'den geldiler; beraberlerinde Amerika'ya İngiliz dili dışında, İngiliz ulusal karakterini de getirdiler ve yeni koşulların etkisiyle elbette onlarda kendilerine özgü ayrı bir karakter oluşmaya başladığı halde, beraberlerinde getirdikleri İngiliz ulusal karakterini o kadar çabuk kaybedemezlerdi. Ve onlar o zaman, az veya çok karakter birliğine rağmen, İngiltere'den farklı bir ulus oluşturuyorlardı! Açıktır ki o zaman ulus olarak "Yeni İngiltere", ulus olarak İngiltere'den, ayrı bir ulusal karakter bakımından değil, veya ulusal karakterden çok, İngiltere'den farklı çevre ve yaşam koşullan bakımından ayrılıyordu.
Bununla, gerçeklikte ulusun bir tek ayırıcı belirtisi olmadığı açıklık kazanmış oluyor. Sadece, uluslar karşılaştırıldığında, aralarında bazen birinin (ulusal karakter), bazen ikincisinin (dil), bazen de üçüncüsünün (toprak ve iktisadi koşullar) göze çarptığı bir belirtiler toplamı vardır. Ulus, birlikte alınmış tüm belirtilerin bir bileşimidir.
Ulusu, ulusal karakterle özdeşleştiren Bauer’in görüşü, ulusu toprağından koparır ve onu, görülmez, kendi kendine yeten bir güç haline dönüştürür. Böylece bu, artık yaşayan ve etkin bir ulus değil, mistik, kavranamaz ve öte yana ait bir şeydir. Çünkü yukarıda söylendiği gibi, örneğin Gürcü, Dağıstanlı, Rus, Amerikan ve başka ulusların Yahudilerinden oluşmuş, mensupları birbirini anlamayan (ayrı diller konuşan), dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan, birbirlerini hiçbir zaman görmeyecek, hiçbir zaman, ne barışta ne de savaşta birlikte davranamayacak olan şu Yahudi ulusu nasıl bir şeydir?!
Hayır. Sosyal-Demokrasi, ulusal programını böyle kâğıttan "uluslar" için inşa etmez. O sadece, davranan, hareket eden ve bu nedenle de başkalarını kendini hesaba katmaya zorlayan gerçek ulusları göz önünde tutabilir.
Açıktır ki Bauer, tarihi bir kategori olan ulusu, etnografik bir kategori olan aşiret ile karıştırıyor.
Zaten Bauer kendi pozisyonunun güçsüzlüğünü kendisi hisseder görünüyor. Kitabının başında Yahudilerden kesinlikle ulus olarak[12] söz ederken, kitabın sonunda kendi kendini düzeltiyor ve şunu iddia ediyor: ".. .kapitalist toplum Yahudilerin ulus olarak varlıklarına izin vermez", onları diğer uluslar tarafından asimile ettirir. Bunun nedeni ise "Yahudilerin kapalı bir yerleşim bölgeleri olmaması"dır, oysa Bauer'e göre ulus olarak varlıklarını sürdürecek olan Çekler böyle bir bölgeye sahiptir.
Kısaca: Bunun nedeni toprak yokluğunda yatmaktadır.
Bauer böyle bir akıl yürüterek, ulusal özerklik talebinin Yahudi işçilerin talebi olamayacağını kanıtlamak istiyordu, fakat bununla, farkında olmaksızın, toprak birliğinin ulusun belirtilerinden biri olduğunu yadsıyan kendi teorisini yıkmış bulunuyor.
Ancak Bauer daha da ileri gidiyor. Kitabının başında kesinlikle: "Yahudiler ortak bir dile sahip değiller, ve buna rağmen bir ulus oluştururlar" derken, daha 130. sayfaya geldiğinde cepheyi değiştirmiştir ve yine aynı kesinlikle: "ortak bir dil olmaksızın ulus olmaz" der .
Bauer burada "dilin insanlar arası ilişkilerin en önemli aracı" olduğunu kanıtlamak istiyordu; fakat aynı zamanda farkında olmaksızın, kanıtlamaya hiç niyeti olmadığı halde, dil birliğinin önemini yadsıyan kendi ulus teorisinin savunulamazlığını kanıtlamış bulunuyor.
İdealist ipliklerle dokunmuş bir teori kendi kendisini böyle çürütüyor işte.
JS