Fransa’da ve Almanya’da köylü sorunu
F ENGELS
Burjuva ve gerici partiler, sosyalistler arasında köylü sorununu birdenbire ve her yerde gündemde görmekle olağanüstü bir şaşkınlığa düşüyorlar. Aslında bu işin uzun zamandan beri böyle olmamasına şaşmak daha doğru olurdu. İrlanda’dan Sicilya’ya, Andaluzya’dan Rusya ve Bulgaristan’a kadar, köylü, nüfusun, üretimin ve siyasal iktidarın çok önemli bir etkenidir. Sadece Batı Avrupanın iki bölgesi, bir ayrıklama oluşturur. Büyük-Britanya’da, büyük toprak mülkiyeti ile büyük tarım, toprağı kendi hesabına işleyen köylüyü tamamen ortadan kaldırmışlardır. Prusya’nın, Elbe’nin doğusundaki bölümünde de, aynı süreç yüzyıllardan beri sürer, ve orada da, gitgide, köylü ya “kovulmuş”, ya da iktisadi bakımdan arka plana atılmıştır.
Bugüne kadar, köylü, siyasal bir etken olarak, kendini sadece tarla yaşamının yalnızlığına dayanan iç sönüklüğü ile göstermiştir. Nüfusun büyük yığınının bu iç sönüklüğü, sadece Paris ve Roma parlamenter bozulmuşluğunun değil, ama Rus despotluğunun da en güçlü dayanağını oluşturur. Ama hiç de üstesinden gelinemez bir şey değildir. İşçi hareketinin doğuşundan beri, burjuvalar, Batı Avrupa’da, özellikle küçük toprak mülkiyetinin egemen olduğu yerlerde, sosyalist emekçileri, köylülerin imgeleme yetisine “paylaştırıcılar” görünümü altında göstererek, onları kuşkulu ve iğrenç kılmakta güçlük çekmemişlerdir; onları, köylü mülkiyeti üzerine kurgular kuran tembel ve açgözlü kentliler olarak göstermek, burjuvalar için kolay olmuştur. 1848 Şubat devriminin bulanık sosyalist özlemleri, Fransız köylülerinin gerici oy pusulaları sayesinde hızla silinip süpürülmüşlerdir. Dinginliğe sahip olmak isteyen köylü, anılarının hazinesinden köylülerin imparatoru Napoléon efsanesini çıkardı, ve ikinci İmparatorluğu kurdu. Köylülerin bu marifetinin Fransız halkına nelere malolduğunu biliyoruz; Fransız halkı bugün bile bunun sonuçlarının acısını çekiyor.
Ama o çağdan bu yana, çok şey değişti. Kapitalist üretim biçiminin gelişmesi, küçük tarımsal işletmeye ölüm yumruğunu indirdi. Küçük tarımsal işletme, karşı konmaz bir biçimde çöküyor, ölüyor. Kuzey ve Güney Amerika ile Hindistan’ın rekabeti, Avrupa pazarını ucuz tahıl baskınına boğdu; hem de öylesine ucuz ki, hiç bir yerli üretici, yabancı rakipleri ile savaşıma giremiyor. Büyük toprak sahibi ile küçük köylü, göz göre göre yıkıma uğramalarını, her ikisi de aynı gözle görmektedirler. Ve her ikisi de toprak sahibi ve köylü olduklarından büyük toprak sahibi, kendini küçük köylü çıkarlarının savunucusu olarak gösteriyor, ve o da - genel olarak- onu öyle kabul ediyor.
Bununla birlikte, Batı, güçlü bir sosyalist işçi partisinin geliştiğini de görmüştür. Şubat devrimi çağının karanlık önsezi ve duyguları, tüm bilimsel gereklikleri yanıtlayan, belgin ve elle tutulur istemleri kapsayan bir program durumuna gelmek üzere, durulaşmış, gelişmiş, derinleşmişlerdir. Bu istemler, durmadan artan bir sayıdaki sosyalist milletvekilleri tarafından, Alman, Fransız, Belçika Parlamentolarında orunlanmışlardır. Siyasal iktidarın sosyalist parti tarafından fethi, gitgide daha yakın görünüyor. Ama siyasal iktidarı fethetmesi için, bu partinin önce kentten tarlalara geçmesi, kırda bir güç durumuna gelmesi gerekiyor. Bütün öbür partiler üzerinde, iktisadi nedenleri siyasal sonuçlara bağlayan sıkı ilişkiyi açıkça görme üstünlüğüne sahip olan, kuzu postu altında saklanan kurdun, köylünün o patavatsız dostunun, büyük toprak sahibinin maskesini de uzun zamandan beri yüzünden çıkarmış bulunan bu parti, ikiyüzlü savunucularının elleri arasında yıkıma adanmış köylüyü, onu sanayi işçisinin edilgin düşmanı durumundan, etkin düşmanı durumuna dönüştürmelerine kadar, kendi haline bırakmalı mıdır? Ve böylece, köylü sorununun özüne gelmiş bulunuyoruz.
I
Kendisine yönelebileceğimiz tarımsal nüfus, çeşitli bölgelere göre daha da değişken, çok farklı öğelerden bileşmiştir.
Almanya’nın batısında, Fransa ve Belçika’da da olduğu gibi, küçük topraklı (parcellaira) köylülerin küçük yetiştirimi ağır basar; bu köylüler, çoğunlukla topraklarının sahipleri, ve azınlıkla da küçük çiftlik kiracılarıdırlar.
Kuzey-Batıda -Aşağı-Saksonya ve Schleswig-Holstein’da- çiftlik uşakları, hizmetçiler, hatta gündelikçilerden vazgeçemeyen büyük ve orta köylüler ağır basar. Bavyera’nın bir bölümünde de durum böyledir.
Prusya’nın, Elbe’nin doğusundaki bölümü ile Mecklembourg, -yanısıra, görece güçsüz ve sürekli olarak azalan bir orandaki orta ve küçük köylüler ile birlikte-, büyük toprak mülkiyeti, ve çiftlik hizmetkârları ve gündelikçiler yardımıyla yapılan büyük yetiştirim alanlarıdırlar.
Merkezi Almanya’da, bütün bu mülkiyet ve işletme biçimleri, aralarından birinin geniş bir alan üzerindeki üstünlüğü olmaksızın, yerine göre çeşitli oranlarda birbirlerine karışmış olarak bulunurlar.
Ayrıca, sahip bulunulan ya da kiralanan tarlanın aileyi beslemeye yetmediği, sadece bölgesel sanayiin kurulmasına temel hizmeti gördüğü, ve bu sonuncuya, tüm yabancı rekabete karşın, ürünlere sürekli bir sürüm sağlayan son derece düşük ücretler ödenmesini olanaklı kılan azçok geniş bölgeler de bulunur.
Peki, kırsal nüfusun bu bölüntüleri arasında, sosyal-demokrat partinin kazanabileceği bölüntüler hangileridir? Bu sorunu elbette ancak ana çizgileri içinde irdeliyoruz. Ancak en göze çarpan biçimleri gözönünde tutuyoruz: aracı aşamalar ve karma toplumsal nüfuslarla uğraşmak için yerimiz eksik.
Küçük köylüden başlayalım. Küçük köylü, genellikle, Batı Avrupa için, sadece tüm köylülerin en önemlisi olmakla kalmaz, ayrıca tüm bu sorun bakımından bize bunluklu örneği (cas critique) de sağlar. Eğer küçük köylü karşısındaki konumumuzu saptarsak, kırsal nüfusun öbür öğeleri karşısındaki tutumumuzu belirlememizi sağlayan işaret noktasına da sahip oluruz.
Küçük köylüden, burada, onun ailesi ile birlikte düzenli olarak işleyebileceğinden daha büyük, ve ailenin beslenmesi için zorunlu olandan da daha küçük olmayan bir toprak parçasının sahibi ya da kiracısını -özellikle sahibini- anlıyoruz. Öyleyse bu küçük köylü, küçük zanaatçı gibi, modern proleterden, çalışma araçlarını henüz elinde bulundurması bakımından ayrılan bir emekçi, yani aşılmış bir üretim biçiminin bir kalıntısıdır. Kendi atası olan serf, ya da çok ayrıksın bir biçimde özgür, ama haraç ve angaryaya bağlanmış köylüden, üç bakımdan ayrılır. İlkin, Fransız Devrimi, onu, beyine borçlu bulunduğu feodal yükümlülük ve hizmetlerden kurtarmış, ve çoğu durumda, hiç olmazsa Ren’in sol kıyısında, toprağını onun kendi mülkiyetine vermiştir. - İkinci olarak, özerkli ortaklığın (communauté) korumasını yitirmiştir. Böylece eski ortaklıktaki [Mark -ç.] yararlanma payından yoksun kalmıştır. Ortaklaşa toprak, ya eski bey, ya da Roma hukukuna dayanan “aydın” bürokratik bir yasama tarafından elçabukluğuna getirilmiştir. Böylece küçük köylü, ot ve saman satın almaksızın davarını besleme olanağından yoksun kalmış bulunduğunu görür. Ama iktisadi bakımdan, ortaklaşa topraktan yararlanma haklarının yitirilmesi, feodal yükümlülüklerin ortadan kalkmasını, hem de çoğuyla, ödünler. Çift hayvanlarını besleyemeyen köylülerin sayısı durmadan artar. Üçüncü olarak, bugünkü köylü, bir de eski üretken çalışmanın yarısını yitirmekle ayırdedilir. Eskiden o, ailesi ile birlikte, çok büyük bir bölümilnü kendi üretmiş bulunduğu hammaddeler yardımıyla, gereksindiği sınai ürünleri kendi üretiyordu. Gene de eksik kalan şey, tarım dışında bir iş daha yapan ve çoğu zaman ücretleri trampa ya da karşılıklı hizmetler yoluyla ödenmiş bulunan köy komşuları tarafından sağlanıyordu. Aile, ve hele köy, kendi kendilerine yetiyorlar, ve kendileri için gerekli olan şeylerin hemen hepsini üretiyorlardı. Hemen hemen arı durumundaki doğal ekonomiydi bu, para hemen hiç kullanılmıyordu. Kapitalist üretim, parasal iktisat ve büyük sanayi aracıyla, bu duruma son verdi. Ama eğer ortaklaşa topraktan yararlanma, bunun varlığının temel bir koşulu idiyse, bir sanayiin ikincil pratiği de bir başka temel koşulu idi. Böylece köylü gitgide daha aşağı düştü. Vergiler, kötü hasatlar, paylaşmalar, duruşmalar, köylüleri birbirleri arkasına tefecinin ocağına düşürürler, borçlanma, herbiri için, gitgide daha genel ve gitgide daha büyük bir şey olur; kısacası, bizim küçük köylümüz, aşılmış bir üretim biçiminin her tür kalıntısı gibi, çaresiz bir biçimde yıkıma mahkumdur. Gelecekteki bir proleterdir.
Bu bakımdan, sosyalist propagandayı can kulağı ile dinlemesi gerekir. Ama içine işlemiş bulunan mülkiyet duygusu, onu henüz bundan alıkoyar. Kendi küçük toprak parçasını korumak için ne kadar sert bir biçimde savaşım verme zorunda kalır, umutsuzluk onu oraya ne kadar sıkı bir biçimde kenetlerse, toprak mülkiyetinin ortaklaşa mülkiyete çevirilmesinden sözeden sosyal-demokrat da, ona o kadar, tıpkı tefeci ve avukat gibi, tehlikeli bir düşman olarak görünür. Sosyal-demokrasi bu önyargıyı nasıl yokedebilir? Kendi kendine ihanet etmeksizin, ölmekte olan küçük köylüye ne verebilir?
Burada, marksist eğilimli Fransız sosyalistlerinin tarım programında pratik bir dayanak noktası buluyoruz: küçük köylü iktisadının klasik ülkesinden geldiği ölçüde dikkate değer bir dayanak noktası.
Partinin ilk tarım programı, 1892’de [2] Marsilya Kongresinde kabul edildi. Bu program, varlıksız tarım işçileri (gündelikçiler ve çiftlik uşakları) için, şunları ister: tarım işçileri sendikaları ve belediye meclisleri tarafından saptanmış asgari ücret; yarı yarıya işçilerden bileşen tarımsal yargı kurulları; komünal toprakların satışının yasaklanması ve devlet topraklarının, sahibi bulunduğu ya da kiralamış olduğu tüm toprağı, ortaklaşa işleme ereğiyle, ücretli işçi kullanma yasağı ve komünün denetimi altında, varlıksız tarım emekçilerinin ortak ailelerine kiralayacak olan komünlere kiralanması; yaşlılar ve sakatlar için, büyük toprak mülkiyeti üzerindeki özel bir vergi ile beslenen emeklilik sandıkları.
Küçük köylüler için, -aralarında özellikle küçük çiftlik kiracıları gözetilir-, köylülere maliyet fiyatına kiralanacak tarımsal makinelerin komün tarafından satınalınması; gübre; akaçlama (drainage) boruları, tohumluk, vb. alınması ve ürünlerin satılmasi için tarım birliklerin [kooperatifler -ç.] kurulması: değeri 5.000 frankı geçmeyen mülkler için ferağ ve intikal harçlarının kaldırılması; İrlanda’da olduğu gibi, aşırı çiftlik kiralarını indirmek, ve sözleşmesi biten kiracı ve ortakçılara, mülkte sağladıkları değer artışı nedeniyle verilecek ödentiyi saptamakla görevli hakem komisyonları; Yurttaşlık Yasasının (Medeni Kanun) [3] mülk sahiplerine hasat üzerinde bir ayrıcalık veren 2102’nci maddesinin kaldırılması; alacaklının tarladaki ürüne elkoyma hakkının kaldırılması; köylü için, işinin yürütülmesi bakımından zorunlu olan tarım aletlerini, ürün, tohumluk gübre ve çekim hayvanlarını kapsayan haczedilemez bir yedeklik kurulması; uzun zamandan beri eskimiş bulunan genel kadastronun gözden geçirilmesi, ve bu arada, her komünde yerel gözden geçirme; son olarak, parasız tarımbilim dersleri ve tarımsal deneme alanları istenir.
Görülüyor: Köylüler yararına ileri sürülen istemler -burada şimdilik işçiler yararına ileri sürülen istemlerle uğraşmıyoruz,- pek ileri gitmiyor. Aralarından bir bölümü başka ülkelerde gerçekleşmiş bulunuyor. Kira hakem komisyonları açıkça İrlanda modelinden geliyor. Tarımsal birlikler, Ren ülkelerinde hanidir var. Kadastronun gözden geçirilmesi, tüm liberallerin, ve hatta tüm Batı Avrupa’daki bürokratların sürekli bir dileğidir. Öbür noktalar da, kapitalist rejim bundan önemli bir zarar görmeksizin, gerçekleştirilebilirler. Bunları sadece programın ne olduğunu göstermek için söylüyorum. Böyle söylemekle, kimseyi kınamıyorum; tersine.
Bu program, Fransa’nın çok çeşitli bölgelerindeki köylüler arasında partinin durumunu öylesine düzeltti ki -iştah yedikçe gelir-, onu tarımcıların beğenisine daha da iyi uydurma zorunluluğu duyuldu. Gene de, bu işte, tehlikeli bir alan üzerinde tehlikeye atılındığı seziliyordu. Genel sosyalist programın temel ilkelerini çiğnemeksizin, köylüye, gelecekteki proleter olarak değil, ama bugünkü kırsal mülk sahibi olarak nasıl yardım edilebilirdi? Genel sosyalist programın temel ilkelerini çiğneme eleştirisinden kurtulmak için, yeni pratik önerilerin önüne, sosyalizm ilkesinin, küçük mülkiyeti, kapitalist üretim biçiminin tehdit ettiği yıkıma karşı korumayı gerektirdiğini tanıtlamaya çalışan bir teorik gerekçeler açıklaması konuldu; hem de bu yıkımın kaçınılmaz olduğu görüle görüle. Eylül’de, Nantes Kongresinde kabul edilmiş oldukları biçimleriyle, bu gerekçeler açıklaması ile istemlerin kendilerini, biraz daha yakından inceleyelim.
İşte gerekçeler:
“Genel Parti programının deyimlerine göre, üreticilerin, ancak üretim araçlarını ellerine geçirecekleri zaman özgür olabileceklerini gözönünde tutan;
“Sanayi alanında, bu üretim araçları, her ne kadar üreticilere ancak kolektif ya da toplumsal bir biçim altında geri verilebilecek derecede bir kapitalist merkezileşmeye erişmiş bulunuyorlarsa da, hiç değilse, üretim aracı olan toprağın birçok yerde bireysel olarak üreticilerin kendi ellerinde bulunduğu Fransa’da, tarımsal alanda ya da toprak alanında, bugün için durumun böyle olmadığını gözönünde tutan;
“Köylü mülkiyeti ile belirlenmiş bulunan bu durum, her ne kadar kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya adaysa da, sosyalizmin rolü, mülkiyet ile emeği ayırmak değil, ama tersine, tüm üretimin, bölünmesi proleter durumuna düşmüş bulunan emekçilerin kulluk ve sefaletine yolaçan bu iki etkenini aynı ellerde birleştirmek olduğundan, sosyalizmin, bu yokoluşu hızlandırma durumunda olmadığını gözönünde tutan;
“Sosyalizmin görevi, tıpkı demiryolları, madenler, fabrikalar vb. gibi, aylak sahiplerinden geri alınmış büyük topraklar aracıyla, her ne kadar tarım proleterlerini, kolektif ya da toplumsal biçim altında, mülk sahibi durumuna getirmek ise de, topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahiplerinin, bu toprak parçalarının mülkiyetini, devlet hazinesine, tefeciye, ve yeni toprak beylerinin saldırılarına karşı korumanın da, onun aynı derecede kaçınılmaz bir görevi olduğunu gözönünde tutan;
“Bu korumayı, kiracı ya da ortakçı adı altında, başkalarının topraklarını işleyen, ve her ne kadar gündelikçileri sömürüyorlarsa da, kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü yüzünden buna zorunlu bulunan üreticilere de yaymanın gerekli olduğunu gözönünde tutan;
“Anarşistlerin tersine, toplumsal düzenin değişmesini yaygınlaşmış ve yoğunlaşmış sefaletten beklemeyen, ve emek ve toplum için kurtuluşu, hükümeti ele geçiren ve yasa yapan kır ve kent emekçilerinin örgütlenme ve birleştirilmiş çabalarından başka hiç bir şeyde görmeyen İşçi Partisi, tarımsal üretimin tüm öğelerini, çeşitli sanlarla ulusal toprağı değerlendiren tüm çalışımları, ortak düşmana, toprak feodalitesine karşı aynı savaşımda birleştirmeye yönelik, aşağıdaki tarım programını kabul etmştir.”
Bu gerekçeleri biraz daha yakından inceleyelim.
Önce Fransız programının, üreticilerin özgürlüğünün üretim araçlarına elkonmasını öngerektirdiğini söyleyen tümcesinin, hemen şu tümce ile tamamlanması gerekir: Üretim araçlarına elkonması, ancak iki biçim altında olanaklıdır; ya, hiç bir zaman, hiç bir yerde üreticiler için genel bir biçim durumuna gelmemiş bulunan, ve sınai ilerlemenin gitgide olanaksız kıldığı bireysel mülkiyet olarak; ya da, maddi ve entelektüel koşulları, kapitalist toplumun gelişmesi tarafından yaratılmış bulunan ortak mülkiyet olarak. Öyleyse, üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, proletaryanın elindeki bütün araçlarla izlenmelidir.
Demek ki, üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti, burada ardından koşulacak tek ana erek olarak sunulmuştur. Sadece alanın hanidir hazırlanmış bulunduğu sanayide değil, ama genel olarak, öyleyse tarımda da. Bireysel mülkiyet, programa göre, hiç bir zaman ve hiç bir yerde tüm üreticilere yayılmamıştır; bu nedenle, ve üstüne üstlük, sanayiin gelişmesi onu yokettiği için, sosyalizmin çıkarı onu sürdürmekte değil, ama yokolduğunu görmektedir; çünkü bireysel mülkiyet varolduğu yerde ve varolduğu ölçüde, ortak mülkiyeti olanaksız kılar. Eğer programa başvuracaksak, bu işi, kendini programda dile getiren genel tarihsel doğruluğu, bugün onun Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da bir doğruluk olarak kalmasını sağlayan koşullar içine koyduğuna göre, Nantes’da anılan tümceyi çok anlamlı bir biçimde değiştiren tüm programa başvurarak yapalım.
Üretim araçlarının, tek tek üreticiler tarafından kendilerine maledilmesi, bugün bu üreticilere gerçek bir özgürlük kazandırmaz. Zanaatçılık büyük kentlerde yıkıma uğramıştır; Londra gibi büyük merkezlerde hatta tamamen yokolmuş, yerini büyük sanayi, sweating-system [4] ve kusurlu batkı ile geçinen sefil şarlatanlara bırakmış bulunmaktadır. Toprağı kendi hesabına işleyen küçük köylü, ne toprak parçasının sağlama bağlanmış mülkiyetine sahiptir, ne de özgürlüğe. Tıpkı evi, avlusu, birkaç tarlası gibi o da tefecinin malıdır; varlığı, borçların kölesi olan köylünün hiç yapamadığını yapıp, şurada burada birkaç dingin gün geçirebilen proleterin varlığından daha da güvensizdir. Yurttaşlık Yasasının 2102’nci maddesini kaldırın, haczedilemez bir tarım aletleri, davar vb. yedekliğini yasa ile koruyun, onu, davarını kendi “gönül rızası” ile satacağı, kendini tüm varlığıyla tefeciye vereceği ve böylece kendisine yeni bir cançekişme süresinin tanınmasından hoşnut kalacağı, bir baskıya karşı güvence altına alamazsınız. Küçük köylüyü, kendi mülkiyeti içinde koruma girişiminiz, onun özgürlüğünü değil, ama sadece köleliğinin özel biçimini korur; içinde ne yaşayabildiği, ne de ölebildiği bir durumu uzatır! Öyleyse programınızın birinci paragrafına başvurma zahmetine hiç de değmezdi.
Gerekçeler açıklamasına göre, üretim aracı olan toprak, bugün Fransa’da, birçok yerde, bireysel olarak, üreticilerin kendi ellerinde bulunuyormuş; oysa, sosyalizmin rolü, mülkiyet ile emeği ayırmak değil, ama tersine, tüm üretimin bu iki etkenini aynı ellerde birleştirmekmiş.- Bu genel görünüm altında, sosyalizmin rolünün bu olmadığını, tersine, üretim araçlarını, kolektif olarak, üreticilere vermek olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu durum gözden yitirilir yitirilmez, yukarda anılan tümce, sosyalizmin, bugün sadece görünüşte küçük köylünün mülkü olan şeyi, onun gerçek mülkü haline dönüştürmeye, yani küçük çiftçiyi bir mülk sahibi durumuna getirmeye ve borçlu mülk sahibinin borçlarını ödemeye yönelik bir şey olduğu kanısını uyandırarak, bizi yanılgıya düşürür. Sosyalizm, köylü mülkiyetinin bu yanıltıcı görünüşünün ortadan kalkması ile elbette ilgilenir; ama bu görünüş ortadan bu biçimde kalkmayacaktır.
Ama ne olursa olsun, şimdi işte tam da oradayız: Program gerekçeleri, sosyalizmin ödevinin, onun kaçınılmaz ödevinin, “topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahiplerinin bu toprak parçalarının mülkiyetini, devlet hazinesine, tefeciye, ve yeni toprak beylerinin saldırılarına karşı korumak” olduğunu da düpedüz açıklayabilirler.
Buna göre, bu gerekçeler, sosyalizmden, bir önceki paragrafta olanaksız olduğunu açıkladıkları bir şeyi yapmasını isterler. Tarımcılarn küçük köylü mülkiyetinin “kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya aday” olduğunu söyledikten sonra, sosyalizmin bu mülkiyeti “korumasını” buyururlar. Devlet hazinesi, tefecilik, yeni toprak beyleri, bütün bunlar kapitalist üretimin köylü mülkiyetinin kaçınılmaz yokoluşunu kendileri aracıyla iyi bir sonuca vardırdığı aletlerden başka şeyler midirler? “Sosyalizm”in köylüyü bu teslise karşı hangi araçlar yardımıyla koruyacağı ilerde görülecektir.
Ama mülkiyetinde korunma hakkına sahip olan sadece köylü değil.
“Bu korumayı, kiracı ya da ortakçı adı altında, başkalarının topraklarını işleyen, ve her ne kadar gündelikçileri sömürüyorlarsa da, kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü yüzünden buna zorunlu bulunan üreticilere de yaymak”, aynı biçimde “gereklidir”. İşte çok garip bir alan üzerinde bulunuyoruz. Sosyalizm, özellikle ücretlilerin sömürülmesine karşı savaşır. Ve burada, sosyalizmin kaçınılmaz ödevinin, bize... “gündelikçileri sömürdükleri” zaman, Fransız çiftlik kiracılarının korunması olduğu söylenmiş bulunuyor. - Söylenenleri tıpatıp aktarıyorum! Ve bu, “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü” yüzünden buna zorunlu bulundukları için böyle!
Bu yanlış tutumu bir kez benimsedikten sonra, kayıp gitmek ne kadar hoş ve ne kadar kolay! Büyük ve Orta Alman köylüleri, Fransız sosyalistlerine Alman sosyalist partisi yönetim komitesi nezdinde kendilerine şefaatte bulunmaları, hizmetkârlarını sömürdükleri zaman, tefeciler, vergi alıcıları, buğday spekülatörleri ve hayvan tecimenleri tarafından “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü”yü anımsayarak, partinin onları da korumasını sağlamaları için ricaya gelsinler, - onlara ne yanıt verecekler? Ve büyük toprak sahiplerimizin, borsa, rant ya da buğday tefecileri tarafından “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü”ye dayanarak, tarım işçilerinin sömürüsünde onlardan sosyalist koruma istemek üzere, (tahıl ithalatının ulusallaştırılması üzerine, onlarınkine benzer bir tasarı sunmuş bulunan) kont Kanitz’i de onlara göndermeyecekleri konusunda Fransız sosyalistlerine kim güvence verebilir?
Ama Fransız dostlarımızın, öyle göründükleri kadar kötü düşünmediklerini de hemen söyleyelim! Sözkonusu parça, sadece çok özel bir durumda uygulanacak: Kuzey Fransa’da, toprak, köylülere, çok elverişsiz koşullar içinde şeker pancarı ekme zorunluluğu ile kiralanır; bizde olduğu gibi, köylüler, pancarları, belli bir fabrikaya, bu fabrika tarafından saptanmış fiyatlar üzerinden satmak, önceden saptanmış belli bir tohumluğu almak, belli bir miktarda gübre kullanmak zorundadırlar ve, ürünleri teslim ederken de, ayrıca utanılacak bir biçimde aldatılırlar. Bu, Almanya’da da böyledir. Ama eğer bu türlü köylüler korunmak isteniyorsa, bunu kaçamaksız söylemek gerekirdi! Eğer sadece, tüm genelliği içinde, bu türlü kurulmuş tümceye göre bir sonuca varılırsa, bunun sadece Fransız İşçi Partisi programını değil, ama genel olarak sosyalizmin temel ilkesini de ayaklar altına aldığını kabul etmek gerekir; öyleyse, gerekçeleri açıklama yazarları, eğer gerekçelerin o çok özensiz yazılışı kendi güdeklerine karşı çeşitli çevreler tarafından sömürülürse, yakınmakta haklı olmayacaklardır.
Aynı biçimde, gerekçelerin son sözleri de bir yanlış anlamaya yol açabilirler. Buna göre Sosyalist İşçi Partisinin görevi: “tarımsal üretimin tüm öğelerini, çeşitli sanlarla ulusal toprağı değerlendiren tüm çalışımları, ortak düşmana, toprak feodalitesine karşı aynı savaşımda birleştirmek”tir.
Ben, herhangi bir ülkenin işçi partisinin, kendi saflarına, kırsal proleterler ve küçük tarımcılar dışında, büyük ya da orta köylüleri, ya da zengin çiftlik kiracıları, hayvan yetiştiricileri ve ulusal toprağı işleyen öbür kapitalistleri kabul etmesi gerektiğine açıkça karşı çıkarım. Bunların hepsinin, toprak feodalitesini, kendi ortak düşmanları olarak gördüklerini, bazı sorunlarda onlarla bağdaşma durumunda bulunduğumuzu, belirli erekler için belli bir zaman boyunca onların yanında savaşmamızı kabul ederim; ama, partimiz içinde, her ne kadar toplumun her sınıfından gelen bireyleri kabul edebilirsek de, ister orta köylü, ister orta burjuva olsun, kapitalist çıkar topluluklarını hoşgöremeyiz. Burada da anlam göründüğü gibi değil; yazarların bütün bunları düşünmedikleri açık; ama, ne yazık ki, genelleme gereksinmesi onları çok ileri götürmüş; ve eğer sözleri onların hiç düşünmedikleri anlamda alınırsa, buna hiç de şaşırmamaları gerekecek.
Gerekçeler açıklaması, programa yeni katmalarla izlenmiş. Bu katmalar da, gerekçeler açıklaması kadar gelişigüzel bir biçimde kaleme alınmış.
Komünlerin tarımsal makineler satınalacakları ve bu makineleri köylülere maliyet fiyatı üzerinden kiralayacakları maddesi, komünlerin bu makineleri devlet yardımı ile satınalmaları ve, sonra, bunları küçük ekicilerin yararına parasız olarak sunmaları biçiminde değiştirilmiş. Bu yeni ödün, tarlaları ve toprak işleme biçimleri ancak çok sınırlı bir makine kullanımına izin veren küçük ekicileri pek de zengin etmeyecek.
Daha sonra:
“Tüm dolaylı vergilerin kaldırılması ve 3.000 Frankı geçen gelirler üzerindeki tüm dolaysız vergilerin müterakki vergi durumuna dönüştürülmesi.”
Yıllardan beri, hemen bütün sosyal-demokrat programlar bunu ister. Ama yeni olan ve bu tümcenin içeriği üzerinde ne kadar az düşünüldüğünü gösteren şey, bunun özellikle küçük köylüler yararına istenmesidir! İngiltere’de, sadece bir örnek vermiş olmak için söylüyorum, devlet bütçesi 90 milyon sterlin lirasıdır. Gelir vergisi bunun, onüçbuçuk ondört milyonunu getirir, oysa geri kalan yetmiş altı milyon, kısmen, ticarethanelerin vergilendirilmesinden (posta, telgraf, pul), ve en büyük bölümü de, yığın tüketimi üzerindeki vergi ve harçlardan, yani tüm halkın, ve özellikle yoksulların gelirini, küçük küçük kırpan, ama yavaş yavaş milyonlar oluşturan o durmadan yinelenen kemirilmesinden gelir. Ve, güncel toplumda, devlet harcamalarının bir başka biçimde karşılanması da hemen hemen olanaksızdır. İngiltere’de, en az 120 sterlin lirası (3.000 frank) olan gelirler üzerindeki müterakki bir verginin 90 milyon getireceğini kabul edelim. Yıllık ortalama birikim, tüm ulusal zenginliğin yıllık artışı, 1865’ten 1875’e kadar, Giffen’e göre, 240 milyon sterlin lirası idi. Eğer bunun bugün 300 milyon olduğunu varsayarsak, 90 milyonluk mali yükün, birikimin aşağı yukarı üçte-birini götüreceği sonucu çıkar. Bir başka deyişle, sosyalist bir hükümetten başka hiç bir hükümet, böyle bir işe girişemez: ama sosyalistler iktidara geçecekleri zaman, onların, bu vergi reformunu gelip geçici, önemsiz bir sayışmalık gibi gösterecek, ve küçük köylülere bambaşka olanaklar açacak başka işleri olacaktır.
Bu mali reformun, köylüler için daha uzun zaman kendini bekleteceği de kabul edilmişe benzer, ve onlara “bu arada”: “topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahipleri için toprak vergisinin kaldırılması, ve toprağı ipotekli borçlar altında bulunan kimseler için bu verginin azaltılması” vaadedilir.
Bu tümcenin ikinci bölümü, ancak bir tek ailenin işletemeyeceği kadar büyük mülklere uygulanabilir ve bunun sonucu da, bir kez daha, ancak “gündelikçileri sömüren” köylülere bir yarar sağlayabilir.
Daha sonra:
“Av hayvanları ile balıkların gözetilmesi ve ürünlerin korunması tarafından gerektirilen tedbirlerden başka bir sınırlama olmaksızın, avcılık ve balıkçılık özgürlüğü.”
Bu tümcenin çok halkçı bir görünüşü var, ama baştaki sözcükler sondakilerin tüm değerini ortadan kaldırıyor. Köylü ailesi başına, tüm av mevsimi içinde, kaç tane tavşan, kaç tane keklik, kaç tane turna ya da sazan balığı düşer? Tastamam her köylü için yılda bir tek gün avcılık ya da balıkçılık yapma olanağı sağlanabildiği kadar!
“Yasal ve saymaca faiz oranının düşürülmesi.”
Yani tefeciliğe karşı yeni yasalar, ikibin yıldan beri her zaman ve her yerde başarısızlığa uğramış bulunan bir polis tedbirini uygulama yolunda yeni bir girişim. Eğer küçük köylü, tefeciyi ona “ehveni şer” olarak gösterecek koşullar içinde ise, tefeci, tefeciliğe karşı yasanın yumruğu altına düşmeksizin, onu sömürmenin yollarını her zaman bulacaktır. Bu tedbir ancak küçük köylüyü pohpohlayıp kandırmaya yarayabilir, ama küçük köylü bu tedbirden hiçbir zaman yararlanamaz; tersine, krediye en çok gereksinme duyduğu zaman, bunu bulmakta daha da büyük bir güçlükle karşılaşır.
“Parasız bir hekimlik hizmeti ile maliyet fiyatına bir eczacılık hizmetinin örgütlenmesi.”
Bu tedbir, herhalde salt köylülere uygulanmaz; daha ileri giden Alman programı, ilaçların da parasız sağlanmasını ister.
“Asker ailelerine, hizmet süresi boyunca, tazminat.”
Bu, yetersiz bir biçimde de olsa, Almanya’da ve Avusturya’da da vardır, ve aynı biçimde, sadece köylülere uygulanmaz.
“Gübre, makine ve tarımsal ürünler için taşıma tarifelerinin düşürülmesi.”
Bu, Almanya’da, özellikle... büyük toprak sahipleri yararına, zaten yapılmış bulunan bir şeydir.
“Toprağın iyileştirilmesini ve tarımsal üretimin geliştirilmesini gözeten bir bayındırlık işleri planının hemen irdelenmeye başlanması.”
Bir kez gerçekleştikten sonra, büyük toprak sahiplerinden başka kimseye yaramayacak çok genel, çok belirsiz, çok güzel vaadler!
Kısacası, gerekçeler açıklamasındaki tüm olağanüstü teorik atılımdan sonra, yeni tarımsal programın pratik önerileri de, Fransız İşçi Partisinin, küçük köylüleri, hem de kendi sözlerine göre kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya aday bulunan o köylü mülkiyetinin sahibi olarak tutmasını nasıl başaracağını bize hiç mi hiç açıklamazlar.
II
Bir konuda, Fransız arkadaşlarımız kesenkes haklı:
Fransa’da küçük köylüye karşı dayanıklı bir devrim yapılamaz. Sadece, bize köylüleri davaya kazanmak için gereğince davranmış gibi görünmüyorlar.
Öyle görünüyor ki, küçük köylüyü bugünden yarına, belki hatta gelecek genel seçimler için kazanmayı amaç olarak almışlar. Bu ereğe de, ancak, kendilerini, onları savunmak için daha da atılgan teorik gerekçeler içine atmaya zorlayan çok atılgan genel vaadlerde bulunarak erişmeyi umabilirler. Nedir ki, yakından bakar bakmaz, genel vaadlerin birbirleri ile çelişme durumunda bulundukları (kaçınılmaz biçimde yokolmaya aday bir durumu sürdürme vaadi), özel tedbirlerin ya hiç bir etkileri olmayacağı (tefeciliğe karşı yasa), ya genel işçi istemlerinden başka bir şey olmadıkları, ya daha çok büyük toprak mülkiyetine yaradıkları, ya da küçük köylü yararına taşıdıkları önemin son derece küçük olduğu hemen görülür; öyle ki, programın doğrudan doğruya pratik bölümü, ilk yanlışlıkları düzeltir ve gerekçeler açıklamasının tumturaklı sözlerini tamamen masum bir tedbire indirger.
Şunu açık yürekle söyleyelim: İktisadi durumuna, eğitimine, ve burjuva basın ile büyük toprak sahipleri tarafından beslenen tek başına yasama biçimine dayanan önyargıları nedeniyle, bir küçük köylüler yığınını bugünden yarına ancak ona tutamayacağımızı bildiğimiz vaadlerde bulunarak kazanabiliriz. Ona sadece mülkiyetini her durumda ona saldıran tüm iktisadi güçlere karşı korumayı değil, ama hatta onu bugün baskı altında tutan tüm yüklerden kurtarmayı: küçük çiftlik kiracısını özgür bir mülksahibi durumuna getirmeyi, ve toprağı ağır ipotekler altında bulunan mülksahibinin borçlarını ödemeyi de vaadetmek zorundayız. Eğer bunu yapabilseydik, kaçınılmaz bir biçimde, zorunlu olarak bugünkü duruma varmış bulunan bir gelişmenin çıkış noktasına dönmüş olurduk. Köylüyü kurtarmış olmaz, ama ona yeni bir cançekişme zamanı vermiş olurduk!
Ama bizim çıkarımız, vaadlerimizi tutamayınca, bizi bugünden yarına bırakıp gitmesi için, küçük köylüyü bugünden yarına kazanmakta değil. Bizden küçük toprak mülkiyetini sürdürmemizi isteyen köylüyü, hiç bir zaman, sonuna kadar patron olarak kalmak isteyen küçük patrondan daha çok arkadaş edinemeyiz. Bu insanların yeri, Yahudi düşmanlarının yanıdır. Bırakın onları, onların yanına, küçük işletmelerin kurtulacağı vaadini işitmeye gitsinler; orada bu cafcaflı sözlerin kaç para ettiğini, ve onların cennetini dolduran kemanların ne havalar çaldıklarını öğrenecekleri zaman, daha az vaadeden ve kurtuluşu bir başka yanda arayan bizlerin, daha güvenilir insanlar olduklarımızı, sayıları gitgide büyüyerek, anlayacaklardır. Eğer Fransızların karnı da, bizler gibi, gürültücü bir Yahudi düşmanı demagojiye doymuş olsaydı, Nantes yanlışını öyle kolay kolay yapmazlardı.
Öyleyse küçük köylüler karşısındaki konumumuz nedir? Ve iktidarı ele alacağımız gün onlara karşı nasıl davranmalıyız?
Önce, Fransız programının şu sözü yerden göğe kadar doğru: Küçük köylünün kaçınılmaz yokoluşunu önceden görüyoruz, ama biz bu yokoluşu çabuklaştırmakla hiç de yükümlü değiliz.
Sonra, iktidara geçtiğimizde, büyük toprak sahipleri için yapma zorunda kalacağımız gibi, küçük köylüleri (karşılığını ister ödeyerek, ister ödemeyerek) zorla kamulaştırmayı aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz de bir o kadar açık. Küçük köylü karşısındaki ödevimiz, ilkin, onu buna zorlayarak değil, ama örnekler aracıyla buna götürerek, ve toplumun yardımını onun buyruğu altına koyarak, onun bireysel mülkiyeti ve işletmesini, kooperatif işletmeye dönüştürmektir. Ve bu konuda, daha bugünden gözlerine çarpacak üstünlükleri, küçük köylüye belli belirsiz de olsa gösterme araçlarımız eksik değil.
Aşağı yukarı yirmi yıl önce, tüm ülkede bir tek gerçek kente, Kopenhag’a sahip bulunan, ve bunun sonucu, bu kent dışında, köylüler arasında propagandadan başka bir şey yapmayan Danimarka sosyalistleri, bu türlü tasarılar tasarlamışlardır. Bir köy ya da bir bucak köylüleri -Danimarka’da çok sayıda büyük yalıtık çiftlikler vardır- tüm toprakların bir tek büyük çiftlik durumunda birleştirecek, onu ortaklaşa işleyecek ve ürünleri, getirilen topraklar, yatırılan para ve sağlanan emekle orantılı olarak bölüşeceklerdi. Danimarka’da, küçük mülkiyet ancak ikincil bir rol oynar. Ama, eğer biz bu düşünü küçük toprak mülkiyetinin yaygın bulunduğu bir ülkeye uygularsak, şu sonuca varırız: küçük mülkleri birleştirir ve onları büyük ekim yöntemlerine göre işlersek o güne kadar kullanılan işgücünün bir bölümü gereksiz bir duruma gelir; büyük ekimin en önemli üstünlüklerinden biri de işte bu emek tasarrufunun ta kendisidir. Bu işgücü, iki biçimde kullanılabilir: ya, büyük komşu mülklerden alınmış başka topraklar köylü kooperatifinin buyruğuna konulur, ya da ona, elden geldiğince ve öncelikle kişisel kullanım için, yardımcı bir sanayiin çalışma araçları verilir. Her iki durumda da, köylü kooperatifi daha iyi bir durum içine konmuş, ve aynı zamanda toplumun genel yönetimine, köylü kooperatifini kerteli bir biçimde daha yüksek bir biçime geçirmek ve tüm kooperatifin olduğu kadar tek tek üyelerinin de hak ve ödevlerini, büyük topluluğun öbür kollarının hak ve ödevleri ile dengelemek için zorunlu etki gücü de sağlanmış olur. Her özel durumun koşulları ile, erkliği içlerinde ele geçireceğimiz koşullar, bu özel durum içinde nasıl davranacağımızı bize göstereceklerdir. Böylece bu kooperatiflere belki başka kolaylıklar da sağlayabileceğiz: örneğin, faiz oranını yeterince düşürerek, tüm ipotekli borçların ulusal bankaya devri; toprağın büyük çapta işlenmesini gerçekleştirmek için kamu fonlarından öndelikler sağlanması (bu öndelikler zorunlu olarak ve öncelikle para biçiminde değil, ama makine, gübre vb. zorunlu ürünler biçiminde sağlanacaktır) ve daha başka kolaylıklar gibi.
Asıl önemli olanı, köylülere, onların mülkiyetini, bu mülkiyeti ancak kooperatif bir mülkiyet ve işletme durumuna dönüştürerek kurtarıp koruyabileceğimizi anlatmaktır. Çünkü köylüleri yıkıma götüren şey, bireysel mülkiyet sonucu olan bireysel işletmenin ta kendisidir. Eğer bireysel işletmeyi korumak isterlerse, onların aşılmış bulunan üretim biçimi yerini büyük kapitalist işletmeye bırakırken, onlar da, zorunlu olarak, kendi topraklarından kovulacaklardır. Durum gözler önündedir; ve biz, köylülere, kapitalist hesabına değil, ama kendi ortak hesaplarına, büyük işletmeye girme olanağını sunduğumuz zaman, bunun kendi yararlarına olduğunu, bunun tek kurtuluş yolu olduğunu onlara anlatmak olanaksız mı olacaktır?
Küçük topraklar üzerinde çalışan köylülere, kapitalist üretimin üstünlüğü karşısında, onları bireysel mülk ve işletmelerinin sahipleri olarak koruyacağımız vaadinde bulunamayız. Onlara, sadece, onların mülkiyet ilişkilerine, onların isteğine karşı, kaba güç yardımıyla karışmayacağımızı vaadebiliriz. Ayrıca, kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin küçük köylülere karşı savaşımının daha bugünden itibaren, daha dürüst araçlarla yürütülmesi, ve bugünkü dolaysız soygun ve dolandırıcılığın olanak ölçüsünde engellenmesi için, elimizden geleni de yapabiliriz. Bu, ancak, bazı ayrıksın durumlarda başarılı olacaktır. Gelişmiş kapitalist üretim biçimi içinde, dürüstlüğün nerede bitip dolandırıcılığın nerde başlayacağını kimse bilmez. Ama kamu erkliğinin aldatılan ya da aldanan yanda olup olmadığına göre, işler her zaman birbirinden çok başka olacaktır. Ve biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız; yazgısını daha katlanılabilir kılmak, eğer aklı yatmışsa kooperatife geçişini kolaylaştırmak, ve hatta, eğer aklı yatmamışsa, ona kendi küçücük toprak parçasının sahibi olarak düşünme zamanını bırakmak için, elden gelen her şeyi yapacağız. Önce kendi hesabına çalışan küçük köylünün, gücül olarak bizden olduğunu düşündüğümüz, sonra da partimizin çıkarına olduğu için, böyle davranıyoruz. Proletarya içine düşüşlerini önleyeceğimiz, henüz köylü olarak kazanabileceğimiz köylülerin sayısı ne kadar büyük olursa, toplumsal dönüşüm de o kadar hızlı ve kolay olacaktır. Bu dönüşüm için, kapitalist üretimin her yerde son vargılarına kadar gelişmesine, son küçük zanaatçının, son küçük köylünün, büyük kapitalist işletmenin kurbanları durumuna düşmelerine dek beklemeye zorlanmak, bize hiç bir yarar sağlamaz. Bu yönde, köylüler yararına, kamu fonları yardımıyla yapılabilen maddi sungulara, kapitalist ekonomi açısından, sadece sokağa atılmış bir para olarak bakılabilir; ama gene de bu paralar iyinin iyisi bir yatırımdır, çünkü toplumsal yeniden örgütlenme harcamalarında belki on kez daha büyük bir pay tasarruf ederler. Öyleyse, biz, bu yönde, köylülerle birlikte büyük bir el açıklığı ile davranabiliriz. Burası ayrıntılara girmenin, bu yönde belgin önerilerde bulunmanın yeri değil; sadece genel ilkeler sözkonusu olabilir.
Öyleyse partiye de, köylülere de, niyetimizin küçük toprak mülkiyetini sürekli bir biçimde korumak olduğu izlenimini uyandıran açıklamalarda bulunmaktan daha kötü bir hizmette bulunamayız. Bu köylülerin kurtuluş yolunu kapamak, partiyi gürültücü bir Yahudi düşmanlığı düzeyine düşürmek olur. Tersine, Partimizin ödevi, köylülere, kapitalizm iktidarda, olacağı sürece, o mutsuz durumlarını durup dinlenmeden açıklamak; küçük mülkiyetlerini, küçük mülkiyet olarak korumasının kesenkes olanaksız olduğunu, büyük kapitalist üretimin, tıpkı bir demiryolunun bir elarabasını ezdiği gibi, onların o güçsüz ve günü geçmiş küçük işletmeleri üzerinden geçmesinin kaçınılmaz bulunduğunu onlara göstermektir. Eğer böyle davranırsak, kaçınılmaz iktisadi gelişme yönünde davranmış olacağız, ve bu gelişme, küçük köylülere, sözlerimizin doğruluğunu göstermiş olacak.
Bununla birlikte, Nantes programı yazarlarının, işin özünde benimle aynı kanıyı taşıdıkları yolundaki inancımı dile getirmeksizin bu konuyu bırakamam. Onlar, küçük köylü mülkiyetinin kolektif mülkiyete dönüşmeye aday olduğunu bilmeyecek kadar akılsız değiller!
Küçük toprak mülkiyetinin yokolmaya aday bulunduğunu kendileri söylüyor. Lafargue tarafından yazılıp Nantes kongresine sunulan Ulusal Komite raporu, bu kanı ile tıpatıp uyuşur. Bu raporun Almancası, Berlin Sozialdemokrat’ının son 18 Ekim günlü sayısında yayımlandı. [5] Nantes programının deyimleri içindeki çelişkiler, yazarların gerçekte dedikleri şeyi deme niyetinde olmadıklarının kanıtıdır. Eğer düşüncelerini açıklama biçimleri yüzünden, daha önce de olmuş bulunduğu gibi, ne dedikleri anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmışsa, bundan ötürü kendilerinden başka kimseye kızamazlar. Her halde, programlarını daha iyi açıklayacaklar, ve gelecek Fransız kongresi de, kendini bu programı adamakıllı gözden geçirme zorunda görecektir.
Şimdi daha zengin köylülere gelelim. Bu kategoride, her şeyden önce kalıtım sonucu, ama borçlandırma ve toprakların zorunlu satışları aracıyla da, kullanma hakkından yararlandıkları tüm eski toprakları (tenure) ve hatta daha da çoğunu elinde tutan, ve küçük topraklı köylüden büyük köylüye kadar uzanan tüm bir aracı aşamalar örneklemesini buluyoruz. Orta köylü, küçük köylüler arasında oturduğu zaman, onların çıkarları ve görüşleri ile, kendi çıkar ve görüşleri arasında pek bir ayrım olmayacaktır; çünkü deneyi, benzerlerinden ne kadarının küçük köylüler yığını içinde batıp gittiklerini ona söyleyecektir. Ama orta ve büyük köylülerin ağır bastıkları, çiftlik işletmesinin, genellikle çiftlik uşakları ile hizmetçilerin yardımını gerektirdiği yerlerde, durum bundan başkadır. Bir İşçi Partisi doğal olarak, ilkin ücretlileri, yani hizmetkârları, çiftlik hizmetçilerini ve gündelikçileri koruyup savunacaktır; bundan ötürü, köylülere, işçilerin ücretlilik sürekliliğini içeren vaadlerde bulunmayı kendine yasaklar. Orta ve büyük köylüler, orta ve büyük köylüler olarak varoldukları sürece, ücretliler olmaksızın işlerini yürütemezler. Öyleyse, küçük topraklı köylülere varlıklarını küçük köylüler olarak sürdüreceklerini vaadetmek, eğer bizim için sadece bir budalalıksa, aynı şeyi orta ve büyük köylülere vaadetmek, hemen hemen dolaysız bir ihanet olur.
Kentlerin zanaatçıları ile yeniden bir karşılaştırma yapabiliriz. Gerçi bunlar, sonlarına köylülerden de yakındırlar, ama gene de sadece çırak değil, işçi de çalıştıranları, ya da çıraklarına bir işçinin işini yaptıranları hâlâ vardır. Küçük patronlar arasında, sonuna kadar patron kalmak isteyenlerin o yanda da kurtuluş olmadığını görmeleri için, Yahudi düşmanları içine girmekten başka bir yapacakları yoktur. Kendi üretim biçimlerinin kaçınılmaz yokoluşunun bilincine varmış bulunanları bizim yanımıza gelirler ve daha sonra tüm öbür işçileri bekleyen yazgıyı paylaşmaya da hazırdırlar. Durum, büyük ve orta köylüler için de başka türlü değildir. Hizmetkârları, hizmetçileri ve gündelikçileri, doğal olarak bizi onların kendilerinden daha çok ilgilendirirler. Eğer bu köylüler, bizim onlara, işletmelerinin oldukları gibi kalacakları yolunda güvence vermemizi isterlerse, biz, bunu, hiç bir biçimde yapamayız. Bunların yeri, her şeyi vaadettikten sonra hiç birini tutmamaktan daha büyük bir zevkleri bulunmayan Yahudi düşmanlarının arasında, Köylüler Birliği ya da bu türlü öbür partilerin içindedir. İktisadi bakımdan, kapitalist rekabet ve denizaşırı ucuz tahıl üretimi nedeniyle, orta ve büyük köylülerin de kesenkes ezileceklerine inanıyoruz; zaten durmadan artan borçlanma ile tüm bu köylülerin gözle görülür yıkımı da bunu kanıtlamaktadır. Bu yıkıma karşı, mülklerin, ücretlilerin sömürüsünü gitgide ortadan kaldıracak ve yavaş yavaş büyük ulusal üretim kooperatifinin aynı hak ve aynı ödevlere sahip kolları durumuna dönüşecek kooperatif bir işletme içinde toplanmasını salık vermekten başka, hiç bir şey yapamayız. Eğer bu köylüler bugünkü üretim biçimlerinin kaçınılmaz yıkılışını anlarlar, eğer bundan gerekli sonuçları çıkartırlarsa, bize geleceklerdir, ve onların dönüşmüş üretim biçimine geçişlerini elimizden geldiğince kolaylaştırmak da bizim işimiz olacaktır. Böyle olmazsa, onları kendi yazgılarına bırakmak, ve bizim de, onların çağrılarımıza kulak verecek olan ücretlilerine yönelmemiz gerekecektir. Çok olanaklıdır ki, zorla kamulaştırma burada da sözkonusu olmayabilecek, ve bu biraz kalınca kafaları sağduyuya açmak için burada da iktisadi gelişmeye güvenebileceğiz.
Ancak büyük mülkiyete ilişkin olaraktır ki, her şey çok yalındır. Burada karşımızda açık bir kapitalist işletmeden başka hiç bir şey yok, ve herhangi bir iç tedirginliği de sözkonusu olamaz. Önümüzde tarımsal proleter yığınlarını görüyoruz, ve bu da ödevimizi çok açık duruma getiriyor. Partimiz iktidara geçer geçmez, yapması gereken şey, tıpkı büyük sanayiciler gibi, büyük toprak sahiplerini de mülksüzleştirmektir. Bu kamulaştırmanın karşılık ödenerek ya da ödenmeyerek yapılması ise, özünde bize değil, ama iktidara geçme koşullarımıza, ve özellikle de büyük toprak sahibi efendilerin tutumuna bağlı bulunacaktır. Bir zarar ödentisinin her durumda kabul edilmez bir şey olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz; eğer tüm bu çeteden kurtarmalık vererek kurtulursak, kendisine göre bunun bize daha ucuza malolacağını Marx bana kaç kez söyledi bilmem. Ama bizim buradaki işimiz bu değil. Böylece topluluğa maledilen büyük mülkler, topluluğun denetimi altında, kooperatifler biçiminde örgütlenmiş olarak, daha o andan itibaren onları işleyen tarımsal işçilere verilmelidirler. Bunun hangi biçimler altında olacağı daha bugünden saptanamaz. Ne olursa olsun, kapitalist işletmenin sosyalist işletme biçimine dönüşümü şimdi iyiden iyiye hazırlanmış bulunmaktadır, ve örneğin Bay Krupp ya da Bay Stumm’un fabrikalarındaki gibi, bir günden öbürüne gerçekleştirilebilir. Ve bu tarımsal kooperatifler örneği, hâlâ ayak direyen son küçük topraklı köylülere, ve belki bazı büyük köylülere bile, büyük bir kooperatif işletmede ne kadar çok yarar bulunduğunu gösterecektir.
Demek ki bu durumda, tarım proleterlerine, en azından sanayi proleterlerininki kadar parlak bazı perspektifler gösterebiliriz. Ve bunun yardımıyla, Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım işçilerini kazanma sorunu, bir zaman, hem de en kısa bir zaman sorunundan başka bir şey değildir. Ama eğer bunları bizimkiler arasına bir katarsak, tüm Almanya’da yepyeni bir rüzgar esecektir. Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım işçilerinin edimsel yarı-serfliği, Prusya’daki toprakağaları egemenliği, ve dolayısıyla, Almanya’daki özgül Prusya üstünlüğünün başlıca temelidir. İşte bu yoksullaşmış, gitgide borçlar içine batmış, devletin ya da özel kişilerin sırtından geçinen toprakağalarıdır ki, egemenliklerine tüm güçleri ile öylesine sarılmaya çalışırlar; bürokrasisi ve subaylar topluluğunun salt Prusya’lı niteliğini oluşturup sürdürenler onlardır; kibirleri, sınırlı kafaları, büyüklenmeleri sayesinde, Prusya ulusunun Kutsal Alman İmparatorluğuna [6] karşı -bunun şu anda Alman birliğinin olanaklı tek biçimi olduğu kabul edilse de- Almanya’daki o nefreti yaratmış ve gene de öylesine muzaffer bu ülke için yabancı ülkelerde saygı kazandırmasını bir türlü bilememiş olanlar onlardır. Bu toprakağalarının iktidarı, eski Prusya’nın yedi eyaletinden -yani tüm imparatorluğun aşağı yukarı üçte-birinden- oluşmuş bir alan içinde, burada siyasal ve toplumsal iktidara yolaçan toprak mülkiyetine, ve sadece toprak mülkiyetine değil, ama örneğin pancar şekeri ve likör fabrikaları gibi, ayrıca bu alanın en önemli sanayilerini de ellerinde tutmaları olgusuna dayanır. Böylesine elverişli bir duruma, ne Almanya’nın geri kalan büyük toprak sahipleri, ne de büyük sanayicileri sahiptir; bir bütün oluşturan bir krallığa, ne birileri sahiptir, ne de öbürleri. Onlar geniş alanlara yayılmışlardır, ve kendilerini çevreleyen toplumsal öğeler ile, siyasal ve iktisadi üstünlük kavgası yaparlar. Ama Prusya’lı toprak ağalarının bu egemen durumu, iktisadi temelini gitgide yitirir. Borçlanma ve yoksullaşma, hem de tüm devlet yardımına karşın (ve Frederic I’den itibaren, bu yardım her toprakağası bütçesinin az buçuk düzenli bir öğesidir), durmadan yayılır; toprak ağalarına batmama yeteneğini, sadece tarım işçilerinin töre ve yasa tarafından onanmış bulunan ve sınırsız bir sömürü olanağı sağlayan edimsel yarı-serfliği kazandırır. Sosyalist teoriyi bu işçiler arasına ekin, onlara cesaret verin, hakları için savaşımda onları biraraya getirin, işte o zaman toprak ağalarının egemenliği hapı yuttu demektir! Almanya için, Rus çarlığının tüm Avrupa için olduğu kadar barbar ve fatih bir öğesini temsil eden büyük gerici iktidar, işte o zaman delinmiş bir sidik torbası gibi çatlayacaktır. Prusya’nın “ilk alaylar”ı sosyalist oluyor, ve bunun sonucu, güçlerin, bağrında tüm bir devrimi taşıyan bir yer değiştirmesidir. Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım proletaryasının fethi, işte bu nedenle Batının küçük köylüleri ya da Güneyin orta köylülerinin fethinden çok daha önemlidir. Bizim kesin savaş alanımız, işte burada, Elbe’nin doğusundaki bu Prusya’dadır, ve hem hükümet, hem de toprak ağaları, işte bu nedenle, ne pahasına olursa olsun, bizim oraya girmemizi engellemeye çalışacaklardır. Ve eğer -tehditlerin bize anlattıkları gibi- partimizin gelişmesini engellemek için yeni zor tedbirleri alınacaksa, bu tedbirler özellikle propagandamız karşısında bulunan Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım proletaryasını korumak için alınacaktır. Ama bize vız gelir: biz onu ne olursa olsun, kazanacağız.
15-22 Kasım 1894 Köylüler Savaşı,Friedrich ENGELS
Dipnotlar
[1] Engels’in, 15-22 Kasım 1894’te yazılıp, Neue Zeit, Bd. 1. No 10, 1894-1895’te yayımlanan Fransa’da ve Almanya’da Köylü Sorunu başlıklı yazısı, tarım sorunu üzerine çok önemli bir marksist yapıttır. Bu yapıtın yazılmasının dolaysız nedeni şu olay oldu: 1894 yılında, Main-üstü-Frankfurt’ta, Alman Sosyal-Demokrat Partisinin, çalışmaları içinde tarım program tasarısının da incelendiği bir kongresi toplandı. Vollmar ve öbür oportünistler, tartışmalar sırasında, örneğin büyük köylülerin sosyalizme kerteli geçişi üzerine, marksizme karşıt teorileri kabul ettirmeye çalıştılar. Engels, Fransız sosyalistleri tarafından, 1892 Marsilya Kongresinde kabul edilip 1894 Nantes Kongresinde tamamlanmış bulunan tarım programlarında yapılmış yanlışlıkları düzeltmek için de basında sesini duyurmak istiyordu. Oportünistlere bazı ödünler veren Fransız sosyalistleri, böyle yapmakla marksist konumlardan beri bir ölçüde ayrılmışlardı. Engels, bu yapıtta, çeşitli köylü grupları karşısındaki proletarya siyasasının devrimci temellerini de açıklar ve işçi sınıfının emekçi köylülük ile birliği düşününe varır.
[2] Fransız İşçi Partisinin X. Kongresi 24-28 Eylül 1892’de, Marsilya’da toplandı. Kongre, partinin durumu ve çalışmasına, Bir Mayısın kutlanmasına, 1893 Zürih uluslararası sosyalist işçi kongresine katılmaya, parlamento seçimlerine girmeye ilişkin sorunları inceledi.
Köylü devriminin ülkedeki yükselişi ve parlamento seçimlerinde köylülerin desteğini sağlama isteği gözönünde tutulursa, kongre gündeminin en önemli konusu, kırdaki çalışma oldu. Kongre, kırsal proleterler ve küçük köylüler yararına bazı somut istemler formüle eden bir tarım programi benimsedi. Ama bu program, sosyalist ilkelere birçok aykırılıklar, küçük-burjuva düşlere ve köylülüğün mülkiyet eğilimine, hatta kırın zengin katmanlarının sömürücü özlemlerine birçok ödünler de içeriyordu. Bu yanlışlıklar, oportünist eğilimlerin etkisini yansıtıyorlardı. Nantes Kongresinde bu yanlışlıklar, programı gerekçeleyen bölümün ve bazı eklerin kabul edilmesi ile, daha da ağırlaştırıldılar.
[3] Burada Code Napoléon’dan sözeden Engels, sadece Napoléon I döneminde 1804’te kabul edilen ve bu ad altında tanınan Yurttaşlık Yasası’nı (Code civil) değil, ama Napoléon I döneminde 1804-1810 yılları arasında kabul edilen beş yasadan (yurttaşlık (medeni), yurttaşlık usul, tecim, ceza, ceza usul yasaları) oluşan tüm burjuva türel sistemini gözönünde tutmaktadır. Bu yasalar, Almanya’nın, Napoléon Fransası tarafından işgal edilen Batı ve Güney-Batı bölgelerinde ve Renanya’da uygulandılar, -hatta Renanya’nın 1815’te Prusya’ya katılmasından sonra bile.
[4] Emekçileri ezip suyunu çıkarma sistemi.
[5] “Sozialdemokrat”, Almanya Sosyal-Demokrat Partisinin, 1894-1895 arası Berlin’de yayımlanan günlük gazetesi.
Lafargue’ın Köylü Mülkiyeti ve İktisadi Gelişme başlıklı raporu, 18 Ekim 1894 günü, bu gazetenin ekinde yayımlandı.
[6] Engels, “Prusya ulusunun Kutsal Almanya İmparatorluğu”ndan sözederek, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu adlandırmasını genişletir, ve Almanya’nın birleşmesinin, yani 1871 yılında, Fransa üzerindeki zaferden sonra, Alman İmparatorluğunun kuruluşunun, Prusya’nın egemenliği altında gerçekleştiğini ve Alman topraklarının Prusyalılaştırılması ile izlendiğini vurgular.
Burjuva ve gerici partiler, sosyalistler arasında köylü sorununu birdenbire ve her yerde gündemde görmekle olağanüstü bir şaşkınlığa düşüyorlar. Aslında bu işin uzun zamandan beri böyle olmamasına şaşmak daha doğru olurdu. İrlanda’dan Sicilya’ya, Andaluzya’dan Rusya ve Bulgaristan’a kadar, köylü, nüfusun, üretimin ve siyasal iktidarın çok önemli bir etkenidir. Sadece Batı Avrupanın iki bölgesi, bir ayrıklama oluşturur. Büyük-Britanya’da, büyük toprak mülkiyeti ile büyük tarım, toprağı kendi hesabına işleyen köylüyü tamamen ortadan kaldırmışlardır. Prusya’nın, Elbe’nin doğusundaki bölümünde de, aynı süreç yüzyıllardan beri sürer, ve orada da, gitgide, köylü ya “kovulmuş”, ya da iktisadi bakımdan arka plana atılmıştır.
Bugüne kadar, köylü, siyasal bir etken olarak, kendini sadece tarla yaşamının yalnızlığına dayanan iç sönüklüğü ile göstermiştir. Nüfusun büyük yığınının bu iç sönüklüğü, sadece Paris ve Roma parlamenter bozulmuşluğunun değil, ama Rus despotluğunun da en güçlü dayanağını oluşturur. Ama hiç de üstesinden gelinemez bir şey değildir. İşçi hareketinin doğuşundan beri, burjuvalar, Batı Avrupa’da, özellikle küçük toprak mülkiyetinin egemen olduğu yerlerde, sosyalist emekçileri, köylülerin imgeleme yetisine “paylaştırıcılar” görünümü altında göstererek, onları kuşkulu ve iğrenç kılmakta güçlük çekmemişlerdir; onları, köylü mülkiyeti üzerine kurgular kuran tembel ve açgözlü kentliler olarak göstermek, burjuvalar için kolay olmuştur. 1848 Şubat devriminin bulanık sosyalist özlemleri, Fransız köylülerinin gerici oy pusulaları sayesinde hızla silinip süpürülmüşlerdir. Dinginliğe sahip olmak isteyen köylü, anılarının hazinesinden köylülerin imparatoru Napoléon efsanesini çıkardı, ve ikinci İmparatorluğu kurdu. Köylülerin bu marifetinin Fransız halkına nelere malolduğunu biliyoruz; Fransız halkı bugün bile bunun sonuçlarının acısını çekiyor.
Ama o çağdan bu yana, çok şey değişti. Kapitalist üretim biçiminin gelişmesi, küçük tarımsal işletmeye ölüm yumruğunu indirdi. Küçük tarımsal işletme, karşı konmaz bir biçimde çöküyor, ölüyor. Kuzey ve Güney Amerika ile Hindistan’ın rekabeti, Avrupa pazarını ucuz tahıl baskınına boğdu; hem de öylesine ucuz ki, hiç bir yerli üretici, yabancı rakipleri ile savaşıma giremiyor. Büyük toprak sahibi ile küçük köylü, göz göre göre yıkıma uğramalarını, her ikisi de aynı gözle görmektedirler. Ve her ikisi de toprak sahibi ve köylü olduklarından büyük toprak sahibi, kendini küçük köylü çıkarlarının savunucusu olarak gösteriyor, ve o da - genel olarak- onu öyle kabul ediyor.
Bununla birlikte, Batı, güçlü bir sosyalist işçi partisinin geliştiğini de görmüştür. Şubat devrimi çağının karanlık önsezi ve duyguları, tüm bilimsel gereklikleri yanıtlayan, belgin ve elle tutulur istemleri kapsayan bir program durumuna gelmek üzere, durulaşmış, gelişmiş, derinleşmişlerdir. Bu istemler, durmadan artan bir sayıdaki sosyalist milletvekilleri tarafından, Alman, Fransız, Belçika Parlamentolarında orunlanmışlardır. Siyasal iktidarın sosyalist parti tarafından fethi, gitgide daha yakın görünüyor. Ama siyasal iktidarı fethetmesi için, bu partinin önce kentten tarlalara geçmesi, kırda bir güç durumuna gelmesi gerekiyor. Bütün öbür partiler üzerinde, iktisadi nedenleri siyasal sonuçlara bağlayan sıkı ilişkiyi açıkça görme üstünlüğüne sahip olan, kuzu postu altında saklanan kurdun, köylünün o patavatsız dostunun, büyük toprak sahibinin maskesini de uzun zamandan beri yüzünden çıkarmış bulunan bu parti, ikiyüzlü savunucularının elleri arasında yıkıma adanmış köylüyü, onu sanayi işçisinin edilgin düşmanı durumundan, etkin düşmanı durumuna dönüştürmelerine kadar, kendi haline bırakmalı mıdır? Ve böylece, köylü sorununun özüne gelmiş bulunuyoruz.
I
Kendisine yönelebileceğimiz tarımsal nüfus, çeşitli bölgelere göre daha da değişken, çok farklı öğelerden bileşmiştir.
Almanya’nın batısında, Fransa ve Belçika’da da olduğu gibi, küçük topraklı (parcellaira) köylülerin küçük yetiştirimi ağır basar; bu köylüler, çoğunlukla topraklarının sahipleri, ve azınlıkla da küçük çiftlik kiracılarıdırlar.
Kuzey-Batıda -Aşağı-Saksonya ve Schleswig-Holstein’da- çiftlik uşakları, hizmetçiler, hatta gündelikçilerden vazgeçemeyen büyük ve orta köylüler ağır basar. Bavyera’nın bir bölümünde de durum böyledir.
Prusya’nın, Elbe’nin doğusundaki bölümü ile Mecklembourg, -yanısıra, görece güçsüz ve sürekli olarak azalan bir orandaki orta ve küçük köylüler ile birlikte-, büyük toprak mülkiyeti, ve çiftlik hizmetkârları ve gündelikçiler yardımıyla yapılan büyük yetiştirim alanlarıdırlar.
Merkezi Almanya’da, bütün bu mülkiyet ve işletme biçimleri, aralarından birinin geniş bir alan üzerindeki üstünlüğü olmaksızın, yerine göre çeşitli oranlarda birbirlerine karışmış olarak bulunurlar.
Ayrıca, sahip bulunulan ya da kiralanan tarlanın aileyi beslemeye yetmediği, sadece bölgesel sanayiin kurulmasına temel hizmeti gördüğü, ve bu sonuncuya, tüm yabancı rekabete karşın, ürünlere sürekli bir sürüm sağlayan son derece düşük ücretler ödenmesini olanaklı kılan azçok geniş bölgeler de bulunur.
Peki, kırsal nüfusun bu bölüntüleri arasında, sosyal-demokrat partinin kazanabileceği bölüntüler hangileridir? Bu sorunu elbette ancak ana çizgileri içinde irdeliyoruz. Ancak en göze çarpan biçimleri gözönünde tutuyoruz: aracı aşamalar ve karma toplumsal nüfuslarla uğraşmak için yerimiz eksik.
Küçük köylüden başlayalım. Küçük köylü, genellikle, Batı Avrupa için, sadece tüm köylülerin en önemlisi olmakla kalmaz, ayrıca tüm bu sorun bakımından bize bunluklu örneği (cas critique) de sağlar. Eğer küçük köylü karşısındaki konumumuzu saptarsak, kırsal nüfusun öbür öğeleri karşısındaki tutumumuzu belirlememizi sağlayan işaret noktasına da sahip oluruz.
Küçük köylüden, burada, onun ailesi ile birlikte düzenli olarak işleyebileceğinden daha büyük, ve ailenin beslenmesi için zorunlu olandan da daha küçük olmayan bir toprak parçasının sahibi ya da kiracısını -özellikle sahibini- anlıyoruz. Öyleyse bu küçük köylü, küçük zanaatçı gibi, modern proleterden, çalışma araçlarını henüz elinde bulundurması bakımından ayrılan bir emekçi, yani aşılmış bir üretim biçiminin bir kalıntısıdır. Kendi atası olan serf, ya da çok ayrıksın bir biçimde özgür, ama haraç ve angaryaya bağlanmış köylüden, üç bakımdan ayrılır. İlkin, Fransız Devrimi, onu, beyine borçlu bulunduğu feodal yükümlülük ve hizmetlerden kurtarmış, ve çoğu durumda, hiç olmazsa Ren’in sol kıyısında, toprağını onun kendi mülkiyetine vermiştir. - İkinci olarak, özerkli ortaklığın (communauté) korumasını yitirmiştir. Böylece eski ortaklıktaki [Mark -ç.] yararlanma payından yoksun kalmıştır. Ortaklaşa toprak, ya eski bey, ya da Roma hukukuna dayanan “aydın” bürokratik bir yasama tarafından elçabukluğuna getirilmiştir. Böylece küçük köylü, ot ve saman satın almaksızın davarını besleme olanağından yoksun kalmış bulunduğunu görür. Ama iktisadi bakımdan, ortaklaşa topraktan yararlanma haklarının yitirilmesi, feodal yükümlülüklerin ortadan kalkmasını, hem de çoğuyla, ödünler. Çift hayvanlarını besleyemeyen köylülerin sayısı durmadan artar. Üçüncü olarak, bugünkü köylü, bir de eski üretken çalışmanın yarısını yitirmekle ayırdedilir. Eskiden o, ailesi ile birlikte, çok büyük bir bölümilnü kendi üretmiş bulunduğu hammaddeler yardımıyla, gereksindiği sınai ürünleri kendi üretiyordu. Gene de eksik kalan şey, tarım dışında bir iş daha yapan ve çoğu zaman ücretleri trampa ya da karşılıklı hizmetler yoluyla ödenmiş bulunan köy komşuları tarafından sağlanıyordu. Aile, ve hele köy, kendi kendilerine yetiyorlar, ve kendileri için gerekli olan şeylerin hemen hepsini üretiyorlardı. Hemen hemen arı durumundaki doğal ekonomiydi bu, para hemen hiç kullanılmıyordu. Kapitalist üretim, parasal iktisat ve büyük sanayi aracıyla, bu duruma son verdi. Ama eğer ortaklaşa topraktan yararlanma, bunun varlığının temel bir koşulu idiyse, bir sanayiin ikincil pratiği de bir başka temel koşulu idi. Böylece köylü gitgide daha aşağı düştü. Vergiler, kötü hasatlar, paylaşmalar, duruşmalar, köylüleri birbirleri arkasına tefecinin ocağına düşürürler, borçlanma, herbiri için, gitgide daha genel ve gitgide daha büyük bir şey olur; kısacası, bizim küçük köylümüz, aşılmış bir üretim biçiminin her tür kalıntısı gibi, çaresiz bir biçimde yıkıma mahkumdur. Gelecekteki bir proleterdir.
Bu bakımdan, sosyalist propagandayı can kulağı ile dinlemesi gerekir. Ama içine işlemiş bulunan mülkiyet duygusu, onu henüz bundan alıkoyar. Kendi küçük toprak parçasını korumak için ne kadar sert bir biçimde savaşım verme zorunda kalır, umutsuzluk onu oraya ne kadar sıkı bir biçimde kenetlerse, toprak mülkiyetinin ortaklaşa mülkiyete çevirilmesinden sözeden sosyal-demokrat da, ona o kadar, tıpkı tefeci ve avukat gibi, tehlikeli bir düşman olarak görünür. Sosyal-demokrasi bu önyargıyı nasıl yokedebilir? Kendi kendine ihanet etmeksizin, ölmekte olan küçük köylüye ne verebilir?
Burada, marksist eğilimli Fransız sosyalistlerinin tarım programında pratik bir dayanak noktası buluyoruz: küçük köylü iktisadının klasik ülkesinden geldiği ölçüde dikkate değer bir dayanak noktası.
Partinin ilk tarım programı, 1892’de [2] Marsilya Kongresinde kabul edildi. Bu program, varlıksız tarım işçileri (gündelikçiler ve çiftlik uşakları) için, şunları ister: tarım işçileri sendikaları ve belediye meclisleri tarafından saptanmış asgari ücret; yarı yarıya işçilerden bileşen tarımsal yargı kurulları; komünal toprakların satışının yasaklanması ve devlet topraklarının, sahibi bulunduğu ya da kiralamış olduğu tüm toprağı, ortaklaşa işleme ereğiyle, ücretli işçi kullanma yasağı ve komünün denetimi altında, varlıksız tarım emekçilerinin ortak ailelerine kiralayacak olan komünlere kiralanması; yaşlılar ve sakatlar için, büyük toprak mülkiyeti üzerindeki özel bir vergi ile beslenen emeklilik sandıkları.
Küçük köylüler için, -aralarında özellikle küçük çiftlik kiracıları gözetilir-, köylülere maliyet fiyatına kiralanacak tarımsal makinelerin komün tarafından satınalınması; gübre; akaçlama (drainage) boruları, tohumluk, vb. alınması ve ürünlerin satılmasi için tarım birliklerin [kooperatifler -ç.] kurulması: değeri 5.000 frankı geçmeyen mülkler için ferağ ve intikal harçlarının kaldırılması; İrlanda’da olduğu gibi, aşırı çiftlik kiralarını indirmek, ve sözleşmesi biten kiracı ve ortakçılara, mülkte sağladıkları değer artışı nedeniyle verilecek ödentiyi saptamakla görevli hakem komisyonları; Yurttaşlık Yasasının (Medeni Kanun) [3] mülk sahiplerine hasat üzerinde bir ayrıcalık veren 2102’nci maddesinin kaldırılması; alacaklının tarladaki ürüne elkoyma hakkının kaldırılması; köylü için, işinin yürütülmesi bakımından zorunlu olan tarım aletlerini, ürün, tohumluk gübre ve çekim hayvanlarını kapsayan haczedilemez bir yedeklik kurulması; uzun zamandan beri eskimiş bulunan genel kadastronun gözden geçirilmesi, ve bu arada, her komünde yerel gözden geçirme; son olarak, parasız tarımbilim dersleri ve tarımsal deneme alanları istenir.
Görülüyor: Köylüler yararına ileri sürülen istemler -burada şimdilik işçiler yararına ileri sürülen istemlerle uğraşmıyoruz,- pek ileri gitmiyor. Aralarından bir bölümü başka ülkelerde gerçekleşmiş bulunuyor. Kira hakem komisyonları açıkça İrlanda modelinden geliyor. Tarımsal birlikler, Ren ülkelerinde hanidir var. Kadastronun gözden geçirilmesi, tüm liberallerin, ve hatta tüm Batı Avrupa’daki bürokratların sürekli bir dileğidir. Öbür noktalar da, kapitalist rejim bundan önemli bir zarar görmeksizin, gerçekleştirilebilirler. Bunları sadece programın ne olduğunu göstermek için söylüyorum. Böyle söylemekle, kimseyi kınamıyorum; tersine.
Bu program, Fransa’nın çok çeşitli bölgelerindeki köylüler arasında partinin durumunu öylesine düzeltti ki -iştah yedikçe gelir-, onu tarımcıların beğenisine daha da iyi uydurma zorunluluğu duyuldu. Gene de, bu işte, tehlikeli bir alan üzerinde tehlikeye atılındığı seziliyordu. Genel sosyalist programın temel ilkelerini çiğnemeksizin, köylüye, gelecekteki proleter olarak değil, ama bugünkü kırsal mülk sahibi olarak nasıl yardım edilebilirdi? Genel sosyalist programın temel ilkelerini çiğneme eleştirisinden kurtulmak için, yeni pratik önerilerin önüne, sosyalizm ilkesinin, küçük mülkiyeti, kapitalist üretim biçiminin tehdit ettiği yıkıma karşı korumayı gerektirdiğini tanıtlamaya çalışan bir teorik gerekçeler açıklaması konuldu; hem de bu yıkımın kaçınılmaz olduğu görüle görüle. Eylül’de, Nantes Kongresinde kabul edilmiş oldukları biçimleriyle, bu gerekçeler açıklaması ile istemlerin kendilerini, biraz daha yakından inceleyelim.
İşte gerekçeler:
“Genel Parti programının deyimlerine göre, üreticilerin, ancak üretim araçlarını ellerine geçirecekleri zaman özgür olabileceklerini gözönünde tutan;
“Sanayi alanında, bu üretim araçları, her ne kadar üreticilere ancak kolektif ya da toplumsal bir biçim altında geri verilebilecek derecede bir kapitalist merkezileşmeye erişmiş bulunuyorlarsa da, hiç değilse, üretim aracı olan toprağın birçok yerde bireysel olarak üreticilerin kendi ellerinde bulunduğu Fransa’da, tarımsal alanda ya da toprak alanında, bugün için durumun böyle olmadığını gözönünde tutan;
“Köylü mülkiyeti ile belirlenmiş bulunan bu durum, her ne kadar kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya adaysa da, sosyalizmin rolü, mülkiyet ile emeği ayırmak değil, ama tersine, tüm üretimin, bölünmesi proleter durumuna düşmüş bulunan emekçilerin kulluk ve sefaletine yolaçan bu iki etkenini aynı ellerde birleştirmek olduğundan, sosyalizmin, bu yokoluşu hızlandırma durumunda olmadığını gözönünde tutan;
“Sosyalizmin görevi, tıpkı demiryolları, madenler, fabrikalar vb. gibi, aylak sahiplerinden geri alınmış büyük topraklar aracıyla, her ne kadar tarım proleterlerini, kolektif ya da toplumsal biçim altında, mülk sahibi durumuna getirmek ise de, topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahiplerinin, bu toprak parçalarının mülkiyetini, devlet hazinesine, tefeciye, ve yeni toprak beylerinin saldırılarına karşı korumanın da, onun aynı derecede kaçınılmaz bir görevi olduğunu gözönünde tutan;
“Bu korumayı, kiracı ya da ortakçı adı altında, başkalarının topraklarını işleyen, ve her ne kadar gündelikçileri sömürüyorlarsa da, kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü yüzünden buna zorunlu bulunan üreticilere de yaymanın gerekli olduğunu gözönünde tutan;
“Anarşistlerin tersine, toplumsal düzenin değişmesini yaygınlaşmış ve yoğunlaşmış sefaletten beklemeyen, ve emek ve toplum için kurtuluşu, hükümeti ele geçiren ve yasa yapan kır ve kent emekçilerinin örgütlenme ve birleştirilmiş çabalarından başka hiç bir şeyde görmeyen İşçi Partisi, tarımsal üretimin tüm öğelerini, çeşitli sanlarla ulusal toprağı değerlendiren tüm çalışımları, ortak düşmana, toprak feodalitesine karşı aynı savaşımda birleştirmeye yönelik, aşağıdaki tarım programını kabul etmştir.”
Bu gerekçeleri biraz daha yakından inceleyelim.
Önce Fransız programının, üreticilerin özgürlüğünün üretim araçlarına elkonmasını öngerektirdiğini söyleyen tümcesinin, hemen şu tümce ile tamamlanması gerekir: Üretim araçlarına elkonması, ancak iki biçim altında olanaklıdır; ya, hiç bir zaman, hiç bir yerde üreticiler için genel bir biçim durumuna gelmemiş bulunan, ve sınai ilerlemenin gitgide olanaksız kıldığı bireysel mülkiyet olarak; ya da, maddi ve entelektüel koşulları, kapitalist toplumun gelişmesi tarafından yaratılmış bulunan ortak mülkiyet olarak. Öyleyse, üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, proletaryanın elindeki bütün araçlarla izlenmelidir.
Demek ki, üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti, burada ardından koşulacak tek ana erek olarak sunulmuştur. Sadece alanın hanidir hazırlanmış bulunduğu sanayide değil, ama genel olarak, öyleyse tarımda da. Bireysel mülkiyet, programa göre, hiç bir zaman ve hiç bir yerde tüm üreticilere yayılmamıştır; bu nedenle, ve üstüne üstlük, sanayiin gelişmesi onu yokettiği için, sosyalizmin çıkarı onu sürdürmekte değil, ama yokolduğunu görmektedir; çünkü bireysel mülkiyet varolduğu yerde ve varolduğu ölçüde, ortak mülkiyeti olanaksız kılar. Eğer programa başvuracaksak, bu işi, kendini programda dile getiren genel tarihsel doğruluğu, bugün onun Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da bir doğruluk olarak kalmasını sağlayan koşullar içine koyduğuna göre, Nantes’da anılan tümceyi çok anlamlı bir biçimde değiştiren tüm programa başvurarak yapalım.
Üretim araçlarının, tek tek üreticiler tarafından kendilerine maledilmesi, bugün bu üreticilere gerçek bir özgürlük kazandırmaz. Zanaatçılık büyük kentlerde yıkıma uğramıştır; Londra gibi büyük merkezlerde hatta tamamen yokolmuş, yerini büyük sanayi, sweating-system [4] ve kusurlu batkı ile geçinen sefil şarlatanlara bırakmış bulunmaktadır. Toprağı kendi hesabına işleyen küçük köylü, ne toprak parçasının sağlama bağlanmış mülkiyetine sahiptir, ne de özgürlüğe. Tıpkı evi, avlusu, birkaç tarlası gibi o da tefecinin malıdır; varlığı, borçların kölesi olan köylünün hiç yapamadığını yapıp, şurada burada birkaç dingin gün geçirebilen proleterin varlığından daha da güvensizdir. Yurttaşlık Yasasının 2102’nci maddesini kaldırın, haczedilemez bir tarım aletleri, davar vb. yedekliğini yasa ile koruyun, onu, davarını kendi “gönül rızası” ile satacağı, kendini tüm varlığıyla tefeciye vereceği ve böylece kendisine yeni bir cançekişme süresinin tanınmasından hoşnut kalacağı, bir baskıya karşı güvence altına alamazsınız. Küçük köylüyü, kendi mülkiyeti içinde koruma girişiminiz, onun özgürlüğünü değil, ama sadece köleliğinin özel biçimini korur; içinde ne yaşayabildiği, ne de ölebildiği bir durumu uzatır! Öyleyse programınızın birinci paragrafına başvurma zahmetine hiç de değmezdi.
Gerekçeler açıklamasına göre, üretim aracı olan toprak, bugün Fransa’da, birçok yerde, bireysel olarak, üreticilerin kendi ellerinde bulunuyormuş; oysa, sosyalizmin rolü, mülkiyet ile emeği ayırmak değil, ama tersine, tüm üretimin bu iki etkenini aynı ellerde birleştirmekmiş.- Bu genel görünüm altında, sosyalizmin rolünün bu olmadığını, tersine, üretim araçlarını, kolektif olarak, üreticilere vermek olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu durum gözden yitirilir yitirilmez, yukarda anılan tümce, sosyalizmin, bugün sadece görünüşte küçük köylünün mülkü olan şeyi, onun gerçek mülkü haline dönüştürmeye, yani küçük çiftçiyi bir mülk sahibi durumuna getirmeye ve borçlu mülk sahibinin borçlarını ödemeye yönelik bir şey olduğu kanısını uyandırarak, bizi yanılgıya düşürür. Sosyalizm, köylü mülkiyetinin bu yanıltıcı görünüşünün ortadan kalkması ile elbette ilgilenir; ama bu görünüş ortadan bu biçimde kalkmayacaktır.
Ama ne olursa olsun, şimdi işte tam da oradayız: Program gerekçeleri, sosyalizmin ödevinin, onun kaçınılmaz ödevinin, “topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahiplerinin bu toprak parçalarının mülkiyetini, devlet hazinesine, tefeciye, ve yeni toprak beylerinin saldırılarına karşı korumak” olduğunu da düpedüz açıklayabilirler.
Buna göre, bu gerekçeler, sosyalizmden, bir önceki paragrafta olanaksız olduğunu açıkladıkları bir şeyi yapmasını isterler. Tarımcılarn küçük köylü mülkiyetinin “kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya aday” olduğunu söyledikten sonra, sosyalizmin bu mülkiyeti “korumasını” buyururlar. Devlet hazinesi, tefecilik, yeni toprak beyleri, bütün bunlar kapitalist üretimin köylü mülkiyetinin kaçınılmaz yokoluşunu kendileri aracıyla iyi bir sonuca vardırdığı aletlerden başka şeyler midirler? “Sosyalizm”in köylüyü bu teslise karşı hangi araçlar yardımıyla koruyacağı ilerde görülecektir.
Ama mülkiyetinde korunma hakkına sahip olan sadece köylü değil.
“Bu korumayı, kiracı ya da ortakçı adı altında, başkalarının topraklarını işleyen, ve her ne kadar gündelikçileri sömürüyorlarsa da, kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü yüzünden buna zorunlu bulunan üreticilere de yaymak”, aynı biçimde “gereklidir”. İşte çok garip bir alan üzerinde bulunuyoruz. Sosyalizm, özellikle ücretlilerin sömürülmesine karşı savaşır. Ve burada, sosyalizmin kaçınılmaz ödevinin, bize... “gündelikçileri sömürdükleri” zaman, Fransız çiftlik kiracılarının korunması olduğu söylenmiş bulunuyor. - Söylenenleri tıpatıp aktarıyorum! Ve bu, “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü” yüzünden buna zorunlu bulundukları için böyle!
Bu yanlış tutumu bir kez benimsedikten sonra, kayıp gitmek ne kadar hoş ve ne kadar kolay! Büyük ve Orta Alman köylüleri, Fransız sosyalistlerine Alman sosyalist partisi yönetim komitesi nezdinde kendilerine şefaatte bulunmaları, hizmetkârlarını sömürdükleri zaman, tefeciler, vergi alıcıları, buğday spekülatörleri ve hayvan tecimenleri tarafından “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü”yü anımsayarak, partinin onları da korumasını sağlamaları için ricaya gelsinler, - onlara ne yanıt verecekler? Ve büyük toprak sahiplerimizin, borsa, rant ya da buğday tefecileri tarafından “kendilerinin de kurbanı oldukları sömürü”ye dayanarak, tarım işçilerinin sömürüsünde onlardan sosyalist koruma istemek üzere, (tahıl ithalatının ulusallaştırılması üzerine, onlarınkine benzer bir tasarı sunmuş bulunan) kont Kanitz’i de onlara göndermeyecekleri konusunda Fransız sosyalistlerine kim güvence verebilir?
Ama Fransız dostlarımızın, öyle göründükleri kadar kötü düşünmediklerini de hemen söyleyelim! Sözkonusu parça, sadece çok özel bir durumda uygulanacak: Kuzey Fransa’da, toprak, köylülere, çok elverişsiz koşullar içinde şeker pancarı ekme zorunluluğu ile kiralanır; bizde olduğu gibi, köylüler, pancarları, belli bir fabrikaya, bu fabrika tarafından saptanmış fiyatlar üzerinden satmak, önceden saptanmış belli bir tohumluğu almak, belli bir miktarda gübre kullanmak zorundadırlar ve, ürünleri teslim ederken de, ayrıca utanılacak bir biçimde aldatılırlar. Bu, Almanya’da da böyledir. Ama eğer bu türlü köylüler korunmak isteniyorsa, bunu kaçamaksız söylemek gerekirdi! Eğer sadece, tüm genelliği içinde, bu türlü kurulmuş tümceye göre bir sonuca varılırsa, bunun sadece Fransız İşçi Partisi programını değil, ama genel olarak sosyalizmin temel ilkesini de ayaklar altına aldığını kabul etmek gerekir; öyleyse, gerekçeleri açıklama yazarları, eğer gerekçelerin o çok özensiz yazılışı kendi güdeklerine karşı çeşitli çevreler tarafından sömürülürse, yakınmakta haklı olmayacaklardır.
Aynı biçimde, gerekçelerin son sözleri de bir yanlış anlamaya yol açabilirler. Buna göre Sosyalist İşçi Partisinin görevi: “tarımsal üretimin tüm öğelerini, çeşitli sanlarla ulusal toprağı değerlendiren tüm çalışımları, ortak düşmana, toprak feodalitesine karşı aynı savaşımda birleştirmek”tir.
Ben, herhangi bir ülkenin işçi partisinin, kendi saflarına, kırsal proleterler ve küçük tarımcılar dışında, büyük ya da orta köylüleri, ya da zengin çiftlik kiracıları, hayvan yetiştiricileri ve ulusal toprağı işleyen öbür kapitalistleri kabul etmesi gerektiğine açıkça karşı çıkarım. Bunların hepsinin, toprak feodalitesini, kendi ortak düşmanları olarak gördüklerini, bazı sorunlarda onlarla bağdaşma durumunda bulunduğumuzu, belirli erekler için belli bir zaman boyunca onların yanında savaşmamızı kabul ederim; ama, partimiz içinde, her ne kadar toplumun her sınıfından gelen bireyleri kabul edebilirsek de, ister orta köylü, ister orta burjuva olsun, kapitalist çıkar topluluklarını hoşgöremeyiz. Burada da anlam göründüğü gibi değil; yazarların bütün bunları düşünmedikleri açık; ama, ne yazık ki, genelleme gereksinmesi onları çok ileri götürmüş; ve eğer sözleri onların hiç düşünmedikleri anlamda alınırsa, buna hiç de şaşırmamaları gerekecek.
Gerekçeler açıklaması, programa yeni katmalarla izlenmiş. Bu katmalar da, gerekçeler açıklaması kadar gelişigüzel bir biçimde kaleme alınmış.
Komünlerin tarımsal makineler satınalacakları ve bu makineleri köylülere maliyet fiyatı üzerinden kiralayacakları maddesi, komünlerin bu makineleri devlet yardımı ile satınalmaları ve, sonra, bunları küçük ekicilerin yararına parasız olarak sunmaları biçiminde değiştirilmiş. Bu yeni ödün, tarlaları ve toprak işleme biçimleri ancak çok sınırlı bir makine kullanımına izin veren küçük ekicileri pek de zengin etmeyecek.
Daha sonra:
“Tüm dolaylı vergilerin kaldırılması ve 3.000 Frankı geçen gelirler üzerindeki tüm dolaysız vergilerin müterakki vergi durumuna dönüştürülmesi.”
Yıllardan beri, hemen bütün sosyal-demokrat programlar bunu ister. Ama yeni olan ve bu tümcenin içeriği üzerinde ne kadar az düşünüldüğünü gösteren şey, bunun özellikle küçük köylüler yararına istenmesidir! İngiltere’de, sadece bir örnek vermiş olmak için söylüyorum, devlet bütçesi 90 milyon sterlin lirasıdır. Gelir vergisi bunun, onüçbuçuk ondört milyonunu getirir, oysa geri kalan yetmiş altı milyon, kısmen, ticarethanelerin vergilendirilmesinden (posta, telgraf, pul), ve en büyük bölümü de, yığın tüketimi üzerindeki vergi ve harçlardan, yani tüm halkın, ve özellikle yoksulların gelirini, küçük küçük kırpan, ama yavaş yavaş milyonlar oluşturan o durmadan yinelenen kemirilmesinden gelir. Ve, güncel toplumda, devlet harcamalarının bir başka biçimde karşılanması da hemen hemen olanaksızdır. İngiltere’de, en az 120 sterlin lirası (3.000 frank) olan gelirler üzerindeki müterakki bir verginin 90 milyon getireceğini kabul edelim. Yıllık ortalama birikim, tüm ulusal zenginliğin yıllık artışı, 1865’ten 1875’e kadar, Giffen’e göre, 240 milyon sterlin lirası idi. Eğer bunun bugün 300 milyon olduğunu varsayarsak, 90 milyonluk mali yükün, birikimin aşağı yukarı üçte-birini götüreceği sonucu çıkar. Bir başka deyişle, sosyalist bir hükümetten başka hiç bir hükümet, böyle bir işe girişemez: ama sosyalistler iktidara geçecekleri zaman, onların, bu vergi reformunu gelip geçici, önemsiz bir sayışmalık gibi gösterecek, ve küçük köylülere bambaşka olanaklar açacak başka işleri olacaktır.
Bu mali reformun, köylüler için daha uzun zaman kendini bekleteceği de kabul edilmişe benzer, ve onlara “bu arada”: “topraklarını kendi başlarına işleyen toprak sahipleri için toprak vergisinin kaldırılması, ve toprağı ipotekli borçlar altında bulunan kimseler için bu verginin azaltılması” vaadedilir.
Bu tümcenin ikinci bölümü, ancak bir tek ailenin işletemeyeceği kadar büyük mülklere uygulanabilir ve bunun sonucu da, bir kez daha, ancak “gündelikçileri sömüren” köylülere bir yarar sağlayabilir.
Daha sonra:
“Av hayvanları ile balıkların gözetilmesi ve ürünlerin korunması tarafından gerektirilen tedbirlerden başka bir sınırlama olmaksızın, avcılık ve balıkçılık özgürlüğü.”
Bu tümcenin çok halkçı bir görünüşü var, ama baştaki sözcükler sondakilerin tüm değerini ortadan kaldırıyor. Köylü ailesi başına, tüm av mevsimi içinde, kaç tane tavşan, kaç tane keklik, kaç tane turna ya da sazan balığı düşer? Tastamam her köylü için yılda bir tek gün avcılık ya da balıkçılık yapma olanağı sağlanabildiği kadar!
“Yasal ve saymaca faiz oranının düşürülmesi.”
Yani tefeciliğe karşı yeni yasalar, ikibin yıldan beri her zaman ve her yerde başarısızlığa uğramış bulunan bir polis tedbirini uygulama yolunda yeni bir girişim. Eğer küçük köylü, tefeciyi ona “ehveni şer” olarak gösterecek koşullar içinde ise, tefeci, tefeciliğe karşı yasanın yumruğu altına düşmeksizin, onu sömürmenin yollarını her zaman bulacaktır. Bu tedbir ancak küçük köylüyü pohpohlayıp kandırmaya yarayabilir, ama küçük köylü bu tedbirden hiçbir zaman yararlanamaz; tersine, krediye en çok gereksinme duyduğu zaman, bunu bulmakta daha da büyük bir güçlükle karşılaşır.
“Parasız bir hekimlik hizmeti ile maliyet fiyatına bir eczacılık hizmetinin örgütlenmesi.”
Bu tedbir, herhalde salt köylülere uygulanmaz; daha ileri giden Alman programı, ilaçların da parasız sağlanmasını ister.
“Asker ailelerine, hizmet süresi boyunca, tazminat.”
Bu, yetersiz bir biçimde de olsa, Almanya’da ve Avusturya’da da vardır, ve aynı biçimde, sadece köylülere uygulanmaz.
“Gübre, makine ve tarımsal ürünler için taşıma tarifelerinin düşürülmesi.”
Bu, Almanya’da, özellikle... büyük toprak sahipleri yararına, zaten yapılmış bulunan bir şeydir.
“Toprağın iyileştirilmesini ve tarımsal üretimin geliştirilmesini gözeten bir bayındırlık işleri planının hemen irdelenmeye başlanması.”
Bir kez gerçekleştikten sonra, büyük toprak sahiplerinden başka kimseye yaramayacak çok genel, çok belirsiz, çok güzel vaadler!
Kısacası, gerekçeler açıklamasındaki tüm olağanüstü teorik atılımdan sonra, yeni tarımsal programın pratik önerileri de, Fransız İşçi Partisinin, küçük köylüleri, hem de kendi sözlerine göre kaçınılmaz bir biçimde yokolmaya aday bulunan o köylü mülkiyetinin sahibi olarak tutmasını nasıl başaracağını bize hiç mi hiç açıklamazlar.
II
Bir konuda, Fransız arkadaşlarımız kesenkes haklı:
Fransa’da küçük köylüye karşı dayanıklı bir devrim yapılamaz. Sadece, bize köylüleri davaya kazanmak için gereğince davranmış gibi görünmüyorlar.
Öyle görünüyor ki, küçük köylüyü bugünden yarına, belki hatta gelecek genel seçimler için kazanmayı amaç olarak almışlar. Bu ereğe de, ancak, kendilerini, onları savunmak için daha da atılgan teorik gerekçeler içine atmaya zorlayan çok atılgan genel vaadlerde bulunarak erişmeyi umabilirler. Nedir ki, yakından bakar bakmaz, genel vaadlerin birbirleri ile çelişme durumunda bulundukları (kaçınılmaz biçimde yokolmaya aday bir durumu sürdürme vaadi), özel tedbirlerin ya hiç bir etkileri olmayacağı (tefeciliğe karşı yasa), ya genel işçi istemlerinden başka bir şey olmadıkları, ya daha çok büyük toprak mülkiyetine yaradıkları, ya da küçük köylü yararına taşıdıkları önemin son derece küçük olduğu hemen görülür; öyle ki, programın doğrudan doğruya pratik bölümü, ilk yanlışlıkları düzeltir ve gerekçeler açıklamasının tumturaklı sözlerini tamamen masum bir tedbire indirger.
Şunu açık yürekle söyleyelim: İktisadi durumuna, eğitimine, ve burjuva basın ile büyük toprak sahipleri tarafından beslenen tek başına yasama biçimine dayanan önyargıları nedeniyle, bir küçük köylüler yığınını bugünden yarına ancak ona tutamayacağımızı bildiğimiz vaadlerde bulunarak kazanabiliriz. Ona sadece mülkiyetini her durumda ona saldıran tüm iktisadi güçlere karşı korumayı değil, ama hatta onu bugün baskı altında tutan tüm yüklerden kurtarmayı: küçük çiftlik kiracısını özgür bir mülksahibi durumuna getirmeyi, ve toprağı ağır ipotekler altında bulunan mülksahibinin borçlarını ödemeyi de vaadetmek zorundayız. Eğer bunu yapabilseydik, kaçınılmaz bir biçimde, zorunlu olarak bugünkü duruma varmış bulunan bir gelişmenin çıkış noktasına dönmüş olurduk. Köylüyü kurtarmış olmaz, ama ona yeni bir cançekişme zamanı vermiş olurduk!
Ama bizim çıkarımız, vaadlerimizi tutamayınca, bizi bugünden yarına bırakıp gitmesi için, küçük köylüyü bugünden yarına kazanmakta değil. Bizden küçük toprak mülkiyetini sürdürmemizi isteyen köylüyü, hiç bir zaman, sonuna kadar patron olarak kalmak isteyen küçük patrondan daha çok arkadaş edinemeyiz. Bu insanların yeri, Yahudi düşmanlarının yanıdır. Bırakın onları, onların yanına, küçük işletmelerin kurtulacağı vaadini işitmeye gitsinler; orada bu cafcaflı sözlerin kaç para ettiğini, ve onların cennetini dolduran kemanların ne havalar çaldıklarını öğrenecekleri zaman, daha az vaadeden ve kurtuluşu bir başka yanda arayan bizlerin, daha güvenilir insanlar olduklarımızı, sayıları gitgide büyüyerek, anlayacaklardır. Eğer Fransızların karnı da, bizler gibi, gürültücü bir Yahudi düşmanı demagojiye doymuş olsaydı, Nantes yanlışını öyle kolay kolay yapmazlardı.
Öyleyse küçük köylüler karşısındaki konumumuz nedir? Ve iktidarı ele alacağımız gün onlara karşı nasıl davranmalıyız?
Önce, Fransız programının şu sözü yerden göğe kadar doğru: Küçük köylünün kaçınılmaz yokoluşunu önceden görüyoruz, ama biz bu yokoluşu çabuklaştırmakla hiç de yükümlü değiliz.
Sonra, iktidara geçtiğimizde, büyük toprak sahipleri için yapma zorunda kalacağımız gibi, küçük köylüleri (karşılığını ister ödeyerek, ister ödemeyerek) zorla kamulaştırmayı aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz de bir o kadar açık. Küçük köylü karşısındaki ödevimiz, ilkin, onu buna zorlayarak değil, ama örnekler aracıyla buna götürerek, ve toplumun yardımını onun buyruğu altına koyarak, onun bireysel mülkiyeti ve işletmesini, kooperatif işletmeye dönüştürmektir. Ve bu konuda, daha bugünden gözlerine çarpacak üstünlükleri, küçük köylüye belli belirsiz de olsa gösterme araçlarımız eksik değil.
Aşağı yukarı yirmi yıl önce, tüm ülkede bir tek gerçek kente, Kopenhag’a sahip bulunan, ve bunun sonucu, bu kent dışında, köylüler arasında propagandadan başka bir şey yapmayan Danimarka sosyalistleri, bu türlü tasarılar tasarlamışlardır. Bir köy ya da bir bucak köylüleri -Danimarka’da çok sayıda büyük yalıtık çiftlikler vardır- tüm toprakların bir tek büyük çiftlik durumunda birleştirecek, onu ortaklaşa işleyecek ve ürünleri, getirilen topraklar, yatırılan para ve sağlanan emekle orantılı olarak bölüşeceklerdi. Danimarka’da, küçük mülkiyet ancak ikincil bir rol oynar. Ama, eğer biz bu düşünü küçük toprak mülkiyetinin yaygın bulunduğu bir ülkeye uygularsak, şu sonuca varırız: küçük mülkleri birleştirir ve onları büyük ekim yöntemlerine göre işlersek o güne kadar kullanılan işgücünün bir bölümü gereksiz bir duruma gelir; büyük ekimin en önemli üstünlüklerinden biri de işte bu emek tasarrufunun ta kendisidir. Bu işgücü, iki biçimde kullanılabilir: ya, büyük komşu mülklerden alınmış başka topraklar köylü kooperatifinin buyruğuna konulur, ya da ona, elden geldiğince ve öncelikle kişisel kullanım için, yardımcı bir sanayiin çalışma araçları verilir. Her iki durumda da, köylü kooperatifi daha iyi bir durum içine konmuş, ve aynı zamanda toplumun genel yönetimine, köylü kooperatifini kerteli bir biçimde daha yüksek bir biçime geçirmek ve tüm kooperatifin olduğu kadar tek tek üyelerinin de hak ve ödevlerini, büyük topluluğun öbür kollarının hak ve ödevleri ile dengelemek için zorunlu etki gücü de sağlanmış olur. Her özel durumun koşulları ile, erkliği içlerinde ele geçireceğimiz koşullar, bu özel durum içinde nasıl davranacağımızı bize göstereceklerdir. Böylece bu kooperatiflere belki başka kolaylıklar da sağlayabileceğiz: örneğin, faiz oranını yeterince düşürerek, tüm ipotekli borçların ulusal bankaya devri; toprağın büyük çapta işlenmesini gerçekleştirmek için kamu fonlarından öndelikler sağlanması (bu öndelikler zorunlu olarak ve öncelikle para biçiminde değil, ama makine, gübre vb. zorunlu ürünler biçiminde sağlanacaktır) ve daha başka kolaylıklar gibi.
Asıl önemli olanı, köylülere, onların mülkiyetini, bu mülkiyeti ancak kooperatif bir mülkiyet ve işletme durumuna dönüştürerek kurtarıp koruyabileceğimizi anlatmaktır. Çünkü köylüleri yıkıma götüren şey, bireysel mülkiyet sonucu olan bireysel işletmenin ta kendisidir. Eğer bireysel işletmeyi korumak isterlerse, onların aşılmış bulunan üretim biçimi yerini büyük kapitalist işletmeye bırakırken, onlar da, zorunlu olarak, kendi topraklarından kovulacaklardır. Durum gözler önündedir; ve biz, köylülere, kapitalist hesabına değil, ama kendi ortak hesaplarına, büyük işletmeye girme olanağını sunduğumuz zaman, bunun kendi yararlarına olduğunu, bunun tek kurtuluş yolu olduğunu onlara anlatmak olanaksız mı olacaktır?
Küçük topraklar üzerinde çalışan köylülere, kapitalist üretimin üstünlüğü karşısında, onları bireysel mülk ve işletmelerinin sahipleri olarak koruyacağımız vaadinde bulunamayız. Onlara, sadece, onların mülkiyet ilişkilerine, onların isteğine karşı, kaba güç yardımıyla karışmayacağımızı vaadebiliriz. Ayrıca, kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin küçük köylülere karşı savaşımının daha bugünden itibaren, daha dürüst araçlarla yürütülmesi, ve bugünkü dolaysız soygun ve dolandırıcılığın olanak ölçüsünde engellenmesi için, elimizden geleni de yapabiliriz. Bu, ancak, bazı ayrıksın durumlarda başarılı olacaktır. Gelişmiş kapitalist üretim biçimi içinde, dürüstlüğün nerede bitip dolandırıcılığın nerde başlayacağını kimse bilmez. Ama kamu erkliğinin aldatılan ya da aldanan yanda olup olmadığına göre, işler her zaman birbirinden çok başka olacaktır. Ve biz kesinlikle küçük köylüden yana olacağız; yazgısını daha katlanılabilir kılmak, eğer aklı yatmışsa kooperatife geçişini kolaylaştırmak, ve hatta, eğer aklı yatmamışsa, ona kendi küçücük toprak parçasının sahibi olarak düşünme zamanını bırakmak için, elden gelen her şeyi yapacağız. Önce kendi hesabına çalışan küçük köylünün, gücül olarak bizden olduğunu düşündüğümüz, sonra da partimizin çıkarına olduğu için, böyle davranıyoruz. Proletarya içine düşüşlerini önleyeceğimiz, henüz köylü olarak kazanabileceğimiz köylülerin sayısı ne kadar büyük olursa, toplumsal dönüşüm de o kadar hızlı ve kolay olacaktır. Bu dönüşüm için, kapitalist üretimin her yerde son vargılarına kadar gelişmesine, son küçük zanaatçının, son küçük köylünün, büyük kapitalist işletmenin kurbanları durumuna düşmelerine dek beklemeye zorlanmak, bize hiç bir yarar sağlamaz. Bu yönde, köylüler yararına, kamu fonları yardımıyla yapılabilen maddi sungulara, kapitalist ekonomi açısından, sadece sokağa atılmış bir para olarak bakılabilir; ama gene de bu paralar iyinin iyisi bir yatırımdır, çünkü toplumsal yeniden örgütlenme harcamalarında belki on kez daha büyük bir pay tasarruf ederler. Öyleyse, biz, bu yönde, köylülerle birlikte büyük bir el açıklığı ile davranabiliriz. Burası ayrıntılara girmenin, bu yönde belgin önerilerde bulunmanın yeri değil; sadece genel ilkeler sözkonusu olabilir.
Öyleyse partiye de, köylülere de, niyetimizin küçük toprak mülkiyetini sürekli bir biçimde korumak olduğu izlenimini uyandıran açıklamalarda bulunmaktan daha kötü bir hizmette bulunamayız. Bu köylülerin kurtuluş yolunu kapamak, partiyi gürültücü bir Yahudi düşmanlığı düzeyine düşürmek olur. Tersine, Partimizin ödevi, köylülere, kapitalizm iktidarda, olacağı sürece, o mutsuz durumlarını durup dinlenmeden açıklamak; küçük mülkiyetlerini, küçük mülkiyet olarak korumasının kesenkes olanaksız olduğunu, büyük kapitalist üretimin, tıpkı bir demiryolunun bir elarabasını ezdiği gibi, onların o güçsüz ve günü geçmiş küçük işletmeleri üzerinden geçmesinin kaçınılmaz bulunduğunu onlara göstermektir. Eğer böyle davranırsak, kaçınılmaz iktisadi gelişme yönünde davranmış olacağız, ve bu gelişme, küçük köylülere, sözlerimizin doğruluğunu göstermiş olacak.
Bununla birlikte, Nantes programı yazarlarının, işin özünde benimle aynı kanıyı taşıdıkları yolundaki inancımı dile getirmeksizin bu konuyu bırakamam. Onlar, küçük köylü mülkiyetinin kolektif mülkiyete dönüşmeye aday olduğunu bilmeyecek kadar akılsız değiller!
Küçük toprak mülkiyetinin yokolmaya aday bulunduğunu kendileri söylüyor. Lafargue tarafından yazılıp Nantes kongresine sunulan Ulusal Komite raporu, bu kanı ile tıpatıp uyuşur. Bu raporun Almancası, Berlin Sozialdemokrat’ının son 18 Ekim günlü sayısında yayımlandı. [5] Nantes programının deyimleri içindeki çelişkiler, yazarların gerçekte dedikleri şeyi deme niyetinde olmadıklarının kanıtıdır. Eğer düşüncelerini açıklama biçimleri yüzünden, daha önce de olmuş bulunduğu gibi, ne dedikleri anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmışsa, bundan ötürü kendilerinden başka kimseye kızamazlar. Her halde, programlarını daha iyi açıklayacaklar, ve gelecek Fransız kongresi de, kendini bu programı adamakıllı gözden geçirme zorunda görecektir.
Şimdi daha zengin köylülere gelelim. Bu kategoride, her şeyden önce kalıtım sonucu, ama borçlandırma ve toprakların zorunlu satışları aracıyla da, kullanma hakkından yararlandıkları tüm eski toprakları (tenure) ve hatta daha da çoğunu elinde tutan, ve küçük topraklı köylüden büyük köylüye kadar uzanan tüm bir aracı aşamalar örneklemesini buluyoruz. Orta köylü, küçük köylüler arasında oturduğu zaman, onların çıkarları ve görüşleri ile, kendi çıkar ve görüşleri arasında pek bir ayrım olmayacaktır; çünkü deneyi, benzerlerinden ne kadarının küçük köylüler yığını içinde batıp gittiklerini ona söyleyecektir. Ama orta ve büyük köylülerin ağır bastıkları, çiftlik işletmesinin, genellikle çiftlik uşakları ile hizmetçilerin yardımını gerektirdiği yerlerde, durum bundan başkadır. Bir İşçi Partisi doğal olarak, ilkin ücretlileri, yani hizmetkârları, çiftlik hizmetçilerini ve gündelikçileri koruyup savunacaktır; bundan ötürü, köylülere, işçilerin ücretlilik sürekliliğini içeren vaadlerde bulunmayı kendine yasaklar. Orta ve büyük köylüler, orta ve büyük köylüler olarak varoldukları sürece, ücretliler olmaksızın işlerini yürütemezler. Öyleyse, küçük topraklı köylülere varlıklarını küçük köylüler olarak sürdüreceklerini vaadetmek, eğer bizim için sadece bir budalalıksa, aynı şeyi orta ve büyük köylülere vaadetmek, hemen hemen dolaysız bir ihanet olur.
Kentlerin zanaatçıları ile yeniden bir karşılaştırma yapabiliriz. Gerçi bunlar, sonlarına köylülerden de yakındırlar, ama gene de sadece çırak değil, işçi de çalıştıranları, ya da çıraklarına bir işçinin işini yaptıranları hâlâ vardır. Küçük patronlar arasında, sonuna kadar patron kalmak isteyenlerin o yanda da kurtuluş olmadığını görmeleri için, Yahudi düşmanları içine girmekten başka bir yapacakları yoktur. Kendi üretim biçimlerinin kaçınılmaz yokoluşunun bilincine varmış bulunanları bizim yanımıza gelirler ve daha sonra tüm öbür işçileri bekleyen yazgıyı paylaşmaya da hazırdırlar. Durum, büyük ve orta köylüler için de başka türlü değildir. Hizmetkârları, hizmetçileri ve gündelikçileri, doğal olarak bizi onların kendilerinden daha çok ilgilendirirler. Eğer bu köylüler, bizim onlara, işletmelerinin oldukları gibi kalacakları yolunda güvence vermemizi isterlerse, biz, bunu, hiç bir biçimde yapamayız. Bunların yeri, her şeyi vaadettikten sonra hiç birini tutmamaktan daha büyük bir zevkleri bulunmayan Yahudi düşmanlarının arasında, Köylüler Birliği ya da bu türlü öbür partilerin içindedir. İktisadi bakımdan, kapitalist rekabet ve denizaşırı ucuz tahıl üretimi nedeniyle, orta ve büyük köylülerin de kesenkes ezileceklerine inanıyoruz; zaten durmadan artan borçlanma ile tüm bu köylülerin gözle görülür yıkımı da bunu kanıtlamaktadır. Bu yıkıma karşı, mülklerin, ücretlilerin sömürüsünü gitgide ortadan kaldıracak ve yavaş yavaş büyük ulusal üretim kooperatifinin aynı hak ve aynı ödevlere sahip kolları durumuna dönüşecek kooperatif bir işletme içinde toplanmasını salık vermekten başka, hiç bir şey yapamayız. Eğer bu köylüler bugünkü üretim biçimlerinin kaçınılmaz yıkılışını anlarlar, eğer bundan gerekli sonuçları çıkartırlarsa, bize geleceklerdir, ve onların dönüşmüş üretim biçimine geçişlerini elimizden geldiğince kolaylaştırmak da bizim işimiz olacaktır. Böyle olmazsa, onları kendi yazgılarına bırakmak, ve bizim de, onların çağrılarımıza kulak verecek olan ücretlilerine yönelmemiz gerekecektir. Çok olanaklıdır ki, zorla kamulaştırma burada da sözkonusu olmayabilecek, ve bu biraz kalınca kafaları sağduyuya açmak için burada da iktisadi gelişmeye güvenebileceğiz.
Ancak büyük mülkiyete ilişkin olaraktır ki, her şey çok yalındır. Burada karşımızda açık bir kapitalist işletmeden başka hiç bir şey yok, ve herhangi bir iç tedirginliği de sözkonusu olamaz. Önümüzde tarımsal proleter yığınlarını görüyoruz, ve bu da ödevimizi çok açık duruma getiriyor. Partimiz iktidara geçer geçmez, yapması gereken şey, tıpkı büyük sanayiciler gibi, büyük toprak sahiplerini de mülksüzleştirmektir. Bu kamulaştırmanın karşılık ödenerek ya da ödenmeyerek yapılması ise, özünde bize değil, ama iktidara geçme koşullarımıza, ve özellikle de büyük toprak sahibi efendilerin tutumuna bağlı bulunacaktır. Bir zarar ödentisinin her durumda kabul edilmez bir şey olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz; eğer tüm bu çeteden kurtarmalık vererek kurtulursak, kendisine göre bunun bize daha ucuza malolacağını Marx bana kaç kez söyledi bilmem. Ama bizim buradaki işimiz bu değil. Böylece topluluğa maledilen büyük mülkler, topluluğun denetimi altında, kooperatifler biçiminde örgütlenmiş olarak, daha o andan itibaren onları işleyen tarımsal işçilere verilmelidirler. Bunun hangi biçimler altında olacağı daha bugünden saptanamaz. Ne olursa olsun, kapitalist işletmenin sosyalist işletme biçimine dönüşümü şimdi iyiden iyiye hazırlanmış bulunmaktadır, ve örneğin Bay Krupp ya da Bay Stumm’un fabrikalarındaki gibi, bir günden öbürüne gerçekleştirilebilir. Ve bu tarımsal kooperatifler örneği, hâlâ ayak direyen son küçük topraklı köylülere, ve belki bazı büyük köylülere bile, büyük bir kooperatif işletmede ne kadar çok yarar bulunduğunu gösterecektir.
Demek ki bu durumda, tarım proleterlerine, en azından sanayi proleterlerininki kadar parlak bazı perspektifler gösterebiliriz. Ve bunun yardımıyla, Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım işçilerini kazanma sorunu, bir zaman, hem de en kısa bir zaman sorunundan başka bir şey değildir. Ama eğer bunları bizimkiler arasına bir katarsak, tüm Almanya’da yepyeni bir rüzgar esecektir. Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım işçilerinin edimsel yarı-serfliği, Prusya’daki toprakağaları egemenliği, ve dolayısıyla, Almanya’daki özgül Prusya üstünlüğünün başlıca temelidir. İşte bu yoksullaşmış, gitgide borçlar içine batmış, devletin ya da özel kişilerin sırtından geçinen toprakağalarıdır ki, egemenliklerine tüm güçleri ile öylesine sarılmaya çalışırlar; bürokrasisi ve subaylar topluluğunun salt Prusya’lı niteliğini oluşturup sürdürenler onlardır; kibirleri, sınırlı kafaları, büyüklenmeleri sayesinde, Prusya ulusunun Kutsal Alman İmparatorluğuna [6] karşı -bunun şu anda Alman birliğinin olanaklı tek biçimi olduğu kabul edilse de- Almanya’daki o nefreti yaratmış ve gene de öylesine muzaffer bu ülke için yabancı ülkelerde saygı kazandırmasını bir türlü bilememiş olanlar onlardır. Bu toprakağalarının iktidarı, eski Prusya’nın yedi eyaletinden -yani tüm imparatorluğun aşağı yukarı üçte-birinden- oluşmuş bir alan içinde, burada siyasal ve toplumsal iktidara yolaçan toprak mülkiyetine, ve sadece toprak mülkiyetine değil, ama örneğin pancar şekeri ve likör fabrikaları gibi, ayrıca bu alanın en önemli sanayilerini de ellerinde tutmaları olgusuna dayanır. Böylesine elverişli bir duruma, ne Almanya’nın geri kalan büyük toprak sahipleri, ne de büyük sanayicileri sahiptir; bir bütün oluşturan bir krallığa, ne birileri sahiptir, ne de öbürleri. Onlar geniş alanlara yayılmışlardır, ve kendilerini çevreleyen toplumsal öğeler ile, siyasal ve iktisadi üstünlük kavgası yaparlar. Ama Prusya’lı toprak ağalarının bu egemen durumu, iktisadi temelini gitgide yitirir. Borçlanma ve yoksullaşma, hem de tüm devlet yardımına karşın (ve Frederic I’den itibaren, bu yardım her toprakağası bütçesinin az buçuk düzenli bir öğesidir), durmadan yayılır; toprak ağalarına batmama yeteneğini, sadece tarım işçilerinin töre ve yasa tarafından onanmış bulunan ve sınırsız bir sömürü olanağı sağlayan edimsel yarı-serfliği kazandırır. Sosyalist teoriyi bu işçiler arasına ekin, onlara cesaret verin, hakları için savaşımda onları biraraya getirin, işte o zaman toprak ağalarının egemenliği hapı yuttu demektir! Almanya için, Rus çarlığının tüm Avrupa için olduğu kadar barbar ve fatih bir öğesini temsil eden büyük gerici iktidar, işte o zaman delinmiş bir sidik torbası gibi çatlayacaktır. Prusya’nın “ilk alaylar”ı sosyalist oluyor, ve bunun sonucu, güçlerin, bağrında tüm bir devrimi taşıyan bir yer değiştirmesidir. Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım proletaryasının fethi, işte bu nedenle Batının küçük köylüleri ya da Güneyin orta köylülerinin fethinden çok daha önemlidir. Bizim kesin savaş alanımız, işte burada, Elbe’nin doğusundaki bu Prusya’dadır, ve hem hükümet, hem de toprak ağaları, işte bu nedenle, ne pahasına olursa olsun, bizim oraya girmemizi engellemeye çalışacaklardır. Ve eğer -tehditlerin bize anlattıkları gibi- partimizin gelişmesini engellemek için yeni zor tedbirleri alınacaksa, bu tedbirler özellikle propagandamız karşısında bulunan Elbe’nin doğusundaki Prusya tarım proletaryasını korumak için alınacaktır. Ama bize vız gelir: biz onu ne olursa olsun, kazanacağız.
15-22 Kasım 1894 Köylüler Savaşı,Friedrich ENGELS
Dipnotlar
[1] Engels’in, 15-22 Kasım 1894’te yazılıp, Neue Zeit, Bd. 1. No 10, 1894-1895’te yayımlanan Fransa’da ve Almanya’da Köylü Sorunu başlıklı yazısı, tarım sorunu üzerine çok önemli bir marksist yapıttır. Bu yapıtın yazılmasının dolaysız nedeni şu olay oldu: 1894 yılında, Main-üstü-Frankfurt’ta, Alman Sosyal-Demokrat Partisinin, çalışmaları içinde tarım program tasarısının da incelendiği bir kongresi toplandı. Vollmar ve öbür oportünistler, tartışmalar sırasında, örneğin büyük köylülerin sosyalizme kerteli geçişi üzerine, marksizme karşıt teorileri kabul ettirmeye çalıştılar. Engels, Fransız sosyalistleri tarafından, 1892 Marsilya Kongresinde kabul edilip 1894 Nantes Kongresinde tamamlanmış bulunan tarım programlarında yapılmış yanlışlıkları düzeltmek için de basında sesini duyurmak istiyordu. Oportünistlere bazı ödünler veren Fransız sosyalistleri, böyle yapmakla marksist konumlardan beri bir ölçüde ayrılmışlardı. Engels, bu yapıtta, çeşitli köylü grupları karşısındaki proletarya siyasasının devrimci temellerini de açıklar ve işçi sınıfının emekçi köylülük ile birliği düşününe varır.
[2] Fransız İşçi Partisinin X. Kongresi 24-28 Eylül 1892’de, Marsilya’da toplandı. Kongre, partinin durumu ve çalışmasına, Bir Mayısın kutlanmasına, 1893 Zürih uluslararası sosyalist işçi kongresine katılmaya, parlamento seçimlerine girmeye ilişkin sorunları inceledi.
Köylü devriminin ülkedeki yükselişi ve parlamento seçimlerinde köylülerin desteğini sağlama isteği gözönünde tutulursa, kongre gündeminin en önemli konusu, kırdaki çalışma oldu. Kongre, kırsal proleterler ve küçük köylüler yararına bazı somut istemler formüle eden bir tarım programi benimsedi. Ama bu program, sosyalist ilkelere birçok aykırılıklar, küçük-burjuva düşlere ve köylülüğün mülkiyet eğilimine, hatta kırın zengin katmanlarının sömürücü özlemlerine birçok ödünler de içeriyordu. Bu yanlışlıklar, oportünist eğilimlerin etkisini yansıtıyorlardı. Nantes Kongresinde bu yanlışlıklar, programı gerekçeleyen bölümün ve bazı eklerin kabul edilmesi ile, daha da ağırlaştırıldılar.
[3] Burada Code Napoléon’dan sözeden Engels, sadece Napoléon I döneminde 1804’te kabul edilen ve bu ad altında tanınan Yurttaşlık Yasası’nı (Code civil) değil, ama Napoléon I döneminde 1804-1810 yılları arasında kabul edilen beş yasadan (yurttaşlık (medeni), yurttaşlık usul, tecim, ceza, ceza usul yasaları) oluşan tüm burjuva türel sistemini gözönünde tutmaktadır. Bu yasalar, Almanya’nın, Napoléon Fransası tarafından işgal edilen Batı ve Güney-Batı bölgelerinde ve Renanya’da uygulandılar, -hatta Renanya’nın 1815’te Prusya’ya katılmasından sonra bile.
[4] Emekçileri ezip suyunu çıkarma sistemi.
[5] “Sozialdemokrat”, Almanya Sosyal-Demokrat Partisinin, 1894-1895 arası Berlin’de yayımlanan günlük gazetesi.
Lafargue’ın Köylü Mülkiyeti ve İktisadi Gelişme başlıklı raporu, 18 Ekim 1894 günü, bu gazetenin ekinde yayımlandı.
[6] Engels, “Prusya ulusunun Kutsal Almanya İmparatorluğu”ndan sözederek, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu adlandırmasını genişletir, ve Almanya’nın birleşmesinin, yani 1871 yılında, Fransa üzerindeki zaferden sonra, Alman İmparatorluğunun kuruluşunun, Prusya’nın egemenliği altında gerçekleştiğini ve Alman topraklarının Prusyalılaştırılması ile izlendiğini vurgular.