SAVAŞTA TEHLİKE
Savaş Üzerine
Clausewitz
BÖLÜM IV
SAVAŞTA TEHLİKE
Genellikle tehlikenin ne olduğunu öğreninceye kadar, insan onun önünde tiksinti duyacağı yerde bir çeşit cezbeye kapılır. Düşmanın üzerine koşar adım yürümek, heyecan sarhoşluğu içinde kendinden geçmek varken, kim her yanda vınlayan mermilere ve vurulup düşen insanlara aldırış eder? Bir, an gözümüzü kapayıp, kimin vurulacağını kimin sağ çıkacağını bilmeden ölümün soğuk kucağına atılmak, nihai zaferin altın eşiğinde ihtirasımızın can attığı lezzetli meyvelere uzanmak zahmetli bir iş sayılabilir mi? Hayır, zahmetli olmak şöyle dursun, göründüğünden de kolay bir şeydir bu! Ne var ki, sanıldığı gibi göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmez bu işler. Zamanla sulanıp tadı bozulan bir ilaca benzeyen bu anlar aslında bir hayli seyrektir.
Acemi eri savaş alanında izleyelim biraz. Muharebe sahnesine yaklaştıkça, topların gümbürtüsüne çok geçmeden tecrübesiz askerin dikkatini çeken mermi sesleri karışır. Gülleler ve mermiler yanıbaşımıza düşmeye başlar. Komutanın karargâh subayları ile birlikte harekâtı yönettiği tepeye doğru koşarız. Burada top mermileri daha sık patlamaya ve şarapnel parçaları etrafa dağılmaya başlar, ve sonunda yaşamanın ciddi yanı ağır basar, gençlik hayallerimizi silip süpürür. Birdenbire, tanıdığımız biri vurulup yere düşer, kalabalığın ortasında patlayan bir el bombası gayri ihtiyari bir kıpırdama yaratır ve insan yavaş yavaş soğukkanlılığını ve zihni cevvaliyetini kaybettiğinin farkına varır, en cesur olanlar bile neye uğradıklarını şaşırırlar. Bir adım daha attık mı, etrafımızı kasıp kavuran muharebenin ta ortasında buluruz kendimizi ve bir an için bir tiyatro sahnesine çıktığımızı sanırız. [sayfa 109] Derken kendimizi en yakın tümen komutanının karşısında buluruz. Burada mermiler birbirini izler ve kendi silahlarımızın gürültüsü karışıklığı büsbütün arttırır. Şimdi de tümen komutanının yanından ayrılıp tugay komutanına sokulalım. Yiğitliği her türlü kuşkunun üstünde olan bu tugay komutanı tedbiri elden bırakmayarak bir tepenin, bir evin ya da bir ağacın arkasına gizlenmiştir. Tehlikenin arttığının bir belirtisidir bu. Fişekler evlerin damlarında ve tarlalarda çatırdamakta, top gülleleri her yanımızda ve başımızın üstünde uçuşmakta ve tüfek mermileri artık kulağımızın dibinde ıslıklar çalmaktadır. Birliklere, saatlerdir ateş altında metanetlerini koruyan piyade kıtalarına doğru bir adım daha ilerleyelim. Her taraf mermilerle doludur. Kısa ve tiz sesleri kulağımızı ve adeta kalbimizi sıyırıp geçmektedir. Bütün bunlara ek olarak, sakatlananların, vurulup düşenlerin acıklı manzarası hızlı hızlı çarpan kalbimizi merhametle doldurmaktadır.
Acemi asker, tehlikenin en yoğun olduğu bu çeşitli bölgelerden geçerken, ister istemez akıl ışığının buralarda salt kurgu alanındaki faaliyetlerine benzemediğini, çok farklı bir ortam içinde hareket edip çok değişik bir biçimde yansıdığını görecektir. Bu ilk izlenimin etkisi altında anında karar verme yeteneğini kaybetmemek için, insanın gerçekten olağanüstü bir yapıya sahip olması gerekir. Gerçi alışkanlık vurdum duymazlık yaratır; yarım saat içinde insan etrafında olup bitenlere kayıtsız kalmaya başlar; ama sıradan bir insan hiç bir zaman tam bir sakinliğe ve doğal bir ruh esnekliğine ulaşamaz. Bu itibarla, normal niteliklerin burada da yeterli olmadığını bir kez daha teslim etmek zorundayız. Faaliyet alanı genişledikçe bunun doğruluğu daha da artar. Bütün bu zorlukların ortasında savaş faaliyetinin dört duvar arasında normal sayılabilecek bir düzeyin altında kalmaması için, doğuştan bir cesarete, coşkun ve dayanıklı bir ruh yapısına, büyük bir ihtirasa ve tehlike ile uzun süre haşır neşir olmaya ihtiyaç vardır.
Savaşta tehlike, karakterinde mevcut sürtüşmeden ileri gelir. Etkisini gereği gibi anlayabilmek için, bu konuda doğru bir fikir edinmemiz gerekir; ona burada işaret etmeyi bu yüzden uygun gördük.
BÖLÜM V
SAVAŞTA MADDİ ÇABA
İnsanın savaştaki çeşitli olaylar üzerinde bir fikir yürütebilmek için mutlaka ayazdan donması, sıcaktan ve açlıktan bunalması, türlü mahrumiyet ve yorgunluklardan bitap düşmesi gerekseydi, objektif bakımdan doğru fikirlere kuşkusuz çok daha az raslanırdı, fakat buna karşılık, bu fikirlerdeki sübjektif doğruluk payı belki daha fazla olurdu, çünkü hükmü verenle hükmün konusu arasında sıkı bir bağlantı bulunurdu. Önemli olayların görgü tanıklarının, hele bu olaylara bizzat karışmışlarsa, onları küçümsemeye, önemsememeye ve tam değerlerini vermemeye ne kadar yatkın olduklarını gördükçe, bunun doğruluğunu daha iyi anlarız. Bu, kanımızca, maddi çabanın etkisinin ve bir yargıya varabilmek için bu çabaya verilmesi gereken önemin bir ölçüsüdür.
Savaşta, kesin bir paha biçilemeyecek bir çok faktörler arasında, maddi çabanın çok önemli bir yeri vardır. Boşuna harcanmamak şartıyla, maddi çaba tüm güçlerin ortak bir faktörü olup kimse onun nereye kadar götürülmesi gerektiğini söyleyemez. Nasıl ki okçunun yayının kirişini iyice gerebilmesi için kuvvetli bir kola ihtiyacı varsa, savaşta silahlı kuvvetlerden azami verimin alınabilmesi için de aynı şekilde güçlü bir zekaya ihtiyaç vardır. Çünkü [sayfa 111] her yandan tehlikelerle sarılı bir ordunun büyük talihsizlikler sonucunda yıkılan bir duvar gibi parçalanıp gitmesi ve selameti ancak maddi gücünü son kertesine kadar harcamakta bulması başka şeydir; sadece mertlik ve gurur duygularının coşturduğu muzaffer bir ordunun komutanının arzusu doğrultusunda sevk ve idare edilmesi başka şeydir. Birinci durumda harcanan çaba yalnızca acıma duygularımızı uyandırırken, ikinci durumda, çok daha zor şartlar altında sürdürüldüğü için, tüm hayranlığımızı celbeder.
Tecrübesiz bir göz burada sadece şunu görür: fikir hareketlerinin karanlıkta kösteklendiğini ve ruhsal güçlerin gizlice kemirildiğini.
Aslında burada söz konusu olan komutanın ordusundan, liderin emrindekilerden beklediği çaba, dolayısıyla bu çabayı isteme cesareti ve onu elde etme sanatı olmasına rağmen, bizzat komutanın ve liderin maddi çabalarını da küçümsememek gerekir; savaşın analizini bilinçli bir şekilde bu noktaya kadar getirdikten sonra, bu ufak pürüzlerin de önemini göz önüne almak lazımdır.
Fiziki çabadan söz edişimizin başlıca nedeni, tehlike gibi, onun da sürtünmenin temel sebeplerine ait bir husus olması ve miktarındaki belirsizliğin onu sürtünmesini hesaplamanın çok güç olduğu bilinen esnek bir cisim haline getirmesidir.
Bu mülahazaların, savaşın zorluklarını arttıran bu olağan şeylerin sakıncalarını önlemek için, tabiat duygularımıza, yargımıza rehberlik etmek görevini vermiştir. Kendisine kötü davranılan veya hakarete uğrayan bir insan kişisel yetersizliklerini ileri sürmekle hiç bir şey kazanamaz; buna karşılık, kendisine yöneltilen saldırıyı başarı ile püskürtmüş veya parlak bir şekilde öcünü almışsa, bununla iftihar edebilir. Aynı şekilde, bir komutan veya bir ordu yüz kızartıcı bir yenilgiyi mazur gösterebilmek için, bir zaferin şanını daha da yüceltecek tehlikelerden, sıkıntılardan ve çabalardan dem vuramaz. [sayfa 112] Böylece duygularımız bizi, yargımızın eğilim göstermiş olabileceği, adil bir davranış gibi görünen bir şeyi yapmaktan alıkoyar. Demek ki, his aslında bir çeşit üstün yargıdan başka bir şey değildir.
BÖLÜM VI
SAVAŞTA HABER ALMA
"Haber alma" deyimi ile düşman ve ülkesine ilişkin bilgilerin tümünü, dolayısıyla kendi fikir ve hareketlerimizin dayandığı temeli kastediyoruz. Bu temelin niteliği, güvenilmez ve istikrarsız yönleri üzerinde duracak olursak, savaşın ne kadar iğreti ve kolay yıkılır bir yapı olduğunu, yıkılıp bizi enkazı altında gömmesi için ne kadar az şeye ihtiyaç bulunduğunu kolayca anlarız. Çünkü her ne kadar bütün savaş kitapları ancak emin ve kesin bilgilere inanmamızı ve hiç bir zaman kuşkuyu elden bırakmamamızı öğütlerlerse de, bu, sistematik eserler ve el kitapları yazmaya kalkışan yazar taslaklarının, söyleyecek daha iyi bir şey bulamadıkları için sığındıkları kitabi bir öğütten, yani kuru bir teselliden başka bir şey değildir.
Savaşta bize ulaşan bilgilerin büyük bir kısmı çelişkili, daha büyük bir kısmı da gerçeğe aykırıdır; en büyük kısmı ise en azından şüphelidir. Bu durumda subaydan istenebilecek tek şey, ancak psikolojik ve mesleki yetenek, tecrübe ve güçlü bir muhakeme kabiliyeti sayesinde elde edilebilecek olan doğruyu yanlıştan ayırdetme yetisidir. Bunun için ihtimal kanunlarına güvenmesi gerekir. Bu zorluk gerçek savaş alanının dışında karargah odasında hazırlanan ilk planlar konusunda bile küçümsenecek bir zorluk değildir; ama savaş kargaşalığı içinde raporlar birbirini izlemeye başladığı zaman işin zorluğu bütün bütün artar. Bu raporlar, birbirleriyle çelişmekle birlikte, bir çeşit denge sağlar ve tecrübesiz subayı bile bir eleştiri yapmaya zorlarsa, kendimizi talihli sayabiliriz. Ama şansımız yaver gitmez de, her yeni gelen bilgi bir öncekini destekler, doğrular ve genişletirse, işte o zaman işler iyice çatallaşır. Bu ek renk tuşları önümüzdeki tabloyu tamamlar ve o zaman tecrübesiz subayımız ani bir karar vermek zorunda kalır: bir de bakarız ki bu saçma, çılgınca bir karardır, çünkü edindiği bilgilerin hepsi yanlış, mübalağalı, uydurmadır. Kısaca, raporların çoğu sahtedir, ve insanların çekingenliği yalanlara ve yanlışlara daha da büyük boyutlar kazandırır. Genel kural olarak, insanlar iyi haberlerden çok kötü haberlere güven duyma eğilimindedir. Herkes kötü haberleri bir ölçüde daha da ağırlaştırmaya heveslidir: öyle ki, haber verilen tehlikeler denizin dalgaları gibi birbirinin üzerine yığılıp geri çekilirler ama birazdan görünürde hiç bir sebep bulunmadığı halde yine yükselirler. Her şeyi daha iyi bildiğine güvenen komutan, dalgaların gelip üzerinde parçalandığı bir kaya gibi sapasağlam durmalıdır. Bu zor bir görevdir. Yaradılıştan içi rahat olmayan, askeri tecrübe ve eğitimle gerekli yetenekleri henüz kazanmamış olan komutan, kuşku ve korku yoluna sapmayarak, inançlarına aykırı da olsa, umut yolunda ilerlemeyi kendisine şiar edinmelidir. Ancak bu sayede dengesini koruyabilir. Savaştaki en büyük sürtünmelerden birini teşkil eden bu doğru değerlendirme zorluğu, olayların umulduğundan başka türlü görünmesine sebep olur. Duygularımızın ilettiği izlenimler, düşüncenin hesaplarından doğan fikirlerden daha güçlüdür. O kadar ki, belki bugüne kadar hiç bir önemli girişim, komutan planını uygulamaya başlarken yeni kuşkuları yenmek zorunda kalmadan gerçekleştirilmemiştir. Bu nedenle, başkalarının telkinlerine göre hareket eden alelade insanlar olayların gerçeği karşısında genellikle şaşkına dönerler. Umduklarından [sayfa 114] farklı koşullar karşısında bulunduklarını sanırlar ve yine başkalarının tavsiyelerine boyun eğerler. Bununla birlikte, kendi planlarını kendi hazırlamış olan bir kimse bile, olup bitenleri kendi gözleri ile görünce çoğu zaman yanıldığını sanır. Kendine olan sarsılmaz güven duygusu o anın baskılarına karşı kişiyi koruyabilmelidir. Kaderin savaş sahnesinin önüne abartılmış tehlikelerle birlikte yerleştirdiği perdeler kalkıp da ufuk genişleyince, ilk inançlarının doğru olduğu ortaya çıkacaktır. İşte düşünce ile icraatı birbirinden ayıran derin uçurumlardan biri!
BÖLÜM VII
SAVAŞTA SÜRTÜNME
Savaşı bizzat tanımadığımız sürece, zorluklarının ne olduğunu ve komutandan istenilen deha ve olağanüstü fikri yeteneklerin gerçekte neye yaradığına akıl erdiremeyiz. Her şey o kadar basit görünür, gerekli bütün bilgiler o kadar harcıalem izlenimini verir, bütün kombinezonlar o kadar önemsiz gözükür ki, bunlara kıyasla en basit bir yüksek matematik probleminin bilimsel haysiyeti bizi daha çok etkiler. Fakat savaşın ne olduğunu gördükten sonra, her şey anlaşılır hale gelir. Bununla birlikte, bu değişikliği meydana getiren şeyin ne olduğunu anlatmak, bu görünmez fakat son derece etkin faktöre bir ad koymak son derece zordur.
Savaşta her şey çok basittir, fakat en basit şey zordur. Güçlükler birikir ve öyle bir sürtünme yaratır ki, savaşı görmemiş olan bir insan bunu gözünün önünde canlandıramaz. Bir yolcu düşünün ki, bir günlük bir [sayfa 115] yolculuğun sonunda, geceleyin iki merhale daha katetmek istiyor; şose üzerinde posta arabası ile dört beş saatlik bir yolculuk daha yapmak hiç bir şey değildir. Fakat bir de, sondan bir önceki konaklama yerine varan yolcunun orada at bulamadığını ya da bulduğu atların çok kötü olduğunu düşünün; sonra da dağlık bir araziye, kötü yollara rasladığını tasavvur edin. Gece zifiri karanlıktır ve yolcumuz büyük zorluklardan sonra en yakın hana varıp iyi kötü barınacak bir yer bulunca büyük bir mutluluk duyar. İşte savaşta da, kağıt üzerinde yakından incelenmesine imkan bulunmayan bir sürü önemsiz şeylerin etkisiyle, olaylar bizi hayal kırıklığına uğratır ve hedefin hayli gerisinde kalırız. Güçlü, çelikten bir irade bu sürtünmenin üstesinden gelir, engelleri yıkar, fakat onlarla birlikte makina da parçalanır. Bu sürtünmenin sonuçları ile ilerde sık sık karşılaşacağız. Bir kentin ana caddelerinin yöneldiği bir dikili taş gibi, mağrur bir komutanın güçlü iradesi savaş sanatının ortasında hükmedici görkemiyle dimdik durur.
Sürtünme kayramı, gerçek savaşı kitaplarda okunan savaştan ayıran tek kavramdır. Askeri makina, yani ordu ve ona ilişkin her şey, aslında son derece basittir ve bu bakımdan idaresi kolaymış gibi görünür. Fakat şunu hiç bir zaman hatırdan çıkarmayalım ki, ordu yekpare bir kitle değildir, her biri kendi öz sürtünmelerini muhafaza eden bireylerden oluşur. Teori planında her şey mükemmel, yerli yerinde görünür: tabur komutanı verilen emri yerine getirmekten sorumludur, ve tabur da disiplin yolu ile tek bir vücut gibi kaynaşmış olduğundan ve komutanı üstün gayretiyle ün yapmış bir kişi olacağından, sarkaç demir ekseni üzerinde asgari bir sürtünme ile gidip gelir. Fakat gerçek hiç de öyle değildir, ve savaşta böyle bir sanının gerçek dışı ve abartılmış yönü derhal meydana çıkar. Tabur belirli sayıda bir insan topluluğu olarak kalır ve tesadüf de işin içine karışınca, bu insanların en önemsizlerinden biri bile her hangi bir gecikmeye veya düzensizliğe sebep olabilir. Savaşın beraberinde getirdiği [sayfa 116] tehlikeler ve gerektirdiği maddi çabalar bu sakıncayı daha da arttırır, hatta onun en önemli nedenini teşkil eder.
Mekanikte olduğu gibi bir kaç noktada toplamamıza imkan bulunmayan bu aşırı sürtünme böylece her yandan tesadüfle temas haline gelir ve önceden tahmin edilemeyen olaylar yaratır. Bu tesadüflerden biri, örneğin, havadır. Zaman zaman sis, düşmanın istenilen anda keşfedilmesine, bir topun tam zamanında ateşlenmesine, bir haberin komutana vaktinde yetiştirilmesine engel olur. Bazan da yağmur bir taburun istenilen yere ulaşmasına, veya bir başka taburun, üç saat yerine belki sekiz saat yürümek zorunda kaldığı için, zamanında varmasına, ya da çamurlu arazi yüzünden süvarinin etkin bir biçimde saldırıya geçmesine mani olur. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Bu ayrıntılar üzerinde duruşumuzun tek nedeni, gerçeği göstermek ve böylece yazarlarla okuyucularımızın bu konuya dikkat etmelerini sağlamak isteyişimizdir. Yoksa bu güçlükler üzerinde ciltlerce kitap yazmak mümkündür. Savaşta karşılaşılabilecek sayısız küçük güçlükleri yenmenin yolları hakkında okuyucunun açık bir fikir edinmesi için, o kadar çok örnekler vermek gerekir ki, bunlarla okuyucuyu usandırmak istemeyiz. Bizi öteden beri anlamış olanlara gelince, bu bir kaç örneği verdiğimiz için bizi bağışlayacaklarını umarız.
Savaşta hareket çetin bir ortamda yer değiştirmek demektir. Nasıl ki, insan suyun içinde yürümek gibi en basit ve doğal bir hareketi rahat ve düzenli bir şekilde yapmakta müşkilat çekerse, savaşta da normal güçlerle işleri vasat bir biçimde yürütmekte bile zorluk çekeriz. Onun içindir ki, gerçek bir kuramcıyı, suda yapılması gereken ve suyu düşünmeyen bir kimseye gülünç ve mübalağalı görünen hareketleri karada yapmasını öğreten bir yüzme hocasına benzetebiliriz. Ve yine onun içindir ki, kendileri hiç bir zaman suya dalmamış olan, ya da hiç bir zaman kendi deneylerinden genel bir fikir çıkaramamış bulunan kuramcılar bir işe yaramazlar, hatta gülünç olurlar; [sayfa 117] çünkü onlar bize sadece herkesin bildiği bir şeyi, yani yürümeyi, öğretirler.
Üstelik her savaşın kendine göre özellikleri vardır. Her savaş kayalıklarla dolu keşfedilmemiş bir deniz gibidir: komutan bu kayalıkları sezebilir, fakat onları hiç bir zaman gözleri ile görmemiş olduğundan karanlıkta rotasını tayin ederek bunların etrafından dolanmak zorundadır. Ters yönden bir rüzgar esti mi, yani şans aleyhine döndü mü, uzaktan bakan için her şey yolunda gibi görünse de, komutanın imdadına ancak büyük bir ustalık, enerji ve soğukkanlılık yetişebilir. İyi bir komutandan beklenen ve hakkında o kadar övgüler düzülmüş olan askeri tecrübe bir ölçüde bu sürtünmenin bilinmesinden başka bir şey değildir. Kuşkusuz en iyi komutan bunu gözünde büyüten ve hemen korku ve telaşa kapılan komutan değildir; bu aşırı derecede endişeli ve çekingen komutanlara en tecrübeliler arasında bile raslanır. Fakat iyi bir komutan sürtünmenin ne olduğunu bilmeli, mümkün olduğu zaman onun üstesinden gelebilmeli ve hareketlerinde sürtünmenin yol açabileceği hata payını daima gözönünde bulundurmalıdır. Kaldı ki, teorik olarak bu konuda tam bir bilgi edinmeye imkan yoktur; olsa bile, "takt" dediğimiz, ve insanın kendi kendisine ve başkalarına danışmak imkanını bulduğu büyük kararların arifesinden ziyade, küçük ve değişik ayrıntılarla dolu bir alanda işimize yarayan o düşünce idmanına yine de ihtiyacı olacaktır komutanın. Nasıl ki görmüş geçirmiş bir insan, bir düşünce alışkanlığı halini almış olan taktı sayesinde her zaman duruma uygun biçimde konuşur ve davranırsa, uzun bir savaş tecrübesi olan bir subay da, önemi ne olursa olsun, her durumda, tabir caizse, savaşın her nabız atışında, en doğru karar ve tedbirleri alır. Bu tecrübe, bu idman, düşüncesinin hareketlerini yönetir: neyin mümkün, neyin imkansız olduğunu hemen anlar. Böylece kolay kolay açık vermez; aksi takdirde kötü ve zor durumlara düşer, ve bu savaşta son derece tehlikeli olabilir.
Demek oluyor ki, sürtünme, ya da bu adı verdiğimiz şey kolay görüneni zor kılan bir etkendir. Bu konuya ilerde yeniden dönmek fırsatını bulacağız; o zaman göreceğiz ki, mükemmel bir savaş lideri olabilmek için, tecrübe ve büyük bir irade gücünün yanısıra, herkeste bulunmayan daha bir çok niteliklere ihtiyaç vardır.
BÖLÜM VIII
BİRİNCİ KİTAP HAKKINDA SON MÜLAHAZALAR
Tehlike, maddi çaba, haber alma ve sürtünmenin savaş atmosferini, her türlü faaliyeti zorlaştıran bir ortamı yaratan unsurlar olduğunu gördük. Savaş faaliyetini engelleyici etkenler olarak bu unsurların tümünü genel bir sürtünme kavramı içinde özetleyebiliriz. Ama acaba bu sürtünmeyi yumuşatacak bir yağ yok mudur? Vardır, fakat sadece bir tanedir ve onu kullanabilmek de her zaman komutanın veya ordunun elinde değildir: ordunun savaşa alışkanlığı. Alışkanlık, kendisinden büyük bir çaba istenilen vücudu, büyük bir tehlike ile karşı karşıya gelen ruhu, ilk izlenimlerden etkilenebilecek olan muhakemeyi güçlendirir. Bu sayede, süvari ile topçu erinden tümen komutanına kadar herkeste değerli bir düşünme yeteneği oluşur, bu da başkomutanın işini kolaylaştırır.
Karanlıkta insanın gözbebeği büyür, etraftaki pek az ışığı adeta emer ve bu sayede yavaş yavaş eşyayı iyi kötü birbirinden ayırt etmeye başlar, sonunda da karanlığa alışıp her şeyi görür. Savaşa alışkın tecrübeli asker için de durum aynıdır; oysa, acemi asker için henüz her şey karanlıktır.
Savaşa alışkanlık bir komutanın birliklerine hemencecik verebileceği bir şey değildir; çünkü barış zamanındaki manevralar ancak bir ölçüde gerçek savaşın yerini tutabilirler. Bununla birlikte, eğitimin sadece mekanik bir beceri kazandırmaya dönük olduğu ordulara kıyasla, sık sık ciddi manevralara çıkarılan orduların üstünlüğü yine de şüphe götürmez. Barış zamanı manevralarını, çeşitli kademelerdeki komutanların muhakeme, düşünme, hatta karar verme yeteneklerini sınayacak ve yukarda sözü edilen sürtünme nedenlerinden bazılarını kapsayacak şekilde düzenlemenin, savaş hakkında ancak kulaktan dolma bilgileri olanların sandığından çok daha büyük bir değeri vardır.
Savaş hiç bir asker için (ki bu çok önemli bir noktadır), ilk kez karşılaştığında şaşırıp kalacağı ve telaşa kapılacağı gerçeklerle ilk temas fırsatı olmamalıdır. Asker bunlarla daha önce bir kez olsun karşılaşmış olsa, savaş gerçeğini yarı yarıya tanımış olur ve artık gördüğü zaman yadırgamaz. Bu maddi çabalar için de böyledir. Manevraların ve eğitimin amacı, vücuttan ziyade zihni meşakkatlere alıştırmak olmalıdır. Savaşta, genç ve acemi asker olağanüstü çabaları yanlışlıkların, yanılgıların, sevk ve idare bozukluklarının sonucu olarak görmek eğilimindedir, ve bu onun umutsuzluğunu ve hayal kırıklığını büsbütün arttırır. Oysa, barış zamanındaki tatbikatlar onu bu çetin çabalara alıştırmış olursa, savaşta böyle bir durumla karşılaşmaz.
Barış zamanında savaş alışkanlıklarını kazanmanın daha az. yaygın fakat yine de çok önemli bir diğer yolu, yabancı ordulara mensup savaş tecrübesi olan subaylara baş vurmaktır. Avrupa'nın tümünde, hele dünyanın bütün bölgelerinde barışın hüküm sürdüğü zamanlar pek nadirdir. Onun için, uzun süredir barış içinde bulunan bir Devlet daima savaş sahnelerinden oralarda yararlık göstermiş subaylar getirtmeye, ya da, savaş tecrübesi kazanmaları için, bu savaş sahnelerine kendi subaylarını göndermeye çalışmalıdır.
Bu subayların sayısı ordunun tümüne oranla ne kadar az olursa olsun, etkileri yine de hissedilir. Tecrübeleri, ruhi eğilimleri, karakterleri hem astları hem de arkadaşları üzerinde tesirini gösterir. Bunun yanısıra, bu subaylar dallarında uzman olduklarından, komuta mevkilerine getirilemeseler bile, bir çok hallerde kendilerine danışılabilir.
Clausewitz
BÖLÜM IV
SAVAŞTA TEHLİKE
Genellikle tehlikenin ne olduğunu öğreninceye kadar, insan onun önünde tiksinti duyacağı yerde bir çeşit cezbeye kapılır. Düşmanın üzerine koşar adım yürümek, heyecan sarhoşluğu içinde kendinden geçmek varken, kim her yanda vınlayan mermilere ve vurulup düşen insanlara aldırış eder? Bir, an gözümüzü kapayıp, kimin vurulacağını kimin sağ çıkacağını bilmeden ölümün soğuk kucağına atılmak, nihai zaferin altın eşiğinde ihtirasımızın can attığı lezzetli meyvelere uzanmak zahmetli bir iş sayılabilir mi? Hayır, zahmetli olmak şöyle dursun, göründüğünden de kolay bir şeydir bu! Ne var ki, sanıldığı gibi göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmez bu işler. Zamanla sulanıp tadı bozulan bir ilaca benzeyen bu anlar aslında bir hayli seyrektir.
Acemi eri savaş alanında izleyelim biraz. Muharebe sahnesine yaklaştıkça, topların gümbürtüsüne çok geçmeden tecrübesiz askerin dikkatini çeken mermi sesleri karışır. Gülleler ve mermiler yanıbaşımıza düşmeye başlar. Komutanın karargâh subayları ile birlikte harekâtı yönettiği tepeye doğru koşarız. Burada top mermileri daha sık patlamaya ve şarapnel parçaları etrafa dağılmaya başlar, ve sonunda yaşamanın ciddi yanı ağır basar, gençlik hayallerimizi silip süpürür. Birdenbire, tanıdığımız biri vurulup yere düşer, kalabalığın ortasında patlayan bir el bombası gayri ihtiyari bir kıpırdama yaratır ve insan yavaş yavaş soğukkanlılığını ve zihni cevvaliyetini kaybettiğinin farkına varır, en cesur olanlar bile neye uğradıklarını şaşırırlar. Bir adım daha attık mı, etrafımızı kasıp kavuran muharebenin ta ortasında buluruz kendimizi ve bir an için bir tiyatro sahnesine çıktığımızı sanırız. [sayfa 109] Derken kendimizi en yakın tümen komutanının karşısında buluruz. Burada mermiler birbirini izler ve kendi silahlarımızın gürültüsü karışıklığı büsbütün arttırır. Şimdi de tümen komutanının yanından ayrılıp tugay komutanına sokulalım. Yiğitliği her türlü kuşkunun üstünde olan bu tugay komutanı tedbiri elden bırakmayarak bir tepenin, bir evin ya da bir ağacın arkasına gizlenmiştir. Tehlikenin arttığının bir belirtisidir bu. Fişekler evlerin damlarında ve tarlalarda çatırdamakta, top gülleleri her yanımızda ve başımızın üstünde uçuşmakta ve tüfek mermileri artık kulağımızın dibinde ıslıklar çalmaktadır. Birliklere, saatlerdir ateş altında metanetlerini koruyan piyade kıtalarına doğru bir adım daha ilerleyelim. Her taraf mermilerle doludur. Kısa ve tiz sesleri kulağımızı ve adeta kalbimizi sıyırıp geçmektedir. Bütün bunlara ek olarak, sakatlananların, vurulup düşenlerin acıklı manzarası hızlı hızlı çarpan kalbimizi merhametle doldurmaktadır.
Acemi asker, tehlikenin en yoğun olduğu bu çeşitli bölgelerden geçerken, ister istemez akıl ışığının buralarda salt kurgu alanındaki faaliyetlerine benzemediğini, çok farklı bir ortam içinde hareket edip çok değişik bir biçimde yansıdığını görecektir. Bu ilk izlenimin etkisi altında anında karar verme yeteneğini kaybetmemek için, insanın gerçekten olağanüstü bir yapıya sahip olması gerekir. Gerçi alışkanlık vurdum duymazlık yaratır; yarım saat içinde insan etrafında olup bitenlere kayıtsız kalmaya başlar; ama sıradan bir insan hiç bir zaman tam bir sakinliğe ve doğal bir ruh esnekliğine ulaşamaz. Bu itibarla, normal niteliklerin burada da yeterli olmadığını bir kez daha teslim etmek zorundayız. Faaliyet alanı genişledikçe bunun doğruluğu daha da artar. Bütün bu zorlukların ortasında savaş faaliyetinin dört duvar arasında normal sayılabilecek bir düzeyin altında kalmaması için, doğuştan bir cesarete, coşkun ve dayanıklı bir ruh yapısına, büyük bir ihtirasa ve tehlike ile uzun süre haşır neşir olmaya ihtiyaç vardır.
Savaşta tehlike, karakterinde mevcut sürtüşmeden ileri gelir. Etkisini gereği gibi anlayabilmek için, bu konuda doğru bir fikir edinmemiz gerekir; ona burada işaret etmeyi bu yüzden uygun gördük.
BÖLÜM V
SAVAŞTA MADDİ ÇABA
İnsanın savaştaki çeşitli olaylar üzerinde bir fikir yürütebilmek için mutlaka ayazdan donması, sıcaktan ve açlıktan bunalması, türlü mahrumiyet ve yorgunluklardan bitap düşmesi gerekseydi, objektif bakımdan doğru fikirlere kuşkusuz çok daha az raslanırdı, fakat buna karşılık, bu fikirlerdeki sübjektif doğruluk payı belki daha fazla olurdu, çünkü hükmü verenle hükmün konusu arasında sıkı bir bağlantı bulunurdu. Önemli olayların görgü tanıklarının, hele bu olaylara bizzat karışmışlarsa, onları küçümsemeye, önemsememeye ve tam değerlerini vermemeye ne kadar yatkın olduklarını gördükçe, bunun doğruluğunu daha iyi anlarız. Bu, kanımızca, maddi çabanın etkisinin ve bir yargıya varabilmek için bu çabaya verilmesi gereken önemin bir ölçüsüdür.
Savaşta, kesin bir paha biçilemeyecek bir çok faktörler arasında, maddi çabanın çok önemli bir yeri vardır. Boşuna harcanmamak şartıyla, maddi çaba tüm güçlerin ortak bir faktörü olup kimse onun nereye kadar götürülmesi gerektiğini söyleyemez. Nasıl ki okçunun yayının kirişini iyice gerebilmesi için kuvvetli bir kola ihtiyacı varsa, savaşta silahlı kuvvetlerden azami verimin alınabilmesi için de aynı şekilde güçlü bir zekaya ihtiyaç vardır. Çünkü [sayfa 111] her yandan tehlikelerle sarılı bir ordunun büyük talihsizlikler sonucunda yıkılan bir duvar gibi parçalanıp gitmesi ve selameti ancak maddi gücünü son kertesine kadar harcamakta bulması başka şeydir; sadece mertlik ve gurur duygularının coşturduğu muzaffer bir ordunun komutanının arzusu doğrultusunda sevk ve idare edilmesi başka şeydir. Birinci durumda harcanan çaba yalnızca acıma duygularımızı uyandırırken, ikinci durumda, çok daha zor şartlar altında sürdürüldüğü için, tüm hayranlığımızı celbeder.
Tecrübesiz bir göz burada sadece şunu görür: fikir hareketlerinin karanlıkta kösteklendiğini ve ruhsal güçlerin gizlice kemirildiğini.
Aslında burada söz konusu olan komutanın ordusundan, liderin emrindekilerden beklediği çaba, dolayısıyla bu çabayı isteme cesareti ve onu elde etme sanatı olmasına rağmen, bizzat komutanın ve liderin maddi çabalarını da küçümsememek gerekir; savaşın analizini bilinçli bir şekilde bu noktaya kadar getirdikten sonra, bu ufak pürüzlerin de önemini göz önüne almak lazımdır.
Fiziki çabadan söz edişimizin başlıca nedeni, tehlike gibi, onun da sürtünmenin temel sebeplerine ait bir husus olması ve miktarındaki belirsizliğin onu sürtünmesini hesaplamanın çok güç olduğu bilinen esnek bir cisim haline getirmesidir.
Bu mülahazaların, savaşın zorluklarını arttıran bu olağan şeylerin sakıncalarını önlemek için, tabiat duygularımıza, yargımıza rehberlik etmek görevini vermiştir. Kendisine kötü davranılan veya hakarete uğrayan bir insan kişisel yetersizliklerini ileri sürmekle hiç bir şey kazanamaz; buna karşılık, kendisine yöneltilen saldırıyı başarı ile püskürtmüş veya parlak bir şekilde öcünü almışsa, bununla iftihar edebilir. Aynı şekilde, bir komutan veya bir ordu yüz kızartıcı bir yenilgiyi mazur gösterebilmek için, bir zaferin şanını daha da yüceltecek tehlikelerden, sıkıntılardan ve çabalardan dem vuramaz. [sayfa 112] Böylece duygularımız bizi, yargımızın eğilim göstermiş olabileceği, adil bir davranış gibi görünen bir şeyi yapmaktan alıkoyar. Demek ki, his aslında bir çeşit üstün yargıdan başka bir şey değildir.
BÖLÜM VI
SAVAŞTA HABER ALMA
"Haber alma" deyimi ile düşman ve ülkesine ilişkin bilgilerin tümünü, dolayısıyla kendi fikir ve hareketlerimizin dayandığı temeli kastediyoruz. Bu temelin niteliği, güvenilmez ve istikrarsız yönleri üzerinde duracak olursak, savaşın ne kadar iğreti ve kolay yıkılır bir yapı olduğunu, yıkılıp bizi enkazı altında gömmesi için ne kadar az şeye ihtiyaç bulunduğunu kolayca anlarız. Çünkü her ne kadar bütün savaş kitapları ancak emin ve kesin bilgilere inanmamızı ve hiç bir zaman kuşkuyu elden bırakmamamızı öğütlerlerse de, bu, sistematik eserler ve el kitapları yazmaya kalkışan yazar taslaklarının, söyleyecek daha iyi bir şey bulamadıkları için sığındıkları kitabi bir öğütten, yani kuru bir teselliden başka bir şey değildir.
Savaşta bize ulaşan bilgilerin büyük bir kısmı çelişkili, daha büyük bir kısmı da gerçeğe aykırıdır; en büyük kısmı ise en azından şüphelidir. Bu durumda subaydan istenebilecek tek şey, ancak psikolojik ve mesleki yetenek, tecrübe ve güçlü bir muhakeme kabiliyeti sayesinde elde edilebilecek olan doğruyu yanlıştan ayırdetme yetisidir. Bunun için ihtimal kanunlarına güvenmesi gerekir. Bu zorluk gerçek savaş alanının dışında karargah odasında hazırlanan ilk planlar konusunda bile küçümsenecek bir zorluk değildir; ama savaş kargaşalığı içinde raporlar birbirini izlemeye başladığı zaman işin zorluğu bütün bütün artar. Bu raporlar, birbirleriyle çelişmekle birlikte, bir çeşit denge sağlar ve tecrübesiz subayı bile bir eleştiri yapmaya zorlarsa, kendimizi talihli sayabiliriz. Ama şansımız yaver gitmez de, her yeni gelen bilgi bir öncekini destekler, doğrular ve genişletirse, işte o zaman işler iyice çatallaşır. Bu ek renk tuşları önümüzdeki tabloyu tamamlar ve o zaman tecrübesiz subayımız ani bir karar vermek zorunda kalır: bir de bakarız ki bu saçma, çılgınca bir karardır, çünkü edindiği bilgilerin hepsi yanlış, mübalağalı, uydurmadır. Kısaca, raporların çoğu sahtedir, ve insanların çekingenliği yalanlara ve yanlışlara daha da büyük boyutlar kazandırır. Genel kural olarak, insanlar iyi haberlerden çok kötü haberlere güven duyma eğilimindedir. Herkes kötü haberleri bir ölçüde daha da ağırlaştırmaya heveslidir: öyle ki, haber verilen tehlikeler denizin dalgaları gibi birbirinin üzerine yığılıp geri çekilirler ama birazdan görünürde hiç bir sebep bulunmadığı halde yine yükselirler. Her şeyi daha iyi bildiğine güvenen komutan, dalgaların gelip üzerinde parçalandığı bir kaya gibi sapasağlam durmalıdır. Bu zor bir görevdir. Yaradılıştan içi rahat olmayan, askeri tecrübe ve eğitimle gerekli yetenekleri henüz kazanmamış olan komutan, kuşku ve korku yoluna sapmayarak, inançlarına aykırı da olsa, umut yolunda ilerlemeyi kendisine şiar edinmelidir. Ancak bu sayede dengesini koruyabilir. Savaştaki en büyük sürtünmelerden birini teşkil eden bu doğru değerlendirme zorluğu, olayların umulduğundan başka türlü görünmesine sebep olur. Duygularımızın ilettiği izlenimler, düşüncenin hesaplarından doğan fikirlerden daha güçlüdür. O kadar ki, belki bugüne kadar hiç bir önemli girişim, komutan planını uygulamaya başlarken yeni kuşkuları yenmek zorunda kalmadan gerçekleştirilmemiştir. Bu nedenle, başkalarının telkinlerine göre hareket eden alelade insanlar olayların gerçeği karşısında genellikle şaşkına dönerler. Umduklarından [sayfa 114] farklı koşullar karşısında bulunduklarını sanırlar ve yine başkalarının tavsiyelerine boyun eğerler. Bununla birlikte, kendi planlarını kendi hazırlamış olan bir kimse bile, olup bitenleri kendi gözleri ile görünce çoğu zaman yanıldığını sanır. Kendine olan sarsılmaz güven duygusu o anın baskılarına karşı kişiyi koruyabilmelidir. Kaderin savaş sahnesinin önüne abartılmış tehlikelerle birlikte yerleştirdiği perdeler kalkıp da ufuk genişleyince, ilk inançlarının doğru olduğu ortaya çıkacaktır. İşte düşünce ile icraatı birbirinden ayıran derin uçurumlardan biri!
BÖLÜM VII
SAVAŞTA SÜRTÜNME
Savaşı bizzat tanımadığımız sürece, zorluklarının ne olduğunu ve komutandan istenilen deha ve olağanüstü fikri yeteneklerin gerçekte neye yaradığına akıl erdiremeyiz. Her şey o kadar basit görünür, gerekli bütün bilgiler o kadar harcıalem izlenimini verir, bütün kombinezonlar o kadar önemsiz gözükür ki, bunlara kıyasla en basit bir yüksek matematik probleminin bilimsel haysiyeti bizi daha çok etkiler. Fakat savaşın ne olduğunu gördükten sonra, her şey anlaşılır hale gelir. Bununla birlikte, bu değişikliği meydana getiren şeyin ne olduğunu anlatmak, bu görünmez fakat son derece etkin faktöre bir ad koymak son derece zordur.
Savaşta her şey çok basittir, fakat en basit şey zordur. Güçlükler birikir ve öyle bir sürtünme yaratır ki, savaşı görmemiş olan bir insan bunu gözünün önünde canlandıramaz. Bir yolcu düşünün ki, bir günlük bir [sayfa 115] yolculuğun sonunda, geceleyin iki merhale daha katetmek istiyor; şose üzerinde posta arabası ile dört beş saatlik bir yolculuk daha yapmak hiç bir şey değildir. Fakat bir de, sondan bir önceki konaklama yerine varan yolcunun orada at bulamadığını ya da bulduğu atların çok kötü olduğunu düşünün; sonra da dağlık bir araziye, kötü yollara rasladığını tasavvur edin. Gece zifiri karanlıktır ve yolcumuz büyük zorluklardan sonra en yakın hana varıp iyi kötü barınacak bir yer bulunca büyük bir mutluluk duyar. İşte savaşta da, kağıt üzerinde yakından incelenmesine imkan bulunmayan bir sürü önemsiz şeylerin etkisiyle, olaylar bizi hayal kırıklığına uğratır ve hedefin hayli gerisinde kalırız. Güçlü, çelikten bir irade bu sürtünmenin üstesinden gelir, engelleri yıkar, fakat onlarla birlikte makina da parçalanır. Bu sürtünmenin sonuçları ile ilerde sık sık karşılaşacağız. Bir kentin ana caddelerinin yöneldiği bir dikili taş gibi, mağrur bir komutanın güçlü iradesi savaş sanatının ortasında hükmedici görkemiyle dimdik durur.
Sürtünme kayramı, gerçek savaşı kitaplarda okunan savaştan ayıran tek kavramdır. Askeri makina, yani ordu ve ona ilişkin her şey, aslında son derece basittir ve bu bakımdan idaresi kolaymış gibi görünür. Fakat şunu hiç bir zaman hatırdan çıkarmayalım ki, ordu yekpare bir kitle değildir, her biri kendi öz sürtünmelerini muhafaza eden bireylerden oluşur. Teori planında her şey mükemmel, yerli yerinde görünür: tabur komutanı verilen emri yerine getirmekten sorumludur, ve tabur da disiplin yolu ile tek bir vücut gibi kaynaşmış olduğundan ve komutanı üstün gayretiyle ün yapmış bir kişi olacağından, sarkaç demir ekseni üzerinde asgari bir sürtünme ile gidip gelir. Fakat gerçek hiç de öyle değildir, ve savaşta böyle bir sanının gerçek dışı ve abartılmış yönü derhal meydana çıkar. Tabur belirli sayıda bir insan topluluğu olarak kalır ve tesadüf de işin içine karışınca, bu insanların en önemsizlerinden biri bile her hangi bir gecikmeye veya düzensizliğe sebep olabilir. Savaşın beraberinde getirdiği [sayfa 116] tehlikeler ve gerektirdiği maddi çabalar bu sakıncayı daha da arttırır, hatta onun en önemli nedenini teşkil eder.
Mekanikte olduğu gibi bir kaç noktada toplamamıza imkan bulunmayan bu aşırı sürtünme böylece her yandan tesadüfle temas haline gelir ve önceden tahmin edilemeyen olaylar yaratır. Bu tesadüflerden biri, örneğin, havadır. Zaman zaman sis, düşmanın istenilen anda keşfedilmesine, bir topun tam zamanında ateşlenmesine, bir haberin komutana vaktinde yetiştirilmesine engel olur. Bazan da yağmur bir taburun istenilen yere ulaşmasına, veya bir başka taburun, üç saat yerine belki sekiz saat yürümek zorunda kaldığı için, zamanında varmasına, ya da çamurlu arazi yüzünden süvarinin etkin bir biçimde saldırıya geçmesine mani olur. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Bu ayrıntılar üzerinde duruşumuzun tek nedeni, gerçeği göstermek ve böylece yazarlarla okuyucularımızın bu konuya dikkat etmelerini sağlamak isteyişimizdir. Yoksa bu güçlükler üzerinde ciltlerce kitap yazmak mümkündür. Savaşta karşılaşılabilecek sayısız küçük güçlükleri yenmenin yolları hakkında okuyucunun açık bir fikir edinmesi için, o kadar çok örnekler vermek gerekir ki, bunlarla okuyucuyu usandırmak istemeyiz. Bizi öteden beri anlamış olanlara gelince, bu bir kaç örneği verdiğimiz için bizi bağışlayacaklarını umarız.
Savaşta hareket çetin bir ortamda yer değiştirmek demektir. Nasıl ki, insan suyun içinde yürümek gibi en basit ve doğal bir hareketi rahat ve düzenli bir şekilde yapmakta müşkilat çekerse, savaşta da normal güçlerle işleri vasat bir biçimde yürütmekte bile zorluk çekeriz. Onun içindir ki, gerçek bir kuramcıyı, suda yapılması gereken ve suyu düşünmeyen bir kimseye gülünç ve mübalağalı görünen hareketleri karada yapmasını öğreten bir yüzme hocasına benzetebiliriz. Ve yine onun içindir ki, kendileri hiç bir zaman suya dalmamış olan, ya da hiç bir zaman kendi deneylerinden genel bir fikir çıkaramamış bulunan kuramcılar bir işe yaramazlar, hatta gülünç olurlar; [sayfa 117] çünkü onlar bize sadece herkesin bildiği bir şeyi, yani yürümeyi, öğretirler.
Üstelik her savaşın kendine göre özellikleri vardır. Her savaş kayalıklarla dolu keşfedilmemiş bir deniz gibidir: komutan bu kayalıkları sezebilir, fakat onları hiç bir zaman gözleri ile görmemiş olduğundan karanlıkta rotasını tayin ederek bunların etrafından dolanmak zorundadır. Ters yönden bir rüzgar esti mi, yani şans aleyhine döndü mü, uzaktan bakan için her şey yolunda gibi görünse de, komutanın imdadına ancak büyük bir ustalık, enerji ve soğukkanlılık yetişebilir. İyi bir komutandan beklenen ve hakkında o kadar övgüler düzülmüş olan askeri tecrübe bir ölçüde bu sürtünmenin bilinmesinden başka bir şey değildir. Kuşkusuz en iyi komutan bunu gözünde büyüten ve hemen korku ve telaşa kapılan komutan değildir; bu aşırı derecede endişeli ve çekingen komutanlara en tecrübeliler arasında bile raslanır. Fakat iyi bir komutan sürtünmenin ne olduğunu bilmeli, mümkün olduğu zaman onun üstesinden gelebilmeli ve hareketlerinde sürtünmenin yol açabileceği hata payını daima gözönünde bulundurmalıdır. Kaldı ki, teorik olarak bu konuda tam bir bilgi edinmeye imkan yoktur; olsa bile, "takt" dediğimiz, ve insanın kendi kendisine ve başkalarına danışmak imkanını bulduğu büyük kararların arifesinden ziyade, küçük ve değişik ayrıntılarla dolu bir alanda işimize yarayan o düşünce idmanına yine de ihtiyacı olacaktır komutanın. Nasıl ki görmüş geçirmiş bir insan, bir düşünce alışkanlığı halini almış olan taktı sayesinde her zaman duruma uygun biçimde konuşur ve davranırsa, uzun bir savaş tecrübesi olan bir subay da, önemi ne olursa olsun, her durumda, tabir caizse, savaşın her nabız atışında, en doğru karar ve tedbirleri alır. Bu tecrübe, bu idman, düşüncesinin hareketlerini yönetir: neyin mümkün, neyin imkansız olduğunu hemen anlar. Böylece kolay kolay açık vermez; aksi takdirde kötü ve zor durumlara düşer, ve bu savaşta son derece tehlikeli olabilir.
Demek oluyor ki, sürtünme, ya da bu adı verdiğimiz şey kolay görüneni zor kılan bir etkendir. Bu konuya ilerde yeniden dönmek fırsatını bulacağız; o zaman göreceğiz ki, mükemmel bir savaş lideri olabilmek için, tecrübe ve büyük bir irade gücünün yanısıra, herkeste bulunmayan daha bir çok niteliklere ihtiyaç vardır.
BÖLÜM VIII
BİRİNCİ KİTAP HAKKINDA SON MÜLAHAZALAR
Tehlike, maddi çaba, haber alma ve sürtünmenin savaş atmosferini, her türlü faaliyeti zorlaştıran bir ortamı yaratan unsurlar olduğunu gördük. Savaş faaliyetini engelleyici etkenler olarak bu unsurların tümünü genel bir sürtünme kavramı içinde özetleyebiliriz. Ama acaba bu sürtünmeyi yumuşatacak bir yağ yok mudur? Vardır, fakat sadece bir tanedir ve onu kullanabilmek de her zaman komutanın veya ordunun elinde değildir: ordunun savaşa alışkanlığı. Alışkanlık, kendisinden büyük bir çaba istenilen vücudu, büyük bir tehlike ile karşı karşıya gelen ruhu, ilk izlenimlerden etkilenebilecek olan muhakemeyi güçlendirir. Bu sayede, süvari ile topçu erinden tümen komutanına kadar herkeste değerli bir düşünme yeteneği oluşur, bu da başkomutanın işini kolaylaştırır.
Karanlıkta insanın gözbebeği büyür, etraftaki pek az ışığı adeta emer ve bu sayede yavaş yavaş eşyayı iyi kötü birbirinden ayırt etmeye başlar, sonunda da karanlığa alışıp her şeyi görür. Savaşa alışkın tecrübeli asker için de durum aynıdır; oysa, acemi asker için henüz her şey karanlıktır.
Savaşa alışkanlık bir komutanın birliklerine hemencecik verebileceği bir şey değildir; çünkü barış zamanındaki manevralar ancak bir ölçüde gerçek savaşın yerini tutabilirler. Bununla birlikte, eğitimin sadece mekanik bir beceri kazandırmaya dönük olduğu ordulara kıyasla, sık sık ciddi manevralara çıkarılan orduların üstünlüğü yine de şüphe götürmez. Barış zamanı manevralarını, çeşitli kademelerdeki komutanların muhakeme, düşünme, hatta karar verme yeteneklerini sınayacak ve yukarda sözü edilen sürtünme nedenlerinden bazılarını kapsayacak şekilde düzenlemenin, savaş hakkında ancak kulaktan dolma bilgileri olanların sandığından çok daha büyük bir değeri vardır.
Savaş hiç bir asker için (ki bu çok önemli bir noktadır), ilk kez karşılaştığında şaşırıp kalacağı ve telaşa kapılacağı gerçeklerle ilk temas fırsatı olmamalıdır. Asker bunlarla daha önce bir kez olsun karşılaşmış olsa, savaş gerçeğini yarı yarıya tanımış olur ve artık gördüğü zaman yadırgamaz. Bu maddi çabalar için de böyledir. Manevraların ve eğitimin amacı, vücuttan ziyade zihni meşakkatlere alıştırmak olmalıdır. Savaşta, genç ve acemi asker olağanüstü çabaları yanlışlıkların, yanılgıların, sevk ve idare bozukluklarının sonucu olarak görmek eğilimindedir, ve bu onun umutsuzluğunu ve hayal kırıklığını büsbütün arttırır. Oysa, barış zamanındaki tatbikatlar onu bu çetin çabalara alıştırmış olursa, savaşta böyle bir durumla karşılaşmaz.
Barış zamanında savaş alışkanlıklarını kazanmanın daha az. yaygın fakat yine de çok önemli bir diğer yolu, yabancı ordulara mensup savaş tecrübesi olan subaylara baş vurmaktır. Avrupa'nın tümünde, hele dünyanın bütün bölgelerinde barışın hüküm sürdüğü zamanlar pek nadirdir. Onun için, uzun süredir barış içinde bulunan bir Devlet daima savaş sahnelerinden oralarda yararlık göstermiş subaylar getirtmeye, ya da, savaş tecrübesi kazanmaları için, bu savaş sahnelerine kendi subaylarını göndermeye çalışmalıdır.
Bu subayların sayısı ordunun tümüne oranla ne kadar az olursa olsun, etkileri yine de hissedilir. Tecrübeleri, ruhi eğilimleri, karakterleri hem astları hem de arkadaşları üzerinde tesirini gösterir. Bunun yanısıra, bu subaylar dallarında uzman olduklarından, komuta mevkilerine getirilemeseler bile, bir çok hallerde kendilerine danışılabilir.