“Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler“
Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongre’sinde (Ağustos 1920) kabul edilen
İkinci olarak, ezilen sınıfların, çalışanların, sömürülenlerin çıkarları ile, egemen sınıfın çıkarları anlamına gelen genel ulusal çıkarları arasındaki açık farkı vurgulamalıdır.
1 -Burjuvazi, doğası gereği, genel olarak eşitliği ve özel olarak da ulusal eşitliği soyut ve biçimsel bir şekilde kavramlaştırır. Genel olarak her insanın eşit olduğu iddiasından yola çıkarak, burjuva demokrasisi mülk sahibi ile proleterin, sömürenle sömürülenin biçimsel hukuki eşitliğini ilan eder ve böylelikle ezilen sınıfların gözünü boyamaya çalışır. Meta üretimi ilişkilerinin bir yansıması olan eşitlik fikri, burjuvazi tarafından her insanın mutlak özgürlüğü bahanesi kullanılarak, sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesine karşı kullanılan bir araç haline getirilmiştir. Eşitlik talebinin tek gerçek anlamı sınıfların ortadan kaldırılması talebinde yatar.
2 -Burjuvazinin boyunduruğundan kurtulmayı amaçlayan proleter sınıf mücadelesinin bilinçli ifadesi olan Komünist Partisinin temel görevi burjuva demokrasisine karşı mücadele etmek ve bu demokrasinin yalanlarıyla ikiyüzlülüğünü teşhir etmektir. Bu görev uyarınca, Komünist Partisi ulusal sorunda temel vurguyu soyut ve biçimsel ilkelere değil, öncelikle tarihsel olarak verili durumun ve (en önemlisi) ekonomik koşulların tam bir değerlendirmesine dayandırmalıdır.
Üçüncüsü, finans kapital ve emperyalizm çağında dünya nüfusunun küçücük bir azınlığı olan en zengin ve en ileri ülkelerin geri kalan büyük çoğunluğu sömürgelik ve finans köleliği durumunda tuttuğu gerçeğinin üzerini örtmeye çalışan burjuva demokratik yalanlara karşı, Komünist Partisi ezen, sömüren, ayrıcalıklı uluslar ile ezilen, bağımlı uluslar arasındaki açık ayrımı vurgulamalıdır.
3 -Emperyalist 1914 savaşı tüm dünyanın köleleştirilmiş uluslarına ve ezilen sınıflarına burjuva demokratik söylemin yalancılığını alabildiğine açıkça gösterdi. Her iki tarafta da halkların kurtuluşu ve ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı laflarıyla meşrulaştırılan bir dizi antlaşma, bir tarafta Brest-Litovsk ve Bükreş, diğer tarafta Versay ve St. Germain antlaşmaları, muzaffer burjuvazinin 'ulusal' sınırları bile kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda belirlediğini gösterdi. Burjuvazi için, ‘ulusal’ sınırlar bile ticari mallardan başka birşey değil. Sözde 'Milletler Cemiyeti' bile, bu savaştan galip çıkanların ganimetlerini karşılıklı olarak garantileyen bir sigorta poliçesinden öte birşey değil. Ulusal birliği yeniden sağlama, ‘kaybedilen bölgeleri yeniden anavatana katma’ çabaları, burjuvazi açısından, yenik düşenlerin yeni savaşlar için güç kazanma çabasından başka birşey değil. Yapay bir şekilde parçalanmış olan ulusların tekrar birleşmesi proletaryanın da çıkarlarına uygundur. Ama proletarya gerçek ulusal özgürlüğü ve birliği ancak devrimci mücadele yoluyla ve burjuvazinin cesedinin üzerinden geçerek kazanabilir. Milletler Cemiyeti ve emperyalist devletlerin tüm savaş sonrası politikaları bu gerçeği çok daha açık ve kesin bir şekilde gözler önüne seriyor; sadece gelişmiş ülkelerin proletaryasını değil, sömürgelerin ve bağımlı ulusların emekçi kitlelerinin devrim mücadelesini güçlendiriyor; ve kapitalizm altında barış içinde bir yaşam ile ulusların eşitliğinin mümkün olduğu yolundaki küçük burjuva hayallerin çöküşünü hızlandırıyor.
4 -Bu ilkeler uyarınca, Komünist Enternasyonal’in tüm ulusal sorun ve sömürgeler politikaları, temel olarak, tüm ulus ve ülkelerin işçi ve emekçi kitlelerinin toprak sahipleriyle burjuvazinin devrilmesini amaçlayan ortak devrimci mücadelede birliğine dayanmalıdır. Ancak böylesi bir birlik kapitalizme karşı zaferi sağlayabilir. Kapitalizm yıkılmadan ise, ulusal baskının ve eşitsizliğin ortadan kalkması mümkün değildir.
5 -Bugün uluslararası politik durum proletaryanın diktatörlüğünü gündeme getirmiştir ve uluslararası siyasette tüm olaylar kaçınılmaz olarak tek bir merkezi noktada, Rus Sovyet Cumhuriyeti'ne karşı uluslararası burjuvazinin mücadelesi etrafında yoğunlaşmaktadır. Rus Sovyet Cumhuriyeti, bir taraftan tüm ülkelerin öncü işçi sınıfının sovyet hareketlerini, diğer taraftan da tüm sömürgelerin ve ezilen ulusların, devrimci proletarya ile ittifak yapmanın dışında ve dünya emperyalizmine karşı sovyet gücünün zaferi olmadan kendileri için kurtuluşun mümkün olmadığını acı deneyimler sonucu anlamış olan ulusal kurtuluş hareketlerini kendi saflarına çekmektedir.
6 -Dolayısıyla, bugün kendimizi sadece çeşitli ulusların emekçilerini tanımak ve onlara desteğimizi ilan etmekle sınırlamamız kabul edilemez; tüm ulusal ve anti sömürgeci kurtuluş hareketlerinin Sovyet Rusya ile en yakın ittifakını sağlayacak bir politika izlememiz gerekiyor. Bu ittifakın biçimini, her ülkenin proletaryasının içinde komünist hareketin veya geri kalmış ülke ve ulusların içinde devrimci kurtuluş hareketinin gelişme düzeyi belirleyecektir.
7 -Federasyon, tüm ulusların emekçilerinin kesin birleşmesine giden yolda geçici bir biçimdir. Federasyonun yararları, gerek Rus Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyeti ile diğer Sovyet Cumhuriyetleri (geçmişte Macaristan, Finlandiya ve Latviya Cumhuriyetleri, bugün Azerbaycan ve Ukrayna Cumhuriyetleri) arasındaki ilişkilerde, gerekse Rus Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyeti içinde (daha önce politik varlıkları olmayan ve kendi yönetiminden yoksun olan, 1919’de kurulan Başkır ve 1920'de kurulan Tatar Cumhuriyeti örneklerinde bile) pratik olarak kendini göstermiştir.
8 -Bu açıdan, Komünist Enternasyonal'in görevi sadece bu federasyonu Sovyet düzenine ve Sovyet hareketine dayalı olarak geliştirmek değil, ayrıca bu federasyonu incelemek ve içinde kazandığımız deneyimleri sınamaktır. Federasyonun tam birliğe geçiş sürecinde bir biçim olduğunu bilerek, federal bağları sürekli daha sıkı ve yakın hale getirmek için çalışmalıyız. Göz önüne alınması gereken ilk nokta, askeri açıdan kendinden önemli ölçüde daha güçlü emperyalist ülkeler tarafından kuşatma altında olan Sovyet Cumhuriyetlerinin başka Sovyet cumhuriyetleri arasında daha yakın bağlar kurulmadan varlığını sürdürmesinin mümkün olmayacağı. İkinci nokta, Sovyet Cumhuriyetleri arasında yakın bir ekonomik ittifak kurulmadan kapitalizmin imha ettiği üretici güçleri onarmanın ve emekçilerin refahını sağlamanın mümkün olmayacağı. Üçüncü nokta ise, tüm ulusların proleterlerinin düzenlediği ortak bir plan uyarınca birleşik bir dünya ekonomisi yaratma çabalarıdır. Bu eğilim kapitalizm altında şimdiden açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır ve sosyalizm altında daha fazla geliştirilmenin ve tamamlanmanın yollarını zorlamaktadır.
9 -Devletler içindeki ilişkiler alanında Komünist Enternasyonal'in ulusal politikası burjuva demokrasilerinin ve hatta kendilerini 'sosyalist' olarak adlandıran bazılarının yaptığı gibi ulusların eşitliğinin sadece lafta kalan ve pratik yükümlülükler içermeyen bir şekilde biçimsel olarak tanınması ile sınırlı kalamaz.
Tüm kapitalist ülkelerde, 'demokratik' anayasalara rağmen, ulusal eşitliğe ve ulusal azınlıkların garantilenmiş haklarına karşı gerçekleştirilen her uygulamayı, Komünist Partiler hem parlamentoda hem tüm alanlarda yaptıkları tüm propaganda ve ajitasyon çalışmalarında yılmadan deşifre etmelidir, fakat bu yeterli değildir. Ayrıca, Komünist Partilerin iki görevi daha vardır. Birincisi, ulusların gerçek eşitliklerini sağlama yeteneğine sahip tek düzenin, önce proletaryayı ve ardından tüm emekçi yığınları burjuvaziye karşı mücadelede birleştirecek olan Sovyet düzeni olduğunu sürekli olarak vurgulamak. İkincisi, bağımlı ve hakları gasp edilmiş ülkelerdeki devrimci hareketlere, söz konusu ülkelerdeki Komünist Partiler aracılığıyla doğrudan destek vermek.
Bunlardan özellikle önemli olan ikincisi olmaksızın, bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin ezilmesine karşı ve bu ülkelerin ayrı birer siyasi varlık olma hakları için mücadele İkinci Enternasyonal partilerinde gördüğümüz yalancı ikiyüzlülükten öteye gidemez.
10 -Enternasyonalizmi sadece lafta tanımak, pratikte ise küçük burjuva ulusçuluğu ve pasifizmle sulandırmak sadece İkinci Enternasyonal partileri içinde değil, Enternasyonal'i terk etmiş olan partiler içinde de yaygın bir olgu. Bu olguya kendilerini artık komünist olarak adlandıran partilerde bile sık rastlanıyor. En küçük bir fırsatta ırkçılık, azınlıklara saldırı ya da Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) olarak kendini gösteren bu belaya, bu köklü küçük burjuva milliyetçi önyargılara karşı mücadele etmek ve bu mücadeleyi, proletarya diktatörlüğünü ulusal bir diktatörlükten (yani tek ülkede var olan ve bu nedenle bağımsız bir uluslararası politika izleme yeteneğine sahip olmayan bir diktatörlükten) en azından birkaç gelişmiş ülkede yaşayan bir uluslararası proletarya diktatörlüğüne (uluslararası politikayı belirleyici şekilde etkileme yeteneğine sahip bir diktatörlüğe) dönüştürme sorunu ne kadar yakıcı olursa o kadar ön plana çıkarmak gerekir. Küçük burjuva milliyetçiliği enternasyonalizmden sadece ulusların eşitliğini anlar (bu eşitliği de sadece lafta tanıdığını şimdilik bir kenara bırakırsak), ulusal bencilliği sorun olarak ele almaz. Proletarya enternasyonalizmi ise şunları gerekli kılar:
1) Bir ülkedeki proleter mücadelenin çıkarları dünya çapındaki mücadelenin çıkarlarına tabi kılınmalıdır.
2) Burjuvaziye karşı zafer kazanmış olan ülke, uluslararası kapitalizmin devrilmesi için en büyük ulusal fedakârlığı yapmaya yetenekli ve hazır olmalıdır.
Dolayısıyla, gerçekten proletaryanın öncü kesimlerini temsil eden bir işçi partisine sahip olan ve tümüyle kapitalist olan ülkelerde ilk ve en önemli görev enternasyonalizm kavramını ve politikalarını çarpıtan küçük burjuva pasifizmi ile mücadele etmektir.
11 -Daha geri, büyük ölçüde feodal, ataerkil veya köylü ataerkil karakter gösteren ülkelerde şu noktalara özel önem verilmelidir:
a) Tüm Komünist Partiler bu ülkelerin devrimci kurtuluş hareketlerini eylemleri ile desteklemelidirler. Söz konusu ülkede Komünist Partisi varsa, bu desteğin alması gereken biçim bu parti ile tartışılmalıdır. Aktif yardımda verme yükümlülüğü en başta, geri kalmış ülkeyi sömürgelik veya finansal bağımlılık durumunda tutan ülkenin işçilerine aittir.
b) Din adamlarının, Hıristiyan misyonerlerinin ve benzerlerinin gerici etkilerine karşı koşulsuz bir mücadele yürütülmelidir.
c) Avrupa ve Amerikan emperyalizmine karşı kurtuluş mücadelelerini, Türk ve Japon emperyalizminin, asillerin, büyük toprak ağalarının, din adamlarının, vb güçlenmesine bağlayan Pan-İslamcı, Pan-Asyacı hareketlere ve benzer akımlara karşı mücadele edilmelidir.
d) Geri kalmış ülkelerde, toprak ağalarına ve feodalizmin her türlü kalıntısına karşı köylü hareketleri desteklenmelidir. Her şeyden önce, köylü hareketine mümkün olduğunca devrimci bir karakter vermeye, mümkün olan her yerde köylülüğü ve sömürünün tüm kurbanlarını Sovyetler şeklinde örgütlemeye ve böylece Batı Avrupalı komünist proletarya ile Doğu’daki, sömürgelerdeki ve geri kalmış ülkelerdeki devrimci köylü hareketi arasında mümkün olduğunca yakın bir bağ kurmaya çalışılmalıdır.
e) Geri kalmış ülkelerde gerçekte komünist olmayan devrimci kurtuluş hareketlerini komünistmiş gibi gösterme çabalarına karşı kararlı bir mücadele yürütülmelidir. Sömürgelerdeki devrimci hareketleri desteklemek Komünist Enternasyonal’in görevidir. Ancak bu görevin tek amacı tüm geri kalmış ülkelerde geleceğin proleter partilerini (sadece lafta değil, gerçekte komünist olan partileri) oluşturacak unsurları bir araya toplamak ve bu unsurları kendi özel görevlerinin (yani kendi ulusları içindeki burjuva demokratik eğilimlere karşı mücadele etme görevinin) bilincine varacak şekilde eğitmektir. Komünist Enternasyonal yolun bir kısmını sömürgeler ve geri kalmış ülkelerdeki devrimci hareketle birlikte yürümeli ve hatta bu hareketle ittifak yapmalıdır; ancak, Komintern bu hareketle birleşemez, salt bir nüve halinde de olsa proleter hareketin bağımsızlığını koşulsuz olarak muhafaza eder.
f) Emperyalist güçlerin, ezilen ülkelerin ayrıcalıklı sınıflarının yardımıyla, siyasi olarak bağımsız devletler yaratma kisvesi altında, aslında ekonomik, mali ve askeri açıdan tümüyle kendilerine bağımlı olan devlet yapıları yaratırken yaptıkları düzenbazlığın en geniş kitleler arasında ve özellikle de geri kalmış ülkelerde deşifre edilmesi ve anlatılması gerekir. Siyonistlerin Filistin meselesi, bir ulusun emekçi sınıflarının, emperyalizm ile söz konusu ülkenin burjuvazisi arasında işbirliği yapılarak kandırılmasının çarpıcı bir örneğini oluşturuyor (aynı şekilde, Siyonizm de, Filistin’de bir Yahudi devleti yaratma bahanesiyle, Yahudi işçilerin azınlık olduğu Filistin’deki Arap emekçilerini İngiltere’nin sömürüsüne sunuyor. Günümüzün ekonomik koşullarında, zayıf ve bağımlı uluslar işin Sovyet Cumhuriyetleriyle ittifak yapmak dışında kurtuluş yoktur.
12 -Zayıf ve sömürge ulusların büyük emperyalist güçlerin köleleri olarak yüzyıllardır çektikleri acılar bu ulusların emekçi kitlelerine sadece savaşkanlık kazandırmakla kalmamış, ayrıca kendilerini sömüren uluslara karşı (bu ulusların proletaryası dahil) bir güvensizlik duygusu da vermiştir. Proletaryanın resmi önderlerinin 1914 ile 1919 yılları arasındaki adi ihaneti (sosyal milliyetçilerin, ‘anavatanı koruma’ bahanesiyle, ‘kendi’ burjuvazilerinin finansal açıdan kendilerine bağımlı ülkeleri köleleştirme ve yağmalama ‘hakkını’ korumaları) bu haklı güvensizlik duygusunu daha da güçlendirmiştir. Bu güvensizlik ve ulusal önyargılar ancak ileri ülkelerde emperyalizmin imha edilmesinden ve geri ülkelerde ekonomik yaşam tümüyle dönüştürüldükten sonra ortadan kaldırılabileceğine göre, bu önyargıların temizlenmesi çok yavaş ilerleyecektir. Bu demektir ki, her ülkenin sınıf bilinçli komünist proletaryası uzun dönemler boyunca köle olarak yaşamış ülke ve ulusların ulusal duygularına (bu duygular tarihsel olarak artık geçersiz de olsa) özel dikkat ve özen göstermelidir. Komünist proletarya, aynı zamanda, bu güvensizlik ve önyargıları daha hızlı aşabilmek için ödünler vermekle yükümlüdür. Proletarya ile dünyadaki tüm ülke ve ulusların emekçi kitleleri gönüllü bir ittifakla birleşmeksizin kapitalizme karşı zafer tam anlamıyla başarılı bir sonuca ulaştırılamaz.