Header Ads

Header ADS

DÜNYA ÖĞELERİNİN BULUNMASI

Materyalizm ve Ampiryokritisizm
Lenin


2. "DÜNYA ÖĞELERİNİN BULUNMASI"

Zürich Üniversitesi'nin privat-doçenti, belki de, Marks'ı, Mach'ın yardımıyla tamamlamayı isteyen tek ciddi Alman yazan Friedrich Adler'in Mach hakkındaki yapıtı için seçtiği başlık budur.12 Bu saf privat-doçentin hakkını vermek gerekir: o, temiz yürekliliği içinde, Mach'ın öğretisine iyilikten çok kötülük etmektedir. O, en azından, sorunu açık ve kesinlikle koyuyor. Mach, gerçekten "dünya öğelerini buldu" mu? Eğer bu böyleyse, yalnız bilisizler ve geri zekalılar kuşkusuz hâlâ materyalist olarak kalmaktadırlar. Ya da bu buluş, felsefenin eski yanılgılarına Mach'ın bir dönüşü müdür? 

Gördük ki, 1872'de Mach ve 1876'da Avenarius salt bir idealist görüşü benimsemişlerdir, dünya onlar için sadece duyumlarımızdan ibaretti. 1883'te Mach'ın Mekanik'i yayınlandı; yazar, burada, özellikle birinci baskıya önsözde, [sayfa 47] Avenarius'un Prolégomènes'ine değinmekte, ve onun fikirlerini kendi felsefesine, "çok yakın" (sehr verwandte) bularak övmektedir. İşte Mekanik'te açıklanan öğelerle ilgili düşünceleri: "Doğa bilimleri, ancak, bizim, alışıldığı üzere duyumlar dediğimiz öğe karmaşalarını betimleyebilir ve temsil edebilirler (nachbilden und vorbilden). Bu, öğeler arasındaki bağıntı sorunudur. A (ısı) ile B (alev) arasındaki bağıntılar, fiziğin alanındadır; A İle N (sinirler) arasındaki bağıntılar, fizyolojinin alanındadırlar. Bu ilişkilerden ne biri, ne de öteki, ayrı olarak mevcut değildirler; her zaman birlikte bulunurlar. Bunlardan birini ya da ötekini ancak geçici olarak soyutlayabiliriz. Bu durumda bile salt mekanik süreçler, her zaman, aynı zamanda, fizyolojik süreçler gibi de görünürler." (Op. cit., Almanca baskı, s. 499.) Duyumların Tahlili'nde de aynı tezler vardır: "... ‘Duyum', ‘duyumlar karmaşası' terimleri, ‘öğeler karmaşası' terimleriyle birlikte,
ya da bunların yerine kullanıldığı zaman, unutmamak gerekir ki, ancak bu ilişkide [yani A, B, C'nin K, L, M ile ilişkileri içinde, yani "cisim dediğimiz karmaşalar" ile, "bizim bedenimiz dediğimiz karmaşalar" içinde] ve bağıntıda, ancak bu işlevsel bağımlılıkta öğeler duyum olurlar. Öğeler, aynı zamanda, bir başka işlevsel bağımlılık içerisinde fiziksel nesnedirler." (Rusça çeviri, s. 23 ve 17.) "Rengi, örneğin, aydınlatma kaynağına (başka renklere, ısıya, uzaya vb.) bağımlılığı açısından incelediğimiz zaman, o, fiziksel bir nesnedir. Bununla birlikte, bu rengi, gözün ağtabakasına bağımlılığı bakımından (K, L, M... öğeleri) inceleyecek olursak, o zaman karşımızdaki ruhsal bir nesne, bir duyumdur." (İbid., s. 24.) 

Böylece, dünya öğelerinin bulunması şuna varır; 
1° var olan her şeyi duyum olarak göstermek; 
2° duyumları öğeler diye adlandırmak; 
3° öğeleri fiziksel ve ruhsal diye ayırmak – ruhsal olanlar insan sinirlerine ve genel olarak insan organizmasına bağımlıdırlar; fiziksel olanlar, bunlara bağımlı değildir;
4° fiziksel öğelerin bağı ile ruhsal öğelerin bağının birbirlerinden ayrı olarak varolmadıklarını, ve ancak birbirlerine bağlı olarak bulunabileceklerini ileri sürmek; 
5° bu ilişkilerden birinin ancak geçici olarak ayrı tutulabileceğinin mümkün olduğunu öne sürmek; 
6° "yeni" teorinin "tekyanlılık"tan arınmış olduğunu ileri sürmek.

Gerçekten de, burada sözkonusu olan tekyanhhk değildir, ama birbirine karşıt felsefe anlayışlarının birbirini tutmaz yığını sözkonusudur. Kendinizi sadece duyumlara dayandırdığınıza göre "öğe" terimiyle idealizminizin "tekyanlılığı"nı düzeltmiyorsunuz, ama sadece sorunu karıştırıyor ve kendi öz teorinizden korkakça kaçıyorsunuz. Lafta fiziksel olan ile ruhsal olan arasındaki çelişkiyi,materyalizm ile (ki ona göre, madde, doğa birincil veridir) idealizm (ki ona göre, ruh, bilinç, duyum birincil veridir) arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırıyorsunuz; ama gerçekte bu çelişkileri hemen yeniden kuruyorsunuz; temel ilkenizden vazgeçerek sinsice onu yeniden kuruyorsunuz! Çünkü eğer öğeler duyumlar ise, benim sinirlerimden, benim bilincimden bağımlılıkları dışında olarak, öğelerin varlığını bir an için bile kabul etmeye hakkınız yok. Ama, eğer siz, benim sinirlerimden ya da duyumlarımdan bağımsız, ancak benim gözümün ağtabakası üzerindeki etkileri ile duyumu meydana getiren fiziksel nesneleri kabul ettiğiniz anda, "tekyanlı" idealizmi terkediyor ve "tekyanlı" materyalist görüş açısını benimsiyorsunuz. Eğer renk, ancak (doğa bilimlerinin sizi kabul etmeye zorladıkları gibi) ağtabakaya bağımlılığından dolayı bir duyum ise, bundan, ışık ışınlarının ağtabakaya ulaşarak renk  duyumunu sağladıkları sonucu çıkar. Bu demektir ki, bizim dışımızda, bizden ve bilincimizden bağımsız ağtabaka üzerinde etki meydana getirerek insana belli bir rengin duyumunu sağlayan madde hareketleri, diyelim ki, belirli bir uzunluk ve hızdaki esir (ether) dalgaları vardır. Doğa bilimlerinin görüş açısı budur. Doğa bilimleri, çeşitli renk duyumlarını, insanın ağtabakasımn dışında, insanın dışında ve ondan bağımsız olarak varolan ışık dalgalarının çeşitli uzunlukta oluşuyla açıklarlar. işte materyalist anlayış budur: madde, duyu örgenlerimiz üzerinde etki yaparak duyumu meydana getirir. Duyum, beyne, sinirlere, ağtabakaya vb., yani belirli bir biçimde örgenlenmiş maddeye bağlıdır. Maddenin varlığı, duyumlara bağlı değildir. Madde en başta gelir. Duyarlık, düşünme, bilinç, belli bir biçimde örgenlenmiş maddenin en yüksek ürünleridirler. Genellikle materyalizmin ve özel olarak da Marks-Engels'in görüşleri bunlardır. Mach ve Avenarius, teorilerini, öznel idealizmi "tekyanlılık"tan kurtararak, sözümona, ruhsal olanın ağtabakaya, sinirlere vb. bağımlı olduğu varsayımım, ve fiziksel olanın insan organizmasından bağımsız olduğu varsayımını kabul ederek, "öğe" sözcüğüyle, gizlice materyalizm kaçakçılığı yapıyorlar. Gerçekte, bu "öğe" sözcüğü ile yapılan hile, zavallı bir bilgiççilikten başka bir şey değildir. Mach ve Avenarius'u okuyan bir materyalist, hemen şu soruyu soracaktır: "Öğeler" nedir? Yeni bir sözcük icat etmekle felsefenin geçerli ilkelerinden sıyrılmanın mümkün olduğunu sanmak çok çocukça bir şey olurdu. Ya, "öğe", Mach, Avenarius, Petzoldt ve öteki bütün ampiryokritikçilerin savundukları gibi bir duyumdur ve sizin felsefeniz, beyler, tekbenciliğinin çıplaklığına daha "nesnel" bir terminoloji giydirmeye boşuna çabalayan idealizmden başka bir şey değildir; ya da, "öğe", bir duyum değildir ve [sayfa 50]öyleyse sizin "yeni" sözcüğünüzün bir anlamı yoktur ve siz bir hiç için gürültü koparıyorsunuz. 

Örneğin, Rus ampiryokritikçilerinin en başta geleni ve en tanınmışı V. Lesseviç'inampiryokritisizmin en son yetkin kişi olarak adlandırdığı Petzoldt'u, alalım. Petzoldt, öğeleri duyumlar olarak tanımladıktan sonra, daha önce adı geçen yapıtının ikinci cildinde şöyle diyor: "‘Duyumlar dünyanın öğeleridir' önermesindeki duyum sözünün, sadece öznel bir şeyi ve bu nedenle dünyanın alışılagelen görüntüsünü bir yanılsamaya (verflüctigendes) dönüştüren esiri bir şeyi temsil ettiğini düşünmekten sakınılmalıdır."

Dil, dişin ağrıdığı yere gider! Petzoldt, duyumlar, öğeler olarak alındığında, dünyanın "dağılıp yok olduğunu" (verflüctigt sich) ya da bir yanılsamaya dönüştüğünü sezinlemektedir. Ve yetkin Petzoldt, şu sınırlamayı yaparak işin İçinden sıyrılacağım sanıyor: duyumu sadece öznel bir şey olarak değerlendirmek yanlış olurdu! Bu gülünç bir safsata değil midir? Duyumları duyum olarak "alırsak" ya da bu sözün anlammı zorlarsak, ne değişir ki? Bu, insanda duyumların normal işlevini yapan sinirlerle, ağtabakayla, beyinle vb. bağlantılı olduğu, dış dünyanın duyumlarımızdan bağımsız olarak varlığı olgusunu ortadan kaldırır mı? Eğer kaçamaklarla, kurnazlıklarla işi idare etmek istemiyorsanız, gerçekten öznelcilikten ve tekbencilikten sakınmayı pek istiyorsanız, her şeyden önce felsefenizin temel idealist öncüllerinden sakınınız; felsefenizin idealist çizgisi (duyumlardan dış dünyaya) yerine, materyalist çizgiyi (dış dünyadan duyumlara) koymak zorundasınız; bu boş ve karışık süslü "öğe" sözcüğünü bırakmak zorundasınız, ve basitçe, duyumun duyu örgenlerimiz üzerinde maddenin etkisinin bir sonucu olduğunu söylemekle aynı şey demek olan rengin ağtabaka üzerinde [sayfa 51] fiziksel bir nesnenin etkisinin sonucu olduğunu söylemelisiniz. 

Avenarius'a tekrar dönelim. "Öğe" sorunuyla ilgili en değerli malzeme, son yapıtı olan (ve denilebilir ki, felsefesinin anlaşılmasında en önemlisi olan) Psikolojinin Konusu Üzerine Gözlemler'indebulunabilir. Yazar, burada esasını aşağıya aktardığımız, son derece "çarpıcı" bir tablo (c. XVIII, s. 410) vermektedir: 

Öğeler, öğe karmaşaları:

I. Şeyler ya da maddiyet ... 

Maddi şeyler

II. Düşünceler ya da düşüncellik (Gedankenhaftes) 

Maddi olmayan şeyler, anımsamalar ve imgelenimler

Bunu, onun "öğeler" konusundaki bütün açıklamalarından sonra, Mach'ın söyledikleriyle karşılaştırınız (Duyumla-nn Tahlili, s. 33): "Duyumları meydana getiren cisimler değil, ama cisimleri yapan öğeler karmaşası (duyumlar karmaşası) dır." işte size, idealizmin tekyanlılığını ve materyalizmi alteden "dünya öğelerinin bulunuşu"! Önce, bize "öğeler"in, aynı zamanda, hem fiziksel, hem de ruhsal yeni bir şeye eşit olduğu konusunda güvence verilmektedir; daha sonra, küçük bir düzeltme el altından sokuşturulmaktadır: maddi (cisimler, şeyler) ve ruhsal (duyumlar, anımsamalar, imgeler) kaba materyalist farklılaşması yerine, bize maddi öğeler ve zihni öğelerle İlgili "modern olguculuk" öğretisi sunulmaktadır. Adler (Fritz) "dünya öğelerinin bulunuşu"ndan pek fazla bir şey kazanmamıştır! 

Bogdanov, Plehanov'a karşı çıkarak, 1906'da şöyle yazıyordu: "... Ben kendi payıma felsefede bir mahçı olamam. Genel felsefi anlayışta, Mach'tan aldığım bir tek şey vardır – deney öğelerinin "fiziksel" ve "ruhsal" olarak ilişkilerindeki tarafsızlığı, ve bu özelliklerin salt deneyle ilişkisine bağımlılığı düşüncesi" (Ampiryomonizm, kitap III, [sayfa 52] St. Petersburg 1906, s. xii.) Bu, dindar bir adamın şöyle söylemesi gibidir: Ben, kendi payıma dine inanmam, inananlardan aldığım "tek bir şey" vardır: Tanrıya inanç. Bogdanov'un Mach'tan aldığı bu "tek şey" mahçılığın temel yanılgısıdtr, tüm felsefenin temel yanlışıdır. Bogdanov'un kendisinin çok büyük bir önem verdiği ampiryokritisizmden bu sapmalar, gerçekte ikincil önemdedirler, ve Mach'ı onaylayan ve Mach'ın da onayladığı ampiryokritikçiler arasındaki kısmi ve bireysel ufak tefek farklılıklardan başka bir şey değildir (ilerde bundan daha çok sözedeceğiz). Onun için Bogdanov mahçılar arasında sayılmasına kızdığı zaman, kendisinde, ve öteki mahçılarda ortak olan şey ile materyalizm arasındaki temel ayrımı bilmediğini açığa vurmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bogdanov'un, Mach'ın felsefesini ne ölçüde geliştirdiğini, iyüeştirdiğini ya da kötüleştirdiğini bilmek önemli değildir. Önemli olan, Bogdanov'un materyalist görüşten vazgeçtiği, böylelikle kendini idealist sapmalara, yanılmalara, şaşkınlığa kaptırdığıdır. 

Gördüğümüz gibi 1899'da, Bogdanov, "Karşımda duran adamın imgesi görme yoluyla doğrudan doğruya bana gelen imge, bir duyumdur." diye yazmakta haklıydı. Bogdanov, kendi eski görüşünün bir eleştirisini yapmak zahmetine girişmedi. Mach'ın sözlerine körü körüne inandı, ve deney öğelerinin fiziksel ve ruhsal bakımdan tarafsız olduklarını, onun ardından yinelemeye koyuldu. "Modern olgucu felsefenin ortaya koymuş olduğu gibi, diye yazıyordu Bogdanov Ampiryomonizm'in I. kitabında (2. baskı, s. 90), ruhsal deneyin öğeleri fiziksel deneyin öğelerine özdeş oldukları gibi, genellikle bütün deneyin öğelerine de özdeştirler." 1906'da da şöyle yazıyordu (kitap III, s. xx): "idealizme gelince, salt fiziksel deneyin öğelerinin ruhsal deneyin öğeleriyle ya da temel duyumlarla özdeş olarak kabul edilmeleri, bu tamamen kuşku götürmez bir olgu olsa da, idealizm olarak adlandırılabilir mi?" 
İşte Bogdanov'un ve genel olarak onun gibi öteki tüm mahçıların, felsefede bütün talihsizliklerinin gerçek kaynağı. Duyumlarla "fiziksel deneyin öğeleri"nin (fizik, dış dünya, madde) özdeşliği kabul edildiğinde, idealizmden sözedilebilir ve edilmelidir, çünkü, bu, berkeleycilikten başka bir şey değildir. Bu konuda ne modern felsefeden, ne olgucu felsefeden, ne de kuşku götürmez bir olgudan iz yoktur, burada düpedüz çok eski idealist bir bilgiççilik vardır. Ve eğer Bogdanov'dan, duyumların fiziksel olana özdeş oldukları "kuşku götürmez" olgusunu tanıtlaması istenseydi: yalnız kendi duyumlarımı duyarım; "benim bilincimin tanıklığı" (die Aussage des Selbstbemusstseins, Avenarius'un Prolégomènes'inde, Almanca 2. baskı, § 93, s. 56); ya da (bize "duyarlıkla bezenmiş tözler olduğumuzu" öğreten) "deneyimizde, duyum, bize, töz olma niteliğinden daha büyük bir kesinlikle verilmiştir." (İbid., § 91. s. 55) vb., gibi idealistlerin sonu gelmez nakaratlarından başka bir kanıt elde edilemezdi. Bogdanov (Mach'ın sözüne inanarak) gerici bir felsefe hilesini, "kuşku götürmez bir olgu" olarak alıyor, çünkü gerçekten de, duyumun dıg dünyanın bir imgesi olduğu görüşünü, 1899'da Bogdanov'un paylaştığı ve doğa bilimlerinin bugüne dek kabul ettiği bir görüşü çürütmeye elverişli hiç bir olgu getirilmemiş ya da getirilememiştir. Fizikçi Mach, felsefi yanılgılarında, "çağdaş doğa bilimleri"nden tamamen sapmıştır. Bogdanov'un gözden kaçırdığı bu önemli olguya tekrar uzun uzun dönmek zorunda kalacağız. Bogdanov'un böylesine doğa bilginlerinin materyalizminden Mach'ın karmakarışık idealizmine böylesine birdenbire sıçrayışım kolaylaştıran etkenlerden birisi (Ostwald'ın etkisi hesaba katılmazsa), Avenarius'un, deney dizilerinin bağımlılığı ve bağımsızlığı öğretisi olmuştur. Bogdanov, bu konudaki düşüncelerini işte şu terimlerle ifade ediyor (Ampiryomonizm'in I. kitabı): "Deneyin verileri, belli bir sinir sisteminin durumuna bağımlı oldukları ölçüde, belli [sayfa 54] bir kişiliğin ruhsal dünyasını yaratırlar, ve biz, deneyin verilerini bu bağımlılığın dışında aldığımız ölçüde, karşımızda fiziksel dünya vardır. Bu yüzden, Avenarius, bu iki deney alanım, deneyin bağımlı dizileri ve bağımsız dizileri olarak niteliyor." (s. 18.) 

Cisimlerin duyumların karmaşası olduğunu, duyumların fiziksel "öğeler"le "özdeş" olduğunu söyleyen felsefi anlayış açısmdan mantıksız, keyfi ve seçmeci (éclectique) olan bu bağımsız (insan duyumlarından bağımsız) "dizi" öğretisinin asıl bahtsızlığı, materyalizmi, el altından işin içine sokmasıdır. Gerçekten de insandan ve insan bilincinden bağımsız olarak ışık kaynaklarının ve ışık dalgalarının varlığını tanıdığınız anda, renk, böylece bu dalgaların ağtabaka üzerindeki etkisine bağımlı olduğuna göre, "duyum karmaşaları" modern olguculuk tarafından bulunmuş öğeler ve bunlara benzer daha başka saçmalıklar gibi idealizmin bütün "kuşku götürmez olgularını" temellerine kadar yıkan materyalist anlayışı fiilen kabul etmiş olursunuz. 

Bogdanov'un asıl bahtsızlığı (Mach'ın bütün öteki Rus öğretilileri gibi), Mach ve Avenarius'un ilk idealist anlayışlarına hiç bir zaman nüfuz edememiş olmasıdır; onların temel idealist ilkelerini hiç bir zaman anlamamış olması, ve bu yüzden de onların, daha sonra materyalizmi el altından işin içerisine sokma girişimlerinin mantıksızlığını ve seçmeciliğini keşfedememiş olmasıdır. Bununla birlikte, Mach ve Avenarius'un ilkel idealizmlerinin felsefi yazında kabul edilmesi gibi, aynı şekilde, ampiryokritisizmin de, daha sonraları materyalizme doğru yönelmeye çabaladığı kabul edilmektedir. Yukarda kendisinden aktarma yaptığımız Fransız yazarı Couweleart, Avenarius'un Prolégomènes'inde "birci idealizm"!, Salt Deneyin Eleştirisi'nde (1888-1890) "mutlak gerçekçiliği" ve İnsanın Dünya Anlayışı'nda (1892) ise bu değişikliği "açıklama" çabası görür. Şunu da kaydedelim ki, burada gerçekçilik terimi, idealizmin bir karşıtı olarak kullanılmaktadır. [sayfa 55] Engels'i izleyerek, bu anlamda, ben, yalnızca materyalizm sözcüğünü kullanıyorum. "Gerçekçilik" terimi, olgucular tarafından olduğu gibi materyalizmle idealizm arasında yalpalayan öteki karmakarışık kafahlarca da benimsenmiş olduğundan, materyalizm sözcüğünü, tek, yerinde, doğru terim sayıyorum. Şimdilik, CouweIeart'ın, Avenarius'un Prolégomènes'inde (1876) duyumun tek gerçek olduğu ve "töz"ün ise ("düşünce tasarrufu" ilkesine uygun olarak!) ayıklanıp atıldığını, ve Salt Deneyin Eleştirisi'nde fiziksel olanın bağımsız dizi olarak, ruhsal ve buna bağlı olarak duyumların bağımlı dizi olarak kabul edildiği konusunda kesin bir inanca sahip olduğunu belirtmek yeter. 

Avenarius'un öğrencisi Rudolf Willy de, 1876'da, "tamamen" idealist olan Avenarius'un, daha sonraları, kendi öğretisini "safça gerçekçiliği" (ibid,.) ile, yani bizim bilincimiz den bağımsız olarak dış dünyanın varlığını kabul eden İnsanlığın içgüdüsel ve bilinçsiz materyalizm anlayışıyla "uzlaştırmaya" (Ausgleich) çalıştığını kabul eder. 

Avenarius, Ampiryokritisizmin Kurucusu adlı bir kitabın yazarı olan Oskar Ewald, bu felsefenin, idealizmin ve "gerçekçiliğin" ("materyalizm" demesi gerekirdi) birbiriyle çelişik öğelerini (Mach'ın ona verdiği anlamda değil de, sözcüğün günlük anlamında öğelerini) bağdaştırdığım söylüyor. Böylece, "bu mutlak [tahlil], safça gerçekçiliği ölümsüzleştirecek göreli tahlil, tekelci idealizmi kalıcı olarak tahta oturtacaktı." Avenarius, Mach'ta bizim bedenimizin dışındaki "öğeler"in ilişkilerine karşılık olan şeye "mutlak tahlil", ve Mach'ta bizim bedenimize bağımlı öğelerin ilişkilerine karşılık olan şeye de "göreli tahlil" diyor. 

Adı geçen yazarların çoğunluğu gibi kendisi de çapraşık idealizm görüşünde yer alan, ama belki de ampiryokritisizmi bütün ötekilerden daha dikkatle tahlil eden Wundt'un [sayfa 56]düşüncesi, bu açıdan bizim için özel bir ilgi taşır görünmektedir. işte P. Yuşkeviç'in onun hakkında söyledikleri: "Wundf'un, ampiryokritisizmi, materyalizmin en son tipinin," yani ruhsal olana maddi sürecin bir işlevi olarak bakan materyalist tiplerin en bilimsel biçim olarak görmesi (ve –biz de ekleyeceğiz ki– Wundt, bunu, spinozacılık[16] ile mutlak materyalizm arasında bir ara olarak kabul eder) ilginçtir

Gerçekte, W. Wundt'un görüşü son derece ilginçtir. Ama bu durumda daha da "ilginç" olan, Bay Yuşkeviç'in üzerinde durduğu felsefe kitaplarını ve makalelerini inceleyiş tarzıdır. Bütün mahçılarımızın davranış tarzının parlak bir örneğidir. Gogol'un Petruşka'sı[18] harflerin her zaman birleşerek sözcükler oluşturmasını ilginç bulurdu. Bay Yuşkeviç, Wundt'u okudu ve onun, materyalizmin Avenarius'unu suçlamasını "ilginç" buldu. Eğer Wundt yanılıyorsa, neden onu çürütmemeli? Eğer haklıysa, materyalizm ile ampiryokritisizm arasındaki karşıtlıkları neden açıklamamalı? Bay Yuşkeviç idealist Wundt'un dediklerini "ilginç" buluyor, ama bu mahçı (elbette ki, "düşünce tasarrufu" İlkesi gereğince) bu sorunu açıklığa kavuşturmayı yararsız bir çaba sayıyor. 

Gerçek şudur: Yuşkeviç, Wundt'un, materyalizmin Avenarius'unu suçladığı konusunda okuru haberdar ederek, ama Wundt'un ampiryokritisizmi bazı yönleriyle materyalist ve bazı yönleriyle idealist olarak nitelendirdiğini ve ikisi arasındaki bağların yapma olduğunu kabul ettiğini okura açıklamayarak, gerçekleri tümüyle çarpıtmaktadır. Ya bu beyefendi okuduklarından hiç bir şey anlamıyor, ya da Wundt'dan yararlanarak kendini hatırlatmak tutkusuna kapılmıştır. Görüyorsunuz, resmi profesörler de, bize, karışık kafalılar olarak değil, materyalistler olarak davranıyorlar! 

Wundt'un incelemesi, ilkin içkincilik (immanentisme) okulunun, sonra da ampiryokritisizmin titizlikle tahliline ayrılmış hacimli bir kitap (300 sayfadan fazla) koyuyor ortaya. Bu iki okulu Wundt niçin birleştiriyor? Çünkü, bu iki okulu yakın akraba olarak alıyor, ve Mach, Avenarİus, Petzoldt ve içkinciler tarafından paylaşılan bu düşünce, daha ilerde de göreceğimiz gibi, tamamen doğrudur. Wundt, çalışmasının birinci bölümünde, içkincilerin, idealist, öznelci ve inancı yandaşları olduklarım gösteriyor. Ve bu da, gene daha ilerde göreceğimiz gibi, Wundt'un kendisinin bir idealist ve tanrıtanır olması olgusuyla açıklanabilecek, profesörce derin bilginin işe yaramaz safralarını gereksiz incelik ve ihtiyatla ortaya koymuş olmasına karşın, tamamen doğru bir düşüncedir. O, içkincileri, idealist oldukları ve inancı yandaşları oldukları için değil, bu büyük ilkelere doğru olmayan yöntemle ulaşmış olduklarına inandığı için suçluyor. Wundt'un çalışmasının ikinci ve üçüncü bölümleri, ampiryokritisizme ayrılmıştır. Wundt, burada, çok açık bir biçimde, ampiryokritisizmin en önemli teorik önermelerinin (daha ilerde sözünü edeceğimiz "deney" ve "ilke düzenlemesi" anlayış tarzının), içkincilerin önermeleriyle özdeş olduklarını belirtiyor (die empiriokritische in Uebereinstimmung mit der immanenten Philosophie annimmt, s. 382). Avenarius'un öteki teorik önermeleri, materyalizmden alınmıştır ve ampiryokritisizm, genel olarak, "kendisini meydana getiren çeşitli bölümleri tamamen benzemeyen" (an sich einander völing heterogen sind, İbid., s. 56) "yamalı bir bohça"dır. (bunte Mischung, s. 57). Avenarius-Mach türlüsünün materyalist lokmaları arasına, Wundt, esas olarak, Avenarius'un "bağımsız dirimsel dizi"si öğretisini katıyor. Eğer çıkış noktası olarak "C sistemini" (yeni terimlerle bilimsellik oyununa pek meraklı olan Avenarİus, insan beynini (cerveau) ya da genellikle sinir sistemini böyle belirtiyor) alırsanız, eğer ruhsal, size göre, beynin bir işlevi ise, bu "C sistemi" bir "metafizik töz"dür ve sizin öğretiniz materyalizmden başka bir şey [sayfa 58] değildir, diyor Wundt (İbid., s. 64). Şunu söylemek gerekir ki, idealistlerin pek çoğu ve bütün bilinemezciler (kantçılar ve hümcüler de dahil), materyalistleri metafizikçi olarak nitelendirirler, çünkü, insan bilincinden bağımsız olarak dış dünyanın varlığını kabul etmek, onlara, deneyin sınırlarını aşmak gibi gelir. Bu terminolojiye tekrar döneceğiz ve bu terminolojinin marksist açıdan kesin olarak yanlış olduğunu göreceğiz. Burada, "bağımsız" dizi varsayımının, Avenarius'ta (aynı düşünceyi başka terimlerle ifade eden Mach'ta da) çeşitli gruplardan filozofların, yani çeşitli felsefi eğilimdeki filozofların genel kanısına göre, materyalizmden alınma olduğunu kaydetmenin önemli olduğuna inanıyoruz. Eğer var olan her şeyin duyum olduğunu ya da cisimlerin duyum karmaşaları olduklarını çıkış noktası olarak alırsanız, bütün temel ilkelerinizi, "sizin" bütün felsefenizi çiğnemeden, fiziksel olanın bizim bilincimizden bağımsız olarak var olduğu, ve duyumların belirli bir tarzda örgenlenmiş maddenin işlevi olduğu sonucuna varamazsınız. Mach ve Avenarius'un felsefelerinde, idealizmin temel ilkeleri ile bazı materyalist vargıları birleştirmeleri, teorilerinin, Engels'in haklı olarak horgörüyle karşıladığı şu "seçmeci dilenci çorbası"nın[19] bir örneği olmasındandır.

Bu seçmecilik Mach'ın son felsefi yapıtı olan Bilgi ve Yanılgı'da (2. baskı, 1906) göze çarpar. Daha önce de görmüş olduğumuz gibi, Mach, burada, "her fiziksel öğeyi, duyumlardan, yani ruhsal öğelerden yola çıkarak kurmakta hiç bir güçlük olmadığını" ileri sürer. Aynı kitapta şunları [sayfa 59] okuyoruz: "U'nun sınırlarının (= Umgrenzung'un, yani "bedenimizin uzaysal sınırları"nın, s. 8) ötesindeki ilişkiler, sözcüğün en geniş anlamıyla fiziksel olanı meydana getirirler." (s. 323, § 4.) "Bu ilişkileri, arı durumu içinde (rein erkalten) elde etmek için, U'nun içerisinde yer alan öğelerin gözlemcisinin etkisini mümkün olduğu kadar ayıklamak gerekir." (İbid..) Ne iyi, ne iyi. iskete kuşu önce denizi ateşe vermeyi vaat etti, yani "ruhsal öğelerden fiziksel öğeleri" kurmak hayaline kapıldı ve bu durumda, fiziksel öğeler, "bedenimizin içinde yer alan" ruhsal öğelerin sınırlarının üstünde yer alırlar! Ne felsefe, diyecek yok doğrusu! Bir başka örnek: Tam (idéal, vollkommenes) gaz, tam sıvı, tam esnek cisim yoktur; fizikçi, kurgularının, gerçeklere ancak yaklaşık olduğunu bilir, onları keyfi olarak yalmtaştırır; kaçınılması mümkün olmayan bu sapmanın farkındadır." (s. 418, § 30.) 
Hangi sapma (Abweichung) sözkonusudur burada? Neyin, neye karşı sapması? Düşüncenin (fiziksel teorinin) gerçeklerden sapması. Öyleyse düşünceler, fikirler nedir? Fikirler "duyumların izleri"dir (s. 9). Olgular nedir? Olgular "duyum karmaşaları"dır. Böylece, duyumların izleri ile duyumların karmaşaları arasındaki sapma önlenemez. 

Bu, ne demektir? Bu, Mach, çeşitli fizik sorunlarını incelerken, kendi teorisini unutuyor, yalınlıkla, idealist kıvırmalardan uzak olarak, yani materyalistçe düşünüyor, demektir. O zaman da, bütün "duyum karmaşaları" ve Berkeley'vari bütün incelikler uçup gidiyor. Fizikçilerin teorisi, bizim dışımızda ve bizden bağımsız olarak varolan cisimlerin, sıvıların ve gazların yansısı, kuşkusuz yaklaşıklık olan bir yansısı olduğunu tanıtlıyor; ama, yaklaşıklığı ya da yalınlaştırmayı "keyfi" diye nitelendirmek yanlıştır. Gerçekte, burada, Berkeley ve Hume'ün öğretilileri tarafından "arıtılmış" olmayan duyum, Mach tarafından tıpkı bütün doğa bilimlerinde alındığı gibi, dış dünyanın bir imgesi olarak alınmaktadır. Mach'ın kendi öz teorisi, öznel idealizmdir, ama nesnellik etkeni gerektiğinde, [sayfa 60] Mach, kendi uslamlamaları içersine, karşıt ilkeleri, yani materyalist bilgi teorisini sokmakta hiç sakınca görmüyor. Felsefede, tutarlı bir idealist, tutarlı bir gerici olan mahçıların materyalizme karşı mücadelesine yakınlık duyan Eduard von Hartmann, Mach'ın felsefesinin, "safça gerçekçilik ile mutlak yanılsamacılığın (illusionnisme) bir karışımını (Nichtunterscheidung)"24 temsil ettiğini söylerken, gerçeğe çok yaklaşmaktadır. Bu, doğrudur. Cisimleri duyum karmaşaları vb. sayan öğreti mutlak yanılsamacılıktır, yani tekbenciliktir; çünkü bu görüş açısına göre, dünya benim yanılsamamdan başka bir şey değildir. Mach'ın yukarda sözünü ettiğimiz düşünce sistemine ve daha birçok kırık dökük düşüncelerine gelince, bunlar, "safça realizm" denen şeyin, yani bilinçsiz olarak doğa bilimcilerden alınmış materyalist bilgi teorisinin belirtilerinden başka bir şey değildir. 

Avenarius ve onu izleyen profesörler "ilke düzenlemesi" teorisinin yardımıyla, bu belirsiz karışımı örtbas etmek çabasına girişmektedirler. Bu teoriyi incelemeyi şimdi sürdüreceğiz, ama daha önce Avenarius'a yöneltilen materyalizm suçlamasını tamamlayalım. Anlamamış olduğu Wundt'un düşüncesini ilginç bulan Bay Yuşkeviç, Avenarius'un öğrencilerinin ve en yakın izleyicilerinin bu suçlamaya nasıl bir tepki gösterdiklerini öğrenmeyi ilginç bulmamış ya da bu konuda okura bilgi vermek inceliğini göstermemiştir. Ama eğer biz, Marks'ın felsefesinin, yani materyalizmin, ampiryokritisizm felsefesine karşı tutumuyla ilgileniyorsak, bu tepki hakkında bilgi edinmemiz gereklidir. Ve ayrıca, Mach'ın öğretisi eğer materyalizmle idealizmin bir karmaşası, bir karışımı ise, resmi idealistler, materyalizme verdiği ödünler yüzünden bu akımı –eğer bir akım olarak kabul etmek doğru olursa– reddetmeye başladıkları zaman, bu akımın hangi doğrultuya yönelmiş olduğunu bilmek önemlidir.

Özellikle Avenarius'un en katıksız, en katı öğrencilerinden ikisi, J. Petzoldt ve Fr. Carstanjen, Wundt'u yanıtladılar. Herhangi bir Alman profesörü için böylesine aşağılatıcı olan materyalizm suçlamasını soylu bir öfkeyle reddederken Petzoldt, –inanır mısınız?– Avenarius'un, içerisinde töz kavramının yerlebir edildiği sanılan Prolégomènes'ine başvuruyor! Elverişli bir teori, gerçekten de, hem salt idealist yapıtları, hem de keyfi olarak varsayılan materyalist öncülleri kucaklayabilecek hale getirilebilir! Avenarius'un Salt Deneyin Eleştirisi, kuşkusuz bu öğretiyle –yani materyalizmle– çelişki halinde değildir, diye yazıyor Petzoldt, ama bunun taban tabana karşıtı olan tinselcilik öğretisiyle de çelişmez. Mükemmel bir savunma! Engels'in "seçmeciliğin dilenci çorbası" dediği tam da budur. Kendisini mahçı olarak kabul etmek istemeyen ve (felsefede) marksist sayılmaya canatan Bogdanov, Petzoldt'u izliyor. Ona göre, "ampiryokritisizmin, ... materyalizmle, tinselcilikle ya da genel olarak metafizikle herhangi bir ilgisi yoktur" ve "gerçek ..., çatışan akımlar [materyalizm ve tinselcilik] arasında ‘tam orta yerde' değil, bunların dışında bulunur" Bogdanov'un gerçek olarak aldığı şey, karışıklıktan, materyalizm ile idealizm arasında yalpalamaktan başka bir şey değildir. 

Carstanjen, Wundt'u yanıtlayarak, "salt deneyin eleştirisine, kesinlikle yabancı olan materyalist ilkenin herhangi bir şekilde el altından (Unterschiebung) sokulmasını" kesenkes reddettiğini yazdı."Ampiryokritisizm, her şeyden önce kavramların içeriği konusunda χαι′εξχην (en üstün derecede) şüphecilikten (scepticisme) başka bir şey değildir. Mach öğretisinin yansızlığını böyle abartarak belirtme eğiliminin [sayfa 62] belli bir nedeni vardır: Mach ve Avenarius'un ilk idealizmlerinde yaptıkları düzeltmeler, sonuç olarak, materyalizme yapılan yarı-ödünlere varmaktadır. Berkeley'in tutarlı görüşü –dış dünya benim duyumlarımdır– yerine, zaman zaman Hume'ün görüşüne varırız – benim duyumlarımın ötesinde herhangi bir şey olup olmadığı sorusunu dıştalarım. Ve bu bilinemezci anlayış, insanı, kaçınılmaz olarak materyalizm ile idealizm arasında yalpalamaya mahkum eder.

3. İLKE DÜZENLEMESİ VE "SAFÇA GERÇEKÇİLİK"


Blogger tarafından desteklenmektedir.