Header Ads

Header ADS

Çin’in «Üç Dünya» Teorisi ve Yugoslavya’nın «Bloksuz Dünya» Teorisi Halkların Devrimci Mücadelesini Baltalıyor

Enver Hoja

Marksizm-Leninizmin tüm dönekleri, Sovyet, Titocu, Çinli ve diğer revizyonistler Marksizm-Leninizme, proletaryanın muzaffer teorisine karşı mücadelede ellerinden geleni yapıyorlar. «Üç dünya» teorisinin Partimiz tarafından teşhir edilmesi Çin revizyonistlerini zor durumda bıraktı, çünkü onlar, tezlerini çürütmemize ve teşhir etmemize teorik olarak yanıt verecek konumda değillerdir. Bunun nedeni, bizden korkmaları değil, kanıt yetersizliğinden korkmalarıdır.

«Üçüncü dünya» kavramını ilan eden ya da benimseyen Mao Zedung ve Deng Siao-ping onu teorik kanıtla destekleyecek durumda olmadıkları gibi, desteklemeye de kasıtlı olarak girişmediler. Niçin bundan kaçındılar? Onların bu «ihmali» bir hilekârlıktır ve amacı, insanları aldatmak ve bu insanlara saçma bir tezi, tek neden olarak Mao Zedung tarafından formüle edilmiş olmasını öne sürerek, tartışmasız kabul ettirmektir. Mao Zedung bu «felsefi» ya da «siyasal» kavramın teorik temelinin ne olduğunu açıklayamıyordu, çünkü bunun herhangi bir açıklaması yoktur. O ve müritleri, dünyanın üçe bölünmesine ilişkin görüşlerini, onu savunmaksızın, ilan etmekle yetiniyorlar; çünkü, kendileri de bu tezin savunu- lamayacağını iyi biliyorlar.

Çinli «üçüncü dünya» ve Yugoslav «bloksuz dünya» hemen hemen aynı şeylerdir. Her iki «dünya» da aynı amacı güdüyor: Proletarya ve burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesini söndürmeyi teorik olarak haklı göstermek ve emperyalist ve kapitalist büyük devletlerin, burjuva baskı ve sömürü düzenini koruyup sürdürmelerine hizmet etmek.

Her türlü teorik temelden yoksun, sahte, anti-Mark- sist bir teori olan «üç dünya» teorisi, Çin revizyonistlerinin onun etrafında yarattıkları efsane, yalnızca «üçüncü dünya» ülkelerinin geniş proletarya kitleleri ve acı çeken halkları üzerinde değil, bu ülkelerin yöneticileri üzerinde dahi en ufak bir etkiye sahip değildir. Çin yönetiminin şemsiyesi altına almaya çalıştığı bu ülkelerin yöneticilerinin kafalarında yer etmiş kendi görüşleri vardır, kendi ideolojileri ve kesinlikle belirlenmiş yönelimleri vardır; bu nedenle Çin masallarını yutmuyorlar. Deng Siao-ping ve ortakları toprak ve nüfus büyüklüğü ile bu ülkeleri etkileyebileceklerini düşünüyorlar. Çinli «üç dünya» teorisi belli bir dereceye dek ve ona zarar vermediği sürece Amerikan emperyalizminin yararınadır. Bu teori dünyada karışık durumların yaratılmasına destek oluyor. Bunlardan hem Amerikan emperyalizmi hem de Sovyet sosyal-emperyalizmi kendi hegomonyasını yaygınlaştırmak, sözümona üçüncü dünyanın kapitalist ve latifun- dist (ing. büyük toprak sahibi)-burjuva elebaşıları ile daha çok ve daha yoğun biçimde ittifaklar ve anlaşmalar yapmak ve hazırlamak için yararlanıyor. Bu durum Çin revizyonistlerinin sosyal-emperyalist amaçlarına da hizmet ediyor. 

«Bloksuz dünya» teorisine gelince, Yugoslav revizyonistleri bunu Marksist-Leninist teorinin yerine geçecek olan evrensel bir teori gibi yüceltiyorlar. Onlara göre Marksist-Leninist teori «eskimiştir» ve artık «güncel» değildir, çünkü halklar ve dünya sözde değişmiştir. Onlar Marksizm-Leninizmi Carillo’nun yaptığı gibi açıkça inkar etmiyorlar ama kendilerinin «bloksuz dünya» teorisini savunarak ona karşı mücadele ediyorlar. Buna karşılık, Marksizm-Leninizmi savunanlar, Yugoslav revizyonistlerinin görüşlerine göre hep aynı «yanlışı» tekrarlıyorlar, bu devrimci öğretinin ilkelerini ve kurallarını düzeltmeye çalışmıyorlar ve bu nedenle «sabıkalıdır»lar. Yugoslav revizyonistlerinin görüşlerine göre Arnavutluk Emek Partisi (ki onların saldırılarının hedefidir) «sabıkalı» bir partidir, çünkü o, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in ilkelerinin, yöntemlerinin ve bilimsel öğretilerinin «onların yaşadığı dönemden tümüyle farklı olan» bir dünyada uygulanmasını talep etmektedir.

Titocu görüşler tümüyle anti-Marksisttir. Titocular bu konumdan yola çıkarak bugünkü dünya gelişmesinin sürecini tahlil ediyorlar. Genel olarak modern revizyonizm ve özel olarak Yugoslav revizyonizmi ve Çin revizyonizmi devrime karşıdır. Yugoslav ve Çinli revizyonistler, Amerikan emperyalizmini, daha mantıklı bir yola başvurabilecek ve onlara göre gelişme içinde olan ve belli bir bloka bağlı olmak istemeyen bugünkü dünyaya «yardım» edebilecek çok büyük bir güç olarak değerlendiriyorlar. Fakat Yugoslav teorisi «bloksuz» sözü için bile yeterli tanımı yapamıyor. Bu dünyaya dahil ettiği ülkeler hangi açıdan bloksuzdur? Siyasal, ideolojik, ekonomik ya da askeri açıdan mı? Yugoslav sahte Marksist teorisi bu soruna değinmiyor, bundan hiç söz etmiyor, çünkü yeni bir dünya görüntüsü altında önderlik etmeye çalıştığı bu ülkeler, Amerikan emperyalizmine ya da Sovyet sosyal emperyalizmine olan çok yönlü bağımlılıklarından kopamazlar.

Yugoslav «teorisi» eski tipte sömürgeciliğin şimdiki durumda genel olarak yok edildiği gerçeği ile spekülasyon yapıyor. Fakat o, birçok halkın yeni -sömürgeciliğin pençesine düştüğünü söylemiyor. Biz, Marksist-Leninist- ler, sömürgeciliğin eski biçimleriyle yok edildiği gerçeğini yadsımıyoruz, ama biz, onun yerini yeni sömürgeciliğin aldığını vurguluyoruz. Bugün de, ekonomik ve askeri güçlerine dayanarak halkları ezen dünkü aynı sömürgecilerdir. Halkları ahlâksız yaşam biçimleriyle etkileyerek siyasal ve ideolojik olarak şaşırtanlar da onlar- dır. Titocular bu durumu dünyada büyük bir değişme olarak ele alıyorlar ve ne Marks’ın, ne Lenin’in ve ne de bütünüyle reddettikleri Stalin’in böyle bir olanağı hiç düşünmediklerini ekliyorlar. Onların görüşlerine göre, halklar şimdi özgür ve bağımsızdır ve yalnızca bloksuz olmayı amaçlamaktadırlar ve bu arada dünyanın zenginlikleri daha akılcı ve daha adil bir biçimde paylaşılmalıdır.

Bu «amaçların» gerçekleşmesi için Yugoslav «teo- risyenleri», Amerikan emperyalizminin, Sovyet sosyal-em- peryalizminin ve gelişmiş kapitalist devletlerin eliaçık davranmalarını ve kendilerine göre «sosyalizme ilerleyecek bilince varmış» olan günümüz dünyasını, uluslararası konferanslar, tartışmalar, oturumlar ve karşılıklı ödünler aracılığıyla değiştirmeye iyi dilekleriyle katkıda bulunmalarını istiyorlar.

Titocu revizyonistlerin öğütledikleri bu «sosyalizm» dir ve halkları, olanaklar elverdiğince, gerçeklerden uzaklaştırmak için bu öğüde sarılıyorlar. Devrimden yana olmadıkları için, toplumsal barışın korunmasından yanadırlar, «aşağı sınıfların yaşamlarının düzeltilmesi» için burjuvazi ile proletaryanın anlaşmalarından yanadırlar. Yani onlar, üst sınıflardan alçak gönüllülükle «eli açık» olmaları ve «dünyanın sefil kişilerine» kârlarından bir kısmını bırakmaları için ricada bulunuyorlar.

Tito, «bloksuz dünya» teorisini «evrensel bir öğretiye» dönüştürmek istiyor. Bu teori daha önce de değinildiği gibi sözde «güncel dünya durumuna» uygunmuş. Dünya halkları uyandı ve özgür yaşamak istiyor, fakat Tito’nun teorisine göre bu «özgürlük» günümüzde «tümüyle» sağlanmış değildir, çünkü iki blok, NATO bloğu ve Varşova bloğu vardır.

Tito kendisini, bloklara karşı olma siyasetinin baş aktörü ve bayraktarı olarak gösteriyor. Gerçekten de Tito’nun ülkesi ne NATO ne de Varşova Paktı’na dahildir, fakat o birçok bağla bu askeri örgütlere bağlıdır. Yugoslavya’nın ekonomisi ve siyaseti bağımsız değildir. Bunlar kapitalist ülkelerin, öncelikle Amerikan emperyalizminin kredilerine, yardımlarına ve borçlarına bağlıdır. Bu nedenle de daha çok bu emperyalizme dayanmaktadır. Fakat Tito aynı zamanda Sovyet sosyal-emperyalizmine ve diğer kapitalist büyük devletlere de dayanmaktadır. Böylece kendisini bloksuz olarak gösteren Yugoslavya, hukuken olmasa da pratik olarak süper devletlerin saldırgan örgütlerine bağlıdır.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde Tito gibi birçok önder vardır. Tito bunları sözümona bloksuz dünya içinde toplamayı istemektedir. Bu şahsiyetler genel olarak burjuvalar, kapitalistler, Marksist olmayanlardır. İçlerinden birçoğu devrime karşı mücadele etmektedir. Bu şahsiyetlerin kendilerini sosyalist, demokrat, sosyal demokrat, cumhuriyetçi, bağımsız cumhuriyetçi vb. gibi tanımlamaları, çoğu durumda proletaryayı ve ezilen halkı aldatmaya, onları boyunduruk altında tutmaya, arkalarından oyunlar yapmaya hizmet etmektedir.

«Bloksuz» devletlerde kapitalist, anti-Marksist ideoloji egemendir. Tito Yugoslavyası gibi bu ülkelerin bir çoğu da, süper devletlere ve dünyanın tüm gelişmiş kapitalist ülkelerine aynı çıkar bağlarıyla bağlıdır. Tito’nun dünyanın tüm ülkelerine öğütlediği gibi, «bloksuz dün- ya»nın onun önderliğinde toplanmasının tek amacı ve tek temeli, devrimi boğmaktır; proletaryanın ve halkların ayaklanarak eski kapitalist toplumu yıkmalarına ve yeni toplumu, sosyalizmi kurmalarına engel olmaktır.

Tito’nun bu ülkeleri biraraya getirmesinde kendisine yön veren düşünce ve temel ilke budur. O sanki, bu ülkeleri biraraya getirmeyi ve yönetmeyi başarmış gibi övünüyor. Oysa, gerçekte böyle birşey sözkonusu değildir; çünkü kimse Titocu «bloksuz dünya» teorisine ve Çinli «üç dünya» teorisine onların bayraktarlarının talep ettiği ve amaçladığı önemi vermiyor. Herkes, kendisine en büyük ve acil yararlar sağlayan yolda kendine özgü bir biçimde ilerliyor.

Görünen o ki, Tito’nun «bloksuz dünyası» Amerikan emperyalizmi ve dünya kapitalizmi tarafından, Çinlilerin «üçüncü dünyasından» daha çok tutulmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkeler ve Amerikan emperyalizmi Çinli «üç dünya» teorisini desteklemelerine karşın gene de belli bir çekinme ve belli bir tereddüt duyuyorlar, çünkü Çin’in güçlenmesi can sıkıcı durumlara yol açabilir ve bu da Amerikalılar için tehlikeli olabilir. Buna karşılık Tito’nun «bloksuz dünya»sı, Amerika Birleşik Devletleri için hiç de tehlikeli değildir. Bu nedenle Carter, Tito’nun Amerika Birleşik Devletleri’ne son gezisi sırasında onun «bloksuz dünyanın» yaratılmasındaki rolünü yüceltti ve «bloksuz ülkeler» hareketini «bugünkü dünyanın büyük sorunlarının çözümlenmesinde çok önemli bir unsur» olarak değerlendirdi.

Çoğunlukla kapitalist ülkeler olan «bloksuz» ülkeler zarlarını attılar. Onlar siyasal manevralar yapmayı biliyorlar ve kendilerine en çok yardım eden emperyalist ve kapitalist devletlere bağlanıyorlar. Burjuva ve kapitalist anlayışa göre siyaset yapmak demek, yalan dolana başvurmaktır, mümkün olduğu kadar çok ve hızlı bir biçimde birbirini aldatmaktır. Bu siyaset bir fuhuş siyasetidir ve onun amacı, belli anlarda ve durumlara göre, daha güçlü bir devletten kendi sınıfının yararına, bu sınıfın patronlarının yararına büyük parasal çıkarlar sağlamaktır.

Titoculuk, «bloksuz dünya» teorisiyle tam da bu siyaseti öğütlüyor. Ama, bu siyaset Tito’nun iddia ettiği gibi, her yerde aynı yönelime sahip değildir. «Bloksuz» devletler Tito’ya neyi yapacaklarını, neyi yapmayacaklarını sormuyorlar, bildikleri gibi davranıyorlar. Birkaç istisna dışında bu devletlerin yöneticileri, kendi kapitalist iktidarlarını sağlamlaştırmak, kendi halklarını sömürmek, büyük bir emperyalist ülke ile dostluklarını sürdürmek, her isyanı, her halk ayaklanmasını, her devrimi engellemek, olmazsa boğmak için uğraşıyorlar. Titocu «bloksuz dünya»nın tüm siyaseti budur.

Çinli «üç dünya» teorisi de statükodan yanadır. Titocu «bloksuz dünyanın» amacı, burjuva sınıfını daha zenginleştirmek ve iktidarda tutmak için Amerikan emperyalizminden ve diğer kapitalist ülkelerden kredi dilenmektir. Çin de, dünyaya egemen olabilecek bir süper devlet haline gelmek için «üçüncü dünya» aracılığıyla zenginleşmek, ekonomik ve askeri olarak güçlenmek istiyor. Her iki «dünyanın» da amaçları anti-Marksisttir. Onlar sermayeden, Amerikan emperyalizminden yanadırlar.

Yugoslav revizyonistleri, Çin revizyonistlerini kendi konumlarına çekmek ve Pekin’in, «bloksuz ülkeler» teorisini yalnızca anlayışla karşılamayıp bütünüyle onaylamasını da sağlamak amacıyla, Tito’nun Çin ziyaretinin ve Hua Guo-feng’in Yugoslavya ziyaretinin de gösterdiği gibi, Çin’i, Çinli revizyonistlerin doğasına tam olarak uygun düşen övgü ve pohpohlamalara boğuyorlar. Hua Guo- feng ve Deng Siao-ping başta olmak üzere Çin revizyonistleri, «üç dünya» teorisinden vazgeçmemekle birlikte, Titocu «bloksuz dünya» teorisini desteklediklerini de açıkça belirttiler. Onlar, ortak bir anti-Marksist amaç uğruna yani «üçüncü dünyanın» halklarını aldatmak için Yugoslav revizyonistleri ile aynı demiryolunun iki paralel rayı üzerinde yol almak, onlarla yakın işbirliği yapmak istediklerini gösterdiler. Yugoslav yöneticileri şimdi. Çin’i savunarak bu görüşlerini geliştirmekle uğraşıyorlar. Onlar Çin’i savunurken, büyüklük kuruntusuna kapılmış Çin’i küçük düşürücü bazı «kanıtlar» dahi kullandılar. Tito- cular, Çin’in bugünkü siyasetinin gerçekçi olduğunu öne sürerek, Partimizin Çin yönetimini teşhir etmesi karşısında Çin’i savunuyor ve destekliyorlar.

Çin, diyor Yugoslavlar, büyük bir ülkedir. Niteliği açısından geliştirilmesi gerekir çünkü, hâlâ geri bir ülkedir, gelişmekte olan bir ülkedir. Titocular, Arnavutluk Emek Partisi gibi Marksist-Leninist partilerin, Çin’e, haklı olarak gelişmek ve bloksuz kalmak istediği için, ulusal kurtuluş savaşlarına yardım ettiği için vb. vb. saldırmakla haksızlık ettiklerini öne sürüyorlar. Böylelikle Yugoslavya Çin’in bir uydu gibi kendi etrafında dönmesine can atıyor. Yugoslav revizyonistleri için önemli olan kendi anti-Marksist görüşlerine Çin’in kayıtsız şartsız katılmasıdır.

Tito’nun önderliğinde Yugoslavya, «bloksuz dünya» teorisi ile Amerikan emperyalizmine her zaman içten bağlılıkla hizmet etmiştir. Tito ve grubu şimdi Çin’i Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşma ve onunla ittifak yapma yönünde iterken bu hizmetlerini sürdürüyorlar. Tito’nun Pekin’e gezisinin ve oradaki görüşmelerinin başlıca amacı buydu. Bunun sonucu olarak yakın bir dostluk

kuruldu ve bu Hua Guo-feng’in Yugoslavya’yı ziyaretiyle yalnızca devletler düzeyinde değil, partiler düzeyinde de geniş bir işbirliği biçimini aldı. Çin yöneticileri Tito’nun Pekin ziyareti sırasıyla Yugoslavya Komünistler Birliği’nin Marksist-Leninist bir parti olduğunu ve Yugoslavya’da gerçek sosyalizmin inşa edilmekte olduğunu yarı yarıya kabul ettiler. Daha sonra Hua Guo-feng Belgrad’a gittiğinde bunu tümüyle ve resmi olarak duyurdular.

Başka bir deyişle, Maocular, Tito’nun «Marksist» olduğunu, «Yugoslavya’da sosyalizmin inşa edilmekte olduğunu» «Yugoslavya Komünist Partisi’nin Marksist-Leninist bir parti olduğunu» açıkça kabullenen Mikoyan ve Kruşçev’in kendi dönemlerinde yaptıkları gibi davrandılar.

Amerika Birleşik Devletleri, Tito’nun ipini ve Hua Guo-feng ve Deng Siao-ping’in iplerini canı istediği gibi oynatıyor. Son ikisi, kukla tiyatrosunun sahnesine açıkça çıkmayan kuklalardır, sahne arkasında kalırlar. Teorilerine saldırıldığında ve kanıtlarını destekleyecek olgular bulamadıklarında söyledikleri şudur: «Polemik yapmıyoruz»! Onlar, sosyalist Arnavutluk ve Marksist-Leninist Emek Partisi dünya kamuoyu önünde onları böylesine ciddi biçimde teşhir ederken niçin sosyalist Arnavutluk ile polemiğe girmiyorlar? Bekledikleri nedir? Onlar polemiğe girmiyorlar, çünkü Marksizm-Leninizme ve devrime karşı ihanet oyunlarının açığa çıkmasından korkuyorlar. Çin yöneticileri, Yugoslavya ve başkaları aracılığıyla, Çin’in Arnavutluk’un polemiğine yanıt vermeyeceğini açıklarken, gerçeği örtbas etmek amacını güdüyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve diğer kapitalist ülkeler peşpeşe çeşitli ikili ve çok taraflı toplantılar yapıyorlar, her türden konferanslar, kongreler düzenliyorlar, kararlar alıyorlar, konuşmalar yapıyor, basın toplantıları düzenliyorlar, bir sürü yalan söylüyorlar ve umut, tehdit ve şantajı birarada kullanıyorlar. Bütün bunlar, içine gömüldükleri bunalımdan çıkmak için, acı çeken, ezilen halkın kin duygusunu boğmak için geniş emekçi kitleleri ve proletaryayı aldatmak için, ilerici demokratları aldatmak için yapılıyor. Bütün bu oyunda, bu içinden çıkılmaz iğrenç durumda Yugoslav ve Çin revizyonistleri de kartlarını oynuyorlar.

«Gelişmekte olan dünya» teorisi de bu oyunun aynı anti-Marksist amaca yönelik bir kartıdır: Kafa karıştırmak. Bu teori, siyasal sorunlar üzerine tek bir kelimeyle söz etmiyor, çünkü bu konu üzerine söz etmek sözde boşunaymış. Onlar için yalnızca, «ekonomik sorun» ve genel olarak «gelişme sorunu» vardır. «Gelişmekte olan dünya» teorisinin ne tür gelişme peşinde olduğuna gelince bunu kimse tanımlıyamıyor. Elbette ki dünyanın çeşitli ülkeleri yaşamın her alanında, ekonomik, siyasal, kültürel vb. olarak gelişmek istiyorlar. Başta proletarya olmak üzere dünya halkları eski çürümüş burjuva-kapita- list dünyayı parçalamak ve onun yerine yeni dünyayı, sosyalizmi kurmak istiyorlar. Fakat «bloksuz dünya» ve «gelişmekte olan dünya» teorisi bu dünyadan hiç söz etmiyor.

Biz, Marksist-Leninistler çeşitli ülkelerden söz ettiğimizde, onlara ilişkin görüşlerimizi açıklıyoruz, şu ya da bu ülkenin gelişme düzeyini, tek tek devletlerin bu yöndeki olanaklarını değerlendiriyoruz. Biz, her ülkenin halkının kendi gücüne dayanarak devrim yapmak ve yeni toplumu kurmak zorunda olduğunu söylüyoruz. Biz her devletin özgür, bağımsız ve egemen olmak için yeni bir toplum inşa etmesi gerektiğini, kendini baskı altında tutanlara karşı mücadele etmesi ve onları yıkması gerektiğini, kendini köleleştiren her emperyaliste karşı mücadele etmesi gerektiğini, siyasal, ekonomik, kültürel haklarını elde etmesi ve onları savunması gerektiğini, tüm emekçi kitlelerle ittifak yapan işçi sınıfının iktidarda olduğu tam bağımsız ve özgür bir anayurt kurması gerektiğini söylüyoruz. İşte söylediğimiz budur ve biz Leninist iki dünya tezinin kararlı savunucularıyız. Biz, yeni sosyalist dünyanın üyeleriyiz ve eski kapitalist dünyaya karşı ölüm kalım savaşı veriyoruz.

Dünyayı, «birinci dünyaya», «ikinci dünyaya», «üçüncü dünyaya», «bloksuz dünyaya», «gelişmekte olan dünyaya» bölen teoriler, ya da herhangi başka bir «dünyaya» bölünmesine ilişkin yarın keşfedilebilecek olan tüm diğer «teoriler» kapitalizme hizmet eder, büyük devletlerin hegomonyasına hizmet eder, onların halkları köleleştirme emellerine hizmet eder. Bu gerici ve anti-Marksist teorilere karşı tüm gücümüzle mücadele etmemizin nedeni budur.

Partimizin bu mücadelesi tüm dünyada, özellikle sözümona üçüncü dünya, bloksuz dünya ya da gelişmekte olan dünya ülkelerinde sempati ile izlenmektedir. Çinli, Titocu, Sovyet revizyonist teorileri ile, Amerikan emperyalizminin ve diğerlerinin teorileri ile aldatılmaya çalışılan bu ülkelerin halkları, Marksist-Leninist görüşlerimizde, partimizin ideolojik ve siyasal tavrında doğru bir tutumu gözlüyorlar. Bu tavır, onların sömürü ve baskıdan nihai kurtuluşlarının doğru yoluna uygun düşmektedir.

Tam da bu nedenden ötürü Marksizm-Leninizmin ve Partimizin düşmanları bizi sekterlikle, aşırı solculukla, Blankist olmakla, uluslararası durumu doğru bir biçimde tahlil etmeyip, tersine bazı eski şemalara sarılmakla suçluyorlar. Açıktır ki, onların hedef aldığı, «Marksist- Leninist şemacılık», «Stalinist şemacılık» diye niteledikleri, bizim devrimci öğretimizdir.

Onlar bizi, eski sömürgeciliğin sömürü biçiminden kurtulup yeni sömürgeciliğin sömürüsüne uğrayan ülkelere, hemen sosyalizme geçmeleri, hemen proleter devrimi gerçekleştirmeleri için sözde çağrı yapmakla suçluyorlar. Onlar, bizi maceracı olarak gösterip bize darbe vurabileceklerine inanıyorlar. Fakat Partimiz Marksist- Leninist teoriye sadıktır; devrimin yolunu, geçmesi gereken aşamaları ve devrimin, ister ulusal-demokratik ve anti-emperyalist, ister sosyalist devrim olsun, başarıyla gerçekleşmesi için yerine getirilmesi gereken koşulları doğru biçimde tanımlayan bu teoriye sadıktır. Biz bu teoriye anti-faşist ulusal kurtuluş savaşımızda sadık kaldık, biz ona şimdi de, sosyalizmin inşasında sadık kalıyoruz, ideolojik mücadelemizde ve dış siyasetimizde sadık kalıyoruz. Bizim tahlilimiz doğrudur ve bu nedenle hiçbir iftira onu sarsamaz.

Blogger tarafından desteklenmektedir.