Batıyla Doğu Karşılaşıyor
Rusya'ya kapitalizmi getiren tutucu insanların, bir gün yaptıklarının sonuçlan karşısında müthiş bir şaşkınlığa kapılacaklarından eminim.
ENGELS, 1887
DEVRİMCİ Jozef Stalîn ve Rusya'nın yeni gelişmekte olan işçi sınıfı, tarihte ortaya çıktıkları zaman bakımından talihliydiler. Onların ortaya çıkışıyla birleşen koşullara başka hiçbir ülkede rastlanmamıştı. Rusya'da yaygın bir feodalizm üzerinde ağır ağır gelişmekte olan kapitalizm, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'dan korkunç bir itici güç aldı. Ayrıca, Rusya'da kapitalizm, Batı ülkelerinde olduğundan daha yüksek bir düzeyden başladı. Ruslar buhar makinasını icat etmek ve küçük fabrikayla başlayıp büyüklerine doğru gelişen bizim fabrika sistemimizin bütün aşamalarından geçmek zorunda kalmadılar. Sermaye birikimi çok daha fazlaydı. Daha 1885'te, Moskova yakınlarında Orekovo-Zuyevo'daki Morozov fabrikasında en azından sekiz bin işçi çalışıyordu. 1890 ilâ 1900 yılları arasında Rus sanayisinde çalışan işçilerin sayısı 7.500.000'e yükseldi. Bu oran, Batı Avrupa'nın ya da Amerika'nın herhangi bir ülkesinde büyük fabrikalarda çalışanların oranından çok daha fazlaydı.
O sıralarda yeni sanayi işçileri üzerindeki dizginsiz sömürü sınır tanımayan ölçülere varmıştı. Günde ortalama oniki ile ondört saat arasındaki uzun çalışma saatleri, ayda yedi-sekiz rubleyi geçmeyen ücretler, ayda otuzbeş rubleden fazla almayan metal ve döküm işçileri, hiçbir fabrika yasasının bulunmaması, sendikacüığm yasaklanması ve sendika kurmak için girişilen her çabanın vahşice bastırılması, büyük fabrikalarda işçilerin yattıkları yerlerin sağlık koşullarına aykırı barakalardan meydana gelmesi, her yerde kapitalizmin ilk yıllarında rastlanan bütün aşırılıklar, Rusya'da olduğu gibi yansımaktaydı.
Sanayi alanındaki işçi sınıfının bu gelişmesine paralel olarak, tarım alanındaki kapitalist devrim de aynı hızla ilerliyordu. 1861'de çıkarılan sertliğin kaldırılması yasası, köylülerin kurtuluşunu gerçekleştirmemişti. Köylüler, iki milyar ruble tutarında bir "tazminat" ödemek, aynî vergi vermek ve toprak ağalarının topraklarını kendi aletleri ve hayvanlarıyla işlemek zorunda kalmışlardı. Sertlikten sö-zümona kurtuluş aslında özgürlük adına sertlikten yeni tür bir köleliğe geçişten başka bir şey değildi. Birçokları topraklarından kopmak, imalâthanelerde ve fabrikalarda yeni işler aramak zorunda kalmışlardı. Bu durum aynı zamanda köylüleri büyük ölçüde farkhlaştınmş; onları "kurtuluş"-larının bedelini karşılama yeteneklerine göre, yani tazminatlarım ve nüfus vergilerini ödeme, toprak ağalarına hizmetlerini yerine getirme ve bu süreç içinde birbirlerini sömürme yeteneklerine göre zengin köylüler (kulaklar ya da kapitalist çiftçiler), orta köylüler ve yoksul köylüler diye üçe bölmüştü. Köylük bölgelerdeki kapitalizmin evrimi böyleydi.
Bu geniş ekonomik ve sınaî değişiklikler, ileri görüşlü bir hükümet ve onları isteyen bir egemen sınıf tarafından başlatılmış değildi. Çarlar mutlak hükümdardılar ve ondo-kuzuncu yüzyıl boyunca Çarlık hükümetleri köle sahiplerinin çıkarlarını ve dünya görüşlerini dile getiren tepeden tırnağa köhnemiş kuruluşlardı. Rusya çok geniş bir ülkeydi. Baltık'tan Pasifik Okyanusuna, Kuzey Kutbundan İran'ın yarı-tropikal sınır boylarına dek uzanan 8 milyon milkarelik bir alanı kaplıyordu; Rus istibdadının, 60 milyonu Rus olmayan 160 milyon insanı yönettiği bir imparatorluktu. Çarların mutlakiyeti son derece tutucuydu. Çarlar, katıksız ve tam bir Asya despotluğu istiyorlardı. Rusya'nın geri kalmışbğmdan gurur duyuyorlar ve müstebit merkezî bürokrasilerini, daima istibdadın manevî bir kalesi olmaktan başka bir şey olmayan bir kilise sistemiyle güçlendiriyorlardı. Polis, ordu ve öteki devlet görevlileri kadar ikiyüz bin rahip ve keşiş de hükümet mekanizmasının bir parça-sıydılar, Rusya ne bir Reformasyon geçirmişti, ne de feodalizmden geçiş çağlarında, ingiltere de içinde, Batı Avrupa ülkelerinde görülen esnaf loncaları ve imalâtçıların damgalarını vurdukları bir dönem görmüştü. Meydana gelen zanaatkârlık, tarıma ve köylülere dayanıyordu. Tarımın kendisi de, toprağın işlenmesinin gehştirilmesinden çok, işlenen alanların genişlemesine dayanarak büyüyordu.
Rusya'daki yaşamın bütün bu özellikleri, Rusya'daki gelişmenin ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine dek olan yavaşlığının, Rus halkının ünlü "tembelliğinin" ve sözümona "kaderciliğinin" nedenlerini gösterir. Aslında Rusya'nın geniş topraklarına dağılmış milyonlarca köylü geri, insanlıktan çıkarılmış, kaba, cahil ve batıl inançlara saplanmış bir durumdaydı ve üretim araçlarının geliştirilmesiyle ilgilenmeyen bir despotluk tarafından bu durumda tutuluyordu. Aynı ölçüde cahil ve amansız olan merkezî silâhlı kuvvetler için, özellikle yerel ve yöresel kalan bütün köylü ayaklanmalarını ve aynı zamanda İmparatorluğun Polonyalılar, Gürcüler ve Ermeniler gibi bağımlı halklarının ulusal ayaklanmalarını bastırmak nispeten kolay oluyordu.
Sözü edilen bu gerçekler, çoğu zaman, Rusya Devriminin, güdülen cahil milyonların aptallık derecesinde gerici bir egemen sınıfa karşı ayaklanması biçiminde yorumlanmasına yol açmıştır. Hiç kuşkusuz bu etkenler devrimde rol oynamıştır, ama böyle bir açıklama son derece yüzeyseldir. Böyle bir açıklama Rusya'nın sosyal ve politik yaşamındaki en önemli olgulardan birini gözden kaçırır. Öyle sanıyorum ki, bu olgu olmasaydı 1917'deki Ekim Devrimi de olmazdı demek, çok ileri gitmek olmayacaktır. Rus devtimci aydtnlanmn varlığından sözediyorum. Rus aydınlan devrimciydiler, çünkü ülkedeki rejim onları böyle yapmıştı. Rusya'nın ondokuzuncu yüzyıldaki gelişmesi bu bakımdan bütün Batı Avrupa ülkelerinden ayrılır.
Batı Avrupa devletlerinde kapitalizm, sanayi alanındaki işçi sınıfı kendi bağımsız rolünün bilincine varmadan ve sosyalizm bir bilim haline gelmeden çok önce feodalizmin yerini almıştı. Ondokuzuncu yüzyılın muzaffer kapita-lizmiyle birlikte gelişen aydınlar, işte bu yüzden toplumda devrimci bir unsur değildiler. Orada-burada devrimci olarak nitelendirilebilecek bazı kimseler vardı, Marx ve Engels bunlar arasındaki olağanüstü örneklerdi, ama bu sınıflamaya sokulabilecek örnekler çok fazla da değildi. Çoğunluk tutucu, kapitalist kafalı ve olsa olsa liberal kapitalistti.
İngiltere de içinde. Batı Avrupa'daki ve Amerika'daki kapitalizm, aydınlan ezmedi. Sanayi her yerde hızla gelişiyordu. Gelişen haberleşme yolları insanların birbirinden kopukluğuna son veriyordu. Demiryolları, ucuz ve çabuk posta hizmeti, ucuz telgraf sistemi, yığın ölçüsünde yayınlanan gazeteler, halk eğitimi, oy hakkının yaygınlaşması, bütün bunlar aydınların liberal bir yaşam sürdürebilmelerine ve işçi sınıfının ve onun örgütünün gelişmesine yardımcı oluyordu.
Ve aydınlar bu ikincisinin gelişmesine ilgi duyduklan zaman da, bu ilgileri devrimci bir ilgi olmadı. İşçi sınıfına, onu devrimcüeştirmeye değil, liberalleştirmeye gittiler. Evet, sosyalizme az çok yakınlık duyuyorlar, arada-sırada kırmızı boyunbağı takıyorlar ve işçi sınıfı hareketinin başını çok, ama çok uzak bir sosyalizmin kırmızımsı aylasıyla süslüyorlardı; ama bu ülkelerin hiçbirinde devrimci bir yol izledikleri yoktu. Sosyal-demokrat işçi hareketinin mark-sizm bayrağı altında ortaya çıktığı ve marksizmin genel ilkelerini Marx ve Engels'in doğrudan etkileriyle benimsediği Almanya'da bile aydınlar "marksizmi revizyondan geçiriyorlardı". "İktidarın devrim yoluyla ele geçirilmesi" yerine, Almanya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi durmadan reformcu bir parlemanter parti olma yolunda ilerliyordu.
Aynı dönemde İngiliz İşçi sınıfı, güçlerini sendikacılık bayrağı altında topluyordu. Marx ve Engels uzun yıllar İngiltere'de yaşamış ve çalışmış oldukları halde bu ülkede marksizmi bilen pek fazla insan yoktu. Marx'ın yazılarından yalnızca birkaçı Ingilizceye çevrilmişti. Sosyalist örgütler yeniden kurulmaya başladığında, devrimci yıllar çoktan geride kalmış ve Çartist Hareket* nerdeyse unutulunutulmuş bulunuyordu, işçi Partisi henüz kurulmamıştı. Yalnızca Sosyal-Demokrat Federasyon, Fabian Derneği ve Bağımsız işçi Partisi gibi küçük sosyalist örgütler sosyalist düşüncenin gelişmesini dile getiriyorlardı. Ama bu grupların hiçbiri marksist değildi. Fabianlar, marksizmi açıktan açığa reddediyorlardı. Onların görüşüne göre sosyalizm, kapitalist bürokrasinin sosyalist fikirlerle kaynaşması ve kapitalizmin yavaş yavaş sosyalizme dönüşmesi sonucunda gerçekleşecekti. Yeterlilik, büyüklerin eğitimi, reform, kapitalistlerin ikna yoluyla değişmeleri, halkın yaşam koşullarının genel olarak düzelmesi bu dönüşümü etkileyen nedenler olacaktı. Bağımsız işçi Partisi, sosyalizmi, insanların değiştirilmesi ve sosyalist milletvekillerinin parlamentoda çoğunluğu elde etmesi yoluyla gerçekleştirmeye çalışan aşağı-yukarı bir Hıristiyan Sosyalist Partisiydi. Sosyal-Demokrat Federasyon, işçilerin, bir sosyalist parlamento çoğunluğu yoluyla kurtuluşundan yanaydı. Marx'ın ekonomik öğretilerini yaymaya çalışıyor, ama onun iktidar için devrimci mücadele düşüncesine hiç değinmiyordu. Bu federasyon iki partiye bölünüp de Sosyalist İşçi Partisi kurulduğunda bu parti, kendisini sosyalizmin propagandacısı, sanayi alanındaki örgütleri de işçilerin iktidarı ele geçirme araçları olarak gördü. Görüldüğü gibi bu dönemde, işçi sınıfının bilimsel sosyalizmle kaynaşması diye bir şey yoktu. Daha çok, işçi sınıfının marksistler tarafından ortaya konulan tarihsel rolünü inkâr eden fabianizmle kaynaşması vardı.
Avrupa'nın, kapitalizmin ingiltere ve Almanya'daki kadar ileri olmadığı Latin ülkelerinde de işçi hareketleri aynı aydınların Önderliğinde hemen hemen aynı yolu izliyorlardı. Kapitalizmin hızla gelişmekte olduğu Amerika'da, yalnızca, ingiltere'deki Sosyal-Demokrat Federasyona benzeyen küçük bir sosyalist parti ve temel silâhı genel grev olan bir devrim imgeleyen Dünya Sanayi işçilerinin devrimci sendikalizmi vardı. Ama bu dönemde Rusya'da, marksizmle pek az içlidışlı oldukları halde devrimin diline aşina devrimci aydınlar vardı. Bu aydınların, Rusya'nın pencerelerini Avrupa'nın ışığına açan Büyük Petro'nun hükümdarlık günlerine dek uzanan parlak ve uzun bir geçmişleri vardı. Büyük Petro'nun eseri, onsekizinci yüzyılda bir Alman prensesi ve iyi ün yapmış bir aydın olan H. Katerina tarafından sürdürülmüştü. II. Katerina, Montesquieu'nun bir izleyicisiydi ve harıl hani Fransız Devrimini hazırlamakta olan büyük yazar ve düşünürlerle. Voltaire ve Diderot'yla yazışıyordu. Fransız Devrimi ve Napolyon'un orduları, yükselen kapitalizmin liberal fikirlerini yayıyorlardı. Napolyon savaşları sonucunda liberal fikirlerle tanışan ve Rusya'ya bir anayasa kazandırma ve köylüleri sertlikten kurtarma düşüncesinin coşkusuna kapılan bir grup Rus muhafız subayı saraya karşı bir ayaklanma hazırladılar. Bazıları, Çar I. Nikola'nın öldürülmesini planladılar. Bunlar, ayaklanmayı planladıkları aya dayanılarak Dekabristler (Aralıkçılar) diye adlandırıldılar, içlerinden beşi asıldılar, geri kalanı da Sibirya'ya sürüldüler. Böylece aydınlar arasından çıkan ilk devrimciler yazgılarıyla, ondokuzuncu yüzyıl çarlarının fikirleri bastırmak için başvurdukları bu biricik yolla yüz yüze geldiler. Ama fikirler, özellikle arkalannda insanlığın kurtuluşunun itici gücünü taşıyan fikirler bir kez yayıldılar mı, artık onları yayanları öldürmekle yok edilemezler.
Ardından büyük Rus yazarları dönemi geldi. Puşkin, Lermontov, Gogol, Toltstoy, Çehov ve Turgenyev aydın kişiler arasında Rus kültürüne yol gösterdiler. Sonra Dostoyevski, Hosyakov, Aleksandr Herzen, Belinski ve ünlü anarşist Bakunin geldiler. Puşkin bir düelloda öldürüldü. Lermontov da. Herzen sürgüne gönderildi. Dostoyevski ölüme mahkûm edildi ve başkalarıyla birlikte tam idam mangasının önündeyken bağışlandı, uzun yıllarını hapishanede geçirdi. Belinski üniversiteden atıldı. Bakunin hapse atıldı ve sürgüne gönderildi.
Büyük aydınlar arasında N. S. Çernişevski de vardı. Çernişevski, ondokuzuncu yüzyıl ortalarının bütün Rus sosyalistleri arasında, marksistlere en yakın olanıydı. Liberal, sosyalist ve hümanist fikirler bu yazarlardan yayıldı. Narodnik (Halkçı) hareketin gelişmesi, her türlü otoriteyi inkâr eden Nihilistler, anarşistler ve daha sonra Sosyalist-Devrimciler, hep bu yazarların eserlerinden esinlendiler. Görüşleri aşırı olsun, ılımlı olsun, her zaman baskıyla karşılaşıyorlardı ve işte, istibdada karşı yöneltilen terör politikasını hazırlayan, ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve daha sonra hiç durmadan süregelen bu gerçek olmuştu.
Aydınların bu politikasının temelinde bir sakatlık vardı. Hiçbir yığın desteğine sahip değildi; ama yığınlar şiddet politikasını onaylamadıkları için değil (bu, çoktandır onların günlük yaşamlarında yer etmişti), aydınların ne yaptıkları ve niçin yaptıktan üzerine hiçbir şey bilmedikleri için. Bu devrimciler, halkı, kendim kurban eden bireyin parlak eylemiyle harekete geçirmeye ve devrimi, halkla birlikte değil, halk İçin yapmaya çalışıyorlardı. Hiçbir ülkede, kendi kuşaklannın eşitsizlik ve haksızlıklannı görerek bütün bunların değiştirilmesi uğruna varlarım yoklarını feda etmeyi göze alan bu kadar çok sayıda idealist çıkmamıştı.
Bunlann arasında esas olarak iki fikir alanı vardı. Biri, Batının liberalizmine ve ütopyacı sosyalizmine yakındı; öteki, ilkel Mir ya da Köy Komünü örgütüyle Rusya'nın olağanüstü tarım yaşamına dayanan kesinlikle Rus ya da Slavcı bir düşünceyi ifade ediyordu. Birincisi, Batı tipinde bir Kurucu Meclis ve temsilî hükümet; ikincisiyse, komünlerin, Batı sanayiciliğiyle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir sosyalist toplumun temeli olmasını istiyordu. Bunlar arasındaki anarşistler de, gönüllü kooperatif derneklerinden ve köy komünlerinden oluşan ve hiçbir devlet otoritesinin bulunmadığı bir toplum istiyorlardı. Hepsi de istibdat rejimine karşıydılar ve onu halkın baş düşmanı olarak görüyorlardı. Hepsi de fikirleri uğruna savaştılar ve tüm bir yüzyıl boyunca bu tabakadan çok sayıda genç erkek ve kadın Rusya'nın ve Sibirya'nın zindanlarına atıldılar, idam mangaları tarafından kurşuna dizildiler.
Bu orta sınıf aydınlan kuşağından (üniversite öğrencileri, yazarlar, öğretmenler, müfettişler, gazeteciler) Plehanovlar, Gorkiler, Çiçerinler, Litvinovlar ve daha birçoklan çıktı. Böyle birçok aile vardı. Sözgelimi, uya Nikotayeviç Ulyanov'un ailesi. Bu adam, Simbirsk ilinde bir ilkokul müfettişi, liberal bir memurdu. Karısı Mariya Aleksandrov-na, Kazan ilinde mülkü bulunan bir küçük eşraf ailesinden geliyordu. Altı çocukları vardı: Aleksandr, Vladimir, Dimitri, Anna, Olga ve Mariya. Hepsi de birer devrimci olarak yetiştiler. En büyükleri Aleksandır, Çar HI. Aleksandr'ı öldürmeyi planlayan bir grup gencin önderiydi. Bu gençloı 1887'de yakalandılar, yargılandılar ve asıldılar. Bir Narodnik (kentlerdeki işçi sınıfı ile köylüler arasında hiçbir ayırım yapmayan sosyalistler) grubuna üyeydiler. Ulyanovlar, evde herkesin devrimci olduğu tek aile değildi; bu, o sıralar çok tipik bir durumdu. Ulyanov ailesinin ötekilerden ayrılan tek yanı, Vladimir İliç Ulyanov'un sonradan tüm dünyaca Lenin adıyla tanınmasıydı.
1884'te Plehanov Rusya'ya marksizmi getirdiğinde, bütün aydınlar hemencecik marksizmi benimsemeye hazır değillerdi. Ama düşüncelerini yeni öğretinin ışığında yeniden değerlendirmeye kafaca hazır çok sayıda aydm vardı. Bu olgu, modern devrimci sınıfın, yani yükselen sanayi proletaryasının gelişmesi açısından son derece önemliydi. Çünkü sosyalist teori, proleter sınıfın ürünü değildir. Ne Marx, ne Engels, ne de Lenin bu sınıftandılar. Sir Thomas More, Godwin, Owen ve daha birçok ülkenin birçok düşünürü de öyle. Şaşırtıcı ve çelişmeli gibi görünse de, bir teori olarak sosyalizm, orta sınıflardan doğmuş bir sosyal grup olan aydınlar arasından çıkmıştır. Toplum için sosyalist teorileri geliştirenler onlar olmuşlardır, bilimsel sosyalizm ya da marksizmden sorumlu olan onlardır.
Ve bu gelişme o kadar doğaldı ki! Karmaşıklığı gittikçe artan sanayi tekniği, zorunlu temel eğitimi bir gereksinim haline getirinceye dek cahil kalan proleterlere kapalı olan bilgi diyarının kapılan, aydınlara açıktı. Gene aydınlar, geçimlerini sağlamak için her gün saatlerce sanayi mekanizmasına bağlı kalmak zorunda değillerdi. Akşamlara dek çalışan proleterler yorgunluktan bitkin düşerlerken, aydınların beyinleri böyle bir yorgunlukla kösteklenmeden işleyebiliyordu.
Dolayısıyla öteki devletlere kıyasla Rusya'nın durumunun bir benzeri yoktu. Kapitalizm hızla bir modern sanayi proletaryası yaratıyor ve ona devrim dışında hiçbir sosyal ve politik gelişme olanağı tanımıyordu. Gerçekten de kapitalizmin kendisi devrimciydi. Kendisini Çarlığın ve feodalizmin kösteklerinden kurtarmak için yeni bir "1789"a gereksinimi vardı; artık zorba rejimin devrimcileş-tirdiği aydınlar marksizmi özümlemeye ve "1789" ile 1917 Kasımını birbirine bağlamaya başlamışlardı. Rusya sosyal-demokrat işçi hareketi, Marx'm devrimci öğretilerini, onları Batıda boğmaya çalışan revizyonizmin batağından çok yakında kurtaracak ve böylelikle tarihte ilk sosyalist devletin kurulmasına giden yolu açacaktı.
Çok kısa bir zamanda, marksizmin etkisinin bir sonucu olarak aydınlar arasında başhca üç politik akım billur-laştı. Birincisi, Plehanov'u ve Emeğin Kurtuluşu gruplarını destekleyenler ve yeni öğretiyi tamamen kabul edenler. P. Struve'nin Önderlik ettiği ve sonradan "Legal Marksistler" olarak bilinen başka bir grup, sosyalizmden önce kapitalizmin gerçekleşmesi gerektiğini savunuyor ve bu yüzden de, kapitalist sınıfın iktidara gelmesi ve Batı ülkelerinde olduğu gibi politik demokrasiyi kurması gerektiği sonucuna varıyordu. Üçüncü bir grup ise, bir yandan Rusya'da bir devrim olması gerektiği görüşünü savunurken, bir yandan da marksizmi reddediyor ve tüm umutlarım köylülüğe bağlıyordu. Bu köylülüğe dayanma anlayışı, Sosyalist-Devrimci Partinin politikasının odak noktası haline geldi.
İşte Lenin, bu hazırhk çalışmaları sırasında, Marx'in eserleriyle yüz yüze geldi. Ük olarak 1888'de Kapital'! incelemeye başladı. O sırada onsekiz yaşındaydı ve Rusya tarihini en küçük ayrıntılarına dek, Avrupa tarihini ve devrimci öğretiyi de oldukça iyi bilen birinci sınıf bir öğrenciydi. Devrimin gereklerine inanmış olmasına karşın, ağabeyini vakitsiz bir ölüme götürmüş olan terörist politikaya hiçbir zaman bel bağlamadı. 1893'te St. Petersburg'a gitti. Daha o zamandan, tam anlamıyla oluşmuş Jakirlere sahipti. Aradığını Marx ve Engels'in eserlerinde bulmuştu. St. Peterburg'a gelişi devrimci çevrelerde büyük bir canlılık yarattı. Olağanüstü niteliklere sahip bir önder ve yaratıcı düşünür olduğu kısa zamanda anlaşıldı. O andan itibaren marksistler ve işçi sınıfı arasında yeni bir gelişme başladı. Lenin, propagandalarında Plehanov ve arkadaşlarını destekledi ve "Legal Marksistlere karşı mücadeleye katıldı. Ama daha önce işçiler arasında politik ajitasyonu Örgütlemek için eğitim grupları kurduğu bir aşamadan geçti. St. Petersburg'da tşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Birlik'i kurdu, grevlere önderlik etti ve ekonomik ve politik mücadelenin Çarlığa karşı mücadeleyle nasıl birleştirileceğini gösterdi. İşte Rusya tarihinin, sanayi proletaryasının yeni tipte bir önderle sahneye çıkmakta olduğu bu canalıcı anında onsekiz yaşındaki Jozef Stalin, İlahiyat Okuluna sırt çevirdi ve bu yeni devrim ırmağına balıklama daldı. Le-nin'le Stalin birbirlerinden çok uzaktaydılar. Biri kuzeyde St. Petersburg'da, öbürüyse Kafkasya'nın güneyindeydi. İkisi de birbirlerinin varhğından habersizdiler ve birbirlerini tamyıncaya dek daha yıllar geçecekti. Ama daha o zamandan aynı ileri hareketin birer parçası olarak gelişiyorlardı.