Header Ads

Header ADS

Batıyla Doğu Karşılaşıyor

Jack T. Murphy - Stalin

İkinci Bölüm - Batıyla Doğu Karşılaşıyor

Rusya'ya kapitalizmi getiren tutucu insanların, bir gün yaptıklarının sonuçlan karşısında müthiş bir şaşkınlığa kapılacaklarından eminim. ENGELS, 1887 

DEVRİMCİ Jozef Stalîn ve Rusya'nın yeni gelişmekte olan işçi sınıfı, tarihte ortaya çıktıkları zaman bakımından talih­liydiler. Onların ortaya çıkışıyla birleşen koşullara başka hiçbir ülkede rastlanmamıştı. Rusya'da yaygın bir feoda­lizm üzerinde ağır ağır gelişmekte olan kapitalizm, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'dan korkunç bir itici güç aldı. Ayrıca, Rusya'da kapitalizm, Batı ülkelerinde olduğundan daha yüksek bir düzeyden başladı. Ruslar bu­har makinasını icat etmek ve küçük fabrikayla başlayıp bü­yüklerine doğru gelişen bizim fabrika sistemimizin bütün aşamalarından geçmek zorunda kalmadılar. Sermaye biri­kimi çok daha fazlaydı. Daha 1885'te, Moskova yakınların­da Orekovo-Zuyevo'daki Morozov fabrikasında en azından sekiz bin işçi çalışıyordu. 1890 ilâ 1900 yılları arasında Rus sanayisinde çalışan işçilerin sayısı 7.500.000'e yükseldi. Bu oran, Batı Avrupa'nın ya da Amerika'nın herhangi bir ül­kesinde büyük fabrikalarda çalışanların oranından çok da­ha fazlaydı.

O sıralarda yeni sanayi işçileri üzerindeki dizginsiz sömürü sınır tanımayan ölçülere varmıştı. Günde ortalama oniki ile ondört saat arasındaki uzun çalışma saatleri, ayda yedi-sekiz rubleyi geçmeyen ücretler, ayda otuzbeş ruble­den fazla almayan metal ve döküm işçileri, hiçbir fabrika yasasının bulunmaması, sendikacüığm yasaklanması ve sendika kurmak için girişilen her çabanın vahşice bastırıl­ması, büyük fabrikalarda işçilerin yattıkları yerlerin sağlık koşullarına aykırı barakalardan meydana gelmesi, her yer­de kapitalizmin ilk yıllarında rastlanan bütün aşırılıklar, Rusya'da olduğu gibi yansımaktaydı.

Sanayi alanındaki işçi sınıfının bu gelişmesine paralel olarak, tarım alanındaki kapitalist devrim de aynı hızla iler­liyordu. 1861'de çıkarılan sertliğin kaldırılması yasası, köylülerin kurtuluşunu gerçekleştirmemişti. Köylüler, iki milyar ruble tutarında bir "tazminat" ödemek, aynî vergi vermek ve toprak ağalarının topraklarını kendi aletleri ve hayvanlarıyla işlemek zorunda kalmışlardı. Sertlikten sö-zümona kurtuluş aslında özgürlük adına sertlikten yeni tür bir köleliğe geçişten başka bir şey değildi. Birçokları top­raklarından kopmak, imalâthanelerde ve fabrikalarda yeni işler aramak zorunda kalmışlardı. Bu durum aynı zamanda köylüleri büyük ölçüde farkhlaştınmş; onları "kurtuluş"-larının bedelini karşılama yeteneklerine göre, yani tazminat­larım ve nüfus vergilerini ödeme, toprak ağalarına hizmetle­rini yerine getirme ve bu süreç içinde birbirlerini sömürme yeteneklerine göre zengin köylüler (kulaklar ya da kapitalist çiftçiler), orta köylüler ve yoksul köylüler diye üçe bölmüştü. Köylük bölgelerdeki kapitalizmin evrimi böyleydi.

Bu geniş ekonomik ve sınaî değişiklikler, ileri görüşlü bir hükümet ve onları isteyen bir egemen sınıf tarafından başlatılmış değildi. Çarlar mutlak hükümdardılar ve ondo-kuzuncu yüzyıl boyunca Çarlık hükümetleri köle sahipleri­nin çıkarlarını ve dünya görüşlerini dile getiren tepeden tırnağa köhnemiş kuruluşlardı. Rusya çok geniş bir ülkey­di. Baltık'tan Pasifik Okyanusuna, Kuzey Kutbundan İran'ın yarı-tropikal sınır boylarına dek uzanan 8 milyon milkarelik bir alanı kaplıyordu; Rus istibdadının, 60 milyo­nu Rus olmayan 160 milyon insanı yönettiği bir imparator­luktu. Çarların mutlakiyeti son derece tutucuydu. Çarlar, katıksız ve tam bir Asya despotluğu istiyorlardı. Rusya'nın geri kalmışbğmdan gurur duyuyorlar ve müstebit merkezî bürokrasilerini, daima istibdadın manevî bir kalesi olmak­tan başka bir şey olmayan bir kilise sistemiyle güçlendiri­yorlardı. Polis, ordu ve öteki devlet görevlileri kadar ikiyüz bin rahip ve keşiş de hükümet mekanizmasının bir parça-sıydılar, Rusya ne bir Reformasyon geçirmişti, ne de feoda­lizmden geçiş çağlarında, ingiltere de içinde, Batı Avrupa ülkelerinde görülen esnaf loncaları ve imalâtçıların damga­larını vurdukları bir dönem görmüştü. Meydana gelen za­naatkârlık, tarıma ve köylülere dayanıyordu. Tarımın ken­disi de, toprağın işlenmesinin gehştirilmesinden çok, işle­nen alanların genişlemesine dayanarak büyüyordu.

Rusya'daki yaşamın bütün bu özellikleri, Rusya'daki gelişmenin ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine dek olan yavaşlığının, Rus halkının ünlü "tembelliğinin" ve sözümona "kaderciliğinin" nedenlerini gösterir. Aslında Rus­ya'nın geniş topraklarına dağılmış milyonlarca köylü geri, insanlıktan çıkarılmış, kaba, cahil ve batıl inançlara sap­lanmış bir durumdaydı ve üretim araçlarının geliştirilme­siyle ilgilenmeyen bir despotluk tarafından bu durumda tutuluyordu. Aynı ölçüde cahil ve amansız olan merkezî si­lâhlı kuvvetler için, özellikle yerel ve yöresel kalan bütün köylü ayaklanmalarını ve aynı zamanda İmparatorluğun Polonyalılar, Gürcüler ve Ermeniler gibi bağımlı halkları­nın ulusal ayaklanmalarını bastırmak nispeten kolay olu­yordu.

Sözü edilen bu gerçekler, çoğu zaman, Rusya Devri­minin, güdülen cahil milyonların aptallık derecesinde geri­ci bir egemen sınıfa karşı ayaklanması biçiminde yorum­lanmasına yol açmıştır. Hiç kuşkusuz bu etkenler devrim­de rol oynamıştır, ama böyle bir açıklama son derece yü­zeyseldir. Böyle bir açıklama Rusya'nın sosyal ve politik ya­şamındaki en önemli olgulardan birini gözden kaçırır. Öyle sanıyorum ki, bu olgu olmasaydı 1917'deki Ekim Devrimi de olmazdı demek, çok ileri gitmek olmayacaktır. Rus dev­timci aydtnlanmn varlığından sözediyorum. Rus aydınlan devrimciydiler, çünkü ülkedeki rejim onları böyle yapmış­tı. Rusya'nın ondokuzuncu yüzyıldaki gelişmesi bu bakım­dan bütün Batı Avrupa ülkelerinden ayrılır.

Batı Avrupa devletlerinde kapitalizm, sanayi alanın­daki işçi sınıfı kendi bağımsız rolünün bilincine varmadan ve sosyalizm bir bilim haline gelmeden çok önce feodaliz­min yerini almıştı. Ondokuzuncu yüzyılın muzaffer kapita-lizmiyle birlikte gelişen aydınlar, işte bu yüzden toplumda devrimci bir unsur değildiler. Orada-burada devrimci ola­rak nitelendirilebilecek bazı kimseler vardı, Marx ve Engels bunlar arasındaki olağanüstü örneklerdi, ama bu sınıfla­maya sokulabilecek örnekler çok fazla da değildi. Çoğun­luk tutucu, kapitalist kafalı ve olsa olsa liberal kapitalistti.

İngiltere de içinde. Batı Avrupa'daki ve Amerika'daki kapitalizm, aydınlan ezmedi. Sanayi her yerde hızla gelişi­yordu. Gelişen haberleşme yolları insanların birbirinden kopukluğuna son veriyordu. Demiryolları, ucuz ve çabuk posta hizmeti, ucuz telgraf sistemi, yığın ölçüsünde yayın­lanan gazeteler, halk eğitimi, oy hakkının yaygınlaşması, bütün bunlar aydınların liberal bir yaşam sürdürebilmele­rine ve işçi sınıfının ve onun örgütünün gelişmesine yar­dımcı oluyordu.

Ve aydınlar bu ikincisinin gelişmesine ilgi duyduklan zaman da, bu ilgileri devrimci bir ilgi olmadı. İşçi sınıfına, onu devrimcüeştirmeye değil, liberalleştirmeye gittiler. Evet, sosyalizme az çok yakınlık duyuyorlar, arada-sırada kırmızı boyunbağı takıyorlar ve işçi sınıfı hareketinin başı­nı çok, ama çok uzak bir sosyalizmin kırmızımsı aylasıyla süslüyorlardı; ama bu ülkelerin hiçbirinde devrimci bir yol izledikleri yoktu. Sosyal-demokrat işçi hareketinin mark-sizm bayrağı altında ortaya çıktığı ve marksizmin genel il­kelerini Marx ve Engels'in doğrudan etkileriyle benimsedi­ği Almanya'da bile aydınlar "marksizmi revizyondan geçiriyorlardı". "İktidarın devrim yoluyla ele geçirilmesi" yeri­ne, Almanya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi durmadan reformcu bir parlemanter parti olma yolunda ilerliyordu.

Aynı dönemde İngiliz İşçi sınıfı, güçlerini sendikacı­lık bayrağı altında topluyordu. Marx ve Engels uzun yıllar İngiltere'de yaşamış ve çalışmış oldukları halde bu ülkede marksizmi bilen pek fazla insan yoktu. Marx'ın yazıların­dan yalnızca birkaçı Ingilizceye çevrilmişti. Sosyalist ör­gütler yeniden kurulmaya başladığında, devrimci yıllar çoktan geride kalmış ve Çartist Hareket* nerdeyse unutul­unutul­muş bulunuyordu, işçi Partisi henüz kurulmamıştı. Yalnız­ca Sosyal-Demokrat Federasyon, Fabian Derneği ve Bağım­sız işçi Partisi gibi küçük sosyalist örgütler sosyalist düşün­cenin gelişmesini dile getiriyorlardı. Ama bu grupların hiç­biri marksist değildi. Fabianlar, marksizmi açıktan açığa reddediyorlardı. Onların görüşüne göre sosyalizm, kapita­list bürokrasinin sosyalist fikirlerle kaynaşması ve kapitalizmin yavaş yavaş sosyalizme dönüşmesi sonucunda ger­çekleşecekti. Yeterlilik, büyüklerin eğitimi, reform, kapita­listlerin ikna yoluyla değişmeleri, halkın yaşam koşulları­nın genel olarak düzelmesi bu dönüşümü etkileyen neden­ler olacaktı. Bağımsız işçi Partisi, sosyalizmi, insanların de­ğiştirilmesi ve sosyalist milletvekillerinin parlamentoda çoğunluğu elde etmesi yoluyla gerçekleştirmeye çalışan aşağı-yukarı bir Hıristiyan Sosyalist Partisiydi. Sosyal-Demok­rat Federasyon, işçilerin, bir sosyalist parlamento çoğun­luğu yoluyla kurtuluşundan yanaydı. Marx'ın ekonomik öğretilerini yaymaya çalışıyor, ama onun iktidar için dev­rimci mücadele düşüncesine hiç değinmiyordu. Bu fede­rasyon iki partiye bölünüp de Sosyalist İşçi Partisi kuruldu­ğunda bu parti, kendisini sosyalizmin propagandacısı, sa­nayi alanındaki örgütleri de işçilerin iktidarı ele geçirme araçları olarak gördü. Görüldüğü gibi bu dönemde, işçi sı­nıfının bilimsel sosyalizmle kaynaşması diye bir şey yoktu. Daha çok, işçi sınıfının marksistler tarafından ortaya konu­lan tarihsel rolünü inkâr eden fabianizmle kaynaşması var­dı.

Avrupa'nın, kapitalizmin ingiltere ve Almanya'daki kadar ileri olmadığı Latin ülkelerinde de işçi hareketleri ay­nı aydınların Önderliğinde hemen hemen aynı yolu izliyor­lardı. Kapitalizmin hızla gelişmekte olduğu Amerika'da, yalnızca, ingiltere'deki Sosyal-Demokrat Federasyona ben­zeyen küçük bir sosyalist parti ve temel silâhı genel grev olan bir devrim imgeleyen Dünya Sanayi işçilerinin dev­rimci sendikalizmi vardı. Ama bu dönemde Rusya'da, marksizmle pek az içli­dışlı oldukları halde devrimin diline aşina devrimci aydın­lar vardı. Bu aydınların, Rusya'nın pencerelerini Avru­pa'nın ışığına açan Büyük Petro'nun hükümdarlık günleri­ne dek uzanan parlak ve uzun bir geçmişleri vardı. Büyük Petro'nun eseri, onsekizinci yüzyılda bir Alman prensesi ve iyi ün yapmış bir aydın olan H. Katerina tarafından sürdürülmüştü. II. Katerina, Montesquieu'nun bir izleyicisiydi ve harıl hani Fransız Devrimini hazırlamakta olan büyük yazar ve düşünürlerle. Voltaire ve Diderot'yla yazışıyordu. Fransız Devrimi ve Napolyon'un orduları, yükselen kapita­lizmin liberal fikirlerini yayıyorlardı. Napolyon savaşları sonucunda liberal fikirlerle tanışan ve Rusya'ya bir anayasa kazandırma ve köylüleri sertlikten kurtarma düşüncesinin coşkusuna kapılan bir grup Rus muhafız subayı saraya kar­şı bir ayaklanma hazırladılar. Bazıları, Çar I. Nikola'nın öl­dürülmesini planladılar. Bunlar, ayaklanmayı planladıkları aya dayanılarak Dekabristler (Aralıkçılar) diye adlandırıldı­lar, içlerinden beşi asıldılar, geri kalanı da Sibirya'ya sürül­düler. Böylece aydınlar arasından çıkan ilk devrimciler yazgılarıyla, ondokuzuncu yüzyıl çarlarının fikirleri bastırmak için başvurdukları bu biricik yolla yüz yüze geldiler. Ama fikirler, özellikle arkalannda insanlığın kurtuluşunun itici gücünü taşıyan fikirler bir kez yayıldılar mı, artık onları yayanları öldürmekle yok edilemezler.

Ardından büyük Rus yazarları dönemi geldi. Puşkin, Lermontov, Gogol, Toltstoy, Çehov ve Turgenyev aydın ki­şiler arasında Rus kültürüne yol gösterdiler. Sonra Dostoyevski, Hosyakov, Aleksandr Herzen, Belinski ve ünlü anarşist Bakunin geldiler. Puşkin bir düelloda öldürüldü. Lermontov da. Herzen sürgüne gönderildi. Dostoyevski ölüme mahkûm edildi ve başkalarıyla birlikte tam idam mangasının önündeyken bağışlandı, uzun yıllarını hapis­hanede geçirdi. Belinski üniversiteden atıldı. Bakunin hap­se atıldı ve sürgüne gönderildi.

Büyük aydınlar arasında N. S. Çernişevski de vardı. Çernişevski, ondokuzuncu yüzyıl ortalarının bütün Rus sosyalistleri arasında, marksistlere en yakın olanıydı. Libe­ral, sosyalist ve hümanist fikirler bu yazarlardan yayıldı. Narodnik (Halkçı) hareketin gelişmesi, her türlü otoriteyi inkâr eden Nihilistler, anarşistler ve daha sonra Sosyalist-Devrimciler, hep bu yazarların eserlerinden esinlendiler. Görüşleri aşırı olsun, ılımlı olsun, her zaman baskıyla kar­şılaşıyorlardı ve işte, istibdada karşı yöneltilen terör politi­kasını hazırlayan, ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve daha sonra hiç durmadan süregelen bu gerçek olmuştu.

Aydınların bu politikasının temelinde bir sakatlık var­dı. Hiçbir yığın desteğine sahip değildi; ama yığınlar şiddet politikasını onaylamadıkları için değil (bu, çoktandır onla­rın günlük yaşamlarında yer etmişti), aydınların ne yaptık­ları ve niçin yaptıktan üzerine hiçbir şey bilmedikleri için. Bu devrimciler, halkı, kendim kurban eden bireyin parlak eylemiyle harekete geçirmeye ve devrimi, halkla birlikte de­ğil, halk İçin yapmaya çalışıyorlardı. Hiçbir ülkede, kendi kuşaklannın eşitsizlik ve haksızlıklannı görerek bütün bunların değiştirilmesi uğruna varlarım yoklarını feda et­meyi göze alan bu kadar çok sayıda idealist çıkmamıştı.

Bunlann arasında esas olarak iki fikir alanı vardı. Bi­ri, Batının liberalizmine ve ütopyacı sosyalizmine yakındı; öteki, ilkel Mir ya da Köy Komünü örgütüyle Rusya'nın olağanüstü tarım yaşamına dayanan kesinlikle Rus ya da Slavcı bir düşünceyi ifade ediyordu. Birincisi, Batı tipinde bir Kurucu Meclis ve temsilî hükümet; ikincisiyse, komün­lerin, Batı sanayiciliğiyle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir sos­yalist toplumun temeli olmasını istiyordu. Bunlar arasında­ki anarşistler de, gönüllü kooperatif derneklerinden ve köy komünlerinden oluşan ve hiçbir devlet otoritesinin bulun­madığı bir toplum istiyorlardı. Hepsi de istibdat rejimine karşıydılar ve onu halkın baş düşmanı olarak görüyorlardı. Hepsi de fikirleri uğruna savaştılar ve tüm bir yüzyıl boyunca bu tabakadan çok sayıda genç erkek ve kadın Rus­ya'nın ve Sibirya'nın zindanlarına atıldılar, idam mangaları tarafından kurşuna dizildiler.

Bu orta sınıf aydınlan kuşağından (üniversite öğrenci­leri, yazarlar, öğretmenler, müfettişler, gazeteciler) Plehanovlar, Gorkiler, Çiçerinler, Litvinovlar ve daha birçoklan çıktı. Böyle birçok aile vardı. Sözgelimi, uya Nikotayeviç Ulyanov'un ailesi. Bu adam, Simbirsk ilinde bir ilkokul müfettişi, liberal bir memurdu. Karısı Mariya Aleksandrov-na, Kazan ilinde mülkü bulunan bir küçük eşraf ailesinden geliyordu. Altı çocukları vardı: Aleksandr, Vladimir, Dimitri, Anna, Olga ve Mariya. Hepsi de birer devrimci olarak ye­tiştiler. En büyükleri Aleksandır, Çar HI. Aleksandr'ı öldür­meyi planlayan bir grup gencin önderiydi. Bu gençloı 1887'de yakalandılar, yargılandılar ve asıldılar. Bir Narod­nik (kentlerdeki işçi sınıfı ile köylüler arasında hiçbir ayırım yapmayan sosyalistler) grubuna üyeydiler. Ulyanovlar, evde herkesin devrimci olduğu tek aile değildi; bu, o sıralar çok tipik bir durumdu. Ulyanov ailesinin ötekilerden ayrı­lan tek yanı, Vladimir İliç Ulyanov'un sonradan tüm dün­yaca Lenin adıyla tanınmasıydı.

1884'te Plehanov Rusya'ya marksizmi getirdiğinde, bütün aydınlar hemencecik marksizmi benimsemeye hazır değillerdi. Ama düşüncelerini yeni öğretinin ışığında yeni­den değerlendirmeye kafaca hazır çok sayıda aydm vardı. Bu olgu, modern devrimci sınıfın, yani yükselen sanayi proletaryasının gelişmesi açısından son derece önemliydi. Çünkü sosyalist teori, proleter sınıfın ürünü değildir. Ne Marx, ne Engels, ne de Lenin bu sınıftandılar. Sir Thomas More, Godwin, Owen ve daha birçok ülkenin birçok düşü­nürü de öyle. Şaşırtıcı ve çelişmeli gibi görünse de, bir teori olarak sosyalizm, orta sınıflardan doğmuş bir sosyal grup olan aydınlar arasından çıkmıştır. Toplum için sosyalist teorileri geliştirenler onlar olmuşlardır, bilimsel sosyalizm ya da marksizmden sorumlu olan onlardır.

Ve bu gelişme o kadar doğaldı ki! Karmaşıklığı gittik­çe artan sanayi tekniği, zorunlu temel eğitimi bir gereksi­nim haline getirinceye dek cahil kalan proleterlere kapalı olan bilgi diyarının kapılan, aydınlara açıktı. Gene aydın­lar, geçimlerini sağlamak için her gün saatlerce sanayi me­kanizmasına bağlı kalmak zorunda değillerdi. Akşamlara dek çalışan proleterler yorgunluktan bitkin düşerlerken, aydınların beyinleri böyle bir yorgunlukla kösteklenmeden işleyebiliyordu.

Dolayısıyla öteki devletlere kıyasla Rusya'nın duru­munun bir benzeri yoktu. Kapitalizm hızla bir modern sa­nayi proletaryası yaratıyor ve ona devrim dışında hiçbir sosyal ve politik gelişme olanağı tanımıyordu. Gerçekten de kapitalizmin kendisi devrimciydi. Kendisini Çarlığın ve feodalizmin kösteklerinden kurtarmak için yeni bir "1789"a gereksinimi vardı; artık zorba rejimin devrimcileş-tirdiği aydınlar marksizmi özümlemeye ve "1789" ile 1917 Kasımını birbirine bağlamaya başlamışlardı. Rusya sosyal-demokrat işçi hareketi, Marx'm devrimci öğretilerini, onla­rı Batıda boğmaya çalışan revizyonizmin batağından çok yakında kurtaracak ve böylelikle tarihte ilk sosyalist devle­tin kurulmasına giden yolu açacaktı.

Çok kısa bir zamanda, marksizmin etkisinin bir sonu­cu olarak aydınlar arasında başhca üç politik akım billur-laştı. Birincisi, Plehanov'u ve Emeğin Kurtuluşu gruplarını destekleyenler ve yeni öğretiyi tamamen kabul edenler. P. Struve'nin Önderlik ettiği ve sonradan "Legal Marksistler" olarak bilinen başka bir grup, sosyalizmden önce kapitaliz­min gerçekleşmesi gerektiğini savunuyor ve bu yüzden de, kapitalist sınıfın iktidara gelmesi ve Batı ülkelerinde oldu­ğu gibi politik demokrasiyi kurması gerektiği sonucuna varıyordu. Üçüncü bir grup ise, bir yandan Rusya'da bir dev­rim olması gerektiği görüşünü savunurken, bir yandan da marksizmi reddediyor ve tüm umutlarım köylülüğe bağlı­yordu. Bu köylülüğe dayanma anlayışı, Sosyalist-Devrimci Partinin politikasının odak noktası haline geldi.

İşte Lenin, bu hazırhk çalışmaları sırasında, Marx'in eserleriyle yüz yüze geldi. Ük olarak 1888'de Kapital'! ince­lemeye başladı. O sırada onsekiz yaşındaydı ve Rusya tari­hini en küçük ayrıntılarına dek, Avrupa tarihini ve devrim­ci öğretiyi de oldukça iyi bilen birinci sınıf bir öğrenciydi. Devrimin gereklerine inanmış olmasına karşın, ağabeyini vakitsiz bir ölüme götürmüş olan terörist politikaya hiçbir zaman bel bağlamadı. 1893'te St. Petersburg'a gitti. Daha o zamandan, tam anlamıyla oluşmuş Jakirlere sahipti. Aradığı­nı Marx ve Engels'in eserlerinde bulmuştu. St. Peterburg'a gelişi devrimci çevrelerde büyük bir canlılık yarattı. Olağa­nüstü niteliklere sahip bir önder ve yaratıcı düşünür oldu­ğu kısa zamanda anlaşıldı. O andan itibaren marksistler ve işçi sınıfı arasında ye­ni bir gelişme başladı. Lenin, propagandalarında Plehanov ve arkadaşlarını destekledi ve "Legal Marksistlere karşı mücadeleye katıldı. Ama daha önce işçiler arasında politik ajitasyonu Örgütlemek için eğitim grupları kurduğu bir aşa­madan geçti. St. Petersburg'da tşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Birlik'i kurdu, grevlere önderlik etti ve ekonomik ve politik mücadelenin Çarlığa karşı mücadeleyle nasıl birleştirilece­ğini gösterdi. İşte Rusya tarihinin, sanayi proletaryasının yeni tipte bir önderle sahneye çıkmakta olduğu bu canalıcı anında onsekiz yaşındaki Jozef Stalin, İlahiyat Okuluna sırt çevirdi ve bu yeni devrim ırmağına balıklama daldı. Le-nin'le Stalin birbirlerinden çok uzaktaydılar. Biri kuzeyde St. Petersburg'da, öbürüyse Kafkasya'nın güneyindeydi. İkisi de birbirlerinin varhğından habersizdiler ve birbirleri­ni tamyıncaya dek daha yıllar geçecekti. Ama daha o za­mandan aynı ileri hareketin birer parçası olarak gelişiyor­lardı.
Blogger tarafından desteklenmektedir.