Ulusal Müzik
Zhdanov
Şimdi de ulusal müzik ile yabancı müzik arasındaki ilişkiyi ele alalım. Bazı yoldaşlar, çok haklı olarak, çağdaş Batı burjuva müziğine, yozlaşma müziğine karşı bir tutku, hatta belli bir yönelim olduğunu söylediler. Aynı şekilde bunun, Sovyet müziğindeki biçimci eğilimin temel özelliklerinden biri olduğu da belirtildi.
Rus müziği ile Batı Avrupa müziği arasındaki ilişki, Stasov’un “Yeni Rus Sanatına Vurulan Zincirler” adlı makalesinde çok doğru bir biçimde ele alınmıştır. Stasov bu makalede şöyle demekteydi:
“Bilimi ve bilgiyi, müzik de dahil olmak üzere, herhangi bir alanda reddetmek gülünç olur. Ama yalnızca geçmiş yüzyılların Avrupa’sındaki uzun skolastik dönemler dizisinin yükünü sırtlarında taşımayan yeni Rus müzikçileri bilime karşı doğru bir tutum takınabilirler: Ona saygı gösterirler ve getirdiği olanaklardan yararlanırlar, ama bunu yaparken abartmalı bir tutumdan kaçınırlar. Kuru ve bilgiççe aşırılıkları reddederler ve Avrupa’da binlerce insanın o kadar önem verdiği bilimsel cambazlık gösterilerine de karşı çıkarlar. Ve onun kutsal töresel sırları önünde uzun yıllar pasif bir biçimde boyun eğmezler.”
Stasov, Batı Avrupa klasik müziği konusunda işte bunları söylemişti. Çağdaş burjuva müziğine gelince, ondan yararlanmaya çalışmak boştur; çünkü bu müzik çürüme ve yozlaşma durumundadır, dolayısıyla ona karşı hayranlık eğilimi de gülünçtür.
Rus müziği ve daha sonra da Sovyet müziği konusunda yapılan her araştırma, onun, büyük bir güç haline gelmesinin nedeninin kendi ayakları üzerinde durması ve halkımızın iç dünyasının zenginliğini ortaya çıkarmasını mümkün kılan kendine özgü gelişme yollarını bulması olduğunu ortaya koyacaktır.
İster Rus müziği ister Sovyetler Birliği’ndeki diğer halkların müziği olsun, ulusal müziğin gelişerek çiçek açmasının sanatta enternasyonalizmin azaldığını gösterdiğini düşünenler büyük bir yanılgı içindedirler. Enternasyonalist sanat, ulusal sanatın gerilemesi ve sönükleşmesinden kaynaklanmaz. Tam tersine enternasyonalizm, ulusal kültürün serpilip geliştiği yerde boy verir. Bunu unutmak, kişiliğini yitirmek ve vatanı olmayan bir kozmopolit durumuna düşmek demektir.
Yalnızca, yüksek düzeyde gelişmiş kendi müzik kültürüne sahip olan bir halk, diğer ulusların müzik zenginliğini değerlendirebilir. Kendi halkına sevgi ve saygı duymadan ne müzikte ne de herhangi bir başka şey de enternasyonalist olmak mümkün değildir. SSCB’nin bütün deneyi bunu kanıtlar. İşte bu yüzden müzik alanındaki enternasyonalizmimiz ve diğer halkların yaratıcı dehasına duyduğumuz saygı, ulusal müziğin gerilemesi, yabancı biçimlerin körü körüne kopya edilmesi ve müzikteki bütün ulusal özelliklerin yok edilmesi temelinde değil, diğer uluslarla paylaşacağımız ulusal müzik kültürümüzün geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi temelinde yükselmektedir. Sovyet müziği ile yabancı müzik arasındaki ilişkiyi ele alırken bütün bunları akılda tutmalıyız.
Biçimci akımın klasik mirasın ilkelerinden uzaklaştığını belirtirken, konulu müziğin rolünü azalttıklarını da söylemeliyiz. Bu konu burada daha önce ele alındı ama sorunun özü yeterince açıklığa kavuşturulmadı.
Konulu müziğe o kadar ender rastlanmaktadır ki, neredeyse varlığını yitirdiği söylenebilir. İşler bir bestenin içeriğinin ancak açıklandıktan sonra anlaşılmasına kadar varmıştır. Eleştirmenler arasında yepyeni bir meslek, yeni bestelerin içeriğini çalındıktan sonra kişisel sezgiye dayanarak çözmeye çalışan yorumcular ortaya çıkmıştır. Bu içeriğin anlamının, çoğu zaman, bestecinin kendisi için de berrak olmadığı söylenmektedir. Konulu müzikten uzaklaşma, aynı zamanda, ilerici geleneklerden de uzaklaşma anlamına gelmektedir. Rus klasik müziğinin kural olarak konulu müzik olduğunu hepiniz bilirsiniz.
Burada yenilik sorunundan da söz edildi. Yeniliğin, biçimci akımın belli başlı özelliklerinden biri olduğu söylendi. Ne var ki, yenilik başlı başına bir amaç değildir. Yeninin eskiden daha iyi olması gerekir, yoksa bir anlamı kalmaz. Bana öyle geliyor ki, biçimciliğin savunucuları yenilik sözünü esas olarak kötü müziğin propagandasını yapmak amacıyla kullanıyorlar.
Her türlü çarpıtma ve acaipliğe yenilik adı verilmemelidir. Yalnızca büyük laflar etmekle kalmak istemiyorsak, eski olanın nesinden kopmak istediğimizi, yeni olarak da neye ulaşmak istediğimizi iyi bilmeliyiz. Eğer bu yapılmazsa, yeniliğin sözünü etmenin bir tek anlamı olabilir: Müziğin temellerini revizyondan geçirmek ve müziğin, tutuculuk yüzünden değil de herhangi bir yeniliği ifade etmediği için terk edilmemesi gereken yasa ve ölçütlerinden uzaklaşmak.
Ayrıca yenilik her zaman ilerleme anlamına gelmez. Kendilerine, özgün olmadıkça yeni olamayacakları ve tutucu geleneklerin içine kısılıp kalacakları söylendiği için, birçok genç müzikçinin kafası karışmış durumdadır. Yenilik ilerleme ile eş anlamlı olmadığına göre bu türden fikirler yaymak, eğer kasıtlı değilse, hayal içinde yüzmek demektir. Üstelik biçimcilerin “yenilikleri” hiç de yeni değildir; onların bütün “yenilikleri” akla, Avrupa ve Amerika’nın çağdaş yoz müziğini getirmektedir. İşte gerçek “kuyrukçular” bunlardır.
Bir zamanlar bütün ilk ve ortaokullarda “deneysel” yöntemlerin ve “Dalton Planının” ne kadar gözde olduğunu hatırlayacaksınız. Buna göre, öğretmenin rolü asgariye indiriliyor ve her öğrenci dersin konusunu belirleyebiliyordu. Öğretmen sınıfa girer ve “bugün ne yapacağız?” diye sorardı. Öğrenciler, “bize Artika’yı anlat”, “bize Antarktika’yı anlat”, “bize Çapayev’i anlat”, “bize Dinye Prostroy’u anlat” derlerdi.
Bunun adı “deneysel” yöntemdi ama gerçekte bütün eğitim düzenini tersyüz ediyordu; öğrenciler öğretmene hükmediyorlar, ders kitapları önemsenmiyor ve bir not verme sistemi bulunmuyordu. Bunların tümü yenilikti ama sorarım size, bu yenilikler ilerici miydi?
Partinin bu “yenilikleri” kaldırdığını biliyoruz. Neden? Çünkü, bunlar görünüşte son derece “sol” olsalar bile gerçekte tepeden tırnağa gericiydi ve okulun ortadan kalkmasına götürüyordu.
Bir başka örneği ele alalım. Sanat Akademisi kısa bir süre önce açıldı. Resim, sizin kardeş sanatınızdır. Bildiğiniz gibi bir zamanlar resimde güçlü burjuva eğilimler vardı. Bunlar kendilerini çeşitli zamanlarda aşırı “sol” bayraklar ve fütürizm, kübizm, modernizm gibi isimler altında gösteriyorlardı, “kahrolsun yoz akademizm” sloganı altında yenilik peşinde koşuyorlardı ve bu yenilik merakı tek başlı ve kırk ayaklı, bir gözü size diğeri de Kuzey Kutbuna bakan bir kız resmi yapmakla en çılgın doruğuna ulaşıyordu.
Bütün. bunlar nasıl sonuçlandı? Yeni akımın tam bir fiyaskosuyla! Parti, Repin, Bryullov, Vereşçagin, Vasnetsov ve Surikov’un klasik mirasına gereken önemi yeniden verdi. Klasik resim hazinesini koruyup; resmi tasfiye edenleri yıktığımız zaman doğru hareket ettik mi? Belki de bu tür “okulların” varlığının sürmesi resmin tasfiyesi anlamına gelmezdi, ya da Merkez Komitesi klasik resim mirasını korumakla tutucu davranmıştı ve “gelenekçiliğin”, “kuyrukçuluğun” vb. etkisinde kalmıştı! Bunların hepsi saçmadır.
Müzikte de aynı şey geçerlidir. Klasik mirasın müzik kültürünün doruk noktası olduğunu iddia etmiyoruz. Eğer böyle bir şey söyleseydik ilerlemenin klasiklerle son bulduğunu kabul etmiş olurduk. Ne var ki, bugüne kadar klasikler aşılmamıştır. Bu da, Klasiklerde iyi olan ve Sovyet müziğinin daha da ilerlemesi için gerekli olan ne varsa onu almak, ondan öğrenmek ve öğrenmeyi sürdürmek gerektiğini ortaya koyar.
“Kuyrukçuluk” üzerine yapılan bir sürü gevezelik yüzünden gençlerimiz, klasiklerden öğrenmek konusunda korkak davranıyorlar. Bugünlerde geçerli olan slogan, klasikleri aşmaktır. Bu çok iyi bir şey olurdu, kuşkusuz. Ne var ki, klasikleri aşmak için önce onlara erişmek gerekir, oysa siz sanki bu iş olup bitmiş gibi davranıyorsunuz. Ama Sovyet dinleyicilerine sorarsanız, içerik, biçim, ezginin inceliği ve güzelliği açısından klasik müziğe yaklaşan bestelerin çoğalmasının hiçbir zararı yoktur. Eğer bunun adı “kuyrukçuluk” oluyorsa, bence “kuyrukçu” olmak hiç de küçültücü bir şey değildir!