Felsefe Cephesindeki Durum
Zhdanov
Aleksandrov yoldaşın kitabının önde gelen felsefe işçilerimizin çoğunluğu tarafından benimsenmiş, Stalin ödülü için aday gösterilmiş, bir ders kitabı olarak beğenilmiş ve üzerine övücü yazılar yazılmış olması, diğer felsefe işçilerinin de Aleksandrov yoldaşın hatalarını açıkça paylaştıklarını göstermektedir. Bu, teorik cephemizdeki durumun hiç de iyi olmadığını yansıtıyor.
Kitabın herhangi bir önemli tepkiyle karşılaşmamış ve yetersizliklerin açığa çıkarılması için Merkez Komitesinin, özellikle de Stalin yoldaşın müdahalesinin gerekmiş olması, felsefe cephesinde gelişmiş bir Bolşevik eleştiri ve özeleştirinin yokluğuna işaret etmektedir. Canlı tartışmaların, eleştiri ve özeleştirinin olmayışının, felsefe alanındaki bilimsel çalışmamıza zararlı bir etki yapması kaçınılmazdır. Felsefe eserlerinin nicelik bakımından kötü oldukları bilinmektedir. Felsefe konusundaki monografi ve makalelere ise çok ender rastlanmaktadır.
Burada birçok kimse, bir felsefe dergisi çıkarmanın gereğinden söz etti. Böyle bir dergiye ihtiyaç olduğu şüphelidir. Marksizmin Bayrağı Altında dergisinin acı tecrübesini henüz unutmadık. Ben, özgün monografi ve makalelerin yayınlanması için şu anda var olan olanaklardan yeterince yararlanılmadığı kanısındayım.
Burada Svetlov yoldaş, Bolşevik dergisinin okuyucularının, özel nitelikteki teorik eserleri okuyacak bir kitle olmadığını söyledi. Ben, bunun tamamen yanlış olduğunu, okuyucularımızın ve onların taleplerinin yüksek düzeyinin küçük görülmesinden ileri geldiğini düşünüyorum. Bence böyle bir fikir, felsefemizin yalnızca bir grup profesyonel filozofun malı değil, bütün Sovyet aydınlarının malı olduğunu kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Devrim öncesi dönemin ileri Rus dergilerinin, edebiyat ve sanat yazılarının yanı sıra felsefe de dahil bilimsel eserlere de yer verme geleneği hiç de kötü bir şey değildi. Bolşevik dergimiz, herhangi bir felsefe dergisinden çok daha geniş bir okuyucu kitlesine sesleniyor; oysa bana öyle geliyor ki, filozoflarımızın yaratıcı çalışmalarını özel bir felsefe dergisinin sınırları içine hapsetmek, felsefe çalışmamızın temelini daraltma tehlikesini yaratacaktır. Lütfen benim dergi düşmanı olduğumu sanmayın. Ben, dergilerimizin ve Bolşevik’in felsefe araştırmaları açısından yoksulluğunun, bizi, bu zaafı her şeyden önce onları, özellikle de şimdi bile arada sırada bilimsel ve toplumsal değer taşıyan felsefe yazıları yayınlayan dergilerin sayfalarında gidermeye çağırdığını düşünüyorum.
Önde gelen felsefe enstitümüz olan Bilimler Akademisi Felsefe Enstitüsü de kanımca tatmin edici olmayan bir durumdadır. Taşranın felsefe işçilerini kendi çevresinde toplamamakta ve onlarla herhangi bir bağlantısı olmadığı için gerçekte bütün Sovyetler Birliği çapında bir kurum niteliği taşımamaktadır. Taşradaki filozoflar büyük bir güç meydana getirdikleri halde kendi hallerine terk edilmekte ve onlardan yararlanılmamaktadır. Üniversiteden şu ya da bu diplomayı alabilmek için sunulan tezler de dahil olmak üzere, felsefe araştırmaları, konularını geçmişten almakta, “Kopernik’in dalaleti-Geçmişi ve Bugünü” gibi iddiasız ve suya sabuna dokunmayan tarihi konulara yönelmektedir. Bunun sonucu, skolastiğin belli ölçülerde canlanmasıdır.
Bu açıdan bakıldığında, burada patlak veren Hegel tartışması da oldukça garip gözükmektedir. Bu tartışmaya katılanlar, zaten açık duran bir kapıyı zorla açmaya çalıştılar. Hegel sorunu bundan çok önce halledilmiştir. Bu konuyu tekrar gündeme getirmenin gereği yoktur. Burada, daha önceden tahlil edilmiş ve değerlendirilmiş olan malzemenin dışında herhangi bir yeni malzeme sunulmamıştır. Tartışma rahatsız edici bir skolastik nitelik taşımış ve bir zamanlar bazı çevrelerde insanın iki parmakla mı, yoksa üç parmakla mı haç çıkarması gerektiği, Tanrının kendi kaldıramayacağı bir taş yaratıp yaratamayacağı, Tanrının anasının bakire olup olmadığı konusunda yürütülen tartışmalar kadar verimsiz olmuştur. Günümüzün acil sorunları hemen hiç ele alınmamaktadır.
Bütün bunlar bir arada ele alındığında ciddi tehlikeler, sizin sandığınızdan çok daha büyük tehlikeler yaratmaktadır. En büyük tehlike, bazılarınızın daha şimdiden bu zaafları olağan saymaya alışmış olmasıdır.
Felsefe Cephemizi ilerletmek
Felsefe çalışmalarımızın ne militan bir ruhu ne de Bolşevikçe bir hızı vardır. Bu açıdan bakıldığında, Aleksandrov’un ders kitabındaki hatalı tezlerden bazıları bütün felsefe cephemizdeki geriliği yansıtmakta ve dolayısıyla tek başına ve rastlantısal bir olayı değil, bütün bir süreci oluşturmaktadır.
Tartışmamızda sık sık “felsefe cephesi” terimini kullandık. Peki ama bu cephe nereden geçmektedir? Felsefe cephesinden söz ettiğimizde aklımıza derhal, Marksist teoriye tamamen hakim militan filozoflardan oluşan örgütlü bir müfrezenin, bilimimizi sürekli olarak ilerleten, sosyalist toplumuzun emekçi halkını yolumuzun doğru olduğu bilinciyle ve davamızın zaferine bilimsel bir güvenle donatan bir müfrezenin, yurtdışındaki düşman ideolojiye ve burjuva ideolojisinin Sovyet halkının bilincindeki kalıntılarına karşı kararlı bir şekilde hücuma geçmesi geliyor.
Ama felsefe cephemiz, böyle gerçek bir cepheye benziyor mu? Hayır, o daha çok durgun bir dereyi ya da savaş alanının çok gerilerindeki bir konak yerini andırmaktadır. Henüz savaş alanına girişilmemiş, çoğu durumda düşmanla temas kurulmamıştır; keşif yapılmamaktadır; silahlar paslanmakta, erler kendi inisiyatifleriyle çarpışmaktadırlar; komutanlar ise ya geçmiş zaferlerle sarhoş durumdadırlar ya da hücuma geçmeye yetecek güçlerinin olup olmadığını, dışarıdan yardım istemenin gerekip gerekmediğini tartışmakta ya da bilincin günlük hayatın ne kadar gerisinde kalıp da çok geri kalmış gibi gözükmeyeceği konusunda sohbet etmektedirler.
Öte yandan Partimiz, felsefi çalışmamızın bir atılım yapmasına adı olarak ihtiyaç duymaktadır. Her geçen günün sosyalist hayatımıza getirdiği hızlı değişiklikler filozoflarımız tarafından genelleştirilmemekte, Marksist diyalektik açısından aydınlatılmamaktadır. Bu, felsefe biliminin gelişmeye devam etmesinin koşullarını daha da güçleştirmektedir. Dolayısıyla felsefi düşüncenin gelişmesi, büyük ölçüde profesyonel filozoflarımızın dışında meydana gelmektedir. Buna kesinlikle izin yerilemez.
Felsefe cephemizdeki geriliğin herhangi bir şekilde nesnel koşullara bağlı olmadığı açıktır. Nesnel koşullar her zamankinden elverişlidir. Bilimsel tahlil ve genelleme bekleyen malzeme sonsuzdur. Felsefe cephesindeki geriliğin nedenleri öznel alanda aranmalıdır. Bu nedenler, Merkez Komitesinin ideolojik cephenin diğer kesimlerindeki geriliği tahlil eder”ken ortaya koyduğu nedenlerin esas olarak aynısıdır.
Hatırlayacağınız gibi, Merkez Komitesinin ideolojik sorunlara ilişkin kararları edebiyat ve sanattaki biçimci ve siyaset dışı tutumları hedef almakta, yabancı etkilere boyun eğmeye karşı çıkmakta ve edebiyat ve sanatta militan Bolşevik taraflılığını savunmaktadır. İdeolojik cephemizde çalışan çeşitli işçi gruplarının daha şimdiden Merkez Komitesinin kararlarından doğru sonuçlar çıkardıkları ve bu doğrultuda önemli başarılar elde ettikleri bilinmektedir.
Ne var ki, filozoflarımız geride kalmışlardır. Felsefi çalışmadaki ilke, fikir ve içerik yokluğunun, çağdaş temaların ihmalinin, burjuva felsefesi önünde hayranlıkla eğilme tutumlarının varlığının farkına varmadıkları anlaşılmaktadır. Herhalde onlar, ideolojik cephedeki dönüm noktasının kendilerini ilgilendirmediğini düşünüyorlar. Oysa şimdi bu dönüm noktasını aşmanın gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Felsefe cephesinin ideolojik çalışmamızın en ön saflarında yer almamasının sorumluluğunun önemli bir kısmı, maalesef Aleksandrov yoldaşa aittir. Onun, kendi çalışmasındaki zaafları keskin bir eleştiriyle açığa çıkarma yeteneğine sahip olmaması üzücüdür. Aleksandrov’un kendi yeteneklerini abarttığı ve bütün filozoflar topluluğunun kolektif tecrübe ve bilgisine dayanmadığı açıktır. Dahası, çalışmalarında yakın iş arkadaşı ve hayranlarının oluşturduğu dar bir çevreye çok fazla bel bağlamaktadır. Felsefi faaliyet her nasılsa küçük bir filozoflar grubunun tekeline girmiş, özellikle taşradaki çok sayıda filozof ise yönetim çalışmalarına dahil edilmemişlerdir.
Böylece filozoflar arasındaki doğru ilişkilerin zedelendiği ortaya çıkmaktadır.
Felsefe tarihi ders kitabı gibi bir eserin yaratılmasının tek bir kişinin gücünü aştığı ve Aleksandrov yoldaşın daha başından itibaren diyalektik materyalistlerden, tarihsel materyalistlerden, tarihçilerden, doğa bilimcilerinden ve iktisatçılardan oluşan geniş bir yazarlar çevresine başvurmuş olmasının gerektiği açıktır. Aleksandrov yoldaş çok sayıda yetenekli insandan oluşan böyle geniş bir gruba dayanmamakla, kitabının hazırlanmasında yanlış bir yöntem seçmiştir.
Bu hata düzeltilmelidir. Kuşkusuz felsefi bilgi, kolektif olarak bütün Sovyet filozoflarının malıdır. Çok sayıda yazarı işe katma yöntemi, şimdi yakın gelecekte hazır olması beklenen ekonomi-politik ders kitabının hazırlanmasına uygulanmaktadır. Bu çalışmaya yalnızca iktisatçılardan değil, aynı zamanda tarihçi ve filozoflardan oluşan geniş çevreler de dahil edilmiştir. En güvenilir yaratıcı çalışma yöntemi budur.
Bu, aynı zamanda başka bir fikri, genel bilimsel önem taşıyan geniş kapsamlı sorunların çözümü için, şu anda birbirleriyle yetersiz ilişkileri olan, çeşitli ideolojik alanlarda çalışan işçilerin çabalarının birleştirilmesi fikrini içermektedir. Bu, ideolojinin çeşitli dallarındaki işçilerin karşılıklı olarak birbirlerini etkileyen bir faaliyet göstermelerini sağlamakta ve keşmekeş içinde değil örgütlü ve birleşik bir şekilde ilerlememizi, dolayısıyla başarı kazanmak için en elverişli koşullara sahip olmamızı güvence altına almaktadır.
Eleştiri ve Özeleştiri—Eski ile Yeni Arasındaki Mücadelenin Özel Biçimi.
Felsefe cephesindeki önder işçilerden birçoğunun işlediği öznel hataların kökleri nelerdir? Eski kuşak filozoflarının temsilcileri niçin tartışma sırasında genç filozoflardan bazılarını haklı olarak erken bunama ile, militan ve mücadeleci bir tavır almamakla suçlamışlardır? Bu sorunun bir tek cevabı olabileceği açıktır: Marksizm-Leninizmin temelleri konusunda yetersiz bir bilgi ve burjuva ideolojisinin etkisinin kalıntılarının varlığı.
Bu, bu alandaki işçilerimizden birçoğunun, Marksizm-Leninizmin sürekli olarak gelişen, sosyalist inşa tecrübesi ve çağdaş doğa bilimlerinin başarıları temelinde kendini sürekli olarak zenginleştiren canlı, yaratıcı bir teori olduğunu hala kavramamalarında da yansımaktadır. Teorimizin bu yaşayan devrimci yönünün küçük görülmesinin, felsefenin ve felsefenin rolünün aşağılanmasına yol açması kaçınılmazdır.
Bazı filozoflarımızın kendilerini yeni sorunlara—bugünün sorunlarına, pratiğin her geçen gün ortaya çıkardığı ve felsefenin cevaplandırması gereken sorunların çözümüne— adamaktan korkmalarının nedenini de, işte bu militanlıktan ve mücadeleci ruhtan yoksunlukta aramalıyız. Sovyet toplumunun, Sovyet devletinin, çağdaş doğa bilimlerinin, ahlak ve estetiğin teorisini daha cesur bir biçimde geliştirmenin zamanıdır. Bolşevizme yabancı olan bu korkaklığa son vermek zorunludur. Teori alanında yerinde saymaya izin vermek, felsefemizi kurutmak, Onu en değerli özelliğinden; gelişme, gücünden yoksun bırakmak ve ölü, kısır bir dogmaya dönüştürmek demektir.
Bolşevik eleştiri ve özeleştiri sorunu, filozoflarımız için yalnızca pratik değil, aynı zamanda çok derin teorik bir sorundur.
Diyalektiğin bize öğrettiği gibi gelişme sürecinin içsel özü karşıtların mücadelesi, eski ile yeni, ölenle doğan, çürüyen ile gelişen arasındaki mücadele olduğuna göre, bizim Sovyet felsefemiz bu diyalektik yasasının sosyalist toplum koşullarında nasıl işlediğini, işleyişinin özgül niteliklerinin neler olduğunu ortaya koymalıdır. Sınıflı bir toplumda bu yasanın Sovyet toplumumuzdan farklı bir şekilde işlediğini biliyoruz. İşte geniş bir bilimsel araştırma alanı; oysa filozoflarımızdan hiçbiri bu alana el atmamıştır. Oysa Partimiz, sosyalist toplumun çelişmelerinin (bu çelişmeler vardır ve felsefe bu çelişmeleri ele almaktan kaçınamaz,) ortaya çıkarılması ve çözümlenmesinin, Sovyet toplumunda eski ile yeni, ölenle doğan arasındaki. mücadelenin eleştiri ve özeleştiri olarak bilinen o özel biçimini çoktan . keşfetmiş ve sosyalizmin hizmetine koymuştur.
Düşman sınıfların ortadan kaldırılmış olduğu Sovyet toplumumuzda, eski ile yeni arasındaki mücadele ve dolayısıyla daha aşağı düzeylerden daha yukarı düzeylere doğru gelişme, kapitalizmde olduğu gibi düşman sınıflar arasındaki mücadele ve büyük sarsıntılar biçimini değil, gelişmemizin gerçek itici gücü ve Partinin elindeki güçlü bir araç olan eleştiri-özeleştiri biçimini almaktadır. Bunun yeni bir hareket biçimi, yeni tip bir gelişme, yeni bir diyalektik yasa olduğu su götürmez.
Marx, geçmişte filozofların dünyayı açıklamakla yetinmiş olduklarını, bugün ise dünyayı değiştirmek gerektiğini söylemişti. Biz eski dünyayı değiştirmiş ve yeni bir dünya kurmuş bulunuyoruz; ama filozoflarımız maalesef ne bu yeni dünyayı yeterince açıklıyor, nede onun dönüştürülmesine yeterince katılıyorlar, Tartışma sırasında bu geriliğin nedenlerini sözüm ona “teorik” açıdan açıklamaya kalkışanlar oldu. Örneğin filozofların çok uzun bir süre yorumcu olarak çalıştıkları, bu nedenle özgün monografiler hazırlamaya zamanında geçemedikleri ileri sürüldü. Bu açıklama kulağa hoş gelebilir ama ikna edici değildir. Elbette filozoflar yaratıcı çalışmayı önplanda tutmalıdırlar ama bu, yorumculuk, daha doğrusu halka yayma çalışmasından vazgeçilmesi anlamına gelmez. Halkımız buna da aynı derecede ihtiyaç duymaktadır.
Marksizmin Zaferi
Savaşın küllerinden, yeni demokrasiler ve sömürge halklarının ulusal kurtuluş hareketi doğmuş bulunuyor. Halkların hayatında, sosyalizm gündemdedir. Sınırlarımızın ötesindeki dostlarımızın ve kardeşlerimizin yeni bir toplum uğrundaki mücadelelerinin bilimsel sosyalist kavrayışın ışığıyla aydınlatılmasına biz—Marksizmin zafer kazandığı ülke ve filozofları—yardım etmezsek kim edecektir? Biz onları Marksizmin ideolojik silahıyla aydınlatmazsak bu görevi kim yerine getirecektir?
Ülkemizde sosyalist ekonominin ve kültürün muazzam gelişmesi sürmektedir. Kitlelerin sosyalist kavrayışının durmaksızın gelişmesi, ideolojik çalışmamıza daha da büyük sorumluluklar yüklüyor. Bugün meydana gelen şey, kapitalizmin halkın bilincindeki kalıntılarına karşı geniş bir saldırıdır. İdeolojik cephedeki işçilerimizin saflarına, sosyalist inşanın engin tecrübesini genelleştirmede ve sosyalizmin yeni görevlerini çözmede Marksist bilgi teorisini tam olarak uygulayan filozoflarımız önderlik etmezse, kim edecektir?
Bu büyük görevler karşısında, akla şu sorular gelebilir: Filozoflarımız bu yeni yükümlülüklerin üstesinden gelebilecek durumda mıdırlar? Felsefe cephaneliğimizdeki barut yeterli midir? Felsefi gücümüz zayıflamış mıdır? Felsefe kadrolarımız kendi iç güçlerine dayanarak gelişmelerindeki hataları alt edebilecek ve çalışmalarını yeniden inşa edebilecekler midir?
Bu sorunun bir tek cevabı olabilir. Buradaki felsefe tartışması, gerekli güce sahip olduğumuzu, bu güçlerin hiç de küçük olmadıklarını, kendi hatalarını açığa çıkararak onların üstesinden gelebileceklerini göstermiştir. İhtiyaç duyduğumuz şey, yalnızca gücümüze daha fazla güvenmek, güçlerimizi etkin çarpışmalarda, günümüzün can alıcı sorunlarının ortaya atılmasında ve çözümünde daha fazla sınamaktır. Çalışmamızın hiç de militanca olmayan yavaşlığına son vermenin, eski hatalarımızdan arınmanın, Marx, Engels ve Lenin'in çalıştıkları ve bugün Stalin'in çalıştığı gibi çalışmaya başlamanın zamanıdır.
Yoldaşlar, hatırlayacağınız gibi geçmişte Engels, Marksist bir broşürün 2000 ya da 3000 nüsha basılmasını hararetle selamlıyor ve bunu çok önemli, büyük bir siyasi olay olarak niteliyordu. Bizim ölçülerimize göre önemsiz sayılabilecek böyle bir olgudan Engels, Marksist felsefenin işçi sınıfı içinde derin bir şekilde kök salmış olduğu sonucunu çıkartıyordu. Öyleyse Marksist felsefenin halkımızın geniş tabakalarına yayılması hakkında biz ne demeliyiz; Marx ve Engels, ülkemizde felsefe eserlerinin on milyonlarca basılarak halka yayıldığını bilselerdi, ne derlerdi acaba? Bu, Marksizmin gerçek bir zaferidir ve Marx, Engels, Lenin ve Stalin'in büyük öğretilerinin bizim ülkemizde bütün halkın öğretisi haline geldiğinin canlı bir kanıtıdır. Felsefemiz, dünyada eşi bulunmayan bu temel üzerinde canlı bir şekilde gelişebilmelidir. Sizler çağımıza, Lenin ve Stalin çağına, halkımızın muzaffer çağına layık olmalısınız.