Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği - "TUTUCULARI HÜKÜMETTEN TASFİYE ETME" TAKTİKLERİ
Lenin
AZ önce değindiğimiz Tiflis menşevik "Komitesi" organındaki (Sosyal-Demokrat, n° 1) makale, "Zemski Sobor ye Taktiklerimiz" başlığını taşıyor. Yazar henüz programımızı tümüyle unutmamıştır; cumhuriyet sloganını öne sürmekte, ama taktikleri şöyle ele almaktadır:
AZ önce değindiğimiz Tiflis menşevik "Komitesi" organındaki (Sosyal-Demokrat, n° 1) makale, "Zemski Sobor ye Taktiklerimiz" başlığını taşıyor. Yazar henüz programımızı tümüyle unutmamıştır; cumhuriyet sloganını öne sürmekte, ama taktikleri şöyle ele almaktadır:
"Bu amaca [cumhuriyete] ulaşmakta iki yol gösterilebilir: ya hükümet tarafından toplanmakta olan Zemski Sobor'u tümüyle görmezlikten gelmek ve hükümeti silah zoruyla yenmek, devrimci bir hükümet kurmak ve kurucu bir meclis toplamak, ya da Zemski Sobor'u eylemlerimizin merkezi olarak ilan etmek, (sayfa 66) silah zoruyla onun bileşimini ve eylemlerini etkilemek, kendisini kurucu bir meclis olarak ilan etmeye zorlamak, ya da onun aracılığıyla bir kurucu meclis toplamak. Bu iki taktik birbirlerinden çok kesin bir biçimde ayrılır. Bunlardan hangisinin bize daha yararlı olduğunu görelim."
Tahlil etmiş olduğumuz karara daha sonradan dahil edilmiş düşünceleri Rus yeni-iskracılar işte böyle ortaya koyuyorlar. Bunun Tsuşima savaşından[29] önce, Buligin "planı"nın henüz günışığına çıkmadığı bir zamanda yazılmış olduğuna dikkat edin. Liberallerin bile sabırları taşıyor ve legal basının sayfalarında güvensizliklerini dile getiriyorlardı; ama yeni-İskra marka bir sosyal-demokrat, liberallerden daha saf olduğunu ortaya koyuyor .Zemski Sobor'un "toplanmakta olduğu"nu söylüyor ve çara öylesine güveniyor ki, henüz daha varolmayan Zemski Sobor'u (ya da belki, "Devlet Duması"nı, ya da "İstişari Yasama Meclisi'ni?) eylemimizin merkezi haline getirmemizi öneriyor. Konferansta benimsenen kararın yazarlarından daha açık-sözlü ve daha dürüst olan bizim Tiflisli (eşsiz bir saflıkla ileri sürdüğü) bu iki "taktiği" aynı kefeye koymuyor, ama ikincisinin daha "üstün" olduğunu söylüyor. Dinleyiverin:
"Birinci taktik. Bildiğiniz gibi, önümüzdeki devrim bir burjuva devrimidir, yani amacı, mevcut sistemde, yalnızca proletaryanın çıkarına değil, burjuva toplumun tümünün çıkarına olan değişiklikler yapmaktır. Bütün sınıflar hükümete karşıdırlar, kapitalistlerin kendileri bile. Militan proletarya ve militan burjuvazi, bir anlamda birlikte yürüyorlar ve değişik yönlerden otokrasiye birlikte saldırıyorlar. Hükümet, tümüyle tek başına kalmış ve halkın sempatisini yitirmiştir. Bu yüzden onu yıkmak çok kolaydır. Rus proletaryası bir tüm olarak henüz yeterince sınıf bilincine ye devrimi kendi başına götürebilecek örgütlenme düzeyine sahip değildir. Ve bunu yapabilecek güçte olsaydı bile, bir proleter (sosyalist) devrimi yapar, burjuva devrimi yapmazdı. Böylece hükümetin müttefiksiz kalması, muhalefeti bölememesi, burjuvaziyle elele verememesi ve proletaryayı yalnız başına bırakamaması bizim çıkarımızadır."
Demek ki, çarlık hükümetinin, burjuvazi ile proletaryayı bölememesi proletaryanın çıkarınadır! Bu Gürcü organının Osvobojdenye yerine Sosyal-Demokrat adını almış olması bir yanılgı değil midir? Ve onun demokratik devrim konusundaki eşsiz felsefesine dikkat edin! Bu zavallı Tiflislinin "burjuva devrim" kavramının bilgiççe kuyrukçu yorumuyla, onmaz bir kafa karışıklığı içine düşmüş olduğu açık değil midir? Proletaryanın demokratik bir devrimde yalnız kalma olasılığı sorununu tartışıyor, ama bir şeyi unutuyor ... önemsiz bir şeyi... köylülüğü! Proletaryanın olası müttefikleri olarak Zemstvo[30] toprak beylerini tanıyor ve yeğliyor ama, köylülerin farkında bile değil. Ve hem de Kafkasya'da! Peki, uslamlamasıyla yeni-İskra'nın, devrimci köylülüğü müttefikimiz durumuna yükselteceği yerde, monarşist burjuva düzeyine indirdiğini söylediğimizde haklı değil miydik?
"... Tersi durumda proletaryanın yenilgisi ve hükümetin zaferi kaçınılmazdır. Otokrasinin bütün çabası da işte budur. Zemski Sobor'uyla hiç kuşku yok ki, soyluluğun temsilcilerini, Zemstvoları, belediyeleri, üniversiteleri ve benzeri burjuva kurumlarını yanına çekecektir. Ufak tefek ödünlerle onları susturmayı deneyecek ve böylece onlarla uzlaşacaktır. Bu yolda güçlenerek bütün darbelerini tek başına kalmış olan çalışan halka yöneltecektir. Böylesine talihsiz bir sonucu önlemek bizim görevimizdir. Ama bu, birinci yöntemle yapılabilir mi? Tutalım ki, Zemski Sobor'a hiçbir önem vermedik ve kendimizi bir ayaklanmaya hazırlamaya başladık ve günün birinde silahlı ve savaşa hazır olarak sokaklara döküldük. Bu durumda bir değil, iki düşmanla karşı karşıya geleceğiz: hükümet ve Zemski Sobor. Biz hazırlıklarımızı yaparken, bunlar pazarlığa oturacaklar ve birbirleriyle bir anlaşmaya varacaklar, kendileri için elverişli olan bir anayasa çıkaracaklar ve iktidarı aralarında pay etmiş olacaklardır. Bu taktik, doğrudan doğruya hükümetin yararınadır ve biz olanca gücümüzle buna karşı durmak zorundayız. ..."
İşte açıksözlülük diye buna denir! "Bu arada" hükümet, burjuvaziyle pazarlığa oturacağı için, biz, bu durumda, bir ayaklanmayı hazırlama "taktikler"ini kesinlikle reddetmeliyiz. En koyu ekonomizmin eski yazınında bile, devrimci sosyal-demokrasinin bu kerte aşağılanmasının yakınından olsun geçebilecek bir şey bulunabilir mi? İşçi ve köylülerin orada burada ayaklanma, ve patlamalara yol açtıkları bir gerçektir. Zemski Sobor ise, bir Buligin vaadidir. Ve Tiflis kentinin Sosyal-Demokrat'ı bir ayaklanmayı hazırlama taktiğinin reddedilmesi gerektiğine ve bir "etki merkezi"nin -Zemski Sobor'un- beklenmesi gerektiğine karar veriyor...
"... İkinci taktik, tersine, Zemski Sobor'u kendi gözetiminiz altına almaktan, ona, kendi iradesine göre hareket etme ve hükümetle bir anlaşmaya girme olanağını vermemekten ibarettir.[17*]
"Zemski Sobor'u otokrasiye karşı savaştığı ölçüde destekleriz ve otokrasiyle uzlaştığı yerde ona karşı savaşırız. Enerjik müdahaleyle ve kuvvet yoluyla milletvekilleri arasında bir bölünme yaratacağız,[18*] radikalleri kendi yanımıza alacak, tutucuları hükümetten tasfiye edecek ve böylece tüm Zemski Sobor'u devrim yoluna yönelteceğiz. Bu taktikler sayesinde hükümet her zaman yalnız başına bırakılacak, muhalefet güçlü olacak ve demokratik sistemin kurulması böylece kolaylaştırılacaktır."
Aman ne güzel! Şimdi gelin de bize yeni-iskracıların, ekonomizmin en kaba bir türüne kaydıklarını söylemekle işi abarttığımızı söyleyin. Bu, tıpkı ünlü pire tozu öyküsüne benzer: önce pireyi yakalayacaksın, sonra da gözlerine toz ekerek pireyi öldüreceksin. Kuvvet yoluyla Zemski Sobor milletvekilleri arasında bir bölünme yaratacaksın, "tutucuları hükümetten tasfiye edeceksin" -ve böylece tüm Zemski Sobor devrim yolunu tutacak... "Jakoben" türünden hiçbir silahlı ayaklanma olmayacak, ama işte böyle kibar bir biçimde, hemen hemen parlamenter yoldan Zemski Sobor üyelerini "etkileyeceksin".
Zavallı Rusya! Hep Avrupa'nın bir kenara attığı modası geçmiş başlıkları giydiği söylenmiştir. Henüz bir parlamentomuz yok, Buligin bile bir parlamento vaadinde bulunmuş değil, ama parlamenter budalalıklarımız tümen tümen.[31]
"... Bu müdahale nasıl gerçekleştirilecekti? Her şeyden önce, Zemski Sobor'un gizli, genel, ve tek dereceli bir seçime dayanılarak toplanmasını isteyeceğiz. Aynı zamanda, bu seçim yönteminin ilanıyla birlikte[19*] seçim kampanyasının tam bir özgürlük içersinde (sayfa 70) yürütülmesi, yani toplanma, konuşma, basın, seçmenlerin ve adayların haklarının çiğnenmemesi, bütün siyasal mahkumların serbest bırakılmaları yasalaştırılmalıdır.[20*] Seçimler, halkı bu konuda bilgi sahibi kılmak ve seçime hazırlamak için bize yeterli zamanı verecek ölçüde olabildiğince ileri bir tarihe atılmalıdır. Ve Sobor'un toplanmasına ilişkin kuralların hazırlanması İçişleri Bakanı Buligin başkanlığında bir komisyona bırakıldığına göre, bu komisyon ve üyeleri üzerinde de baskı yapmalıyız.[21*] Eğer Buligin Komisyonu istemlerimizi yerine getirmeyi reddederse[22*] ve oy hakkını yalnızca mülk sahiplerine tanırsa, o zaman seçimlere müdahale etmeli ve devrimci araçlarla seçmenlerin ilerici adaylara oy vermelerini sağlamalı ve Zemski Sobor'da bir kurucu meclis isteminde bulunmalıyız. Son olarak, bütün olanaklarımızla -gösteriler, grevler, ve eğer gerekiyorsa ayaklanmalarla- Zemski Sobor'u bir kurucu meclis toplamaya, ya da kendisinin bir kurucu meclis olduğunu ilan etmeye zorlamalıyız. Silahlı proletarya, kurucu meclisin savunucusu olmalı ve her ikisi birlikte[23*] demokratik bir cumhuriyete doğru yürümelidirler .
"Sosyal-demokrat taktikler işte bunlardır ve yalnızca bunlar bizi zafere götürür."
Okur, bu akıl-dışı herzelerin, yetkisi ve etkisi olmayan herhangi bir toy yeni-İskra yazarından geldiğini sanmasın. Hayır, bu, tüm yeni-İskra yandaşları komitesinin, Tiflis Komitesinin organında söyleniyor. Dahası var. Bu zırva, n° l00'de "İskra" tarafından açıkça onaylanmıştır, burada Sosyal-Demokrat'ın sözkonusu (sayfa 71) sayısıyla ilgili olarak şunları okuyoruz:
"Birinci sayı, canlı ve usta bir biçimde hazırlanmıştır. Yetenekli bir editör ve yazarın deneyimli elleri hissediliyor. ... Gazetenin, yüklendiği görevleri parlak bir biçimde yerine getireceği tam bir güvenle söylenebilir."
Evet! Eğer bu görev herkese yeni-İskra eğiliminin kesin ideolojik çöküşünü açıkça göstermek ise, o zaman bu görev gerçekten de "parlak bir biçimde" yerine getirilmiştir. Hiç kimse yeni-İskra'nın liberal burjuva oportünizmi düzeyine düşmesini, bu denli "canlı, usta ve yetenekli" bir biçimde ifade edemezdi. (sayfa 72)
SEKİZ
OSVOBOJDENYE VE YENİ-İSKRA EĞİLİMLERİ
ŞİMDİ de yeni-İskra eğiliminin siyasal anlamının bir başka çarpıcı belgelenmesine geçelim.
"Yönümüzü Nasıl Belirleyeceğiz" (Osvobojdenye, n° 71) başlığını taşıyan parlak, dikkate değer ve en öğretici türden bir makalede Bay Struve, aşırı uçtaki partilerimizin "program devrimciliğine" karşı savaş açıyor. Bay Stıruve özellikle kişi olarak benden hoşnut değildir.[24*] Benim açımdan ise, Bay Struve, beni ancak bu (sayfa 73) kadar hoşnut edebilirdi: yeni-İskra grubunun hortlayan ekonomizmine ve sosyalist-devrimcilerin getirdikleri ilkesizliğe karşı savaşımda bundan daha iyi bir müttefik bulamazdım. Sosyalist-devrimcilerin program taslağında marksizme getirilen "değişiklikler"in ne denli gerici olduklarını Bay Struve ile Osvobojdenye'nin pratikte nasıl tanıtladıklarına bir başka zaman değineceğiz. Bay Struve'rıin yeni-İskra eğilimini ilke olarak onayladığı her seferinde, bana yapmış olduğu dürüst, sadık ve gerçek hizmetlerden daha önce de yineleyerek[25*] sözetmiştik, ve şimdi bundan bir kez daha sözedeceğiz.
Bay Struve'nin makalesi, burada ancak şöyle bir değinebileceğimiz pek ilginç bir takım sözler içermektedir. Bay Struve "Rus demokrasisini sınıf savaşımına değil de, sınıf işbirliğine dayanarak yaratmak" niyetindedir, ki bu durumda, "toplumsal olarak ayrıcalıklı aydınlar" (Bay Struve'nin gerçek bir yüksek sosyete... uşağı inceliğiyle önünde eğildiği "kültürlü soylular"a benzer bir şey) "toplumsal konumunun ağırlığını" (para keselerinin ağırlığını) bu "sınıfsal olmayan" partiden yana koyacaklardır. Bay Struve, "burjuvazinin korktuğu ve proletaryaya ve özgürlük davasına ihanet ettiği yolundaki harcıalem radikal görüşün" değersizliğini gençliğe göstermek istediğini söylemektedir. (Bu isteği yürekten karşılıyoruz. Hiçbir şey, bu marksist "harcıalem görüş"ün doğruluğunu Bay Struve'nin ona karşı açtığı savaştan daha iyi belgeleyemez.. Aman Bay Struve, bu parlak planınızdan sakın vazgeçmeyiniz.)
Konumuzun amacı bakımından, havadan bu kadar çabuk nem kapan Rus burjuvazisinin bu duyarlı siyasal temsilcilerinin şimdi savaşmakta oldukları pratik sloganları kaydetmek önem taşımaktadır. Birincisi, cumhuriyetçilik sloganına karşı savaşmaktadır. Bay Struve, bu sloganın "halk yığınları için anlaşılmaz ve yabancı" olduğundan kesinlikle emindir (şunu eklemeyi unutmuştur: burjuvazi için anlaşılır, ama işine gelmez!). Bay Struve'nin bizim çalışma gruplarımızdaki ve yığınsal toplantılarımızdaki işçilerden ne yanıt alacağını görmek isterdik. Ama belki de işçiler halk değildir? Ama ya köylüler? Bunlar bazan Bay Struve'nin "safça cumhuriyetçilik" ("çarın defterini dürmek") (sayfa 75) dediği şeye kapılıyorlar - ama liberal burjuvazi safça cumhuriyetçiliğin yerini bilinçli bir cumhuriyetçiliğin değil, bilinçli bir monarşizmin alması gerektiğine inanıyor! Ça dépend Bay Struve; bu, koşullara bağlıdır. Hem çarlık, hem de burjuvazi, köylülüğün koşullarında büyük toprak mülkiyetinin zararına olacak köklü bir iyileştirmeye karşı çıkmadan edemezler, oysa işçi sınıfı bu açıdan köylülüğü desteklemeden edemez.
İkincisi, Bay Struve "bir iç savaşta, saldırgan her zaman haksızdır" diye iddia ediyor. Bu düşünce yukarda sözü edilen yeni-İskra eğilimlerine pek yaklaşmaktadır. Kuşkusuz, bir İç savaşta saldırının her zaman avantajlı olduğunu söyleyecek değiliz; hayır, kimi zaman savunma taktikleri geçici bir süre için zorunludur. Ama 1905 Rusyasına Bay Struve'ninkine benzer bir önermeyi uygulamak demek, "harcıalem radikal görüşler"in ("burjuvazi korkuyor ve özgürlük davasına ihanet ediyor") biraz olsun doğruluk taşıdıklarını göstermek demektir. Her kim bugün otokrasiye ve gericiliğe saldırmayı reddediyor, her kim böyle bir saldırı için hazırlanmıyor ve her kim bunu savunmuyorsa, kendisini bir devrim yandaşı olarak adlandırmaya hakkı yoktur.
Bay Struve şu sloganları suçluyor: "gizlilik" ve "kargaşalık" (kargaşalık, "bir minyatür ayaklanmadır"). Bay Struve bunların her ikisini de küçümsüyor - ve bunu "yığınlarla yakınlaşma" açısından yapıyor. Bay Struve'ye örneğin Ne Yapmalı?'da -kendisi açısından aşırı bir devrimcinin bu yapıtında- kargaşalığı savunan herhangi bir bölüm gösterip gösteremeyeceğini sormak isterdik. "Gizlilik"e gelince, örneğin bizimle Bay Struve arasında gerçekten de büyük bir ayrılık var mıdır? Her ikimiz de Rusya'ya "gizlice" sokulan "illegal" gazetelerde çalışmıyor muyuz ve (sayfa 76) Osvobojdenye Birliği ya da RSDİP'nin "gizli" gruplarına hizmet etmiyor muyuz? İşçilerin kitle toplantıları çoğu kez "gizlice" yapılıyor - bu günahı işliyoruz. Ama ya Osvobojdenye Birliğinin bayları tarafından yapılan toplantılar? Kibirlenmeye ve horgörülen partizanların horgörülen gizliliğine tepeden bakmaya neden var mı Bay Struve?
Doğrudur, işçilere silah sağlanması tam bir gizlilik gerektirir. Bu konuda Bay Struve fazlasıyla açıksözlüdür. Şuna kulak verin: "Ayaklanma, ya da teknik anlamda bir devrim açısından yalnızca demokratik bir programdan yana kitle propagandası, genel bir silahlı başkaldırma için toplumsal-psikolojik koşulları yaratabilir. Böylece, bugünkü kurtuluş savaşımının başarısının kaçınılmaz gereğinin bir ayaklanma olduğu görüş açısından bile -ki bu görüşü paylaşmıyorum- yığınların demokratik reform düşünceleriyle donatılması en temel ve en zorunlu görevdir."
Bay Struve, soruna yan çiziyor. Devrimin zaferi için ayaklanmanın zorunlu olduğundan sözedeceği yerde, onun kaçınılmazlığından sözediyor. Bir ayaklanma -hazırlıksız, kendiliğinden ve dağınık- zaten başlamış bulunuyor. Hiç kimse bunun genel ve tam bir halk ayaklanmasına dönüşeceği güvencesini veremez, çünkü bu, devrimci güçlerin durumuna (ki bu, ancak, bizzat savaşım süreci içersinde tam olarak hesaplanabilir), hükümetin ve burjuvazinin tutumlarına, ve önceden kesinlikle tahmin edilemeyecek bazı öteki koşullara bağlıdır. Bazı somut olaylar açısından, mutlak kesinlik anlamında, Bay Struve'nin sorunu indirgediği kaçınılmazlıktan sözetmek anlamsızdır. Eğer bir devrim savaşçısı iseniz, sözünü etmeniz gereken şey, devrimin başarısı için ayaklanmanın zorunlu olup olmadığı, ayaklanma düşüncesini canla-başla yaymanın, onu (sayfa 77) savunmanın ve bunun için ivedi ve etkin hazırlıklara girmenin gerekli olup olmadığıdır. Bay Struve şu farklılığı anlamamazlık edemez: örneğin kendisi genel oy hakkının -ki bir demokrat için, bu, tartışma götürmez bir haktır- mevcut devrim içersinde elde edilmesinin -ki siyasal eylem içersinde bulunanlar için tartışma götürür ve önemsiz bir şeydir- kaçınılmazlığını tartışma konusu yapmayarak bu hakkın gerekliliği sorununu bulandırmıyor. Bir ayaklanmanın gerekliliği konusuna yan çizerek Bay Struve, liberal burjuvazinin siyasal tutumunun derinliklerde yatan özünü açığa vuruyor. Birincisi, burjuvazi otokrasiyi ezmek yerine onunla pazarlığa oturmayı yeğler; ikincisi, burjuvazi, her durumda silahlı savaşımı işçilerin omuzlarına yükler. Bay Struve'nin yan çizmesinin gerçek anlamı budur. Kendisinin, bir ayaklanmanın gerekliliği sorunundan cayıp bu ayaklanmanın "toplumsal-psikolojik koşulları" ve ön "propaganda" sorunlarına yönelmesinin nedeni budur. Tıpkı 1848 Frankfurt Parlamentosunda burjuva gevezelerin, sorun, hükümetin silahlı kuvvetlerinin geri püskürtülmesiyken, hareket, silahlı bir savaşım "zorunluluğuna yolaçmış"ken, (hazırlık döneminde gerekliliği yüz kat daha fazla olan) sözlü ikna tek başına, yavan burjuva eylemsizliği ve korkaklığı haline gelmişken, kararlar, bildiriler, tasarılar kaleme almakla, "kitle propagandası" yapmakla ve "toplumsal-psikolojik koşulları" hazırlamakla meşgul olmaları gibi, Bay Struve de ayaklanma sorununa yan çiziyor ve lafların ardına sığınıyor. Bay Struve bize birçok sosyal-demokratın gözlerini kapadığı şeyi, yani devrimci bir dönem ile tarihteki sıradan, günlük, hazırlayıcı dönemlerin, kitlelerin duygularını, heyecanlarını ve inançlarını eylem içersinde ifade etmek zorunda olmaları ve ifade etmeleri yönünden birbirlerinden farklı olduğunu (sayfa 78) açık bir biçimde gösteriyor.
Kaba devrimcilik, sözcüklerin de eylem olduklarını göremez: bu önerme, genel olarak tarihe, ya da açık siyasal kitle eyleminin görülmediği tarihsel dönemlere uygulandığında, tartışma götürmez. Ne türden olursa olsun, hiçbir komplo böyle bir eylemin yerini alamaz, ya da yapay olarak böyle bir eylem yaratamaz. Kuyrukçu devrimciler, devrimci bir dönem başladığında, eski "üstyapı" tepeden tırnağa çatırdadığında, kendileri için yeni bir üstyapı yaratmakta olan sınıfların ve yığınların açık siyasal eylemi bir olgu haline geldiğinde, ve iç savaş başladığında - "eyleme" geçmenin gerekliliği konusunda açık-seçik sloganlar atmaksızın bir kimsenin eski tarzda "sözcükler"le yetinmesinin ve genel olarak "psikolojik koşullar" ve "propaganda" gereğini ileri sürerek eylemden kaçınmaya kalkışmasının kayıtsızlık, cansızlık, şarlatanlık ya da devrime ihanet ve ona güvensizlik demek olduğunu anlayamıyorlar. Demokratik burjuvazinin Frankfurt gevezeleri, bu tür ihanetin ya da bu türden aptalca şarlatanlığın unutulmaz tarihsel örneklerini veriyorlar.
Kaba devrimcilik ile devrimcilerin kuyrukçuluğu arasındaki bu farkı açıklamak için Rusya'daki sosyal-demokrat hareketin tarihinden bir örnek ister misiniz'? Size böyle bir açıklamada bulunacağız. Bize çok yakın olan, ama bugün bizim için çok eski bir tarih gibi görünen 1901 ve 1902 yıllarını anımsayalım. Gösteriler başlamıştı. Kaba devrimciler, "saldırı taktikleri" (Raboçeye Dyelo)[33] konusunda yaygara koparıyorlar (eğer belleğim beni yanıltmıyorsa Berlin kaynaklı) "kana susamış" bildiriler yayınlanıyor ve "yazınsal gösterişçiliğe" ve ajitasyonun ülke çapında bir gazete aracılığıyla (Nadejdin)[34] masa başından yürütülmesi düşüncesine saldırılar yöneltiliyordu. Tersine, devrimcilerin (sayfa 79) kuyrukçuluğu, bu sırada "ekonomik savaşımın, siyasal ajitasyonun en iyi yolu" olduğu öğretisinde ifadesini buluyordu. Devrimci sosyal-demokratların tutumu neydi ? Bunlar her iki eğilime de saldırıyorlardı. Ortalığı velveleye veren yöntemleri ve saldırı taktikleri konusundaki çığlıkları suçluyorlardı, çünkü açık kitle hareketinin yarının işi olduğu herkes için açıktı, ya da açık olması gerekirdi. Bunlar kuyrukçuluğu suçluyorlardı ve bir halk ayaklanması sloganını bile açıkça ilan ediyorlardı, ama doğrudan ayaklanmaya çağrı anlamında değil (Bay Struve, o dönemde ağzımızda "başkaldırma"ya herhangi bir çağrı bulamaz), zorunlu bir mantıksal sonuç anlamında, "propaganda" anlamında (ki bu, Bay Struve'nin aklına şimdi geliyor - bizim değerli Bay Struve'miz hep içinde yaşadığı zamanın birkaç yıl gerisinde kalır) , şaşkın ve pazarlıkçı burjuvazinin temsilcilerinin şimdi "üzülerek ve yersiz olarak" sarıldıkları o "toplumsal-psikolojik koşullar"ın hazırlanması anlamında. O sıralar, propaganda ve ajitasyon, ajitasyon ve propaganda gerçekten de nesnel durumun öne çıkardığı şeylerdi. O sıralar, haftalık olarak yayınlanması ideal gibi görülen, tüm Rusya'yı kucaklayan siyasal bir gazete, ayaklanmaya hazırlanma işinin denek taşı olarak önerilebilirdi (ve Ne Yapmalı?''da da bu önerildi). O sıralar, doğrudan silahlı eylem yerine kitle ajitasyonunu savunan sloganlar, ortalığı velveleye vermek yerine ayaklanmanın toplumsal-psikolojik koşullarını hazırlamak, devrimci sosyal-demokratların tek doğru sloganlarıydı. Şu anda bu sloganlar olaylar tarafından aşılmış bulunuyor; hareket bunları geride bırakmıştır; bunlar Osvobojdenye ikiyüzlülüğünü ve yeni-İskra kuyrukçuluğunu gizlemekten başka bir işe yaramayan pılıpırtılar haline geldiler!
Ama belki de ben yanılıyorum? Belki de devrim (sayfa 80) henüz başlamamıştır? Belki de sınıfların girişecekleri açık siyasal eylemin zamanı henüz gelmemiştir? Belki de henüz bir iç savaş yoktur ve silahların eleştirisi, henüz eleştiri silahının gerekli ve zorunlu ardılı, varisi, yediemini, ve gerçekleştiricisi olmamalıdır?
Kapalı odanızdan çıkın, çevrenize bakın ve yanıtlarınızı sokaklarda arayın. Her yerde barışçıl ve silahsız yurttaş yığınlarını kurşunlayarak iç savaşı başlatan bizzat hükümet olmamış mıdır? Silahlı kara-yüzler, otokrasinin "kanıtı" olarak ortaya çıkmamışlar mıdır? Burjuvazi -burjuvazi bile- bir sivil milis örgütünün gereğini kabul etmemiş midir? Bay Struve'nin kendisi, ılımlılıkta ve nezakette kusursuz olan Bay Struve (ne yazık ki, salt soruna yan çizmek için!) "devrimci eylemin açık niteliği" (ki bugün durumumuz böyledir!) "şimdi halk kitleleri üzerinde eğitsel bir etki yaratmak için en önemli koşullardan biridir" demiyor mu?
Gözleri gören herkes, devrim partizanlarının şimdi ayaklanma sorununu nasıl koymaları gerektiği konusunda hiçbir kuşku taşıyamaz. Yığınları hiçbir biçimde etkileme gücüne sahip bulunmayan özgür basın organlarında bu sorunun üç sunuluş biçimini inceleyin.
Birinci sunuş: Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Üçüncü Kongresinin kararı.[26*] Bu karar, genel (sayfa 81) demokratik devrimci hareketin bir ayaklanmayı daha şimdiden zorunlu kıldığını açıkça kabul ve ilan etmiştir. Proletaryanın bir ayaklanma için örgütlenmesi, partinin temel, başta gelen ve kaçınılmaz görevlerinden biri olarak gündemde yer almıştır. Proletaryayı silahlandıracak ve ayaklanmaya doğrudan önderlik etme olanağını güvence altına alacak en etkin önlemler alınması için yönergeler yayınlanmıştır.
İkinci sunuş: "Rus anayasacılarının önderi" (Bay Struve, Frankfurter Zeitung gibi Avrupa burjuvazisinin çok etkin bir organı tarafından son zamanlarda böyle tanıtılıyordu) ya da ilerici Rus burjuvazisinin önderi tarafından kaleme alınmış ve ilkeleri açıklayan Osvobojdenye'deki bir makale. Kendisi bir ayaklanmanın kaçınılmazlığı görüşünü paylaşmamaktadır. Gizli eylem ve başkaldırma, akla-aykırı devrimciliğin kendine özgü yöntemleridir. Cumhuriyetçilik bir sersemletme yöntemidir. Ayaklanma, gerçekten salt teknik bir sorundur, oysa, "temel ve en gerekli görev" kitle propagandası yapmak ve toplumsal-psikolojik koşullan hazırlamaktır. (sayfa 82)
Üçüncü sunuş: Yeni-İskra konferansının kararı. Görevimiz bir ayaklanma hazırlamaktır. Planlı bir ayaklanma sözkonusu değildir. Ayaklanma için elverişli koşullar hükümetin dağıtılmasıyla, ajitasyonumuzla ve örgütümüzle yaratılır. Ancak o zaman "teknik savaş hazırlıkları azçok bir önem kazanabilir".
Hepsi bu mu? Evet, hepsi bu. Ayaklanmanın zorunlu olup olmadığı, proletaryanın yeni-iskracı önderlerinin henüz bilmedikleri bir şeydir. Proletaryanın şu andaki savaşım için örgütlendirilmesi görevinin ivedi olup olmadığı henüz bunlar için açıklığa kavuşmamıştır. En etkin önlemlerin alınması konusunda direnmek gerekli değildir; bu önlemlerin "azçok ciddi" bir önem "kazanabileceği" koşulların neler olduklarını genel çizgileriyle açıklamak (1905'te, 1902'de değil) çok daha önemlidir...
Yeni-İskra yoldaşları, martinovculuğa yönelmenizin sizi nerelere götürdüğünü görüyor musunuz? Siyasal felsefenizin, Osvobojdenye felsefesinin bir yeni baskısı olduğunun - (iradeniz dışında ve farkında olmaksızın) monarşist burjuvazinin kuyruğuna takıldığınızın farkında mısınız? Bayatlamış gerçekleri yinelerken ve safsatacılığını yetkinleştirirken -Pyotr Struve'nin unutulmaz makalesindeki unutulmaz sözleriyle- "devrimci eylemin açık niteliği şimdi halk kitleleri üzerinde eğitsel bir etki yaratmak için en önemli koşullardan biridir" şeklindeki olguyu gözden kaçırdığınız artık sizce açık değil mi?
DOKUZ
DEVRİM SIRASINDA AŞIRI MUHALEFET PARTİSİ
OLMAK NE DEMEKTİR?
GEÇİCİ bir hükümetle ilgili karara dönelim. Yeni-iskraçı taktiklerin, devrimi ileri doğru itmediklerini -aldıkları kararlarla güvence altına almak istedikleri bu olasılığı- geriye doğru çektiğini gösterdik. Sosyal-demokrasinin tutarsız burjuvaziye karşı savaşımında ellerini-kollarını bağlayan ve onun burjuva demokrasisi içersinde erimesini önlemeyen taktiklerin yalnızca bu taktikler olduğunu gösterdik. Kararın yanlış öncülleri, doğal olarak, şu yanlış vargıya yolaçmaktadır: "Bu yüzden, sosyal-demokrasi, geçici hükümette iktidarı ele geçirme, ya da ona ortak olma amacını gütmemeli, aşırı devrimci muhalefet partisi olarak kalmalıdır." Bir (sayfa 84) amaç açıklaması içeren bu vargının ilk yarısını ele alalım. Yeni-iskracılar devrimin çarlık üzerindeki kesin zaferinin sosyal-demokratik eylemin amacı olduğunu söylüyorlar mı? Evet, öyle kesin bir zaferin koşullarını doğru bir biçimde formüle edemiyorlar ve Osvobojdenye formülasyonunun içine düşüyorlar, ama gene de bunu kendilerine amaç ediniyorlar. Ayrıca, geçici bir hükümetle ayaklanma arasında bir ilişki kuruyorlar mı? Evet, bunu doğrudan doğruya geçici bir hükümetin "başarılı bir halk ayaklanmasından çıkacağını" söyleyerek yapıyorlar. En sonu, ayaklanmaya önderlik etmeyi amaç ediniyorlar mı? Evet, öyle. Bay Struve gibi ayaklanmanın ivedi bir zorunluluk olduğunu kabul etmekten kaçınıyorlar, ama aynı zamanda da, Bay Struve'den farklı olarak, "sosyal-demokrasinin onu (ayaklanmayı) kendi etkisi ye önderliği altına almaya ve onu işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda kullanmaya çabaladığını" söylüyorlar.
Ne de güzel uyuşuyorlar, değil mi? Biz hem proleter ve hem de proleter olmayan yığınların ayaklanmasını etkimiz ve önderliğimiz altına almayı ye onu kendi çıkarlarımız için kullanmayı amaç ediniriz. Böylece, ayaklanmada hem proletaryaya ve hem de devrimci burjuvaziye ve küçük-burjuvaziye ("proleter olmayan gruplara") önderlik etmeyi, yani ayaklanmanın önderliğinin sosyal-demokrasiyle devrimci burjuvazi arasında "paylaşılmasını" amaç ediniriz. Biz devrimci bir hükümetin kurulmasına yol açacak olan ("ki bu başarılı bir halk ayaklanmasından çıkacaktır") ayaklanmanın zaferini sağlamayı amaç ediniriz. Bundan ötürü... bundan ötürü, geçici bir devrim hükümetinde iktidarı ele geçirmeyi, iktidarı paylaşmayı amaç edinmemeliyiz!!
Dostlarımız, tezleri arasında bir uyum sağlayamıyorlar. Ayaklanma konusuna yan çizen Bay Struve'nin (sayfa 85) görüşüyle, bizi bu ivedi görevi üstlenmeye çağıran devrimci sosyal-demokratların görüşü arasında yalpalıyorlar. İlke olarak geçici bir devrim hükümetine her tür katılmayı, proletaryaya ihanet saydığı için reddeden anarşizm ile, ayaklanmada sosyal-demokrasinin yönlendirici etkisi olması koşuluyla böyle bir katılmayı isteyen marksizm arasında yalpalıyorlar.[27*] Ne türden olursa olsun, bağımsız bir tutuma sahip değiller: ne çarlıkla pazarlığa oturmak isteyen ve bu yüzden de ayaklanma sorununda kaçamaklara ve yan çizmelere başvurmak zorunda kalan Bay Struve'nin tutumuna, ne de her türden "tepeden inme" eylemi ve burjuva devrimine her türden katılmayı reddeden anarşistlerin tutumuna. Yeni-İskra grubu çarlıkla pazarlığı, çarlık üzerindeki zaferle birbirine karıştırıyorlar. Burjuva devrimde yer almak istiyorlar. Martinov'un İki Diktatörlük'ünün biraz ötesine geçmişlerdir. Bir halk ayaklanmasına önderlik etmeye bile razıdırlar - zaferin kazanılmasından hemen sonra (ya da, belki de, hemen zaferden önce?) önderliği terketmek için, yani zaferin meyvelerinden yararlanmamak, bütün bu meyveleri tümüyle burjuvaziye bırakmak için. İşte, "ayaklanmayı işçi sınıfının çıkarına kullanma..." dedikleri budur.
Bu saçmalığın üzerinde daha çok durmanın bir gereği yok. Bu saçmalığın şu formülasyondan nasıl kaynaklandığını incelemek daha yararlı olacaktır: "aşırı muhalefet partisi olarak kalmak".
"Bu uluslararası devrimci sosyal-demokrasinin bilinen önermelerinden biridir. Tamamen doğru bir önermedir bu. Bu önerme parlamenter ülkelerde revizyonizme ve oportünizme karşı olan herkes için beylik bir söz haline gelmiştir. Bu, "parlamenter budalalığa", (sayfa 86) millerandcılığa, bernştayncılığa[35] ve Turati marka İtalyan reformculuğuna, genel olarak kabullenilmiş, haklı ve zorunlu bir yanıt haline gelmiştir. Bizim dini bütün yeni-iskracılarımız bu kusursuz önermeyi ezbere öğrenmişlerdir ve büyük bir çabayla bunu ... çok yersiz bir biçimde uygulamaktadırlar. Parlamenter savaşım kategorilerini, parlamentonun bulunmadığı koşullar içinde yazılan kararlarına sokmuşlardır. Hiç kimsenin ciddi olarak bir ayaklanmadan sözetmediği siyasal bir durumun yansıması ve ifadesi olan "muhalefet" kavramı, ayaklanmanın başlamış olduğu ve devrimin bütün destekleyicilerinin ayaklanmaya önderlik etmeyi düşünüp konuştuğu bir duruma anlamsızca uygulanmıştır. Eski yöntemlerle "kalmak", yani yalnızca "alttan gelme" eylem isteği, başarılı bir ayaklanma durumunda devrimin, bizi, tepeden inme eylem zorunluluğu ile karşı karşıya bıraktığı zamanda, tam da böyle bir zamanda gürültü ve şamatayla dile getiriliyor.
Hayır, bizim yeni-İskra grubu kesinlikle bahtsızdır? Doğru bir sosyal-demokrat önerme formüle ettiklerinde bile, bunu nasıl doğru bir biçimde uygulayacaklarını bilmiyorlar. Devrimin başladığı ve iç savaşın ve ayaklanmanın patlak verdiği, ama bir parlamentonun bulunmadığı bir sırada, parlamenter savaşım terim ve kavramlarının bir dönüşüme uğradığını ve karşıtlarına dönüştüğünü anlayamamışlardır. Bunlar, incelenmekte olan koşullar altında, değişiklik tasarılarının sokak gösterileriyle getirildiğini, gensoruların silahlı yurttaşların saldırı eylemleriyle açıldığını ve hükümete muhalefetin, bu hükümetin kuvvet yoluyla alaşağı edilmesi ile gerçekleşeceğini kavramıyorlar.
Tıpkı bizim halk destanımızın ünlü kahramanının, doğru öğütleri yeri değilken yinelemesi gibi, bizim Martinov hayranları da, kendilerinin de kabul ettiği (sayfa 87) gerçek düşmanlıkların başlamış bulunduğu bir sırada, barışçıl parlamentarizmin derslerini yineliyorlar. "Devrimin kesin zaferi"ne ve "halk ayaklanması"na değinerek başlayan bir kararda "aşırı muhalefet" sloganının gösterişli bir biçimde ileri sürülmesinden daha gülünç bir şey olamaz! Bir ayaklanma döneminde "aşırı muhalefet" olmanın ne demeye geldiğini bir düşünün baylar. Bu, hükümetin maskesini düşürmek mi demektir, yoksa onu devirmek mi? Bu, hükümete karşı oy kullanmak mı demektir, yoksa açık bir savaşta onun silahlı kuvvetlerini yenmek mi demektir? Bu, hükümet kasasını doldurmayı reddetmek mi demektir, yoksa bu kasanın ayaklanmanın gereksinmeleri için işçileri ve köylüleri silahlandırmak ve bir kurucu meclis toplamak için devrimci bir yoldan ele geçirilmesi mi demektir? "Aşırı muhalefet" teriminin yalnızca boş eylemleri - maskesini düşürme, karşı oy kullanma, reddetme ifade ettiğini anlamaya başlamadınız mı baylar? Bu, niçin böyledir? Çünkü bu terim, ancak parlamenter savaşım için, ve dahası, kimsenin "kesin zafer"i savaşımın ivedi amacı haline getirmediği bir dönem için geçerlidir. Siyasal bakımdan ezilen halkın zafer için kıyasıya savaşımında, bütün cephede kararlı bir saldırıyı yürüttüğü andan itibaren her şeyin kökten değiştiğini anlamaya başlamadığınız mı?
İşçiler bize şunu soruyorlar: İvedi ayaklanma işine etkin bir biçimde girişilmeli mi? Başlangıç halindeki ayaklanmanın başarılı olması için ne yapmalı? Zaferden nasıl yararlanmalı? Zafer sonrasında hangi program uygulanabilir ve uygulanmalıdır? Marksizmi daha da derinleştiren yeni-iskracılar şöyle yanıt veriyorlar: aşırı devrimci muhalefet partisi olarak kalmalıyız... Öyleyse bu şövalyeleri darkafalılığın eski ustaları olarak adlandırırken haklı değil miydik? (sayfa 88)
ON
"DEVRİMCİ KOMÜNLER" VE PROLETARYANIN
VE KÖYLÜLÜĞÜN DEVRİMCİ-DEMOKRATİK
DİKTATÖRLÜĞÜ
YENİ-İSKRA grubunun konferansı, yeni-İskra'nın kendisini içine soktuğu anarşist tutuma ("hem alttan ve hem de tepeden" eylem değil, yalnızca "alttan" eylem) bağlı kalmadı. Bir ayaklanma olasılığını kabul etmek, ama zafer o!asılığını ve geçici bir devrim hükümetine katılma o!asılığını kabul etmemek saçmalığı pek çarpıcıydı. Bu yüzden karar, sorunun Martinov-Martov çözümüne bazı kayıtlar ve sınırlamalar getirdi. Kararın aşağıya aldığımız kesiminde belirtilen bu kayıtları inceleyelim:
"Bu taktik" ("aşırı devrimci muhalefet partisi olarak kalmak") "kuşkusuz hiçbir biçimde yalnız (sayfa 89) ayaklanmanın yayılmasına yardımcı olmak ve hükümeti parçalamak amacıyla iktidarın kısmen ve arızî olarak ele geçirilmesi ve şu ya da bu kentte, şu ya da bu bölgede devrimci komünlerin kurulması yöntemini dıştalamaz."
Eğer durum buysa, bu, yalnızca alttan değil, aynı zamanda tepeden eylemi de ilke olarak kabul etmek demektir. Bu, L. Martov'un İskra'daki (n° 93) ünlü feuilleton'unda[28*] ortaya atılan önermenin bir kenara atıldığı ve Vperyod taktiklerinin, yani yalnızca "alttan" değil, aynı zamanda "tepeden" taktiklerin doğru olarak kabul edildiği anlamına gelmektedir.
Üstelik, iktidarın (kısmen, arızi, vb, olsa da) ele geçirilmesi, besbelli ki yalnızca sosyal-demokratların ve yalnızca proletaryanın katılmasını öngörmez. Bu, demokratik devrimden çıkarı olanın ve bu devrimde yer alanın tek başına proletarya olmadığı olgusundan çıkan bir sonuçtur. Bu, incelenmekte olan kararın başlangıcında da gösterildiği gibi, ayaklanmanın "proleter olmayan" (bu sözcükler konferans kararında ayaklanma konusuyla ilgili olarak kullanılmıştır), yani burjuvazinin de yer aldığı bir "halk" ayaklanması olmasından çıkan bir sonuçtur. Böylece, sosyalistlerin küçük- burjuvaziyle birlikte geçici bir devrim hükümetinde yer almasının işçi sınıfına ihanet demek olduğu ilkesi konferans tarafından bir yana itilmiştir, ki Vperyod'un da gerçekleştirmek istediği budur.[36] Onu oluşturan eylem, kısmi, arızi, yerel, vb. oldu diye "ihanet", ihanet olmaktan çıkmaz. Böylece geçici bir devrim hükümetine katılmanın kaba jorecilik olduğu düşüncesi konferans tarafından bir yana itilmiştir, ki Vperyod'un da gerçekleştirmek istediği budur. İktidarı birçok kenti (sayfa 90) değil de bir tek kenti, birçok bölgeyi değil de bir tek bölgeyi kapsıyor diye, ya da taşıdığı addan ötürü, hükümet, hükümet olmaktan çıkmaz. Demek ki, bu sorunun yeni-İskra tarafından ortaya konan teorik sunuluşu, konferans tarafından bir kenara itilmiştir.
Konferansın şimdi artık ilke olarak kabul edilen, devrimci hükümetin kurulması ve bu hükümete katılma konusunda getirdiği kısıtlamaların akla-yatkın olup olmadıklarını görelim. Biz "arızi" ve "geçici" olma arasında bir ayrım görmüyoruz. Korkarız ki, "yeni" ve yabancı olan birinci sözcük, salt kafa bulanıklığını gizleyen bir perdedir. "Çok daha derin" gibi görünüyor, ama gerçekte daha bulanık ve daha karışıktır. Bir kentte ya da bir bölgede "iktidarın" kısmen "ele geçirilmesi" "yöntemi" ile tüm devleti kapsayan geçici bir devrim hükümetine katılma arasındaki fark nedir? "Kentler" 9 Ocak olaylarının yer aldığı St. Petersburg gibi bir kenti de içermez mi? Bölgeler, bir devletten çok daha büyük olan Kafkasya'yı içermez mi? Bölgeyi bir yana bırakalım, bir tek kentte bile "iktidarı ele geçirdiğimiz" anda hapishaneler, polis, maliye, vb. konularında ne yapacağımıza ilişkin (bir zamanlar yeni-İskra'yı tedirgin etmiş olan) sorunlarla karşı karşıya gelmeyecek miyiz? Kuşkusuz, eğer yeterince güçlü değilsek, eğer ayaklanma tümüyle başarılı olmazsa, ya da eğer zafer kesin değilse, geçici devrim hükümetlerinin ayrı aynı yörelerde, ayrı ayrı kentlerde ve benzeri yerlerde kurulmasının mümkün olabileceğini kimse yadsıyamaz. Ama bütün bunların incelemekte olduğumuz konuyla ne ilgisi var ki beyler? Kararın başında, "devrimin kesin zaferi"nden, "başarılı bir halk ayaklanması"ndan sözeden bizzat sizler değil misiniz?? Ne zamandan beri sosyal-demokratlar, anarşistlerin işini devraldılar: proletaryanın dikkatini ve amaçlarını bölmek, (sayfa 91) ve dikkatini, genel, tek, bütün ve tam olandan "kısmi" olana yöneltmek? Bir kentte "iktidarın ele geçirilmesi"ni öngörürken, gene siz kendiniz "ayaklanmayı" -bir başka kente, demek cüretini gösterebilir miyiz?- bütün kentlere "yaymaktan" sözediyorsunuz, bunu sizden bekleyebilir miyiz? Sizin vargılarınız baylar, öncülleriniz kadar tutarsız ve iğreti, onlar kadar çelişkili ve karışıktır. RSDİP'nin Üçüncü Kongresi, genel olarak geçici bir devrim hükümeti sorununa eksiksiz ve açık bir yanıt getirmiştir. Bu yanıt, bütün yerel geçici hükümet durumlarını da kapsamaktadır. Ancak, sorunun bir bölümünü yapay ve keyfi bir biçimde tecrit ederek konferansın yanıtı, bir tüm olarak, soruna yan çizmekte (ve bunu da başarısızca yapmakta) ve kafa karışıklığı yaratmaktadır.
"Devrimci komünler" ile ne demek istenmektedir? Bu kavram "geçici bir devrim hükümeti"nden farklı mıdır, ve eğer farklıysa ne yönden? Bunu konferansçı beylerin kendileri de bilmiyorlar. Devrimci düşünce konusundaki kafa karışıklığı, sık sık görüldüğü gibi, onları devrimci lafebeliğine götürüyor. Gerçekten de, "devrimci komün" sözcüklerinin sosyal-demokrasinin temsilcilerinin almış olduğu bir kararda kullanılması, devrimci lafebeliğidir, başka bir şey değil. Marx, işi bitmiş geçmişin "çekici" terimlerini taşıyan bu türden lafebeliklerinin geleceğin görevlerini gizlemek amacıyla kullanılmasını sık sık suçlamıştır .Böyle durumlarda, daha önce tarihte görevini yapmış olan bir terimin çekiciliği, yanıltıcı ve zararlı bir yaldız olmaktadır. Geçici bir devrim hükümetinin kurulmasını niye istediğimiz ve daha şimdiden başlamış bulunan halk ayaklanmasının zaferinin hemen ardından, hükümet üzerinde kesin bir etkiye sahip olduğumuzda ne türden değişiklikler getireceğimiz konusunda işçilere ve tüm (sayfa 92) halka açık ve duru bir fikir vermek zorundayız. Bunlar, siyasal önderlerin karşı karşıya oldukları sorunlardır.
RSDİP'nin Üçüncü Kongresi, bu sorunlara kesin bir açıklıkla yanıt vermiş ve bu değişikliklerin neler olacağı konusunda eksiksiz bir program çizmiştir - partimizin asgari programı. Ama "komün" sözcüğü, bunlara hiçbir yanıt getirmiyor;. bu, tın tın öten bir tümceciğin, ya da boş laf kalabalığının ötelerden gelen yankısıyla halkın kafasını karıştırmaktan başka bir şey değildir. Örneğin 1871 Paris Komününün anısını ne denli yüceltirsek, onun yanlışlarını ve içinde yer aldığı özel koşullan tahlil etmeksizin ona gelişigüzel değinmek de o denli hoşgörülemez. Böyle yapmak -Engels'in alay ettiği- Komünün her hareketi önünde eğilen (1874'te, Manifesto'larında) blankicilerin saçma örneğini yinelemek olur.[37] Bu "devrimci komün" konusunda, kararda değinilmiş bulunan komün konusunda, soru soran işçiye konferansçının yanıtı ne olacaktır? Söyleyebileceği tek şey, bunun tarihte bu adla bilinen belli bir işçi hükümeti olduğu, o sırada demokratik bir devrimle sosyalist bir devrimin öğelerini birbirinden ayırma yeteneğinde olmayan ve ayıramamış bir hükümet olduğu, bir cumhuriyet uğruna savaşma görevini sosyalizm uğruna savaşma görevi ile birbirine karıştırmış, Versay'a karşı etkin bir askeri saldırı düzenleyememiş, Fransa Bankasına elkoymamakla bir hata işlemiş vb. bir hükümet olduğudur. Kısacası, ister Paris Komününe, ister bir başka komüne değiniyor olun, yanıtınız şu olacaktır: bizimkinin öyle olmaması gereken bir hükümetti. Hoş bir yanıt gerçekten de! Bir karar, partinin pratik programı konusunda hiçbir şey söylemediği ve yersiz bir biçimde tarihten dersler vermeye başladığında, bu, bir devrimcinin ukalaca ahlak dersi vermeye kalkışmış olmasını ve yetersizliğini tanıtlamaz (sayfa 93) mı? Bu, başarısız bir biçimde bize yöneltilen suçlamanın, yani hiçbir "komün"ün birbirlerinden ayırdedemediği demokratik devrim ile sosyalist devrimi birbirine karıştırdığımız yolundaki suçlamanın yanlışlığını ortaya koymuyor mu?
Ayaklanmanın yaygınlaştırılması ve hükümetin parçalanması, (çok yersiz olarak "komün" diye adlandırılan) geçici bir hükümetin "biricik" amacı olarak sunulmaktadır. Sözcük anlamıyla alındığında "biricik" sözcüğü, bütün öteki amaçları dıştalar; bu, "yalnızca alttan gelme" saçma teorisinin bir yansımasıdır. Öteki amaçların böylesine dıştalanması, dargörüşlülüğün ve kafasızlığın bir başka örneğidir. "Devrimci komün", yani devrimci hükümet, tek bir kentte olsa bile, kaçınılmaz olarak (geçici, "kısmi, arızi" olsa bile) devletin bütün işlerini yönetmek zorunda kalacaktır, ve kişinin kafasını kanadının altına sokarak bunu görmeyi reddetmesi akılsızlığın en büyüğüdür. Bu hükümet sekiz saatlik işgününü yasalaştırmak, fabrikalarda işçi müfettişlikleri kurmak, özgür genel eğitimi sağlamak, yargıçların seçimle atanmalarını sağlamak, köylü komiteleri kurmak vb. zorundadır; tek sözcükle, kuşkusuz, bir takım reformlar yapmak zorundadır. Bu reformları "ayaklanmanın yayılmasına yardım" olarak nitelendirmek, sözcük oyunları yapmak ve mutlak bir açıklık gerektiren bir konuda, bilerek büyük karışıklıklara yolaçmak demektir.
Yeni-İskra konferansı kararının sonuç bölümü, partimizde yeniden canlanmış bulunan bellibaşlı ekonomist eğilimlerin eleştirisine yeni bir şey getirmiyor, ama yukarda söylenenleri biraz farklı bir açıdan betimliyor. (sayfa 94)
Kararın bu sonuç bölümü şöyledir:
"Yalnızca bir durumda sosyal-demokrasi kendi inisiyatifine dayanarak, gücünü, iktidarın ele geçirilmesine ve olabildiğince uzun süre elde tutmasına yalnızca bir durumda -yani, devrimin, sosyalizmin gerçekleşmesi için koşulların daha şimdiden belli [?] bir olgunluk düzeyine ulaşmış olduğu Batı Avrupa'nın gelişmiş ülkelerine yayılması durumunda- yöneltmelidir .Bu durumda Rus devriminin sınırlı tarihsel kapsamı önemli ölçüde genişletilebilir ve sosyalist reformlar yoluna girme olasılığı o zaman ortaya çıkar.
"Taktiklerini tüm devrimci dönem boyunca, Sosyal-Demokrat Partinin devrimin gelişimi içersinde birbirlerini izleyecek olan büyük hükümetler karşısında, aşırı devrimci muhalefet durumunu koruyacağı beklentisine dayandırarak, sosyal-demokrasi, eğer kendi eline geçecek olursa [??] hükümet gücünü kullanmakta kendisini en iyi bir biçimde hazırlayabilecektir."
Buradaki temel düşünce, birçok kez Vperyod tarafından formüle edilmiş olan ve sosyal-demokrasinin demokratik bir devrimdeki kesin zaferinden, yani proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünden (Martinov gibi) korkulmaması gerektiğidir, çünkü böyle bir zafer, Avrupa'yı harekete geçirmemizi sağlayabilecektir; burjuva boyunduruğunu attıktan sonra Avrupa'nın sosyalist proletaryası da, buna karşılık, sosyalist devrimi başarıya ulaştırmamıza yardımcı olacaktır. Ama bakın yeni-İskra bu düşünceyi nasıl da güçsüzleştiriyor. Ayrıntılar üzerinde durmayacağız; iktidarın ele geçirilmesini zararlı taktikler sayan sınıf bilinçli bir partinin eline iktidarın "geçebilmesi" saçma varsayımı üzerinde durmayacağız; Avrupa'da sosyalizm koşullarının belli bir olgunluk düzeyine değil de, genel olarak olgunluk düzeyine ulaşmış olduğu (sayfa 95) olgusu üzerinde durmayacağız; parti programımızın sosyalist reform diye bir şey tanımayıp yalnızca sosyalist devrimi tanıdığı olgusu üzerinde durmayacağız. Vperyod'un düşüncesiyle kararda sunulan düşünce arasındaki bellibaşlı ve temel farklılığı ele alalım. Vperyod, Rus devrimci proletaryasının önüne aktif bir görev koyuyor: demokrasi savaşını kazanmak ve bu zaferden, devrimi Avrupa'ya taşımak için yararlanmak. Karar, bizim "kesin zafer" (yeni-İskra'nın anladığı anlamda değil) ile Avrupa'daki devrim arasındaki bu ilintiyi kavrayamıyor ve bu yüzden de proletaryanın görevlerinden, ya da onun zaferinin getireceği şeylerden değil, genel olarak olanakların birinden sözediyor: "devrimin yayılması durumunda ..." Vperyod, açık-seçik ve kesin bir biçimde, "hükümet gücü"nün toplumsal gelişmenin belli bir evresinde, ivedi olarak neyin gerçekleştirilebileceğini ve sosyalizm uğruna savaşımın demokratik önkoşulları olarak önce neyin gerçekleştirilmesi gerektiğini akılda tutarak, proletaryanın çıkarına nasıl "kullanılabileceğini" ve kullanılması gerektiğini göstermiştir - ve bu, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Üçüncü Kongre kararında yer almıştır. Burada da karar, "kullanmakta kendisini hazırlayabilecektir" deyip, öte yandan bunu nasıl yapabileceğini, kendisini nasıl hazırlayacağını ve ne amaçla kullanacağını belirtmediği için onmaz bir biçimde olayların gerisinde kalmaktadır. Örneğin yeni-iskracıların parti içersindeki yönetici durumlarından "yararlanmaya kendilerini hazırlayabileceklerinden" kuşkumuz yoktur, ama sözkonusu olan, bu yararlanmada, hazırlanmada geçirdikleri deneyimlerin bunun gerçekleşmesi yolunda bugüne dek fazla umut verici olmamış olmasıdır. ...
Vperyod gerçek "iktidarı elde tutma olasılığı"nın nerede yattığını oldukça açık bir biçimde belirtmiştir. (sayfa 96) yani proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünde; karşı-devrimin bütün kuvvetleri karşısında ağır basabilecek olan, bunların ortak yığın gücünde; bunların çıkarlarının demokratik reformlar içersindeki kaçınılmaz çakışmasında yatmaktadır. Burada da konferans kararı bize olumlu hiçbir şey vermiyor; soruna yan çizmekle kalıyor. Elbette Rusya'da iktidarın elde tutulması olanağı, Rusya'nın kendi toplumsal güçlerinin bileşimi ile, ülkemizde şimdi yer almakta olan demokratik devrimin koşullarıyla belirlenmek durumundadır. Avrupa'daki bir proletarya zaferi (devrimin Avrupa'ya taşınması ile proletaryanın zaferi arasında hâlâ oldukça büyük bir farklılık vardır), Rus burjuvazisinin amansız bir karşı-devrim savaşımına girişmesine yolaçacaktır ama yeni-iskracıların kararı, önemi RSDİP'nin Üçüncü Kongre kararında değerlendirilmiş olan karşı-devrimci güç konusunda tek sözcük söylemiyor. Eğer cumhuriyet ve demokrasi uğruna savaşımımızda proletaryaya olduğu kadar, köylülüğe de dayanamamış olsaydık, "iktidarı elde tutma" umudumuz olmazdı. Ama bu umudu taşıyorsak, devrimin çarlık üzerindeki kesin zaferi bize böyle bir olasılığı sağlıyorsa, o zaman bunu belirtmeli, bunun gerçeğe dönüşmesi için çağrıda bulunmalı, ve yalnızca devrimin Avrupa'ya taşınması olasılığı için değil, aynı zamanda devrimin orada olması amacıyla pratik sloganlar atmalıyız. Kuyrukçu sosyal-demokratlar tarafından "Rus devriminin sınırlı tarihsel kapsamı"na değinilmiş olması, salt bu demokratik devrimin amaçlarını ve bu devrimde proletaryanın önder rolünü anlamaktaki yetersizliklerini örtmeye yarar!
"Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik. diktatörlüğü" sloganına karşı ileri sürülen itirazlardan biri, bu diktatörlüğün "bir tek irade"yi (sayfa 97) (İskra, n° 95) öngörüyor olması ve proletaryanın ve küçük-burjuvazinin bir tek iradesi diye bir şeyin olamayacağıdır. Bu itiraz "bir tek irade" teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm sorunlarında ve sosyalizm için savaşımda birliğin bulunmayışı, demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için savaşımda iradenin tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın gereksinmelerini ye istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin bir tek iradesinden sözedilemez. Aralarındaki sınıf savaşımı kaçınılmazdır, ama bir demokratik cumhuriyet içersindedir ki, bu savaşını, halkın sosyalizm uğruna giriştiği en derin ve en yaygın bir savaşım haline gelecektir. Dünyadaki her şey gibi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi, ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu geçmişe karşı savaşımda, karşı-devrimle savaşta proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır.
Geleceği ise özel mülkiyete karşı savaşımdır, ücretli işçilerin işverene karşı savaşımıdır, sosyalizm için savaşımdır. Burada iradenin birliği olanaksızdır.[29*] (sayfa 98) Burada önümüzdeki yol, otokrasiden cumhuriyete değil de, küçük-burjuva demokratik cumhuriyetten sosyalizme doğru uzanır.
Elbette, bugünkü tarihsel koşullarda, geçmişin unsurları, geleceğin unsurları ile içiçe girmişlerdir; iki yol kesişmektedir. Ücretli emeğin özel mülkiyete karşı savaşımı, otokrasi koşullarında da vardır; serflikte bile vardır. Ama bu, hiç de bizi gelişmenin bellibaşlı aşamaları arasındaki mantıksal ve tarihsel ayrımı yapmaktan alıkoyamaz. Hepimiz burjuva devrim ile sosyalist devrimi karşı karşıya koruz; hepimiz ikisi arasında kesenkes bir ayrımın mutlak zorunluluğu konusunda direniriz; ama tarihin akışı içersinde, bu iki devrimin tek tek özgün unsurlarının içiçe geçmiş oldukları yadsınabilir mi? Avrupa'da demokratik devrimler dönemi birtakım sosyalist hareketler ve sosyalizmi kurma yolundaki girişimlerle karşılaşmadı mı? Ve Avrupa'daki geleceğin sosyalist devrimi, demokrasi alanında geride bırakılmış olan bir sürü tamamlanmamış şeyi tamamlamak zorunda kalmayacak mıdır?
Bir sosyal-demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük-burjuvaziye karşı sınıf savaşımı açmak zorunda olduğunu bir an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb.. Bununla birlikte, bundan, kalımsız ve geçici olsa bile, bugünkü durumda, hayati olan görevleri unutmak, yokumsamak ya da görmezlikten gelmemiz (sayfa 99) gerektiği yolunda çıkarsamalar yapmak, saçmalık ve gericilik olur. Otokrasiye karşı savaşım, sosyalistler için geçici ve kalımlı olmayan bir görevdir, ama herhangi bir şekilde bu görevi görmezlikten gelmek ya da savsaklamak, sosyalizme ihanete ve gericiliğe hizmet etmeye varır. Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü, kuşkusuz, yalnızca kalımlı olmayan, geçici bir sosyalist amaçtır, ama bu amacı demokratik devrim dönemi içersinde savsaklamak düpedüz gericiliktir.
Somut siyasal amaçlar, somut koşullar içersinde belirlenmelidir. Her şey görelidir, her şey akıp gider ve her şey değişir. Alman sosyal-demokrasisi, cumhuriyet istemini programına koymuyor. Almanya'da durum öyledir ki, bu sorun pratikte sosyalizm sorunundan ayrılamaz (Engels, Almanya için, 1891 Erfurt Programının[38] taslağını yorumlarken cumhuriyetin ve cumhuriyet için savaşımın öneminin küçümsenmesine karşı uyarılarda bulunmuş olsa bile!). Rus sosyal-demokrasisinde cumhuriyet isteminin program ve ajitasyon dışı bırakılması diye bir sorun hiçbir zaman olmamıştır bile, çünkü ülkemizde cumhuriyet sorunu ile sosyalizm sorunu arasında ayrılmaz bir bağ olduğu sorunu bizde sözkonusu edilemez. 1898'in Alman sosyal-demokratının cumhuriyet sorununa özel bir ağırlık vermemiş olması oldukça doğaldı ve bu, ne bir şaşkınlığa ve ne de bir suçlamaya neden olabilir. Ama 1848'de cumhuriyet sorununu arka plana iten bir Alman sosyal-demokratı düpedüz bir devrim haini olurdu. Soyut gerçek diye bir şey yoktur. Gerçek, her zaman somuttur.
Rus otokrasisine karşı savaşımın son bulacağı ve Rusya'da demokratik devrim döneminin geçmişte kalacağı bir zaman gelecektir; o zaman, proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlük vb. konusunda (sayfa 100) "irade birliği"nin sözünü etmek bile gülünç olacaktır. O zaman geldiğinde, proletaryanın sosyalist diktatörlüğü sorununa doğrudan değineceğiz, ve bundan daha ayrıntılı bir biçimde sözedeceğiz. Şimdilik ileri sınıfın partisi, demokratik devrimin çarlık üzerindeki kesin zaferi uğruna en etkin bir biçimde savaşım vermeden yapamaz Ve kesin bir zafer, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünden başka bir anlama gelmez.
Not[39]
1) Okura, İskra ile Vperyod arasındaki polemikte, İskra'nın, diğer şeyler yanında, Engels'in İtalyan reformistlerinin (gelecekteki) önderi Turati'yi demokratlık devrim ile sosyalist devrimin birbirine karıştırılmasına karşı uyardığı mektuba[40] değindiğini anımsatırız. 1894 İtalya'sının siyasal durumu konusunda yazan Engels, İtalya'da yaklaşmakta olan devrimin bir küçük-burjuva devrim, demokratik devrim olduğunu, sosyalist devrim olmadığını belirtmiştir. İskra, Vperyod'u Engels'in ortaya attığı ilkeden ayrılmakla suçlamıştır. Bu suçlama haksızdı, çünkü bir tüm olarak Vperyod (n° 14), 19. yüzyıl devrimlerindeki üç esas kuvvet arasındaki ayrım konusundaki Marx'ın teorisinin doğruluğunu tümüyle kabul etmiştir. Bu teoriye göre, eski düzene karşı, otokrasiye, feodalizme ve serflik sistemine karşı, şu güçler karşı çıkarlar: 1° liberal büyük burjuvazi, 2° radikal küçük-burjuvazi, 3° proletarya. Birincisi anayasal monarşiden başka bir şey için savaşmaz; ikincisi demokratik bir cumhuriyet için savaşır; üçüncüsü sosyalist devrim için savaşır. Küçük-burjuvazinin eksiksiz bir demokratik devrim için savaşımını proletaryanın sosyalist devrim için savaşımıyla birbirine karıştırmak, sosyalistleri siyasal iflas tehlikesiyle karşı karşıya (sayfa 101) getirir. Marx'ın bu konudaki uyarısı tamamen haklıdır. Ama, işte salt bu yüzdendir ki, "devrimci komünler" sloganı hatalıdır, çünkü tarihin kaydettiği komünlerin asıl hatası, demokratik devrim ile sosyalist devrimi birbirlerine karıştırmaları idi. Öte yandan -proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü- sloganımız, bizi bu yanılgıya karşı tamamen korumaktadır. Salt demokratik bir devrimin sınırlarını doğrudan aşamayan bir devrimin tartışma götürmez burjuva niteliğini kabul ederken, sloganımız, bu belirli devrimi ilerletir ve ona proletaryaya en yararlı olacak biçimler vermeye çalışır; bunun sonucu olarak, proletaryanın daha sonraki sosyalizm uğruna savaşımında en büyük başarıyı elde etmesi için, demokratik devrimi en son sınırına kadar götürmeye çalışır.
Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği - RSDİP ÜÇÜNCÜ KONGRESİ
Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği - RSDİP ÜÇÜNCÜ KONGRESİ