Header Ads

Header ADS

Ücret, Fiyat ve Kâr - 4 - ARTI-DEĞER

Ücret, Fiyat ve Kâr

XI. ARTI-DEĞERİN AYRIŞTIĞI ÇEŞİTLİ BÖLÜMLER

Artı-değere, yani metaların toplam değerinin içinde artı-emeğin, yani işçinin ödenmemiş emeğinin cisimleşmiş bulunduğu bölümüne kâr adını veriyorum. Bu kârın tamamı sanayici kapitalist tarafından cebe indirilmez. Toprak, ister tarım, binalar ya da demiryolları, ister bambaşka bir üretim amacı için kullanılmış olsun, toprak tekeli, toprak sahibine, artı-değerin bir bölümüne rant adı altında sahip çıkabilme olanağını verir. Öte yandan, iş aletlerine sahip bulunma olgusu sanayici kapitaliste nasıl bir artı-değer üretmek, ya da aynı anlama gelen ödenmemiş emeğin bir bölümüne sahip çıkmak olanağını veriyorsa, bu aynı olgu, iş araçlarını sanayici kapitaliste bütünüyle ya da kısmen ödünç veren iş araçları sahibine, yani tek sözcükle, ödünç veren kapitaliste de, faiz adı altında bu artı-değerin başka bir bölümü üzerinde hak iddia etme olanağını verir, öyle ki, sanayici kapitaliste, bu sıfatıyla, ancak sınai ya da ticari kâr denen şey kalır. 

Toplam artı-değer miktarının bu üç kategoride bireyler arasında üleştirilmesinin hangi yasalara bağlı bulunduğu sorunu konumuzun tamamıyla dışındadır. Bununla birlikte, açıklamış olduklarımızdan çıkan sonuç şudur: 

Rant, faiz ve sınai kâr, metaın artı-değerinin, yani metaın içerdiği ödenmemiş emeğin çeşitli bölümlerine verilen farklı adlardan başka bir şey değildir ve bunların hepsi de bu kaynaktan, yalnızca bu kaynaktan elde edilirler. Bunlar ne toprak olarak topraktan, ne de sermaye olarak sermayeden gelirler, ama toprak ve sermaye, kendi sahiplerine, sanayici kapitalistin işçiden çekip aldığı artı-değerden kendi paylarını almaları olanağını sağlarlar. İşçinin kendisi için, bu artı-değerin, yani ödenmemiş emeğinin sonucu olan bu artı-değerin tümüyle sanayici kapitalist tarafından cebe indirilmiş olması, ya da bu sanayici kapitalistin artı-değerin bazı bölümlerini rant ve faiz adı altında başka kişilere bırakmak zorunda olması ikincil bir önem taşır. Sanayici kapitalistin yalnızca kendi sermayesini kullandığını ve bizzat (sayfa 74) kendisinin toprak sahibi olduğunu düşünün, bu durumda artı- değerin tamamı kendi cebine gidecektir: 

Sonunda kendine saklayabildiği pay ne olursa olsun, işçiden bu artı-değeri doğrudan çekip alan sanayici kapitalisttir. Bundan dolayı, bütün ücretlilik sistemi, bugünkü bütün üretim sistemi, sanayici kapitalist ile işçi arasındaki bu ilişkiye bağlıdır. Demek ki, tartışmamıza katılmış olan kimi yurttaşlar, belli koşullar altında fiyatlardaki bir yükselmenin sanayici kapitalisti, toprakbeyini ve borç para veren kapitalisti, ve dilerseniz, vergi tahsildarını çok değişik biçimlerde etkileyebileceğini söylerken haklı olsalar bile, sorunları örtbas etmeye kalkışmakla ve sanayici kapitalist ile işçi arasındaki bu temel ilişkiyi ikincil bir sorun gibi ele almakla yanılgıya düşüyorlardı. 

Söylenenlerden bir başka sonuç daha çıkıyor. 

Metaın değerinin yalnızca hammaddelerin, makinelerin, tek sözcükle, tüketilen üretim araçlarının değerini temsil eden bölümü hiç bir gelir meydana getirmeyip, yalnızca sermayeyi yerine kor. Ama bunun dışında, metaın değerinin geliri oluşturan ya da ücret, kâr, rant, faiz biçiminde harcanabilen öteki bölümünün, ücretlerin değeri, rantın değeri, kârın değeri vb. tarafından meydana getirildiği yanlıştır. İlkönce ücretleri bir yana bırakacağız ve yalnızca sınai kârı, faizi ve rantı ele alacağız. Az önce gördük ki, metaın içerdiği artı-değer, yani ödenmemiş emeğin içinde cisimleştiği değer bölümü üç değişik ad alan çeşitli öğelere ayrışır. Ama, onun değerinin, bu artı-değeri oluşturan üç bölümün bağımsız değerlerinin toplamından meydana geldiğini ya da oluştuğunu iddia etmek gerçeğin tam tersidir. 

Eğer bir saatlik emek altı penilik bir değer içinde gerçekleşiyorsa, eğer işçinin işgünü oniki saati kapsıyorsa, ve. eğer bu. zamanın yarısı ödenmemiş emekse, bu artı-emek, metaya, üç şilinlik bir artı-değer, yani karşılığında hiç bir eşdeğer ödenmemiş bir değer katacaktır. Bu üç şilinlik artı-değer, sanayici kapitalistin, herhangi bir orana göre, toprak sahibi ve borç para veren ile paylaşabileceği fonun tamamıdır. Bu üç şilinin değeri, bunların aralarında paylaşacakları değerin sınırını oluşturur. Ama, metaın değerine kendi kârı için keyfi bir değer ekleyen, bunun üzerinde toprakbeyi, (sayfa 75) vb. için bir değer daha ekleyen, ve böylelikle keyfi olarak saptanmış bu değerler toplamının toplam değeri oluşturmasına yolaçan sanayici kapitalist değildir. Şu halde, belli bir değerin üç bölüme ayrışması ile, bu değerin birbirinden bağımsız üç değerin toplamından oluşmasını birbirine karıştıran ve toprak rantının, kârın ve faizin kökeni olan toplam değeri böylece keyfi bir büyüklük haline dönüştüren yaygın görüşün ne kadar yanlış olduğunu görüyorsunuz. 

Eğer kapitalist tarafından gerçekleştirilen toplam kâr 100 sterline eşitse, bu tutara, mutlak bir büyüklük olarak, kâr miktarı deriz. Ama bu 100 sterlinin ortaya konan sermayeye olan oranını hesaplayacak olursak, bu göreli büyüklüğe, kâr oranı deriz. Açıktır ki, bu kâr oranı iki biçimde ifade edilebilir. 

Ücret olarak ortaya konan sermaye 100 sterlin olsun. Eğer üretilmiş olan artı-değer de 100 sterlin ise —ve bu, işçinin işgününün yarısının ödenmemiş emekten meydana geldiğini gösterir— ve eğer bu kârı ücret olarak ortaya konan sermaye ile ölçecek olursak, kâr oranının %100 olduğunu söyleriz, çünkü ortaya konan değer yüz, gerçekleşen değer ise ikiyüzdür. 

Öte yandan, yalnızca ücret olarak ortaya konan sermayeyi değil, ortaya konan toplam sermayeyi, örneğin 400 sterlini hammaddelerin, makinelerin vb. değerini temsil eden 500 sterlini dikkate alacak olursak, kâr oranının ancak %20 olduğunu söyleriz, çünkü 100'lük bir kâr, ortaya konan toplam sermayenin ancak beşte-biridir. 

Kâr oranını birinci biçimde ifade etmek, ödenmiş emek ile ödenmemiş emek arasındaki gerçek oranı, emek exploitation'unun [Sömürüsünün. -ç.] (bu Fransızca sözcüğü kullanmama izin veriniz) gerçek derecesini göstermenin tek biçimidir. Öteki ifade biçimi daha çok kullanılır ve, gerçekten de, bazı amaçlar için yararlıdır. Her halde, kapitalistin işçiden karşılıksız olarak elde ettiği emeğin derecesini gizlemekte pek yararlıdır. 

Bundan sonra yapacağım açıklamalarda, kâr sözcüğünü artı-değerin çeşitli gruplar arasında üleşilmesini dikkate almaksızın, kapitalistin çekip aldığı artı-değerin toplam (sayfa 76) tutarını anlatmak için kullanacağım, ve kâr oranı sözünü kullandığımda, kârı, daima, kapitalistin ücret biçiminde ortaya koyduğu değer ile ölçeceğim. 

XII. KÂRLAR, ÜCRETLER VE FİYATLAR  ARASINDAKİ GENEL İLİŞKİ 

Bir metaın değerinden, o meta için harcanmış olan hammaddelerin ve öteki üretim araçlarının değerini yerine koyan değeri çıkarınız, yani bir metaın içindeki geçmiş emeği temsil eden değeri çıkarınız, geri kalan değer, çalıştırılan en son işçinin kattığı emek miktarına indirgenmiş olur. Eğer bu işçi günde oniki saat çalışıyorsa, ve eğer oniki saatlik ortalama emek altı şilinlik bir altın miktarında cisimleşiyorsa, bu altı şilinlik ek değer, işçinin emeğinin yaratacağı tek değerdir. İşçinin emek-zamanı ile belirlenen bu belli değer, işçinin ve kapitalistin herbirinin kendi paylarını ya da paylarına düşeni alacakları tek fondur, ücret kâr biçiminde bölüşülecek tek değerdir. Bu değerin iki taraf arasında değişik oranlarda bölünmesinin bizzat bu değeri değiştirmeyeceği açıktır. Bir işçinin yerine bütün çalışan nüfusu, örneğin on iki milyon işgününü koysak da, bu değerde hiç bir değişiklik olmayacaktır. 

Kapitalist ile, işçinin paylaşacakları değer, yalnızca bu sınırlı değer, yani işçinin toplam emeği ile ölçülen değer olduğundan, bunlardan biri fazla aldığı zaman öteki eksik alacaktır, biri eksik aldığı zaman da, öteki fazla alacaktır. Bir nicelik sınırlı ise, bunun bir parçası, ötekinin azalmasına ters orantılı olarak artacaktır. Eğer ücretler değişirse, kârlar da ters doğrultuda değişecektir. Ücretler düşünce kârlar yükselecektir, ücretler yükselince de kârlar düşecektir. Daha önce varsaydığımız gibi, eğer işçi üç şilin, yani yarattığı değerin yarısını alıyorsa ya da eğer onun bütün işgününün yarısı ödenmiş emekten ve yarısı da ödenmemiş emekten meydana geliyorsa, kâr oranı %100 olacaktır, çünkü kapitalist de işçi gibi üç şilin alacaktır. Eğer işçi ancak iki şilin alıyorsa, yani işgününün ancak üçte-birinde kendisi için çalışıyorsa, kapitalist dört şilin alacaktır ve kâr oranı da %200 olacaktır. Eğer işçi dört şilin alıyorsa, kapitalist ancak iki (sayfa 77) şilin alacaktır ve kâr oranı %50'ye düşecektir. Ama bütün bu değişiklikler, metaın değerini etkilemeyecektir. Ücretlerde genel bir yükselme, şu halde, genel kâr oranında bir düşmeye yolaçacak ama değerleri etkilemeyecektir. 

Ama, eninde sonunda metaların pazar fiyatlarını düzenlemek zorunda olan meta değerleri, her ne kadar bu metaların içinde sabitleşmiş olan emek miktarlarıyla belirlenip, bu miktarın ödenmiş ve ödenmemiş emek olarak bölünmesiyle belirlenmiyorsa da, bundan, hiç de, örneğin oniki saatte üretilmiş tek bir metaın ya da metalar yığınının değerlerinin değişmez kalacağı sonucu çıkarılamaz. Belli bir emek-zamanı içinde, ya da belli bir emek miktarı kullanılarak imal edilen metaların sayısı ya da kitlesi, bu metaların üretiminde kullanılan emeğin üretici gücüne bağlıdır, yoksa emeğin genişliğine ya da süresine değil. Örneğin, iplik eğirme, emeğin belirli bir üretici güç derecesinde, oniki saatlik işgününde oniki libre iplik üretilirken, emeğin üretici gücünün daha düşük bir düzeyinde sadece iki libre üretilir. Bu durumda, oniki saatlik ortalama emek altı şilinlik bir değer içinde gerçekleşiyorsa, bir durumda oniki libre ipliğin maliyeti altı şilin olacak, öteki durumda ise, iki libre ipliğin maliyeti de gene altı şilin olacaktır. O halde, birinci durumda, eğirilmiş ipliğin libresi altı peniye, ikinci durumda ise üç şiline malolacaktır. Fiyattaki bu fark, kullanılan emeğin üretici gücündeki farktan ileri gelmektedir. Yüksek bir üretici güç ile bir libre iplikte bir saat emek gerçekleşecek, öte yandan düşük bir üretici güç ile bir libre iplikte altı saat emek gerçekleşecektir. Ücretlerin göreli olarak daha yüksek ve kâr oranının göreli olarak daha düşük olmasına karşın, bir durumda bir libre ipliğin fiyatı ancak altı peni olacaktır. Öte yandan ücretler düşük ve kâr oranı yüksek olduğu halde, öteki durumda fiyat üç şilin olacaktır. Çünkü ipliğin libresinin fiyatını belirleyen, toplam emek miktarının ödenmiş emek ile ödenmemiş emek arasındaki oransal bölünmesi değil, bu bir libre ipliğin içerdiği toplam emek miktarıdır. Yüksek fiyatlı emeğin ucuz meta üretebileceği ve düşük fiyatlı emeğin ise pahalı meta üretebileceği yolundaki yukarda değindiğimiz olgu, böylece, paradoksal görünümünü yitirmiş oluyor. Bu, şu genel yasanın ifadesinden başka bir şey değildir: bir (sayfa 78) metaın değerini, onun içinde cisimleşmiş olan emek miktarı belirler, ve bu emek miktarı, tümüyle, kullanılan emeğin üretici gücüne bağlıdır ve dolayısıyla emeğin üretkenliğinde meydana gelen her değişmede o da değişecektir. 

XIII. ÜCRETLERİ YÜKSELTMEK YA DA DÜŞMELERİNE 
KARŞI KOYMAK YOLUNDAKİ BELLİBAŞLI GİRİŞİMLER 


Şimdi de ücretleri yükseltmek ya da düşmelerine karşı koymak yolundaki bellibaşlı girişimleri ciddi bir biçimde ele alalım: 

1. Gördük ki, işgücünün değeri, ya da günlük konuşmadaki emeğin değeri, geçim araçlarının değeri ile, yani bunları üretmek için gerekli-emek miktarıyla belirlenir. Şu halde, eğer, belirli bir ülkede, işçinin günlük ortalama geçim araçlarının değeri, üç şilinle ifade edilen altı saatlik emek ise, işçi kendi günlük geçiminin eşdeğerini üretmek için günde altı saat çalışmak zorundadır. Eğer işgününün tamamı oniki saat ise, kapitalist, işçiye üç şilin vermekle ona emeğinin değerini ödemiş olur. İşgününün yarısı ödenmemiş emek olur ve kâr oranı da %100'dür. Ama şimdi varsayalım ki, üretkenliğin azalması sonucu, diyelim aynı miktarda tarım ürünlerini elde etmek için daha fazla emek gerekmektedir, öyle ki, günlük ortalama geçim araçlarının fiyatı üç şilinden dört şiline çıksın. Bu durumda, emeğin değeri üçte-bir, ya da %331/3 oranında yükselecektir. O zaman, işçinin günlük geçimini daha önceki düzeyine uygun bir biçimde sürdürmenin eşdeğerini üretmek için, işgününün sekiz saati gerekecektir. Bunun sonucu olarak artı-emek altı saatten dört saate, kâr oranı ise %100'den %50'ye düşecektir. Ve nasıl ki herhangi başka bir metaın satıcısı, bu metaın maliyetleri yükseldiğinde bu artan değerin kendisine ödenmesini sağlamaya çalışırsa, tıpkı onun gibi, işçi de, bir ücret artışı isteminde bulunmakla yalnız kendi emeğinin artan değerini istemiş olur. Eğer ücretler geçim araçlarının artmış olan değerini karşılamak üzere yükselmeseydi ya da yeterince yükselmeseydi, emeğin fiyatı, emeğin değerinin altına düşecek ve işçinin yaşam koşulları kötüleşecekti. 

Ama karşıt doğrultuda bir değişiklik de meydana (sayfa 79) gelebilir. Emeğin üretkenliğinin artması sayesinde, günlük ortalama geçim araçlarının aynı miktarı üç şilinden iki şiline düşebilir, yani bu günlük geçim araçlarının değerinin eşdeğerini üretmek için işgününün altı saati yerine dört saati gerekli olabilir. İşçi, o zaman, iki şilinle daha önce üç şiline satın alabildiği kadar geçim araçları alabilecektir. Gerçekten de, emeğin değeri düşmüş olacak, ama bu azalmış değer, eskiden olduğu gibi aynı miktarda metaya kumanda edecektir. Bu durumda, kâr, üç şilinden dört şiline, ve kâr oranı da %l00'den %200'e yükselecektir. İşçinin mutlak yaşam standardı her ne kadar aynı kalmış olsa da, göreli ücreti ve böylelikle kapitalistinkine oranla göreli toplumsal konumu düşmüş olacaktır. İşçi bu göreli ücret düşüşüne karşı koyacak olsa, kendi emeğinin artan üretkenliğinden bir pay elde etmeye ve göreli toplumsal konumunu eskisi gibi tutmaya çalışmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Böylelikle, Tahıl Yasalarının kaldırılmasından sonra, İngiliz fabrikatörleri bu yasalara karşı ajitasyon sırasında verdikleri en ciddi vaatleri açıkça çiğneyerek, ücretleri genellikle %10 düşürdüler. İşçilerin direnişi başlangıçta bastırıldı, ama daha sonra, burada üzerinde duramayacağım durumlar sonucunda, yitirilen bu %10 yeniden kazanıldı. 

2. Geçim araçlarının değerleri, ve buna bağlı olarak da emeğin değeri aynı kalabilir, ama paranın değerinde daha önce meydana gelen bir değişiklik sonucu, bunların parasal fiyatları bir değişikliğe uğrayabilir. 

Daha verimli madenlerin bulunuşu vb. sayesinde, örneğin, iki ons altının üretimi, önceleri bir onsun üretiminin gerektirdiğinden daha fazla emek gerektirmeyebilir. O zaman altının değeri yarıyarıya, yani %50 düşecektir, Bu durumda bütün öteki metaların değerleri, eski parasal fiyatlarının iki katıyla ifade edileceğinden, emek değeri için de aynı şey olacaktır. Eskiden altı şilinle ifade edilen oniki saatlik emek, şimdi oniki şilinle ifade edilecektir. Eğer işçinin ücreti altı şiline çıkacağına üç şilinde kalsaydı, emeğinin parasal fiyatı, emeğinin değerinin ancak yarısına eşit olur ve yaşam standardı korkunç bir biçimde kötüleşirdi. Ücretlerin arttığı, ama bu artışın altın değerindeki düşmeye orantılı olmadığı durumda da azçok aynı şey olacaktır. Böyle bir (sayfa 80) durumda, ne emeğin üretici gücünde, ne arz ve talepte, ve ne de değerlerde bir şey değişmiş olacaktır. 

Bu değerlerin parasal adlarından başka hiç bir şey değişmeyecektir. Böyle bir durumda, işçinin orantılı bir ücret artışı isteminde ısrar etmemesi gerektiğini iddia etmek, ona şeyler yerine sözlerle yetinmesi gerektiğini söylemekle aynı kapıya çıkar. Bütün geçmiş tarih göstermektedir ki, para değerinde ne zaman böyle bir düşme olsa, kapitalistler hemen işçileri aldatmak için bu fırsattan yararlanmaya bakarlar. Çok büyük bir siyasal iktisatçılar okulu, yeni altın yataklarının bulunuşu, gümüş madenlerinin daha iyi bir biçimde işletilmesi ve civanın daha ucuz fiyata arzı sonucunda değerli madenlerin değerinde yeni bir düşüş olduğunu iddia etmektedirler. Bu, Kıta üzerindeki daha yüksek ücretler elde etmek uğruna girişilen genel ve zamandaş mücadeleyi açıklayacaktır. 

3. Buraya kadar işgününün belirli sınırları olduğunu varsaydık. Oysa işgününün, kendi başına, değişmez sınırları yoktur. Sermaye, durmadan, bu işgününü, olanaklı en aşırı fiziksel sınıra kadar uzatmaya çabalar, çünkü bu işgününü uzattığı oranda artı-emek, dolayısıyla da bundan çıkan kâr artacaktır. Sermaye işgününü uzatmayı ne ölçüde başarırsa, başkasının emeğine elkoyacağı miktar da o ölçüde büyük olacaktır; 17. yüzyılda, hatta 18. yüzyılın ilk üçte-birinde, bütün İngiltere'de normal işgünü on saatti. Gerçekte İngiliz aristokrasisinin İngiliz emekçi yığınlara karşı girişmiş olduğu bir savaş olan anti-jakoben savaş[33] sırasında zafer bayramlarını kutlayan sermaye, işgününü on saatten oniki, ondört, onsekiz saate çıkardı. Gözü yaşlı duygusallığından kuşkulanılamayacak olan Malthus, 1815'lerde yayınlanan bir broşürde, eğer böyle giderse, ulusun yaşamının temellerinin tehlikeye gireceğini ilan etti.[34] Yeni icat olunan makinelerin kullanılmaya başlanmasından birkaç yıl önce, 1765'lerde, İngiltere'de, An Essay on Trade başlığı altında bir broşür yayınlandı. İşçi sınıfının yeminli düşmanı, bu adı bilinmeyen yazar, broşürde, işgününün sınırlarını genişletme zorunluluğu üzerinde direniyor. Bu amaçla, başka öneriler yanında, işevlerinin[35] kurulmasını öneriyor ve bunların "dehşet evleri" olmaları gerektiğini söylüyor. Peki bu (sayfa 81) "dehşet evleri" için önerdiği işgünü uzunluğu nedir? Oniki saat; kapitalistlerin, iktisatçıların ve bakanların, 1832'de, oniki yaşın altında bir çocuk için yalnız uygulanan değil, ama aynı zamanda zorunlu olduğunu ilan ettikleri sürenin ta kendisi.[36

Kendi işgücünü satarak —ki işçi, bu düzende bunu yapmak zorundadır— bazı makul sınırlar içerisinde, bu işgücünün kullanımını kapitaliste bırakır. Doğal yıpranması bir yana bırakılırsa, işçi, işgücünü, yoketmek için değil, sürdürmek için satar. İşçinin, işgücünü, gündelik ya da haftalık değerine satması olgusu bile, bu işgücünün, bir günde ya da bir haftada, iki günlük ya da iki haftalık bir yıpranmaya uğramayacağı anlamına gelir. 1.000 sterlin eden bir makineyi ele alalım. Eğer bu makine on yılda yıpranıp eskiyorsa, üretilmelerine yardımcı olduğu metaların değerlerine yılda 100 sterlin ekleyecektir. Eğer beş yılda eskiyorsa, yılda 200 sterlin katacaktır, yani onun yıllık yıpranmasının değeri, bu yıpranmanın süresi ile ters orantılıdır. Ama işçiyi makineden ayıran şey şudur: makine kullanıldığı oranda yıpranmaz; insan ise, tersine, işin salt sayısal toplamının gösterdiğinden daha büyük bir oranda yıpranır. 

İşçiler, işgününü eski makul sınırlarına indirmeye çalıştıklarında, ya da normal işgününün yasal olarak saptanmasını sağlayamadıklarında ise, yalnız sızdırılan artı-emeğe göre hesaplanmamış, ama daha yüksek bir orana çıkartılmış bir ücret yükselmesi ile fazla çalışmaya gem vurmaya uğraştıklarında, kendi kendilerine ve kendi soylarına karşı bir ödevi yerine getirmekten başka bir şey yapmış olmazlar. Sermayenin zorbaca gaspına yalnızca sınır çekmiş olurlar. Zaman, insan gelişiminin mekanıdır. Kullanacak boş zamanı olmayan, uyku, yemek vb. gibi salt fiziksel kesintiler dışında tüm yaşamı kapitalist hesabına çalışmaya giden bir adam, bir yük hayvanından daha beterdir. O, fizik olarak ezilmiş, kafaca alıklaşmış, başkası için servet üreten basit bir makinedir. Ama bununla birlikte, bütün, modern sanayi tarihi gösterir ki, sermaye, eğer önüne set çekilmezse, bütün işçi sınıfını, umursamadan, acımasızca bu en aşağı düzeye düşürmek için çalışır. 

İşgününü uzatmakla, kapitalist daha yüksek ücret ödeyebilir (sayfa 82) ve, eğer ücretlerin artması, sızdırılan daha büyük emek miktarına ve bunun sonucu olarak işgücünün daha büyük hızla yokolmasına tekabül etmiyorsa, emeğin değerini buna karşın düşürebilir. Bu, başka bir biçimde de yapılabilir. Örneğin, burjuva istatistikçiler, size, Lancashire fabrikalarında çalışan işçi ailelerinin ortalama ücretlerinin artmış olduklarını söyleyeceklerdir. Ama unutuyorlar ki, bir tek erkeğin yerine, bugün, aile reisi, karısı ve belki de üç-dört çocuğu, kendilerini, sermayenin Juggernaut tekerleklerinin[37] altına atmaktadır ve toplam ücretlerdeki artış aileden sızdırılan artı-emeği karşılamamaktadır. 

Fabrika yasalarının kapsamına giren bütün sanayi dallarında şimdi olduğu gibi, işgününün belirli sınırları içinde bile, emeğin değerini eski düzeyinde tutmak için olsa bile, ücretlerde bir yükselme zorunlu olabilir. İşin yeğinliği artırıldığında, bir adam, eskiden iki saatte harcadığı gücü, şimdi bir saatte harcayabilir. İşte, fabrika yasalarının kapsamına giren sanayilerde, makinelerin hızlandırılmasıyla ve şimdi bir tek kişinin gözettiği makinelerin sayısının artmasıyla bir dereceye kadar meydana gelen budur. Eğer işin yeğinliğinin artırılması ya da eğer bir saatte harcanan emek toplamının çoğalması işgününün azaltılması ile birlikte giderse, kazançlı çıkacak olan gene işçi olacaktır. Eğer bu sınır aşılırsa, işçi bir yandan kazandığını, öte yandan yitirir, ve on saatlik emek, önceki oniki saatlik emek kadar yıkıcı olur. İşçi, emeğin gittikçe artan yeğinliğine uygun düşen ücret artışları uğruna mücadeleyle sermayenin bu eğilimine karşı koyarken, emeğin değerinin düşürülmesine ve soyunun aşağılanmasına karşı çıkmaktan başka bir şey yapmış olmaz. 

4. Hepiniz biliyorsunuz ki, şimdi burada açıklayacak durumda olmadığım nedenlerle, kapitalist üretim, belirli dönemsel çevrimlerden geçer. Birbiri ardından dinginlik, artan canlılık, refah, aşırı-üretim, bunalım ve durgunluk durumlarından geçer. Metaların pazar fiyatları ve yürürlükteki kâr oranları, bazan kendi ortalamalarının altına inerek, ve bazan da bu ortalamaları aşarak, bu evreleri izler. Çevrimin tamamı ele alındığında, pazar fiyatındaki her sapmanın bir başka sapma ile dengelendiğini ve çevrimin ortalaması alındığında metaların pazar fiyatlarının değerleri tarafından (sayfa 83) düzenlendiğini görürsünüz. Evet, pazar fiyatlarının düşmesi döneminde, bunalım ve durgunluk döneminde, işçi, eğer işini tamamen yitirmezse, kesin olarak bir ücret düşmesi beklemelidir. Aldatılmamak için, pazar fiyatlarında böyle bir düşme halinde bile, ücretlerde ne oranda bir düşmenin zorunlu hale geldiğini kapitalist ile tartışmalıdır. Eğer aşırı kârların kazanıldığı bolluk döneminde ücretlerin artması için mücadele etmiyorsa, bir sanayi çevriminin ortalaması alındığında kendi ortalama ücretini, yani emeğinin değerini bile elde edemeyecektir. Ücretinin, çevrimin ters evrelerinden zorunlu olarak etkilenmesi karşısında, çevrimin bolluk evresinde işçinin bunu telafi etmekten kaçınmasını istemek budalalığın doruk noktasıdır. Bütün metaların değerleri, genellikle, ancak, arz ve talepteki sürekli dalgalanmaların sonucu olarak durmadan değişen pazar fiyatlarının birbirlerini dengelemeleri ile gerçekleşir. Bugünkü sistemin temeli üzerinde, emek, bütün öteki metalar gibi bir metadır ancak. Bundan dolayı onun da kendi değerine uygun düşen bir ortalama fiyata ulaşması için aynı dalgalanmalardan geçmesi gerekir. Bir yandan onu bir meta gibi görmek, öte yandan da onu metaların fiyatlarını belirleyen yasaların dışında tutmayı istemek saçmadır. Köle, kendi geçimi için kesin ve değişmez bir miktar alır, ama ücretli emekçi öyle değildir. Salt bir durumda, ücretinde meydana gelen düşmeyi telafi etmek için olsa bile, bir başka durumda ücretini yükseltmeye çalışmalıdır. Eğer kapitalistin iradesini, diktasını, değişmez bir iktisat yasası olarak kabul etmekle yetinirse, kölenin sahip olduğu güvencesi olmaksızın onun bütün sefaletini paylaşacaktır. 

5. Ele aldığım ve her yüz durumdan doksandokuzunu oluşturan bütün durumlarda, gördünüz ki, ücretlerin artması uğruna yapılan bir mücadele, daha önceki değişiklikleri izlemekten başka bir şey değildir ve üretimin niceliğinde, emeğin üretici gücünde, emeğin değerinde, paranın değerinde, çekip alınan emeğin genişliği ve yeğinliğinde daha önce meydana gelmiş olan değişikliklerin, arz ve talepteki dalgalanmalara bağlı olan ve sınai çevrimin çeşitli evrelerine uygun olarak meydana gelen pazar fiyatlarındaki dalgalanmaların, zorunlu sonucudur; kısacası bunlar, sermayenin (sayfa 84) daha önceki etkilerine karşı işçilerin tepkileridir. Eğer, ücretlerin artırılması uğruna mücadeleyi bütün bu koşullardan bağımsız olarak ele alıp, yalnız ücretlerdeki değişirlikleri dikkate alırsanız, ve mücadelenin kaynaklandığı bütün öteki değişirlikleri hesaba katmazsanız, yanlış vargılara varmak üzere, yanlış öncüllerden yola çıkıyorsunuz demektir. 



Blogger tarafından desteklenmektedir.