TÜRKİYE’NİN BÖLÜŞÜLMESİNE İLİŞKİN BELGELER - Marks
Londra, Salı, 21 Mart 1854
En önemli olaylardan biri, hükümetin, yönetiminin ilk üç ayı içinde Rus imparatoru ile arasında geçen gizli yazışmayı ve doğal olarak bunlar arasında, Lord Aberdeen’in 1844’te çarla yaptığı görüşmeye ilişkin muhtırayı zorunlu olarak yayınlamasıdır.181Journal de St. Petersburg182 da Lord Aberdee’i, Çar-Aberdeen görüşmelerine ilişkin muhtırayı açıklamaya çağırmıştı.
Söze, Kont Nesselrod’un, 1844 Haziranında çarın İngiltere’ye yaptığı geziyi izleyen yazışmalarına dayandırılan ve kraliçenin hükümetine sunulmuş olan muhtırasının çözümlemesiyle başlıyorum. Buna göre, Osmanlı imparatorluğunun bugünkü status qua’su, “korunmasında herkesi çıkarı olan barışa çok uygundur.” İngiltere ile Rusya bu ilke üzerinde görüş birliğindedirler, dolayısıyla, bu status quo’nun korunması için çabalarını birleştirmelidirler. “Bu düşünceyle temel amaç, Babıâlinin gereksiz yere diplomatik kavgalarla rahatsız edilmeksizin ve mutlak zorunluluk olmadıkça içişlerine müdahale edilmeksizin sükunet içinde yaşamasına izin verilmesi olmalıdır.” Şimdi, bu “sabırlı davranma sistemi” başarılı biçimde nasıl yürütülecektir? Her şeyden önce, Rusya’nın Babıâliyle olan anlaşmalarını uygun gördüğü anlamda yorumlamasına İngiltere’nin karışmaması, üstelik Babıâliyi o anlaşmalara, Rusya’nın yorumu doğrultusunda uymaya zorlaması ile, ikinci olarak da Rusya’nın, sultanla onun uyrukları arasına “sürekli” olarak girmesine izin vermesi suretiyle yürütülecektir. Tek sözcükle söylemek gerekirse, Babıâliye karşı sabırlı davranma sistemi demek, Rusya’yla suç ortaklığı demektir. Ancak bu garip öneri, kaba deyimlerle ifade edilmiş olmaktan uzaktır.
Muhtıra “tüm büyük devletler”den sözetmeyi hiç ihmal etmiyor, ama aynı zamanda, Rusya ile İngiltere’nin dışında herhangi bir büyük devlet bulunmadığını da apaçık itiraf ediyor. Fransa’nın, “St. Petersburg’la Londra arasında kararlaştırılmış yol doğrultusunda davranma gereğini duyacağı” söyleniyor. Avusturya, Rusya’nın sırf bir eklentisi olarak gösterilmekte, kendine özgü bir yaşamı olmadığı, kendine özgü ayrı bir siyaset izlemediği, sadece “tam bir özdeşlik ilkesiyle” Rusya’nın siyasetiyle yakından bağlandığı söylenmekte. Prusya ise, adı bile edilmeye değmez bir hiçlik olarak işlem görüyor. Bu nedenle adı pek geçmemekte. Bu durumda tüm büyük devletler sözü, St. Petersburg ve Londra hükümetleri için, parlak bir söz olmaktan ötede bir anlam taşımıyor. Bütün büyük devletler tarafından kabul edilecek davranış çizgisi deyimi de St. Petersburg tarafından çizilen ve Londra tarafından uyulacak olan davranış çizgisi demek oluyor. Ihtıra şöyle diyor:
“Babıâli, sürekli olarak, kendini, öteki devletlerle yaptığı düzenlemelerin getirdiği bağlantılardan kurtarmaya çalışma eğilimindedir. Böyle yaparken de, öteki hükümetlerin karşılıklı kıskançlığı nedeniyle kendisine dokunulmayacağını ummaktadır. Babıâli, öteki devletlerden biriyle yaptığı bağlantıya uymazsa, geri kalan devletlerin, onun kavgasını benimseyeceklerini ve ona siper olarak tüm sorumluluklarından kurtaracaklarını düşünüyor.
“Babıâlinin bu kuruntusunu doğrulamamak önemlidir. Büyük devletlerden herhangi birine karşı yüklenimlerini yerine getirmeyi her ihmal edişinde, kendisine hatasını anlatmak ve haklı bir tazminat isteyen hükümete karşı, doğruca hareket etmesini kendisine salık vermek, bütün öteki devletlerin de yararınadır.
“Babıâli, öteki hükümetler tarafından desteklenmediğini idrak eder etmez, gerileyecektir ve ortaya çıkmış olan anlaşmazlıklar, herhangi bir çatışmaya yol vermeksizin uzlaşmacı bir anlayışla çözümlenecektir.”
İşte Rusya’nın eski antlaşmalarına dayanarak Türkiye’den yeni ödünler koparması siyasetinde İngiltere’yi yardıma çağıran formülü budur.
“Avrupa’da bugün beslenen duygular karşısında hükümetler, Türkiye’deki hırıstiyan nüfusun, çirkin baskı hareketlerine ya da dinsel hoşgörmezliğe hedef olmasına seyirci kalamazlar. Osmanlı hükümetine bu gerçeği sürekli olarak duyurmak ve ancak, Babıâlinin hıristiyan uyruklarına karşı hoşgörüyle ve yumuşak davranmaları koşuluyla büyük devletlerin desteğine ve dostluğuna dayanabileceklerine inandırmak çok önemlidir.
“Yabancı temsilcilerin, bu ilkelerin rehberliği altında, aralarında tam bir anlaşma inancı ile davranmaları, görevleri olacaktır. Babıâliye karşı protestoda bulunurlarsa, bu protesto, tek bir metin biçiminde olmasa bile, gerçek bir görüş birliği niteliğini taşımalıdır.”
Bu ılımlı yolla, İngiltere’ye, Türkiye’deki hıristiyanlar üzerinde Rusya’nın dinsel koruyuculuğunu nasıl destekleyeceği öğretiliyor.
“Sabır siyaseti”nin temellerini böylece atan Rusya, bu sabrın, herhangi bir saldırganlık siyasetinden daha öldürücü olabileceğini ve Osmanlı imparatorluğunun kapsadığı tüm “ayrılıkçı unsurlar”ın gelişmesine korkunç ölçüde katkıda bulunabileceğini sırdaşından gizleyecek değil ya: Öyleyse güzel bir sabah vakti, Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü “beklenmedik bazı koşullar hızlandırabilir ve bunu önlemek dost devletlerin gücü içinde de olmayabilir.” O zaman akla gelen soru, böyle beklenmedik koşulların ortaya çıkması ve Türkiye’de son felaketi doğurması karşısında ne yapılacağı sorusudur?
İstenen tek şey, Türkiye’nin çöküşünün kapı eşiğine gelmesi durumunda, İngiltere ile Rusya’nın “girişimde bulunmadan önce bir ön anlaşmaya ulaşmalarıdır”. Muhtıranın belirttiğine göre, bu “düşünce” üzerinde, “imparatorun son Londra gezisi sırasında [Otokrat ile Wellington dükü, Sir Robert Peel ve Aberdeen örlü arasında yapılan uzun görüşmelerde] ilke olarak anlaşmaya varılmıştır.” Bu görüşmelerden çıkan “sonuç, Türkiye’de beklenmedik herhangi bir şey olursa, Rusya ile İngiltere’nin ortaklaşa izleyecekleri yolu daha önceden birlikte uyuşumlu hale getirme şeklinde bir nihai bağlantıydı”.
Şimdi bu nihai bağlantı ne anlam taşıyor? Her şeyden önce, Rusya ile İngiltere’nin, Türkiye’nin paylaşılması ile ilgili bir ön anlaşmaya ulaşmaları anlamını taşıyor, ikincisi, böyle bir durumda İngiltere’nin, Fransa’ya karşı, Rusya’yla ve onun alter ego’su[157]olarak tanımlanan Avusturya ile Kutsal ittifak yapması ve böylece Fransa’nın, onların görüşü doğrultusunda davranmak zorunda bırakılması anlamını taşıyor. Böyle ortak bir anlayışın doğal sonucu, İngiltere’nin Fransa’yla öldürücü bir savaşa bulaşması ve böylece Rusya’ya, Türkiye’de, kendi siyaseti doğrultusunda, eli-kolu serbest, istediğini yapması olanağını verirdi.
Türkiye’nin düşüşünü hızlandırabilecek “beklenmedik koşullar”a tekrar tekrar büyük ağırlık veriliyor. Ancak muhtıranın sonunda bu esrarlı deyim ortadan kalkıyor, yerini daha açık olan bir formül alıyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalara ayrılma durumunda olduğunu daha önceden kestirirsek, İngiltere ile Rusya’nın bir ön uyuşuma varmaları gerekecektir, vb. ...” Bu durumda, beklenmedik tek koşul, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık parçalara ayrılma durumunda olduğuna ilişkin Rusya’nın beklenmedik açıklamasıdır. Nihai bağlantının getirdiği ana nokta, Rusya’ya, belli bir anda Türkiye’nin ani çöküşünü önceden kestirme özgürlüğünü tanıması ve İngiltere’yi, böyle bir felaket kapının eşiğinde olduğuna göre, Rusya’yla ortak bir anlayışa ulaşmak üzere görüşmelere girmeye zorlamasıdır.
Buna uygun olarak, muhtıranın düzenlenmesinden on yıl kadar sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun canlılığını yitirdiği ve bu durumda, Fransa’yı dışarda tutarak, daha önceden üzerinde anlaşmaya varılan uzlaşmaya yanaşmaları, yani Türkiye ile Fransa’nın arkasında bir fitne kurulması gerektiği, şimdi İngiltere’ye bildiriliyor. Bu peşrev, St. Petersburg hükümeti ile İngiltere karma hükümeti arasında bir dizi gizli belgelerin alınıp-verilmesine yolaçmıştır.
St. Petersburg’daki Britanya elçisi Sir G. H. Seymour, o zamanki dışişleri bakanı Lord J. Russell’a ilk gizli yazısını 11 ocak 1853’te gönderiyor. Elçi Lady Seymour’la kendisini imparatorluk ailesiyle tanışmak üzere davet etme lütfunda bulunan Grand Düşes Helen’in sarayında, 9 Ocak akşamı imparatoru görme “onuru”na ermiştir, imparator büyük bir nezaketle ona doğru yürümüş, karma hükümetin kuruluşu haberinden büyük bir mutluluk duyduğunu söylemiştir, imparator, hükümete uzun ömür dilemiş, elçinin Aberdeen’e kendisini kutladığını bildirmesini, Lord John Russell’ın beynine de “iki hükümetin –İngiltere hükümetiyle Ben ve Ben’le İngiltere hükümeti– en iyi ilişkiler içinde olması gerektiğini ve bu gerekirliğin hiçbir zaman şimdikinden fazla olmadığını iyice yerleştirmesini arzu ettiğini söylemiştir.”
Bu sözlerin Ocak 1853’te, “Türkiye olaylarıyla ilgili olarak Rusya ile –muhtıraya göre– tam bir anlaşma içinde bulunan Avusturya’nın” Karadağ’da suları açıktan açığa bulandırmakta olduğu bir sırada söylendiğine dikkat edin.
“Biz görüş birliğinde olduğumuz zaman” demiştir, çar, “ötekilerin ne düşündüğü ya da yaptığı önemli değildir.” Ve ikiyüzlü bir yas tutma havası içinde sözü şöyle sürdürmüştür: “Türkiye çok nazik bir durumda, bize büyük dertler açabilir.” Bu kadar konuştuktan sonra çar, sanki veda ediyormuş gibi Sir H. Seymour’un elini nezaketle sıkmış, ancak “derhal konuşmanın tam anlanmadığı kanısına varan” Sir Hamilton, Otokrattan “Türkiye olaylarıyla ilgili olarak biraz daha açık konuşmasını” dilemiştir. “Ancak gayet nazik söz ve davranışlarına karşın” diyor gözlemci, “haşmetmeapları benimle, güneyde girişmek üzere olduğu gösteri hakkında konuşmak niyetinde olmadığını gösterdi”.
Belirtmek gerek ki, Sir Hamilton, 7 Ocak 1853 tarihli yazısında, İngiltere hükümetine, “5’ince Corps d’Armée’nin Tuna eyaletlerinin sınırına ilerlemesi emrinin verildiğini ve 4’üncü Kolorduya da gerekirse harekete geçmek üzere hazır olması emrinin verilebileceğini” bildirmişti. Sir Hamilton, 8 Ocak 1853 tarihli yazısında da, Nesselrod’un, “Rus diplomasisinin bir kuvvet gösterisiyle desteklenmesi gerektiğini” kendisine söylediğini haber vermişti.
“İmparator” diyor Sir Hamilton yazısında, “ilkin biraz çekingen olarak, ama sözünü sürdürdükçe, açık ve çekinmeksizin şöyle dedi:
“Türkiye olayları, çok düzensiz koşullar içindedir. Ülkenin parçalanmakta (menace ruine)[158] olduğu görülüyor: Çöküş büyük talihsizlik olacaktır. İngiltere’yle Rusya’nın bu olaylar üzerinde tam bir anlaşmaya varmaları ve herhangi birinin, ötekine haber vermeksizin kesin bir adım atmaması çok önemlidir.
“'Durum!’ diye haykırdı imparator, ‘avucumuzun içinde hasta bir adam var – çok hasta bir adam. Size içimden geldiği gibi söylüyorum, eğer bugünlerde bu hasta adam, özellikle bütün gerekli hazırlıklar yapılmadan önce ölüverirse, bu büyük bir talihsizlik olacaktır. Ama, sizinle bu konuda konuşmak için henüz vakit gelmiş değil.’”
“Haşmetmeaplarının, bir noktayı belirtmeme izin vermelerini dilerim. Haşmetmeapları, adamın hasta olduğunu ifade buyurdular. Bu çok doğrudur. Ama haşmetmeapları inayet buyururlar ve beni affederlerse, belirtmek isterim ki, cömertin ve güçlünün görevi, hasta ve zayıf olana yumuşak davranmaktır.”
Britanya elçisi, çarın Türkiye ve hastalık hakkındaki görüşüne karşı söylediği bu sözün ve hasta adama karşı sabır gösterilmesi dileğinin “hiç değilse çarı darıltmadığı” düşüncesiyle kendini rahatlatıyor. İşte Sir H. Seymour’un çarla ilk başbaşa görüşmesine ilişkin raporu böylece sona eriyor. Ama Sir Hamilton bu vis-à-vis[159] görüşmede, gerçi tam bir saraylı gibi görünüyorsa da, kendi hükümetini uyarma ve bundan sonra ne olup-bitebileceğini onlara söyleme bakımından yeter ölçüde sağduyu göstermiştir:
“Bu tür bir başlangıç, sadece iki yanlı bir açmaz yaratma eğilimini taşır. Bu iki yanlı açmaz, görünüşe göre şudur: Eğer haşmetmeapları hükümeti, Türkiye’nin aniden çökmesi halinde ne olup-biteceği hususunda Rusya ile bir uzlaşmaya varamazsa, ortaya çıkacak sonuçların İngiltere yönünden memnunluk verici olmaması halinde şikayete daha az hakkı olacaktır. Bunun tersine, haşmetmeapları hükümeti bu tür olasılıkları dikkate almayı kabul ederse, o zaman da ortaya çıkmasını mümkün olduğu kadar önlemekte büyük yararı olan bir felakete bir ölçüde rıza gösteren taraflardan biri durumuna girecektir.”
Sir Hamilton yazısını, şu özlü sözle bitiriyor:
“İşin özü galiba şu: İngiltere, Türkiye’nin çöküşünü önleme düşüncesi çerçevesinde Rusya’yla yakın uyuşum içinde olmayı arzu etmek durumundayken, Rusya bu uyuşumun, çöküşü izleyecek olaylar üzerinde olmasından çok memnunluk duyacaktır.”
Sir G. H. Seymour, 22 Ocak 1853 tarihli raporunda, Lord J. Russell’a haber verdiği üzere, 14 Ocak günü, çarı “yalnız yakalamış” ve gizli bir başka görüşme daha yapmıştır. Otokrat, İngiliz elçisine, Doğu olayları hakkında lütfedip bir ders vermiştir. İmparatoriçe Katerine II’nin düşleri ve tasarımlarını herkes bilir, ancak çar kendisi bu düş ve tasarımlara kapılmamıştır. Tam tersine, onun görüşünce, Rusya için belki de tek tehlike, esasen çok geniş olan topraklarını daha da genişletmesidir. (Okurlarınız, Kont Pozzo di Borgo’nun raporlarından bununla ilgili bir bölümü aktardığımı anımsayacaklardır.) Türkiye’nin status quo’su Rusya’nın çıkarları için biçilmiş kaftandır. Bir yandan Türkler, askerî girişim ruhunu yitirmişlerdir, öte yandan “bu ülke, bağımsızlığını koruyacak ve öteki ülkelerin kendisine saygılı davranmasını sağlayacak kadar güçlüdür ya da şimdiye dek güçlü kalmıştık. Ama bu imparatorlukta, çarın, her ne kadar güç ve “zahmetli” olsa da, gözetmesi gereken milyonlarca hıristiyan yaşamaktadır. Onları gözetmesi, hakkı, ödevi ve dininin gereğidir. Sonra çar, birdenbire, hasta adam, hiçbir biçimde “aniden ellerinde ölüvermesine” (de leur échapper)[160] izin vermemeleri gereken çok hasta adam benzetmesine döner yeniden. “Gizli bir düzenleme gerçekleşmeden önce, beklenmedik bir biçimde böyle bir felaket patlak verirse onu izleyecek şey, kaos, karışıklık ve kesinlikle bir Avrupa savaşı olacaktır.”
Bir kez daha Osmanlı İmparatorluğu’nun kapının eşiğinde olan ölümünü haber verdikten sonra “nihaî bağlantı” çerçevesinde, mirası Rusya’yla birlikte hesaplamak üzere İngiltere’ye çağrısını yineler. Çar, henüz kendi “ileriye ait düzenlemesı”ni çizmekten kaçınmakta, bir çeşit parlamenter yoldan, paylaşma durumunda, gözden uzak tutulmayacak ana noktayı ortaya koymakla yetinmektedir:
“Sizinle bir dost ve bir centilmen olarak konuşmak arzusundayım, İngiltere ile ben, bu konuda bir anlayışa varırsak, geri kalanlar benim için çok az önem taşıyor. Başkalarının ne yaptığı ya da düşündüğü benim için önemli değil. Öyleyse, açık yürekle ve özdenlikle söylemeliyim ki, eğer İngiltere günün birinde İstanbul’a konmayı düşünüyorsa, buna izin vermeyeceğim. Size böyle bir niyet taşıyorsunuz demiyorum, ama bu gibi konularda açık konuşmak daha iyidir. Bana gelince, aynı şekilde, işgalci olarak demiyorum, ama mal sahibi olarak İstanbul’a yerleşme konusunda söz vermeye hazırım. Olabilir ki, daha önceden hazırlık yapılmamışsa, her şey talihe bırakılmışsa, koşullar beni, İstanbul’u işgal etme noktasına getirebilir.”
Bu durumda İngiltere’nin İstanbul’a yerleşmesi yasaklanıyor. Çar, mülk sahibi olarak değilse bile, en azından geçici bir kiracı sıfatıyla böyle yapacaktır. Britanya elçisi, açıklamasındaki içtenlikten ötürü haşmetmeaplarına teşekkürlerini sunar. Ondan sonra Nikola, Wellignton düküyle geçmiş görüşmesini anımsar. Bu görüşmenin kaydı ve résumé’si[161] 1844 muhtırasıdır. Günün konusuna –çarın kutsal yerlere ilişkin isteklerine– geçen Britanya elçisi, kaygılarını dile getirir:
“Rus ordusunun ortaya çıkışı iki sonuç doğurabilirdi – birincisi, Fransa’nın karşı gösteride bulunmasına yolaçabilirdi, ikincisi ve daha önemlisi, sultanın ayaklanmalar ve parasal bunalımlarla zaten çok fazla zayıflamış olan otoritesine karşı hıristiyan nüfusun başkaldırmasına olanak verebilirdi, imparator, bana, kuvvetlerinin henüz herhangi bir harekete girişmemiş olduğuna (n’ont pas bougé)[162] dair güvence verdi ve herhangi bir ilerlemeye gerek olmayacağını umduğunu söyledi. Sultanın topraklarına Fransızların herhangi bir sefer yapması ile ilgili olarak da, haşmetmeapları, böyle bir adımın, işleri derhal bunalıma sürükleyecek olduğunu, onurunu koruma duygusunun, onu, gecikmeksizin ve duraksamaksızın kuvvetlerini Türkiye’ye yollamaya zorlayacağını, böyle bir ilerleme Büyük Türk’ün (le Grand Turc)[163] devrilmesine yolaçarsa, bundan esef duyacağını, ancak zorlandığı yolda davrandığı düşüncesinde olacağını söyledi.”
Osmanlı İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılması için “ileriye ait bir düzenleme” tasarlanması ve “varolan düzenin yerini alması, düşünülen yeni bir düzenin kurulmasına ilişkin her şeyle ilgili olarak önceden bir uzlaşmaya girme” – işte çarın, üzerinde çalışması için İngiltere’ye verdiği tema budur. Öğrencisini, denklemi başarıyla çözerse neler kazanabileceğine dair bir söylevle ceseratlendirir ve babaca bir öğütle uğurlar:
“Türkiye’nin kaderiyle en yakından ilgilenen bellibaşlı iki hükümet tarafından kabul edilecek önlemler sonucu, Avrupa’da müslüman yönetiminin ortadan kaldırılmasının yaratacağı boşluk, genel barışın kesintiye uğramasına yolaçmaksızın doldurulabilirse, 19. yüzyıl uygarlığı, soylu bir zafer elde etmiş olacaktır.”
İngiltere’ye yöneltilen bu çağrıya, Lord John Russell, 9 Şubat 1853 tarihinde, gizli, kişiye özel bir yanıt gönderdi Lord John Russell, çarın, müttefik bir devletin gelecekte paylaşılması konusunda sırf kendisiyle gizli yazışmalara girmek suretiyle İngiltere’yi yanlış bir noktaya zorlamak gibi haince bir niyeti olduğunu kavrayabilseydi, o da çar gibi davranır, St. Petersburg’a resmî bir yazı gönderecek yerde, Baron Brunnow’a sözlü bir yanıtlamayla yetinirdi Gizli belgeler kamaraya sunulmadan önce The Times gazetesi Lord John’un yazısını, çarın önerisini “şiddetle reddeden” çok güçlü bir yanıt olarak nitelemişti Aynı gazete dünkü sayısında ise Lord John’a övgüsünü geri alıyor, “tam olmayan bilgiye dayanan övgüyü gerçekte bu belgenin hak etmediğini” ilan ediyor. The Times’ın Lord John’a öfkesinin nedeni, onun Avam kamarasının cuma günkü oturumunda yaptığı açıklama. Lord John, yazışmaları bu gazeteye verme gibi bir alışkanlığının elbette olmadığını, üstelik Sir G. H. Seymour’a verdiği yanıt hakkındaki yazıyı, yayınlanışından üç gün sonraya kadar okumamış olduğunu söylemişti
1814’ten bu yana İngiliz bakanların Rusya’yla yazışmalarında, güçlü konuşmak şöyle dursun, alçak perdeden, miskin tonlarına tanık olan herkes, Lord John’ın yazısını, bu küçük dünyalının kahramanca bir gösterisi olarak kabul ve itiraf etmek zorunda kalacaktır.
Belge, tarihe önemli bir katkıda bulunacak nitelikte olduğu ve görüşmelerin gelişmesini gözler önüne tam serdiği için, okurlarınız bu belgeyi in extenso[164] bilmekten mutluluk duyacaklardır:
LORD JOHN RUSSELL’DAN SİR G. H. SEYMOUR’A
(GİZLİ VE HİZMETE ÖZEL)
Dışişleri Bakanlığı, 9 Ocak 1853
Efendim! 22 Ocak tarihli gizli ve özel yazınızı aldım ve kraliçeye sundum. Haşmetmeapları her zaman olduğu gibi bu kez de, imparator hazretlerinin ılımlı, içten ve dost davranışını görmenin mutluluğu içindedir. Haşmetmeapları aynı ılımlı, içten ve dostça görüşme anlayışı içinde karşılık vermemi buyurdular. İmparator hazretlerinin ortaya koydukları sorun çok ciddidir. Sorun, Türk imparatorluğunun çökmesinin olası ya da yakın bulunması varsayımı gözönüne alınarak, beklenmedik bir sırada ve ilerisi için bir plan düşünülmemişken, ortaya çıkmaları bir felakete yolaçabilecek olan kaos, karışıklık ya da mutlak bir Avrupa savaşı ile yüzyüze gelmektense, böyle bir olasılığa karşı hazırlıklı bulunmanın daha iyi olup olmadığı sorunudur. İmparator hazretlerinin, hükümetinizin dikkatini çekmeniz arzusundayım dediği nokta budur. Bu ciddi sorun üzerinde dururken, haşmetmeapları hükümeti, bu geniş Avrupa sorununa bir çözüm bulunmasını gerektirecek herhangi bir bunalımın henüz sözkonusu olmadığı düşüncesindedir. Kutsal yerlerle ilgili anlaşmazlıklar doğmuştur, ama bu anlaşmazlıklar, Babıâliden çok Rusya ile Fransa’yı ilgilendirmektedir. Türkiye hükümetinin dışındadır. Türklerin Karadağ’a saldırısı, Avusturya ile Babıâli arasında, ilişkilerin kötüleşmesine yolaçmıştır. Ama buda sultanın otorite ve güvenliğinden çok, Avusturya sınırlarını tehdit eden tehlikelerle ilgilidir. Görüldüğü gibi, sultana, ülkesi içinde barışı sürdüremediğini ya da komşularıyla dostça ilişkilerini koruyamadığını söylemek için yeter neden yoktur. Ayrıca haşmetmeaplarının hükümetine öyle görünüyor ki, üzerinde düşünülen olayın da, ne zaman olacağı belli değildir. Wilhelm III ile Louis XIV, İspanya Kralı Charles II’nin tahtına veraset konusunda anlaşma yaparken uzakta olmayan bir olay için hazırlanıyorlardı, ispanya hükümdarının hastalıkları ve insan ömrünün belirli oluşu, görünenin yakın ve kesin olduğunu ortaya koyuyordu. İspanya kralının ölümünü, bölüşme antlaşması, hiçbir biçimde hızlandırmış değildir. Aynı şey, geçen yüzyılda, Affedicilerin son prensinin ölümü üzerine Toskana’nın eldeğiştirmesi konusunda yapılan hazırlık için de söylenebilir. Ama Osmanlı İmparatorluğumun dağılışı için hazırlık yapmak başka bir şeydir. Böyle bir şey, yirmi, elli, belki de yüz yıl sonra olabilir. Bu koşullar altında, sultanın topraklarını önceden dağıtmak, Büyük Britanya kraliçesinin ve en az onun kadar Rus imparatorunun sultana karşı beslediği dostça duygularla bağdaşmaz. Bu düşüncenin yanısıra, kabul edilmelidir ki, böyle bir durumda yapılacak anlaşma, anlaşma yapılan şeyin gerçekleşmesi olasılığını kesin olarak hızlandırır. Dürüst davranılacaksa, Avusturya ve Fransa’nın, böyle bir antlaşmadan habersiz tutulmamalan gerekir. Kaldı ki, böyle bir gizleme, bir Avrupa savaşını önleme amacıyla da bağdaşmaz. Gerçekten, imparator hazretleri böyle bir gizleme niyetinde olamaz. Bu nedenle, bundan, Büyük Britanya ile Rusya, izlenecek yol üzerinde anlaşırlarsa ve bunu uygulamaya karar verirlerse, niyetlerini, Avrupa’nın büyük devletlerine bildirmeleri gerektiği anlamı çıkarılmalıdır. Böyle yapılan ve böyle haber verilen bir anlaşma uzun süre saklı kalamaz ve böyle bir anlaşmanın varlığının öğrenilmesi bir yandan sultanı endişeye düşürür ve yabancılaştırırken, bir yandan da onun bütün düşmanlarını daha fazla şiddete ve daha inatçı çatışmalara kışkırtır. [sayfa 304] Düşmanlarının hepsi, sonunda mutlaka galip gelme inancıyla savaşırken, sultanın generalleri ve askerleri, herhangi bir başarının, uğrunda çarpıştıkları davayı kesin ve son yenilgiden kurtaramayacağı düşüncesine kapılabilirler. Şimdi korkulan anarşi de böylece doğar, güçlenir ve hastanın dostlarının öngörüsü, hastanın ölüm nedeni olabilir. Haşmetmeaplarının hükümeti, benzer bir antlaşmanın uygulanmasına ilişkin tehlikeleri büyütme gereğini duymuyor. Veraset Savaşı örneği, karşı konamaz ihlal eğilimleri ağır bastığı zaman, bu tür antlaşmalara ne kadar az saygı duyulduğunu göstermeye yeterlidir, İstanbul’un sahibi değil, ama emanetçisi sıfatıyla Rus imparatorunun yeri, bir yandan kendi ulusunun uzun süreden beri beslediği duyguların, bir yandan Avrupa’da duyulacak kıskançlığın ortaya çıkaracağı sayısız tehlikelere açık olacaktır. Her kim olursa olsun, İstanbul’un son sahibinden, Mehmed II’nin varislerinin atıl, sırtüstü gelmiş kaygısızlığını göstermesi beklenemez. Akdeniz ile Karadeniz kapılarını tutan İstanbul hükümdarı, doğal olarak Avrupa olayları üzerinde büyük bir etkinliğe sahip olacaktır. Bu etkinlik Rusya’nın yararına kullanılabilir; aynı etkinlik Rusya’nın gücünü önleme ve denetleme yolunda da kullanılabilir, imparator hazretleri basiretli ve haklı olarak şöyle demiştir: Benim ülkem o kadar geniş ve her bakımdan o kadar mutlu ki, benim daha fazla toprak ya da sahip olduğumdan daha fazla kudret istemem akıllıca bir şey olamaz. Tam tersine, demiştir imparator, bizim için büyük ve belki de tek tehlike, esasen çok geniş olan bir imparatorluğu daha da genişletmekten doğabilir. Ancak, Babıâlinin yerini alacak güçlü ve muhteris bir devlet, imparator ya da ondan sonra gelecek olanların savaşa girmesini zorunlu kılabilir. Böylece ne İngiltere, ne Fransa, ne de muhtemelen Avusturya, İstanbul’u sürekli olarak Rusya’nın elinde görmeye razı olmayacakları için, Avrupa savaşı, bizzat o savaşı önlemek için tutulmuş yoldan çıkabilir. Haşmetmeapları hükümeti, Büyük Britanya adına, İstanbul’u alma niyet ya da arzusunu kesinlikle reddeder, imparator hazretleri buna güvenebilir. Hükümet aynı biçimde, Rus imparatoruyla daha önceden yazışmaksızın, Türkiye’nin çökmesi olasılığına karşı hazırlıklı bulunmak üzere herhangi bir anlaşmaya girmeyeceğine dair güvence vermeye de hazırdır. Şu halde, genel olarak, haşmetmeaplarının hükümeti, hiçbir siyasetin, imparator hazretlerinin şimdiye dek izlediği ve adını, gereksiz fetihler ve geçici onurla ölümsüzleştirmeye çalışmış hükümdarlardan daha büyük bir üne kavuşturacak olan siyasetten daha akıllıca, daha çıkar gözetmez ve Avrupa’nın daha yararına bir siyaset olabileceği kanısında değildir. Bu siyasetinin başarısı için Türkiye’ye karşı olabildiği ölçüde sabırlı davranılması; büyük Avrupa devletlerinin gerekli görebilecekleri herhangi bir isteğin, buyurgan bir istek olarak değil, ama dostça görüşme konusu olarak öne sürülmesi; sultanı zorlamayı amaçlayan askerî gösterilerden, donanmanın gösterilerinden olabildiği ölçüde kaçınılması; Türkiye’yi ilgilendiren sorunlardaki ayrılıkların, Babıâlinin yetkileri çerçevesinde, büyük devletler arasındaki karşılıklı uyuşmadan sonra çözümlenmesi ve Türkiye’nin zayıflığından yararlanarak zorlanmaması arzu edilir. Haşmetmeaplarının hükümeti bütün bu uyanlara, şu noktayı da eklemek [sayfa 305] ister: Hükümetin gözünde, sultana, hıristiyan uyruklarına, Avrupa’nın aydın uluslarına genellikle egemen olduğu üzere, dinsel özgürlük ve eşitlik ilkeleriyle uyarlı olarak davranmasının salık verilmesi esaslı bir noktadır. Türk hükümeti, tarafsız yasa ve eşit yönetim kurallarını ne kadar benimserse, Rus imparatoru, görevinin gereği olduğuna ve antlaşmayla onaylandığına kuşku bulunmamakla birlikte, zahmetli ve ağır bir yük olarak gördüğü istisnai koruyuculuğa o kadar az başvurmak durumunda kalacaktır. Bu yazıyı Kont Nesselrod’a okuyabilirsiniz ve eğer arzu edilirse, bir kopyasını, imparatorun eline bizzat teslim edebilirsiniz. O durumda, bu yazıyı sunarken, haşmetmeapları hükümetinin, imparator hazretlerinin tutumundan esinlenen dostluk ve güven duygularını iletiniz.
Saygı vb..
J. Russell
Bu çözümlemenin bir sonuca bağlanmasını, gelecek mektubuma bırakmak zorunda bulunuyorum. Ancak sözümü bitirmeden, daha önceki haberlere ek olarak, kamuoyuna açılmayan bir kaynaktan aldığım, Prusya’nın davranış ve tasarımlarına ilişkin en son haberi vermek istiyorum.
Rusya’yla İngiliz-Fransız ittifakı arasındaki çekişmenin zaten tepe noktasına çıkmış bulunduğu bir sırada imparator Nikola, Berlin’deki kayınbiraderine,[165] kendi elyazısıyla bir mektup göndermiş, gerçi İngiltere’yle Fransa’nın denizlerde kendisine bir parça zarar verebileceklerini, ancak nisan sonunda savaşa girişmeye hazır hale gelecek 600.000 kişilik bir ordusu olduğu için, karada kendilerinden korkmadığını bildirmiştir, imparator, eğer Friedrich Wilhelm, Paris’e yürümeyi ve Louis Napoléon’u devirmeyi yüklenirse, bu ordunun 200.000 kişilik bir bölümünü onun komutasına verebileceğini belirtmiştir. Ahmak kral bu öneriye kendini o kadar kaptırmıştır ki, böyle bir yükümlülük altına girmemesi için Manteuffel’in kendisini inandırması, üç gün süren görüşmeleri gerektirmiştir. Kral için bu kadar söz yeter.
Von Manteuffel’e, Prusya orta sınıflarının kendisiyle gurur duydukları bu “büyük karakter’e gelince, imparatorun, yukarda sözünü ettiğim mektubunun alındığı sıralarda, Londra’daki elçisi Bunsel’e gönderdiği ve benim özel mektuplarımın Bunsel’in eline ulaştığı yollardan daha başka bir yoldan benim elime geçen mektubu, bu bayı, apaçık ortaya koyuyor.183 Bu talimatın kapsadığı hususlar, üslubunun aşağılık kaypaklığı ile, başöğretmeni ve talim çavuşunu derhal ele veriyor. Aşağı yukarı şöyle: “Rüzgarın nereden estiğine iyi dikkat et. Eğer İngiltere’nin Fransa’yla gerçek bir ittifak içinde olduğunu ve savaşta kararlı bulunduğunu anlarsan, ‘Türkiye’nin bütünlüğü ve bağımsızlığının yanında yer al. Eğer İngiltere’nin güdeceği siyasette kararsız olduğunu ve savaş eğilimi taşımadığını görürsen mızrağınla ortaya çık, senin ve benim efendim olan kralın karakter ve onuru adına mızrağını kır.”
New-York Daily Tribune
n° 4045, 5 Nisan 1854
KARL MARX
GİZLİ DİPLOMATİK YAZIŞMALAR
Londra, Salı, 24 Mart 1854
Lord John Russell’in mektubu, gerçi tümüyle düşünülünce, çarın, Türkiye’nin olası parçalanması konusunda daha önceden bir uzlaşmaya varma önerisinin nezaketle geri çevrilmesi diye tanımlanabilir ama, bu mektupta, okurlarınızın dikkatini çekmek istediğim bazı garip bölümler var. Lord John şöyle diyor:
“Sultana, ülkesi içinde barışı sürdüremediğini ya da komşularıyla dostça ilişkilerini koruyamadığını söylemek için yeter neden yoktur.”
Şimdi, Sir H. Seymour’un gizli yazışmalarının hiçbir yerinde, çarın, sultana bu türden bir şey söylenmesini önerdiğine dair en küçük bir ima görmüyoruz. Bu durumda, ya Lord Russell, bu tür bir adıma karşı durmayı öne sürüyor görünürken, böyle bir adımın atılmasını kendisi istemiştir, ya da Sir Hamilton’ın bazı yazılan, parlamentoya sunulan belgelerin arasına konmamıştır. Daha çok ikinci olasılıktan kuşkulanmamız gerekiyor, çünkü sadece onaltı gün sonra, 25 Şubat 1853 tarihinde, dışişleri bakanlığına getirilen Lord Clarendon, Lord Stratford de Redcliffe’e şu buyruğu vermiştir:
“Osmanlı imparatorluğunun bugün çok tehlikeli bir durumda bulunduğu endişesinin, majestelerinin hükümetinde hangi nedenlerden ileri geldiğini ekselansınız sultanın, akıllılığı ve onuru ile bağdaşan bir içtenlik ve açıklıkla anlatacaksınız. Babıâlinin çaresini bulamadığı ya da bulmak niyetinde olmadığı yabancı ulusların [sayfa 308] gittikçe artarak karşılaştıkları zorluklar, Babıâlinin kendi işlerinin kötü yönetimi, ve Türkiye’deki yürütme gücünün gittikçe artan zayıflığı, Babıâlinin müttefiklerini son günlerde yeni ve tedirgin eder bir tutum takınmaya götürmüştür. Bu durumun sürüp gitmesi, Babıâlinin hıristiyan uyruklarının genel bir kızgınlığını doğurabilir ve imparatorluğun bağımsızlığı ve bütünlüğü uğursuzluğa neden olabilir; böyle bir yıkımın majestenin hükümetini çok üzeceği muhakkak olmakla birlikte sözkonusu hükümet, bunun, bazı Avrupalı büyük devletlerce olası ve yakın görülmekte olduğunu Babıâliye bildirmeyi görevi sayar.” (Roma-katolik ve Rum-ortodoks kiliselerinin hakları ve ayrıcalıkları hakkındaki Mavi Kitaba bkz: c. I, s. 81-82.)
Bu, İngiltere’nin sultana, “ülkesi içinde barışı sürdüremediğini ya da komşularıyla dostça ilişkilerini koruyamadığını söylemesi’ değil miydi? Çar, gayet düşüncesizce, İngiltere’nin İstanbul’a yerleşmesine izin vermeyeceğini, ama kendisinin, mal sahibi olarak değilse bile, en azından emanetçi olarak İstanbul’a elkoymayı düşündüğünü Sir Hamilton’a söylemişti. Bu küstah açıklamaya Lord John nasıl karşılık veriyor? “İstanbul’u alma arzularını” Büyük Britanya adına reddediyor. Çardan benzeri bir yüklenim istiyor değil.
Lord John Hamilton şöyle diyordu: “İstanbul’un sahibi değil de mütevellisi olarak Rusya çarının durumu, gerek kendi ulusunun uzun süredir baskı altında tutulmuş tutkusu, gerek Avrupa’nın kıskançlığı yüzünden sayısız tehlikelere maruz kalır.”
İngiltere’nin muhalefeti değil, Avrupa’nın kıskançlıkları!
İngiltere’ye gelince o “İstanbul’u sürekli olarak Rusya’nın elinde görmeye” izin vermeyecektir – hayır, Lord John Rusya’ya karşı, Rusya’nın İngiltere’ye karşı konuştuğu tonla konuşmaya cesaret edemez. Bu nedenle İngiltere, “İstanbul’u sürekli olarak Rusya’nın elinde görmeye razı olmayacaktır”. Şu halde geçici olarak görmeye razı olacaktır. Başka deyişle, çarın önerisiyle birleşmektedir, İngiltere çarın reddettiği şeye izin vermeyecektir, ama çarın yapmaya niyetlendiği şeye katlanmaya hazırdır.
Çarın emanetçi olarak İstanbul’a elkoymasına “razı olmayan” Lord John, İngiltere hükümeti adına, “Rusya’yla daha önceden yazışmaksızın, Türkiye’nin çökmesi olasılığına karşı hazırlıklı bulunmak üzere herhangi bir anlaşmaya girmeyeceğini” bildiriyor.
Bu şu demektir: çar, İngiltere’yle temas etmeden önce, Avusturya ile anlaşma yapmış olduğu halde, İngiltere Fransa’yla bir anlaşmaya girmeden önce Rusya’yla temas kurmaya söz vermektedir. Lord John şöyle diyor: [sayfa 309]
“Bir bütün olarak, majesteniz çarın şimdiye kadar izlemiş olduğu politikadan daha akıllı, daha özgecil, ve Avrupa için daha iyiliksever bir politika benimsenemez.”
Kazak hazretleri, tahta geçişinde saptanan siyaseti, hiç sapmaksızın izlemiştir, liberal Lord John da bu siyasetin hiç çıkar gözetmez ve Avrupa’nın yararına bir siyaset olduğunu ilan ediyor.
Bugünkü Doğu anlaşmazlığında görünürdeki ana tartışma noktası, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Rum Ortodokslar üzerinde Rusya’nın dinsel koruma hakkı iddiasıdır. Çar, iddialarını örtmek şöyle dursun, Sir Hamilton’a, “antlaşma gereğince, bu milyonlarca insana gözkulak olmaya hakkı olduğunu”, “hakkını ılımlı biçimde ve seyrek kullandığını” ve “bu hakkın, bazısı hayli güç olan yüklenimleri beraberinde getirdiğini” açıkça söylemiştir. Lord John Russell, çara, böyle bir antlaşmanın var olmadığını, çarın böyle bir hakkı olmadığını mı söylüyor? İngiltere’nin Rusya’daki Protestanlara ya da Fransa’nın Büyük Britanya’daki İrlandalılara karışmaya ne kadar hakkı varsa, çarın da Türkiye’deki Rum Ortodokslara karışmaya ancak o kadar hakkı olduğunu mu söylüyor? Bırakalım kendisi yanıtlasın:
“Majestenin hükümeti, hıristiyan uyruklarına karşı hak eşitliği ve inanç özgürlüğü esaslarına uygun olarak davranmasının sultana tavsiye edilmesinin şart olduğu kanısındadır. ... Türk hükümeti, tarafsız yasaları ve eşit yönetimi ne kadar benimserse, Rusya çan da, görevin şart koştuğuna ve anlaşmanın uygun gördüğüne kuşku olmayan ama majeste, çarın çok ağır bulduğu istisnai korumayı bu uyruklara sağlamayı o kadar az gerekli görecektir.”
Babıâlinin uyrukları üzerinde, Rusya’nın, anlaşmayla onaylanmış istisnai koruyuculuğu! Lord John, buna kuşku yok diyor. Lord John, dürüst bir insan. Lord John, haşmetmeaplarının hükümeti adına konuşuyor. Ve Lord John, Otokrata hitabediyor. Öyleyse neden gelir vergisini bir kat artırıyor ve savaş hazırlıklarıyla dünyayı karıştırıyor? Birkaç hafta önce parlamentoda bir Kassandra edasıyla ayağa kalkıp çığlıklar atarak, zıp zıp zıplayarak, elini-kolunu savurarak çarın sadakatsizliğine, hainliğine abartılmış lanetler yağdırırken Lord John’un yaptığı neydi? Sezar’a, Sezar’ın istisnai koruyuculuğuna ilişkin iddialarının “görevinin gereği olduğunu ve antlaşmayla onaylandığını!” o söylememiş miydi?
Karma hükümetin yakınması gereken şey, çarın kendinden bir şeyler saklaması ya da ağzını sıkı tutması değil, ama tam tersine, kendini küstah bir teklifsizlikle onların önüne serme cesareti göstermesi, onları en gizli tasarımlarının taşıyıcısı yapması ve böylece Downing Street[166] hükümetini Alexander Newski’deki özel [sayfa 310] hükümete dönüştürmesiydi. Adamın biri, size, sizin dostunuzu öldürme niyetinde olduğunu itiraf ediyor. Size, yağma için kendisiyle önceden bir uzlaşmaya varmanız için yalvarıyor. Eğer bu adam Rus imparatoruysa, siz de bir İngiliz bakansanız, onu sanık kürsüsüne çağırmayacaksınız, ama size gösterdiği büyük güven için kendisine büyük bir alçakgönüllülükle şükranlarınızı bildireceksiniz ve John Russell’in yaptığı gibi “ılımlı, içten ve dost davranışını teslim etmenin” mutluluğunu duyacaksınız.
St. Petersburg’a dönelim. 20 Şubat gecesi – Prens Mençikov’un İstanbul’a varışından sadece sekiz gün önce– Grand Düşesin verdiği soirée’de,[167] Otokrat, Sir Hamilton Seymour’un yanına gelir, bu iki “centilmenin arasında şu konuşma geçer:
Çar: “Öyle ise yanıtınızı aldınız, ve onu yarın bana getireceksiniz.
Sir Hamilton: “Bu şerefe nail olacağım majeste, ama majesteniz biliyor ki, yanıtın içeriği, majestenize belirttiğim gibi beklenilen yanıtın tamamen aynıdır.”
Çar: “Bunu üzüntüyle anlıyorum; ama sizin hükümetiniz benim planlarımı doğru olarak kavramış. Beni, hasta adamın ölümü üzerine neyin yapılması gerekeceğinden çok, neyin yapılmaması gerekeceği hakkında İngiltere ile bir karara varmak ilgilendiriyor.”
Sir Hamilton: “Ama, majeste, izninizle şunu söyleyeyim ki, biz hasta adamın ölüm yatağında yatmakta olduğunu gösteren bir neden görmüyoruz. Ülkeler öyle hemen çabuk ölmezler. Öngörülmeyen bir bunalım olmadıkça Türkiye daha birçok yıl yaşar, işte, majeste, böyle bir bunalımı yaratmaya elverişli bütün koşullardan kaçınmada majestenin hükümeti sizin yüce gönüllü yardımınıza güveniyor.”
Çar: “Size şunu söyleyeyim, hükümetiniz, Türkiye’nin hâlâ herhangi bir varlık unsurunu kendinde bulundurduğu inancına sahip olacak kadar yanlış düşünceye vardırılmış ise, bu konuda yanıltıcı haberler almış olması gerekir. Size tekrar ediyorum, hasta adam ölüm döşeğinde yatmaktadır; ve böyle bir olayın bizi hazırlıksız yakalamasına hiçbir zaman meydan vermemeliyiz. Herhangi bir anlaşmaya varmamız gereklidir. Ve belirtmek isterim ki, herhangi bir sözleşme ya da protokol isteğinde bulunmuyorum; istediğim, genel bir uyuşmadan ibarettir – namuslu kişiler arasında bu yeterlidir. Şimdilik bu kadar; yarın beni görmeye gelirsiniz.”
Sir Hamilton “haşmetmeaplarına yürekten teşekkür eder”, ama daha imparatorluk salonundan ayrılıp evine dönmeden içine [sayfa 311] kuşku girer, bunun üzerine masasına oturur, konuşma hakkında Lord John’a bir rapor yazar ve yazısını, mektubunun kenarına iliştirdiği şu dikkate değer notla özetler:
“Bir komşu devletin yakın çöküşünü böyle bir inatçılık ile bekleyen bir hükümdarın, böyle bir çözüm değilse bile başka bir çözüm saatinin yakın olduğuna gönlünde karar vermiş bulunmasından başka türlüsü olamaz. ... Rusya ile Avusturya arasında bu hususta belki genel ama herhalde özel bir anlaşma bulunmadan varsayıma pek cesaret edilemezdi. Kuşkumun yerinde olduğu kabul edilirse çar, kendi hükümeti ile birlikte majestelerinin hükümeti ve Viyana kabinesinin katılmasıyla Türkiye’nin kesin bölüşülmesi hakkında bir planı, ama Fransa’yı hariç tutarak, bu düzenden sağlamak niyetindedir.”
Bu mektup, Londra’ya 6 Mart tarihinde ulaştı. O tarihte artık Lord John, dışişleri bakanı değildi, onun yerini Lord Clarendon almıştı. Türkiye’nin bu ağlamaklı aşığının kafasında elçinin bu mektubunun yarattığı izlenim oldukça şaşırtıcıdır. Çarın, Fransa’yı dışarda tutarak Türkiye’yi paylaşma yolundaki haince tasarımını çok iyi bildiği halde, Lord Clarendon, Londra’daki Fransız elçisi Waleski’ye, “kendileri”nin, Fransa gibi davranmayarak, “Rus imparatoruna güven duyma eğiliminde olduklarını, kuşku siyasetinin ne akıllıca, ne de güven sağlayıcı olduğunu” söylemiştir.
“Rusya çarına güvenmek eğiliminde olduğunu”, “güvensizlik politikasının ne akıllı ne de güvenilir olacağını”, ve “politikaları ve çıkarları birbirine uygun düştüğü takdirde İngiltere ve Fransa hükümetlerinin daima birlikte yürüyeceklerinden umutlu olmakla birlikte, Fransız hükümetinin son tutumunun, arzu edilecek bu sonucu sağlamaya doğrudan elverişli olmadığını açıkça belirtmek zorunda bulunduğunu”. (Mavi Kitap, c. I, s. 93 ve 98’e bakınız) belirtmektedir.
En passant dikkat edilsin ki, çar, St. Petersburg’da Britanya elçisine telkinlerde bulunurken, The Times, Londra’da hemen her gün, Türkiye’nin umutsuz bir durumda bulunduğunu, Osmanlı imparatorluğunun parçalanmakta olduğunu, imparatorluktan geriye “sarıklı bir Türk başı”ndan başka bir şey kalmadığını yineleyip duruyordu.
İmparatorluk soirée’sindeki görüşmenin ertesi günü sabah, aldığı çağrı üzerine, Sir G. H. Seymour çarın huzuruna çıkar, aralarında “bir saat yirmi dakika süren bir dialogue” olur. Sir G. H. Seymour, bu konuşmayı da 22 Şubat 1853 tarihli mektubuyla Lord J. Russell’a bildirir.
İmparator, Lord John’un gizli ve özel mektubunu, Sir [sayfa 312] Hamilton’ın yüksek sesle okumasını ister. Bu mektupta yeralan açıklamaların, kuşkusuz çok tatmin edici olduğunu söyler, “biraz daha kuvvetlendirilmiş olmalarını arzu ederdim” der. Çar, Türkiye’nin, “ya bir dış savaş, ya da eski Türk partisi ile ‘yeni yüzeysel Fransız reformları’ yanlısı parti arasında bir çatışma, veya müslüman boyunduruğundan kurtulmak için zaten çok sabırsızlanmakta oldukları bilinen hıristiyanların bir ayaklanması yüzünden” bir yıkımın her an yakın olabileceğini yineler.
Çar, aşınmış kabadayılığını gösterme fırsatını da kaçırmaz, 1829’da “General Diebitsch’in muzaffer yürüyüşünü durdurmasaydı”, sultanın otoritesinin sona erecek olduğunu söyler – oysa bilinen bir gerçektir ki, çarın o zaman Türkiye üzerine gönderdiği 200.000 kişilik ordudan sadece 500 kişi geri dönebilmiştir; bundan başka, gene bilinen bir gerçektir ki, eğer Türk paşalarıyla yabancı elçilerin ortak ihaneti olmasaydı, Diebitsch’in ordusunun ayakta kalan kısmı da Edirne ovalarında yok edilebilirdi.
Çar, İngiltere ile Rusya arasında, sultanın yönetimindeki eyaletlerin önceden dağıtılması gibi bir düzenleme, ya da iki hükümet arasında resmî olmayan bir anlaşma istemediği noktasında ısrar etmektedir, imparator yalnızca, her iki tarafın arzu etmediği hususları “olayın patlak vermesi halinde, birbirlerine karşıt bir davranış, içine girmemeleri için, neyin İngiltere’nin çıkarlarına ters olduğunu, neyin Rusya’nın çıkarlarına aykırı düşeceğini” birbirlerine gizli olarak bildirmek suretiyle bir görüş alış-verişinde bulunmalarını, bir anlayışa ulaşmalarını istediğini söyler.
Çar, neyin yapılmaması gerektiği yolunda böyle olumsuz bir anlayışa varma sayesinde, istediklerinin hepsini elde etmiş olabilirdi: Her şeyden önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması İngiltere’yle Rusya arasında, olumsuz ve bazı koşullara bağlı olarak da olsa, bir fait accompli[168] olarak karara bağlanmış olduğu için, beklenen olasılığın sökün ettiğini İngiltere’ye makul bir biçimde gösterebilmek üzere işleri karıştırmak artık ona kalırdı, ikincisi, her ne kadar muğlak ve olumsuz (negative) anlaşma şeklinde olursa olsun, İngiltere ile Rusya arasında, Fransa’nın arkasında yapılan ve onu dışarda bırakan gizli bir hareket tasarımı, İngiltere ve Fransa’yı karşı karşıya getirirdi. Üçüncüsü, İngiltere, neyi yapmaması gerektiği hususunda olumsuz yüklentiler (taahhüt) altına girerek engellendiği için, çar, kendi olumlu (positive) hareket tasarımını sakin sakin düzenleme özgürlüğünü elde ederdi. Bunların yanısıra, apaçık ortada ki, belli bir olayda, birbirlerinin neyi yapmasına izin vermeyeceklerini kararlaştıran iki taraf, kaçamak bir [sayfa 313] yoldan neye izin vereceklerini saptamış olurlar. Bu tür bir olumsuzda anlaşma, iki taraftan, daha usta olana, daha büyük kolaylıklar sağlar.
Aklı karışan Sir Hailton “Herhalde haşmetmeapları” der, “bu olumsuz siyaset üzerindeki düşüncelerini açıklamak lütfunda bulunurlar”. Çar ilkin biraz nazlanır, direniyormuş gibi yapar, sonra nazik, baskıya boyun eğmiş görünerek, şu çok dikkate değer açıklamayı yapar:
“Rusların sürekli olarak İstanbul’a sahip olmalarını hoşgörmeyeceğim, ve bununla demek istiyorum ki, İstanbul’un İngilizlerin, Fransızların, ya da başka herhangi bir büyük devletin kullanımında olmasına hiçbir zaman meydan verilmemelidir. Öte yandan, Bizans imparatorluğunu tekrar kurmak girişimine ve Yunanistan’ın güçlü bir devlet durumuna gelecek şekilde böyle bir yayılmasına da hiçbir zaman izin veremem; Türkiye’nin küçük cumhuriyetler olarak parçalanarak Kossuth ve Mazzini ve öteki devrimci Avrupalıların sığmağı durumuna gelmesine ise hiç mi hiç izin veremem. Böyle bir düzenle bağdaşmaktansa savaşa başlarım, ve elimde bir tek tüfek ve bunu taşıyacak bir tek insan kalıncaya kadar savaşı sürdürürüm.”
Bizans İmparatorluğu’na hayır, Yunanistan’ın güçlü bir devlet olmak üzere genişlemesine hayır, küçük cumhuriyetlerin konfederasyonuna hayır – bunlar olmayacak. Peki öyleyse ne istiyor? Britanya elçisinin tahminde bulunmasına gerek yok. İmparator kendisi, konuşma sırasında, sorgucusuna birdenbire şunu önerir:
“Gerçekte prenslikler, benim korunağım altında bağımsız birer devlettir ve böyle kalabilirler. Sırbistan aynı hükümet şekline sahip olabilir; Bulgaristan da. Bu vilayetin bağımsız bir devlet kurmaması için herhangi bir neden görünürde yoktur. Mısır’a gelince, bu bölgenin İngiltere için önemini tamamen kavrıyorum. Bu itibarla, Osmanlı imparatorluğunun çöküşü üzerine bölüşülmesi sırasında Mısır’ı alacak olursanız buna karşı bir diyeceğim olmayacağını söylemekle yetiniyorum. Girit için de aynı şeyi söylüyorum; bu ada size vaadedilir, ve bir İngiliz mülkü olmaması için bir neden göremiyorum.”
Böylece, “Osmanlı imparatorluğumun dağılması halinde, herkesin sandığının tersine, tatmin edici bir toprak düzenlemesine ulaşılmasının çok güç olmayacağını” kanıtlar. Çar ne istediğini açık yürekle söylemektedir –Türkiye’nin paylaşılması– ve bu paylaşmanın, olabildiği kadar açıklıkla, söylediklerinden olduğu kadar söylemediklerinden de anlaşılan, genel bir çerçevesini çizmektedir. Mısır’la Girit İngiltere’ye verilmekte, prenslikler, [sayfa 314] Sırbistan ve Bulgaristan, Rusya’ya bağımlı devletler olarak kalmaktadır. Çarın kasıtlı olarak sözünü etmediği Türk Hırvatistanı, Bosna ve Hersek, Avusturya’ya katılacaktır. Yunanistan, “güçlenmesine yolaçmayacak biçimde” genişletilecektir – diyelim Aşağı Tesalya ile Arnavutluk’un bir parçasını alacaktır. İstanbul geçici olarak çar tarafından işgal edilecek, sonradan, Makedonya, Trakya ve Avrupa Türkiyesi’nden geri kalanları içine alacak bir devletin başkenti olacaktır. Ama, belki de Anadolu’nun bir parçasını da içine alarak büyütülecek olan bu küçük imparatorluğun kesin sahibi kim olacaktır? Bu noktada çar açılmıyor. Ama böyle bir imparatorluk için yedekte birini, yani kendi imparatorluğuna sahip olmak için canatan küçük oğlunu bulundurduğunu bilmeyen yok. Ya Fransa? O hiçbir şey almıyor mu? Galiba öyle. Ama hayır o da –kimse inanmaz ama– Tunus’la susturulacak. “Fransa’nın amaçlarından biri” diyor çar, Sir Hamilton’a “Tunus’u almaktır”. Kimbilir, belki de çar Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasında, Fransa’nın Tunus’a duyduğu iştihaya gözyumma büyüklüğünü gösterebilir.
Çar bütün konuşma boyunca Fransa’ya karşı tepeden bakan bir eda ile konuşur.”Öyle görünüyor ki” der, “Fransa hükümeti, bizi, hepimizi Doğu olaylarına bulaştırmak için çabalıyordu.” Oysa Fransa, çarın bir zerrecik bile umurunda değildir.
“Fransızların Doğu işlerinde hangi yolun izlenmesini uygun görecekleri beni pek az ilgilendirir, ve bir aydan az önce sultana, Fransızların tehditlerine karşı koymak için benim desteğime gereksinim duyarsa hizmete hazır olduğumu açıkladım.
“Bir sözcükle” diye çar devam etti, “size daha önce de söylemiş olduğum gibi, bütün istediğim İngiltere ile iyi bir anlaşmadan ibarettir, ve bu da neyin olması gerektiği değil, neyin olmaması gerektiği konusundadır.”
Sir Hamilton: “Ama majesteniz Avusturya’yı unutuyorsunuz!” diye itiraz etti.
Çar, Sir Hamilton’u hayretler içine düşürerek, “Oh”, dedi, “Şunu iyi biliniz ki, ben Rusya hakkında sözederken Avusturya hakkında da sözetmiş oluyorum; bunlardan biri için uygun olan öteki için de uygundur; Türkiye bakımından çıkarlarımız birbirinin tamamen aynıdır.”
Çar, daha önceki konuşmasında sultandan Vaudeville’in[169] “Büyük Türk”ü olarak sözederken, şimdi artık, Paul de Kock’un çıkardığı modaya uyarak “ce monsieur”[170] diye konuşmaktadır. [sayfa 315] Ce monsieure karşı onca sabrı göstermemiş midir? İstanbul’a sadece bir Mençikov göndermiştir. Oysa, Oltenitza ve Çetalya’da ve kendi ordusunun izzet ve ikbal ile çekildiği Kalafat’ta kanıtladığı gibi, “isteseydi, İstanbul’a bir ordu gönderebilirdi – onları durduracak hiçbir şey yoktu.”
Kazak hazretleri Sir Hamilton’ı şu sözlerle uğurlar: “Evet, hükümetinizi bu konular üzerinde yeniden yazmaya ikna edin – daha fazla ve çekinmeksizin yazmaya.”
Bu garip konuşmasından, daha doğrusu monologdan kısa süre sonra 17 Mart[171] tarihinde, Britanya elçisi, Kont Nesselrod tarafından çağrılır. Nesselrod, elçiye, “hazırlanmasını imparator hazretlerinin emrettiği, Lord John Russell’ın mektubuna bir yanıt ya da o mektubun yorumu olması düşüncesiyle yazılmış çok gizli bir muhtıra” verir. Kont Nesselrod, belgeyi elçinin okumasını ister, “aslında da yazı onun kullanması için hazırlanmıştır”. Sir Hamilton bunun üzerine belgeyi okur ve, Moskof’un Fransa’ya karşı itinayla yönelttiği haraketlerin hiçbirine karşı tek sözcükle protestoda bulunmadığı halde, dehşet içinde, “belgenin düzenlemesinde etkili olmuş izlenimin tamamen yanlış olduğunu görmüş; yani bu izlenime göre, Rusya ile Fransa arasında meydana gelmiş olan anlaşmazlıklarda majesteleri hükümetinin Fransa’nın tarafını tutmak eğiliminde olmuştur”. Sir Hamilton hemen ertesi sabah Kont Nesselrod’a özel bir not göndererek şu teminatı vermiştir:
“Son zamanlarda Fransa ile cereyan eden kritik görüşmelerde, İngiltere, sanıldığı gibi Fransa’nın tarafını tutmak eğiliminden çok uzak bulunmaktadır; tarafsız bir tutuma uymak zorunda(!!) olan bir hükümetin mümkün olan (!) bütün ölçüler içinde kalarak majesteleri çarın hükümetinin ileri sürmeye hakkı olan talepleri tamamen karşılamak arzusu, kraliçenin müşavirlerinde mevcuttur.”
Ertesi gün alelacele, Kont Nesselrod’a şu hususu belirten bir billet doux[172] gönderilir.
Bu yalvan mektubu üzerine, Sir Hamilton “Nesselrod ile çok dostça ve tatminkar bir görüşme” daha yapar. Nesselrod, imparatorun muhtırasmdaki bir bölümü elçinin yanlış anladığı, aslında imparatorun, İngiltere’yi, Fransa’ya arka çıkmak gibi bir taraf güderlikle suçlamadığı güvencesiyle, Britanya elçisini rahatlatır. Kont Nesselrod “tek şey” der, “çarın yüce gönüllülüğünün ve haklılık duygusunun çağrısı üzerine İngiltere hükümetinin, Fransız nazırlarının gözlerini açmak için bir-iki çaba göstermesinden ibaretti.”
Lord John’un mektubuna Rusya’nın yanıtı olan muhtırayı sir Hamilton,”Rus hükümeti tarafından değil ve ama imparatorun gizli hükümeti tarafından düzenlenmiş belgelerin en dikkate değer olanlarından biri” şeklinde tanımlıyor. Öyledir. Ancak bu belge, çarın “konuşmasında ortaya dökülen görüşlerinin sadece bir toplamı olduğu için, onun üzerinde ayrıca durmaya gerek yoktur. Muhtıra, İngiltere hükümetine, “bu yazışmaların, sonuç ne olursa olsun, iki hükümdar arasında sır olarak kalmasında ısrarlıdır. Muhtıraya göre, çarın sistemi, “İngiltere hükümeti tarafından da itiraf edildiği üzere, Babıâliye karşı her zaman sabırlı davranmak” şeklinde olmuştur. Fransa başka bir tutum takınmış, böylece Rusya’yla Avusturya’yı da, karşılık olarak, yıldırma siyasetine başvurmak zorunda bırakmıştır. Muhtıranın tümünde Rusya’yla Avusturya özdeştir. Muhtırada kutsal yerler sorunu ve “katoliklere verilen ödünlerden ötürü Rum ortodoslarm dinsel duygularının incitilmesi”, Türkiye’nin derhal çökmesine yolaçabilecek nedenlerden biri olarak özellikle anılıyor. Muhtıranın sonunda, “Sir Hamilton Seymour’un, imparatora bildirmekle görevlendirildiği, haşmetmeapları kraliçenin kişisel güven ve dostluğunun kanıtlarının”, Russell’ın mektubundaki güvencelerden “daha az değerli” olmadığı belirtiliyor. Kraliçe Victoria’nın çara bağlılığının bu “kanıtları”, İngiltere kamuoyundan dikkatle saklı tutuluyor, ama belki de günlerden bir gün Journal de St Petersburg’da yer alabilir.
Sir Hamilton, çarla görüşmesi ve Moskof muhtırası üzerinde yorum yaparken, hükümetinin dikkatini gene Avusturya’nın durumuna çekiyor.
“Türk sorunları hakkında iki imparator arasında bir anlaşma ya da bir sözleşmenin mevcut olduğu varsayılırsa, karşılıklı yüklenmiş olduğunuz yükümlülüklerin nereye kadar uzandığını bilmek çok büyük önem kazanmaktadır. Sözkonusu antlaşmanın ne şekilde imzalanmış olduğuna gelince, bu konuda kuşkuya pek yer yok gibi geliyor bana.
“Herhalde bunun esası, iki imparatorun güzün buluşmalarında kurulmuş olacak, ve sonra da kışı St. Petersburg’da geçirmiş olup şu anda hâlâ orada bulunan Avusturya sarayındaki Rus Elçisi Baron Meyendorf tarafından bu planın ayrıntılarını işlemiş olacaktır.”
Britanya hükümeti, bu açıklamayı aldıktan sonra Avusturya’dan bilgi istiyor mu? Hayır, o sadece Fransa’ya kabahat buluyor. Rusya, prenslikleri işgal ettikten sonra, İngiltere hükümeti, Avustur-ya’yı aracı olarak görevlendiriyor, bütün öteki kentler dururken Viyana’yı Konferans yeri olarak seçiyor, görüşmelerin yönünü saptamayı Kont Buol’a bırakıyor ve oniki ayı aşkın bir süreden beri Avusturya’nın, Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasını kabul ettiğini bildiği halde, hâlâ, Osmanlı imparatorluğunun bütünlüğü ve bağımsızlığı için Moskof’a karşı yapılacak bir savaşta Avusturya’nın içten bir müttefik olabileceğine inandırmaya çalışarak, Fransa’yı aptal yerine koyuyor.
Sir Hamilton’un çarla görüşmesine ait raporu Londra’ya 19 Mart tarihinde gelmiştir. Artık Lord John’un yerini Lord Clarendon doldurmakta ve selefinin yaptıklarını geliştirmektedir. Çarın artık gizleme gereğini duymadığı ve Türkiye ile Fransa’ya karşı hazırladığı fitneyi özdenlikle ortaya koyduğu bu hayret verici yazının alınışından dört gün sonra soylu örl, Sir Hamilton’a şu mektubu gönderiyor:
“Paris’te hüküm süren tedirginlik ve heyecanın, Fransız hükümetinin, donanmasına Yunan sularına gitmesi için emir vermiş olmasının nedenini oluşturmasını majestelerinin hükümeti üzüntü ile karşılamıştır. Ancak, Fransız hükümetinin tutumu birçok bakımdan İngiliz hükümetinin tutumundan farklıdır, İngiliz hükümetinin bildiğine göre, Fransız hükümeti, çarın Türkiye hakkında izlemeye karar vermiş olduğu politikası konusunda herhangi bir güvence almamıştır.” (Bkz: Mavi Kitap, c. I, s. 90.)
Eğer çar, “hasta adamın ölmekte olduğunu” Fransa’ya da bildirseydi, onun yerini almaya ilişkin tam bir planı, onlara da haber verseydi, Fransa, kuşkusuz, Türkiye’nin yazgısı, Prens Mençikov’un yüklendiği görevin gerçek amaçlan ve Rus imparatorunun “hiçbir varlık unsuru” taşımadığını iddia ettiği bir imparatorluğun bağımsızlık ve bütünlüğünü korumaktaki sarsılmaz azmi konusunda hiç kaygı ve çekingenlik duymazdı.
Aynı gün, yani 23 Mart tarihinde Clarendon örlü, Sir Hamilton Seymour’a ikinci bir yazı daha gönderiyor. Ancak bu yazı Mavi Kitaplar için “pişirilip kotarılan” türden değil, St. Petersburg’un gizli yazısına gizli yanıttır. Sir Hamilton, çarla yaptığı görüşmeye ait raporunun sonunda gayet akıllıca şunu salık vermişti:
"Bundan sonra bana gönderilecek telgrafın, görüşmelerin bağlayıcı konuları sayılmayacak hususların daha fazla gözönünde tutulmasına ya da hiç olmazsa görüşülmesine çok arzu edilen şekilde son verme etkisini yapacak bir-iki ifadeyi kapsamasını tavsiye etmeye cesaret ediyorum.”
Kendini, kor-ateşi eline alabilecek gerçek kişi sayan Clarendon örlü ise, çarın çağrısı ile tam uyuşum içinde ve kendi elçisinin uyarısına karşıt davranıyor. Lord Clarendon yazısına, “Heşmetmeaplarının hükümeti, imparatorun, konu daha fazla ve içtenlikle görüşülmelidir yollu arzularını sevinerek kabul eder.” diye başlıyor. Türkiye’yi parçalamakta, Fransa’ya ihanet etmekte ve Osmanlı yönetiminin devrilmesi halinde, hıristiyan nüfusun özgür ve bağımsız devletler kurmaya dönük çabalarını bastırmakta çara yardım edecekleri hususunda kendilerine “cömert bir güven” için, imparator, onlar adına “fikir beyanına” tam bir hak kazanmaktadır.
Özgür bir insan olarak doğmuş olan Britanyalı, sözünü sürdürüyor:
“Gelecekteki olasılıklar hakkında bir anlaşma, elverişli, ya da fiilen mümkün olursa, çar majestesinin sözünün, akdedilecek herhangi bir sözleşmeye üstün tutulması gerektiğine majestelerinin hükümeti tamamen kanidir.”
Britanya tacının hukuk danışmanları, Rusya’yla yapılmış bütün antlaşmaları, Rusya’nın çiğnemesi nedeniyle uzun süre önce, sona ermiş ilan ettiklerine göre, çarın sözü, her zaman, kendisiyle yapılacak herhangi bir ittifak kadar geçerli olmalıdır.
“Heşmetmeaplarının hükümeti, Türkiye’nin henüz varlık unsurlarını taşıdığı inancını sürdürmektedir.”
Bu inancın özdenliğini kanıtlamak için, örl, nezaketle ekliyor:
“Türk imparatorluğunun günlerinin sayılı olduğu konusunda çarın fikri açıklanacak olursa, bu ülkenin çöküşü, çar majestenizin bekler göründüğünden çok daha erken meydana gelecektir.”
Bu durumda, Calmuk’un yapması gereken şey, hasta adam ölüyor şeklindeki görüşünü açığa vurmasıydı ve adam ölüverecekti. Kıskanılası bir güç bu! Jericho’nun borazanlarına[173] hiç mi hiç gerek yok. imparatorun kutsal ağzından çıkacak bir nefes yeter, Osmanlı İmparatorluğu parça parça olacaktır.
“Majestelerinin hükümeti, aşağıdaki konularda çarın düşüncelerine tamamen katılmaktadır: Bugünkü güç dengesi ve Avrupa’da bansın korunması bakımlarından İstanbul’un büyük devletlerden biri tarafından işgali kabul edilemez ve kesin olarak olanaksız sayılmalıdır; bir Bizans imparatorluğunun tekrar yaratılması için herhangi bir unsur yoktur; Yunanistan’ın sistematik kötü yönetimi, arazisinin genişletilmesi konusunda hiçbir teşviki yerinde kılmamaktadır; il ve toplum yönetimine özgü koşullara sahip olmadığından, Türkiye’nin illerinin kendisine bırakılması ya da kendi başlarına cumhuriyetler kurmalarına meydan verilmesi anarşi ile sonuçlanır.”
Dikkat edilsin ki, Tatar efendisinin ayaklarına kapanan ve kölecesine onun sözlerini yansıtan Britanyalı bakan, Türkiye’de “bölgesel ya da komünal yönetim için herhangi bir maddi öz” olmadığı şeklindeki dev yalanı yinelemekten bile utanç duymuyor. Oysa Türkiye’yi şimdiye dek içerden ve dışardan gelen en ağır darbelere karşı ayakta tutan şeyin ta kendisi, bölgesel ve komünal yaşamın büyük ölçüde gelişmiş olmasıdır. Çarın ortaya koyduğu bütün nedenleri onaylayan Britanya hükümeti böylece, onun bu nedenlerden çıkarmak niyetinde olduğu sonuçlan da haklı kılmaktadır.
“Türk imparatorluğunun dağılması olasılığı doğduğu zaman” diyor yiğit örl, “barışçıl bir çözüm bulunması için denebilecek tek yol bir Avrupa kongresi olabilir.” Ama böyle bir kongrenin sonuçlarından korkmaktadır. Bu korku, İngiltere’yi Viyana Kongresinde aldatan Rusya’ya karşı değil, Fransa’ya karşıdır. Ruslar İngiltere’yi öyle aldatmışlardı ki, St. Helena adasındaki Napoléon bile “Waterloo’da ben galip gelseydim, İngiltere’ye zorla kabul ettireceğim koşullar bundan daha ağır olamazdı” demişti, İngiltere’nin korkusu, bunu yapmış olan Rusya’ya karşı değil, Fransa’ya karşıdır.
“1815 yılı antlaşmalarının bu takdirde gözden geçirilmeleri gerekir, ve böyle bir durumda, zafer kazanmış düşmanlar tarafından empoze edilmiş, kendisi için sürekli acı kaynağı oluşturan, ve ulusal onuru için sakıncalı saydığı yükümlülüklerden kurtulmak için Fransa derhal bir Avrupa savaşı olasılığına hazır bulunmalıdır.”
Haşmetmeaplarının hükümeti “Türk imparatorluğunun ayakta kalmasını”, Rusya’ya karşı bir siper olsun diye arzu etmiyor, ya da bu imparatorluğun çökmesi, İngiltere’yi, Doğuda taban tabana ters olan çıkarlarından ötürü Rusya’yla savaşa sürükler düşüncesiyle istemiyor. Oh! hayır, diyor örl. “Doğuda Rusya ile İngiltere’nin çıkarları tümden özdeştir.” İngiltere Türkiye’yi, Doğuya ilişkin herhangi bir düşünceyle değil, ama “Doğuda yaratılacak herhangi bir büyük sorunun, Batıda anlaşmazlık kaynağı haline geleceğine inandığı için” ayakta tutmak istiyor. Bu durumda bir Doğu Sorunu, Batılı devletlerle Rusya arasında değil, ama Batılı devletlerin kendi aralarında bir savaşa –yani İngiltere’yle Fransa arasında bir savaşa– yolaçabilir. Bu satırları yazan aynı bakan ve onaylayan arkadaşları bizleri aptal yerine koyuyorlar ve her ne kadar “Doğuda Rusya’yla İngiltere’nin çıkarları tümden özdeş” ise de, “Doğuda yaratılan bir sorun” nedeniyle, İngiltere ve Fransa’nın, Rusya’ya karşı ciddi bir savaş vereceğine bizi inandırmaya çalışıyorlar.
Cesur örl daha da ileri gidiyor. Acaba, Türk imparatorluğunun çökmesinin ve dağılmasının “zorunlu sonucu” diye ilan ettiği İngiliz-Fransız savaşından neden korkmaktadır? Fransa’yla savaş, kendi başına pek tatlı bir şey olabilir. Ama böyle bir savaşla ilişkili şu nazik koşul var:
“Batıdaki her büyük sorun devrimci bir nitelik kazanır, ve tüm toplumsal sistemin gözden geçirilmesini kapsar ki, Kıtadaki hükümetlerin böyle bir duruma hazır olmadıkları kesindir.
“Burjuva toplumun düzeyinin altında mayalanmakta olan malzemenin neler olduğunu çar tamamen bilmektedir, ve barış zamanında bile ne kadar kolaylıkla patlak vereceklerinin farkındadır. Bu itibarla çar majesteleri, ilk top güllesinin, kaçınılmaz şekilde savaşın getirdiği acılardan çok daha uğursuz koşulların var olmasının işaretini oluşturacağı fikrine elbette karşı çıkmayacaktır.”
İşte, diye haykırıyor barış taciri, “işte haşmetmeapları hükümetinin felaketi önleme çabası bundandır”. Türkiye’nin paylaşılmasının gerisinde Fransa’yla savaş ve Fransa’yla savaşın gerisinde de devrim pusu kurmuş olmasa, haşmetmeaplarının hükümeti de Büyük Türk’ü yutmaya en az Kazak hazretleri kadar hazır olurdu.
Rus hükümetinden, Sir H. Seymour aracılığıyla alınan buyrultular doğrultusunda, kahraman Clarendon, yazısını “imparatorun âlicenaplığına ve adalet duygularına” seslenerek bağlıyor.
Örlümüzün 5 Nisan 1853 tarihli ikinci bir mektubunda da Sir Hamilton’a, Rus hükümetine şu hususları bildirmesi emrediliyor:
“Vikont Stratford de Redcliffe tekrar görevinin başına dönmek talimatı almıştır, ve kendisi gibi yüksek mevkili, ve Türk sorunları hakkında geniş bilgi ve deneyim sahibi biri tarafından gelmesi halinde Babıâlinin ılımlı bir tavsiyeye daha çok kulak vereceği için majestelerinin kendi elyazısıyla kaleme alınmış bir mektup, vikontun görevine özel bir nitelik kazandırmaktadır. Vikont, Babıâliye, hıristiyan uyruklarına karşı azami ılımlılıkla davranmasını tavsiye edecektir.”
Bu ayrıntılı talimatı veren aynı Clarendon, 23 Mart 1853 günlü gizli telgrafında ise şöyle yazmaktadır:
“Hıristiyanlara karşı davranış sert değildir, ve Babıâlininuyruklarının bu bölümüne karşı göstermekte olduğu hoşgörü, Türkiye’yi barbar bir devlet olarak küçümseyen bazı hükümetler için pekala örnek teşkil edebilir.”[174]
Bu gizli mektupta, açıkça belirtildiğine göre, Lord Stratfort, İstanbul’a sultanın gözünü yıldırmanın en yetenekli üstelik gönüllü aracı olarak gönderilmiştir. Bu soylu kişi öteden beri Rusya’nın kişisel hasmı rolünü oynadığı için, onun gönderilmesi o günlere ait hükümet belgelerinde, çara karşı kuvvetli bir gösteri olarak sunulmuştur.
Kamaraya sunulan gizli belgeler dizisi, Rusya’nın muhtırasıyla bitiyor. Bu muhtırada Nikola, doğuda patlak verebilecek aşırı bir gelişmeden kaçınmak için özellikle zorunlu olabilecek siyasal düzenlemeler konusunda kendi görüşüyle İngiltere hükümetinin görüşünün uygun düştüğünü anladığı için kendini kutluyor.
Muhtıra 15 Nisan 1853 tarihlidir. Bu muhtırada, “Türk hükümetini ömürlü yapabilmenin en iyi yolunun, o hükümeti, bağımsızlığını ve onurunu kıracak bir tutum takınarak aşırı isteklerle taciz etmeme yolu olduğu’ belirtiliyor. Oysa Clarendon örlünün Lordlar Kamarasında belirttiği gibi, küstah “sözlü nota”sını 19 Nisan günü gönderen ve “bereket versin kullandığı dil diplomaside hayli ender olan” Mençikov’un oynadığı güldürüdeki hareket çizgisi bundan başka bir şey değildi. Ama lord hazretleri, çarın, hasta adamı nezaketle idare etmekte kararlı olduğuna daha çok inanmıştı. Kazak, prenslikleri işgal edince, lordun inancı herhalde daha da kuvvetlenmiştir.
Karma hükümet bu lekeleyici belgelerden kurtulmak için sadece bir boşluk bulmuştur. Prens Mençikov’un yüklendiği görevin görünen amacı, diyorlar, kutsal yerler sorunuydu, Türkiye’nin bölüşülmesine ilişkin yazışmalar, belirli olmayan ilerideki bir döneme aitti. Ama çar, ilk muhtırasında onlara, Türkiye’nin çökmesi sorununun, “uyuyan, hayali bir sorun, çok uzak bir olasılık” olmadığını; İngiltere hükümetinin “Karadağ ve kutsal yerler konusundaki anlaşmazlıkları, ağırlık bakımından, alelade diplomasinin uğraşması gereken güçlükler gibi görürken” yanıldığını; kutsal yerler sorununun “çok ciddi bir aşamaya” girebileceğini ve bir “felakete” götürebileceğini açıkça söylemişti. Onlar kutsal yerler sorununda sadece çara haksızlık edildiğini değil, ama sultanın onbir milyon uyruğu üzerinde çarın “antlaşmalarla onaylanmış, özel bir koruyuculuk hakkı bulunduğunu” kendi kendilerine itiraf etmişlerdi. Bu durumda onlar, Babıâliye Mençikov’un isteklerini kabul etmesi yolunda baskı yapmayı başaramadıkları zaman, çar, 1844 muhtırasının ruhuna, bizzat onların kendisiyle anlaşmalarına ve ce monsieur’yü öldürmeye karar verdiği zaman “kendisine düşüncesizce zarar verilemeyeceğine” dair Sir G. Hamilton Seymour’a yaptığı sözlü açıklamaya uygun davrandı. Çarın onlara karşı haklı olup olmadığı sözkonusu değil, sözkonusu olan tek şey, şu anda bile, onların, çarın “işine yarayıp yaramadığı” dır. Bu belgeleri yakından inceleyen herkesin açıkça görmek durumunda olduğu nokta şudur: Bu rezil olmuş hükümet işbaşında kalırsa, İngiltere halkı, tahtı, parlamentoyu ve –hem İngiltere’nin dünyadaki yerini koruma iradesini hem yetisini yitirmiş olan– yönetici sınıflan hep birlikte silip süpürecek dehşet verici bir devrime, salt dış ihtilatlarla (complication) sürüklenebilir.
St Petersburg Gazetesi eliyle karma hükümeti, kendi alçaklığının gizli kanıtlarını açıklamaya çağırarak Nikola kendi düsturuna bağlı olduğunu ortaya koydu: “Je hais ceux qui me résistent; je méprise ceux qui me servent.”[175]
New-York Daily Tribune
n° 4045, 5 Nisan 1854