TÜRKİYE VE RUSYA - Marks
Cumartesi günü, Brüksel ve Paris’ten, 13 Mayısa kadar İstan-bul’dan gelmiş haberleri kapsayan telgrafların sonuncuları alındı. Telgrafların gelişinden hemen sonra, dışişleri bakanlığında, üçbuçuk saat süren bir hükümet toplantısı yapıldı. Aynı günde, iki buharlı firkateynin –London 90 ve Sanspareil 71– Spithead’den Akdeniz’e hareketini bildiren buyrultular, telgrafla Portsmouth’daki Amirallik Dairesine gönderildi. Buharlı firkateyn Highflyer 21 ve Oden 16’ya da denize açılmaları bildirildi.
Bu telgraf haberlerinin içinde ne vardı ki, bakanları böyle aniden harekete geçirdi ve İngiltere’nin sakin vurdumduymazlığını bozdu?
Kutsal yerler sorununun Rusya’yı tatmin edecek bir biçimde çözümlendiğini biliyorsunuz;37 Paris ve Londra’daki Rus elçiliklerinin verdiği güvenceye göre, Rusya, bu kutsal yerlerde öncelike payından başka bir şey istememekteydi. Rus diplomasisinin amaçları, Friedrich Barbarossa ve Arslan Yürekli Richard’ın amaçları gibi şövalyeceydi. En azından, The Times’ın bize söylediği budur.
“Ama” diyor Journal des Débats,38 “5 Mayısta Odessa’dan gelen Rus buharlı firkateyni Basarabya, Prens Mençikov’a tezkere getiren bir Rus albayı taşıyordu; ve bu ayın 7’sinde, cumartesi günü, Prens, Babıâli bakanlarına, içinde yeni istekler ve hak iddialarının öne sürüldüğü bir itilafname ya da özel bir antlaşma taslağı sunuyordu. Adına ültimatom denen belge budur, çünkü bu belgeye eklenen kısa bir notta, en son tarih olarak 10 Mayıs salı gününe kadar Divanın kabul ya da ret yanıtının bekleneceği belirtiliyordu. Not, yaklaşık olarak şu sözlerle sona ermekteydi: ‘Eğer Babıâli ret yanıtı vermeyi uygun görürse, imparator, bu harekette, kendi kişiliğine ve Rusya’ya karşı tam bir saygı eksikliği görmeye zorlanmış olacak ve bu haberi derin bir üzüntüyle alacaktır.’”
Bu anlaşmanın başlıca amacı, Babıâliye bağlı bütün hıristiyan Rumları Rus imparatorunun koruyuculuğu altına sokmayı sağlamaktı. 18. yüzyılın sonunda yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla,39 İstanbul’da özel bir Rum ortodoks kilisesi kurulmasına izin verilmiş ve bu kilisenin papazlarıyla Türkler arasında çatışma olması halinde, müdahale etme ayrıcalığı Rus elçiliğine tanınmıştı. Bu ayrıcalık, Edirne Antlaşmasında da yinelendi. Prens Mençikov’un şimdi istediği şey, istisnaî olan bu ayrıcalığı, Türkiye’deki tüm ortodoks kilisesinin, yani Avrupa Türkiyesi’ndeki nüfusun geniş çoğunluğunun genel koruyuculuğuna dönüştürmektir. Bunun yanısıra, İstanbul, Antakya, İskenderiye ve Kudüs patriklerinin ve başpiskoposların (Ruslara karşı) ihanetleri kanıtlanmadıkça, yerlerinden oynatılamamaları ve böyle bir durumda, ancak, çarın rızasıyla yerlerinden alınabilmelerini istiyor. Başka bir deyişle, Mençikov, sultanın egemenlik hakkını Rusya’nın eline teslim etmesini istiyor.
İşte cumartesi günü telgrafla gelen haber buydu; önce, Prens Mençikov’un, ültimatomuna yanıt için tanıdığı süreyi –bu ayın 14’üne kadar– uzattığı haberi; sonra Türk bakanlar arasında bir değişiklik yapıldığı, Rusya’ya karşı olan Reşit Paşanın dışişleri bakanı olarak atandığı ve Fuad Efendinin görevinde kaldığı haberi; en sonra da Rus ültimatomunun reddedildiği haberi.
İşaret niteliğinde bir dizi zaferden sonra, Rusya, Türkiye’den olsa olsa bu kadar istekte bulunabilirdi, daha fazlası olanaksızdı. Bu, Rusya’nın, kökleşmiş inancına –yani Avrupa’ya her karşıdevrim aralığının kendisine Osmanlı imparatorluğundan ödünler alma hakkını verdiği inancına– inatla sarıldığının en iyi kanıtıdır. Gerçekten de, ilk Fransız Devriminden beri, Kıtadaki her gerileme, Rusya’nın Doğuda ilerlemesiyle özdeş olmuştur. Ne var ki, Rusya, Avrupa’nın şimdiki durumunu, Laibach ve Verona kongrelerini, hatta Tilsit barışını izleyen Avrupa koşullarıyla karıştırırken yanılıyor. Rusya, Kıtada herhangi bir genel savaşı izleyecek devrimden, sultanın, çarın saldırısından korktuğundan daha fazla korkmaktadır. Eğer öteki devletler kararlı davranırsa, Rusya’nın pek efendice bir davranışla geri çekilmesi kesindir. Ancak gene de, bu sefer de yapabileceği gibi, Rusya’nın son zamanlardaki manevraları, her olayda, Türkiye’yi içinden dağıtmaya girişmiş unsurlara güçlü bir hız kazandırmıştır. Tek soru şudur: Rusya kendi özgür atılımıyla mı davranmaktadır, yoksa modern fatumun –devrimin– gönülsüz ve bilinçsiz bir kölesinden başka bir şey değil midir? Ben ikincisine inanıyorum.
New-York Daily Tribune
n° 3790, 9 Haziran 1853