Header Ads

Header ADS

SİVASTOPOL’A SALDIRI - ENGELS

En sonunda, Fransızlarla İngilizlerin, Rusya’nın saygınlığına ve kuvvetine ciddi bir darbe indirebilmeleri olası görünüyor. Bu ülkede yaşayan bizler de, Sivastopol’a yöneltilen harekatı, tazelenen bir ilgiyle gözlüyoruz. Sivastopol’a karşı girişilen harekata ait son haberleri öteki sütunlarımızda bulacaksınız. 

Gayet doğal ki, İngiliz ve Fransız gazeteleri bu girişim hakkında büyük bir gösteri yapıyorlar. Onlara inanırsak, askerî tarihte, bundan daha büyük bir girişimde bulunulmamıştır. Ancak bu olaydaki gerçekleri gözleyenler –açıklanması olanaksız gecikmelere, sefere çıkılmasını önleyen anlamsız bahanelere ve buna ilişkin tüm koşullara gözatanlar– bu görüşün kendilerine benimsetilmesine karşı duracaklardır. Girişim şanlı-şerefli bitebilir, ancak başlangıç oldukça onur kırıcıdır. 

Türkiye’deki müttefik orduların geçmişine bir gözatalım. Bu çok kahraman, ama aynı zamanda aşırı ölçüde ihtiyatlı savaşçılar ilkin Çanakkale Boğazının bu yakasında, Enez’e çıkartma yapmayı ve her şeyin çok güven verici olduğunu gördükten sonra bu yarımadaya yanaşmayı düşündüler. Ancak bu cesaretli adımın atılması tamamlanmadan önce, cesaretlerini hiç de beklenmedik ölçüde artırarak Trakya yarımadasında Gelibolu’ya çıkartma yapma tehlikesini göze aldılar. Ancak bu, yarımadayı kateden savunma tesislerinin daha kısa süre içinde tamamlanmasını ve kendilerine en gereksindikleri şeyi, yani bir harekat üssünü sağlamak içinde. Bütün bu süre boyunca Türkler, Tuna’da, müthiş hasımlarıyla karşı karşıyaydılar. Müttefiklerin manevralarının gerekçesi olan bu müthiş hasma karşı Türkler, dikkate değer bir başarıyla karşı duruyorlardı. Ancak daha fazla gemi ve daha fazla asker gelmeye başlayınca müttefikler, Çanakkale Boğazı ile Gelibolu yarımadasının kendilerini barındıramayacağını anladılar. Bunun üzerine, Paris’le Londra arasında hazırlanmış bilimsel düzenlemelere bir yenisi daha eklendi. Saldırıya açık olan noktada, İstanbul’da, bir miktar asker herhangi bir çıkartmanın tehlikelerini göğüslemeliydi! Bunun çaresi, İstanbul’un tahkim edilmesi sorununun ortaya atılmasıyla bulundu. İyi bir talih eseri olarak bütün bu girişimlerde büyük ölçüde zaman harcandı ve ana amaç – zaman kazanma değil kaybetme amacı, sağlama bağlanmış oldu. Daha sonra anlaşıldı ki, Varna’ya, pek az bir tehlikeyi göze alarak bir tümen asker gönderilebilir ve bu önemli yerde bir garnizon kurulabilirdi. Varna’yı 1828’de şahane bir biçimde savunan Türkler, gerçekten Avrupa’nın inzibatını sağlamakta öylesine ilerleme göstermişlerdi ki, böyle bir noktanın savunması artık onlara emanet edilemezdi. Sonuç olarak bir tümen asker yollandı, ardından, bir ya da iki tümen asker daha gönderildi. Birlikleri İstanbul Boğazında tutmayı sağlayan tüm bahaneler aşınıp artık işe yaramaz hale gelince, büyük birleşik ordu, gayet ağır-aksak Varna’da toplandı. Bu hareket, Avusturya ordusunun, Rusların gerisini ve kanadını bir yıldırım bulutu gibi tehdit eder göründüğü ve siyasal düzenlemeler sonucu müttefiklerin harekat üssünün o an için İstanbul’dan Transilvanya’ya ve Galiçya’ya aktarıldığı bir sırada gerçekleştirildi. Bu olmasaydı, kesinlikle söylenebilir ki, Bulgaristan’da hiçbir zaman bir müttefik ordusu bulunmazdı. Bunun kanıtı, Silistre kuşatması boyunca müttefiklerin takındığı tutumdur. Herkes biliyordu ki, harekatın dönüm noktasına gelinmişti. Böyle bir olağanüstü durumda, her iki tarafın gücünü sonuna kadar ortaya koymuş olduğu bir sırada, taraflardan birinin gücüne katılacak en ufak bir ağırlık, on olaydan dokuzunda, dengeyi onun yararına değiştirirdi. Ancak bu kuşatma boyunca, “iki ordunun seçkinleri” olan 20.000 İngiliz askeriyle 30.000 Fransız askeri, bu kaleden birkaç günlük yürüyüş uzaklığında, pipolarını tüttürdüler ve yaklaşan kolera için kendilerine çekidüzen verdiler. Kolera Rus ordusunda büyük bir yıkıma yolaçmasaydı ve her taraftan gelen top mermilerinin açtığı hendeklere gizlenmiş bir avuç Arnavutun hiçbir şeyle ölçülemez kahramanlığı olmasaydı, Silistre, düşman eline düşebilirdi. Savaş tarihinde, böylesine yakın bir noktada bulunan bir ordunun, bunca tabansızlık gösterip, müttefiklerini,  kendi başlarının çaresine bakmaya bıraktığı görülmemiştir. Kırıma nasıl bir sefer yapılırsa yapılsın, nasıl bir zafer kazandırsa kazanılsın, Fransız ve İngiliz komutanların şerefine sürülen bu leke temizlenemeyecektir. İhtiyar Blucher, Waterloo’dan iki gün önce Ligny’de yenildikten sonra, Raglan’la Aziz Arnaud’nun davrandığı gibi davransaydı, İngilizler acaba Waterloo’da ne durumda olurlardı? 

Arap Tabyasının ön saflarındaki siperlerde bir avuç Arnavut, Rusya’nın askerî gücüne, bilgi ve yeteneğine denk olduğunu kanıtladı. Rusları Tuna’nın ötesine atan şey, yardıma koşan bir ordunun gelişi değildi, Rusların kendi aptallıkları, kaleyi savunanların kahramanlığı, sıtma, Avusturyalıların Dinyester’deki, müttefiklerin Devna’daki pasif ağırlığıydı. (Çünkü davrandıkları gibi hareket edeceklerini kim düşünebilirdi ki?) İşte bu nedenlerle Ruslar sonunda kuşatmayı kaldırdılar, hem askeri harekattan, hem prenslikler ve Dobruca’dan vazgeçtiler. Bu büyük başarının ardından müttefik generalleri –o ana kadar etkin biçimde uyguladıkları stratejinin kuralları çerçevesinde–, kuşkusuz, bu başarının gerisini getirmeyi düşündüler. Bunun sonucudur ki, Lord Cardigan keşif için İngiliz süvarileri Tuna’ya sürdü. Bu keşif çıkışında İngilizler hiçbir Rus görmediler, birçok at yitirdiler, kazandıkları şey hastalık ve alay edilmek oldu. Bu arada, her şeyden çok, 2 Aralık 1851’de Ulusal Meclise ihanet edişiyle tanınan General L’Espinasse,235 hiçbir amaç olmadığı halde, tümenini Dobruca’ya sürdü, iki seçkin alayının kolera nedeniyle yan yarıya kırılmasına yolaçtığı gibi, hastalığın mikrobunu da müttefik ordugahına taşıdı. Varna’daki müttefikler arasında görülen büyük kolera salgını, bu komutanların stratejik düzenlemelerinin hakedilmiş sonucuydu. Askerler, henüz bir düşmanla karşılaşmamışken binler ve binlerle kırıldılar; göreli olarak lüks içinde yaşadıkları, saldırıdan uzak bulundukları ve taciz edilmedikleri ordugahlarında sinekler gibi öldüler. Bu gelişmeyi izleyen şey, cesaret kırıklığı, komutanlara güvensizlik ve düzensizlik oldu. Bütün bunlar daha dayanıklı olan ve daha az zarar gören İngiliz kuvvetlerine bakışla Fransızlar arasında daha yaygındı. Fransızların ulusal karakteri, hele hele komutanlarının kendilerini bir hareketsizlik içinde tuttuğu bir sırada, bu tür etkilere teslim olmaya çok daha elverişliydi. Fransız askerleri arasında patlak veren başkaldırma olaylarında, 1849’dan bu yana içinde yaşadıkları olağandışı koşulların doğal etkisi gayet açık görünüyordu. Burjuvazi, devrimin şiddetinden kurtulmasını sağlayan Fransız askerine, kendisine ülkenin ve genel olarak toplumun kurtarıcısı gözüyle bakmasını öğretmişti. Aynı asker,
imparatorluğu ihya eden bir araç oluşu nedeniyle Louis Bonaparte tarafından pohpohlanmıştı. Bu askere karşı davranış, ona sadece komuta etmesini öğretmek ve itaati unutturmak şeklinde olmuştu. Kendisini sivillerden üstün görmesi öğretilmişti. Bunun sonunda, o asker, kısa süre içinde öyle bir inanca vardı ki, komutanlarıyla en azından eşit olduğunu düşünmeye başladı. Bu askeri, bir Pretor[226] haline getirmek için her çaba harcandı. Tarih, Pretor askerlerin sadece bozulmuş askerler olduğunu gösteriyor. Bu tür askerler ilkin sivillere komuta ederek başlarlar, ardından isteklerini kendi generallerine zorlamaya girişirler, sonlan çok sıkı bir sopa yemek olur. 

Şimdi Varna’da olup-bitenlere bakalım. Tüm taburlar koleradan kıvranırken, cayır-cayır yanan kum tepelerine bırakıldıkları zaman, eski askerler, modern Bizans İmparatorluğu kahramanlarının küçük görmeye çok alıştıkları Afrika harekatında kendilerine başarıyla komuta eden eski komutanlarıyla, şimdi başlarında bulunan eski serüvencileri karşılaştırmaya başladılar. Afrika, Bulgaristan’dan çok daha sıcaktı; Sahra, Dobruca’dan bile daha az hoştu. Ancak Afrika fethinde, Devna’da ya da Köstence çevresinde kolay keşif yürüyüşlerinde karşılaşıldığı ölçüde yitik verilmemişti. Espinasse ile Aziz Arnaud’nun henüz tanınıp bilinmedikleri –o bilinmezlikten ancak siyasal rezaletler sonucu sıyrılacaklardı– günlerde bu askerleri Cavaignac, Bedeau, Changarnier, Lamoriciere, daha büyük güçlüklerden daha az yitikle geçirmeyi başarmışlardı. İşte bunun sonucudur ki, Zouave’lar,[227] daha çok iş yapmış, daha çok barut koklamış olan bu insanlar, Afrika ordusunun en iyi temsilcileri, bir bütün olarak ayağa kalkıp haykırdılar “A bas les singes! Il nous faut Hamoricière!” (Maymunlar kahrolsun! Bize Lamoriciére gerek!). Bu maymun sürüsünün gerçekte başı ve ruhu olan imparator hazretleri Napoléon III, Zouave’ların bu feryadını öğrendiği zaman, herhalde, kendisi için “sonun başlangıcının geldiğini düşünmüş olmalıdır. Olay Varna’da büyülü bir etki yapmıştır. Kırım seferinin temel nedeni budur diyebiliriz. 

Bu yaz boyu görülen askerî harekatların, daha doğrusu Gelibolu’dan Üsküdar’a, Üsküdar’dan Varna’ya, Varna’dan Devna’ya, Aladin’e ve oradan geriye yapılan gezintilerin ardından, şimdi hiç kimse, bizlerin, bunca zaman geciktirildikten sonra alelacele girişilen bu sefer için komutanlarca öne sürülecek gerekçelere inanmamızı bekleyemez. Sadece bir örnek, öne sürdükleri kanıtların ne ölçüde değer taşıdığını göstermeye yetecektir. Söylendiğine göre gecikme, Fransız kuşatma topçusunun henüz gelmemiş  olmasından doğmaktaydı. Pek güzel, kolera ayaklanması olur olmaz, Aziz Arnaud, en iyi kozunu gecikmeksizin oynamak zorunda olduğunu kavradı ve İstanbul’dan Türk kuşatma topçusu ile mühimmat istedi. Topçu ve mühimmat hazırlandı, çok kısa süre içinde gemilere yüklendi. Böylece, Fransız kuşatma topçusu zamanında yetişemese bile, onsuz yola çıkabilirlerdi. Ama Türk kuşatma topçusu aylarca öncesinden beri hazırdı, bu nedenle tüm gecikme zaten gereksizdi. 

Öyleyse, altıyüz gemiyle, altmışbin askerle, üç katar dolusu kuşatma topuyla ve kimbilir ne kadar sahra topuyla girişilen bu görkemli Kırım seferi uzun süre önce bilimsel olarak hazırlanmış ustaca girişimlerin bilinçli sonucu olacak yerde, aceleyle coup de tête[228] alınmış bir karardan ve Aziz Arnaud’nun kendi askerleri tarafından katledilmesini önlemek üzere düşünülmüş bir girişimden başka bir şey değildir. Zavallı, ihtiyar, yumuşak Lord Raglan da direnebilecek bir kişi değildir. Kaldı ki, daha fazla gecikme onun ordusunu da, Fransız askerlerini zaten sarmış olan hayal kırıklığına ve aynı disiplin düzeyine getirebilirdi. Bir Alman yazarın dediği gibi, olayların cilvesi, geçmiş tarihte olduğu gibi, çağdaş tarihte de kendini gösteriyor. Zavallı Lord Raglan da onun şimdiki kurbanı. Aziz Arnaud’ya gelince, şimdiye dek zaten hiç kimse ona komutanmış gibi davranmadı. Bu adam öteden beri bir züppe güruhunun mensubudur –kadın hırsızların ve dolandırıcıların bu dile düşmüş eski yoldaşı– bu değerli papaz yamağını Boulogne seferine236 koşturan şey, “kader değil, borçlan” olmuştur. Sansüre karşın, onun karakteri ve geçmişi, dedikoducu Paris’te çok iyi bilinir. İki kez görevinden atılan teğmen, Afrika’da birliğin saymanıyken taburun kasasını soymuş yüzbaşı gayet iyi biliniyor. Kırım’da elde edebileceği basan ne olursa olsun, adının önünde, askeri zaferinin unvanı değil, ama ev sahibesinin battaniyeleriyle Londra’nın rehin karşılığı ödünç veren murabahacı dükkanlarına yaptığı başarılı sefer ve ardından iyi düzenlenmiş Paris çekilişi unvanı bulunacaktır. Ama zavallı Raglan, Wellington dükünün bu yaver-generali, saçlarını teorik çalışmalar ve personel yönetiminin ufak ayrıntılarıyla ağartan bu insan, gerçekte Aziz Arnaud’nun, hareketi için gösterdiği gerekçelere inanmaktadır. Ne gariptir ki, kampanyanın, daha düşmanla karşılaşmadan önce onbin askerin ya da her yedi kişiden birinin ölmesi sonucunu doğuracak kadar bilimsel bir biçimde tasarlanıp yürütülmesi ve ince elenip sık dokunmuş bu çalışmaların, mevsimin sonuna gelindiğinde alelacele girişilmiş bir kırım seferinde sonuçlanmasının tüm ağırlığı da Raglan’ın omuzlarına çökmektedir. “Olayların bu tür cilvesinden daha acı bir şey olamaz. 

Her şeye karşın, sefer başarılı olabilir. Müttefikler başarıyı nerdeyse haketmişlerdi, çünkü kampanyayı şimdiye kadarki yönetiş biçimlerini ancak bir başarı affettirebilir. Aksi takdirde, yüklendiği yük, kendisini yıktığı için değil, ama müttefiklerin ordusunu koruduğu ve ayakta tuttuğu için ağır gelen bir düşmana karşı bu kadar yaygara, bunca ihtiyat, bunca ince eleyip sık dokuma, müttefiklerin kendileri için hükmettikleri en büyük ceza olurdu. Ama müttefikler henüz Sivastopol’da da değiller. Eupatoria’da ve Staroye Kreplienic’de karaya çıktılar. Sivastopol’a uzaklıkları birinci noktadan elli, ikinci noktadan yirmi mildir. Ağır topçular, karada taşımanın zahmetini azaltmak için ikinci noktaya çıkarılacaktır. Görülüyor ki, çıkarma henüz tamamlanmış olmaktan uzaktır. Rus kuvvetlerinin gücü, kesin olarak bilinmiyor, ama kuşku yok ki, Sivastopol’ün yakın çevresinde, hemen her noktada müttefik kuvvetlerden daha güçlü olmalarına elverecek büyüklüktedir. Arazinin tepelik oluşu ve körfezin karaya doğru on mil boyunca girmesi, kaleyi kuşatma girişiminde bulundukları zaman müttefiklerin uzun bir hat boyunca yayılmalarını gerektirecektir. Kararlı bir komutanın, müttefik hatlarını parçalaması pek güç olmasa gerektir. Doğal ki, bu bölgenin kara savunma gücünün ne olduğunu bilmiyoruz, bildiğimiz şey, ihtiyar Mençikov’un zaman kaybetmeyeceğidir. 

İngiliz gazetelerindeki açıklamaların gösterdiğine göre ve müttefikler tarafından seçilen harekat doğrultusuna bakılırsa, ilk saldırı, kuzeyde, kente bakan tepedeki kaleye yapılacak, bu kaleye, Ruslar, Severnaya Kryepost, Kuzey Kalesi diyorlar. Eğer bu kale, sağlam kurulmuş olan kalelerden biriyse, uzun süre dayanma gücündedir. Bu kale geniş dört köşe bir tabyadır, Montolambert’in çokgen ya da caponière sistemi denen sistemine göre yapılmıştır, kanat savunması, dörtgenin her iki kenarının orta yerindeki hendeklerde bulunan top yuvalarıyla sağlanmaktadır. Bu yuvalardaki toplar, içinde bulundukları hendeğin sağ ve solunu tarayacak biçimdedir. Bu tür yapıların üstünlüğü, düşman, hendeğin kenarına gelinceye kadar, düşmanın doğrudan ateşine hedef olmamalarındadır. Bu yapının ana kaleye yakınlığı, güçlü çıkışlarda üs ve destek olarak saldırı amaçlarıyla kullanılması olanağını sağlamaktadır. Bu kalenin varlığı, müttefikleri, esas çabalarını, körfezin kuzey kıyısında yoğunlaştırma durumunda bırakacaktır. 

Ancak Bomarsund deneyimi göstermiştir ki, Rus kaleleri hakkında, bu kaleler deneninceye kadar kesin bir şey söylenemez. Bu nedenle Kırım seferinin başarısı hakkında bir olabilirlik öne sürme olanağı yoktur. Ancak kesin bir nokta var ki, o da şu: Eğer harekat uzayıp giderse, eğer kışın bastırması yaygın bir hastalığa yolaçarsa, eğer Rusların Silistre’de yaptığı gibi, planlanmamış ivedi saldırılarla askerler israf edilirse, Fransız ordusu ve büyük bir olasılıkla Türk ordusu, birincinin Varna’da, ikincinin de birden çok kez Asya’da gösterdiği üzere, bozulacaktır, İngiliz ordusu daha uzun süre dayanabilir. Ancak en disiplinli ordunun bile çözülebileceği bir nokta vardır. Müttefikler için gerçek tehlike budur. Eğer Rusların direnci böyle bir durum yaratırsa, muzaffer bir düşmanın önünde askerleri yeniden gemilere bindirme işi çok yıkıcı olur. Seferin başarı sağlaması çok olasıdır, ancak öte yandan bu sefer ikinci bir Walcheren237 de olabilir. 

Yaklaşık olarak 18 Eylül 1854’te yazılmıştır. 

New-York Daily Tribune 
n° 4209, 14 Ekim 1854 
Başyazı
Blogger tarafından desteklenmektedir.