RUSYA’NIN TÜRKİYE’YE KARŞIT SİYASETİ - Marks
Londra, Cuma, 1 Temmuz 1853
1815 yılından beri hiçbir şey, Avrupa’nın büyük devletlerini status quo’nun bozulması kadar korkutmadı. Ne var ki, bu devletlerden herhangi ikisi arasında çıkabilecek herhangi bir savaş, bu status quo’nun altüst olması demek olabilir. Rusya’nın, Doğunun başına bela kesilmesine gözyumulmasının nedeni budur, Batılı devletlerin tarafsız kalabilmeleri ve Rus saldırılarına müdahale zorunluluğundan kurtarılmaları için karşılık olarak, Rusya’dan hiçbir şey değil, ama ne kadar saçma olursa olsun, yalnızca bir mazeret uydurmasını istemelerinin nedeni budur. Rusya, “muhteşem efendi”si sadece Batılı hükümetlerin çırılçıplak ve utanç verici başeğmelerini örtme lütufkarlığını gösterdiği için değil, ama aynı zamanda, Türkiye’yi bir defada yutmayıp parça parça yeme büyüklüğünü gösterdiği için, cömertliği ve sabrından ötürü, öteden beri göklere çıkarılmıştır. Bu nedenle Rus diplomasisi, Batılı devlet adamlarının ürkekliği üzerine oturur olmuş ve diplomasi sanatı yavaş yavaş, öylesine tam bir tavırcılığa (mannerism) gömülmüştür ki, günümüzdeki girişimlerin tarihini, hemen hemen harfi harfine geçmişin olaylarına kadar izleyebilirsiniz.
Sultan yeni fermanında, İstanbul Patriğine, dinsel konularda, çarın istediğinden daha fazla hak tanıdığından beri, Rusya’nın yeni bahanelerinin kofluğu ortadadır. Şimdi, “Yunan barışı”54 bahanesi acaba daha sağlam bir bahane miydi? Bay de Villèe, sultanın kaygılarını yatıştırmak ve büyük devletlerin saf amaçlar güttüğüne dair bir kanıt vermek üzere, “müttefiklerin, öncelikle Osmanlı İmparatorluğunun status quo’sunu güven altına alacak bir antlaşma yapmaları gerektiği”ni öne sürdüğü zaman, Paris’teki Rus elçisi bu öneriye bütün gücüyle karşı koymuştu. Rus elçisi, “Babıâliyle ilişkilerinde cömertlik edilemeyecek ölçüde saygı duymakla birlikte, Rusya’nın, Divanla kendi arasındaki ayrılıkları çözme hakkını özellikle kendine saklı tuttuğunu; Osmanlı İmparatorluğuma genel bir güvence vermenin, alışılmadık ve şaşırtıcı bir şey olması bir yana, efendisinin duygularını, ve Rusya’nın elde ettiği hakları ve bu haklara temel olan ilkeleri yaralayacağını”55 öne sürerek, Bay de Villèe’nin önerisine karşı çıkmaktaydı.
Rusya, şimdi, Tuna Prensliklerini işgal etmek istiyor, ancak Babıâliye, bu adımı, casus belli sayma hakkını tanımak istemiyor.
Rusya, 1827’de “üç devlet adına Eflak ve Buğdan’ı işgal etmek” istemişti.
Rusya, 26 Nisan 1828 tarihli savaş ilanında da aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“Müttefikleri, onu, Londra Antlaşmasının56 uygulanmasında adımlarını kendileriyle uyuşturmaya her zaman hazır, dinin ve insanlığın saygın bütün duygularının yapmasını gerçekten emrettiği bir görece yardıma her zaman istekli, ve durumundan ancak 6 Temmuz antlaşmasının başarıya ulaşmasını hızlandırmak amacıyla yararlanmaya eğilimli bulacaklardır.”
Rusya, 10 Ekim 1829 bildirisinde de şu açıklamayı yaptı:
“Rusya her türlü fetih arzusuna – her türlü genişleme görüşüne sürekli olarak yabancı kalmıştır.”
Paris’teki Rus elçisi, Kont Nesselrod’a şöyle yazıyordu:
“İmparatorluk hükümeti, Babıâliye karşı silaha davranmanın gerekli hale gelip gelmediği sorununu incelediği zaman Osmanlı İmparatorluğunun başının, korkunç bir tedhişle henüz uygulamış olduğu kanlı reformların etkileri üzerinde yeterince düşünmemiş olanların gözünde, bu silaha davranma önleminin ivediliği konusunda kuşku duyulmuş olabilir.
“İmparator, Türk sistemini bir deneyden geçirdi ve Haşmetmeapları bu sistemin şimdiye kadar sahip olmadığı maddî ve manevî bir örgütlenişin başlangıcı olduğunu gördü. Sultan, yeni reform planının ve ıslahatının unsurlarını ancak biraraya getirebilmişken, bize daha düzenli ve kararlı bir direnç gösterme olanağını elde ettiğine göre, ıslahatını sağlamlaştırabilecek zamana sahip olsaydı, kendisini, kimbilir ne kadar daha dehşet verici bulacaktık. İşte bu durumdayken, henüz bizim için daha tehlikeli hale gelmelerinden önce onlara hücum etmiş olmaktan ötürü kendimizi kutlamalıyız, çünkü, gecikme, durumumuzu ancak kötüleştirir ve bize, karşılaştığımızdan daha büyük engeller hazırlardı.”
Rusya, şimdi saldırgan bir adım atmayı ve sonra o adım hakkında konuşmayı öneriyor. 1829’da Prens Lieven, Kont Nesselrod’a şöyle yazar:
“Kendimizi genel sözlerle sınırlayacağız, çünkü bu kadar nazik bir konuda ayrıntılara ait yazışma gerçek tehlikeler yaratabilir; ve bir kez Babıâliyle antlaşmanın maddelerini müttefiklerimizle tartışırsak, bize onarılmaz zararlar vermiş olduklarını hayal edecekler ve yalnızca onları memnun etmiş olacağız. Barış antlaşmasının imzalanması gereken yer, bizim kampımızın ortasıdır ve Avrupa’nın, onun koşullarını bilmesi gereken zaman, antlaşmanın sonuçlandırıldığı zamandır. O zaman artık sızlanmak için çok geç olacaktır ve Avrupa artık önleyemeceği şeyin zararını sabırla sineye çekecektir.”
Rusya, şimdi, ne savaş, ne barış demek olan, kendisinin dayanabileceği, ancak Türkler için yıkıcı olan bir durumu sürdürmek için, şu ya da bu bahane altında, hareketi aylardan beri geciktiriyor. Sözü geçen dönemde de aynı biçimde davranmıştı. Pozzo di Borgo’nun dediği gibi:
“Bizim siyasetimiz, gelecek dört ay içinde yeni hiçbir şey olmamasını sağlamaktır, umanın bunu başaracağız, çünkü insanlar genellikle beklemeyi yeğ tutar; ama beşinci ay, olaylar açısından verimli olmalıdır.”
Çar, Türk hükümetine en büyük hareketleri yaptıktan sonra ve şimdi, en onur kırıcı türden ödünleri zorla alma tehdidinde bulunmasına karşın, “Sultan Abdülmecit için duyduğu dostluk”tan ve “Osmanlı imparatorluğunun muhafazası için” taşıdığı arzudan yüksek sesle sözediyor. Çar, “haklı isteklerine karşı durmanın ve “dostluğunu ve duygularını yaralamaya devam etmenin, “nota” sini reddetmenin ve “koruyuculuğunu kabul etmemenin “sorumluluğunu” sultanın üstüne atıyor.
1828de, Rus silahlarının o yılki savaşta pek fazla başarı sağlayamamış olması hakkında Charles X tarafından açıklama yapması istendiği zaman, Posso di Borgo, mutlak zorunluluk olmadıkça savaşı à outrance[43] duruma getirmemek suretiyle imparatorun, gösterdiği cömertlikten sultanın yararlanacağını umduğunu, ancak bu deneyiminbaşarısız kaldığını söylemişti.
Rusya, Babıâliyle şimdiki anlaşmazlığı başlatmadan kısa süre önce, göçmenler sorunu üzerinde, İngiltere’ye karşı, Kıta devletleri arasında bir koalisyon kurmanın yolunu araştırdı, ancak bu deneyimde başarısızlığa uğrayınca, Fransa’ya karşı, İngiltere’yle bir koalisyon yapmaya kalkıştı. Aynı biçimde, 1826’dan 1829’a kadar, “Prusya’nın muhteris tasarımlarıyla Avusturya’nın gözünü yıldırırken, aynı zamanda, Avusturya’yı dengelemek üzere, Prusya’nın kudretini ve iddialarını var gücüyle artırdı. Şimdiki genelge notasında57 Rusya, kutsal yerlere ilişkin iddiaları nedeniyle Bonaparte’ı, barışı bozan tek kişi olarak suçluyor. Ama sözü geçen tarihte, Pozzo di Borgo’nun sözleriyle, Rusya, “Avrupa’ya yayılan tüm çalkantıyı Prens Metternich’e bağlamıştı, Wellington dükünün, Viyana hükümetine bağımlı hale gelirse, öteki hükümetler üzerindeki etkisinin zayıflayacağını kavramasını sağlamaya çalışıyordu, böyle bir durum, olayların akışına öyle bir yön verebilirdi ki, artık Fransa’yı İngiltere’yle uzlaştırmaya uğraşan Rusya değil, ama Avusturya hükümetiyle birlik olmak için Fransa’yı boşamış olan İngiltere’nin bizzat kendisi olabilirdi.”
Rusya, artık gerilerse büyük bir onur kırıklığına uğrayabilirdi. 1828 başarısız askerî girişiminden sonraki durumu da aynen böyleydi. O zaman Rusya’nın en büyük amacı neydi? Bir Rus diplomatın sözleriyle karşılık verelim:
“Görüşmenin başarısı için gerekli olan üstünlüğü elde etmek üzere, ikinci bir askerî harekatta bulunulması zorunludur. Bu görüşmenin başlayacağı tarihte, koşullarımızı hemen ve ivedi olarak kabul ettirebileceğimiz bir durumda olmalıyız. ... Daha fazlasını yapma gücünde olan haşmetmeap daha az istekle yetinebilir. Bana kalırsa, bütün çabalarımızın amacı, bu üstünlüğü elde etmek olmalıdır. Bu üstünlük, dünyanın gözünde kurmamız ve sürdürmemiz gereken siyasal varlığımızın koşulu haline gelmiş bulunuyor.”
Ama Rusya, İngiltere’yle Fransa’nın ortak hareketinden korkmuyor mu? Kuşkusuz. Louis-Phillippe’in hükümranlığı sırasında açıklanan Gizli Anılar’da, Fransa’yla İngiltere arasındaki ittifakı bozmak için Rusya’nın güttüğü niyetler hakkında şöyle deniyor:
“İngiltere’yle Fransa’nın birlikte olacağı bir savaş durumunda, bu birlik bozulmadıkça Rusya başarı umudu besleyemez; bu durumda İngiltere’nin, Kıtadaki bir çatışma sırasında en azından yansız kalmayı kabul etmesi gerekir.”
Soru şu: Rusya, İngiltere’yle Fransa’nın ortak harekette bulunacağına inanıyor mu? Bir kere daha Pozzo di Borgo’nun yazısından şu bölümü alıyoruz:
“Türk imparatorluğunu yıkma fikri, egemen fikir olmaktan çıktığı andan itibaren, salt, sultanı şu ya da bu koşulu kabul [sayfa 71] etmekten uzak tutabilmek uğruna, hele hele, her şeyin belirsiz ve kesinleşmemiş olduğu ve yaklaşan bir savaşın başlarında bulunulduğu bir durumda, İngiltere hükümetinin genel bir savaş tehlikesini göze alması olası değildir. Bu düşünceler, Büyük Britanya’nın, açıkça ilişki kesme gibi bir girişimde bulunmasından korkmamız için hiçbir neden bulunmadığı düşüncesini doğruluyor. Gene bu düşünceler, Büyük Britanya’nın, yalnızca, Babıâliye, barış istemesi için tavsiyede bulunmakla kalacağı ve, görüşmeler sırasında, iktidarı dahilinde, iyi dostluk hizmetini sunarak yardımda bulunmakla yetineceği, sultan reddeder ya da biz direnirsek, daha fazla ileri gitmeyeceği düşüncesini doğruluyor.”
1828’in ve 1853’ün bakanı “Sayın” Aberdeen hakkında Nesselrod’un görüşüne gelince, Prens Lieven’in bir yazışmasından şu satırları almak herhalde iyi olur:
“Lord Aberdeen benimle yaptığı görüşmede, İngiltere’nin Rusya’yla bir kavgaya girişmek gibi bir niyeti hiçbir zaman taşımadığına dair bir kere güvence verdi, İngiltere hükümetinin yerinin, St. Petersburg’da pek iyi anlaşılmış olmadığından kaygı duyduğunu ve kendisini çok nazik bir durumda gördüğünü söyledi. Kamuoyu, Rusya’ya karşı patlamaya her zaman hazırdı. Britanya hükümeti, bu kamuoyunu sürekli olarak g ö ğ ü s l e y e m e z d i; ulusal önyargılara dokunan sorunlar üzerinde kamuoyunu kızıştırmak tehlikeli olabilirdi. Öte yandan, bu önyargılarla savaşan İngiltere hükümetinin dostça tutumuna tam bir güvenle dayanabilirdik.”
Kont Nesselrod’un 11 Haziran tarihli notasındaki hayret verici tek şey, “hareketlerle yalanlanmış sözlerin, sahip çıkılmıyormuş gibi gösterilen tehditlerle küstahça méelange[44] edilmesi” değildir, ama Rus diplomatik notalarının ilk kez Avrupa’da nasıl bir kabul gördüğüdür. Bu notalar, alışılagelmiş korku ve saygı yerine, Batı dünyasının, geçmişteki utanç verici davranışlarından ötürü yüzünün kızarmasına ve iddiaların incelik ve gerçek barbarlıkla böylesine küstahça birbirine karıştırılışına tahkirle gülmesine yolaçıyor. Gene de Nesselrod’un bütün devletlere verilmiş genelge notası ve 16 Haziran tarihli ultimatissimum’u,[45] Pozzo di Borgo ile Prens Lieven’in bunca hayran olunmuş şaheserlerinden kılpayı dahi kötü değildir. Kont Nesselrod, şimdi ne ise, onların zamanında da oydu – Rusya’nın diplomatik başı.
Bir ayıyı inceleyen İranlı iki doğa bilimcisi hakkında güzel bir fıkra vardır. Hayatında böyle bir hayvan görmemiş olan, acaba, diye sorar, bu hayvan yumurtluyor mu, yavruluyor mu? Bu soruya, daha bilgiç olanı şu karşılığı verir: “Bu hayvan her şeyi yapabilir.” Rus ayısı da, uğraşmak zorunda olduğu öteki hayvanların hiçbir şey yapamayacak olduklarını bildiği sürece, her şeyi yapabilir.
En passant[46] Danimarka’da kralın mesajının, aşağıdaki koşullar altında 28’e karşı 119 oy çoğunlukla kabul edilmesi sonucu Rusya’nın kazandığı dikkate değer zaferi anmalıyım:
“5 Haziran 1849 tarihli Anayasanın 4’üncü maddesi uyarınca, Birleşik Parlamento, haşmetlilerinin, 13 Haziran 1853 tarihinde yenilenen, 4 Ekim 1852 tarihli ve Danimarka monarşisinde tahta veraseti saptayan mesaındaki düzenlemeyi onaylar.”
New-York Daily Tribune
no 3819, 14 Temmuz 1853