Header Ads

Header ADS

RUS SAVAŞINDA DURUM - MARKS– ENGELS

Garip bir raslantıyla Rusların boşalttığı Eflak’ı Avusturyalıların işgal etmesinin yanısıra, Silistre kuşatmasının başlatılması, sürdürülmesi ve sonunda bu kuşatmadan vazgeçilmesi tarzı, sırf askeri düşüncelerin ötesinde bazı öğelerin etkin olduğunu gösteriyor. 28 Mayıs tarihine kadar olan süreyi kapsayan ve Türk bültenlerinden sadece iki tarafın ölü ve yaralı sayısı bakımından ayrılık gösteren resmi Rus raporundan anlaşıldığına göre, harekat garip biçimde düşüncesizce aceleciydi; bu yerin saldırıyla alınmasının olanaksızlığı iyice anlaşılıncaya kadar, kalenin dış tahkimatını kullanılmaz hale getirmek için yeğin bir çaba gösterilmemişti; ve saldırı Rus kuşatmaları tarihinde bile eşi görülmedik biçimde bilim-dışı ve sertti. 28 Mayıs ile 15 Haziran arasındaki harekata gelince, aldığımız haber, ayrıntılı bir tanıma elvermeyecek kadar eksik. Ne var ki, birbirini izleyen umutsuz saldırılar sırasında bütün komutanların yaralanması ya da sakatlanması –Paskeviç, bacağı kesilen Schilders, Gorçakov, Lüders ve gözünden vurulan Orlov– Ruslara, sadece, her ne pahasına olursa olsun kaleyi alma değil, ama belirli bir zaman içinde alma emrinin verilmiş olduğunu gösteriyor. Gerçekten, Rusların tüm davranışları, düzenli, modern bir savaş girişiminden çok, Timur’un Kürdistan kentlerini almak üzere giriştiği barbarca yöntemleri anımsatıyor. Öte yandan, apaçık görünüyor ki, Silistre’nin güçlü ve kahramanca savunulması, müttefik devletleri olduğu kadar Osmanlı Divanını da şaşırttı. Okurlarımız anımsayacaklardır, altı hafta kadar önce müttefik komutanlar Varna’da  toplanmışlar, Balkan hattının, Türkiye’nin doğal savunmasını oluşturduğunu keşfetmişlerdi. Şimdi İngiliz gazetelerinin çoğu, Silistre’ye tek İngiliz ya da Fransız askerinin yardım etmemiş olduğunu sadece itiraf etmekle kalmıyorlar, bunu açıkça söylemekten kıvanç duyuyorlar. Son olarak, Silistre’nin büyük askeri önem taşıyan bir nokta olduğunu, askeri harekatın kaderini, bu kalenin kaderinin saptadığını, Rusların bu kaleyi kuşatmaktan birdenbire cayıp, Seret’e çekilmeleriyle, geçen yılki toprak kazançları ile bu yılki toprak kazançlarını yitirmiş olduklarını belirtmek gerekiyor.

Ancak hemen söyleyelim, bizim İngiliz çağdaşlarımızın çoğu Moskof’un bugünkü gerileyişini, büyük ölçüde abartıyor. Silistre kalesindeki askerlerin 13 Haziran tarihindeki çıkışlarının ve Ömer Paşadan aldıkları söylenen 2.000 asker civarındaki yardımın, Rusların tam bir yenilgiye uğratılması sonucunu verdiğine, 90.000 ya da 100.000 kişinin, 15.000 asker önünde kaçtığına inanmak için büyük ölçüde saf olmak gerek. Görebildiğimiz kadarıyla, Rusların ani çekilişi, ani saldırıları kadar gizemli. Bu çekiliş, sadece Eflak’ın Avusturya birliklerince işgali konusunda Rusya ile Avusturya arasında daha önceden varılmış bir anlaşma olduğu görüşüyle açıklanabilir. Bu koşullar altında, The Morning Chronicle gazetesi İstanbul muhabirinin 10 Haziran tarihinde, yani Avusturya-Türkiye Antlaşmasından dört gün önce bu dolapları ortaya koyan şu satırları, gariplik ölçüsünde ilginç: 

“Türkler, diplomasinin kendilerine oyun oynadığı, Silistre’nin, Rusların eline düşmesine izin verme niyetinde olanların, onlar (müttefikler) olduğu kanısındalar.
“Viyana da yeni bir protokol hazırlandığına dair buraya ulaşan haberler, bu kuşkuları doğruluyor. Bu protokolde, öğrendiğime göre, Silistre’nin düşüşünden, sanki olup-bitmiş bir şey gibi sözediliyor, ayrıca, Rusya’nın askeri onuru korunduğuna göre, Avusturya’nın işbirliği yaparak –yani işgal ederek– bir düzenleme yapılması için müdahalede bulunması zamanının geldiği düşüncesinde olduğu söyleniyor.”
Buna göre, eğer Ruslar, Silistre’yi zamanında alsalardı, işler yolunda gidiyor olacaktı. Ama çarın askeri onurunu kurtaramadılarsa da, Avusturya ile varılan uzlaşma çerçevesinde, şansız şerefsiz de olsa geri çekilmeleri gerekiyor. Ruslar Şerefin gerisine çekilmiş bulunuyorlar, Avusturyalılar da Şerefle Tuna’ya doğru ilerleyerek, Moskoflarla Türklerin ve müttefiklerinin arasına girmiş bulunuyor. Bu yerde Avusturyalılar, her iki tarafın ileriye doğru yürüyüşe geçmesini önleyerek kavgada hakem durumundalar. Şimdi Viyana Konferansı protokollere her zamankinden daha fazla dalarken, Ruslar Buğdan’da kalıyorlar. Böylece kış aylan kazanılmış olacak. Eğer konferans bir sonuca ulaşamazsa –Rus imparatoru, Amsterdam’daki Hope and Co.’dan 7.400.000 İngiliz lirası ödünç aldığına göre, bunun böyle olacağı kesin– o zaman, Tuna ve Seret nehirleri gerisindeki Rus ordusunun durumu, Bükreş-Köstence hattında olduğundan iki kat daha güçlü olacak. Bundan başka, Rusların Silistre ve Bulgaristan’daki ve şimdi gerisine çekildikleri Şerefteki kuvvetleriyle, müttefik kuvvetleri, hünerli düzenlemelerinden ötürü, ne kadar iyi niyetli olursak olalım, müttefikler, Avusturya ile Rusya’nın bu girişimini boşa çıkaramazlardı. 

Karadeniz’in Avrupa kıyılarında Türklere ve müttefiklere karşı kullanılan Rus birlikleri, üçüncü kolordudan üç, dördüncü kolordudan üç, beşinci kolordudan bir, altıncı kolordudan üç tümen olmak, ve üç yedek tümeni de kapsamak üzere onüç piyade tümeninden oluşuyor. Bunların yanısıra üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı hafif süvari tümenleriyle üçüncü, dördüncü ve beşinci topçu tümenleri var. Harekat ordusunun yaklaşık yansını oluşturan bu birliklerin, resmi açıklamalara göre, her piyade tümeni için 16.000 kişi, her süvari tümeni için 5.000 kişi ve her topçu tümeni için 160 top hesabıyla, maiyettekiler ve ordugahtakilerle birlikte, toplam 250.000 ile 260.000 kişiye ulaşması gerekir. Ancak Rus kuvvetlerini, Macaristan savaşındaki211 gerçek kuvvetleriyle hesap edersek, bir Rus piyade tümenini 13.000 ya da 14.000 kişiden fazla sayamayız. Süvari ve topçu da aynı ölçüde indirilmelidir. Bu durumda, Rusların prensliklere başarıyla yürütmüş oldukları gerçek kuvvet 210.000 kişiye inmektedir. Ancak bu miktardan da savaş ve hastalık gibi nedenlerle 20.000 ya da 25.000 kişi daha düşürmelidir. 1828-29’da mart hummasının Rus ordusuna verdiği zararları anımsarsak ve bir Rus doktorun Viyana’daki Wiener Mecizinischen Wochenschrift’te212 çıkan mektuplarıyla karşılaştırırsak, ordunun %8’lik, %10’luk bir yitikle karşılaşmış olmasını, abartma olarak göremeyiz. Bu durumda, kullanılabilir 180.000 kadar Rus askeri vardır. 

Silistre kuşatmasında bu kuvvetin ne kadarının kullanılmış olduğunu bilmek, ilgi çekici olacaktır. Savaş hattının gerisinde kurulan mühimmat depolarının ve geriyle bağlantının korunabilmesi için geniş ölçüde askere gerek duyulmuştur. Bükreş’in ve Dobruca hattının işgal edilmesi gerekmiştir. Kanatlan ve bir ölçüde cepheyi korumak üzere birlik ayrılması zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu değişik görevler için 60.000 kişiyi çıkarırsak, geriye, Silistre kuşatması ve bu kuşatmayı örtmek için kullanılmak üzere tam 130.000[206] kişi kalır. Bu, gerekenin altında değil, üstünde bir miktardır. Şimdi, geniş bir nehre bakan Silistre’nin yeri, kuşatmaya geçen ordunun, kaleyi her yandan çember içine alabilmek için, kaçınılmaz olarak bölünmesini gerektirmiştir. Ayrıca, yenilgi halinde nehrin güney yakasından püskürtülecek kuvvetleri kurtarmak üzere, nehrin kuzey kıyısında kuvvetli yedek güç bulundurulması da zorunlu görülmüştür. Son olarak, nehrin güney ya da sağ yakasını işgal eden birliklerin de, biri kuşatmayı yürütmek ve kuşatılanın herhangi bir çıkış hareketini geri atmak üzere, ikincisi kuşatmayı korumak ve kalenin yardımına gelebilecek bir kuvveti vurmak üzere, iki orduya ayrılması gerekmiştir. Nehrin sağ yakasının işgali ve sol yakada kuşatmanın sürdürülmesi için 35.000-40.000 kadar askere gerek duyulmuştur. Bu durumda, yardıma gelen bir ordu karşısında, Rusların elinde, kullanılabilecek 80.000 kişilik bir kuvvet kalmıştır. Silistre’den on-yirmi mil ötede Bulgaristan topraklarında yapılacak bir savaşa Rusların getirebilecekleri kuvvet en çok bu kadar olabilirdi. 

Şimdi de Rusların 180.00 kişilik kuvveti karşısında müttefiklerin kuvvetini görelim. Bir süre önce, Şumnu’daki Türk ordusunun, 80.000 askerden oluştuğu, ancak açık arazide verilecek bir savaşın gerektirdiği her türlü şeyden yoksun bulunduğu söylenmişti. Lord Raglan’la Fransız kurmay subaylarının son raporuna göre de, bu ordunun subay kadrosu çok kötüydü. Kısacası bu ordu, saldırı harekatına kesin olarak giremeyecek bir durumda bulunuyordu. Bu raporun doğruluğuna ya da yanlışlığına karar vermek gibi bir amacımız yok, zaten böyle bir şey elimizdeki olanakların ötesinde bulunuyor, yalnızca, asıl Türk ordusunun niteliği hakkında, onun müttefiklerinin görüşü bu demek yeterli olur. O zamandan bu yana, 40.000 kişilik bir ordugahın kurulmakta olduğu Rusçuk’a, Kalafat’tan asker aktarılmaktaydı. Bu büyüklükte bir kuvvetin böyle hareketsiz tutulmasını anlamak çok güçtü. Bu kuvvet Rusçuk yerine Bükreş üzerine yürüseydi, Rusları, Silistre kuşatmasını derhal kaldırmak zorunda bırakırdı. Ancak savaşın yönetimi, tümden diplomasinin elinde olduğu için, bu kararı kavramak hiç de güç değil. Rusçuktaki garnizonla, Şumnu’daki garnizon ve yedek kuvvetleri bir yana koyarsak, Türklerin kendilerini bekleyen göreve uygun düşecek koşulları taşıyan 50.000 kişilik bir gücü biraraya getirebilip getiremeyecekleri kuşkuludur. Batılı asker otoritelerinin tahminince, bir İngiliz ya da Fransız askerinin en az iki Rus askerine eşit olduğu kabul edildiği zaman bile, Rus işgal ordusunun gücünü dengelemek için gene de 65.000 kişilik bir müttefik ordusuna gerek vardır. Bu nedenle müttefikler, bu büyüklükte bir kuvveti Varna’da toparlamadıkça, aşırı zorunluluklar bir yana, savaşa girmeyeceklerdir.

Ancak, müttefikler, savaş alanına bu ölçüde bir kuvveti derhal çıkarmamaya çok dikkat etmişlerdir. Çünkü o zaman fiilen harekatta bulunmaktan uzak durmanın hiçbir gerekçesi kalmayacaktı. Bugün Türkiye’de bulunan tüm İngiliz-Fransız askerlerinin sayısı 80.000’i aşmıyor. Bunun yanısıra 15.000-20.000 kişi de yolda bulunmakta. Süvarinin ve topçunun hemen hemen tümü de bu rakama dahil, İstanbul Boğazında elde bulunan ulaşım araçları, kasıtlı ya da değil, hayli sınırlı. Bu nedenle askerler Varna’ya deniz yoluyla aktarılacaksa, gemilerin birçok sefer yapması gerekebilir. Ama haberini aktardığımız muhabir, “en son ve en güvenilir hesaplara göre” diyor, “deniz yoluyla gönderilen İngiliz askerlerinin ve başka yabancı askerlerin sayısı sadece 12.000’i buluyor. Bu arada Fransız ordusunun büyük bir kesimi ise, Gelibolu’dan, yavaş bir şekilde, İstanbul’a ve Edirne’ye doğru ilerliyor”. Yolların çok kötü ve yiyecek sağlanmasının aşırı ölçüde güç olması nedeniyle, bu düzenleme, onların ünlü generali Aziz Arnaud’ya İstanbul ve Varna arasında sürekli olarak mekik dokuma olanağını verecektir ve kesinlikle emin olabiliriz ki, general, Divandaki her entrikayı, dipsiz kesesini doldurmak için somut bir kazanca dönüştürme fırsatını kaçırmayacaktır. Üsküdar’daki iki İngiliz tümenine gelince, aynı muhabirini bildirdiğine göre “onları almak üzere demir atmış bekleyen bir buharlı gemiler ve tekneler filosu bulunduğu halde birlikler henüz harekete hazır durumda görünmemektedirler.” 

Bütün bunlardan yeter açıklıkla görüldüğü gibi, müttefik devletler, Rusya ile Avusturya arasındaki düzenlemeyi bozacak bir durumda bulunmamaya çok itina göstermektedirler. Çünkü eğer öyle bir amacın izlenmesi niyeti güdülseydi, bunun için iki yoldan biri seçilebilirdi: Ya Baltık’ta Finlandiya’nın istilasını ve Svendborg kalesi ile Kronstadt kalesinin kara tarafından çevrilmesini kolaylaştırarak yedek kuvvetlere bir hareket üssü sağlayacak olan İngiliz-İsveç ittifakı yapılabilir, ya da Kırım ile Sivastopol’a karadan ve denizden ortak bir saldırı düzenlenebilirdi. Birinci olasılıkla ilgili olarak, daha üç haftadan az bir süre önce, Karadeniz filosunu Baltık denizine gönderme vaazı veren The Times’ın, şimdi, Baltık limanlarının sadece abluka altına alınmasını, Baltık filosunun büyük kesiminin Karadeniz’e yollanmasını ve Kırım’ın işgal edilmesini salık vermesi hayli eğlendirici. Fransız filosu kendisine katılmadıkça Napier’in hiçbir şey yapamayacağından esef ediyor görünen gazete, bu gazeteydi. Şimdi Fransız filosu katıldıktan sonra, gene bir şey yapılmayacak gibi görünüyor, anlaşılan, yalnız Fransız ve İngiliz filoları Kattegat yoluyla, Manş denizinden, Cebelütarık boğazından geçip Karadeniz’e yeni bir yolculuğa daha çıkacaklar. Bu filoların [sayfa 398] bulaşması için gerekli olan zaman ve bu filoların Amiral Dundas’nın komutası altındaki kuvvetlerle birleşmesi için gerekli olan zaman düşünülürse, bu önerilerin büyük amacının, ne Karadeniz’de, ne Baltık’ta hiçbir şey yapmamak olduğu açıkça ortaya çıkar. 

Silistre’de yüzyüze geldikleri beklenmedik ve tahmin edilmedik yenilgilerinden ayrı olarak, Rusların büyük bir yitikle karşılaştıkları ve çepeçevre tehlikeyle çevrildikleri tek yer, çok kesin olmamakla birlikte, Kafkasya. Ruslar, Karadeniz’in doğu kıyısındaki bütün kalelerini bıraktılar. Bunu, müttefik donanmasından korktukları için değil, Gürcistan ordusunu güçlendirmek için yaptılar. Dariel Geçidinden çekilirken büyük bir dağlı kuvvetin, öncü kollarıyla gerilerine saldırdığı, öncü kollarının parça parça edildiği, bu arada merkez ve geri kuvvetlerinin de büyük bir yitikten sonra çekilmeye zorlandığı bildiriliyor. Aynı zamanda, Selim Paşanın ordusu da, St. Nikola’dan, Rusların Türkleri sık sık taciz ve tehdit etmek için kullandıkları Özürgeti üzerine yürümüş ve Rusları bu kaleyi boşaltmaya zorlamış bulunuyor. Bu kalenin elde edilmesi sayesinde, Selim Paşayla Kars’taki ana Türk ordusu arasındaki bağlantı güven altına alınmıştır. Bu ordunun dahi kış ve bahar ayları boyunca esef edilecek ölçüde etkisiz olduğu düşünülürse, Rusların giriştiği manevra, buna karşın, kendi durumlarını güvenilemez gördüklerini ve hazin bir şekilde, kıyıdaki kuvvetlerden destek alma gereğini duyduklarını ortaya koyacaktır. Dariel Geçidindeki yenilgi, kısmen bile olsa doğruysa, Voronzov’un ordusunun bağlantısı kesilmiş demektir. Bu durumda Voronzov’un ya Tiflis’te gelecek kışa kadar dayanabileceği savunulabilir bir üs sağlamaya çalışması –ki bu pek kolay değil– ya da her türlü kaybı göze alarak geçidi zorlaması gerekecektir. Bu harekat, her durumda, Hazar denizine doğru çekilmekten daha yeğ tutulmalıdır. Çünkü Hazar denizine giden yoldaki geçit, Dariel Geçidinden daha tehlikelidir. Ancak bu nokta üzerinde, daha doğru ve daha fazla bilgi elde edinildiği zaman, daha olumlu konuşma olanağını bulacağız. Şu ana kadarki harekat içinde Rusya’nın hesabına iki zafer –biri Hope and Co.’dan ödünç, ikincisi, Avusturya’nın Babıâliyle yaptığı antlaşma– ve bir yenilgi –Silistre– yazabiliriz, ilk iki zaferin, ikincinin getirdiği yüzkarasını silecek sürekli yararlar sağlayıp sağlamayacağına, sadece gelecek karar verecektir.

Yaklaşık olarak 14 ve 16 Haziran 1854’te yazılmıştır. 

New-York Daily Tribune 
n° 4125, 8 Temmuz 1854 
Başyazı
Blogger tarafından desteklenmektedir.