Header Ads

Header ADS

PARLAMENTODA GÖRÜŞMELER - Marks

Londra, Salı 21 Şubat 1854

Ordunun ve donanmanın gider tahminleri parlamentoya sunuldu. İçinde bulunduğumuz yıl, ordu için gereksinilen toplam asker sayısı, geçen yılkinden 10.694 fazlalık gösteriyor. Kara ordusunun toplam giderleri 3.923.288 İngiliz lirası. 31 Mart 1855’te sona erecek olan mali yıl için deniz kuvvetlerinin gider tahminleri geçen yılkinden 1.174.446 İngiliz lirası fazlalık gösteriyor. Birliklerin ulaşım ve donatım giderlerindeki artış 72.100 İngiliz lirası. 

Layard, geçen cuma akşamı Doğu Sorunu üzerinde konuşabileceğiyle ilgili bildirimde bulunmuştu. Kamara başkanı, kamaranın donanma bütçe tahminlerini incelemesine vakit bırakmak düşüncesiyle kürsüden ayrılmak üzereyken Layard söz aldı. 

Layard, istenen ödeneklere oy vermeden önce, hükümetin niyetinin ne olduğunu bildirmesinin görevi olduğunu belirterek söze başladı. Ama hükümete, ne yapmak niyetinde olduklarını sormadan önce, şimdiye dek ne yapmış olduklarını sormayı arzu ettiğini söyledi. Hükümet, çok açık gerçekleri görmezlikten gelmiş, hataya hiç yer bırakmayacak açıklıktaki eğilimleri yanlış anlamış, asılsızlığı çok açık olan güvencelere bel bağlamıştı. Sinop trajedisine gelince, birleşik donanmaların amiralleri felaketi önleyebilirlerdi, ya da bu felaket İngiltere hükümetinden ötürü ortaya çıkmış bir şey olmasaydı, Türkler, bunu savuşturabilirlerdi. 

Sir James Graham ünlü küstahlığıyla verdiği yanıtta ya bakanlara güvenmelerini ya da görevden uzaklaştırmalarını söyledi. Ama “bu arada ufak-tefek Mavi Kitap işleriyle oyalanmamalıydık.” Hükümet Rusya tarafından aldatılmıştı, ama “karanlık, kötü niyetli kuşkular, âlicenap zihinlerde kolaylıkla kök salamazdı.” Bu yaşlı tilki, Sir Robert Peel’in “kirli, küçük çocuğu”, Bandiera’ların katili, “âlicenap zihni’yle ve “kuşku duymaktaki yavaşlığı”yla pek şekerdi. 

Daha sonra, konuşmaları ertesi günkü gazeteleri dolduran, ama o akşam kamarayı boşaltan Lord Jocelyn’le Lord Dudley Stuart geldi. Onların ardından konuşan Roebuck, hükümet üyelerinin bu nazik durumda işleri yönetiş biçimlerini savunarak söze başladı; ama konuşmasına, hükümetin, ne yapma niyetinde olduğunu açıklaması zamanı geldiğini belirterek son verdi. Lord John Russell, “ne yapma niyetinde olduklarını” onlara söylemeyi arzu ediyormuş gibi bir eda takındı. Oysa yapmak istedikleri şeyin ne olduğunu, belki kendisi de tam bilmiyordu. Türkiye’ye, kendilerinin rızası olmaksızın barış yapmaması esasını içeren bir antlaşma önererek, Fransa’yla, belirgin olmayan bir ittifaka girmişlerdi. Çar, inanılmaz bir vefasızlıkla onların üzerine basıp geçmişti. Barıştan umudu yoktu. Bu nedenle, geçen yılkinden 3.000.000 İngiliz lirası daha fazla ödenek istiyordu. Kamara, bir coşku içinde, ödeneği kabul etmek üzereyken Disraeli müdahale etti ve görüşmeleri pazartesi gününe ertelemeyi başardı. 

Görüşmeler dün akşam üzeri başladı, sabaha karşı 2’de sona erdi. 

Cobden, hiç kimsenin yadsımadığı “bu tasa yüklü anlaşmazlığı” Fransız hükümetinin başlattığı görüşünü kanıtlamak için çok çaba gösterdi. Fransa cumhurbaşkanı, katolik hıristiyanlar adına Türkiye’den bazı isteklerde bulunarak ufak, siyasal bir kazanç sağlamayı arzu etmiş olabilirdi. Bu nedenle, Rusya’nın ilk davranışı, Fransa’nın girişimlerine kadar geriye gidiyordu. Viyana notasının imzalanmaması, müttefiklerin hatasıydı. Savaşa gidiyorduk, çünkü Türkiye’den isteme niyetinde olduğumuz şeyi, yani hıristiyanlara daha iyi davranması güvencesini reddetmesi için Türkiye’ye ısrar etmiştik. Oysa “Kuran yasasını tümden ortadan kaldırmadıkça, Türkiye hıristiyanlarını Türklerle eşit yapma olanağı yoktu.” Biz de, Cobden’a bugünkü devlet kilisesi ve İngiltere’nin yasalarıyla, işçileri, Cobden’larla Bright’larla eşit yapma olanağı olup olmadığını pekala sorabilirdik. Cobden konuşmasına devamla Türkiye’deki hıristiyan nüfus arasında, genel bir ayaklanmayla sonuçlanma tehlikesi gösteren genel bir hoşnutsuzluğun egemen olduğunu öne sürdü. Öyleyse biz de Cobden’a, bir kez daha, Avrupa’daki tüm [sayfa 273] halklar arasında hükümetlerine ve egemen sınıflara karşı, genel bir devrimde son bulma tehdidini taşıyan genel bir hoşnutsuzluk olup olmadığını soralım. Cobden sözü sürdürdü: Türkiye’yi savunmak üzere savaşa girdiği zaman İngiltere, Osmanlı nüfusun egemenliği yararına, o ülke halkının büyük kesiminin ise zararına çarpışmış olacaktır. Bu sadece dinsel bir sorundur, İngiltere’nin çıkarları, tümden Rusya’nın yanında olmaktı. Rusya ile ticaretleri pek genişti. Cobden sözünü bağladı: “Rusya’yla savaşa karşıydı. Yapılacak en iyi şey, Viyana notasına geri dönmekti.” 

Lord John Manners, Rus imparatorunu, Prens Mençikov’a, sonunda felakete götüren buyrukları vermeye yüreklendiren şeyin, ilkin Lord Clarendon’ın, Rusya, Fransa ve Türkiye ile yaptığı temas ve yazışmalar olduğu düşüncesindeydi. Britanya hükümetinin uzayıp giden diplomatik görüşmeleri Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermiş, Rusya’nın çıkarlarına hizmet etmişti. Hükümetin düşündüğü amaçlar nelerdi? Türkiye’nin onuru ve bağımsızlığı korunacaktı. Ama bununla kastedilen şey neydi? 
Horsfall, gerçek sorunun, Türkiye nedir sorusundan çok, Rusya ne olur sorusu olduğunu söyledi. Rusya’nın amacı topraklarını genişletmekti. Bu olayda Rusya Otokratın büyük ölçüde sahtekarca olan ilk adımından tüyler ürpertici Sinop katliamına kadar her şey, vahşice ve sahtekarcaydı. Öte yandan, mağdur edilmeye çalışılanın tutumu hayranlık uyandırıcıydı. 

Drummond, bir din savaşına karışacağımıza inandığını söyledi. Fitnenin başı Papaydı. İngiltere’nin, Türk sorununda en ufak çıkarı yoktu. İngiltere, işe, Polonya Krallığının yeniden kurulmasını istediğini ilan ederek başlamalıydı. Her şeyin ötesinde, hükümetin neyin peşinde olduğunun bildirilmesini istiyordu. 

Butt, bu ödenekler üzerinde oy verirken, kamaranın, Rusya’ya karşı savaş ilanını geciktiren şeyin ne olduğunu bilmeye hakkı olduğunu söyledi. 

Savaş Bakanı S. Herbert, böyle önemli bir bunalımda bir karma hükümet bakanından dahi beklenemeyecek türden, çok pespaye ve budalaca bir konuşma yaptı. Hükümetin elinde, üzerinde durabileceği somut gerçekler olmadığını söyledi – geleceğe ait olarak söyleyebilecekleri şey tahminden öteye gidemezdi. Bu savaşa, Türkiye’yi savunma amacından çok Rusya’ya karşı durma amacıyla girmek eğiliminde olduklarını söyledi. Kamaranın, zavallı Herbert’ten alabildiği, “geleceğe ait” bilgi işte bu oldu. Ama hayır, o, kamaraya bazı yeni şeyler de söyledi. Herbert’e göre, “Cobden, bu ülke halkının en geniş sınıfının eğilimini temsil etmektedir.” Ama bu görüşün kamarada her yandan reddedilmesi karşısında Herbert şöyle sürdürdü sözü: “En geniş sınıfın değilse bile, sayın üye, şu ya da bu ölçüde, bu ülkenin emekçi sınıfının büyük bir parçasının temsilcisiydi.” Zavallı Herbert! Onun ardından Disraeli’nin ayağa kalktığını görmek ve bir boşboğazın yerine gerçek bir tartışmacıyı dinlemek insana bayağı canlılık verici bir şeydi. 

Disraeli, bugünkü savaşın nedenini ve amacını açıkça kavramaları gerektiğini söyledi. Rusya’nın Osmanlı imparatorluğunu zor kullanarak istila etmek gibi bir niyeti yoktu. Ama Rusya hünerli bir siyasetle, Türk İmparatorluğundaki hıristiyan nüfus üzerinde öyle bir etkinlik elde etmek istiyordu ki, belki de ancak sultanın imparatorluk tahtına sahip olarak elde edebileceği otoriteyi, bu etkinlik sayesinde sağlamış olacaktı. Bu siyaset, fetih yoluyla değil, ama varolan antlaşmaları korumakla ve bu antlaşmaların ruhunu genişletmekle başarılabilirdi.

“Ya hükümet, hastalık ölçüsünde bir safdilliğe varan bu güven duygusunun etkisinde kalmıştır, ya da gözyummuştur.”

Disraeli’nin, sadece anahatlarını verdiğim parlak konuşmasından sonra Lord Palmerston söz aldı, çok başarısız bir konuşma yaptı. Bir önceki parlamento döneminin kapanış oturumunda yaptığı konuşmanın bir bölümünü yineledi. Hükümetin siyasetini, sonuca götürücü olmayan bir çaba içinde savundu. Lord Palmerston, ağzından tek yeni bilgi kaçırmamaya da büyük özen gösterecek kadar dikkatliydi. 

Sir J. Graham’ın verdiği önerge üzerine, görüşmelerin yeterliğine karar verildi ve deniz kuvvetleri için istenen ödenek onaylandı. 

Kısacası, bu endişe dolu görüşmelerin en garip özelliği, kamaranın, hükümet üyelerinden resmî bir savaş ilanı sözü ya da savaşa girmekle güttükleri amaçlan tanımlayan bir tümce bile almayı başaramaması olmuştur. Kamara ve kamuoyu, bu görüşmelerde, eskiden beri bildiklerine yeni bir şey katmadı. Hiçbir yeni şey öğrenmediler.

New-York Daily Tribune
n° 4022, 9 Mart 1854
Blogger tarafından desteklenmektedir.