KARS’IN DÜŞÜŞÜ - MARKS
Kars’ın düşüşü, Rusya’ya karşı yürütülen yapmacık, sahte savaşın tarihinde bir dönüm noktasıdır. Kars düşmeksizin ne Beş Nokta,257 ne konferanslar, ne Paris Antlaşması,258 tek sözcükle, ne de sahte barış olabilirdi. Şu halde, hükümetin –dikkatle pişirilip kotarılmış, kısaltmalarla kötürümleştirilmiş, bazı parçaların atlanmasıyla sakatlanmış, bazı tahriflerle yamanmış– kendi Mavi Kitabından,259 başından beri, Kars’ın düşüşünü Lord Palmerston hükümetinin planladığını ve planını sonuna kadar uyguladığını kanıtlayabilirsek, peçe kaldırılacak, Doğu savaşı, çevresine diplomatik olarak sarmalanan sis arasından, şaşkınlık verici bütün olaylarıyla ortaya çıkacaktır.
1855 Mayısının sonuna doğru General Williams, Lord Claren-don’a gönderdiği raporda, “28.000 piyade, 7.500 süvari ve 64 parça toptan oluşan büyük bir kuvvetin Gümrü (Alexandropol) çevresinde toplandığını ve müşirin, düşmanın Kars’a saldırma niyetinde olduğu haberini aldığını” bildirir, şöyle der: “Bu müstahkem ordugahta bizim 13.900 piyademiz, 1.500 süvarimiz, 1.500 topçumuz ve 42 sahra topumuz var.” Yedi gün sonra, 3 Haziranda Williams, Clarendon’a şu haberi gönderir: “Kars garnizonunda şimdi dört aylık erzakım var. inanıyorum ki, merkez hükümet ve müttefikler, bu ordu kalıntısına, bir kenarda unutulmadığını kısa zamanda göstereceklerdir.” Bu mektup (Kars Belgeleri, bkz: n° 231) Downing sokağına 25 Haziranda ulaşmıştır. Bunun sonucu olarak İngiliz hükümeti o gün, eğer yardımına gidilmezse Kars’ın 3 Ekimde düşmek üzere olduğunu biliyordu. Bu bilgi, hareketlerinin temeli oldu.
11 Temmuz günü Lord Clarendon, General Williams’dan, 15, 17 ve 19 Haziran tarihlerini taşıyan üç mektup daha aldı. Bu mektuplarda, iki ordu ileri karakolları arasında bir çarpışma olduğu, 16 Haziranda Rusların müstahkem ordugaha karşı giriştikleri saldırının Türkler tarafından cesaretle püskürtüldüğü ve son olarak da düşmanın, mevzilenmiş ordugaha karşı kanattan yürüyüşe geçtiği ve Türk mevzilerinin en zayıf noktasına bir saatlik bir yürüyüş uzaklığında büyük bir kuvvetle (30.000 kişi) yer aldığı bildiriliyordu. Williams bu mektuplardan sonuncusunu şu tümceyle bitiriyordu: “Ne yazık ki, bizim başıbozuk süvarimiz yok. ... Düşman, Erzurum’la bağlantımızı esasen bir ölçüde kesmiş bulunuyor.”
Aynı haber İstanbul’a ulaştığı zaman Başvezir, Lord Redcliffe’i Boğazdaki konağına çağırmıştı. Türk bakanlar Kars’ın Redut Kalesinden Kutais yoluyla Gürcistan’a yapılacak bir seferle kurtarılmasını önermişlerdi. Sefer kuvvetine Vivian’ın 20.000 kişilik Batum garnizonu, 2.000 Arnavut, Bulgaristan’dan 5.000 kişi, 800 Mısır süvarisi, 600 Tunuslu atlı olmak üzere toplam 43.400 kişi katılacaktı.
Babıâli bu seferin yönetimini bir İngiliz komutana vermeye ve General Vivian’ı komutan olarak kabule hazır olduğunu belirtti. Bu öneri Lord Clarendon’a 11 Temmuzda ulaştı. 12 Temmuzda da Lord Redcliffe Lord Clarendon’a şu telgrafı gönderiyordu: “Sefer hazırlıkları ilerliyor. Hükümetin, Redut Kalesinden Kutais yoluyla Gürcistan’a yapılacak güçlü bir şaşırtma saldırını onaylamaya hazır olup olmadığını bana telgrafla hemen bildirebilirseniz, zaman kazanılmasını sağlamış olursunuz.”
Kars’ın içinde bulunduğu tehlikeden haberdar edilen hükümet, 25 Hazirandan 12 Temmuza kadar, yardıma koşmak için parmağını dahi kıpırdatmamıştı, bir kez bile telgraf haberleşmesine yanaşmamıştı, ancak Türklerin, Kars’ın yardımına koşmayı planladıklarını öğrenir öğrenmez, bu planı bozmak için aniden canlanıveriyordu. 13 Temmuzda (Kars Belgeleri bkz: n° 248) Clarendon, Lord Redcliffe’e şu yazıyı gönderdi:
“Haşmetmeaplarının hükümeti, Rus ordusunun gerisine takviye birlikleri gönderilmesinin daha akıllıca olacağı kanısındadır. Takviye kuvvetleri Trabzon’a gidebilirler ve oradan Erzurum’a yöneltilebilirler. Trabzon’un Erzurum’a uzaklığı, Redut Kalesiyle Tiflis arasındaki uzaklıktan azdır, üstelik yürüyüş, düşman bir toprakta değil, dost bir toprakta olacaktır. Ordu Erzurum’da, karşıt [sayfa 594] bir düşman değil, destekleyen bir dost, açlık değil, erzak bulacaktır. Eğer Kars’taki ordu bu yeri Ruslara karşı koruyamazsa, Erzurum’a geri çekilmelidir ve tüm Türk kuvvetleri orada yığılmalıdır. Eğer Ruslar yenilgiye uğratılacaksa, bunu, birlikleri dağıtarak değil, toplayarak yapmak daha kolay olacaktır. Yenilgi Türk sınırından ne kadar içerde olursa, o kadar kesin olur.”
Redcliffe’in telgraf yazısını aldığının ertesi gün, Clarendon daha da liberalleşmekte ve Erzurum’u da, bırakılıp çıkılacak yerler listesine eklemektedir.
“Clarendon örlünden, Lord Stratford de Redcliffe’e:
“Dışişleri bakanlığı, 14 Temmuz 1856. – 30 Haziran ve 1 Temmuz [12 Temmuz olması gerek] tarihli yazılarınızda belirttiğiniz, Kars ordusunun takviyesi planı onaylanmamıştır. Türk birliğinin, hizmete elverişli duruma gelinceye kadar kullanılmasına karşı durulmasının nedenleri, bugün ulakla gönderilecektir. Harekat üssünün Trabzon olması zorunluluğu vardır. Eğer Kars ve Erzurum’daki Türk ordusu, Ruslara karşı Erzurum’da tutunamazsa, kolaylıkla takviye edilebileceği Trabzon’a çekilmelidir.”
Eğer Kars Erzurum’un anahtarıysa, Anadolu’nun stratejik ve ticarî yollarının merkez noktası ve İstanbul’un anahtarı da Erzurum’dur. Kars ile Erzurum, bir kez Rusların eline geçti mi, İngiltere’nin İran’la Trabzon üzerinden yaptığı ticaret kesilir. Bu durumun bilincinde olan İngiliz hükümeti serinkanlılıkla, Babıâliyi, Asya’da evinin anahtarlarını teslime çağırıyor; üstelik bunu, bu iki noktadan biri tehlikeyle pek de yüzyüze olmadığı halde yapıyor; Kars’taki kuşatılmış orduyu, Kars’ın yardımına gitmelerini yasakladığı takviye kuvvetlerinin yanına çağırıyor. “Eğer” diyor lord hazretleri, “Ruslar yenilgiye uğratılacaksa” (buna ne gerek var diye sorar gibidir adeta) bu yenilgi, Türk sınırından ne kadar uzakta olursa, yani ne kadar çok kuvvetli yerler Ruslara teslim edilir ve gerçekte İstanbul’a yakın olursa, o kadar kolay elde edilecek, o kadar kesin sonuç verecektir.
Lord Clarendon’ın bu yazıları Lord “Aman Dowb’a gözkulak ol”260 Panmure’un, İngilizlerin Carnot’su Tuğgeneral Vivian’a yazdığı şu yazıyla da değerli bir biçimde destekleniyor:
“Lord Panmure’dan Tuğgeneral Vivian’a:
“Efendim,
“Savaş bakanlığı, 4 Temmuz 1856. – Kars’ın kurtarılmasına ilişkin olarak Babıâlinin önerdiği plan hakkında Clarendon örlünün, haşmetmeaplarının İstanbul’daki elçiliğine gönderdiği mektubun bir örneğini bilgi edinmeniz için iliştiriyorum. Babıâlinin önerdiği planın itirazı gerektiren niteliğine dair o mektupta [sayfa 595] belirtilen hususlarla tamamen görüş birliğinde olduğumu size bildirmeliyim. Sizin meslekî yeteneğinize güvenim öylesine tam ki, Babıâlinin düşündüğü türden haşin, iyi sindirilmemiş bir seferi yükleneceğinize dair hiçbir kaygım yoktur. Salt birliğe komuta ederek değil, ama haşmetmeapları hükümetinin güvenine sahip bir İngiliz subayı sıfatıyla, müttefiklerimize, Türklere, iktidarınız çerçevesindeki her türlü yardımı yapmak gerçi görevinizdir, ancak aynı zamanda, gerekli temelleri konmamış, bağlantı hatları gerçekleştirilmemiş, malzeme akışı sağlama bağlanmamış ve ulaşım olanakları sağlanmamış askerî girişimlerde bulunarak kendi ününüzü ve İngiliz adının onurunu tehlikeye atmamak için dikkat etmeniz gerekir. Bir orduyu, tehdit edilen bir kıyıya aniden çıkararak ya da hatta, düşmanın müstahkem mevziine saldırarak bir coup de main indirmek ayrı bir şeydir, düşmanın ülkesini işgal etmek üzere sefere girişmek, onun toprağında, ona karşı savaşmak başka bir şey. Birinci durumda bazı şeyler şansa bırakılabilir, ama ikinci durumda hareketten önce her türlü hazırlık görülmelidir. Bundan başka, bana ulaşan haberlere göre, Batum ordusu üzülünecek bir durumda bulunuyor. Sizin komutanız altındaki birliğin pek iyi örgütlenmediğini biliyorum. Bulgar birlikleri hakkında sizin herhangi bir bilginiz yok. Tahmin ederim Beatson’ın süvarileri de ancak sizin birliğiniz kadar disiplin ve denetim altına alınmış olabilir. Kısacası, Tuğgeneral Williams’a bu yoldan bir yardıma kalkışmanın çılgınlık olacağına inanıyorum. Bu yiğit subayı ve ordusunu böyle güç bir durumda bırakan siyasete üzülmek için artık çok geç, ama onu kurtarma amacıyla önerilen tasarımları uygulamaya kalkışmak, sadece yeni başarısızlıklara yolaçabilir. Hiç kuşkusuz sizin de aynı duyguları paylaştığınıza inanıyorum, bir an önce kendi birliğinizi hizmet görebilecek bir düzene sokmalısınız. Siz hazır olur olmaz, eminim böyle bir hizmet şurada ya da burada sizi bekliyor olacak. Ama örgütlenme, bir ordunun dayanıklılığı ve cesareti kadar gereklidir, örgütlenme olmaksızın, öteki nitelikler hiçbir işe yaramaz.”
Bu mektup, Lord Palmerston’ın savaş bakanını, sadece efendisini eğlendirmeye yarar bir soytarı haline sokuyor. Rusya’nın yirmi yıllık savunma emeğini biriktirdiği Sivastopol kalesini tehdit etmek, “hatta” bu kaleye saldırmak, ona göre çok makul bir harekettir, çünkü müttefiklerin önemsemedikleri bir coup de main’dir. Ama, Babıâlinin, yenme amacıyla düşmanın toprağını “bile bile işgal etmesi” – “Dowb” böyle şey hiç işitilmemiştir. Düşmanın gerisinde harekette bulunmaktansa insanın kendi ordusunun gerisini güçlendirmesinin gerçek strateji olduğu görüşünde olan Lord Panmure, Clarendon’la tamamen birleşiyor. Bırakalım bu noktayı, Napoléon I, Jomini ve öteki büyük strateji uzmanlarıyla arasında çözümlesin. Sonra ayrıca arkadaşının, bir ordunun savaşta, hasım topraklarda değil, dost topraklarda yürümesine – “açlık yerine yiyecek malzemesi bularak”– dair fikrine de katılıyor – gerçek bir ekmek bıçağı felsefesi. Ama soytarının kendinden emin budalalığı sayesinde, asıl aklından geçenleri görebiliyoruz! Rusların Kafkasya’daki Polonyası olan Gürcistan’ın dostça değil, düşmanca bir ülke olduğunu, zavallı Dowb’un keşfetmesine gönül nasıl elverir ki!
Dowb üslubuyla sert ve iyi sindirilmemiş görülen Türk önerileri, gerçekte genel çerçevesi içinde, cesur ve doğruydu; hatta tüm savaş içinde ortaya atılmış tek stratejik fikirdi diyebiliriz. Öneri basitti, kuşatmaya girişen ordu karşısında yadırganır bir tutum alınmasını, böylece Asya’daki Rus gücünün merkezi olan Tiflis’in tehdit edilmesini ve Muraviev’i, harekat üssü ile bağlantısının kesilmesi tehlikesi karşısında Kars’tan çekilmeye zorlamayı öngörüyordu. Bu Mingrelya seferi, sadece Kars’ı kurtarma açısından değil, ama her tarafta saldırı durumunda ilerlemeye ve böylece tüm savaşta daha üstün durumda olmaya, yani düşmanı savunmada bırakmaya elvermesi açısından da iyiydi. Ancak tehlike çok yakında olduğundan, böyle bir planın başarıya ulaşması için, canla-başla yürütülmesi, gerekli malzemenin ve ulaşım araçlarının bol bol bulunması zorunluydu. Muraviev, hemen gerisinde, ilk harekat üssü olarak, aslıda Türk topraklarına karşı savunma amacıyla düşünülmüş olan Gümrü kalesine sahip bulunduğu için, Tiflis üzerine yürüyüşün tehlike yaratmaya başladığına gerçekten inanıncaya kadar durumunu koruyabilirdi. Tiflis üzerine yürüyüşün gerçek bir tehlike niteliğini alabilmesi için, Kutais’i ele geçirmek ve Gümrü geçidini tehdit etmek üzere Çerkezistan kıyılarına en azından 55.000 kişilik bir birliğin çıkarılması gerekti. Daha sonraki bir dönemde 36.000 kişilik bir birliğin başında aynı sefere çıkan Ömer Paşa, Rioni önlerinde ancak 18.000 ile 20.000 kişi arasında bir kuvvet toplayabilmişti.
Hiç kuşkusuz Erzurum’daki 20.000 kişilik bir kuvvet Mingrelya’daki 40.000 kişilik ordudan daha yararlı olurdu. Öte yandan unutulmasın ki, Babıâli, önerisini bildirdiği sıralarda, Mavi Kitaba göre, Tiflis’teki Rusların sayısı sadece 15.000’di. Bebutov henüz takviye birlikleriyle Tiflis’e gelmiş değildi. Bunun yanısıra, amaca uygun düşecek büyüklükte bir ordunun, yiyeceği-içeceği, mühimmatı ve toplarıyla birlikte Trabzon’dan Erzurum’a, oradan da Kars’a gitmesi, Ömer Paşanın verdiği söze dayanarak söyleyelim, tam dört ayı gerektirirdi. Son olarak, eğer Babıâli doğru bir plan önerdiyse, ancak planın araçları yeterli değilse, yanlış bir plan salık vermek yerine, yeterli araçları sağlamak müttefiklere düşerdi. O sıralarda altmış bin Türk, Kırım’da mıhlanıp kalmıştı. Bu birlikler üstelik, Türklerin tek etkili kuvvetiydi.
“Batum’da Sukum Kalesinde ve kıyıda öteki yakın yerlerde” diye yazıyor Lord Redcliffe, 28 Haziranda, “11.000 kişiden fazla bir kuvvet toplamak büyük ölçüde güçtür. ... imparatorluğun (Bulgaristan dışında) öteki bölgelerinden ek yedek kuvvetler sağlanamaz. Bosna’da ise birkaç bin kişinin bulunabilmesi hâlâ olasıdır. Bunu söylerken düzenli birlikleri kastediyorum. Yoksa başıbozuklar derlenebilir. Ancak siz lord hazretleri, disiplinsiz bu tür kalabalıklara ne kadar güvenilebileceğini takdir edersiniz. ... Bulgaristan’da, garnizonlar dahil, 50.000’den fazla asker olduğundan kuşku duyarım. Rusya’nın Tuna’yı aşmasını, Avusturya’nın casus belli sayma kararında olduğunu ilan ettiği, ayrıca, Rusya’yı, Tuna Prensliklerinin dışında tutma yüklenimi altında bulunmaya devam ettiği doğrudur. Ancak böyle olağanüstü bir durumda Babıâlinin, tutumunu, bu güvencelere dayanarak kararlaştırması ve önemli bir yeri, yetersiz bir savunmayla başbaşa bırakma münasebetsizliğine gözyummasını sağlayacak öneri, kabul edilmesi bile hayranlıkla karşılanır.”
Türk-İngiliz ortak birliği bir yana, Babıâlinin emri altında hangi birlikler kalıyor? Clarendon’la Panmure’un mektuplarından çıkan sonuç o ki, bu, Babıâliyi kullanabileceği son kaynaktan da yoksun bırakmak amacıyla düşünülmüş bir tertiptir.
Peki, İngiltere hükümeti, Türklerin planının karşısına, kendisi herhangi bir plan çıkarmış mıdır? İngiltere hükümeti, Türk-İngiliz ortak birliğini Trabzon’a, oradan Erzurum ve Kars’a göndermeye herhangi bir biçimde yanaşıyor muydu? Clarendon, 14 Temmuz tarihli yazısında, “Türk birliğinin, hizmete elverişli duruma gelinceye kadar kullanılmasına” karşı olduğunu belirtiyor. Güzel, eğer bu birlik hizmete elverişli değildiyse, Mingrelya seferi için olduğu kadar, Erzurum seferi için de elverişsizdi. Soytarı Panmure, aynı gün, birliğin komutanı Vivian’a yazdığı yazıda, şöyle diyordu: “Bir an önce kendi birliğinizi hizmet görebilecek bir düzene sokmalısınız. Siz hazır olur olmaz, eminim böyle bir hizmet, şurada ya da burada sizi bekliyor olacak.” –: böylece onu hemen belli bir hizmet için, Erzurum için hazır olmaya değil, ama şurada ya da burada çıkabilecek bir hizmete hazır olmaya çağırıyor, yani hiçbir yere çağırmıyor. Eylülün 7’sinde de (Kars Belgeleri, bkz: n° 302) Clarendon henüz Türk-İngiliz ortak birliğinin, Sivastopol önünde mevziye girmeye elverişli hale gelecek ölçüde yetiştirilmemiş olduğu kanısındadır. Görülüyor ki, İngiliz hükümeti, Erzurum planını, uygulamaya koymak için değil, ama Babıâlinin Mingrelya seferini bozmak amacıyla öne sürmüştür. Erzurum planı, Kars’ı kurtarmayı amaçlamış herhangi bir planın karşısına, aynı amacı güden bir başka öneri olarak çıkarılmıyor, Kars’ı kurtarmaya dönük herhangi bir planın karşısına, bir engel olarak çıkarılıyordu. Panmure, Vivian’a şunları yazmıştı: “Tuğgeneral Williams’a ... yardıma kalkışmanın çılgınlık olacağına inanıyorum. Bu yiğit subayı ve ordusunu böyle güç bir durumda bırakan siyasete [Palmerston’ın siyaseti] üzülmek için artık çok geç.” Clarendon da Redcliffe’e, Kars’ı Rusya’ya teslim etmekten ve Erzurum’u pazarlık konusu etmekten başka bir şey yapmak için artık çok geç olduğunu söylüyor. Bu plan Palmerston hükümeti tarafından daha 13 Temmuzda kararlaştırılmıştı. Bu, Mavi Kitapta itiraf ediliyor. Bu plandan bir an olsun ayrıldıklarına tanık olmuyoruz.
254 sayılı belgeden 277 sayılı olanına kadar Kars Belgelerinde Redcliffe’in haziran ayı içindeki her yazısı, Babıâlinin, Vivian’m Mingrelya seferi için gayet hararetli bir hazırlık içinde olduğunu gösteriyor. Bu nasıl oldu?
Anımsanacağı gibi Lord Redcliffe 12 Temmuz 1855rte, Claren-don örlüne gönderdiği telgrafta, General Vivian’ın komutasındaki Mingrelya seferi için hazırlıkların ilerlemekte olduğunu bildiriyor, “zaman kazanılmasını sağlamak” üzere, hükümet buyrultularının telgrafla bildirilmesini istiyordu. Bunun üzerine, Clarendon, Türk planına karşı protestosunu telgrafla bildirdi, ancak bu telgraf her ne kadar 14 Temmuz tarihini taşıyorsa da İstanbul’a 30 Temmuza kadar ulaşmadı. O tarihte Lord Redcliffe, Clarendon’a şunları yazıyordu:
“Sultanın Kars’taki ordusunun yardımına gidilmesine ilişkin olarak son zamanlarda üzerinde tartışılan plan hakkında haşmetmeapları hükümetinin aleyhte bir yargıya varması, doğal olarak Babıâlinin karşı karşıya bulunduğu sıkıntıları artırdı. Türk hükümetine durumu salt bir görüş olarak değil, ama General Vivian’ın birliği yönünden bir veto olarak bildirmek, benim görevimdi. Bunun ilk sonucu çok ciddi bir ikili güçlük olarak belirmiş bulunuyor. Haşmetmeaplarının hükümeti sadece birliği geri tutmakla kalmıyor, ama takviyeleri, Trabzon yoluyla Erzurum’a yollama seçeneğini kesinlikle yeğlediğini belirtiyor. Bu görüş Babıâli tarafından benimsenmiyor, sadece Babıâli değil, buradaki hiçbir otorite tarafından kabul edilmiyor. Serasker, Ömer Paşa, General Guyon ve bizim kendi subaylarımız, kuşkusuz, gerekli ulaşım araçlarının, gıda maddesinin ve öteki gerekli malzemenin yeter ölçüde sağlanması koşuluyla Redut Kalesi tarafından askerî bir saptırma hareketine girmeyi, daha çok başarı olasılığı taşıması açısından yeğ tutmakta, Babıâliyle ve Fransız elçiliğiyle görüş birliğindeler. ... Bu arada Kars’tan gelen haberler hiç cesaret verici görünmüyor, kuşku ve belirsizlik, çok değerli olan zamanı, kaçınılmaz olarak israf ediyor.”
İstanbul ile Londra’nın arası, Londra ile İstanbul’un arasından bir damla bile değişik olmadığına göre, Redcliffe’in İstanbul’dan 12 Temmuzda çekilen telgraf Londra’ya 14 Temmuzda ulaşırken, Lord Clarendon’ın 14 Temmuzda Londra’dan çekilen telgrafının İstanbul’a 30 Temmuzda ulaşması gerçekten çok garip. Redcliffe, 19 Temmuz tarihli yazısında, daha önce “iradesini bildirmekte gecikmemesini” rica etmiş olduğu hükümetin sessiz kalışından yakınıyor. 23 tarihini taşıyan bir başka mektubundan anlıyoruz ki, o tarihe kadar da hükümetinden henüz herhangi bir yanıt almamıştır. Gerçekte, daha önce belirttiğimiz gibi, yanıtın alındığının bildirilmesi ayın 30’undan önce değildir. Bu durumda hiç kuşkusuz, Clarendon’ın yazısındaki tarih sahte bir tarihtir, Mavi Kitapta verilen tarihten haftalar sonrasına kadar gönderilmemiştir. Bu sahtecilik, geciktirmenin amacını ele veriyor. Değerli zamanlar israf edilecekti, kuşku ve belirsizlik yaratılacaktı ve Babıâli, İngiltere hükümetinin girişilmemesinde kararlı olduğu Vivian seferinin hazırlıklarıyla, tüm temmuz ayını öldürecektir.
The People’s Paper
n° 205, 5 Nisan 1856
II
İngiliz hükümetinin stratejik endişeleri, Babıâlinin girişeceği büyük harekat hakkında görüşünü saptamasına üç ay boyunca engel oldu. Bu durumda, Babıâlinin, Erzurum ile Kars arasındaki bağlantıyı yeniden kurmak üzere, kendi sorumluluğu altında ve Erzurum yoluyla küçük bir birlik göndermesinden daha doğru, daha ivedi hiçbir şey olamazdı. Müttefikler Karadeniz’in efendisiydiler, İngiltere hükümetinin elinde de, hakim olamadığı 4.000 başıbozuktan oluşan, General Beatson’ın komuta ettiği bir birlik vardı. Bu birlik, düzensiz Türk atlılarının tek etkin olanıydı. Bu birlik Trabzon’a çıkarıldıktan sonra on gün içinde Trabzon’a ulaşabilir, Kars’a gönderilecek yiyecek-içecek maddesini taşıyan kafileye eşlik edebilir, böylece bu kalenin, direncini dört ya da altı hafta [sayfa 600] daha uzatması olanağını sağlayabilirdi. O zamana kadar da sert Ermenistan kışı bastırmış olur, kuşatan ordunun her türlü saldırı hareketinin durdurulması gerekirdi. General Beatson 7 Temmuzda Redcliffe’e bir mektup yazmış, faal bir işe verilmesini istemişti.
Bu muhtıra hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Bunun üzerine 14 Ağustosta, bu kez askerler bizzat başvurdular, hareketsiz tutulmamalarını istediler, Asya’ya gönderilebileceklerini bildirdiler. Hiçbir yanıt almadılar. Beatson 12 Eylülde üçüncü kez serzenişte bulunmaya cüret etti. Bu düşüncesiz dilekçecinin rahatsızlık verici sıkıştırmalarından ötürü artık sabrı tükenin İngiliz hükümeti, Beatson’ın askerlik hizmetinden çıkarılmasıyla sonuçlanan bazı diplomatik-askerî dolaplar çevirdi. Beatson askerlikten çıkarılınca, onun hükümetle yapmış olduğu bütün yazışmalar da Mavi Kitaptan çıkarıldı.
İngiltere hükümetinin, Trabzon yoluyla Erzurum’da bir sefere girişmeye nasıl ısrarla teşvik edildiğini görmüştük. Rusların Erzurum ile Kars arasındaki karayolunu tuttukları ve Kars ordusu için toplanan erzağın bir bölümünün gönderilmesini böylece önledikleri haberi gelince, Trabzon’da, İngiliz elçiliğinden habersiz olarak, derhal yardım malzemesi gönderilmesi girişiminde bulunuldu. Redcliffe’in 16 Temmuz 1855 tarihli yazısında, bununla ilgili olarak konsolos yardımcısı Stevens’ın şu mektubuna yer veriliyordu:
“Sayın Lordum,
“Trabzon, 9 Temmuz 1855. – Hafız Paşanın dün 300 topçu ve 20 sahra topuyla birlikte Erzurum’a hareket ettiğini saygılarımla bilginize sunarım. Sayıları belki de 10.000’e ulaşacak olan geniş bir başıbozuklar kuvveti toplanıyor. Bu birlik bugün aynı yere gitmek üzere yola çıkacak.” (imza) “Stevens.”
Redcliffe, Trabzon’da 10.000 başıbozuğun toplanması ve Hafız Paşanın Erzurum’a yola çıkması hakkında seraskerin sessiz kalması üzerine, görevi gereği, derhal bilgi istiyor. “Ekselanslarından öğrenebildiğim tek şey” diye yakınıyor, “Tusum Paşanın Trabzon’a gönderildiği, oradan belki Sivas’a geçeceği, 4.000 kişilik bir başıbozuk birliği hazırlayarak savaş alanına yürüyeceğidir.” Trabzon, Sivas ve Erzurum arasına birer çizgi çekilirse, ortaya bir ikizkenar üçgen çıktığı görülür. Bu üçgenin tabanı, yanı Trabzon ile Erzurum arasındaki çizgi öteki iki kenarın herbirinden üçte-bir oranında daha kısadır. Bu durumda, Tuşum Paşanın İstanbul’dan Trabzon’a gönderilmesi, ardından “belki” Sivas’a geçmesi, orada Erzurum’a yürümek üzere başıbozuk toplamak için vakit israf etmesine karşın, Trabzon’dan doğrudan Erzurum’a takviye birlikleri gönderilmesi, İngiliz elçinin azarını hakedecek kadar ivedi bir [sayfa 601] girişimdi. Elçi, seraskere, kuşatılmış bir kasabanın yardımına koşmanın, çok iyi hesaplanmış savsaklamalara bağlı olduğunu söyleme cüretini gösteremediği için, ona şu soruyu yöneltecekti: “Böyle çabucak ve gevşek bağlarla biraraya getirilen bu kadar büyük bir başıbozuklar birliğinin düşmandan başkasına yarar sağlamayabileceğinden kuşku duyulamaz mı?” Serasker gayet yerinde bir yanıt verecek, “başıbozukların denetim altına alınmasını sağlayabilecek temel araç olan ücret ödeme yoluna girilebilmesi için gerekli kaynağın bulunmasında ısrar ettiğini, eğer bu isteği yerine getirilmezse, görevden çekilme tehdidinde bulunduğunu” söyleyecekti. Böyle sözleri ise Lord Redcliffe’in kulağı biraz ağır işitirdi.
Babıâlinin önerdiği, müttefiklerinse boşa çıkardığı ikinci harekat planına gelince, buna, hiçbir yolu dümdüz olmayan, dolambaçlı bir labirent diyebiliriz.
Ömer Paşanın karargahında görevli İngiliz Yarbay Simmons’ın, Lord Clarendon’a gönderdiği 15 Temmuz tarihli yazıyla, Ömer Paşanın o yazıya eklenen muhtırasından, şu gerçekler elde edilebilir: Ömer Paşa, 23 Haziranda General Williams’dan bir mektup almıştır. General Williams, bu mektupta, Erzurum’la bağlantının kesildiğini bildiriyor, ya çok ivedi olarak Kars’a, en az gecikmeyle bir takviye birliği gönderilmesi ya da Redut Kalesi tarafında güçlü askerî bir şaşırtmaca harekatına girişilmesi gerektiğini yazıyordu. Bunun üzerine Ömer Paşa 7 Temmuzda müttefik komutanlara –Simpson ile Pelissier’e– bir muhtıra göndererek, ivedi bir karara varmak üzere, komuta noktasındaki generallerle amirallerin bir toplantıya çağrılmasını rica etti. Ömer Paşa, muhtırasında, “Ordusunun burada (Balaklava’da) ve Kerç’te bulunan parçasıyla –25.000 piyade, Eupatoria’dan 3.000 atlı ve bir miktar topçu– Çerkezistan kıyılarında bir noktaya yüklenmesini ve oradan Rusların bağlantılarını kesme tehdidi yaratarak onları, Kars kuşatmasından vazgeçmeye zorlamayı” öneriyordu. Bu önerisini Ömer Paşa şu gerekçelerle desteklemekteydi: üstün Rus kuvvetleri tarafından Kars’ta ablukaya alınan, 10.000 kişilik Osmanlı Asya ordusu, gıda maddesi eksikliği sonucu teslim olmak zorunda kalabilirdi. Kars garnizonu gerçekte Asya’daki Osmanlı ordusu demekti. Eğer Kars garnizonu başeğmek zorunda kalırsa, yeri nedeniyle tahkim edilmesi güç olan Erzurum düşman eline geçecekti ve düşman böylece İran’la ve Küçük Asya’nın büyük bir kesimiyle bağlantıyı kendi eli altına almış olacaktı. Müttefikler onun önerisini kabul ederlerse, sahip oldukları bellibaşlı üstünlüklerden, yani deniz ulaşımı olanağından ve bu yürüyüşü gerçekleştirebilecek etkinlikte olan tek Türk ordusundan, yani kendi ordusundan, en iyi biçimde yararlanmış olacaklardı. Bu muhtıraya yanıt olarak Mareşal Pelissier ile General Simpson “daha fazla bilgiye sahip olunmaması nedeniyle bir konferansı henüz erken gördüklerini” bildirdiler. Ancak Ömer Paşa müttefik komutanlara 12 Temmuzda yeni bir mektup daha yazdı, “bu arada hükümetinden bir yazı aldığını, o yazıya göre, Asya Türkiyesi’nin şu anda İstanbul’un kapılarına kadar savunmasız bir durumda bulunduğunu, her saatin önemi olduğuna göre, kendisinden, Türk hükümetine ve dolayısıyla müttefiklerin taşıdığı amaçlara yönelen tehlikeyi önlemek için derhal gereken yola başvurmasının ve kaynakları harekete geçirmesinin istendiğini” haber verdi. Ömer Paşa, mektubuna şunları eklemekteydi: “Bu koşullar altında, Kırım’da, çoğu Asyalı olan ve aileleriyle mal ve mülkleri düşmanın tahribine açık bulunan 60.000 Türke komuta ettiğime ve bu ordu, yakın bir gelecekte herhangi bir hizmete koşulması olasılığı olmaksızın hareketsiz beklediğine göre, eski önerimi tazelemenin, hükümdarıma ve ortak davaya karşı görevim olduğu kanısındayım.” Ömer Paşa böyle müttefik komutanları, İngiliz karargahında bir konferansa çağırıyordu. Müttefik generallere yolladığı bu ortak notayla aynı zamanda, yarbay Simmons’a da, General Simpson’la Amiral Lyons’a gizli bir mektup yazdırttı. O mektuptan aşağıdaki parçayı alıyoruz:
“Babıâli General Vivian’a, Türk birliğini Redut Kalesine götürmesini önerdi. ... Ancak Ömer Paşa, onları oraya göndermenin büyük tehlikeler taşıdığına inanıyor. Çünkü askerler henüz komutanlarını bilmiyorlar, subaylar askerlerin dilini konuşamıyor, bunun sonucu olarak o subaylar bu askerlere çarpışma alanında komuta edemez, birlik gerçi bir garnizon meydana getirebilir, ama ülkenin içlerine yürüyebilecek nitelikte değildir. Birliğin gücü de, düşünülen harekatı gerçekleştirmesine elvermeyecek kadar küçüktür. Ömer Paşa ayrıca Türklerin güvenini kazandığı ve daha önce birçok harekata katıldığı Asya’da iyi tanındığı için, erzak ve bilgi elde edilmesi açısından, ülkenin dilini bilmeyen yabancılara bakışla, bölge halkının yakınlık ve yardımını kazanmasının daha olası olduğunu düşünmektedir.”
Konferans 14 Temmuzda yapıldı. Toplantıya Ömer Paşa, Yar-bay Simmons, General Pelissier, General Martimprey, amiral Lyons, amiral Bruat, Amiral Stewart katıldılar. Ömer Paşa, Asya’daki Rus kuvvetleriyle bu kuvvetlerin Kars çevresindeki girişimleri hakkında ayrıntılı bir açıklama yaptı. Paşa, yukarda belirtilen gerekçeleri daha da geliştirdi ve inandırıcı biçimde, “Rusya’nın Asya’daki ileri harekatını durdurmak için bir girişimde bulunmakta zaman yitirilmemesi gerektiği” fikrine bağladı. Ancak, Yarbay Simmons’ın Clarendon’a bildirdiği üzere, “Ömer Paşanın kendi hükümetinden aldığı bilgi çerçevesinde, Asya’da durumun nazik olduğuna inanmasına karşılık, generallerle amiraller, İstanbul’daki elçilerinden, böyle bir durumun sözkonusu olduğunu belirten herhangi bir bilgi almış olmadıkları için, ellerinde böyle bir bilginin bulunmayışı nedeniyle, konu üzerinde görüşlerini bildirmeme-ye karar verdiler. Evet, bu olayda, müttefik generaller, kendi hükümetlerinden herhangi bir bilgi almadıkları gerekçesiyle, konu üzerinde fikir söylemeyi kabul etmediler. Ondan sonra da müttefik hükümetler, kendi generalleri, fikirlerini bildirmediği için emir vermeyi kabul etmediler. Müttefik komutanların soğuk davranışlarından, gerçeklere karşı besledikleri kuşkuyu, fikir söylemeyişlerinin gerekçesi yapma şeklindeki garip taktiklerinden ve kendi hükümetini yalancı yerine koyan hiç de uygarca olmayan davranışlarından hayrete düşen Ömer Paşa, sorunla ilk ağızda ilgilenen kişi olarak derhal ayağa kalktı ve hakimane bir edayla “bu koşullar altında, birkaç günlüğüne İstanbul’a gedip hükümetiyle görüşmeyi görev bildiğini” söyledi, iki gün sonra Ömer Paşa, yarbay Simmons’la birlikte İstanbul’a gitti. Ancak yanında Suleau adlı bir de Yarbay vardı. Yarbay Suleau “görünüşe göre, sağlığını yeniden kazanmak amacıyla geliyordu.” (Kars Belgeleri, bkz: n° 270, Ek I.) Gerçekte ise, Pelissier ve Simpson, kendisini, Ömer Paşanın tasarımını boşa çıkarmakla görevlendirmişlerdi. Simpson’un emrinde çalışan bu Suleau –General Evans’a göre, dünyanın en talihsiz savaşçısı olan– zavallı General Simpson’ın bir mektubunu Redcliffe’e götürdü, bu mektupta General Simpson, elçiye, kendisinin ve öteki arkadaşlarının, Ömer Paşanın sözlerine inanmadıklarını söylemiyordu, ama “bu sıralarda Kırım’dan herhangi bir kuvvetin çekilmesine kesinlikle karşı olduklarını” söylüyordu – kendi fikirlerini Ömer Paşaya anlatmamayı uygun gördüklerini söylemiyordu, ama “kendi fikirlerinin, paşa hazretlerinin fikrine üstün gelmesi için, ekselanslarının Babıâli nezdindeki güçlü etkisini kullanmasını yalvararak rica ediyordu.” Çünkü “büyük bir kamu çıkarı tehlikedeydi” ve “onun başarı kazanması çok ciddi sonuçlar doğurabilirdi.” Başarı gerçekten! Evet, Pelissier’in uykularını kaçıran şey, Ömer Paşanın başarısıydı. O zamana dek Pelissier, övünebileceği hiçbir şey yapmamıştı, tam tersine, onur kırıcı bir 18 Haziran savaşı vermişti. Zavallı Simpson, talihsiz savaşçı, General Evans’ın söylediği gibi doğuştan kalınkafalı Simpson, komutan arkadaşının huzursuzluğunu anlayacak ve Ömer Paşanın arkasından dolap çevirecek kadar akıllıydı. Belki de tüm Kırım savaşı boyunca yaptığı tek manevra buydu denebilir.
Redcliffe, 19 Temmuz tarihli mektubunda Clarendon’a “Ömer Paşanın önceki gece (17 Temmuz) aniden Kırım’dan geldiğini ve doğruca seraskeri görmeye gittiğini öğrendiğini” yazıyordu. Elçi “Başkomutanın, hükümetinin talimatı olmaksızın gelmesinin hoş karşılanmadığına dair Fenerli Pisani’nin anlattığı söylentiler karşısında adeta gülmesini tutamıyordu, “Ömer’in, ittifakın çıkarlarına, gereksiz gecikmelere yolaçmaksızın Kırım’daki kuvvetlerin başına derhal dönerek en iyi hizmet edebileceği izlenimini” taşımaktaydı. Ne var ki, Redcliffe’in kuvvetli izlenimine karşın, Ömer Paşanın İstanbul’da kalışı 17 Temmuzdan Eylül başına kadar uzadı. Bu zaman israfının nasıl becerildiği ilerde görülecek.
23 Temmuzda Redcliffe Clarendon’a “Ömer Paşanın Babıâliye, kendisinin Redut Kalesinden yola çıkarak Kutais üzerine yürümesi ve Gürcistan’a bir sefer yapması önerisinde bulunduğunu” haber veriyordu. Bu fikir bir önceki akşam (22 Temmuz) sadarette yapılan bir toplantıda görüşülmüştü. Toplantıda varılan karar, “Ömer Paşanın komutasında yapılacak sözkonusu sefere gidecek birliğin, Eupatoria’dan alınacak 20.000 askerler, Bulgaristan’dan sağlanacak 5.500 kişiden oluşması ve birliğin [Tuğgeneral Vivian’ın komutasındaki birlik -ç.] eksikleri tamamlanarak, Eupatoria’daki boşluğu doldurmasıydı. Eğer itiraz edilirse, ikinci bir yol olarak, bu planın, kuvvetin, Kırım’dan 10.000 kişi, Bulgaristan’dan 15.000 kişi alınarak kurulması, birliğe [Tuğgeneral Vivian’ın birliği -ç.] gönderilecek askerlerin de bu kuvvete katılması şeklinde değiştirilmesi önerilmişti.
Şimdi Clarendon’ın söylediğine göre 1 Ağustosta aldığı ve alır almaz da Paris’teki İngiliz Elçi Lord Cowley’e bir mektup gönderme gereğini duyduğu bu yazının ana bölümüne, yani Babıâlinin Ömer Paşanın komutası altına verilmek üzere Eupatoria’dan 20.000 kişi çekilmesine ve onların yerini Türk Birliğinin [Tuğgeneral Vivian’ın komutasındaki birlik -ç.] almasına ilişkin bölümüne, apaçık ve bile bile yanlış anlam verilmiştir. Clarendon’ın, Lord Cowley’e gönderdiği mektupta “haşmetmeaplarının hükümeti bunun lehindedir” diyerek ve “imparatorun hükümetinin de görüş birliğinde olacağı umudunu” dile getirerek işaret ettiği bölüm işte budur. Bu bölümde bir değişiklik yapılmış, Balaklava’nın yerine Eupatoria konmuştur. Yarbay Simmos’ın 15 Temmuzda yazdığı, Clarendon’ın, 30 Temmuzda aldığı yazıda daha önce görüldüğü üzere, Ömer Paşa, müttefik generallere muhtırasında ve savaş konseyi toplantısında, sefere, Eupatoria’dan getirdiği ve Asya harekatına uygun tek birlik dediği buradaki (Balaklava’daki) birliği götürmek istediğini söylemişti. Ömer Paşa İstanbul’a vardıktan sonra fikir mi değiştirdi? Simmons’ın 2 Ağustos tarihli yazısı, tersini gösteriyor:
“Ömer Paşa hazretleri, birliği [Vivian’ın birliği -ç.] tamamlamak üzere, şimdi Sivastopol’daki karargahta bulunan birlik dışındaki herhangi bir birliği vermeye hiçbir itirazı olmadığını söyledi. Sivastopol’daki karargahta bulunan kuvvet en iyi birliklerinden oluştuğu için, eğer Asya’ya önerdiği seferi yaparsa, doğal olarak yanına onları almayı arzu ediyor.”
22 Temmuz gecesi yapılan toplantıda Babıâlinin, Ömer Paşanın önerisine karşıt bir karara vardığı mı iddia edilecek? 23 Temmuz tarihli yazısında Redcliffe, Clarendon’a, “Ömer Paşanın tantanayla karşılandığını ve sultan tarafından büyük bir cömertlikle ödüllendirildiğini bildiriyor” ve şöyle diyordu: “Paşanın, haşmetmeaplarının bakanlarıyla, özellikle Serasker Paşayla mükemmel ilişkiler içinde olduğunu eklemeye gerek duymuyorum.” Bu durumda, Babıâliyle onun başkomutanı arasında herhangi bir anlaşmazlık sözkonusu değildir. Eupatoria’daki kuvvetleri Ömer Paşanın komutasına verme ve Sivastopol’la Kerç’teki birlikleri onun komutasından “alma şeklindeki Londra kararını, gerek Babıâli, gerek Ömer Paşa hayretle karşılamışlardır. Peki, sözkonusu yukardaki bölümü tahrif ederken İngiltere hükümetinin niyeti neydi? Niyeti, Fransız hükümetine karşı, kendini, Ömer’in tasarımının gerçek sahibi gibi gösterirken, salt sözcükleri değiştirerek, Babıâlinin önerisinin karşısına tam ters bir öneri koyduğunu kamuoyunun gözünden saklamaktı. Böylece yeni bir anlaşmazlık konusu yaratılmış oluyordu. Sorunlar daha da karışık duruma gelmişti ve buyruklar, karşı-buyruklarla ağustos ile eylülün de israf edilmesi olanağı sağlanmıştı. İngiliz hükümetinin sahteciliği, Mavi Kitaptaki düzenlemeden bile bellidir. Okurun kafasını karıştırmak için, Clarendon’ın Cowley’ye yazdığı, 248’inci sayfada yayınlanan mektubu, 248’den 252’nci sayfaya kadar, Redcliffe’in 19 Temmuz tarihli yazısının özeti izlemekte, onun ardından Simpson’ın 16 Temmuzda Redcliffe’e yazdığı mektup, Ömer Paşanın mektuplarıyla muhtırası ve en sonda da Redcliffe’in, 23 Temmuz tarihli yazısı gelmektedir. Clarendon’ın Cowley’ye talimatına, Redcliffe’in yazısının bir eki görünümü verilmek istenmektedir.
Şimdi bir an için Downing sokağında dışişleri bakanlığında duralım ve Clarendon örlünün büyük Palmerston’a nasıl başkatiplik ettiğini görelim. 16 Temmuzda, Cowley’ye yolladığı mektuptan iki gün sonra Clarendon bu kez Redcliffe’e bir başka mektup gönderiyor. Bu mektup şöyle sona ermekte:
“Haşmetmeaplarının hükümeti, Kars ordusunun yardımına gönderilecek kuvvet hangi kuvvet olursa olsun, bu kuvvetin gene de Trabzon’a gitmesini bir kere daha salık verir. Anladığımıza göre İstanbul’a gitmek üzere olan Ömer Paşa, eğer gerçekten ordusunun Tunuslularla Arnavutlardan oluşan herhangi bir bölümünü Redut Kalesine götürmekte kararlıysa, haşmetmeapları hükümetinin buna söyleyecek bir sözü yoktur.”
Redcliffe’in 23 Temmuz tarihli yazısı Londra’ya tam dokuz gün içinde, 1 Ağustosta geliyor. Clarendon’ın 16 Temmuz tarihli yazısının ise İstanbul’a ulaşması gene yarım aydan fazla sürüyor. Redcliffe 30 Temmuz tarihli yazısını yazıncaya kadar Clarendon’ın mektubu gelmemiştir. Redcliffe o mektubunda, “Haşmetmeapları hükümetinin, takviyeler Trabzon yoluyla gönderilmelidir fikrinde ısrar etmesi, Babıâliyi çok büyük bir güçlük içine atmıştır.” diyordu. Redcliffe bu mektubu yazdığı zaman, Clarendon’ın eğer Ömer Paşa, Redut Kalesine gidecekse, buna haşmetmeapları hükümetinin bir diyeceği olmadığını bildiren mektubu eline henüz geçmemişti. Bu garip diplomatik-askerî dramın kronolojisinde dikkati çeken özellik, gecikmeye neden olacağı muhakkak yazıların hayran olunası bir çabuklukla gelmesi, buna karşılık ivedi davranılmasını salık veriyormuş gibi görünen mektupların, açıklanması olanaksız gecikmelerle gelmesidir. Bu bir yana, Clarendon’ın sözünü ettiğimiz son yazısında çok şaşırtıcı bir nokta daha var. Lord Redcliffe, İstanbul’dan yazdığı 19 Temmuz tarihli mektubunda, Ömer Paşanın aniden İstanbul’a geldiğini öğrenince hayret ettiğini bildirirken, Ömer Paşanın Kırım’dan hareket ettiği tarihte, yani 16 Temmuzda Clarendon, Londra’dan, Redcliffe’e “anladığına göre, Ömer Paşanın İstanbul’a gitmek üzere” olduğunu bildiriyor. Bildiğimiz gibi, Ömer Paşa İstanbul’a gitmeye, savaş meclisinin dağılması üzerine, 14 Temmuzda, karar vermişti. 14 Temmuz ile 16 Temmuz arasında Sivastopol’dan İstanbul’a hiçbir gemi gitmedi. O yüzdendir ki, Ömer Paşa, Amiral Lyons’dan, haşmetmeaplarının Valorous gemisini kendi emrine vermesini rica etmek zorunda kalmıştı. Bu durumda, dışişleri bakanlığının Londra’dan çektiği telgrafların İstanbul’a ulaşması için onyedi gün gerektiğini, buna karşılık aynı bakanlığın Kırım’dan aldığı istihbarat raporlarının, olayları, oluşundan önce haber verdiğini mi düşünmeliyiz? Tam öyle değil. Sivastopol’dan Varna’ya denizaltıdan telgraf çekilmiş, Varna’dan da Londra’ya telgraf gönderilmiştir. Böylece Clarendon, savaş meclisinin toplandığı gün, doğrudan doğruya bilgi almış olabilir. Ama Sivastopol’dan gönderilen bu telgraf haberi nerede? Kuşkusuz, Mavi Kitapta değil. Bu telgraf haberi saklandı. Peki niçin? Ömer Paşanın İstanbul’a gitme niyetini bildiren telgraf, Pelissier’nin, yani Fransız hükümetinin Ömer Paşaya gösterdiği direnci de, Clarendon’a bildirmiş olmalıdır. Bu durumda ortaya doğal olarak şu soru çıkıyor. Clarendon, durumu Fransız hükümetine bildirmek ve tüm kampanyanın temeli olan nokta üzerinde görüşmelere başlamak için neden 16 Temmuzdan 1 Ağustosa kadar beklemiştir? İşte bu soruyu önlemek için telgraf ortadan yok edilmiştir. Ama Kırım’dan gelen telgrafı ortadan yok ettiğine göre Clarendon, Londra’dan 16 Temmuzda yolladığı yazıya neden o bilgiyi koymuştur? İstanbul’a giden yazının yerine ulaşıp ulaşmadığının izlenmesi olanağı olmadığına göre, onun Mavi Kitaptan çıkarılması açık bir boşluk yaratmazdı. Bir taşla iki kuş vurma amacı güdülüyordu. Bir yandan, Bonaparte güçlük çıkartırken, İngiltere hükümetinin, Kars’ın yardımına koşmaya hazır olduğu gösteriliyor ve gecikmenin tüm ayıbı Bonaparte’ın omzuna yüklenmiş oluyordu. Öte yandan, Clarendon’ın, 23 Temmuz tarihli düzmece mektuba güvendiği ve Babıâlinin Ömer Paşayı, Eupatoria ordusu ile köstekleme kararından haberdar olmadan önce, Ömer Paşanın, ordusunun arzu ettiği parçasını almasını kabule istekli olduğu kanıtlanıyordu. Clarendon bir kere bu öneriyi öğrendikten sonra, Ömer Paşayla Babıâlinin protestolarına aldırmaksızın direnecekti. Clarendon’ın bütün girişimleri, Babıâliyi temmuz ayını Vivian’ın seferi hazırlıklarıyla meşgul olmaya teşvik etmesi, Bonaparte’la görüşmeleri Ağustosa ertelemesi, Paris’e yolladığı yazıya Bonaparte tarafından kabul edilmesi halinde, bu yanlışlıklar güldürüsünde yeni bir karışıklık kaynağı olacağına kuşku bulunmayan, Babıâlininmiş süsünü verdiği bir öneri koyması, bütün bunlar aynı amaca yönelikti – zaman öldürme amacına.
The People’s Paper
n° 206, 12 Nisan 1856
III
2 Ağustos 1855’te Lord Cowley Paris’ten gönderdiği telgrafta, Kont Walewski’nin, Babıâli adına Clarendon tarafından yapılan “önerilere itiraz edileceği kanısında olduğunu” bildirdi. Böylece zeki örlün eline, 3 Ağustos tarihli yazısında, hararetli yurtseverliğini gösterine ve Kars’la Erzurum’un Rusların eline düşmesinin yaratabileceği dehşetli sonuçlar hakkında Fransız hükümetine ısrar etme fırsatı geçmiş oluyordu. Ertesi gün, 4 Ağustosta Paris’ten şu telgrafı aldı:
“Lord Cowley’den Clarendon örlüne
“Paris, Ağustos 1855. – Sivastopol önlerindeki Türk birliğinin sayısında azalma olmaması koşuluyla, Ömer Paşanın komutasında Küçük Asya’-ya yapılacak sefere Fransız hükümeti itiraz etmeyecektir.”
Her ne kadar bir koşula bağlanmış ise de bu, Clarendon’ın 1 Ağustosta Babıâli adına yaptığı önerinin, koşulsuz kabulü demekti. O öneriye göre, Eupatoria’da bulunan birlikler Ömer Paşaya verilecek, General Vivian’ın birliği onların yerini alacaktı. Aynı gün Clarendon Redcliffe’e şu yazıyı gönderdi:
“4 Ağustos. – Ömer Paşa, Sivastopol önlerindeki Türk birliklerini azaltmaksızın ya da Yenikale garnizonuna dokunmaksızın, Kars’ın yardımına gidebilir.”
Fransız hükümeti sadece Sivastopol önlerindeki Türk birliklerinin azalmasına itiraz etmişti, İngiltere hükümeti ise, Yenikale’deki Türk birliklerini haczederek, ikinci bir ayakbağı daha yaratıyordu. 8 Ağustosta Clarendon, General Williams’ın 14 Temmuzda Kars’tan gönderdiği bir yazı aldı. General Williams bu yazıda, General Muraviev’in 11 ve 12 Temmuz günleri yakın keşif girişiminde bulunduğunu bildiriyor ve ayın 13’ünde, “tüm ordusuyla birlikte Kars’ın güneyindeki tepelerde göründüğünü, bu tepelerin, savunmanın anahtarı olduğunu, Kars’ın 1828’de ele geçirilmesinin de bu tepeler yoluyla olduğunu” yazıyordu. Mektup şöyle sona ermekteydi: “Henüz öğrendiğine göre, Rus General, Gümrü yoluyla Bayazıt’tan takviyeler bekliyor, bu yakınlarda Çerkezistan kıyılarındaki garnizonlardan sürülmüş birlikler de Gürcistan içlerine doğru yürüyorlar. Bu birlikler, Küçük Asya’da daha ilerde yapılacak harekatlara katılabilirler,” (n° 276.) Rus takviyelerini öğrenir öğrenmez, Clarendon’ın, Türk askerlerinin azalmaması arzusu yeni bir hız kazanmıştı. Hemen oturdu index militum prohibitorum’unu[258] tamamladı:
“Clarendon örlünden Lord Redcliffe’e
“Dışişleri Bakanlığı 9 Ağustos 1855. – General Vivian’ın birliği derhal Eupatoria’ya gitmelidir. Oradaki 10.000 ya da 12.000 Türk askeri Ömer Paşayla Redut’a gidecektir. Balaklava ve Kerç’teki Türk askerlerinin sayısı azaltılmayacaktır. Ömer Paşanın komutasında Redut Kalesine gidecek olan Türk birlikleri, gereken düzeye, Bulgaristan’daki ya da başka yerdeki birliklerle yükseltilecektir, Kırım’daki birliklerle değil.”
Burada bir kez daha Clarendon’ın yasaklar çemberini genişlettiğini [sayfa 609] görüyoruz. Yarbay Simmons’ın 15 Temmuz tarihli yazısını anımsayalım. O yazıya göre Ömer Paşa “Burada (Balaklava) ve Kerç’teki ordusunun bir bölümünü – 25.000 piyade, Eupatoria’dan 3.000 atlı ve topçuyu” alma niyetindeydi. Şimdi Clarendon, Babıâlinin Kerç’teki garnizona dokunmasını da yasaklıyor ve Bonaparte’ın, Sivastopol’dan Türk birliklerinin çekilmesine yönelttiği itirazı tüm Kırım’a genişletiyor – birlikler yalnız Eupatoria’dan alınabilir. Ayrıca Eupatoria’dan alınacak birliklerin sayısını da Clarendon, Fransız hükümetine 1 Ağustosta yolladığı yazıda andığı 20.000 rakamının da altına indiriyor, 10.000’e, 12.000’e düşürüyor. Bir çeşit soytarı mizahıyla Babıâliyi, “başka yerlerde” birlik aramakta serbest bırakıyor. Londra’da hazırladığı bombanın şimdi İstanbul’da patlamasını sessiz-sakin bekleyebilir,
Clarendon’ın Redcliffe’e 16 Temmuz tarihli yazısından şu bölüm dikkatimi çekmişti: “Anladığımıza göre İstanbul’a gitmek üzere olan Ömer Paşa, eğer gerçekten ordusunun Tunuslularla Arnavut-lardan oluşan herhangi bir bölümünü Redut Kalesine götürmekte kararlıysa, haşmetmeapları hükümetinin buna söyleyecek bir sözü yoktur,” Şimdi Fuat Efendinin Redcliffe’e yazdığı 31 Temmuz tarihli mektuptan, Redcliffe’in 4 Ağustos tarihli yanıtından ve gene Redcliffe’in 8 Ağustos tarihli mektubundan (bkz: n° 282 ve ekler) anlaşıldığına göre, Clarendon’ın 16 Temmuz tarihini taşıyan yazısı, 8 Ağustos tarihinde, henüz İstanbul’a ulaşmış değildi. Fuat Efendi mektubunda, (Mingrelya seferiyle ilgili olarak) başlatılan hazırlıkların (Londra’dan) “beklenen resmî ve kesin yanıt henüz alınmadığı için” durdurulduğunu bildiriyor ve “yardımın, Trabzon yoluyla Erzurum’dan gönderilmesi gerektiğini öne süren “İngiliz belgelerinin özüne” karşı, Türklerin Mingrelya planını savunuyordu. Redcliffe, 4 Ağustos tarihli yanıtında, “yakınlarda hükümetinin görüşlerini bildirmek üzere çağrıldığı zaman, bu görevi, Babıâliyi saran sıkıntının verdiği rahatsızlık duygusu içinde yerine getirdiğini”, “bildirmeye çağrıldığı” fikirlerle sıkıntının daha da arttığını belirtiyor, şunları ekliyordu: “Her ne kadar haşmetmeapları hükümeti, Trabzon ve Erzurum üzerinden yapılacak doğrudan bir harekatı yeğ tutmakta kararlı olduğunu bildirmişse de, Çerkezistan tarafında girişilecek bir şaşırtma harekatında kullanılacak birlik, güvenilir ve sağlam bir birlik olsaydı, bu harekata hükümetin itirazı hafifletilebilirdi.” Redcliffe, 8 Ağustosta, Clarendon’a yolladığı mektupta da hükümetin “tek gerçek yardım olasılığı diye gördüğü Trabzon’a ağırlığını koyma eğilimini sürdürmesinden” yakınıyordu, “... Askerî yetkililer kesinlikle ondan (Mingrelya seferi) yanalar. ... Uygulanabilir tek tasarıyı temelli biçimde destekleyen birçok nedenin öne sürüldüğü bir ortamda, haşmetmeapları hükümetinin karşıt görüşünü olduğu gibi ifade ettim.”
Redcliffe’in (20 Ağustos tarihli) bu yazısına Clarendon’ın yanıtı iki noktadan –biri, Redcliffe’in, kendi görüşünce, İngiliz hükümetinin Mingreya seferine 8 Ağustosa kadar karşı durduğu şeklindeki ifadesi açısından, ikincisi de Clarendon’ın 1 Ağustosta Babıâlinin planı diye Paris’e bildirdiği plan açısından– gözden geçirilmelidir. Birinci noktayla ilgili olarak Clarendon şöyle diyor (bkz: n° 283):
“Sizin yolladığınız yazıdan bu yana almış olmanız gereken birçok telgraf mesajım ve bu ayın 4’ünde gönderdiğim mektup, haşmetmeapları hükümetinin, Fransa imparatorunun hükümetiyle birlikte, Ömer Paşanın, Kars’ın kurtarılması için bir şaşırtma harekatına girişmesini arzu ettiğini ve haşmetmeapları hükümetinin, ilk zamanlar taşıdığı fikirde, yani yardımın Trabzon yoluyla yapılması fikrinde artık ısrar etmediğini, size göstermiş olacaktır.”
Clarendon’ın Mingrelya seferine itiraz ettiği ve Türkleri Erzu-rum’la Kars’tan geri çekilmeye çağırdığı 14 Temmuz tarihli yazısının ve Redcliffe’in 8 Ağustosta alması olanağı olmayan 9 Ağustos tarihli yazısının dışında, Mavi Kitaba göre Clarendon herhangi bir telgraf göndermiş değildir. Bu nedenle Clarendon, İngiltere hükümetinin Mingrelya seferine itirazını geri aldığını bildiren “birçok telgraf mesajı”ndan sözederken, apaçık görüldüğü üzere, düpedüz sahtekarlık etmektedir. Neden 16 Temmuz tarihli yazısına değinmiyor? Çünkü o yazı sadece Mavi Kitapta yer almıştır, salt Mavi Kitap için yazılmıştır, Downing sokağındaki dışişleri bakanlığından hiçbir zaman çıkmamıştır. Redcliffe, sanki kendisi için kurulan tuzağı biliyormuş gibi 13 Ağustos tarihinde Clarendon’a şöyle yazıyor (n° 286):
“Siz lord hazretlerinin 9 Ağustos tarihli telgraf mesajınızın içeriğini henüz öğrenmiş bulunuyorum. Redut Kalesi tarafından bir şaşırtma harekatı denenmesinin haşmetmeapları hükümetince onaylanması, hiç kuşkusuz, gerek Türk hükümeti, gerek Ömer Paşa tarafından çok büyük bir memnunlukla karşılanacaktır. Kars’a, sadece Trabzon üzerinden yapılacak bir ilerlemeden yana olan bir önceki mesajın esaslarının yarattığı hayal kırıklığı apaçıktı.”
Redcliffe, Clarendon’ın “birçok telgraf mesajı”ndan habersizdir. “Sadece”, Trabzon üzerinden Kars’a yapılacak seferden yana olan bir önceki mesajı bilmektedir. Redcliffe’in bildiği mesaj, 14 Temmuz tarihli telgrafla pekiştirilen 13 Temmuz tarihli yazıdır. Redcliffe, 16 Temmuz tarihli bir mesajın varlığından hiç sözetmiyor. Bu nokta üzerinde, çok basit bir nedenle ısrar ediyoruz. Kars Belgelerine şöyle bir gözatan herkes, İngiltere hükümetinin, Babıâlinin Kars tasarımlarını boşa çıkarmak için sürekli çaba harcadığı sonucuna varacaktır. Ama ortaya döktüğümüz tahrifat, sahtecilik ve yalanlar, İngiltere hükümetinin bile bile hainlik ettiğini, önceden düzenlenmiş bir plana, açıktan itiraf etme cesaretini göstermeksizin ihanet ettiğini kanıtlamaktadır.
Clarendon’ın 20 Ağustos tarihli yazısını, bir başka noktadan inceleyelim:
“Ömer Paşa” diyor Clarendon,”sultanın askerlerinin komutanı olarak, hareketlerini, ortak davaya en büyük yararı getirecek bir biçimde yönetmekte serbest olacaktır. Onun girişimlerine iki hükümetin koyduğu tek sınırlama, Asya’daki harekatın, Sivastopol’la Yenikale önlerinde kullanılan Türk birliklerinde bir azalmaya yolaçmaması koşuludur. Bu arada Ömer Paşanın Eupatoria’dan alabileceği birliklerin yerini doldurmak üzere, General Vivian’ın komutasındaki Türk birliği kullanılabilir.”
Clarendon’ın Paris’e yolladığı 1 Ağustos tarihli yazısına göre, Babıâli, Sivastopol’daki Türk ordusuna dokunmaksızın, Ömer Paşaya, Eupatoria’daki birlikleri vermeyi önermişti. Öyleyse, Babıâlinin önerisini kabul etme işine, nasıl olur da “Ömer Paşanın girişimlerine sınırlama koymak” diyebilir? Ama, öte yandan, başka türlü davranabilir miydi? Çünkü Redcliffe’in, yanıtladığı yazısı, kendisine, Ömer Paşanın “Balaklava’dan 17.000 asker”, Kerç’ten 3.000 asker vb. hesabettiğini bildiriyordu. Görülüyor ki, Clarendon’ın Paris’e gönderdiği yazıda, Babıâlinin önerisi olduğu söylenen şey, bu kez Babıâliye Batılıların öğüdü olarak emrediliyordu.
13 Ağustosa kadar –yani Ömer Paşanın müttefik komutanlara Mingrelya seferini önermesinden bir ay sonrasına kadar– Babıâli, İngiltere hükümetinin bu sefere karşı çıktığı düşüncesi içinde çabaladı durdu ve sonunda, Kars’ın yardımına koşmaya dönük tüm çabalan insafsızcasına askıda kaldı. En sonunda 13 Ağustosta Babıâli bu karabasandan kurtarıldı; Babıâlinin 22 Temmuzda kabul ettiği öneriyi Batılı müttefiklerinin onaylamış oldukları anlaşılıyordu. Şimdi artık çabalarını Clarendon’a değil, Muraviev’e yöneltebilirdi. Osmanlı hükümeti, Kars’a yardıma gitmenin en etkin yolunu tartışmak üzere 15 Ağustosta toplandı. Görüşmelerin sonucu, hiç beklenmedik türdendi ve hayli şaşırtıcıydı.
Redcliffe 16 Ağustosta Clarendon’a gönderdiği yazıda (n° 294), “Ömer Paşa”, diyor, “Londra’dan telgrafla bildirilen, birliğin Eupatoria’da üslenmesi şeklindeki plana kesinlikle itiraz ediyor, Sivastopol önlerindeki birliklerin sefer kuvvetine katılmaması halinde sefere komuta etme sorumluluğunu yüklenemeyeceğini belirtiyor.”
Görüldüğü gibi, 23 Temmuzda Londra’ya gönderilmiş gibi gösterilen Eupatoria planının, gerçekte 9 Ağustosta Londra’dan İstanbul’a bildirilmiş olduğu belirtiliyor.
16 Ağustosta Yarbay Simmons da Clarendon’a bir mektup göndermiştir (n° 297):
“Lord Stratford de Redcliffe’den, haşmetmeapları hükümetinin, Türk Birliğinin [Vivian’ın birliği -ç.] Eupatoria’ya gitmesini emrettiği haberini alan serasker, bu haberi Ömer Paşa hazretlerine iletmiştir. Ömer Paşa, bu davranışın, Kars ordusunu kurtarmak üzere Asya’da bir harekata girişilebilmesi için gerekli olan kuvvetin sağlanmasına elvermediğini düşünmüş ve seraskere bir rapor vermiştir. ... Ömer Paşa, sefere, Sivastopol’daki birliğini götürmekte ısrar etmektedir, ancak bu arada o birliklerin bir kesimini ve Kerç’teki Türk birliklerini, Türk-İngiliz ortak bir birliğini gereken sayıya yükseltmek için teslim edecektir. ... Paşanın önerisi, bana, Kars ordusunu kurtarma umudu taşıyan tek çare görünüyor. Ancak, paşa hazretlerine göre İngiliz ve Fransız hükümetleri tarafından, Kırım’daki kuvvetlerde herhangi bir azalma olmaması koşuluna bağlandığı için, Ömer’in generallere yaptığı ve benim 15 Temmuz tarihli raporumda belirttiğim ilk önerisi, yürürlüğe konamayacaktır. Paşa, artık sefer yapılsa bile, Kars garnizonunun yardımına yetişme zamanının geçmekte olduğunu düşünüyor, ancak yardım için geç olsa bile, sefer en azından, düşmanın, Erzurum’un yönetimini ele geçirmesini ve orada, daha içerlere doğru yürümek üzere yeni girişimlere hazırlanmasını önleyecektir.”
Ömer Paşanın, Yarbay Simmons’ın yazısında sözünü ettiği, seraskere yazdığı muhtırayı Redcliffe, 16 Ağustosta Clarendon’a gönderdiği mektuba eklemiştir. Bu muhtıradan, Ömer Paşanın şu görüşlerini alıyoruz:
“Eupatoria’daki birlikler, değişik unsurlardan oluşmaktadır – Tunuslular, Mısırlılar gibi, ve kara ulaşım olanakları yönünden yetersizdir. ... Savaş alanına çıkacak ya da manevra yapabilecek yetenekte değildirler. ... Eğer Mısırlılar Asya’ya giderse, kışın başlangıcında arazide kalmak gerekli olacağı için, sıcak bir iklimden gelmiş olan bu insanlar, gerekli manevraları yapamayabilirler ve ordu değişik unsurlardan oluştuğu için başarı olasılığı çok azdır. Bu tasarımın uygulanmasıyla, Osmanlı ordusunun olduğu kadar, İngiliz ordusunun da birliği bozulacaktır. Bilindiği gibi, bir ordunun gücü –eğer varlığı değilse– birliğine bağlıdır.”
Paşa, her generalin, savaş harekatı içinde karşılaşabileceği güçlükleri önceden düşünmesi ve işi kadere bırakmaması gerektiğini belirtiyor. Ömer Paşa, kendisi Asya’ya varmadan önce, Kars ordusunun yıkılacağı ve Rusların o noktadan da ileriye geçecekleri düşüncesindedir. Bu durumda, tam güvenemeyeceği, değişik unsurlardan oluşan bir orduyla, Asya ordusunun karşı karşıya geldiği güçlüklere düşebileceğini belirtmektedir.
Kendisinden bir harekat istenen her generalin, o harekatın yönetiminden sorumlu tutulabilmesi için, harekatın bizzat kendisi ve uygulanışına rızasını bildirmesi zorunludur. Bulgaristan’la Kerç’ten çekilecek birliklerden alınacak kuvvetlerle bağlı birlikleri tamamlanırsa, Türk-İngiliz ortak birliği, sayıca, Ömer Paşanın komutasındaki tümenlere denk olacaktır. Müttefik ordulardaki asker sayısı açısından, eğer Ömer Paşanın görüşleri kabul edilirse, herhangi bir azalma sözkonusu değildir. “Hatta tam tersine, eğer Londra’dan gönderilen plan doğrultusunda davranılırsa, seraskerin, Eupatoria ordusunun malzeme ikmali için yaptığı sürekli düzenlemelerin bir yana konması gerekecektir, bunu kaçınılmaz gecikmeler izleyecektir, kesin olarak yeni düzenlemelere gidilmesi gerekecektir.”
Etkin son Türk ordusunun da yıkılması İngiliz ordusunda olduğu kadar, Osmanlı ordusunda da birliğin bozulması, Mısırlılarla Tunusluların bile bile kurban edilmesi, Eupatoria’daki Türk birlikleri için yapılan sürekli ikmal düzenlemelerinin bozulması, kaçınılmaz gecikmelere yolaçılması, bizzat Ömer Paşanın askerî girişiminin mahvolması, Mengrelya seferine çıkacak ordunun Kars garnizonunun karşılaştığı durumla yüzyüze getirilmesi – işte bütün bunlar, Ömer Paşaya göre, Londra’dan gönderilen planın doğal sonuçlarıdır. Lord Redcliffe bu kuvvetli itirazı Clarendon’a aktarırken, Babıâlinin daha önce buna benzer bir öneriyi gene onun aracılığıyla Lord Clarendon’a iletmiş olduğuna inanılmasına yolaçabilecek en ufak bir imada dahi bulunmuyor, bu yolda tek söz söylemiyor.
Bu durumda, 23 Temmuz tarihli yazıda yer alan ve Babıâlinin olduğu öne sürülen önerinin gerçekte Londra’da düzenlenmiş sahte bir öneri olduğunun yadsınamaz bir kanıtıyla karşı karşıyayız. Lord Clarendon 1 Ağustos tarihli yazısıyla, bu öneriyi Fransız hükümetinin onayına sunarken düpedüz çirkin bir sahtekarlık yaptığını biliyordu.
Clarendon’ın planı, düşündüğü gibi işledi, en sonunda, İngiltere hükümetinin, Türk seferini genel olarak onayladığı kendisine bildirilen Babıâli, İngiltere hükümetinin, bu seferin yapılabilmesi için gerekli olan hususlara itiraz ettiğini de aynı zamanda öğrendi. Clarendon’ın Erzurum planıyla mücadele etmek için bir ayını harcamak zorunda kalan Babıâli, bu kez de, onun Eupatoria planına [sayfa 614] direnerek değerli ağustos ayını da yitirecekti.
Redcliffe, 20 Ağustosta, Clarendon’a yolladığı mektuba Ömer Paşanın bir muhtırasını daha ekledi. Öz olarak bir öncekine benzeyen bu muhtıra, ek olarak şu noktayı ortaya koyuyordu (bkz: n° 296):
“Her türlü askerî kurala karşıt olan böyle bir harekatı yüklenecek bir general, kendi askerî ününü kurban eder ve bundan da ötede genel ittifakı tehlikeye atar. Ben bunlardan hiçbirini yapma niyetinde değilim.
“Eğer ben bu görevi kabul etsem bile, bu, amaca hizmet etmez.”
Ömer Paşa Eupatoria’daki askerlerin “disiplinsiz, karma ve henüz pişmemiş askerler” olduğunu söylüyor.
20 Ağustosta Ömer Paşa, seraskerin, Kars’tan 5 Ağustosta ayrılan ve 19 Ağustosta İstanbul’a ulaşan bir yaverinin verdiği rapora dayanarak Simmons’a şu bilgileri vermektedir (Simmons’dan Clarendon’a, bkz: n° 298):
“Onun [yaverin -ç.] ayrıldığı sırada Kars kasabasındaki ambarlarda garnizona bir ay ya da beş haftadan fazla yetecek kadar gıda maddesi kalmamıştı. Cephaneleri de bol değildi. Ancak bunun sonuca çok fazla etkisi olmayacağı anlaşılıyor. Çünkü General Muraviev, aldığı takviyeyle birlikte 50.000 askeri bulan ordusuna, Kars’ı aç bırakarak ve tek el ateş etmeksizin ele geçireceğini bildirmiştir. ... Ruslar, Kars merkez olmak üzere yarıçapı sekiz saat çeken (28 mil) bir bölgede, halkın gıda maddesi türünden ne varsa hepsini alıp götürmelerine neden olmuşlardır. ... Erzurum’daki kalelerde 6.000 askerle 12.000 başıbozuk vardır. Ancak başıbozukların çoğu ayrılıp gitmektedir.” Simmons, “Ömer Paşanın konuşmasından anlaşılıyor ki” diyor, “Babıâli, Asya’daki üzücü durumdan büyük ölçüde etkilenmiştir ve bu ayın sonuna doğru ya da eylül başlarında 16.000 askerden ve 70’i sahra topu olmak üzere 200 parça toptan ulaşan Kars garnizonunun yitirilmesinin kesinlik göstermesinden derin bir üzüntü duymaktadır. Zamanın boşuboşuna geçirilmiş olmasına – Paris ve Londra’daki hükümetler kadar Kırım’daki askerî yetkililerin de olayın ciddi yanını Babıâlinin açısından görmemelerine, onların [Türklerin -ç.] eski durumu yeniden sağlamalarını ve felaketi önlemlerini amaçlayan önerilerine itiraz etmelerine, esef ediyorlar, bundan üzüntü duyuyorlar.”
21 Ağustosta Babıâlide yapılan bir toplantıda (Simmons’dan Clarendon’a, 23 Ağustos tarihli yazı, bkz: n° 299).
“Ömer Paşa tarafından önerilen planın büyük bir çabayla, ve Babıâli-nin elindeki bütün olanaklarla uygulanması kararına varıldı. ... Fransa ve İngiltere elçilerine bir nota verilerek Babıâlinin bu kararının bildirilmesi, ayrıca Osmanlı birliklerinin, topçusuyla, donanımıyla, ve kara ulaşım araçlarıyla birlikte, müttefik filoları tarafından Asya kıyılarına ulaştırılması için hükümetlerinden yardım sağlamaları isteminde bulunulması uygun görüldü. ... Kars ordusunu kurtarmak ve Asya’daki yerlerini yeniden kazanmak için bir harekatı gerçekleştirmek üzere ellerinden gelen her çabayı gösterdikten sonra onlar [Babıâli], bu amaçla önerilmiş girişimlerin yerine getirilmemesinden doğabilecek bir felaketin sorumluluğunun artık kendilerinde olmadığı kanısındadırlar. Türk hükümeti, harekatı başlatmak üzere, askerlerin, donanımın vb. yüklenmesi için gemilerini Sizopolis’e gönderiyor. Ama Türk-İngiliz ortak birliğinin Eupatoria’ya gitmesi için Londra’dan emir alması karşısında, görünüşe göre Türkler bu yola girmekte kararsızlık gösteriyorlar.”
Böylece ağustosun sonu geliyor. Babıâli hâlâ Clarendon’un Eupatoria planıyla kösteklenmekte. Kars’tan gelen sıkıntılı haberlerle kaygıları artan Babıâli, bu arada Sivastopol’a bir yolculuk yapmış olan Redcliffe’den en sonunda, zar-zor şu telgraf yazısını koparıyor (n° 290):
“Lord Redcliffe’den Clarendon örlüne
“Sivastopol önleri, 26 Ağustos. – Aynı sayıda askerle yerleri doldurulmak koşuluyla, Ömer Paşanın Balaklava’daki kuvvetlerini kısmen ya da tüm olarak alabilip alamayacağına ve böyle bir durumda General Vivian’ın birliğinin, Eupatoria’ya gitmek yerine Sivastopol’da mevzilenmekte serbest olup olmadığına dair, bana, buraya kesin ve ivedi bilgi verilmesini rica ediyorum. Ömer Paşa bugünlerde bekleniyor. Yapacağı seferi, yukarda belirtilen biçimde davranma yetkisine sahip olması koşuluyla kabul etmekte. Bu konuda makul gerekçeler öne sürmüştü. Eğer biz ulaşım olanaklarını sağlarsak (askerler) görünüşe göre bir aya kadar Redut Kalesine çıkabilirler. Erzurum’u tehdit eden Ruslar, karayolundan Kars’a çekildiler. Oradaki Türk ordusu, söylendiğine göre, Ağustos başlarında, yaklaşık iki aylık erzeka sahipti.”
The People ‘s Paper
n° 207, 19 Nisan 1856
IV
Clarendon, Babıâlinin ağustos ayı boyunca harekete geçmesini, Eupatoria planıyla önlemişti. Redcliffe’in telgrafı, General Williams’ın “Kars’taki gıda maddesi eylül başına kadar zor dayanır” şeklindeki ifadesini doğrulamaktaydı Kars garnizonunun, nasıl olup da Williams’ın düşündüğünden de daha fazla ayakta kalabildiğini şu muhtırada görebiliriz (n° 315’e ek):
“Kars, 1 Eylül 1855. – Gıda maddesi çok kısıntılı kullanılıyor. Asker-lere verilen ekmek ve et ya da pirinç, yağ tayını yarıya indirildi. Bazan ekmek yerine 100 drahma[259] bisküvi veriliyor, ancak başka bir şey verilmiyor o zaman. Para ödenmiyor. 3.000 müslüman asker yakında tam aç kalacak. Ermenilere, yarın kaleden ayrılmaları emredildi. Arpa kalmadı, hayvan yemi de hemen hemen tükendi. Süvari, yürüyen iskelete döndü ve garnizondan uzaklaştırıldı. Topçunun atları da kısa sürede aynı hale gelecek, o zaman sahra topları nasıl çekilecek? Bu ordunun kurtarılması için ne yapılıyor?” (imza) “Williams.”
Clarendon, Kars’taki gıda maddelerinin ancak ekim başına kadar dayanacağını iyice anladıktan ve öte yandan, müttefiklerin ulaşım olanaklarının yardımıyla bile Ömer Paşa birliklerinin ekim ayı başından önce Redut Kalesine varamayacağına, Redcliffe’in yazısıyla iyice emin olduktan sonra, artık Türk planının kabulü için, Fransız hükümetine baskı yapmanın tehlike taşımadığı kanısındadır. Bunun yanısıra, Fransız hükümetine başvurduğu anda, Sivastopol saldırısının başlamak üzere olduğundan, bu nedenle de Pelissier’nin, Sivastopol önündeki birliklerin yapısında bir değişiklik yapılmamasını isterken haklı nedenlere dayandığından haberdar edilmiştir. Bu bilgiyi saklamak amacıyla, Redcliffe’in yazısı, eksik verilmiştir. Clarendon’ın Lord Cowley’e [Paris’e -ç.] gönderdiği yazı şöyle:
“Dışişleri bakanlığı, 28 Ağustos 1855. – Haşmetmeapları hükümeti, Vikont Stratford de Redcliffe’in gönderdiği, Balaklava, 26 Ağustos tarihli yazıya aşağıdaki yanıtın verilmesini, imparatorun hükümetinin onaylayacağına inanmaktadır. Bir durumda sözkonusu yanıtı, siz ekselansları, Lord Panmure’un mesajı olarak General Simpson’a gönderiniz. Vikont Redcliffe hâlâ Balaklava’da ise Simpson kendisine bilgi verecektir. Yanıt şudur: “Ömer Paşa, Balaklava’daki birliklerini Asya’ya götürmekte serbesttir. Bu birliklerin yerine, müttefik generallerin kararı çerçevesinde, ya General Vivian’ın birliği ya da Eupatoria’dan alınacak birlikler konmalıdır. Birliklerin taşınması için de amirallere gerekli buyrultular verilmelidir.” (imza) “Clarendon.”
Bu yazısında bile Clarendon, Babıâliye oyun oynamadan yapamıyor. Ömer Paşanın birçok muhtırasında, Sivastopol’daki birliklerinin yerine, Eupatoria’daki birliklerin konmasının, onun planlarını hayli bozacağını belirttiğini Clarendon pekala biliyordu. Ama gene de Fransa hükümetine, Sivastopol’dan alınacak birliklerin yerine ya Vivian’ın birliğinin, ya da Eupatori’dan getirilecek kuvvetlerin konacağını, oldukça en passant bildiriverdi. Paris’in telgraf yanıtı şöyleydi:
“Lord Cowley’den Clarendon örlüne
“Paris, 29 Ağustos 1855. – Müttefik başkomutanların itiraz etmemeleri koşuluyla, imparator, Balaklava’daki Türk birliklerinin çekilmesine ve onların yerine başka kuvvetlerin konmasına itiraz etmiyor. Ancak imparator, bu koşullar altında, daha fazla bir şey söyleyerek sorumluluk yüklenmek istemiyor. Telgraf yazısını, ‘Asya’ sözcüğünün arkasına, ‘General Pelissier’nin ve sizin bir itirazınız yoksa’ kaydını ekleyerek, Generel Simpson’a gönderiyorum.”
Bu önemli anda Clarendon’ın Mingrelya seferini hızlandırma sabırsızlığı, 7 Eylülde adi postayla yolladığı için Yarbay Simmons’ın eline 23 Eylüle kadar geçmeyen mektubunda, gözleri kamaştıracak biçimde parıl-parıl parlıyor. Lord Clarendon, 5 Eylülde Yarbay Simmons’dan şu yazıyı almıştı (n° 301):
“Ömer Paşa, bana, Asya seferi için gerekli düzenlemeleri yapmakla meşgul olduğu için, beş ya da altı gün süreyle İstanbul’dan ayrılamayacağını ve hazırlıkların görülmesi için burada bulunmasının kesin zorunluluk olduğunu söyledi. Bu hususu size bildirme gereğini duyuyorum.”
Babıâlinin kabul ettiği düzenlemelere göre Ömer Paşa,
“Asya’ya, sadece Türk donanmasıyla, iki defada 50.000 askerle 3.400 atlı çıkarmayı, bu işlerin, herbir yolculuğun on gün ile iki hafta arasında olmak üzere toplam üç haftayla bir ay sürmesini umuyor. ... Ömer Paşa, Sivastopol önündeki askerlerle donanımlarının ve Sizopolis’teki yük beygirlerinin taşınması için müttefiklerin yardımını yürekten arzuluyor. Paşa, bunun en kestirme yolunun, [Vivian’ın komutasındaki -ç.] birliği Balaklava’ya götürecek olan İngiliz filosunun, Sivastopol’daki Türk askerleri Asya’ya taşıdığı yol olduğu düşüncesinde.”
Bu yazıya Clarendon’ın yanıtı şöyle:
“Clarendon örlünden Yarbay Simmons’a
“Dışişleri bakanlığı, 7 Eylül 1855. – Efendim, Asya’daki ordunun yardımına gitmeye ilişkin olarak Ömer Paşa tarafından önerilen düzenlemeler hakkında, sizin, geçen ayın 26’sında yolladığınız yazıdaki bilgilerle, haşmetmeapları hükümetine ulaşan son ifadeler birbirini tutmuyor. Siz, yazınızda, Ömer Paşanın Sivastopol’daki Türk birliklerinin bir bölümünü almayı ve onların yerine General Vivian’ın birliğini koymayı hesapladığını bildiriyorsunuz. Ama daha sonraki bir tarihte General Simpson’dan alman bir [sayfa 618] yazıya göre, anlaşılıyor ki, Ömer Paşa, General Vivian’ın birliğinin, gelecek ilkyaza kadar Sivastopol önünde mevzilenebilecek yeterlikte olamayacağı görüşünü taşıdığını bildirmiştir. Bu görüş karşısında ve General Simpson’ın, bu görüşe dayalı olarak, birliğin kendisine gönderilmesine itiraz etmesi karşısında, haşmetmeapları hükümeti, birliğin Sivastopol önündeki orduya katılmamasına karar vermiştir.” (imza) “Clarendon.”
Zavallı savaşçı Simpson’ın mektubunun Mavi Kitaba alınmadığını, Ömer Paşanın “görüşü”nün iyi saatte olsunlar tarafından değiştirildiğini ve Ömer Paşanın 26 Ağustostaki fikriyle çelişen yeni görüşünü ifade ettiği “daha sonraki bir tarih”in, temmuz başı olduğunu belirtmeme izin verin. Bu Yarbay Simmons’ın, 23 Eylül 1855’te kamara karargahından yolladığı aşağıdaki yazıda da görülüyor:
“Bu noktada, Ömer Paşanın bu fikri, General Simpson’a temmuz başında ... Asya ordusunun nazik durumunu henüz öğrenmemişken yazdığını siz lord hazretlerine bildirmeme izin vermenizi dilerim. Paşa, o tarihte [General Vivian’ın komutasındaki -ç.] birliği, General Simpson’ın, düşman karşısında açık arazide (en rase campagne) kullanabileceğini düşünmemesi gerektiği fikrinde olduğunu belirtmişti. ... Lord Raglan, birçok kez, birliğin Balaklava hattını tutmasının olanak içinde olup olmadığı hususunda ne düşündüğümü sormuştu. Konu üzerinde Ömer Paşaya danıştığım zaman, eğer lord hazretleri kesin zorunluluk görüyorsa, kendisinin herhangi bir itiraza yer görmediğini söylemişti.”
Simpson’ın “kalın kafası”, Ömer Paşanın Mingrelya seferi tartışmasından önce öne sürdüğü görüşünü kazı yaparcasına ortaya çıkarmakta, bu görüşü çarpıtmakta ve o çarpıklık üzerine itirazını kurmakta, kuşkusuz Londra’dan aldığı gizli buyruğa uydu. Zavallı Simpson, Palmerston’ın bir buluşu, onun golemlerinden[260] biriydi. Alman ozan Arnim’in261 dediği gibi golemler, insan biçimi verilmiş kaprisli büyücülerin büyüsüyle yapay olarak canlandırmış toprak parçasıdırlar. Simpson’ın, Clarendon’ın mektubunda gösterdiği gibi yazdığını –Simpson’ın yazısı Mavi Kitaba alınmadığına göre, bu, biraz kuşkuludur– varsaysak dahi, Ömer Paşanın görüşünün özü ya da tarihi konusunda Clarendon’ın bir an için dahi kuşku duymaması gerekirdi. Daha 15 Temmuzda Simmons, Clarendon’a bir mektup yazmış, Ömer’in görüşüne göre, “birliğin, her ne kadar bir garnizon meydana getirse de, ülkenin içine doğru yürüyebilecek yeterlikte olmadığını” bildirmişti. Simmons, daha sonraki bir [sayfa 619] yazısında da “Balaklava ve Kerç’te birliğin tahkim edilmiş hatların içinde olacağını” yani “açık arazide” olmayacağını belirtmişti.
Mavi Kitapta, Ömer Paşanın Mingrelya seferinin tarihçesi verilmiyor, ancak kitap, en son günlerde, Sivastopol’ün güney yakası ele geçirildikten sonra, gönülsüz olarak rıza göstermeleri ardından bile, müttefiklerin, bu seferin önüne diktikleri engelleri ortaya döken yeter bilgiyi gene de kapsamaktadır.
Simmons, 21 Eylül 1855’te kamara karargahından Clarendon’a şöyle yazıyor:
“Bu ayın 18’inde General Pelissier, Türk avcı birliklerinden üç taburun oradan Asya’ya gönderilmesini kabul etti. Birlikler bir ya da iki güne kadar Batum’a gitmek üzere gemilere bindirilecekler. Şu ana kadar General Pelissier, burada ordugah kurmuş öteki Osmanlı birliklerinden herhangi birinin Asya’ya gitmesine rıza gösterdiğine dair herhangi bir şey söylemedi.”
Redcliffe de, 26 Eylül tarihli mektubunda, “Babıâlide yaptığım soruşturmaya yanıt olarak”, diyor, “bana, askerlerin gidişi ve gıda maddesi gönderiminin, sınırlı taşıma olanakları nedeniyle yavaş yürümesine karşın, ilerlemekte olduğu güvencesi verildi. Birçok kez plan değiştirilmesinin, bizim Sivastopol harekatımızın gereklerinin ve ulaşım araçlarına yönelmiş çok fazla istek olmasının üst-üste gelerek, Kars’ın kurtarılması umudunu azaltmış olduğunu görmemek olanaksızdır.”
Şimdi, birçok kez plan değiştirilmesi İngiliz hükümetinin işiydi. Sivastopol harekatının gerekçeleri, salt bir bahaneydi, çünkü müttefikler, kasabayı ele geçirdikten sonra, kendilerini kasabanın yıkıntısına bekçilik etmekle görevlendirmişlerdi. Son olarak, ulaşım araçlarına çok fazla istek olmasına gelince, bu da Downing sokağının, Varna’daki birliğin gereksiz yeri Yenikale, Kerç ve Eupatoria’ya oradan da tekrar İstanbul’a aktarılmasını emretmiş olmasının ürünüydü.
Rus saldırı kollan karşısında Türklerin 29 Eylülde kazandığı zafer, bu kehanetin yarattığı karamsarlığı, akan bir yıldızın yarattığı parıltı gibi bir an için aydınlatarak dağıtıverdi. General Williams, aynı tarihli yazısında, o günü, “Türk ordusu için şanlı bir gün” olarak niteliyor. General Williams, 3 Ekim tarihli mektubunda (n° 372) Clarendon’a şöyle yazmakta:
“Yedi saate yakın süren çarpışmalarda Türk piyadesi ve topçusu, tam bir cesaretle dövüştü. Nerdeyse dört ayı bulan bir süreden beri siperlerde oldukları, bu siperleri gece-gündüz korudukları düşünülürse, giysilerinin zayıf olduğu, yarım tayın aldıkları anımsanırsa, yirmidokuz aydan beri aylık almadıkları gözönünde [sayfa 620] tutulursa, siz lord hazretlerinin kabul edecekleri gibi, bu askerler Avrupa’nın hayranlığını haketmeye değer olduklarını göstermişler ve Avrupa’nın en seçkin askerleri arasında yer İmaya hakları olduğunu, kuşkusuz ortaya koymuşlardır.”
Bu mutluluk verici haberi alır almaz, Babıâli, Kars’ın savunucularına seslenen bir yazı (n° 345) gönderdi. Bu yazıda şu satırlara yer veriliyordu:
“Biz, siz ekselanslarının nasıl şevk ve yiğitlikle dolu olduğunuzdan ve Tanrının sonsuz lütfunu sizlerden esirgemeyeceğinden, emindik, bu düşünceyle teselli buluyorduk. Öte yandan, düşmanı, kuşatmayı kaldırmaya zorlayacak önlemleri almak üzere gece-gündüz çalışmaktaydık. Bu neşeli zafer haberi, bize yeniden hayat verdi.”
Bu haberin bir de Clarendon’ın göğsüne nasıl hayat vermeyecek olduğunu düşünün! Gece-gündüz, Babıâlinin düşündüğü önlemleri boşa çıkartacak önlemler düşünmüş olan Clarendon, hiç değilse görünüşte, ucuz sözlerle olsun, sempati göstermeyecek mi? Pek değil. Hatta, hesaplarında yanılmanın verdiği hayal kırıklığıyla, Babıâliye öfkesini, şu kışkırtıcı ve gülünesi yazısıyla kusuyor *(n° 346):
“... ihmal edilmiş olan Kars garnizonu, çektiği sıkıntıların, hiç değilse, her türlü alelade yardımı unutan ve onların başarısı ve güvenliği için duadan geri durmayan Türk bakanların rahatını kaçırmış olduğunu düşünerek tatminkarlık duyabilir.”
Eskiden Aberdeen’in dilsiz arkadaşı olan Clarendon, burada, Palmerston’ın ağzıyla sanki genzinden konuşuyor.
Rusların 29 Eylülde Kars’ın önünden geri atılmalarıyla, 24 Kasımda Kars’ın teslim olması arasında yeniden iki aya yakın bir süre geçti. Bu süre içinde İngiltere hükümeti ne yaptı? Her şeyden önce gerekli ulaşım olanaklarını Ömer Paşadan uzak tuttu. The Times’ın muhabiri Oliphant, 2 Ekimde Ömer Paşanın ordugahından şunları yazıyordu:
“Türk ordusu giderek heybetli bir görünüm kazanıyor. Müttefik generallerin, Balaklava’dan 10.000 Türkün gönderilmesine istemeye istemeye rıza göstermeleri, bu orduyu 50.000 kişiye yükseltecektir. Başlıca gecikme, bizim Kırım’daki yetkili kişilerimizin gevşekliğinden ileri geliyor. O kişiler birliklerin buraya aktarılması için ulaşım olanağı sağlamıyorlar, askerlerin buraya gelmesi umurlarında bile olmuyor. Ömer Paşanın bu seferle ilgili ciddi tek sıkıntısının, felaket yaratma yönünden çok verimli olduğunu esasen göstermiş olan aynı kaynağa atfedilebilecek olması, gerçekten talihsizliktir.”
Bu kadarla bitmiyor. Daha haziran ayında, Türkiye’nin sağlamak istediği borç alma üzerinde yapılan parlamento görüşmeleri sırasında, Lord Palmerston, Babıâlinin acınacak ölçüde para sıkıntısı çektiğini ve bütün girişimlerinin, derhal para sağlamasına bağlı olduğunu söylemişti. Parlamento ödünç verilmesini kabul etti, İngiltere hükümeti de kararı Ağustos 1855’te yayınladı, ancak parlamentoya sunulan bir belgeden anlaşılıyor ki, kabul edilen beş milyon sterlinlik ödüncün 29 Ocak 1856’ya kadar Babıâliye sadece iki milyondan da az bir bölümü ödenmiştir, üstelik bu miktar da yüz-biner sterlinlik damlalar halinde gönderilmiştir. Gene de 24 Kasım 1855’te Babıâli ilan ediyor (n° 353, ek 4):
“Sonuç olarak, ekselansları [serasker] bana döndü ve Kars garnizonuna yardım için ne kadar gayret gösterdiğini, onun kadar benim de bildiğimi söyledi. Ömer Paşanın gecikmesine yoaçan nedenler üzerinde, ne yazık ki, kendisinin denetim olanağı olmadığım, bunun, ittifakın işi olduğunu bildirdi. Serasker, Kırım’da tutulan orduya başvurmaksızın alma iktidarında oldukları önlemlerin, sözkonusu amaç için yeterli olmadığının esasen anlaşılmış bulunduğunu söyledi. ... Ekselansları daha sonra, daha da sert bir ifadeyle, bana, verilecek ödüncün geciktirilmesiyle, Türklerin, harekatı yürütmeleri için gerekli olan işler yerine getirmekten kesinlikle alıkonduklarını bildirdi. Ordu için satın aldıkları bir milyon kilo tahılı, parasını ödeyemedikleri için orduya veremediklerini anlattı. ... Sadrazama, eğer o kaynaktan (ödünç) para bu tarihten itibaren iki hafta içinde gelmezse, görevden çekileceğini söylediğini bildirdi.” (General Mansfield’in Lord Redcliffe’e mektubu.)
Tam Kars’ın teslim olduğu gün, seraskerin, bu felaketin gerçek nedenini –yani Babıâlinin kendi askerlerinin müttefikler tarafından alıkonarak Ömer Paşanın çıkacağı seferin geciktirilmesi, sonra da Babıâlinin kendi parasının İngiltere hükümeti tarafından alıkonarak, ekim ve kasım aylarında her türlü girişimin durdurulması– İngiliz askerî temsilciye sert bir dille söylemesi, garip bir raslantıdır.
24 Kasımda Kars teslim olmaya karar verdiği zaman, “her gün açlıktan yüzlerce asker ölüyordu. Askerler yalnızca iskelet haline gelmişlerdi, çarpışma ya da kaçma gücünde değildiler. Kadınlar, çocuklarını getirip, yiyecek bir şey verilmesi için generalin evinin önüne bırakıp gidiyorlardı, kasabanın her yanı ölülerle ya da ölmekte olanlarla doluydu.” (n° 366.)
Clarendon’ın sistemli olarak Babıâlinin tasarımlarını boşa çıkardığı, kuvvetlerini kötürüm ettiği, parasını alıkoyduğu dönem boyunca, eline kelepçe vurduğu adamın kulağına, cesaretli davran [sayfa 622] diye bağırdığını ve aynı adama gevşek davranıyor diye hakaret ettiğini görüyoruz, tarih belki de, İngiltere hükümetinin Kırım’daki, Baltık’taki ve Pasifik’teki sürevenleriyle İngiltere’yi Avrupa’da gülünç durumu düşürmesi ve başarısızlığa alet olanları bol bol ödüllendirmesiyle, aynı hükümetin, Babıâliyi, subaylarının ve yöneticilerinin hatalarından ötürü antik katoizmin[261] sert tonuyla azarlaması arasındaki paralellikten daha acı biçimde gülünç bir başka paralellik göstermez. Paşaların yolsuzluğuna manevî bakımdan öfke duyan bir Sadleirism hükümeti; bir Selim Paşayla bir Tahir Paşanın cezalandırılmasını isteyen bir Codrington ile bir elliot’ın hamileri; bir Ömer Paşayı destekleyenlere asık suratla karşı çıkan bir Simpson’ın improvisatori’si[262] seraskerin işine burnunu sokarak müdahale eden bir “aman Dowb’a gözkulak ol” Panmure; Sivastopol Kurulunun oturumları sırasında, Trabzon’da, bir sünger yüküyle şahmerdanlar neden sarılmadı da üstleri hasırla örtüldü diye bir paşayı azarlayan doktor Smith’leri, Filder’leri, Airey’leri ve Gordon’larıyla bir Downing sokağı – Doğu Savaşının gerçek resmî budur. Ve bütün bunların üstünde de Babıâlinin duygusuzluğu hakkında yiğit Clarendon’ın yürek paralayıcı yakınmaları! – Danaid’ler[263] eleğin deliklerini doldurmuyor diye yakman resmî bir Thersites[264] düşünün.
The People’s Paper
n° 207, 19 Nisan 1856