Header Ads

Header ADS

VI. MERKEZİLEŞME VE ÖZERKLİK

Lenin
Ulusal Sorun Üzerine Eleştirel Notlar

Bay Liebmann yanıtında şöyle yazıyor:

"Bizde Litvanya'yı, Baltık Denizi bölgelerini, Polonya'yı, Volhinya'yı, Güney Rusya'yı vb. gözönüne getiriniz, her yerde karışık bir nüfus bulacaksınız, büyük sayıda ulusal azınlığı bulunmayan tek bir kent yoktur. Merkezileştirmeden ne kadar kaçınırsak kaçınalım, gene de her yerde, çeşitli bölgelerde (özellikle kent topluluklarında), birlikte yaşayan ayrı ayrı milliyetlerle karşılaşılır; "oysa demokratizm, ulusal azınlığı ulusal çoğunluğa bağımlı kılmaktadır. Ama bilindiği gibi, V. İ., İsviçre Konfederasyonunda görülen devletin federatif örgütlenmesine ve aşırı merkeziyetsizliğe karşıdır. İnsanın acaba niçin İsviçre'yi örnek olarak gösterdiğini sorası geliyor."

İsviçre örneğini neden andığımı yukarda açıkladım. Aynı biçimde bir ulusal azınlığın haklarının korunması sorununun ancak hak eşitliği ilkesini benimseyen tutarlı bir demokratik devlette, ,genel bir yasanın kabulüyle, çözüme bağlanabileceğini de açıkladım. Ama yukarıya ,aktarılan pasajda, Bay Liebmann, marksist ulusal programa karşı genellikle ileri sürülen en gözde (ve en yanlış) itirazlardan birini (ya da kuşkucu, düşüncelerden birini) yinelemektedir. 

Elbette ki, marksistler kapitalizmin gelişmesinin devletlerin olanaklar ölçüsünde büyük ve olanaklar ölçüsünde merkezileşmiş olmasını gerektirdiği gibi basit bir nedenden ötürü federasyona, merkeziyetsizliğe karşıdırlar. Bütün öteki koşullar eşit olmak kaydıyla, bilinçli proletarya, her zaman, daha büyük bir devletten yana olacaktır. O, her zaman, ortaçağa özgü özelliğe karşı olacak ve proletaryanın burjuvaziye karşı yaygın bir temel üzerinde gelişebileceği geniş bir savaşımının sürdürüldüğü geniş toprakların olabildiğince en sıkı bir iktisadi kaynaşmasını her zaman hoşnutlukla karşılayacaktır. 
Üretici güçlerin kapitalizm tarafından, geniş ölçüde ve hızla geliştirilmesi, tek bir devlet içinde toplanmış ve birleşmiş geniş toprakları gerektirir; ancak böyle bir alan üzerinde burjuva sınıfı, öteki kutupta proletarya sınıfı, ona koşut ve kaçınılmaz olarak gruplaşırken, kendisi de kastların, yerel ya da dinsel dar görüşlülüğün, küçük ulusal azınlıkların vb. ortaçağa özgü, eskimiş çitlerini yıkarak gruplaşabilir. 

Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, yani ayrı bir ulusal devlet kurmak üzere ayrılma hakkını başka bir yazıda ele alacağız. Ama ayrı ayrı uluslar tek bir devlet içinde birleşebildikleri sürece, marksistler, hiç bir zaman ne federatif ilkeyi, ne de merkeziyetsizliği savunmayacaklardır. Merkezi bir büyük devlet, ortaçağa özgü parçalanıştan, geleceğin bütün dünyanın sosyalist birliğine götüren büyük bir tarihsel ilerlemeyi ifade eder, ve (kapitalizme çözülmez bağlarla bağlı) böyle bir devletten geçen yoldan başka sosyalizme giden yol yoktur. 

Ama merkeziyetçiliği savunurken, bizim, ancak demokratik merkeziyetçiliği savunduğumuzu unutmak bağışlanmaz bir yanılgı olur. Bu bakımdan genel olarak küçük-burjuva zihniyeti ve özel olarak da (müteveffa Dragomanov dahil) küçük-burjuva milliyetçi zihniyeti, sorunu, o ölçüde karışık hale getirmiştir ki, dolaşan yumağı çözmek için biraz zaman yitirmemiz gerekecektir.

Ekonomileri, yaşayış biçimleri, ulusal bileşimleri vb. bakımından özellikleri olan bölgelerin özerkliğini sağlayan yerel yönetimde özerkliği reddetmek şöyle dursun, demokratik merkeziyetçilik, tersine, bunu gerektirir. Bizde sık sık merkeziyetçilikle, keyfi yönetim ve bürokratizm birbirine karıştırılır. Rusya'nın tarihi, doğal olarak böyle bir karıştırmaya neden olmaktadır, ama bunun böyle olması, bu ikisini birbirine karıştırma, bir marksist için daha kolay bağışlanır bir yanılgıyı gerektirmez. En basiti, somut bir örnek ele almaktır.

"Ulusal Sorun ve Özerklik" başlıklı yazısında Rosa Luxemburg (daha ilerde sözünü edeceğim) birçok eğlendirici yanlışlıklar arasında, özerklik istemini, yalnızca Polonya'yla sınırlandırmaya çaba göstermekle hoş ve eğlendirici olmak gibi özelliği olan bir yanılgıya düşmektedir.

İlkin özerkliği nasıl tanımladığına bir bakalım. Rosa Luxemburg, kapitalist toplum için temel önemde olan bütün iktisadi ve siyasal sorunların, özerk yerel diyetlerin değil, ancak bir merkezi parlamentonun, bütün devletin ortak parlamentosunun yetkisine girmesi gerektiğini kabul ediyor -elbette ki, marksist olduğuna göre bunu kabul etmek zorundadır da.- Bu temel önemdeki sorunlar şunlardır: gümrük politikası, sanayi ve ticaretle ilgili yasama, ulaştırma ve iletişim (demiryolları, posta, telgraf, telefon vb.), ordu, maliye, kamu ve ceza hukuku, eğitim alanını engelleyen genel ilkeler (örneğin eğitimin mutlak laikliğini sağlayan yasa gibi, genel eğitim yasası gibi, asgari program, okul düzeninin demokratik biçimde örgütlenmesi yasaları gibi vb.), emeğin korunması yasaları, siyasal özgürlükleri koruyan, yasalar (birlik kurma hakkı gibi) vb.., vb..

Özerk diyetlerin yetki alanına -devletin genel yasaları gereğince- salt yerel ya da bölgesel, ya da salt ulusal sorunlar girer. Bu fikri -aşırı ölçüde dememek için- son derece ayrıntılı biçimde geliştirerek, Rosa Luxemburg, örneğin, yerel önemi bulunan demiryollarının yapımını (n°12, .s. 149), yerel yolların yapılmasını (n° 14-15, s. 376) vb. anmaktadır. 

Ekonomi ya da yaşayış tarzı alanında az da olsa özellikleri olan, özel bir ulusal bileşimi bulunan vb. her bölge için böyle bir özerklik tanımayan gerçekten modern bir devlet düşünülemeyeceği besbellidir. Kapitalizmin gelişmesi için gerekli merkeziyetçilik ilkesi böyle bir (yerel ya da bölgesel) özerklikle çelişmez; tersine, ancak bunun sayesinde bürokratik olmayan, demokratik bir biçimde işleyebilir. Aynı zamanda, sermayenin yoğunlaşmasını, üretici güçlerin gelişmesini burjuvazinin ve proletaryanın bütün devlet ölçüsünde gruplaşmasını kolaylaştıran böyle bir özerklik olmadan kapitalizmin geniş ölçüde, özgür ve hızlı gelişmesi olanaksız olurdu ya da hiç değilse son derece zorlaşırdı. Çünkü, salt yerel (bölgesel, ulusal vb.) sorunlarda bürokratik müdahale, genel olarak iktisadi ve siyasal gelişmeye en büyük engellerden biri olduğu gibi, özel olarak da en önemli sorunlarda, temel sorunlarda merkeziyetçiliğin önünde duran engellerden biridir.

Onun için Rosa Luxemburg'umuzun en ağırbaşlı bir tavır ile ve "salt marksist" terimler kullanarak özerklik isteminin yalnızca Polonya'ya, yalnızca ve istisnai olarak bu ülkeye uygulanabileceğini tanıtlamaya kalkışmasını görerek gülümsememek olanaksızdır! Elbette ki, burada "sınırlı anlamıyla" yurtseverliğin en küçük izi yoktur, burada olan yalnızca "pratik" nedenlerdir... Örneğin Litvanya ile ilgili olanlar gibi.

Rosa Luxemburg dört eyaletin durumunu inceliyor: Vilna'nın, Kovna'nun, Grodno ve Suvalki'nin; ve okuru (ve bu arada kendisini de) Litvanyalıların "daha çok" bu eyaletlerde yaşadıklarına inandırmaya çalışıyor. Bu eyaletlerin nüfusunu birleştirerek, nüfusun %23'üne varan bir Litvanyalı oranı buluyor; Ymud'ları da Litvanyalılara katsak bile nüfusun ancak %31'ine, yani üçte-birinden azına varılmaktadır. Bundan çıkarılan sonuç, Litvanya'nın özerkliği fikrinin "keyfi ve yapay" olduğudur (n° 10, s. 807).

Rus resmi istatistiklerinin herkesçe bilinen kusurlarından (sayfa 48) haberi olan okur, Rosa Luxemburg'un yanılgısını hemen

görecektir. Niçin, Litvanyalıların %O,2'yi, yüzde sıfır virgül iki'yi aşmadıkları Grodno eyaleti alınmıştır? Niçin, Litvanyalıların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Troki ilçesi değil de, bütün Vilna eyaleti alınmıştır? Niçin, Suvalki eyaletinin bütünü hesaplanarak, nüfusunun %52'sinin Litvanyalı olduğu saptanmıştır da, bu eyaletin Litvanyalı ilçeleri, yani Litvanyalıların,nüfusun %72'sini oluşturduğu yedi ilçeden beşi ele alınmamıştır?

Bir yandan modern kapitalizmin koşullarından ve gereklerinden sözetmek ve öte yandan, ne "modern" ne de "kapitalist" olmayan Rusya'nın ortaçağa özgü, feodal, bürokratik resmi idari bölünmesine dayanmak ve üstelik de (ilçeleri değil de eyaletleri gözönünde tutarak) bunu en kaba biçimiyle yapmak gülünçtür, Bu idari bölünmeyi ortadan kaldırmadan ve bunun yerine hazinenin, bürokrasinin, geleneğin, büyük toprak sahiplerinin, papazlar zümresinin çıkarlarına değil de, kapitalizmin gereklerine uyan gerçekten "modern" bir idari bölünmeyi koymadan Rusya'da azçok ciddi hiç bir yerel reform yapılmasının sözkonusu olamayacağı çok açıktır. Kesinlikle söylenebilir ki, kapitalizmin bugünkü gereksinmeleri arasında, nüfusun ulusal bileşiminin mümkün olduğu kadar türdeş hale getirilmesi gereği de bulunacaktır, çünkü iç pazarın tam olarak ele geçirilmesi için ve iktisadi ilişkilerin tam serbestliği için ulusal nitelik, dil birliği, önemli bir etkendir.

İlginç olan şey, Rosa Luxemburg'un bu açık yanılgısının, Polonya'nın "istisnai" özelliklerini tanıtlamayı değil de, bölgeler için ulusal özerklik ilkesinin gereksizliğini tanıtlamaya kalkan bundçu Medem tarafından benimsenmesidir. (bundçular bölgeler-dışı ulusal özerklik yandaşıdırlar). Bizim bundçularımız ve likidatörlerimiz, dünya sosyal-demokrasisinde en kötü ne varsa, onları her seferinde alarak, ayrı ayrı ülkelerin ve ayrı ayrı ulusların sosyal-demokratlarının (sayfa 49) bütün oportünistçe yanılgılarını ve kararsızlıklarını benimsemektedirler. Bundçuların ve likidatörlerin kötü yazılarından alınma parçaları birleştirerek sosyal-demokrasinin kötü yanını yansıtan bir müze kurulabilirdi.

Medem, büyük bir söz söyleyen kimse tavrıyla,bölgesel özerkliğin bir bölge için iyi olabileceğini, ama nüfusu yarım milyondan iki milyona kadar varan ve alam bir eyaleti kaplayan Letonya, Estonya, vb. "yönetim bölgeleri" için iyi bir şey olmayacağını söylüyor. "Bu, özerklik değil, basit bir zemstvo olurdu. ... Zemstvonun üstünde gerçek bir özerklik kurulmalıdır. ..." Ve yazar, eski eyaletlerin ve eski ilçelerin "ortadan kaldırılmasını" suçluyor.

Gerçekte yapılan şey, ortaçağa özgü, feodal resmi idari bölünmeyi koruyarak, çağdaş kapitalizmin koşullarının "ortadan kaldırılması" ve darbelenmesidir. Ancak bu idari bölünmeleri ilham etmiş olan zihniyete sahip olan kimselerdir ki, "çok şey bilen bilgiç tavrıyla", "zemstvo" ile "özerklik" arasındaki çelişki üzerine fikir yürütebilirler ve "özerkliği" büyük bölgelere ve zemstvoyu da küçük bölgelere özgü sayan şemayı savunabilirler. Bu bürokratik şema bugünün kapitalizminin işine hiç gelmez. Yalnızca yarım milyon değil, 50.000 nüfuslu olsa bile özerk ulusal bucaklar niçin olmasın? Eğer durum gerektiriyorsa, ve eğer iktisadi ilişkiler bakımından zorunluysa, bu bucaklar; ayrı ayrı büyüklükteki komşu bucaklarla türlü biçimlerde birleşerek bir tek özerk "yönetim bölgesi" niçin oluşturmasın? Bütün bunlar, bundçu Medem'in açıklamadığı sırlardır.

Belirtelim ki, sosyal-demokrasinin Brünn ulusal programı, kesin olarak, bölgesel ulusal özerklikten yanadır: bu program, Avusturya'yı "taca bağlı tarihsel topraklar yerine", "sınırları ulusal bakımdan belirlenmiş'" bucaklara bölmeyi önermektedir (Brünn programı, 2. madde). Biz işi bu kadar ileri götürmezdik. Hiç kuşku yok ki, nüfusun türdeş ulusal bileşimi, özgür ve geniş ölçüde gerçekten modern bir ticaret için en güvenilir etkenlerden biridir. Kuşkusuz, hiç bir marksist -hatta tutarlı hiç bir demokrat bile- Avusturya tacının topraklarını ve (Avusturya tacının toprakları kadar kötü olmamakla birlikte, gene de çok kötü olan) Rus eyalet ve ilçelerini savunmaz, ve bu eskimiş idari bölünmeler yerine halkların ulusal bileşimini olanaklar ölçüsünde gözönüne alan yeni bölünmeler kabul etme gereğine karşı çıkmaz. Ve ensonu kuşkusuz, küçücük olsa bile, türdeş ulusal bileşimi olan ve çevresinde, aralarında kuracakları her türlü ilişkiler ve özgür derneklerle, ülkenin ve hatta dünyanın ayrı ayrı noktalarına dağılmış olan o ulusal-topluluktan insanların birleşik halde hareket edebilecekleri özerk küçük idari bölünmeler yaratmak, her türlü ulusal baskıyı ortadan kaldırmak için son derece önemlidir. Bütün bunlar tartışma götürmez ve bunlara ancak gerici ve bürokratik, bir açıdan karşı çıkılabilir.

Ama nüfusun ulusal bileşimi temel iktisadi etkenlerin yalnızca bir tanesidir, biricik etken değildir, en önemlisi de değildir. Nitekim kapitalist düzende kentler pek önemli bir iktisadi rol oynar; oysa bu kentlerin özelliği -Polonya'da, Litvanya'da, Ukrayna'da, Rusya'da vb.-, pek değişik uluslardan gelme insanları barındırmalarıdır. "Ulusal" nedenlerle kentleri, kendilerine iktisadi bakımdan bağlı köylerden ve bucaklardan koparmak, saçma ve olanaksız bir şey olurdu. Bu nedenle, marksistler tam olarak ve yalnızca "bölgeci ulusal" ilkeyi savunmakla yetinemezler.

Bu nedenle, Rus marksistlerinin son kongresinde kabul edilen çözüm, soruna Avusturyalıların getirdikleri çözümden çok daha doğrudur. Kongre bu konuda şu tezi kabul etmiştir:

"... Geniş bir bölgesel özerklik..." (doğaldır ki, yalnızca Polonya için değil, Rusya'nın bütün bölgeleri için) "tam olarak demokratik yerel bir özerk yönetim, kendi kendini yöneten bölgelerin ve özerk bölgelerin sınırları" (bugünkü eyaletlerin, ilçelerin vb. sınırlarına göre değil) "yerel nüfusun kendisinin, iktisadi koşullar, yaşama biçimi, halkın ulusal bileşimi vb. konularındaki değerlendirmesi gözönünde tutularak saptanmak üzere ... gereklidir."

Burada halkın ulusal bileşimi (en başta iktisadi koşullar, sonra da yaşama biçimi vb. gelmek üzere), bürokratik ve Asyatik bir durumun gereksinmelerine göre değil de, bugünkü kapitalizme uyan yeni sınırların saptanmasında dayanak olarak ele alınacak olan öteki koşullarla birlikte anılmaktadır. Ancak bölgede yaşayan halk, bütün bu koşulları yeterince dikkat ve kesinlikle "değerlendirebilir", ve devletin merkezi parlamentosu bu değerlendirmeyi gözönünde tutarak özerk bölgelerin sınırlarını ve özerk diyetlerin yetkilerini saptayacaktır.

ŞİMDİ DE, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı sorununu incelememiz gerekiyor. Bu noktada her ulustan oportünistler, Rosa Luxemburg'un yanılgılarını "yaygınlaştırma" görevini üzerlerine aldılar: likidatör Semkovski gibi, bundçu Liebmann gibi, Ukraynalı milliyetçi-sosyalist Lev Yurkeviç gibi. Bu bayların karmakarışık duruma getirmekten büyük zevk duydukları bu sorunu, bundan sonraki yazımızda ele alacağız.

Ekim-Aralık 1913'te yazıldı. 
Prosveşçenye, n° 11, 12 ve 13.
İmza: V. İlyin
Blogger tarafından desteklenmektedir.