Header Ads

Header ADS

UKKTH , Cumhuriyet , Demokrasi üzerine

""     Ne var ki teorik sorunlara, darkafalı kavramlarla yaklaşılmaması gerekir. """ Lenin
Emperyalist Ekonomizm
3. EKONOMİK TAHLİL NEDİR?

Kendi kaderini tayin hakkına karşı olanların bütün yazılarındaki temel nokta, bu hakkın kapitalizm ve emperyalizmde genel olarak "erişilemez" bir şey olduğu savıdır. "Erişilemez" sözcüğü çoğu zaman, birbirinden çok farkli anlamlarda ve yanlış bir tanımlamayla kullanılmaktadır. Tezlerimizde, teorik herhangi bir tartışma için önemli olan bir nokta üzerinde, "erişilemez" derken neyin kastedildiğinin izahı üzerinde ısrar etmemizin nedeni budur. Bununla yetinmedik. Böyle bir açıklamayı yapmaya çalıştık.Emperyalizmde bütün demokratik istemler, siyasal bakımından elde edilmelerinin zor oluşu ya da bir dizi devrimlere başvurmaksızın elde edilemeyişleri anlamında "erişilemez" istemlerdir.

Ne var ki, kendi kaderini tayin hakkının ekonomik anlamda erişilemez olduğunda ısrar etmek büyük ölçüde yanlıştır.

Bizim savımız bu. Teorik ayrılığımızın ana dayanak noktası bu. Ciddi herhangi bir tartışmada, karşıtlarımızın bu soruna gereken dikkati göstermeleri gerekirdi.

Oysa bakın Kievski sorunu nasıl ele alıyor. Erişilemezliği, siyasal olarak "erişilmesi güçtür" anlamında kesinlikle reddediyor; ekonomik bakımdan erişilemezlik anlamında dolaysız bir yanıt veriyor.

Kievski, "bu, emperyalizmde kendi kaderini tayin hakkının, tıpkı meta üretiminde emeğin karşılığının (labour money) elde edilememesi gibi, elde edilemez bir şey olduğu anlamına mı gelir?" diye soruyor ve yanıtlıyor: "Evet tam o anlama gelir. Çünkü bizim tartıştığımız şey, iki toplumsal kategori, yani 'emperyalizm' ve 'ulusların kendi kaderini tayin hakkı' kategorileri arasındaki mantık çelişkisidir, tıpkı öteki iki kategori, yani emeğin karşılığı ve meta üretimi arasındaki mantık çelişkisi gibi. Emperyalizm, kendi kaderini tayin hakkının yadsınmasıdır, hiç bir sihirbaz bu ( ikisini uzlaştıramaz."

Kievski'nin bize savurduğu "sihirbaz" öfkeli sözcüğü ne kadar ürkütücü olursa olsun, biz gene de onun, ekonomik tahlilin ne anlama geldiğini anlamadığını söylemek zorundayız. Ne ekonomik, ne siyasal tahlilde —kuşkusuz ortada doğru-dürüst bir mantıklı düşünce varsa— "mantık çelişkisi"nin olmaması gerekir. Öyleyse, tartıştığımız şey siyasal bir tahlil değil, fakat ekonomik bir tahlilken,genel bir "mantık çelişkisi"ne sığınmanın konuyla hiç bir ilgisi yoktur. Hem ekonomik, hem siyasal görüngüler "toplumsal kategoriler" içinde yer alır. Dolayısıyla daha en başında, Kievski "Evet tam o anlama gelir" (yani kendi kaderini tayin hakkı, meta üretiminde emeğin karşılığının elde edilemez oluşu kadar elde edilemez bir şeydir) gibi doğrudan ve kesin bir yanıt vererek, herhangi bir ekonomik tahlil ortaya koymaksızın, tüm sorunu bir yana atmak için çırpınmaktadır.

Meta üretiminde emeğin karşılığının elde edilmesi olanaksızlığını nasıl kanıtlarız? Ekonomik tahlil yoluyla. Ekonomik bir tahlil, bütün öteki tahliller gibi, "mantık çelişkileri"ni dışarda tutar, ekonomik kategorileri ve yalnızca ekonomik kategorileri (genel olarak "toplumsal kategoriler"i değil) dikkate alır ve onlardan hareket ederek emeğin karşılığının elde edilemezliği sonucuna. varır. Kapital'in birinci bölümünde politikadan, politik biçimlerden ya da "toplumsal kategoriler"den bir kez bile sözedilmemiştir: Tahlil yalnızcaekonomik görüngülere, meta değişimine, onun gelişimine özgü tutulmuştur. Ekonomik tahlil, — söylemenin gereği bile yok, "mantıklı" savlar aracılığıyla meta üretiminde emeğin karşılığının elde edilemez bir şey olduğunu ortaya koyar.

Kievski ise, ekonomik tahlile benzer bir şeye bile (sayfa 46) başvurma çabası göstermiyor! Yazısının ilk paragrafının ilk tümcesinde açıkça görüldüğü gibi, emperyalizmin ekonomik özünü, onun siyasal eğilimleriyle karıştırıyor. İşte o tümcesi:

"Sanayi sermayesi, kapitalist-öncesi üretimle tefeci-tüccar sermayesinin bireşimidir (synthesis). Tefeci sermayesi sanayi sermayesinin hizmetkârı haline gelir. Daha sonra kapitalizm, sermayenin değişik biçimlerini hükmü altına alır ve buradan onun en yüksek, birleşik türü, mali-sermaye ortaya çıkar. Bu nedenle tüm çağa, mali-sermaye çağı denebilir; ona denk düşen dış siyaset sistemi emperyalizmdir."

Ekonomik yönden bu tanımlama kesinlikle değersizdir: Doğru-dürüst ekonomik kategoriler yerine yalnızca bir sürü laf. Ne var ki, şimdi bu nokta üzerinde durma olanağı yok. Önemli olanı şu: Kievski emperyalizmi "dış siyaset sistemi" olarak ilân ediyor.

Her şeyden önce bu, özünde, Kautsky'nin yanlış fikrinin yanlış biçimde yinelenmesidir.
İkincisi, bu, emperyalizmin tamamen siyasal ve yalnızca siyasal bir tanımıdır. Emperyalizmi bir "politika sistemi" olarak tanımlamak suretiyle, Kievski, meta üretiminde emeğin karşılığının elde edilemez "oluşu gibi" emperyalizmde de kendi kaderini tayin hakkının elde edilemez" yani ekonomik bakımdan elde edilemez oluşundan sözederken vaadettiği ekonomik bir tahlili yapmaktan kaçınmak istiyor.[12*]

Sol'la tartışmasında Kautsky, emperyalizmin "yalnızca bir dış siyaset sistemi" (yani ilhak) olduğunu ve kapitalizmin gelişmesinde belli bir ekonomik aşamayı ya da erişilen düzeyi emperyalizm diye tanımlamanın yanlış olduğunu ilân ediyordu.

Kautsky hatalıdır. Kuşkusuz, sözcükler üzerinde tartışmak yersizdir. Emperyalizm "sözcüğü"nün bu anlamda ya da başka bir anlamda kullanılmasını yasaklayamazsınız. Ama bir tartışma yürütmek istiyorsanız, terimlerinizi doğruca tanımlamalısınız.

Ekonomik açıdan emperyalizm (ya da mali-sermaye "çağı" — sözcükler önemli değil) kapitalizmin gelişmesindeki en yüksek aşamadir, üretimin çok büyük ve engin boyutlara ulaşmasıyla serbest rekabetin yerini tekele bıraktığı aşamadır. Emperyalizminekonomik özü budur. Tekel kendini, tröstlerde, birliklerde (syndicates), vb., dev bankaların mutlak kudretinde (omnipotence), hammadde kaynaklarının kapatılmasında, vb., banka sermayesinin birikiminde, vb. ortaya koyar. Her şey ekonomik tekele dayanır.

Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğedeğişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder. Siyasal gericilik tekele tekabül eder. Rudolf Hilferding, Finance Capital'inde gayet haklı olarak "mali-sermaye, özgürlük için değil, egemenlik için çabalar" der'

Dış politikayı iç politikanın karşılığı gibi göstermek bir yana, "dış politika"yı genel olarak politikadan çekip ayırmak esas itibariyla yanlıştır, marksist ve bilimsel değildir. Gerek dış politikada, gerek iç politikada emperyalizm demokrasiyi ihlâl etme çabasındadır, gericiliğe yöneliktir. Bu anlamda emperyalizm, genel olarak demokrasinin, yalnızca onun istemlerinden birinin, yani ulusların kendi kaderlerini tayin isteminin değil, her türlü demokrasinin sugötürmez biçimde, "yadsınması"dır.

Genel olarak demokrasinin "yadsınması" oluşundan ötürü emperyalizm, aynı zamanda ulusal sorunda da (yani ulusal kaderi tayinde de) demokrasinin "yadsınması"dır: demokrasiyi ihlal etmenin yollarını arar. Emperyalizmde, demokrasinin gerçekleştirilmesi (tekelci kapitalizm öncesiyle karşılaştırıldığı zaman) tıpkı cumhuriyetin, milis gücünün, görevlilerin halk tarafından seçilmesinin, vb. gerçekleştirilmesinde olduğu gibi aynı anlamda ve aynı ölçüde daha zordur. Demokrasinin "ekonomik bakımdan" elde edilemezliğinden sözedilemez.

Belki de Kievski'yi yanıltan şey (genel olarak, ekonomik tahlilin gereklerini kavrayış eksikliğinin yanısıra) darkafalının, toprak ilhaklarını (yani yabancı topraklara, ora halkının arzusuna karşın elkonmasını, yani kendi kaderini tayin hakkının ihlalini) mali-sermayenin daha geniş ekonomik bir toprağa "yayılması"yla (genişlemeyle) bir tutmasıdır.

Ne var ki teorik sorunlara, darkafalı kavramlarla yaklaşılmaması gerekir.

Ekonomik yönden emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Tam tekele ulaşmak için, yalnızca (belli bir devletin) iç pazarında değil, ama aynı zamanda dış pazarlarda, tüm dünyada her türlü rekabet safdışı edilmiş olmalıdır. "Mali-sermaye çağında" yabancı bir ülkede rekabetin safdışı edilmesi ekonomik bakımdan olanaklı mıdır? Elbette olanaklıdır. Bu, rakibin mali bakımdan bağımlı hale getirilmesiyle, hammadde kaynaklarının ve sonunda bütün işletmelerinin ele geçirilmesiyle yapılır.

Amerikan tröstleri, emperyalizm ya da tekelci kapitalizm ekonomisinin en üst ifadesidir. Bunlar, hasımları safdışı bırakmak içiri yalnızca ekonomik araçlara başvurmakla yetinmezler, sürekli olarak siyasal, hatta suç sayılan yöntemlere başvururlar. Ne var ki, tröstlerin, salt ekonomik yöntemlerle kendi tekellerini kuramayacaklarına inanmak çok büyük bir hata olur. Gerçek, bunun "elde edilirliği"ni gösteren birçok kanıt saklıyor: Tröstler, hasımlarının kredisini bankalar aracılığıyla baltalarlar (tröstlerin sahipleri, hisse senetlerini satın alarak, bankaların sahipleri haline gelirler); hammadde elde etmelerini baltalarlar (tröstlerin sahipleri, hisse senetlerini satın alarak demiryollarının sahipleri haline gelirler); belli bir süre için tröstler maliyetin altında satış yaparlar, bir rakibi yıkmak ve sonra onun işletmelerini, hammadde kaynaklarını (madenler, toprak, vb.) satın almak üzere milyonlar harcarlar.

İşte size, tröstlerin gücünün ve genişlemesinin salt ekonomik bir tahlili. İşte size, genişlemenin salt ekonomik yolu: fabrikaların ve işletmelerin, hammadde kaynaklarının kapatılması.

Bir ülkenin büyük mali-sermayesi, bir başka ülkedeki, siyasal bakımdan bağımsız olan bir ülkedeki rakiplerini her zaman kapatabilir ve sürekli olarak böyle yapmaktadır. Ekonomik bakımdan bu tam olarak gerçekleştirilebilir. Siyasal ilhaka başvurmaksızın ekonomik "ilhak" tam olarak "gerçekleştirilebilir" ve bu yola geniş ölçüde başvurulmaktadır. Emperyalizme ilişkin yazında sık sık, örneğin Arjantin'in işin aslında Britanya'nın bir "ticaret sömürgesi" olduğuna, ya da Portekiz'in, işin aslında, Britanya'nın "vasal"ı olduğuna vb. ilişkin ifadelere raslarsınız. Gerçekten de böyledir: Britanya bankalarına ekonomik bağımlılık, Britanya'ya borçlu olma, demiryollarını, madenleri, toprağı, vb. Britanya'nın ele geçirmiş olması, siyasal bağımsızlıklarını ihlal etmeksizin bu ülkeleri Britanya'nın kendine "ilhak etmesi"ni mümkün kılar.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, siyasal bağımsızlık demektir. Emperyalizm böyle bir bağımsızlığı yıkmak ister, çünkü siyasal ilhak çoğu zaman ekonomik ilhakı daha kolaylaştırır, daha ucuzlatır (yetkililere rüşvet vermek, ayrıcalıklar koparmak, lehte yasalar çıkarttırmak, vb. daha kolaydır), daha rahat hale getirir, daha az güçlük çıkarır — tıpkı emperyalizmin, genel olarak demokrasi yerine oligarşiyi koymanın yollarını araması gibi. Ama emperyalizmde kendi kaderini tayinin ekonomik bakımdan "elde edilemezliği"nden sözetmek tepeden tırnağa saçmadır.

Kievski teorik güçlüklerden, Almancada "burschikose" gevezeliği denen, yani (doğal olarak) öğrencilerin içki alemlerinde duyulan basit, ham sözlerle, çok basit ve yüzeysel bir kaçamakla sıyrılıyor. İşte bir örnek: "Genel oy" diye yazıyor Kievski, "sekiz saatlik işgünü ve hatta cumhuriyet, her ne kadar emperyalizm bunları gülümsemeyle karşılamazsa [!!] ve bu nedenle elde edilmeleri çok güçse de, bütün bunlar emperyalizmle mantıklı olarak uzlaşabilir şeylerdir."

Emperyalizmin cumhuriyeti "gülümsemeyle karşılamadığı" —hafifmeşrep bir söz, bazan bilimsel bir polemiğe renk katabilir— yollu burschikose ifadelerine, ciddi bir sorundaki bu polemikte, ayrıca sözkonusu kavramın ekonomik ve siyasal bir tahlili de yapılırsa, hiç bir itirazımız yoktur. Ne var ki, Kievski'de burschikose gevezeliği böyle bir tahlilin görevini yükleniyor ya da tahlil yokluğunu gizlemeye yarıyor.

"Emperyalizm cumhuriyeti gülümsemeyle karşılamaz" demek ne demektir? Neden?

Cumhuriyet, kapitalist toplumun siyasal üstyapısının olası biçimlerinden biridir, üstelik bugünkü koşullar altında en demokratik biçimidir. Emperyalizmin cumhuriyeti "gülümsemeyle" karşılamadığını söylemek, emperyalizmle demokrasi arasında bir çelişki olduğunu söylemek demektir. Kievski bu sonucu "gülümsemeyle" karşılamayabilir, hatta "gülümsemeyle karşılamaktan çok uzak" olabilir. Ama gene de bu sonuç çürütülemez.

Devam edelim. Emperyalizmle demokrasi arasındaki bu çelişkinin yapısı nedir? Bu mantıklı bir çelişki midir, yoksa mantıksız bir çelişki mi? Kievski "mantıklı" sözcüğünü durup düşünmeksizin kullanmıştır; bu nedenle de bu sorunda, o sözcüğün, tartışmaya giriştiği sorunun kendisini (hem okurun hem yazarın gözünden ve aklından) gizlemeye yaradığına dikkat bile etmemiştir. Tartışma konusu sorun, ekonominin politikayla ilişkisidir: Emperyalizmin ekonomik koşullarının ve ekonomik içeriğinin belli bir siyasal biçimle ilişkisi. İnsanlar arasındaki tartışmada ortaya çıkan her "çelişki"nin bir mantık çelişkisi olduğunu söylemek totolojiden başka bir şey değildir. Kievski bu totolojinin yardımıyla sorunun özünden kaçıyor:

Bu, (1) iki ekonomik görüngü ya da önerme arasındaki "mantık" çelişkisi midir?;
(2) yoksa siyasal iki görüngü veya önerme arasındaki "mantık" çelişkisi mi?; 
(3) ya da ekonomik ve siyasalgörüngüler ve önermeler arasındaki bir "mantık" çelişkisi mi?

Şu ya da bu siyasal biçim çerçevesinde ekonomik elde edilemezliği ya da elde edilebilirliği tartıştığımıza göre, işin canalıcı noktası buradadır.

Kievski, işin bu canalıcı noktasından kaçmasaydı, emperyalizmle cumhuriyet arasındaki çelişkinin, yakın zamanlar kapitalizminin (yani tekelci kapitalizmin) ekonomisiyle, genel olarak siyasal demokrasi arasındaki  çelişki olduğunu belki de idrak edebilirdi. Çünkü bellibaşlı ve temel herhangi bir demokratik önlemin (görevlilerin ve subayların halk tarafından seçilmesi, tam dernekleşme ve toplantı özgürlüğü, vb.), emperyalizmle, cumhuriyetten daha az çelişir (ya da dilerseniz, daha çok "gülümsemeyle" karşılanan) bir şey olduğunu Kievski hiç bir zaman kanıtlayamayacaktır.

O halde geriye, bizim tezlerimizde öne sürdüğümüz şey kalıyor: emperyalizm, genel olarak, tüm siyasal demokrasiyle çelişir, "mantıksal olarak" çelişir. Kievski bu önermeyi "gülümsemeyle" karşılamıyor, çünkü bu önerme onun bütün mantık yapısını yıkıyor. Ama elimizden ne gelir ki? Belli bazı önermeleri çürüttüğü varsayılan, ama aslında "cumhuriyeti gülümsemeyle karşılamaktan uzak olan emperyalizm" türünden ifadeler kullanarak o önermeleri gizlice geliştiren bir yöntem mi kabul edeceğiz?

Dahası var. Emperyalizm cumhuriyeti gülümsemeyle karşılamaktan neden uzaktır? Ve emperyalizm, kendi ekonomisini cumhuriyetle nasıl "uzlaştırır"?

Kievski bunları hiç düşünmemiştir. Kendisine, Engels'in, demokratik cumhuriyetle ilgili aşağıdaki sözlerini anımsatırız. Zenginlik, bu yönetim biçiminde egemen olabilir mi? Sorun ekonomiyle siyaset arasındaki "çelişki"yle ilgilidir.

Engels [bu soruya -ç.] şu yanıtı verir: "Demokratik cumhuriyet [yurttaşlar arasında] servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, iktidarını, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, —ki Amerika'nın klasik örneğini sunduğu, memurlara düpedüz rüşvet yedirerek, bir yandan da, hükümetle hisse senetleri borsası arasındaki ittifak biçiminde..." [13*]

İşte size, kapitalizmde demokrasinin "elde edilebilirliği" sorunu üzerinde mükemmel bir ekonomik tahlil örneği. Emperyalizmde, kendi kaderini tayin hakkının "elde edilebilirliği", o sorunun bir parçasıdır.

Demokratik cumhuriyet, kapitalizmle "mantıksal olarak" çelişir, çünkü demokratik cumhuriyet, zenginle yoksulu "resmi olarak" eşitler. Bu, ekonomik sistemle siyasal üstyapı arasında bir çelişkidir. Emperyalizmle cumhuriyet arasında da aynı çelişki vardır. Serbest rekabetten tekelciliğe dönüşümün, siyasal özgürlüklerin gerçekleştirilmesini daha da "güçleştirmiş olması" gerçeği bu çelişkiyi derinleştirir ve ağırlaştırır.

Öyleyse, kapitalizm demokrasiyle nasıl uzlaşır? Sermayenin mutlak kudretini dolaylı yoldan yürüterek. Bunun iki ekonomik yolu vardır: (1) Doğrudan rüşvet; (2) hükümet ile hisse senetleri borsası arasında ittifak. (Bu bizim tezlerimizde ifade edilmiştir burjuva sistemde mali-sermaye "herhangi bir hükümete ve herhangi bir memura dilediği gibi rüşvet vererek [onları -ç.] satın alabilir!")

Bir kez meta üretimi, burjuvazi ve para gücü egemen olunca, hangi hükümet, hangi demokrasi olursa olsun, (doğrudan ya da hisse senetleri borsası yoluyla) rüşvete "ulaşılabilir".

Peki öyleyse, kapitalizm yerini emperyalizme bıraktığı zaman, yani tekelci kapitalizm-öncesi, yerini tekelci kapitalizme bıraktığı zaman, bu açıdan değişen şey nedir, diye sorulabilir?

[Değişen şey -ç.] yalnızca hisse senetleri borsasının gücünün artışıdır. Çünkü mali-sermaye, banka sermayesiyle, kaynaşmış olan en yüksek, tekelci düzeydeki sanayi sermayesidir. Büyük bankalar hisse senetleri borsasıyla kaynaşır ve onu içine emer. (Emperyalizm hakkındaki yazın, hisse senetleri borsasının gerileyen rolünden, ancak her dev bankanın bizzat bir hisse senetleri borsası oluşu anlamında gerileyen rolünden sözeder.)

Dahası var. Eğer genel olarak "servet", rüşvet ve hisse senetleri borsası yoluyla, herhangi bir demokratik cumhuriyet üzerinde egemenliğini tam olarak kurabiliyorsa, o zaman Kievski, çok garip bir "mantık çelişkisi"ne düşmeksizin, nasıl olur da, emirlerinde milyarlar bulunan tröstlerle bankaların engin servetinin, yabancı, yani siyasal bakımdan bağımsız bir cumhuriyet üzerinde mali-sermayenin egemenliğini "gerçekleştiremeyeceği" görüşünü sürdürebilir?

Evet? Yabancı bir devlette memurlara rüşvet verilmesi "gerçekleştirilemez" mi? Yoksa "hükümet ile hisse senetleri borsası arasındaki ittifak" yalnızca kişinin kendi hükümeti için mi sözkonusudur?

Okurların çoktan görmüş olacağı gibi, on satırlık bir karışıklığı çözmek ve herkesçe anlaşılabilir bir biçimde açıklayabilmek için aşağı yukarı on kitap sayfası gerekmektedir. Kievski'nin bütün savlarını aynı biçimde inceleyemeyiz. Üstelik karışıklık göstermeyen tek savı da yoktur. Kaldı ki ana savlar incelendikten sonra buna gerek de yok. Geri kalan savlara kısaca değineceğiz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.