SENDİKALAR, MEVCUT DURUM VE TROÇKİ YOLDAŞIN HATALARI ÜZERİNE
VIII. Sovyet Kongresi Komünist Delegelerinin ve Tüm-Rusya Sendikalar Merkez Konseyi ile Moskova İli Sendikalar Konseyi’nin Komünist Üyelerinin Birleşik Oturumunda Konuşma,
Aralık 1920
Yoldaşlar, herşeyden önce, düzeni ihlal ettiğim için özür dilerim, çünkü eğer insan tartışmaya katılmak istiyorsa raporu, ikinci raporu ve tartışma konuşmalarını dinlemesi gerekir. Ne yazık ki kendimi sağlık bakımından öylesine kötü hissediyorum ki, bunu yerine getiremedim. Fakat dün bellibaşlı basılı belgeleri okuma ve notlarımı hazırlama olanağı buldum. Bu düzen ihlalinin sizin açınızdan rahatsızlıklar yaratacağı açıktır: Diğerlerinin ne söylediğini bilmediğim için büyük ihtimalle bazı şeyleri tekrarlayacak ve yanıt verilmesi gereken şeyleri yanıtsız bırakacağım. Fakat başka türlü davranmam mümkün değildi.
Üzerinde duracağım ana belge Troçki yoldaşın “Sendikaların Rolü ve Görevleri Üzerine”[2] adlı broşürüdür. Bu broşürü Merkez komitesine sunduğu tezlerle karşılaştırıp bunların içine daldığımda, içerdikleri teorik hata ve çarpıcı yanlışların çokluğuna şaşıyorum. Bu sorunda büyük bir Parti tartışmasına soyunan biri, nasıl olur da temelli düşünülüp taşınılmış bir şeyler sunmak yerine böyle başarısız bir şey ortaya çıkarabilir? Bana göre temel teorik yanlışları içeren başlıca hususları kısaca belirtmek istiyorum.
Sendikalar sadece tarihsel olarak gerekli değil, aynı zamanda, proletarya diktatörlüğü koşulları altında proletaryayı neredeyse tamamen kapsayan sanayi proletaryasının tarihsel olarak kaçınılmaz örgütüdür. Bu, meselenin esasıdır ve Troçki yoldaş bunu sürekli unutmaktadır; o, bundan hareket etmemektedir, bunu takdir etmesini bilmemektedir. Ortaya attığı “Sendikaların Rolü ve Görevleri” konusu son derece geniş bir konudur.
Buraya kadar söylenenlerden proletarya diktatörlüğünün hayata geçirilmesinde sendikaların rolünün son derece önemli olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu nasıl bir roldür? Temel teorik sorunlardan biri olan bu sorunun müzakere edilmesine geçerken bunun son derece özel bir rol olduğu sonucuna varıyorum. Sanayi işçilerinin tümünü kapsayan ve onları örgütlenmeye çeken sendikalar, bir yandan egemen, iktidarı kullanan, yöneten sınıfın, diktatörlüğü gerçekleştiren sınıfın, devlet zorunu uygulayan sınıfın örgütüdür. Fakat sendikalar bir devlet örgütü, bir zor örgütü değil, eğitici bir örgüt, saflara kazandıran, eğiten bir örgüttür; bir okul, bir yönetim okulu, ekonomi yönetiminin bir okulu, bir komünizm okuludur sendikalar. Bu hiç alışılmadık türde bir okuldur, çünkü burada öğretmenler ve öğrenciler yok, kapitalizmin miras bıraktığı, kaçınılmaz olarak bırakmak zorunda olduğu şeyle, devrimci ileri birliklerin, yani proletaryanın devrimci öncüsünün kendi içinden çıkardığı şeyin olağanüstü özel belli bir kombinasyonu var. Ve bu gerçekleri dikkate almadan sendikaların rolünden söz etmek, kaçınılmaz olarak bir dizi yanlışa düşmek demektir.
Proletarya diktatörlüğü sisteminde sendikalar, deyim yerindeyse, partiyle devlet iktidarı arasında dururlar. Sosyalizme geçişte proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır, fakat bu diktatörlük, bütün sanayi işçilerini kapsayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilmez. Neden? Bunu, Komünist Enternasyonal II. Kongresi’nin siyasi partilerin rolü üzerine tezlerinden okuyabiliriz[3]. Burada bu konuya girmek istemiyorum. Buradan partinin deyim yerindeyse proletaryanın öncüsünü içine aldığı ve proletarya diktatörlüğünü bu öncünün gerçekleştirdiği sonucu çıkar. Ve eğer sendikalar gibi bir temel yoksa diktatörlük gerçekleştirilemez, devlet işlevleri yerine getirilemez. Bu işlevler de yine yeni türden bir dizi özel kurumun yardımıyla yerine getirilmek zorundadır: Sovyet aygıtı. Pratik sonuçlar açısından bu durumun özelliği nedir? Sendikaların öncünün kitlelerle bağım kurmasıdır, sendikaların, günlük çalışmalarıyla, bizi kapitalizmden komünizme götürebilecek tek sınıf olan sınıfın kitlelerini ikna etmeleridir. Bir yandan bu. Öte yandan sendikalar devlet iktidarının “rezervuarı”dır.
Kapitalizmden komünizme geçiş döneminde sendikalar budur işte. Esasen bu geçiş, kapitalizm tarafından büyük işletme için eğitilmiş ve küçük mülk sahibi çıkarlarından kopmuş biricik sınıfın hegemonyası olmadan yerine getirilemez. Proletarya diktatörlüğü ise, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt tarafından gerçekleştirilemez, çünkü sadece bizde, en geri kapitalist ülkelerden birinde değil, aynı zamanda tüm diğer kapitalist ülkelerde de proletarya hâlâ öyle dağınık, öyle ezilmiş, (tek tek ülkelerdeki emperyalizm tarafından) yer yer öylesine bozulmuştur ki, bütün proletaryayı kapsayan bir örgüt, proletaryanın diktatörlüğünü doğrudan gerçekleştiremez. Diktatörlüğü ancak sınıfın devrimci enerjisini içine almış öncü gerçekleştirebilir. Böylece bir dizi çarka benzeyen bir şey ortaya çıkar. Proletarya diktatörlüğünün esas temelinin, kapitalizmden komünizme geçişin en derin özünün mekanizması da böyledir. Daha buradan, Troçki yoldaş birinci tezde, “ideolojik karmaşa”ya işaret ederek bir krizden, özellikle ve öncelikle sendikaların krizinden söz ettiğinde, burada özünde bir şeylerin ilkesel olarak yanlış olduğu görülebilir. Bir krizden söz edilmek isteniyorsa, bu ancak politik durumun tahlilinden sonra yapılabilir. “İdeolojik karmaşa” aslında Troçki’de vardır, çünkü o kapitalizmden komünizme geçiş bakış açısından sendikaların rolü temel sorununda, burada basit bir sistemin olamayacağını, birçok çarklıdan oluşan karmaşık bir sistemin söz konusu olduğunu, çünkü proletarya diktatörlüğünün bütün olarak örgütlenmiş proletarya tarafından gerçekleştirilemeyeceğini dikkate almamış, gözden kaçırmıştır. Diktatörlük, öncüden ileri sınıfın kitlesine ve ondan emekçiler kitlesine bazı “transmisyonlar” olmadan gerçekleşemez. Rusya’da bu kitle bir köylü kitlesidir, başka ülkelerde böyle bir kitle yoktur, ama en gelişmiş ülkelerde bile proleter olmayan ya da saf proleter olmayan bir kitle vardır. Buradan bile gerçekte bir ideolojik karışıklık çıkmaktadır. Ne var ki Troçki tamamen haksız bir şekilde başkalarını bununla suçluyor.
Üretimde sendikaların rolü sorununu aldığımda Troçki’de şu temel yanlışı görüyorum ki, o tüm zaman boyunca “prensip”ten söz ediyor, hep “genel ilke”den söz ediyor. Bütün tezlerinde meseleleri “genel ilke” açısından ele alıyor. Sorunun konulusu ta baştan temelli yanlış. IX. Parti Kongresi’nin sendikaların üretimdeki rolü üzerinde yeterince, hatta yeterinden fazla söz ettiğinden bahsetmek istemiyorum [4] Bizzat Troçki’nin kendi tezlerinde, Almanların dediği gibi Troçki’nin “şamar oğlanı” rolünü oynayan, ya da polemik sanatını icra ettiği obje olan Losovski ve Tomski’nin son derece açık ifadelerini alıntıladığından da sözetmek istemiyorum. İlkesel görüş ayrılıkları yok, bunun için bizzat Troçki’nin alıntıladığı şeyleri yazmış olan Tomski ve Losovski’yi arayıp bulmak yanlıştır. Ne kadar gayretle aranırsa aransın, ilkesel görüş ayrılıkları alanında burada ciddi bir şey bulunamayacaktır. Aslında en büyük hata, ilkesel hata, Troçki yoldaşın şimdi sorunu “ilke” düzeyinde koyarak Parti’yi ve Sovyet iktidarını geriye savurmasıdır. Tanrıya şükrolsun ki ilkelerden, pratik, nesnel çalışmaya geçmiş bulunuyoruz. Smolni’de* ilkeler üzerine gevezelik ettik, hem de kesinlikle gereğinden fazla. Bugün, üç yıl sonra, üretim sorununun bütün hususlarında, bu sorunun tam bir dizi bileşenine ilişkin, imzalanmış ve sonra bizzat bizim tarafımızdan unutulmuş, bizzat bizim tarafımızdanuygulanmayan kararnameler mevcuttur — bu kararnamelerin durumu o kadar acıklıdır. Sonra da ilkeler üzerine mırın kırın ediliyor ve ilkesel görüş ayrılıkları keşfediliyor. Üretimde sendikaların rolü sorunuyla ilgili, herkesçe, pişmanlıkla itiraf etmek zorundayım ki benim tarafımdan da unutulmuş bir kararnameden söz edeceğim.*
* Eski Smolni Enstitüsü Ekim Devrimi’nden sonraki ilk dönemde Sovyet Hükümeti’nin merkeziydi. —Alm. Red.
Var olan gerçek görüş ayrılıkları, yukarıda saydıklarım bir yana bırakılırsa, kesinlikle genel ilke sorunlarıyla ilgili değildir. Buna karşılık, Troçki yoldaşla aramdaki yukarıda saydığım “görüş ayrılıklarına işaret etmek zorundaydım, çünkü son derece kapsamlı bir konu olan “Sendikaların Rolü ve Görevleri” konusunu seçen Troçki yoldaş, bana göre, proletarya diktatörlüğü sorununun özüyle bağıntılı olan bir dizi hataya düşmüştür. Fakat bunu bir yana bırakırsak, ortaya şu soru çıkıyor: Çok gereksinim duyduğumuz tek adammışçasına işbirliği bizde gerçekten neden mümkün olmuyor? Kitleye nasıl yaklaşılacağı, kitlenin nasıl kazanılacağı, kitleyle nasıl bağ kurulacağının yöntemleri üzerine görüş ayrılıkları yüzünden mümkün olmuyor. Meselenin püf noktası budur. Ve kapitalizm koşulları altında kurulan, kapitalizmden komünizme geçişte kaçınılmaz olan, uzak gelecekte tartışmaya açık kuruluşlar olarak sendikaların özelliği tam da buradadır. Bu, sendikaların tartışmaya açık olacakları uzak bir gelecektir; torunlarımız bunun üzerine sohbet edeceklerdir. Bugün önemli olan ise kitlelere nasıl yaklaşılacağı, onların nasıl kazanılacağı, onlarla nasıl birleşileceği, çalışmanın (proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirme çalışmasının) karmaşık transmisyonlarının nasıl sağlanacağıdır. Dikkat edin, çalışmanın karmaşık transmisyonları dediğimde Sovyet aygıtını kastetmiyorum. Orada daha ne tür transmisyon karmaşıklığının görüleceği apayrı bir konudur. Şimdilik sadece soyut ve ilkesel olarak, kapitalist toplumdaki sınıflar arasındaki ilişkilerden sözediyorum; orada proletarya var, proleter olmayan emekçi kitleler var, küçük-burjuvazi var ve burjuvazi var. Sovyet aygıtı içinde bürokratizm olmasa bile, sadece bu açıdan bile, kapitalizm tarafından yaratılmış olan şey transmisyonların olağanüstü karmaşıklığına yol açmaktadır. Ve sendikaların “görevi”nin zorluğunun nerede olduğu sorusunu sorarken öncelikle bu düşünülmelidir. Gerçek görüş ayrılığı, yineliyorum, kesinlikle Troçki yoldaşın onu gördüğü yerde değil, bilakis kitlelerin nasıl kazanılacağı, kitlelere nasıl yaklaşılacağı, onlarla nasıl birleşileceği sorununda yatmaktadır. Şunu söylemek zorundayım: Eğer kendi öz pratiğimizi, kendi deneyimimizi, küçük çapta da olsa dikkatle ve inceden inceye inceleseydik, Troçki yoldaşın bu broşürünün dolup taştığı yüzlerce gereksiz “görüş ayrılıkları”ndan ve ilkesel hatalardan kaçınırdık. Örneğin bu broşürde tezlerin bütünü “Sovyet sendikacılığına karşı polemiğe ayrılmıştır. Başka dert yoktu, yeni bir umacı bulundu! Kim bu umacı? Ryazanov yoldaş. Ryazanov yoldaşı 20 yılı aşkın zamandır tanıyorum. Siz onu zaman olarak değil ama, yaptıklarıyla epeyce tanıyorsunuz. Biliyorsunuz ki, şiarları değerlendirmek, onun hiç kuşkusuz var olan güçlü yanlarından biri değildir. Ve kalkıp tezlerde, Ryazanov yoldaşın bazen son derece isabetsiz biçimde söylediklerini “Sovyet sendikacılığı olarak gösterecekmişiz! Bunun ciddiye alınacak bir yanı var mı? Eğer böyleyse, bir “Sovyet sendikacılığı, bir “Sovyet anti-barış anlaşmacılığı” ve daha birçok şey söyleyebiliriz. Herhangi bir Sovyet “izm”inin uydurulamayacağı tek bir husus yoktur. (Ryazanov: Sovyet anti-brestizmi.) Evet, çok doğru: “Sovyet anti-brestizmi”.
* Kastedilen Arkadaşça Disiplin Mahkemeleri üzerine kararnamedir; bkz. Not 8. —Alm. Red.
Fakat böyle gayri ciddi şeylerle uğraşan Troçki yoldaş hemen bir hataya düşüyor. Ona göre, işçi sınıfının maddi ve manevi çıkarlarını savunmak işçi devletinde sendikaların görevi değildir. Bu bir hatadır. Troçki yoldaş “işçi devleti”nden söz ediyor. İzninizle bu bir soyutlamadır. 1917′de işçi devleti diye yazmamız anlaşılır bir şeydi; fakat bugün birisi gelip bize “burjuvazinin olmadığı, devletin işçi devleti olduğu bir ortamda işçi sınıfını niçin, kime karşı savunmak gerekiyor” derse eğer, apaçık bir hataya düşmüş olur. O tam bir işçi devleti değildir, mesele de bu ya zaten. Troçki yoldaşın temel hatalarından biri buradadır. Şimdi genel ilkelerden amaca uygun müzakereye ve kararnamelere geçtik, fakat pratik ve amaca uygun olana girişmekten alıkonulmak [s.33] isteniyoruz. Bu olmaz. Gerçekte bir işçi devleti değil, bir işçi-köylü devletimiz var. Bu birincisi. Bundan ise pekçok sonuç çıkar. (Buharin: Nasıl bir devlet? Bir işçi-köylü devleti mi?) Gerçi Buharin yoldaş arkadan “Nasıl bir devlet? Bir işçi-köylü devleti mi?” diye bağırıyor, ama ona yanıt vermeyeceğim*. Ama isteyen, yeni sona eren Sovyet Kongresi’ni anımsayabilir, ve yanıt oradadır.
Dahası var. Parti programımızdan —”Komünizmin ABC’si”[5]nin yazarının çok iyi bildiği bir dokümandır—, devletimizin bürokratik urlu bir işçi devleti olduğu anlaşılmaktadır. Ve devlete bu acıklı —nasıl ifade edeyim— etiketi yapıştırmak zorundayız. işte size geçiş döneminin gerçekliği. Pratikte böyle oluşmuş bir devlette sendikaların savunacakları bir şey olmadığını mı sanıyorsunuz, tamamen örgütlenmiş proletaryanın maddi ve manevi çıkarlarını savunurken sendikalar olmadan yapılabilir mi? Bu, teorik olarak son derece yanlış bir değerlendirme tarzıdır. Bu bizi soyutlama alanına ya da 15-20 yılda ulaşacağımız ideal alanına atar; ben bu sürede bile ulaşacağımızdan emin değilim ya. Oysa önümüzde, eğer aydın gevezeliklerine ya da soyut değerlendirmelere ya da bazen “teori” gibi görünen, gerçekte ise bir yanılgı, geçişin özelliklerinin yanlış değerlendirilmesi olan şeylere kapılmazsak, iyi bildiğimiz gerçeklik var. Bugünkü devletimiz öyle ki, tamamen örgütlenmiş proletarya kendisini savunmak zorundadır, biz ise bu işçi örgütlerinden işçileri kendi devletlerine karşı savunmak için ve devletimizin işçiler tarafından savunulması için yararlanmalıyız. Her iki savunma da, devlet önlemlerimizle, sendikalarımızla anlaşmamızın, “birleşmemiz”in özgül bir birbirine geçmesi sayesinde olmaktadır.
Bu birleşme üzerinde daha durmam gerekecek. Fakat tek başına bu sözcük bile burada “Sovyet sendikacılığı kılığında bir düşman uydurmanın bir hata olduğunu gösteriyor. Çünkü “birleşme” kavramı daha birleştirilmesi gereken farklı şeylerin varlığını ifade eder: “birleşme” kavramında, devletin aldığı önlemlerden tamamen birleşmiş proletaryanın maddi ve manevi çıkarlarını devlete karşı savunmak için yararlanma içerilidir. Fakat artık bir birleşme sürecine değil, bir birleşmişliğe, bir kaynaşmaya sahip olduğumuz gün ilkesel “görüş ayrılıkları” ya da soyut teorik değerlendirmeler üzerine değil, pratik deneyim üzerine amaca uygun görüşmelerin olacağı bir kongre toplayacağız. Troçki yoldaşın sendika “bürokratları” olarak —bu kavgada bürokratik eğilimlerin hangi tarafta olduğuna daha sonra geleceğim— gösterdiği Tomski yoldaşla ve Losovski yoldaşla ilkesel görüş ayrılıkları bulma çabası da hakeza yanlıştır. Şunu çok iyi biliyoruz: Eğer Ryazanov yoldaşın bazen mutlaka bir şiar, hem de nerdeyse ilkesel bir şiar icat etme gibi küçük bir zaafı varsa da, Tomski yoldaş varolan birçok günahını bir de bu günahla çoğaltmıyor. O nedenle bana; burada Tomski yoldaşa karşı (Troçki yoldaşın yaptığı gibi) ilkesel bir savaş açmak her türlü ölçüyü aşıyormuş gibi görünüyor. Buna düpedüz şaştım kaldım. Hepimizin fraksiyonel, teorik ve başka her türlü görüş ayrılıkları bakımından çok günah işlediğimiz —elbette bazı yararlı şeyler de yaptık— bir zaman oldu, fakat o zamandan beri büyüdüğümüzü sanırdım. İlkesel görüş ayrılıkları icat etmek ve bunları abartmaktan amaca uygun çalışmaya geçmenin zamanı gelmiştir. Ben Tomski’nin teorisyen yanının ağır bastığını, Tomski’nin teorisyenlik iddiasında bulunduğunu hiçbir zaman duymadım; belki bu onun bir hatasıdır, bu başka bir sorun. Fakat sendika hareketi içine girmiş olan Tomski, bu geçişi yansıtmak zorundaysa —bilinçli ya da bilinçsiz, bu başka bir sorun; ben Tomski’nin bunu her zaman bilinçli yaptığını söylemiyorum—, durumuyla bu karmaşık geçişi yansıtmak zorundaysa, birşeyler kitlenin canını acıtıyor ve o canını acıtan şeyin ne olduğunu bilmiyorsa, bunu Tomski de bilmiyorsa, fakat yüksek sesle bağırıyorsa, iddia ediyorum, bu bir kusur değil bir kazanımdır. Tomski’de tek tek birçok teorik yanlış bulunacağından eminim. Ve biz de masaya oturup, düşünüp taşınarak bir karar ya da tezler kaleme aldığımızda her şeyi düzelteceğiz, ama belki de düzeltmeyeceğiz, çünkü işletme çalışması önemsiz teorik görüş ayrılıklarını düzeltmekten daha ilginçtir.
* Ayrıntılı bilgi için bkz. “Parti Krizi” adlı makale, elinizdeki cilt, s. 52 ve devamı. —Red.
Şimdi “üretim demokrasisi”ne geliyorum; bu deyim yerindeyse Buharin için. Her insanın küçük zaafları olduğunu pekâlâ biliyoruz, büyük bir insanın da küçük zaafları olur, Buharin’in de var. Buharin için sözcüğün süslü püslü olması yeter, bundan vazgeçemez. 7 Aralık’taki MK Plenumunda Buharin, üretim demokrasisi üzerine adeta şehvetle bir karar kaleme almıştı. Ve “üretim demokrasisi” üzerine düşündükçe, bunun teorik olarak yanlış, iyice düşünülüp taşınılmamış olduğunu o kadar açık görüyorum. Kafa karışıklığından başka birşey değil. Ve bu örneğe ilişkin bir kez daha, en azından bir Parti toplantısında şu söylenmelidir: “Daha az süslü sözcükler Buharin yoldaş, bu sizin için, teori için, Cumhuriyet için yararlı olacak.” Üretim her zaman gereklidir. Demokrasi ise sadece politik bir kategoridir. Bu sözcüğün bir konuşmada, bir makalede kullanılmasına söylenecek bir şey yok. Bir makale tek bir karşılıklı ilişkiyi ele alır ve bunu canlı biçimde ifade eder, hepsi bu. Fakat siz bunu bir teze dönüştürürseniz, bunu, “onaylayanlar” ve onaylamayanları birleştiren bir şiar haline getirmek isterseniz, Troçki’nin yaptığı gibi Parti “iki eğilim arasında seçim yapmak” zorundadır denirse, bu çok tuhaftır. Ben Parti’nin “seçim yapmak” zorunda olup olmayacağı ve Parti’nin “seçim yapmak” zorunda bırakıldığı bir duruma sokulmasının kimin suçu olduğu üzerinde ayrıca duracağım. İş buraya kadar vardığına göre şunu söylemek zorundayız: ‘”Üretim demokrasisi’ gibi teorik açıdan yanlış, kafa karışıklığından başka bir şey içermeyen şiarları mümkün olduğunca az seçin.” Gerek Troçki, gerekse de Buharin, ikisi de bu kavramı teorik olarak net biçimde düşünmemiş ve dili diline dolanmışlardır. “Üretim demokrasisi” onların etkilendiği düşünce halkasına kesinlikle ait olmayan düşüncelere yol açıyor. Onlar üretimi öne çıkarmak, dikkatleri üretim üzerinde yoğunlaştırmak istiyorlardı. Herhangi bir şeyi bir makalede, bir konuşmada vurgulamak bir şeydir; fakat bu teze dönüştürülür ve Parti seçim yapmak durumunda bırakılırsa şunu söylerim: Buna karşı çıkın, çünkü bu kafa karışıklığıdır. Üretim her zaman gereklidir, demokrasi her zaman değil. Üretim demokrasisi bir dizi temelden yanlış düşünce üretiyor. Bireysel yönetim vaaz ettiğimizden bu yana fazla vakit geçmedi. Karışıklık yaratmamak ve insanların kafasının karışması tehlikesine yolaçmamak gerekir: Bir demokrasi, bir bireysel yönetim, bir diktatörlük. Diktatörlükten de asla vazgeçilmemelidir — Buharin’in arkadan “Çok doğru” diye seslendiğini duyuyorum.
Devam edelim. Eylül’den bu yana aciliyet ilkesinden eşitliğe geçişten sözediyoruz, bunu MK’nın onayladığı Parti Konferans kararında söylüyoruz.[6] Zor bir sorun, çünkü bu iki kavram birbirini dışlarken, şu ya da bu biçimde eşitleme ve aciliyet ilkesini birleştirmek zorunludur. Fakat birazcık da olsa Marksizmi öğrendik, zıtlıkların ne zaman ve nasıl birleştirileceğini ve birleştirilmesi gerektiğini öğrendik ve, esas mesele budur, devrimimizde üçbuçuk yıl içinde sık sık pratikte karşıtları birleştirdik.
Soruna çok dikkatli ve bilinçli yaklaşmak gerektiği açıktır. Biz, daha yediler ve sekizler grubunun ve Buharın yoldaşın “Tampon” grubunun[7] oluştuğu MK’nın o sıkıntılı plenum toplantılarında* bu ilkesel sorunlar üzerine konuştuk ve daha bu toplantılarda aciliyet ilkesinden eşitliğe geçişin kolay bir iş olmadığını saptadık. Ve şimdi Eylül Konferansı’nın bu kararını yerine getirmek için biraz çalışmak zorundayız. Bu karşıt kavranılan bir kakafoni oluşturacak biçimde de, bir senfoni oluşturacak biçimde de birleştirmek mümkündür. Aciliyet ilkesi, bir üretim dalına, gerekli tüm diğer üretim dallan karşısında özellikle yaşamsal önemi nedeniyle ayrıcalıklı davranmak anlamına gelir. Bu ayrıcalık nerededir? Ayrıcalık nereye kadar uzanabilir? Bu zor bir sorun ve söylemeliyim ki, bu sorunun çözümü için tam uygulama iradesi yetmez, son derece mükemmel niteliklere sahip, fakat sadece doğru yerde istihdam edildiğinde yeterlilik gösteren kahraman bir insan da yetmez; burada çok özel bir sorunu gereğince değerlendirmeyi bilmek gerekir. Yani aciliyet ilkesi ve eşitlik sorunu ortaya atılıyorsa eğer, bu sorunu herşeyden önce iyi düşünerek ele almak gerekir, fakat Troçki yoldaşın çalışmasında tam da bundan eser yok; ilk tezlerini ne kadar çok değiştirirse, o kadar çok yanlış iddia ortaya çıkıyor. Örneğin son tezlerinde şunları okuyoruz: * Kastedilen 8-9 Kasım ve 6 Aralık 1920 tarihindeki, sendikaların görevleri ve gemi işçilerinin Tsektran’la (Demiryolu ve Gemi İşçileri Merkez Komitesi) çatışması konusunda tavır alan MK Plenum toplantılarıdır.
“…tüketim alanında, yani emekçilerin kişisel yaşam koşullan alanında eşitleyici bir çizgi uygulamak gerekir. Buna karşılık üretim alanında aciliyet ilkesi bizim için daha uzun süre tayin edici olarak kalacaktır…” (Troçki’nin broşüründe 41. tez, s. 31).
Bu teorik olarak tam bir kafa karışıklığıdır. Bu tamamen yanlıştır. Aciliyet ilkesi ayrıcalık anlamına gelir, fakat tüketimsiz ayrıcalık hiçbir şeydir. Eğer bana çeyrek ekmek alacağım kadar ayrıcalık tanınıyorsa, böyle bir ayrıcalığı nezaketle reddederim. Aciliyette ayrıcalık tüketimde de ayrıcalık demektir. Aksi halde aciliyet bir hayaldir, bir hiçistandır, biz ise materyalistiz. İşçiler de materyalist; acil çalışma deniyorsa, ekmek, giyecek ve et de versinler. Bu sorunları somut vesilelerle Savunma Konseyi’nde tartışırken sadece bu biçimde anladık ve anlıyoruz. Biri çizme ister ve şöyle der: “Acil çalışma yapıyoruz”, bir diğeri ise şöyle demektedir: “Bana çizme vermek zorundasın, yoksa acil işlerde çalışan işçilerin dayanamayacak ve senin aciliyetin yerle bir olacak.”
Eşitlik ve aciliyet ilkesiyle ilgili olarak sorunun tezlerde temelli yanlış konulduğu görülüyor. Fakat bunun dışında pratikte sınanmış ve ulaşılmışın gerisine düşüldüğü ortaya çıkıyor. Böyle olmaz; buradan doğru dürüst bir şey çıkmaz.
Devam edelim: “Birleşme” sorunu. En doğrusu bugün “birleşme” konusunda susmak olurdu. Söz gümüşse sükût altındır. Neden? Çünkü birleşmeye pratikte başladık; ülkemizde bir tek büyük İl Ekonomi Konseyi, Yüksek Ekonomi Konseyi’nin ve Ulaşım Halk Komiserliği vs.nin tek bir büyük sektörü yoktur ki, birleşme pratikte gerçekleşmemiş olsun. Peki sonuçlar tamamen mükemmel mi? Asıl zorluk tam da burada. Birleşmenin nasıl gerçekleştiği ve bununla neler elde edildiğine ilişkin pratik deneyim incelensin. Şu ya da bu kurumda birleşmenin hayata geçirilmesini sağlayan kararnameler sayılamayacak kadar çok.
Fakat bundan nasıl bir sonuç elde edildiği, İl Sendika Konseyi’nin belli bir üyesinin İl Ekonomi Konseyi’nde belli bir mevkie sahip olduğu belli bir sanayi dalında şu ya da bu birleşme durumunun sonucunun ne olduğunu, bunun neye yol açtığını, onun bu birleşmeyi kaç ay sürdürdüğünü vs. pratikte incelemeyi, kendi öz pratik deneyimlerimizi amaca uygun incelemeyi henüz başaramadık. Birleşme üzerine ilkesel bir görüş ayrılığı icat etmeyi ve bir hata işlemeyi becerdik, bunda ustayız; fakat kendi deneyimimizi incelemeye ve gözden geçirmeye yokuz. Tarımın iyileştirilmesi üzerine yasanın şu ya da bu uygulaması bakımından tarım bölgelerinin incelenmesi için seksiyonların dışında birleşmenin de incelenmesi, Saratov ili değirmen sanayiinde, Petrograd metal sanayiinde, Donets Havzası kömür madenciliğinde vs. birleşmenin sonuçlarının incelenmesi için seksiyonların olduğu, bu seksiyonların bir sürü belge topladıktan sonra “şunu şunu inceledik” diye açıklama yaptıkları Sovyet kongreleri gerçekleştiğinde şunu diyeceğim: “Evet, pratik işlerle uğraşmaya başladık, çocukluk dönemini geride bıraktık!” Fakat birleşmeye üç yıl harcadıktan sonra birleşme üzerine ilkesel görüş ayrılıklarının uydurulduğu “tezler” önümüze sürülüyorsa — bundan daha acıklı ve yanlış ne olabilir? Birleşme yoluna girdik ve girmekle doğru yaptığımızdan kuşku duymuyorum, fakat henüz deneyimlerimizin sonuçlarını henüz yeterince incelemedik. O nedenle birleşme sorununda biricik akıllı taktik susmaktır.
Pratik deneyim incelenmelidir. Ben, pratik birleşme durumlarına ilişkin talimatlar içeren kararname ve emirler imzaladım ve pratik, tüm teoriden yüz kez daha önemlidir. O nedenle, “Gelin, ‘birleşme’ üzerine konuşalım” dendiğinde şu yanıtı veriyorum: “Gelin, neler yaptıklarımızı inceleyelim.” Birçok yanlış yaptığımıza hiç kuşku yok. Aynı şekilde kararnamelerimizin büyük kısmının değişikliğe gereksinim duyuyor olması da mümkündür. Bunu kabul ediyorum, ve kararnamelere aşık da değilim. Fakat pratik önerilerle gelin: şu ve şu değiştirilmelidir deyin. Sorunu amaca uygun koymak böyle olur. Bu verimsiz bir çalışma olmayacaktır. Bu, bürokratik projeciliğe yol açmayacaktır. Troçki’nin broşüründe “Pratik Sonuçlar” adlı VI. bölümü aldığımda, pratiksonuçların tam da böyle bir hastalıktan mustarip olduğunu görüyorum. Çünkü orada Tüm-Rusya Sendikalar Merkez Konseyi’nde ve Prezidyumunda üyelerin üçte biriyle yarısının, heyetlerde üyelerin yarısıyla üçte ikisinin, her iki organın üyelerinden oluşması gerektiği vs. söylenmektedir. Neden? İşte öyle, “göz kararı”na göre. Elbette kararnamelerimizde bu tür oranlar sık sık “göz kararı” saptanıyor, peki bu kararnamelerde neden kaçınılmazdır? Ben tüm kararnamelerin savunucusu değilim ve onları gerçekte olduklarından iyi göstermek istemiyorum. Kararnamelerde sık sık üyelerin yarısı, dörtte biri vs. gibi nisbi nicelikler göz kararı saptanır. Bu bir kararnamede olursa, bunun anlamı şudur: Böyle yapmaya çalışın, sonra “çaba”nızın sonuçlarına bakacağız. Ortaya ne çıktığım inceleyeceğiz. İncelediğimizde de ilerleyeceğiz. Birleşmeyi sağlıyoruz ve bunu gittikçe daha iyi yapacağız, çünkü gittikçe daha pratik ve amaca uygun olacağız.
Fakat ben, öyle görülüyor ki, “üretim propagandasını ele almaya başladım bile. Başka yolu yok! Üretimde sendikaların rolü üzerine açıklamalarda bu soruna değinmek zorunludur.
O halde, üretim propagandası sorununa geçiyorum. Bu da nesnel bir sorundur ve biz bu sorunu nesnel koyuyoruz. Üretim propagandası için devlet kurumları mevcut. Bunların iyi mi kötü mü olduklarını bilmiyorum, denemek gerekir; ve bu sorun üzerine “tezler” kaleme almak kesinlikle gerekli değildir.
Eğer genel olarak üretimde sendikaların rolünden sözediliyorsa, demokrasi sorunuyla ilgili olarak mutat demokratizmden başka bir şeye gereksinim yoktur. “Üretim demokrasisi” gibi safsatalar yanlıştır, bundan bir şey çıkmaz. Bu birincisi. İkincisi, üretim propagandası. Kurumlar oluşturulmuş durumda. Troçki’nin tezleri üretim propagandasından sözediyor. Hiç gereği yok, çünkü “tezler” burada eskimiş birşeydir. Kurumların iyi mi kötü mü olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Bunları pratikte denemek istersek bunu söyleyebileceğiz. Gelin inceleme ve araştırma yapalım. Diyelim ki kongrede her biri on kişiden oluşan on seksiyon atandı. “Üretim propagandasıyla ilgilendin mi? Nasıldı? Ortaya ne sonuç çıktı?” Bunu inceledikten sonra, özel başarılar elde etmiş olanları ödüllendirecek, başarısız olduğu görülen bir girişimden vazgeçeceğiz. Henüz zayıf ve az olmasına rağmen yine de mevcut olan bir pratik deneyimimiz var; ve şimdi bu deneyimden geriye, “ilkesel tezler”e savruluyoruz. Bu, “Trade-unionculuk”tan ziyade gerici bir harekettir.
Devam ediyorum, üçüncüsü primler. Üretimde sendikaların rolü ve görevlerini alalım: aynî prim verilmesi. Buna başlandı. İş yürüyor. Bunun için 500 bin pud tahıl ayrıldı; bunun 170 bini şimdiden verildi. Bunların doğru biçimde verilip verilmediğini bilmiyorum. Halk Komiserleri Konseyi’nde dağıtım tarzının iyi olmadığına işaret edildi, prim yerine ücrete ek yapıldığı söylendi; gerek sendikacılar, gerek Çalışma Halk Komiserliği çalışanları buna işaret ettiler. Meseleyi incelemek üzere bir komisyon atadık, fakat inceleme henüz tamamlanmadı. 170 bin pud tahıl dağıtıldı, fakat bu dağıtım öyle yapılmalıdır ki, işletmeci olarak kahramanlık, dürüstlük, yetenek ve özveri göstermiş kişiler, tek sözcükle Troçki’nin söylediği nitelikler ödüllendirilmiş olsun. Fakat şimdi gerekli olan bunu tezlerde söylemek değil, ekmek ve et vermektir. Diyelim ki belli bir işçi kategorisini etten mahrum bırakmak ve bu eti “acil” işlerde çalışan işçilere prim biçiminde vermek daha iyi olmaz mı? Biz böyle bir aciliyet ilkesini reddetmiyoruz. Bu aciliyet ilkesi gereklidir. Aciliyet ilkesini uygulamamızın pratik deneyimini ayrıntılı biçimde incelemeliyiz.
Devamla, dördüncüsü, Disiplin Mahkemeleri. Sendikaların üretimdeki rolü, “üretim demokrasisi” —Buharin yoldaş beni hoş görsün—, eğer disiplin mahkemelerimiz yoksa bunların hiçbir önemi yoktur. Sizin tezlerinizde ise bu konuda hiçbir şey yok. Yani Troçki’nin tezlerinden ve Buharin’in tavrından gerek ilkesel, gerekse de teorik ve pratik olarak şu sonuç çıkmaktadır: Bu konuda yakamıza yapışmayın!
Ve kendi kendime, sorunu Marksist tarzda koymuyorsunuz dediğimde asıl o zaman bu sonuca ulaşıyorum. Sanki tezlerin bir dizi teorik hata içermesi yetmezmiş gibi, “Sendikaların Rolü ve Görevleri”nin değerlendirilmesine yaklaşım tarzı da yanlıştır, çünkü böylesine kapsamlı bir konuya mevcut durumun özelliklerini politik yanıyla düşünmeden yaklaşılamaz. RKP IX. Parti Kongresi’nin sendikalar üzerine kararında Buharin yoldaşla birlikte, politikanın ekonominin en yoğunlaşmış ifadesi olduğunu boşuna yazmadık. [9]
Mevcut politik durumu tahlil etmek istiyorsak, geçiş dönemi içinde bir geçiş dönemi yaşadığımızı söyleyebiliriz. Tüm proletarya diktatörlüğü bir geçiş dönemidir, fakat şimdi deyim yerindeyse bir sürü yeni geçiş dönemi mevcut. Ordunun terhis edilmesi, savaşın sona ermesi, eskiye nazaran çok daha uzun bir barışçıl nefes molası olasılığı, savaş cephesinden emek cephesine daha kalıcı bir geçiş. Tek başına, sadece bundan dolayı bile, proletarya sınıfının köylülük sınıfıyla ilişkisi değişmektedir. Nasıl değişmektedir? Bunu dikkatle değerlendirmek gerekir, ama sizin tezlerinizde bu konuda hiçbir şey görülmüyor. Bunu tam olarak değerlendirmediğimiz sürece beklemeyi bilmek gerekir. Halk bitkin düşmüş durumda, bazı acil üretim dalları için kullanılacak olan bir dizi stok şimdiden harcandı. Proletaryanın köylülükle ilişkisi değişiyor. Savaş yorgunluğu fevkalade büyük, ihtiyaçlar çoğaldı, oysa üretim artmadı ya da yeterince artmadı [10] Öte yandan ben daha VIII. Sovyet Kongresi’ne raporumda, daha önce bir ikna zemini yaratmayı bildiğimizde zoru doğru biçimde ve başarıyla uyguladığımıza dikkat çektim.* Söylemek zorundayım ki, Troçki ve Buharin bu son derece önemli düşünceyi dikkate almamışlardır.
Bütün yeni üretim görevleri için yeterince geniş ve sağlam bir ikna zemini oluşturduk mu? Hayır, buna neredeyse başlamadık bile. Kitleleri henüz işin içine çekmedik. Kitleler ise hemen bu yeni görevlere geçebilirler mi? Geçemezler, çünkü diyelim ki çiftlik beyi Vrangel’i yıkmanın gerekli olup olmadığı, bu amaç için özveride bulunmaktan kaçınılıp kaçınılmayacağı sorusu artık özel bir propaganda gerektirmiyor. Buna karşılık üretimde sendikaların rolü sorununu —eğer “ilkesel” sorunu, “Sovyet trade-unionculuğu üzerine değerlendirmeler ve benzeri saçmalıkları kastetmiyorsak—, sorunun nesnel yanını kastediyorsak, o zaman bu sorunu incelemeye yeni başladık, üretim propagandası için kurumu yeni oluşturduk; henüz deneyimimiz yok. Aynî primi uygulamaya koyduk, fakat henüz herhangi bir deneyimimiz yok. Disiplin mahkemeleri kurduk, fakat sonuçlan henüz bilmiyoruz. Oysa politik açıdan, özellikle kitlelerin hazırlanması en önemli şeydir. Sorun bu yanıyla hazırlandı, incelendi, düşünüldü ve tartıldı mı? Hiç de değil. Ve temel, belirleyici, tehlikeli politik hata burada yatıyor, çünkü burada herhangi bir başka sorunda olduğundan çok daha fazla şu kurala göre hareket etmek gerekmektedir: “Yedi kez ölç, bir kez biç”. Oysa burada bir kez bile ölçmeden biçmeye girişildi. “Parti iki eğilim arasında seçim yapmak” zorundadır deniyor, oysa bir kez bile ölçmediler, üstelik yanlış bir fikir olan “üretim demokrasisi”ni icat ettiler.
Özellikle bürokratizmin kitlelerin karşısına gözle görülür biçimde çıktığı ve bürokratizm sorununu gündeme aldığımız böyle bir politik anda bu şiarın önemini kavramak gerekir. Troçki yoldaş tezlerde, kongrenin işçi demokrasisi sorununda “sadece oybirliğiyle saptaması” gerektiğini söylüyor. Bu doğru değil. Saptamak yetmez; saptamak, tamamen düşünülmüş ve tartılmış olanı saptamak demektir, ama üretim demokrasisi sorunu kesinlikle sonuna kadar düşünülmüş, sınanmış, gözden geçirilmiş değildir. “Üretim demokrasisi” şiarı ortaya atıldığında, kitlelerin bunu nasıl yorumlayacaklarını bir düşünün.
“Biz ortalama insanlar, kitleden insanlar, yeni bir biçimde çalışmak, çalışmayı iyileştirmek, bürokratları kovmak gerektiğini söylüyoruz, sen ise bizi üretimle ilgilenmek, üretim başarılarıyla demokrasiyi göstermek gerektiği gevezeliklerine boğmak istiyorsun, oysa ben böyle bürokratik bir müdürlük, bir genel idare vs. altında değil, başka bir yönetim altında üretimle ilgilenmek istiyorum.” Kitleleri konuşturmadınız, kitlelerin meseleleri kavramasına ve düşünmesine izin vermediniz, Parti’nin yeni deneyimler edinmesine izin vermediniz, çok aceleniz var, abartıyor ve teorik olarak yanlış formüller oluşturuyorsunuz. Ve bu yanlışı uygulamadaki işgüzar kişiler kimbilir daha ne kadar ağırlaştıracaklar? Siyasi önder sadece nasıl önderlik ettiğinden değil, aynı zamanda önderlik ettiği kişilerin yaptıklarından da sorumludur. Bunu bazen bilmez, çoğu zaman da istemez, fakat sorumluluk ondadır.
Şimdi de bütün bu hataların artık mantıksal tahliller, öncüller ve düşünceler olarak değil, eylemlerde ifadesini buldukları Kasım Plenumuna (9 Kasım) ve Aralık Plenumuna (7 Aralık) geliyorum. MK içinde bir karmaşa ve kargaşalık olmuştu; bu, devrim sırasında Partimizin tarihinde ilk kez oluyor ve bu tehlikelidir. Esas mesele, bölünme olması, Buharin, Preobrajenski ve Serebryakov’un “Tampon” grubunun meydana çıkmasıydı, ki en çok zararı bu vermiş ve en büyük karışıklığı bu çıkarmıştır.
Ulaştırma Siyasi Merkezi’nin ve Tsektran’ın[11] tarihini anımsayın. Nisan 1920′deki RKP IX. Parti Kongresi’nin kararında Ulaştırma Siyasi Merkezi’nin “geçici” organ olarak kurulacağı, “mümkün olduğunca kısa süre içinde” normal duruma geçilmesi gerektiği söyleniyordu. Eylül’de şunu okuyabilirsiniz: “Normal duruma geçin”.*
Kasım’da (9 Kasım) Plenum toplanıyor[12] ve Troçki tezleriyle trade-unionculuk üzerine açıklamalarıyla geliyor. Troçki’de üretim propagandası üzerine bazı cümleler ne kadar güzel olsa da, bütün bunların kesinlikle yersiz olduğu, meseleyle ilgisi bulunmadığı, geriye doğru bir adım oluşturduğu, şu an MK’nın bununla uğraşamayacağını söylemek gerekiyordu. Buharin “çok iyi” diyor. Belki de çok iyidir,
Bkz. “RKP MK Haber Bülteni”, No. 26, S.2.MK Eylül Plenumu Kararı, Madde 3: “MK devamla, çalışmaları desteklemek ve harekete geçirmek için geçici bir manivela olarak Ulaştırma Siyasi Merkezi’ni (”Glavpolit-puti”) ve Gemicilik Siyasi Yönetimi’ni (”Politvod”) kuran ulaştırma işçileri sendikalarının içinde bulunduğu zor durumun bugün önemli ölçüde düzeldiği görüşündedir. Dolayısıyla şimdi sendika aygıtına uyum gösteren ve bu aygıt içinde eriyen birlik organları olarak bu örgütlerin sendikaya çekilmesi çalışmasına başlanabilir ve başlanmalıdır.”
ama sorunun yanıtı bu değil. Şiddetli tartışmalardan sonra dörde karşı on oyla bir karar kabul edilir ve nazikçe ve dostça, bizzat Tsektran’ın “birlik içinde proleter demokrasinin yöntemlerini güçlendirme ve geliştirme”yi “şimdiden gündemine aldığı” söylenir. Tsektran’ın “Tüm-Rusya Sendikalar Merkez Konseyi’nin genel çalışmalarına diğer sendika birlikleriyle aynı haklarla faal biçimde katılması” dile getirilir.
Merkez Komitesi’nin bu kararının temel düşüncesi nedir? Bu temel düşünce açıkça şudur: “Tsektranlı yoldaşlar! Bürokratizmden, ayrıcalıktan ve sanki başkalarından daha iyiymiş, zenginmiş gibi, daha çok yardım alıyormuş gibi kendini beğenmişlikten iz bile kalmaması için, Parti Kongresi ve MK kararlarını sadece biçimsel olarak değil, öz olarak yerine getirin, çalışmanızla bütün sendikalara yardımcı olun.”
Bunun üzerine amaca uygun çalışmaya geçiyoruz. Bir komisyon kuruluyor ve bileşimi basına açıklanıyor[13]. Troçki komisyondan çekiliyor, komisyonu dağıtıyor, çalışmak istemiyor. Neden? Tek bir nedeni var. Lutovinov’un zaman zaman muhalefeti oynaması. Osinski de öyle. Doğrusu gayet nahoş bir oyun. Ancak, bu bir neden olabilir mi? Osinski ekim kampanyasını mükemmel yürüttü. Osinski’nin “muhalefet kampanyası” dikkate alınmadan onunla birlikte çalışmak gerekirdi; komisyonu dağıtma gibi bir tutum bürokratik, Sovyetlere uymayan, gayri-sosyalist, yanlış ve siyaseten zararlı bir tutumdur. “Muhalefef’te sağlıklı olanı sağlıksız olandan ayırmanın gerekli olduğu bir anda böyle bir davranış üç kat yanlış ve siyaseten zararlıdır. Osinski bir “muhalefet kampanyası” yürütüyorsa ona şöyle derim: “Bu zararlı bir kampanyadır”, fakat bir ekim kampanyası yürütüyorsa buna ancak sevinilir. Lutovinov’un “muhalefet kampanyasında, tıpkı İşçenko ve Şlyapnikov gibi hata yaptığını asla reddetmeyeceğim, fakat bunun için komisyon dağıtılmaz
.Oysa bu komisyonun anlamı neydi? Bu komisyonun anlamı yararsız görüş ayrılıkları üzerine aydın gevezeliğinden amaca uygun çalışmaya geçişti. Üretim propagandası, primler, disiplin mahkemeleri — bütün bunlar üzerine komisyonda konuşulmalı ve çalışılmalıydı.
“Tampon” grubunun başını çeken Buharin yoldaş, Preobrajenski ve Serebryakov’la birlikte MK’daki tehlikeli bölünmeyi görünce, bir tampon oluşturmaya koyuldu, bu tamponu karakterize etmek için parlamenter bir ifade bulmakta zorlandığım türden bir tampon. Buharin yoldaş gibi karikatür çizebilseydim, Buharin yoldaşı şöyle çizerdim: Elindeki bir bidon dolusu benzini ateşe döken bir adam; altına da şöyle yazardım: “Tampon benzini”. Buharin yoldaş bir şeyler yapmak istiyordu; bunun çok dürüstçe ve çok “tamponca” bir istek olduğuna, kuşku yok. Fakat ortaya çıkan bir tampondan çok, Buharin’in politik momenti gözden kaçırması ve üstelik politik hatalar yapması oldu.
Bütün bu tartışmaların geniş bir tartışmada karara bağlanması mı gerekiyordu? Bu yararsız işle uğraşmak zorunlu muydu? Parti Kongresi’nden önce ihtiyacımız olan haftalar bunun için mi harcanmalıydı? Bu süre içinde primler, disiplin mahkemeleri, birleşme sorunlarını inceleyip araştırabilirdik. Tam da bu sorunları amaca uygun biçimde MK Komisyonu’nda çözebilirdik. Eğer Buharin yoldaş bir tampon oluşturmak ve “yanlış kapıyı çaldı” denebilecek bir insan durumuna düşmek istemeseydi, Troçki’nin komisyonda kalması gerektiğini söyler, bunda ısrarlı olurdu. Eğer bunu söyleseydi ve yapsaydı, amaca uygun bir yola girmiş olurduk, bu komisyonda bireysel yönetimin, demokrasinin, atamanın vs. gerçekte ne olduğunu araştırırdık.
Devam edelim. Aralık’ta (7 Aralık Plenumu) çatışmanın şiddetlenmesine yolaçan gemi işçileriyle kavga meydana geldi![14]) ve bunun sonucunda MK’da bizim yedi oyumuza karşı sekiz oy birleşti. Buharin yoldaş “barıştırma” ve “tampon”u harekete geçirme gayretiyle alelacele Aralık Plenumu kararının “teorik” bölümünü yazdı, fakat elbette komisyon dağıldıktan sonra bu hiçbir sonuç vermeyecekti.
Siyasi yöneticinin sadece izlediği politikadan değil, yönettiklerinin yaptıklarından da sorumlu olduğunu unutmayın.
Ulaştırma Siyasi Merkezi ve Tsektran’ın hatası neredeydi? Kesinlikle zor kullanmalarında değil. Tersine, bu onların başarısıydı. Onla rın hatası, zamanında ve çatışmalar olmadan, RKP IX. Parti Kongresi’nin talebine uygun olarak normal bir sendika çalışmasına geçmeyi bilememeleri, sendika birliklerine gerekli biçimde uyum sağlamayı bilememeleri, onlara yardımcı olamamaları ve onlarla eşit haklara sahip bir ilişkiye girememeleriydi. Değerli bir askeri deneyim mevcut: Kahramanlık, uygulamada titizlik vs. Askeriye içinde en kötü unsurların deneyiminde kötü bir şey var: Bürokratizm, kendini beğenmişlik. Troçki’nin tezlerinin, onun bilgisi ve isteği dışında, askeri deneyimin en iyilerinin değil, en kötülerinin destekçisi olduğu görülmüştür. Siyasi yöneticinin sadece kendi politikasından değil, yönettiklerinin yaptıklarından da sorumlu olduğunu unutmayın.
Size son olarak söylemek istediğim ve dün kendimle alay etmek zorunda kaldığım şey, Rudzutak yoldaşın tezlerini gözden kaçırmış olmamdır. Rudzutak’ın kusuru yüksek sesle, etkileyici ve güzel konuşmayı bilmemesidir. İnsan farkına varmıyor ve gözden kaçırıyor. Toplantılara katılma olanağım olmadığı için dün belgelerimi gözden geçirdim ve bu belgelerin arasında 2-6 Kasım 1920 tarihleri arasında toplanan[15] V. Tüm-Rusya Sendikalar Konferansı için yayınlanmış bir bildiri buldum. Bu bildiri “Sendikaların Üretim Görevleri” başlığını taşıyor. Size bu bildirinin tamamını okuyacağım, uzun değil:
V. Tüm-Rusya Sendikalar Konferansı’na Sendikaların Üretim Görevleri
Rudzutak Yoldaşın Raporu Üzerine Tezler
1) Ekim Devrimi’nden hemen sonra sendikaların işçi denetiminin yanısıra üretimi örgütleme ve yönetme işini devralabilecek ve devralması gereken neredeyse biricik organlar olduğu görüldü. Sovyet iktidarının ilk döneminde ekonominin devlet yönetim aygıt: henüz işlemiyordu, oysa işletme sahiplerinin ve üst kesim teknik personelin sabotajları, işçi sınıfım şiddetle, sanayiyi korumak, ülkenin ekonomi aygıtının bütününün normal işleyişini yeniden kurmak göreviyle karşı karşıya bırakmıştı.
2) Yüksek Ekonomi Konseyi’nin daha sonraki çalışma döneminde bu çalışmanın önemli bir bölümü özel girişimlerin tasfiyesi ve bunların devletçe yönetilmesinin örgütlenmesine çıkarken, sendikalar bu çalışmayı ekonomi yönetiminin devlet organlarıyla aynı zamanda ve birlikte yapmışlardı.
Devlet organlarının güçsüzlüğü böyle bir paralelliği sadece açıklamıyor, aynı zamanda haklı çıkarıyordu; tarihsel olarak o, sendikalarla ekonominin yönetim organları arasında tam bir ilişki kurulması gerçeğiyle doğrulanmaktaydı.
3) Devletin ekonomi organlarının yönetimi, üretim ve yönetim aygıtına ve bu aygıtın tek tek parçalarının koordinasyonuna adım adım egemen olmak — bütün bunlar sanayii yönetme ve üretim programını hazırlama çalışmasının ağırlık noktasını bu organlara kaydırıyordu. Bununla bağıntılı olarak üretimin örgütlenmesi alanında sendikaların görevi, merkezi yönetimlerin, merkezlerin ve işletme yönetimlerinin heyetlerinin oluşturulmasına katılma alanına indirgendi.
4) Her emek biriminden ne pahasına olursa olsun amaca uygun biçimde yararlanmanın, tüm üreticiler kitlesini üretim sürecine bilinçle katılmaya çekmenin gerekli olduğu; giderek gelişen ve karmaşıklaşan devletin ekonomi yönetimi aygıtının, üretimin kendisine kıyasla orantısız bir biçimde bürokratik bir mekanizmaya dönüştüğü ve sendikaları kaçınılmaz olarak üretimin örgütlenmesine doğrudan katılmaya, hem de ekonomi organlarında personel temsiliyle değil, bir bütün olarak örgüt olarak da katılmaya ittiği şu anda yeniden Sovyet Cumhuriyeti’nin ekonomi organlarıyla sendikaların en sıkı bağını kurma sorununa gelmiş bulunuyoruz.
5) Yüksek Ekonomi Konseyi, genel üretim programının saptanmasına üretimin mevcut maddi unsurlarından (hammadde, yakıt, makinelerin durumu vs.) hareket ederek girişiyorsa, sendikalar da bu soruna üretim görevleri için çalışmanın örgütlenmesi ve emekten amaca uygun yararlanma açısından yaklaşmalıdırlar. Bu nedenle genel üretim programı, gerek parçaları, gerekse de bütünü itibariyle mutlaka sendikaların katılımıyla hazırlanarak, üretimin maddi yardım kaynaklarından ve emekten yararlanmayı amaca en uygun biçimde birleştirmelidir.
6) Gerçek bir çalışma disiplininin uygulamaya konması, iş kaçkınlarına karşı başarılı mücadele vs. ancak üretime katılan kitlenin tümünün bu görevlerin gerçekleştirilmesine bilinçli katılımıyla düşünülebilir. Bu bürokratik yöntemler ve tepeden emirlerle başarılamaz, daha çok, üretime katılan herkesin, yerine getirdiği üretim görevlerinin zorunluluğu ve yararlılığını kavraması; üretime katılan herkesin sadece yukarıdan verilen görevlerin yerine getirilmesine çalışmakla kalmayıp, aynı zamanda bilinçli bir şekilde üretim alanındaki bütün teknik ve örgütsel eksikliklerin giderilmesine katılması zorunludur.
Bu alanda sendikaların görevi çok büyüktür. Her işletme bölümündeki, her fabrikadaki üyelerine, teknik araçların yanlış kullanılmasından ya da tatmin edici olmayan yönetim çalışmasından kaynaklanan işgücünden yararlanmadaki tüm eksiklikleri tespit etmeyi ve dikkate almayı öğretmek zorundadırlar. Tek tek işletmelerin ve üretimin deneyim toplamından, ihmalciliğe, düzensizliğe ve bürokratizme karşı enerjik mücadele için yararlanılmalıdır.
7) Bu üretim görevlerinin önemini özellikle vurgulamak için, bunlara yürüyen somut çalışma içinde örgütsel olarak bir yer ayrılmalıdır. III. Tüm-Rusya Kongresi kararı gereğince sendikalar bünyesinde örgütlenecek olan ekonomi şubeleri[16] çalışmalarını geliştirirken, yavaş yavaş tüm sendika çalışmasının niteliğini aydınlatmalı ve saptamalıdırlar. Böylece örneğin bütün üretimin bizzat emekçilerin ihtiyaçlarının karşılanmasına ayarlandığı bugünkü toplumsal koşullar altında ücret cetveli ve ödüllendirme, üretim planının gerçekleştirilme derecesiyle en sıkı ilişki içinde olmak ve ona bağlı olmak zorundadır. Aynî ödüllendirme ve iş ücretinin kısmen aynîleştirilmesi yavaş yavaş, emek üretkenliğinin yüksekliğine göre kendisini düzenleyen işçi iaşe sistemi haline gelmelidir.
8) Sendikaların çalışmasını böyle şekillendirmek, bir yandan paralel organları (siyasi şubeler vs.) ortadan kaldırmak, öte yandan kitlelerin ekonomik yönetim organlarıyla sıkı ilişkisini yeniden kurmak zorundadır.
9) III. Kongre’den sonra sendikalar, bir yandan savaşın yarattığı koşullar sonucunda, öte yandan örgütsel zaafları ve ekonomik organların yol gösterici ve pratik çalışmasından kopuklukları sonucunda, ekonominin inşasına katılım konusundaki programlarını önemli ölçüde gerçekleştirmeyi başaramadılar.
10) Bununla bağıntılı olarak sendikalar önlerine şu acil pratik görevleri koymalıdırlar: a) üretim ve yönetim sorunlarının çözümüne aktif katılım; b) ilgili ekonomik organlarla birlikte uzman yönetim organlarının örgütlenmesine doğrudan katılım; c) değişik yönetim biçimlerinin üretim üzerindeki etkisini titizlikle gözden geçirme; d) ekonomi planlarının ve üretim programlarının hazırlanması ve saptanmasına zorunlu katılım; e) ekonomik görevlerin aciliyetiyle uygunluk içinde çalışmanın örgütlenmesi; f) büyük çaplı üretim ajitasyon ve propagandasının örgütlenmesi.
11) Sendika birliklerinin ve sendika örgütlerinin ekonomi bölümleri, gerçekten sendikaların üretimin örgütlenmesine planlı katılımının hızla işleyen güçlü manivelasına dönüştürülmelidir.
12) İşçilerin maddi varlığını planlı biçimde güvence altına almak için sendikalar bütün dağıtım organlarında pratik ve amaca uygun çalışarak ve denetleyerek ve aynı zamanda işçi iaşesi için merkezi ve il komisyonlarının faaliyetlerine özel bir dikkat göstererek, Beslenme Halk Komiserliği’nin dağıtım organlarında gerek yerel, gerekse de merkezi bazda etkilerini göstermelidirler.
13) “Aciliyet ilkesi” denilen şey, tek tek merkezi idarelerin, merkezlerin vs. sırf kendi dairelerinin dar çıkarlarını düşünen çabaları yüzünden şimdiden son derece kaotik bir nitelik almış olduğu için, sendikalar her yerde ve her zaman ekonomide aciliyet ilkesinin doğru uygulanmasını ve mevcut aciliyet tanımı sisteminin gözden geçirilmesini savunmalıdırlar; bu gözden geçirme, ilgili üretim dalının önemine ve ülkedeki mevcut ihtiyat kaynaklarına uygun olarak gerçekleşmelidir.
14) Örnek işletmeler grubuna özel dikkat gösterilmeli ve bunlar işin ehli bir yönetim kurularak, çalışma disiplini sağlanarak ve sendika örgütünün faaliyetiyle gerçekten örnek işletmelere dönüştürülmelidir.
15) Çalışmanın örgütlenmesi alanında sendikalar ücret tarifesi önlemlerini sıkı bir sistem haline getirme ve çalışma normlarını çok yönlü gözden geçirmenin yanı sıra, iş kaçaklığının çeşitli biçimleriyle (işi ihmal etmek, işe geç gelmek vs.) mücadeleyi ele almalıdır. Bugüne kadar gerektiği biçimde dikkate alınmayan Disiplin Mahkemeleri, proleter çalışma disiplini ihlallerine karşı gerçek bir mücadele aracına dönüştürülmelidir.
16) Sayılan görevlerin yerine getirilmesi, aynı zamanda üretim propagandası için pratik bir planın hazırlanması ve işçilerin ekonomik durumunun iyileştirilmesi için bir dizi iyileştirme önlemlerinin gerçekleştirilmesi ekonomi bölümlerine devredilmelidir. O nedenle, Tüm-Rusya Sendikalar Merkez Konseyi Ekonomi Bölümü’nü, en kısa zamanda, devletin ekonomi organlarının faaliyetiyle bağıntılı ekonomik görevlerin pratik sorunları üzerine bir Ekonomi Bölümleri Tüm-Rusya Konferansı toplamakla görevlendirmek gerekir.
Kendime neden kızmak zorunda kaldığımı umarım şimdi anlamışsınızdır. Bu, olması gerektiği gibi bir platformdur, Troçki yoldaşın defalarca düşünüp yazdığı ve Buharin yoldaşın hiç düşünmeden kaleme aldığı şeyden (7 Aralık Plenum karan) yüz kez daha iyidir. Yıllardır sendikal hareket içinde çalışmamış olan biz bütün MK üyeleri Rudzutak yoldaştan öğrenmeliyiz; gerek Troçki yoldaş, gerekse de Buharin yoldaş Rudzutak’tan öğrenmeliler. Sendikalar bu platformu kabul ettiler.
Disiplin Mahkemelerini hepimiz unuttuk, “üretim demokrasisi” ise ayni ödüllendirme olmadan, Disiplin Mahkemeleri olmadan boş laftan başka bir şey değildir.
Rudzutak’ın tezlerini Troçki’nin Merkez Komitesi’ne sunduğu tezlerle karşılaştırıyorum. Beşinci tezin sonunda şunu okuyorum:
“… Tam da bu bakış açısıyla derhal sendikaların reorganizasyonuna, yani herşeyden önce yönetici personelin ayıklanmasına başlamak gerekir…”
İşte gerçek bürokratizm! Troçki ve Krestinski sendikaların “yönetici personeli”ni seçecekler!
Bir kez daha: işte Tsektran’ın hatasının açıklaması. Tsektran’ın hatası baskı uygulamış olması değildir, bu onun başarısıdır. Hata Tsektran’ın bütün sendikaların genel görevlerine yaklaşmayı bilmemesidir, dostluk disiplin mahkemelerinin doğru, hızlı ve başarılı uygulanmasına bizzat geçmeyi ve bütün sendikalara bu yönde yardımda bulunmayı bilmemesidir. Rudzutak yoldaşın tezlerinde Disiplin Mahkemelerini okuduğumda şöyle düşündüm: Bu konuda mutlaka bir kararname vardır. Ve gerçekten de böyle bir kararname olduğu ortaya çıktı:
14 Kasım 1919′da çıkarılan “Dostluk İşçi Disiplin Mahkemeleri Üzerine Kararlar” (Kanunlar Mecmuası No. 537).
Bu mahkemelerde en önemli rol sendikalardadır. Bu mahkemelerin iyi olup olmadığını, ne kadar başarıyla çalıştığını ve her zaman işleyip işlemediğini bilmiyorum. Kendi pratik deneyimimizi incelememiz Troçki ve Buharin yoldaşların yazdıklarından milyonlarca kez daha yararlı olacaktır.
Sonuna geliyorum. Bu sorunda var olan herşeyi özetlediğimde, bu görüş ayrılıklarını geniş bir Parti içi tartışmada ve kongrede tartışmanın çok büyük bir hata olduğunu söylemek zorundayım. Siyasi olarak bu bir hatadır. Bir komisyonda, sadece bir komisyonda amaca uygun bir müzakere yapabilir ve yol alabilirdik, şimdi ise geriye gidiyoruz ve önümüzdeki görevlere amaca uygun yaklaşmak yerine soyut teorik tezlerle haftalarca geriye dönmüş olacağız. Bana gelince, bütün bunlardan bıktım ve hastalığımdan bağımsız olarak, bu sürece katılmayacağım, bunlardan nereye olursa olsun kaçıp kurtulmak istiyorum.
Sonuç: Troçki ve Buharin’in tezleri bir dizi teorik hata, bir dizi ilkesel yanlışlık içeriyor. Siyasi olarak, meseleye tüm yaklaşım tarzı tam bir densizliktir. Troçki yoldaşın “tez”leri politik olarak zararlıdır. Onun politikası son tahlilde sendikaları bürokratikçe hırpalama politikasıdır. Ve Parti Kongremizin bu politikayı mahkûm ve reddedeceğinden eminim.