IV. "ULUSAL KÜLTÜR ÖZERKLİĞİ"
Ulusal Sorun Üzerine Eleştirel Notlar
Ulusal Kültür özerkliği
"Ulusal kültür" sloganı, yalnızca ulusal sorunda bütün propaganda ve ajitasyonumuzun burjuva propagandasından farklı yanlarını belirterek ideolojik içeriğini tanımladığı için değil, aynı zamanda, ünlü ulusal kültür özerkliğinin koca programı bu slogana dayandığı için de, marksistler bakımından büyük önem taşır.
Bu programın temel kusuru, ilke bakımından yanılgısı, en sonuna kadar vardırılmış ve en ince ve en mutlak milliyetçiliği uygulama alanına koyma çabası göstermesindedir: her yurttaş, kendisini şu ya da bu ulusun bireyi olarak kaydettiriyor ve her ulus, üyelerini vergilendirme yetkisi olan, bir ulusal parlamentosu (diyeti) ve ulusal "devlet sekreterleri" (bakanları) olan bir hukuksal bütün oluşturur.
Bu fikir, ulusal soruna uygulandığı zaman, durum, Proudhon'un fikrinin kapitalizme uygulanmasına benzer. Kapitalizmi ve onun temelindeki meta üretimini ortadan kaldırmamak, ama bu temeli aşırılıklardan, yaban otlarından vb. arındırmak; değişimi ve değişim-değerini ortadan kaldırmamak, ama tersine, onu "yerleştirmek", genel, mutlak, "adil" hale getirmek, duraksamalardan, bunalımlardan arındırmak. Proudhon'un fikri, böyle bir fikirdir.
Proudhon küçük-burjuva olduğu ölçüde, onun teorisi, değişimi ve meta üretimini mutlak hale getirir, doğanın şaheseri sayar; ve burjuva milliyetçiliğini, şiddetten ve adaletsizliklerden vb. arındırarak onu mutlak bir şey, doğanın şaheseri sayan "ulusal kültür özerkliği" teori ve programı da, aynı ölçüde, küçük-burjuva nitelik taşır.
En "adil", "saf", en ince ve en uygarı olsa bile, marksizm milliyetçilikle bağdaşamaz. Onun yerine, marksizm, enternasyonalizmi ileri sürer, her yeni kilometre demiryoluyla, her yeni uluslararası tröstle, (hem iktisadi eylemiyle ve hem de fikirleri ve özlemleriyle enternasyonal olan) her yeni işçi örgütüyle gözümüzün önünde gelişen bütün ulusların tek bir yüksek birlik içinde kaynaşmasını koyar.
Ulusal özellik (nationalité) ilkesi, burjuva toplumda, tarihsel bakımdan kaçınılmaz ve zorunlu bir ilkedir ve bu toplumu ele alan bir marksist, ulusal hareketlerin tarihsel haklılığını, kesin olarak kabul eder. Ama bu kabul edişin, milliyetçiliği savunma biçimini almaması için, o, ulusal hareketlerde ilerici ne varsa ancak onu desteklemekle yetinmelidir; öyle ki, proleter bilinci, burjuva ideolojisi tarafından karartılmış olmasın.
Feodal uyuşukluktan çıkan yığınların uyanışı ilerici bir şeydir, nasıl ki bu yığınların halkın egemenliği uğruna, ulusun egemenliği uğruna her türlü ulusal baskıya karşı savaşımı da ilerici bir şeyse. Marksistin en kararlı ve en tutarlı demokratizmi, ulusal sorunun bütün yönlerinde mutlak savunma görevi, buradan gelmektedir. Bu, özellikle olumsuz bir görevdir. Proletarya, milliyetçiliği desteklerken aşırı davranışlara gidemez, çünkü daha ilerde, milliyetçiliği güçlendirmeyi hedef tutan burjuvazinin olumlu eylemi başlar.
Her türlü feodal boyunduruğu kırmak, uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri ya da dillerden biri için her türlü ayrıcalığa karşı çıkmak, demokratik bir güç olarak proletaryanın mutlak görevidir, ulusal kavgalarla karartılan ve geciktirilen proleter sınıfının savaşımının mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihsel bir alana yerleştirilmiş bulunan çerçevenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek, proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına geçmek olur. Burada çok kez çok ince olan bir sınır vardır ki, bundçu ve Ukraynalı milliyetçi-sosyalistler bunu tamamen unutmuşlardır.
Ulusal boyunduruğa karşı savaşım mı? Evet, elbette. Her türlü ulusal gelişme için, genel olarak "ulusal kültür" için savaşım mı? Elbette ki hayır. Kapitalist toplumun iktisadi gelişmesi, bütün dünyada gelişmesi tamamlanmamış ulusal hareketler örnekleri, bazı küçük ulusların birbiriyle kaynaştırılmasıyla ve bunların zararına olarak büyük ulusların kuruluşu örnekleri, bize ulusların özümlenmesi örnekleri sunmaktadır.
Burjuva milliyetçiliğinin ilkesi, genel, olarak, milliyetin gelişmesidir, burjuva milliyetçiliğinin tekelci niteliği burdan gelir, sonu olmayan ulusal kavgalar burdan doğar. Proletarya ise, herhangi bir ulusun ulusal gelişmesini desteklemek şöyle dursun, yığınları bu gibi hayallere karşı uyarır, kapitalist değişim için en geniş özgürlüğü savunur ve zorla özümleme ya da ayrıcalıklara dayanan özümleme dışında, ulusların özümlenmesini olumlu karşılar.
"Adil sınırlar" içinde milliyetçiliği desteklemek, milliyetçiliği "kurmak", özel devlet organizması aracıyla bütün uluslar arasında sağlam ve güçlü çitler kurmak: işte ulusal kültür özerkliğinin ideolojik temel ve içeriği budur. Bu fikir, baştan aşağı burjuva ve baştan aşağı yanlıştır.
Proletarya, milliyetçiliğin gelişmesine destek olamaz; tersine, o, ulusal farkların silinmesine ve uluslararası engellerin yıkılmasına, milliyetler arasındaki bağları sağlamlaştıran her şeye, ulusların birbirleriyle kaynaşmasına yardım eden her şeye, destek olur. Başka türlü davranmak, gerici milliyetçi küçük-burjuvazinin yanında yer almak olur. Ulusal kültür özerkliği tasarısı, Avusturya sosyal-demokratlarının Brünn Kongresine[18] (1899'da) tartışılmak üzere getirildiği zaman, bu tasarının teorik incelenmesi üzerinde durulmadı ya da hemen hemen durulmadı. Ama bununla birlikte, bu programa karşı, şu iki itirazın ileri sürülmüş olması anlamlıdır:
1° programın papazların egemenliğini güçlendireceği;
2° "programın şovenliği güçlendireceği, onu her küçük topluluğa, her küçük gruba sokacağı" (Brünn Kongresinin Almanca resmi tutanakları, s. 92. Bu tutanakların, Yahudi Milliyetçi Partisi (SERP)[19]) tarafından yayınlanan bir Rusça çevirisi vardır).
Kuşkusuz, sözcüğün genel olarak kabul edilen anlamıyla, yani okul vb. olarak "ulusal kültür" dünyanın bütün ülkelerinde şu anda papazların ve burjuva şovenlerin etkisi altında bulunmaktadır. Bundçular "ulusal kültür özerkliği"ni savundukları zaman, ulusların oluşumunun, bu ulusların bağrında geçen sınıf savaşımının her türlü yabancı öğelerden arındırılması gibi bir etkide bulunacağını söylerken, açıkça gülünç bir safsatada bulunmaktadırlar. Her kapitalist toplumda, -gerçekten ciddi- sınıf savaşımı, her şeyden önce iktisadi ve siyasal alanda geçer. Eğitim alanını ayrı tutmak her şeyden önce saçma bir ütopyadır, çünkü (genel olarak "ulusal kültür" gibi) okulu, ekonomiden ve siyasetten ayırmak olanaksızdır; ikincisi, saçma ve eskimiş yerel nitelikteki çitleri ve, önyargıları yıkmaya her zorlayan, kapitalist ülkenin iktisadi ve siyasal yaşamının kendisidir; okulu vb. ayırmakla, "saf" klerikalizmi (papaz yandaşlığını) ve "saf" burjuva şovenizmini korumaktan ve güçlendirmekten öte bir şey yapmış olmayız.
Anonim şirketlerde ayrı ayrı ulusların kapitalistleri pekâlâ, tam anlaşma içinde birlikte bulunabiliyorlar. Fabrikada ayrı ayrı uluslardan gelme işçiler birlikte çalışıyorlar. Gerçekten ciddi ve derin her siyasal sorunda gruplaşma, sınıflara göre oluyor, uluslara göre değil. Okul ve benzeri alanlardan "devletin müdahalesini ortadan kaldırmak" ve bunları ulusların eline teslim etmek, deyim uygun düşerse, en ideolojik ve "saf" ulusal kültüre ya da papaz egemenliğinin ve şovenizmin ulusal temeli üzerinde açılıp gelişmeye en elverişli olan alanını, ulusları birbiri ile kaynaştıran ekonomiden ayırmaya çaba göstermekten başka bir şey değildir. Pratik uygulamada, "toprak-dışı" (şu ya da bu ulusun üzerinde yaşadığı toprağa bağlı olmayarak) özerklik planı, ya da "ulusal kültür özerkliği" bir tek şeyi ifade edebilir: okulun uluslara göre bölünmesi, yani eğitimde ulusal kapalı alanların kabulü. Proletaryanın sosyalizm uğruna, sınıf savaşımı bakımından sorunu ele almasından vazgeçtik, demokrasi açısından bile ünlü bundçu planının bütün gerici niteliğini anlayabilmek için, bu planın gerçekten neyi temsil ettiğini açıkça görmek yeter.
Bir örnek ve okulun "ulusallaştırılması" için bir proje, bize neyin sözkonusu olduğunu açıkça gösterecektir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin bütün yaşamında, Kuzey eyaletleriyle Güney eyaletleri hala bölünmüş durumdadır; Kuzeyde özgürlük ve köle sahiplerine karşı savaşım gelenekleri egemendir; Güneydeki eyaletlerde, iktisadi baskıya uğrayan, kültürel bakımdan geri halde tutulan (zenciler arasında okuma yazma bilmeyenlerin oranı %44, beyazlar arasında %6'dır) zencilere karşı zulmün kalıntılarıyla birlikte, köleci gelenekler egemendir. Kuzey eyaletlerinde zencilerle beyazlar aynı okula giderler, Güneyde zenciler için özel okullar -eğer deyimi uygun görürseniz "ulusal" ya da ırksal okullar- bulunmaktadır. Bana öyle geliyor ki, bu, okulun "ulusallaştırılması"nın biricik pratik örneğidir.
Avrupa'nın doğusunda, öyle bir ülke var ki, orada, Beylis[20] davaları tezgahlanabiliyor ve Purişkeviçler, Yahudileri zencilerinkinden bile kötü bir yazgıya itebiliyorlar. Bu ülkede, son zamanlarda, bir bakan, Yahudi okullarının ulusallaştırılması için bir tasarı hazırladı. Ne mutlu ki, bu gerici ütopyanın gerçekleşme şansı yoktur, nasıl ki tutarlı demokrasinin gerçekleşmesinden ve ulusal kavgaların sona ermesinden telaşa kapılan, ve okulları paylaşma konusunda ulusların boğazlaşmasına engel olmak... "ulusal kültürler" arasında sonsuzluğa kadar süren düşmanlıkları yaratabilmek için, ulusları, eğitim alanında cam fanus içine hapsetmeyi keşfetmiş olan Avusturya küçük - burjuvalarının planlarının da kabul edilme şansı yoksa.
Avusturya'da ulusal kültür özerkliği, özünde, edebiyatçıların bir keşfi olarak kaldı, ve Avusturya sosyal-demokratlarının kendileri de bunu pek ciddiye almadılar. Buna karşılık, Rusya'da ulusal kültür özerkliği, bütün Yahudi burjuva partilerinin ve bundçular gibi, Kafkasyalı parti yıkıcıları gibi, sol popülist eğilimde olan Rusya ulusal partileri konferansı gibi,. ayrı ayrı ulusların küçük-burjuva ve oportünist öğelerinin programlarında yer almıştır, (Ayraç içinde belirtelim ki, Rusya ulusal partileri konferansı 1907'de toplandı ve bu konudaki karar çoğunlukla alındı, Rus sosyalist-devrimcileri[21] ve Polonya sosyal-yurtseverleri PSP[22] oylamaya katılmadılar. Bu katılmayış, sosyalist-devrimcilerin ve PSP üyelerinin ulusal programla ilgili bu kadar önemli bir ilke sorunu karşısındaki son derece karakteristik tutumlarını açığa vurmaktadır!)
Avusturya' da, böyle bir programı Yahudiler için önermenin olanaksızlığını tanıtlamaya, kitabında koca bir bölüm ayıdan, "ulusal kültür özerkliği"nin" başlıca teorisyeni Otto Bauer'in kendisi olmuştur, Rusya'da Yahudiler arasında bu programı kabul edenler, tüm küçük-burjuvalar ve onların temsilcisi Bund oldu.[3*] Bu, ne demektir? Bu şu demektir ki, tarih başka bir devletin siyasetinin somut örneğiyle Bauer'in keşfinin saçmalığını açığa vurmuştur, tıpkı (Struve, Tugan-Baranovski, Berdiayev ve şürekâsı gibi) Rus bernştayncılarının,[25] marksizmden liberalizme hızlı geçişleriyle, Alman bernştayncılığının gerçek ideolojik içeriğini açığa vurdukları gibi.
Ne Avusturyalı sosyal-demokratlar, ne Rus sosyal-demokratları, "ulusal kültür" özerkliğini programlarına almamışlardır. Ama en geri ülkenin Yahudi burjuva partileri ve birçok sözde sosyalist küçük-burjuva gruplar, burjuva milliyetçiliğinin fikirlerini, işçi çevrelerine, inceltilmiş bir biçimde sunabilmek için bunu programlarına koydular. Bu olay pek anlamlıdır.
ULUSAL sorun üzerinde Avusturya programından sözetmeye sıra geldiğine göre, bundçuların sık sık değiştirdikleri gerçeği ortaya koymamız gerekir. Brünn Kongresine saf bir "ulusal kültür özerkliği" programı sunuldu. Bu, Güney Slavları sosyal-demokrat partisinin programıydı ve ikinci paragraf şöyleydi: "Avusturya'da yaşayan her ulus, üyelerinin bulunduğu bölge hangisi olursa olsun, (dil ve kültür alanına giren) bütün ulusal sorunlarını tam bağımsız olarak düzenleyen özerk bir grup oluşturur." Bu program, yalnızca Kristan tarafından değil, ama büyük etkisi olan Ellenbogen tarafından da savunuldu. Ama buna karşın program geri alındı, çünkü lehinde tek bir oy kullanılmadı. Bunun yerine ülkelik (territorialiste) bir program, yani "ulusun üyelerinin yaşadığı bölgeyi gözönünde tutmayan" hiç bir ulusal grup yaratmayan bir program benimsendi.
Programın üçüncü paragrafı şöyledir: "bir tek ve aynı ulusun özerk yönetim bölgeleri, birlik halinde, ulusal sorunlarını tam bağımsız olarak düzenleyen tek bir ulusal birlik oluştururlar" (bkz: Prosveşçenye, 1913, n° 4, s. 28).[26] Bu uzlaşma programının da yanlış olduğu ortadadır. Örneğin şöyle bir durumu nasıl açıklayacağız: Saratov eyaleti sakinlerinin (sayfa 38) Alman topluluğu, artı, Riga ya da Lotz işçilerinin Alman mahallesi, artı Petersburg dolaylarındaki Alman kasabası vb., Rusya Almanlarının "biricik ulusal bütün"ünü oluşturacaklardır. Besbelli ki, belirli bir devlet içinde hangi ulusal-topluluktan olursa olsun her topluluğun örgütlenmesi dahil, her türlü örgütlenme özgürlüğünü asla reddetmemekle birlikte sosyal-demokratlar, böyle bir şeyi isteyemezler ve böyle bir birliğe arka çıkamazlar. Örneğin Rusya'nın ayrı ayrı bölgelerindeki ayrı ayrı sınıflardan gelme Almanları bir devlet yasasıyla özel olarak tek bir Alman ulusal bütünü içinde birleştirmeye gelince, böyle bir görevi, ancak papazlar, burjuvalar, küçük-burjuvalar, kim olursa olsun yüklenebilir, ama sosyal-demokratlar yüklenemez.
Devamı