Header Ads

Header ADS

FELSEFENİN SEFALETİ -2 - BİR KULLANIM-DEĞERİ İLE DEĞİŞİM-DEĞERİNİN KARŞITLIĞI

BAŞLARKEN

M. Proudhon'un garip bir biçimde, Avrupa'da yanlış anlaşılma bahtsızlığı var. Fransa'da iyi bir Alman filozofu diye itibar gördüğünden, kötü bir iktisatçı olmaya hak kazanmıştır. Almanya'da ise, en yetenekli Fransız iktisatçılarından biri olarak itibar gördüğünden, kötü bir filozof olmaya hak kazanmıştır. Biz, aynı zamanda hem Alman ve hem de iktisatçı olduğumuzdan, bu ikili hatayı protesto etmek istiyoruz. 

Bu nankör çalışmada Alman felsefesini eleştirmek ve aynı zamanda ekonomi politik üzerine bazı gözlemler verebilmek için, sık sık M. Proudhon'u eleştirmeyi bir kenara bırakmak zorunda kalmış olmamızı okur anlayışla karşılayacaktır. 

Brüksel, 15 Haziran 1847 
KARLMARX 

M. Proudhon'un yapıtı yalnızca ekonomi politik üzerine bir inceleme, sıradan bir kitap değildir; o bir incildir. "Hikmetler", "Tanrının Bağrından Koparılmış Sırlar", "Vahiyler" — hiçbiri eksik değil. Ancak bugünlerde peygamberler, laik yazarlardan daha insaflı bir biçimde incelendiklerinden okur, M. Proudhon'la birlikte, sonradan süper-sosyalizm'in o semavi ve verimli dünyasına yücelmek için, bizimle birlikte "yaratılış"ın çıplak ve sıkıcı derin eğitiminden geçmeye razı olmalıdır. (Bkz: Proudhon, Philosophie de la misère, Önsöz, s. III, satır 20.)

BİRİNCİ BÖLÜM 
BİLİMSEL BİR BULUŞ 

BİR KULLANIM-DEĞERİ İLE DEĞİŞİM-DEĞERİNİN KARŞITLIĞI

"DOĞAL ya da sınai tüm ürünlerin insanın yaşamasına katkıda bulunma yeteneklerine, özel olarak, kullanım-değeri denir; başka bir şeye karşılık olarak verilme yeteneklerine de değişim-değeri. ... Kullanım-değerinin değişim-değeri biçimine gelmesi nasıl olur? ... (Değişim)-değeri düşüncesinin üzerine iktisatçılar yeterince eğilmemişlerdir. Bundan ötürü bunun üzerinde durmak bizim için zorunluluk oluyor. Gereksinme duyduğum şeylerin birçoğu doğada çok az miktarlarda bulunduğundan, ya da hiç bulunmadığından, kendimde eksik olan şeylerin üretimine yardımcı olmak zorundayım. Ve bu kadar çok şeye birden el atamayacağıma göre, başka insanlara, işbirliği yaptığım çeşitli işlerle uğraşan kimselere, ürünlerinin bir kısmını benimkilerle değişmelerini önereceğim." (Proudhon, c. I, Böl. II.) 

M. Proudhon, her şeyden önce, bize, değerin ikili niteliğini,  "değerdeki ayrımı", kullanım-değerinin değişim-değeri biçimine gelme sürecini açıklama işine girişiyor. M. Proudhon'la birlikte bu biçim değiştirme üzerinde durmak zorundayız. Yazarımıza göre bu iş şöyle oluyor. 

Ürünlerin birçoğu doğada mevcut değildir, bunlar sanayinin ürünleridirler. Gereksinmeleri doğanın kendiliğinden yaptığı üretimin ötesine geçerse, insan, sınai üretime başvurmak zorunda kalır. M. Proudhon'un görüşüne göre bu sanayi nedir? Kökeni nedir? Birçok şeye gereksinme duyan bir kişi, tek başına "bu kadar çok şeye birden el atamaz". Bu kadar çok gereksinmenin karşılanması, şu kadar şeyin üretimini varsayar — üretim olmadan ürün olmaz. Bunca şeyin üretilmesi ise, o anda birden çok insanın yardımını varsayar. Şimdi, üretimde birden çok insanın yardımını varsaydığınız anda, işbölümüne dayalı tüm bir üretimi varsayıyorsunuz demektir. Demek ki, M. Proudhon'un varsaydığı gereksinmenin bizzat kendisi, tüm işbölümünü varsaymaktadır. İşbölümünü varsaymakla, değişimi ve, bunun sonucu olarak da değişim-değerini elde edersiniz. Oysa, değişim-değeri, daha baştan varsayılabilirdi. 

Ama M. Proudhon, dolambaçlı yoldan gitmeyi yeğliyor. Kendisini hep başladığı noktaya getiren bu dolambaçlı yolunda onu izleyelim. Herkesin tek başına üretim yaptığı durumdan çıkmak ve değişime varmak için, "işbirliği yaptığım çeşitli işlerle uğraşan kimselere başvururum" diyor M. Proudhon. Öyleyse benim, hepsi de değişik işlerle uğraşan işbirlikçilerim şimdiden var demektir. Ama bununla birlikte, M. Proudhon'un varsayımına göre, ben ve bütün ötekiler, hâlâ, bir türlü, Robinson'ların toplumsallıktan uzak, münzevi durumlarının ötesine geçememişiz. İşbirliği yapılan kimseler ve çeşitli işler, bunun ifade ettiği işbölümü ve değişim şimdiden var. 

Özetlersek: İşbölümü ve değişim üzerine dayanan belirli gereksinmelerim var. Bu gereksinmeleri varsaymakla, M. Proudhon, değişimi, "yaratılışı üzerinde öteki iktisatçılardan daha özenle durmaya" kalkıştığı o değişim-değerini de birlikte  varsayıyor. 

M. Proudhon, vardığı sonuçların doğruluklarını hiçbir biçimde etkilemeksizin, bu şeylerin düzenini pekâlâ tersyüz edebilirdi. Değişim-değerini açıklamak için, değişimin var olması gerekir. Değişimi açıklamak için, işbölümünün var olması gerekir. İşbölümünü açıklamak için, işbölümünü zorunlu kılan gereksinmelerin var olmaları gerekir. Bu gereksinmeleri açıklamak için onları "varsaymamız" gerekir ki, M. Proudhon'un önsözündeki "Tanrıyı varsaymak onu yadsımaktır" (Önsöz, s. I) aksiyomunun tersine, o gereksinmeleri yadsımak demek değildir bu. 

İşbölümünü bilinen olarak kabul eden M. Proudhon, nasıl oluyor da kendisi için her zaman bir bilinmeyen olarak kalan değişim-değerini açıklamayı becerebiliyor? 

"Bir kimse" gidiyor, "işbirliği yaptığı çeşitli işlerle uğraşan öteki kimselere" değişimde bulunmalarını ve kullanım-değeri ile değişim-değeri arasında ayrım yapmalarını "öneriyor". Bu önerilen ayrımı kabullenmekle, işbirliği yaptığı bu kişiler, ekonomi politik üzerine yazdığı yapıtında M. Proudhon'a "değer düşüncesinin yaratılışı"na işaret etmekten, bunun üzerine "eğilmekten" başka bir "kaygı" bırakmamış oluyorlar. Ama gene de, o, bize, bu önerinin "yaratılışını" açıklamak, bu tek başına olan kişinin, bu Robinson'un "işbirliği yaptığı kimselere" birdenbire böyle bilinen bir öneride bulunmayı nasıl akıl ettiğini ve bu işbirlikçilerinin de bu öneriyi en ufak bir itirazda bulunmaksızın nasıl kabullendiklerini anlatmak durumundadır. 

M. Proudhon, bu şecereye ilişkin ayrıntılara girmiyor. O, değişim gerçeğine, bunu üçüncü kişiler tarafından değişimin kurulması yolunda yapılmış bir öneri gibi sunarak, bir çeşit tarihsel damga vurmakla yetiniyor. İşte bu, Adam Smith'lerin ve Ricardo'ların "tarihsel ve anlatımcı yöntemler"ini büyük bir küçümseme ile karşılayan M. Proudhon'un "tarihsel ve anlatımcı yöntem"ine bir örnektir. 
Değişimin kendi öz tarihi vardır. Bu tarih, değişik evrelerden geçmiştir.

Yalnızca gereğinden fazla olanın, tüketimi aşan üretim fazlasının değişildiği bir dönem, ortaçağlarda olduğu gibi, vardı. 

Yine, yalnızca gereğinden fazla olanın değil, tüm ürünlerin, tüm sınai varlığın ticarete girdiği, tüm üretimin değişime dayandığı bir dönem de vardı. Değişimin bu ikinci evresini —pazarlanabilir değerin bu ikinci kuvvetini— nasıl açıklayabiliriz? 

M. Proudhon'un yanıtı hazır olsa gerektir: bir kimsenin, "işbirliği yaptığı çeşitli işlerle uğraşan diğer kimselere" pazarlanabilir değeri ikinci kuvvetine çıkarmalarını "önerdiğini" düşünüverin. 

Ensonu, insanın devredilemez sandığı her şeyin değişime, alışverişe konu olduğu ve devredilebilir olduğu bir dönem gelmiştir. Bu, o ana dek ifade edilen ve aktarılan ama asla değişilmeyen; verilen ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınmayan —erdem, sevgi, inanç, bilgi, vicdan, vb.— kısaca her şeyin ticarete girdiği dönemdir. Bu, çürümüşlüğün genelleştiği, her şeyin para ile elde edilmesinin evrenselleştiği, ya da, ekonomi politik diliyle konuşacak olursak, manevi ya da maddi her şeyin pazarlanabilir bir değer durumuna geldiği, en gerçek değerinden kıymetlendirilmek için pazara getirildiği dönemdir. 

Gene, değişimin bu yeni ve son evresini —pazarlanabilir değerin bu üçüncü kuvvetini— nasıl açıklayabiliriz? 

M. Proudhon'un yanıtı hazır olsa gerektir: Bir kimsenin, "işbirliği yaptığı çeşitli işlerle uğraşan diğer kimselere" değişim-değerini üçüncü ve son kuvvetine çıkarmak için erdemi, sevgiyi, vb., pazarlanabilir değer durumuna getirmeyi "önerdiğini" düşünüverin. 

Görüyoruz ki, M. Proudhon'un "tarihsel ve anlatımcı yöntemi" her şeye uygulanabiliyor, her şeyi yanıtlıyor, her şeyi açıklıyor. Eğer sorun, her şeyden öte, "bir ekonomik düşüncenin yaratılışını" tarihsel olarak açıklamak ise, bu yöntem, "işbirliği yaptığı değişik işlerle uğraşan" diğer kimselere bu yaratılış işini yerine getirmeyi öneren bir insanı varsayar  ve sorunu çözümleyiverir. 

Bundan böyle, değişim-değerinin "yaratılışını" tamamlanmış bir iş olarak kabulleneceğiz: böylece geriye artık yalnızca değişim-değeri ile kullanım-değeri arasındaki ilişkiyi açmak kalıyor. Bakalım bu konuda M. Proudhon ne diyor:
"İktisatçılar değerin ikili niteliğini çok iyi açıklığa kavuşturmuşlar, ama onun çelişik niteliğine aynı kesinlikle işaret etmemişlerdir; işte bizim eleştirimizin başladığı yer burası. ... İktisatçıların çok basit görmeye alıştıkları kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki şaşırtıcı karşıtlığa dikkatleri çekmiş olmak çok bir şey değildir: öne sürülen ve içine girmek görevi bizim olan bu basitlik, derin bir sır saklamaktadır. ... Teknik terimlerle söylemek gerekirse, kullanım-değeri ile değişim-değeri, birbirine ters orantılıdırlar." 
Eğer M. Proudhon'un düşüncesini adamakıllı kavradıysak, onun yerleştirmeye kalkıştığı dört nokta şunlardır: 

1. Kullanım-değeri ve değişim-değeri, "şaşırtıcı bir karşıtlık" oluştururlar, birbirlerine karşıttırlar. 
2. Kullanım-değeri ile değişim-değeri birbirlerine ters orantılıdırlar, birbirleriyle çelişik durumdadırlar. 
3. İktisatçılar bu karşıtlığı ve çelişkiyi ne gözlemlemişler, ne de bunların farkına varmışlardır. 
4. M. Proudhon'un eleştirisi, işe, sondan başlamaktadır. 
Biz de işe sondan başlayacağız ve iktisatçıları M. Proudhon'un suçlamalarından kurtarmak için yeterince tanınmış iki iktisatçıyı konuşturacağız. 

Sismondi: "Ticaret her şeyi kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki karşıtlığa indirgemiştir, vb." (Études,[9] c. II, s. 162, Brüksel baskısı.) 

Lauderdale: "Herhangi bir metaın değerinin büyümesi sonucu bireylerin zenginliklerinin artması oranında, toplumun zenginliği genellikle azalır; ve herhangi bir metaın değerinin küçülmesi sonucu bireylerin zenginliklerinin azalması oranında, toplumun zenginliği genellikle artar." (Recherches sur la nature et l’origine de la richesse publique, Langentie de Lavaisse çevirisi. Paris, 1808 [s. 33.][a5]) 

Sismondi, gelirdeki azalmanın üretimdeki artışa orantılı olduğunu savunan temel öğretisini, kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki karşıtlık üzerine oturtmuştu. 

Lauderdale ise sistemini, iki tür değerin birbirine ters orantısı üzerine oturtmuştu ve onun öğretisi de Ricardo'nun zamanında gerçekten öylesine geçerliydi ki, Ricardo, bu öğretiden genellikle bilinen bir şey olarak sözedebilmişti. "Değer ile zenginlik düşüncelerinin birbirlerine karıştırılması sonucudur ki, meta miktarlarının, yani insan yaşamı için gerekli, elverişli, hoş şeylerin miktarlarının azaltılması ile zenginliklerin artırılabileceği öne sürülebilmiştir." (Ricardo, Principes de l'économie politique, Constancio'nun çevirisi, notları koyan J. B. Say. Paris 1835; c. II, bölüm "Sur la valeur et les richesses" [s. 65].) 

Az önce görmüş bulunuyoruz ki, M. Proudhon'dan önceki iktisatçılar, karşıtlığın ve çelişkinin o derin sırrına "dikkatleri çekmişlerdir". Şimdi de, iktisatçılardan sonra. M. Proudhon'un, kendi payına, bu sırrı nasıl açıkladığına bakalım. 
Talep aynı kalıp arz arttığında bir ürünün değişim-değeri düşer; bir başka deyişle, talebe kıyasla bir ürün ne denli bollaşırsa, o ürünün değişim-değeri ya da fiyatı da o denli düşer. Vice versa:[10] talebe kıyasla arz ne denli zayıf olursa, arzedilen ürünün değişim-değeri ya da fiyatı da o denli yükselir: bir başka deyişle, arz edilen ürün miktarı ne denli az olursa, fiyatlar da o denli yüksek olur. Bir ürünün değişim-değeri o ürünün bolluğuna ya da azlığına, ama her zaman talebe göre bolluğuna ya da azlığına bağlıdır. Azdan da öte, kendi türünde tek olan bir ürün düşününüz: bu biricik ürün, kendisi için talep yoksa, boldan da öte, gereksiz olacaktır. Öte yanda miktarı milyonları bulan bir ürün düşününüz. Bu ürün talebi karşılamıyorsa, yani onun için çok fazla talep varsa, her zaman için kıt olacaktır. 

Bütün bunlar neredeyse basmakalıp diyebileceğimiz şeylerdir ama, M. Proudhon'un sırlarını anlaşılabilir kılmak için yinelemek zorunda kaldık. 
"Öyle ki, ilkeyi sonal sonucuna dek izleyerek, kişi, kullanımları vazgeçilmez olmakla birlikte miktarları sınırsız olan şeylerin karşılıksız edinilmeleri gerektiği, ve hiçbir işe yaramasa da son derece kıt olan şeylerin hesaplanamayacak kadar yüksek fiyatları olması gerektiği sonucuna, dünyadaki bu en mantıki sonuca varsın. Uygulamada bu aşırı uçları bulmanın olanaksız oluşu güçlüğün üstüne tüy dikmektedir: bir kere, insan tarafından üretilmiş hiçbir ürün sınırsız miktarda olamaz; öte yandan, en kıt şeyler bile kaçınılmaz olarak belirli bir ölçüde yararlı olacaklardır, tersi durumda bunların hemen hiçbir değeri olamayacaktır. Kullanım-değeri ve değişim-değeri böylece, yaratılışları gereği sürekli olarak birbirlerini dıştalama eğilimi göstermelerine karşın, karşıkonulmaz bir biçimde birbirlerine bağlıdırlar." (c. I, s. 39.) 
M. Proudhon'un karşılaştığı güçlüğün üstüne tüy diken nedir? Talebi ve bir şeyin ancak talep edildiği sürece kıt ya da bol olabileceğini unutmuş olması. Talebi bir kenara bıraktığı anda, değişim-değerini kıtlık ile, ve kullanım-değerini de bolluk ile bir tutmaktadır. Gerçekte, "hiçbir işe yaramasa da son derece kıt olan" şeylerin "hesaplanamayacak kadar yüksek fiyatları olur" demekle bütün söylediği, değişim-değerinin kıtlıktan ibaret olduğudur. "Son derece kıt olma ve hiçbir işe yaramama", katıksız kıtlık demektir. "Hesaplanamayacak kadar yüksek fiyat", değişim-değerinin azamisidir, katıksız değişim-değeridir. M. Proudhon bu iki terimi birbirlerine eşitlemektedir. Bundan ötürü değişim-değeri ve kıtlık, eşdeğer terimler olmaktadırlar. Bu sözde "aşırı sonuçlara" varmakla M. Proudhon'un gerçekte aşırıya vardırdığı "şeyler" değil, onları ifade eden terimlerdir, böyle yapmakla o, mantıktan çok belagatta ustalık göstermiş oluyor. Yeni sonuçlar bulunduğunu sandığı anda, gerçekte bütün çıplaklığı ile kendi ilk varsayımlarını yeniden bulmaktan başka bir şey yapmış olmuyor. Aynı yöntem sayesinde, kullanım-değeri ile katıksız bolluğu birbirlerine denk tutuyor.

Değişim-değeri ile kıtlığı, kullanım-değeri ile bolluğu birbirlerine eşitledikten sonra, M. Proudhon, kıtlığın ve değişim-değerinin içinde kullanım-değeri, bolluğun ve kullanım-değerinin içinde de değişim-değeri bulamayınca şaşırıp kalıyor; ve uygulamada bu uçların olanaksız olduklarını görünce de, kendisi için sırlara inanmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor. Ona göre hesaplanamayacak kadar yüksek fiyat diye bir şey vardır, çünkü alıcılar yoktur ve talebi bir kenara bıraktığı sürece de asla alıcı bulamayacaktır. 

Öte yandan, M. Proudhon'un bolluğu, kendiliğinden bir şey gibi görünüyor. O, bu bolluğu üreten ve bunu yaparken de talebi asla gözden kaybetmemekte çıkarı olan insanlar bulunduğunu tamamen unutuyor. Böyle olmasaydı, çok yararlı olan şeylerin çok düşük fiyatlara sahip olmaları, hatta hiçbir şeye malolmamaları gerektiğini M. Proudhon nasıl söyleyebilirdi? Tersine, eğer fiyatları, değişim-değerleri yükseltilecekse, bolluğun, çok yararlı şeylerin üretiminin sınırlandırılması gerektiği sonucuna varması gerekirdi. 

Fransa'nın eski bağ yetiştiricileri, yeni bağların ekilmesini yasaklayacak bir yasa isterlerken; Hollandalılar Asya'dan gelen baharatı yakıp Mollucas'taki karanfil ağaçlarını sökerlerken, değişim-değerini yükseltmek için bolluğu azaltmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Bir ustanın çalıştıracağı kalfa sayısının ve kullanabileceği alet miktarının yasa yoluyla sınırlandırılmasıyla bu ilkeye tüm ortaçağ boyunca başvurulmuştur. (Bkz: Anderson, History of Commerce.[11]) 

Bolluğu kullanım-değeri olarak ve kıtlığı da değişim-değeri olarak sunduktan sonra —aslında hiçbir şey bolluk ile kıtlığın birbirlerine ters orantılı olduklarını kanıtlamak kadar kolay değildir— M. Proudhon, kullanım-değerini arz ile ve değişim-değerini de talep ile bir tutmaktadır. Antitezi daha da açık bir biçime sokmak için yeni bir terim kullanıyor, değişim-değeri yerine "tahminî değer"i koyuyor. Artık [sayfa 38] savaş alanı değişmiştir. Bir yanda yararlılık (kullanım-değeri, arz), öte yanda ise tahmin (değişim-değeri, talep) vardır. 

Bu iki çelişik gücü kim uzlaştıracak? Bunları, birbirleriyle uyumlu duruma getirmek için ne yapmalı? Bunlarda bir tek kıyaslama noktası olsun bulmak mümkün mü? 

"Elbette" diye haykırıyor M. Proudhon "bir tane var — özgür irade. Arz ile talep, yararlılık ile tahmin arasındaki savaşın sonucu ortaya çıkan fiyat, ölümsüz adaletin ifadesi olmayacaktır." 

M. Proudhon, bu antitezi geliştirmeye devam ediyor: 
"Özgür alıcı olarak ben, gereksinmelerimin yargıcı, bir maddenin arzulanabilirliğinin yargıcı, ona ödemek istediğim fiyatın yargıcıyım. Öte yandan, özgür üretici olarak siz, uygulama araçlarının sahibisiniz ve bunun sonucu olarak da maliyetlerinizi azaltma gücüne sahipsiniz." (c. I, s. 41.) 
 Ve talep ya da değişim-değeri, tahmin ile aynı şey olduğu için, M. Proudhon şunları söylemeye itiliyor:
"Tanıtlanmıştır ki, kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki karşıtlığa yolaçan şey, insanoğlunun özgür iradesidir. Özgür irade varoldukça bu karşıtlık ortadan nasıl kaldırılabilir? Ve insanlığı feda etmeksizin özgür irade nasıl feda edilebilir? (c. I, s. 41.) 
Demek ki, hiçbir çıkış kapısı yok. Birbirleriyle kıyaslanamayacak iki güç arasında, yararlılık ile tahmin arasında, özgür alıcı ile özgür üretici arasında bir savaşım var. 

Bu şeylere biraz daha yakından bakalım. 

Arz yalnızca yararlılığı temsil etmez, talep de yalnızca tahmini temsil etmez. Talep eden de, belirli bir ürün ya da bütün ürünleri temsil eden bir simge, yani para arzetmez mi; ve arzeden olarak, M. Proudhon'a göre, yararlılığı ya da kullanım-değerini temsil etmez mi? 

Gene, arz eden de, belirli bir ürün ya da bütün ürünleri temsil eden bir simge, yani para talep etmez mi? Ve böylece o da, tahminin, tahminî değerin ya da. değişim-değerinin temsilcisi durumuna gelemez mi? 

Talep, aynı zamanda bir arz, arz aynı zamanda bir taleptir. Demek ki, arzı yararlılık ile, talebi de tahmin ile bir tutan M. Proudhon'un antitezi boş bir soyutlamaya dayandırılmıştır. 

M. Proudhon'un kullanım-değeri dediği şeye öteki iktisatçılar, aynı haklılıkla, tahminî değer demektedirler. Burada yalnızca Storch'tan aktarma yapmakla yetineceğiz (Cours d'économie politique, Paris 1823 [c. I], s. 48 ve 49.)[12] 

Ona göre, gereksinmeler, gereksinme duyduğumuz şeylerdir; değerler, değer verdiğimiz şeylerdir. Birçok şeyin değer sahibi olması, salt tahminle ortaya çıkan gereksinmeleri karşılamalarındandır. Gereksinmelerimizin tahminleri değişebilir; bundan ötürü, yalnızca şeylerin gereksinmelerimize olan ilişkisini ifade eden şeylerin yararlılıkları da değişebilir. Doğal gereksinmelerin bizzat kendileri durmadan değişmektedir. Gerçekten de, farklı halkların temel gıdasını meydana getiren nesnelerden daha çeşitli ne olabilir ki! 

Çatışma yararlılık ile tahmin arasında yeralmıyor; çatışma, arz eden tarafından talep edilen pazarlanabilir değer ile, talep edenin arz ettiği pazarlanabilir değer arasındadır. Ürünün değişim-değeri, her defasında, bu birbirine karşıt değerlendirmelerin sonucudur. 

Son tahlilde, arz ve talep, üretim ile tüketimi, ama bireysel değişimler üzerine kurulmuş üretim ile tüketimi biraraya getirir. 

Arz edilen ürün kendi başına yararlı bir şey değildir. Onun yararlılığını belirleyen tüketicidir. Ve niteliği yararlı olarak kabullenildiğinde bile, yalnızca yararlılığı ifade etmez. Üretim süreci içinde ürün, hammaddeler, işçilerin ücretleri vb. gibi üretim maliyetleri ile değişilmiştir ki, bunların tümü pazarlanabilir değerlerdir. Ürün, bundan ötürü, üreticinin gözünde bir pazarlanabilir değerler toplamını ifade eder. Üreticinin arz ettiği yalnızca yararlı bir nesne değil, her şeyden öte, pazarlanabilir bir değerdir de. 

Talebe gelince, o, ancak elinde değişim araçları varsa [sayfa 40] etkili olabilecektir. Bu araçların bizzat kendileri üründürler, pazarlanabilir değerdirler. 

Öyleyse arz ve talepte, bir yanda pazarlanabilir değerlere malolmuş bir ürünü ve satma gereksinmesini, öte yanda ise pazarlanabilir değerlere malolmuş araçları ve satmalına arzusunu buluyoruz. 

M. Proudhon, özgür alıcıyı özgür üreticinin karşısına koyuyor. Birine ve ötekine tümüyle metafizik nitelikler veriyor. Ona "tanıtlanmıştır ki, kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki karşıtlığa yolaçan şey, insanoğlunun özgür iradesidir." [I, 41] dedirten şey işte budur. 

Üretici, işbölümüne ve değişime dayalı bir toplumda üretim yaptığı anda (ve bu M. Proudhon'un varsayımıdır) satmak zorundadır. M. Proudhon, üreticiyi, üretim araçlarının sahibi kılıyor; ama kendisi de bize hak verecektir ki, üreticinin üretim araçları özgür iradeye dayanmaz. Ayrıca, bu üretim araçlarının birçoğu, onun dışardan edindiği ürünlerdir ve modern üretimde kendisi arzuladığı miktarda üretim yapmakta bile özgür değildir. Üretici güçlerin fiilî gelişme derecesi, onu, şu ya da bu ölçekte üretmeye zorlar. 

Tüketici de üreticiden daha özgür değildir. Yargısı, araçlarına ve gereksinmelerine dayanır. Bunların her ikisi de üreticinin toplumsal konumu ile belirlenir ki, bu da tüm toplumsal örgütlenmeye dayanır. Gerçekten, patates satın alan işçi de, dantel satın alan kapatma kadın da, kendi yargılarını izlerler. Ama onların bu yargılarındaki farklılıklar, dünyada işgal ettikleri ve toplumsal örgütlenmenin ürünü olan konumları arasındaki farklılıkla açıklanır. 

Gereksinmeler sisteminin tümü tahmin üzerine mi, yoksa üretim örgütünün bütünü üzerine mi kurulmuştur? Gereksinmeler, çoğu kez, doğrudan doğruya üretimden ya da üretime dayalı bir durumdan doğmaktadır. Dünya ticareti, hemen tümüyle, bireysel tüketimin değil, üretimin gereksinmeleri çevresinde dönmektedir. Başka bir örnek seçecek olursak, avukatlara olan gereksinme, mülkiyetin, yani üretimin belirli bir gelişiminin ifadesinden başka bir şey olmayan [sayfa 41] belli bir medeni yasayı öngörmez mi? 

Az önce sözü edilen unsurları arz ve talep ilişkisinden kurtarmış olmak M. Proudhon için yeterli değildir. Bütün üreticileri tek bir üretici, bütün tüketicileri de tek bir tüketici biçiminde kaynaştırmakla o, soyutlamayı en uç sınırına kadar götürüyor ve bu hayal ürünü iki kişi arasında bir savaşım yaratıyor. Ama gerçek yaşamda olup bitenler bunun tersidir. Arz edenlerin kendi aralarındaki rekabet ile talep edenlerin kendi aralarındaki rekabet, alıcılarla satıcılar arasındaki savaşımın zorunlu bir parçasını oluşturur ki, pazarlanabilir değer bu savaşımın sonucudur. 

Rekabeti ve üretim maliyetini safdışı bırakmış olan M. Proudhon, arz ve talep formüllerini artık teklifsizce bir saçmalık haline indirgeyebilir. 

"Arz ve talep" diyor "kullanım-değeri ile değişim-değerini karşı karşıya getirmeye ve onları uzlaştırmaya yarayan iki törensel biçimden ibarettir. Bunlar, birbirlerine bağlandıklarında değişim denen birbirini çekme olayını yaratmaları gereken iki elektrik kutbudurlar." (c. I, s. 49 ve 50.) 

Değişimin, tüketim nesnesini tüketiciye tanıtan "törensel bir biçim"den ibaret olduğu da pekâlâ söylenebilir. Tüm ekonomik ilişkilerin ivedi tüketime aracılık görevi gören "törensel biçimler" olduğu da pekâlâ söylenebilir. Arz ve talep, bireysel değişimden ne fazla, ne de eksik, belirli bir üretim ilişkisidirler. 

Öyleyse M. Proudhon'un tüm diyalektiği neden ibarettir? Kullanım-değeri ile değişim-değeri yerine, arz ile talep yerine, kıtlık ile bolluk, yararlılık ile tahmin, her ikisi de özgür irade şövalyesi bir tek üretici ile bir tek tüketici gibi soyut ve çelişik kavramlar koymaktan. 

Peki, ulaşmak istediği hedef neydi? 

Bir kenara bırakmış olduğu unsurlardan birini, üretim maliyetini, kullanım-değeri ile değişim-değerinin sentezi olarak daha sonra işe sokmanın kapısını yapmak. Üretim maliyetinin sentetik değeri, ya da oluşturulmuş değeri oluşturması onun gözünde işte böyle olmaktadır.

Devamı
OLUŞTURULMUŞ DEĞER YA DA SENTETİK DEĞER

Blogger tarafından desteklenmektedir.