Header Ads

Header ADS

"BUND" MİLLİYETÇİLİĞİ VE AYRILIKÇILIĞI

MARKSİZM VE ULUSAL SORUN (1913)
Yukarıda, Çekler, Polonyalılar vb. için ulusal özerkliği ge­rekli gören Bauer'in, buna rağmen Yahudiler için böyle bir özerkliğe karşı çıktığından sözetmiştik. İşçi sınıfı Yahudi halkı için ulusal özerklik talep etmeli midir, sorusuna Bauer şu yanıtı veriyor: "Ulusal özerklik Yahudi işçilerin talebi olamaz". Bauer'e göre bunun nedeni, "...kapitalist toplumun, onların (Yahu­dilerin. — J. St.) ulus olarak varlıklarına hiçbir surette olanak tanımamasıdır."

Kısaca: Yahudi ulusu varlığını yitiriyor — o halde ulusal özerklik kim için talep edilecektir? Yahudiler asimile olmakta­dırlar.

Ulus olarak Yahudilerin kaderi üzerine bu görüş yeni değil­dir. Marx daha 1840'larda öncelikle Alman Yahudilerini gözönüne alarak bunu açıklamış bulunuyordu. 1903'te Kautsky Rus Yahudileri ile ilgili olarak bu görüşü tekrarladı. Şimdi de Bauer, Avusturyalı Yahudiler üzerine aynı görüşü tekrarlı­yor, fakat şu farkla ki, Bauer Yahudi ulusunun şimdiki [duru­munu —ÇN] değil, geleceğini reddediyor.

Yahudilerin ulus olarak varlıklarını sürdürme olanaksızlığı­nı Bauer, "Yahudilerin kapalı bir yerleşim bölgesine sahip ol­mamaları" ile açıklıyor. Bu açıklama özünde doğrudur, ancak tüm doğruyu ifade etmemektedir. Mesele her şeyden önce şudur: Yahudiler, ulusu sadece onun omurgası olarak değil, fa­kat "ulusal" pazar olarak da doğal biçimde birarada tutacak, top­rağa bağlı, istikrarlı, geniş bir katmana sahip değiller. 5-6 mil­yon Rus Yahudisinden sadece yüzde 3 veya 4 kadarı herhangi bir biçimde tarıma bağlıdır. Diğer yüzde 96'sı ticarette, sanayi­de, şehir kurumlarında çalışmakta ve tamamen şehirlerde yaşa­maktadırlar; ama bütün Rusya'yı dağılmış olduklarından, hiçbir ilde çoğunluğu teşkil etmemektedirler.
Yabancı ulusların yaşadıkları bölgelere ulusal azınlıklar olarak serpiştirilmiş olan Yahudiler, "yabancı ulusa" sanayici, tüccar veya serbest meslek sahipleri olarak hizmet etmekte ve bu arada da kendilerini doğal olarak dil vb. bakımından "yaban­cı ulusa" uydurmaktadırlar. Bütün bunlar, kapitalizmin gelişmiş biçimlerine özgü olan milliyetlerin birbirine karışması sonucu, Yahudilerin asimilasyonuna yol açmaktadır. Yahudilerin "yerle­şim bölgeleri"nin kaldırılması, asimilasyonu ancak hızlandıra­caktır.                                           

Bu durumda, Rus Yahudileri için ulusal özerklik sorunu tu­haf bir karakter almaktadır: Geleceği inkâr edilen ve önce varlı­ğının ispatlanması gereken bir ulusa özerklik önerilmektedir!

Bunu gözönüne almadan "Bund", VI. Kongresi'nde (1905) ulusal özerklik anlayışı doğrultusunda bir "ulusal program" ka­bul ettiğinde, bu tuhaf ve sallantılı görüşü benimsemiştir.

"Bund"u buna zorlayan iki husus vardı.

Birinci husus, "Bund"un sadece ve sadece Yahudi Sosyal-Demokrat işçilerin örgütü olarak varlığıdır. Daha 1897'den önce Yahudi işçiler arasında etkin olan Sosyal-Demokrat gruplar, ön­lerine "özel bir Yahudi işçi örgütü" kurma hedefini koymuşlar­dı. Ve bu örgütü de 1897'de "Bund" içinde birleşerek oluştur­dular. Bu dönemde, Rusya Sosyal-Demokrasisi bir bütün olarak fiilen henüz mevcut değildi. O zamandan bu yana "Bund", Rus­ya Sosyal-Demokrasisinden tamamen ayrı olarak genişledi ve büyüdü... Fakat yeni yüzyılın ilk on yılı gelir. İşçilerin kitle ha­reketi başlar. Polonya Sosyal-Demokrasisi büyür ve Yahudi iş­çileri kitle mücadelesi içine çeker. Rusya Sosyal-Demokrasisi de gelişir ve "Bundçu" işçileri bünyesine alır. Toprak temelin­den yoksun olan "Bund"un ulusal çerçevesi daralır. "Bund" şu sorunla karşı karşıyadır: Ya ortak enternasyonal dalga içinde yitecek, ya da eksteritoryal [topraktan bağımsız, toprak dışı vb. —ÇN.] bir örgüt olarak bağımsız varlığını koruyacaktır. "Bund" sonuncusunda karar kılar.

"Bund"un "Yahudi proletaryasının tek sözcüsü" olduğu yo­lundaki "teori" böyle oluşur.

Ancak bu acaip "teori"nin herhangi "basit" bir biçimde ma­zur gösterilmesi olanaksızlaşır. Herhangi bir "ilkesel" temele, bir "ilkesel" doğrulamaya gereksinme duyulmaktadır. Böyle bir temel, ulusal-kültürel özerklikte bulunur. Ve sonra da "Bund", Avusturya Sosyal-Demokrasisinden aldığı bu fikre sarılır. Avusturyalıların böyle bir programı olmasaydı, "Bund" bağım­sız varlığını "ilkesel" olarak savunmak için bunu icat ederdi.

Böylece "Bund", 1901 yılında (IV. kongrede) bu yöndeki çekingen girişiminden sonra 1905'te (VI. kongrede) kesin olarak "ulusal program"ı kabul eder.

İkinci husus, yoğun-kapalı [kompakt —ÇN] yabancı ulusla­rın çoğunluğu oluşturduğu kapalı yerleşim bölgelerinde, ayrı ulusal azınlıklar olarak Yahudilerin özel konumudur. Bu konu­mun, Yahudilerin ulus olarak varlığını baltaladığını ve onları asimilasyon yoluna ittiğini yukarıda söylemiştik. Fakat bu nes­nel bir süreçtir. Ne var ki bu durum öznel olarak Yahudilerin kafasında bir tepki yaratmakta ve ulusal azınlığın haklarının gü­vencesi, asimilasyona karşı güvence sorunlarını ortaya atmakta­dır. "Bund" Yahudi "milliyeti"nin hayatiyetini vaaz ettiği için, bu "güvence" görüşüne katılmadan edemezdi. Buraya kadar gel­dikten sonra "Bund", ulusal özerkliği kabul etmek zorundaydı. Eğer "Bund" herhangi bir özerkliğe sarılacaksa, bu sadece ulu­sal özerklik, yani ulusal-kültürel özerklik olabilirdi: Yahudiler belirli bir kapalı yerleşim bölgesine sahip olmadıklarından, Ya­hudilerin siyasal-bölgesel özerkliğinden sözedilemezdi.

Burada belirleyici olan, "Bund"un baştan beri ulusal özerkligin niteliğini, ulusal azınlıkların haklarının güvencesi, ulusla­rın "özgür gelişimi"nin güvencesi olarak vurgulamasıdır. Rusya Sosyal-Demokrasisinin II. Kongresi'nde "Bund"un temsilcisi olan Goldblatt'ın, ulusal özerkliği "onlara (Ulusalara. — J. St.) tam bir kültürel gelişim özgürlüğünü güvenceleyen kuruluşlar" olarak formüle etmesi bir tesatüf değildir. Bu aynı öneriyi, "Bund"un düşünce yandaşları, IV. Duma'daki Sosyal-Demokrat fraksiyona getirdiler.

Böylece "Bund", Yahudilerin ulusal özerkliği gibi tuhaf bir tutumu benimsedi.

Yukarıda, ulusal özerkliği genel olarak inceledik. İnceleme, ulusal özerkliğin milliyetçiliğe götürdüğünü gösterdi. Aşağıda "Bund"un da oraya vardığını göreceğiz. Fakat "Bund", ulusal özerkliği özel bir açıdan, ulusal azınlıkların haklarının güvence­si açısından da ele almaktadır. Sorunu bu özel açıdan da incele­yelim. Ulusal azınlıklar —sadece Yahudiler değil— sorununun Sosyal-Demokrasi için ciddi bir önemi olduğundan, bu daha da zorunludur.

Demek ki, uluslara "tam bir kültürel gelişim özgürlüğünü güvenceleyen kurumlar" (altını biz çizdik. —J. St.).

Ama bu "güvenceleyen kurumlar" vb. neler?

Her şeyden önce, Spring'er ve Bauer'in, kültür sorunları için bir tür eyalet meclisi olan "ulusal meclis"i.

Ancak bu kurumlar, ulusun "tam bir gelişim özgürlüğü"nü güvenceleyebilir mi? Kültür sorunlarına eğilen herhangi bir eya­let meclisi, milliyetçi baskılara karşı uluslara bir güvence vere­bilir mi?

"Bund", evet diyor.

Fakat tarih bize bunun tersini gösteriyor.

Rusya Polonyası'nda bir zamanlar, Polonyalıların "kültürel gelişim özgürlüğü"nü güvencelemeye çalışan bir Seym, siyasal bir eyalet meclisi vardı. Ne var ki bu meclis başarılı olamamış, evet tam tersine, Rusya'nın tüm politik şartlarına karşı açtığı eşit olmayan savaşta kendisi yıkıma uğramıştı.

Finlandiya'da da uzun zamandan bu yana bir eyalet meclisi bulunuyor. Bu da Fin ulusunu "tecavüzlere" karşı korumaya uğ­raşıyor, fakat bu yönde ne derece başarılı olduğunu bütün dünya görüyor.

Eyalet meclisinden eyalet meclisine elbette fark vardır. De­mokratik biçimde örgütlenmiş Finlandiya eyalet meclisi ile başa çıkmak, aristokratik Polonya eyalet meclisi ile başa çıkmak kadar kolay değildir. Fakat belirleyici olan eyalet meclisi değil, Rusya'nın genel durumudur. Eğer Rusya'da bugün, geçmişte Po­lonya Seym'inin kaldırıldığı yıllarda olduğu gibi vahşi Asyatik toplumsal-politik koşullar olsaydı, Finlandiya eyalet meclisinin durumu çok daha kötü olurdu. Ayrıca, Finlandiya'ya karşı "teca­vüzler" siyaseti gelişme durumundadır ve bu siyasetin yenilgiler aldığı da söylenemez...

Eğer eski, tarihi olarak meydana gelmiş kurumların, siyasi eyalet meclislerinin durumu böyle ise, yeni eyalet meclisleri, yeni kurumlar, üstelik de zayıf "kültürel" eyalet meclisleri, ulus­ların özgür gelişimini daha da az güvenceleyebilirler.

Açıktır ki, önemli olan "kurumlar" değil, ülkedeki genel du­rumdur. Ülke demokratikleşmiş değilse, milliyetlerin "tam kül­türel gelişim özgürlüğü" için güvenceleri de yoktur. Şu kesinlik­le söylenebilir ki, bir ülke ne kadar demokratikse, "milliyetlerin özgürlüğü"ne "tecavüzler" o ölçüde az, ve "tecavüzlere" karşı güvenceler o ölçüde fazla olacaktır.

Rusya yarı-Asyaî bir ülkedir, ve bu nedenle buradaki "teca­vüzler" politikasının en vahşi biçimleri alması, pogromlar biçi­mine bürünmesi pek seyrek olmamaktadır. Dolayısıyla Rusya'da "güvenceler”in en alt ölçekte olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Almanya — bu ülke Avrupa'dadır ve burada az-çok politik özgürlük vardır. "Tecavüz" politikasının burada hiçbir zaman pogrom biçimini almamasına şaşmamak gerekir.

Elbette ki Fransa'da "güvenceler" daha fazladır. Çünkü Fransa Almanya'dan daha demokratiktir.

Milliyetlerin, çoğunluk veya azınlık oluşturduklarına bakıl­maksızın, —burjuva demokrasisi olsa da— hayli gelişmiş de­mokrasileri sayesinde özgür bir yaşam sürdürdükleri İsviçre'den söz etmek bile istemiyoruz.

Demek ki "Bund", tek başına "kurumların", milliyetlerin tam kültürel gelişmelerini güvenceleyebileceğini iddia ederken yanılmaktadır.

Bu söylenenlere karşı "Bund"un kendisinin "kurumların oluşturulması" ve özgürlüklerin güvencesi için, Rusya'nın de­mokratikleştirilmesini önkoşul olarak gördüğünü söylemek mümkün. Ancak bu doğru değildir. '"Bund'un VIII. Konferansı Üzerine Rapor"dan [8], "Bund"un "kurumlar"ın oluşturulmasını Rusya'nın bugünkü koşulları temelinde Yahudi camiasını "reforme ederek" gerçekleştirmeyi düşündüğü anlaşılıyor.

"Camia", diyordu bu konferansta "Bund'un liderlerinden bi­ri, "gelecekteki ulusal-kültürel özerkliğin çekirdeği olabilir... Ulusal-kültürel özerklik, ulusun kendisine hizmet etmesinin bir biçimi, ulusal gereksinmelerin karşılanmasının bir biçimidir.

Camianın biçiminde de aynı içerik vardır. Bunlar bir ve aynı zincirin halkaları, bir ve aynı evrimin aşamalarıdır."

Konferans bu düşünceden hareket ederek, "Yahudi camiası­nı reforme etmek ve yasama yoluyla, demokratik olarak ör­gütlenmiş dünyevi bir kurum biçimine dönüştürmek" için mücadele etme kararı aldı (altını biz çizdik. — J. St.).

Açıkça görülüyor ki, "Bund" önkoşul ve güvence olarak Rusya'nın demokratikleştirilmesini değil, fakat Yahudi camiası­nın "ıslah edilmesi" yoluyla, deyim yerindeyse "yasama" yoluy­la, Duma sayesinde sağlanan Yahudilerin müstakbel dünyevi "kurumlarını anlamaktadır.

Ne var ki biz, devletin tümünde demokratik bir düzen ol­maksızın, tek başına "kurumların" güvence olarak hizmet ede­meyeceklerini görmüş bulunuyoruz.

Peki, geleceğin demokratik düzeninde durum ne olacaktır? Demokratizmde de "güvenceleyen" vb. özel "kültürel kurumla­ra" gereksinme duyulmayacak mıdır? Örneğin, demokratik İs­viçre'de durum nasıldır? Orada Springer'in ulusal meclis"i tü­ründen özel kültürel kurumlar var mıdır? Hayır, yoktur. Öyley­se bu durumdan, orada bir azınlık oluşturan İtalyanların kültürel çıkarları zarar görmemekte midir? Bu konuda hiçbir şey duyul­muyor. Bu tamamen anlaşılırdır da: İsviçre'de demokrasi, sözümona bir şeyler "güvenceleyen" özel kültürel "kurumlar"ı ge­reksiz kılmaktadır.

Günümüzde güçsüz, gelecekte gereksiz — ulus al-kültürel özerkliğin kurumlan, ulusal özerklik böyledir işte.

Ancak bu, varlığı ve geleceği şüpheli olan bir "ulusa" zorla kabul ettirildiğinde daha da zararlı olmaktadır. Böyle durumlar­da ulusal özerklik yandaşları, "ulusu" asimilasyondan "kurtar­mak", onu "korumak" için, "ulus"un sadece yararlı değil, aynı zamanda zararlı bütün özelliklerini korumak ve muhafaza etmek zorunluluğuna düşmektedirler.

"Bund" kaçınılmaz olarak bu yola girmek zorundaydı. Ve gerçekten de bu yola girdi. Burada "Bund"un son konferansında "Sabbat", "İbranice" vb. üzerine alınan ünlü kararları kastedi­yoruz.

Sosyal-Demokrasi, bütün ulusların anadilini konuşma hakkını savunur, fakat "Bund" bununla yetinmez —"Yahudi dilinin hakları"nın "özel bir önemle" savunulmasını ister (altı­nı biz çizdik. — J. St.~). Ve "Bund"un kendisi IV. Duma seçim­lerinde "onlar arasından (yani ikinci seçmenlerden) Yahudi dili­nin haklarını savunmak görevini üstlenenleri tercih edecek­tir."

Anadilini kullanma genel hakkı değil, Yahudi dilini, İbra-niceyi kullanmaya özel hak! Tek tek milliyetlerden işçiler, her şeyden önce kendi dilleri için mücadele etsinler; Yahudiler İbra­nice için, Gürcüler Gürcüce için vb. Bütün ulusların genel hakkı için mücadele ikinci sırada. Mutlaka bütün ezilen milliyetlerin anadillerini kullanma hakkını tanımak gerekmez; fakat Yahudi dilini kullanma hakkım tanıyorsanız, bilin ki "Bund" sizin için oy kullanacaktır. "Bund" sizi "tercih edecektir".

Bu durumda ama "Bund", burjuva milliyetçilerinden nerede ayrılmaktadır?

Sosyal-Demokrasi, haftada yasal bir dinlenme gününün ka­bul edilmesi için çalışıyor. Fakat "Bund" bununla yetinmez; "Yahudi proletaryası için yasama yoluyla Sabbat'ın kutlanması hakkının verilmesini, başka bir günde kutlama mecburiyetinin kaldırılmasını" talep eder.

"Bund"un "bir adım daha ileriye" giderek bütün eski Yahu­di bayramlarının resmen kutlanmasını talep etmesi beklenebilir. Fakat "Bund"un üzülmesine rağmen Yahudi işçiler önyargıları bırakmışlarsa ve bu bayramları kutlamak istemiyorlarsa, "Bund" "Sabbat hakkı" ajitasyonuyla Sabbat'ı onlara hatırlatacak, onla­ra, deyim yerindeyse "Sabbat ruhu"nu işleyecektir...

Bu durumda, "Bund"un VIII. Konferansı'nda, "hastanın kendi insanları arasında kendini daha iyi hissedeceği", "Yahudi işçilerin Polonyalı işçiler arasında rahat olmayacağı, fakat Ya­hudi dükkân sahipleri arasında rahat edeceği"ni gerekçe gös­tererek "Yahudi hastaneleri" talep eden konuşmacıların "ateşli nutukları" tamamen anlaşılırdır.

Yahudi olan her şeyi muhafaza etmek, Yahudilerin proletar­yaya açıktan açığa zararlı olanlar dahil tüm ulusal özelliklerini korumak, Yahudileri Yahudi olmayan her şeyden ayırmak, hatta Yahudiler için özel hastaneler kurmak — demek ki "Bund" bu kadar derinlere battı!

Plehanov yoldaş, "'Bund' sosyalizmi milliyetçiliğe uyduru­yor" derken bin defa haklıydı. Elbette VI. Kossovski ve aynı soydan Bundçular Plehanov'a "demagog" diye zılgıt çekebilirler—kâğıt sabırlıdır— fakat "Bund'un faaliyetle­rini bilen herkes için, bu yürekli kişilerin kendileri hakkında doğruyu söylemekten basitçe korktuklarını ve "demagoji" gibi ağır sözler arkasına sığındıklarını anlamak zor olmayacaktır...

Ulusal sorunda bu görüş üzerinde ısrar eden "Bund", örgüt sorununda da doğal olarak Yahudi işçilerin ayrılması yolunda, Sosyal-Demokrasi içinde ulusal kuryeler kurma yolunda yürü­mek zorundaydı. Bu, ulusal özerkliğin mantığıdır!

Ve gerçekten de "Bund", "biricik temsilcilik" teorisinden, işçiler arasına "ulusal sınırlar çekilmesi" teorisine geçiyor. "Bund", Rusya Sosyal-Demokrasisinden, "örgüt yapısında milli­yetlere göre sınırlama yapmasını" talep ediyor. Ve sınırlama­dan "bir adım daha ileriye" giderek "kendini ayırma" "teori"sine varıyor. "Bund"un VIII. Konferansı'nda "ulusal varlığın kendini ayırma"da yattığı yolunda seslerin yükselmesi boşuna değil­dir.

Örgütsel federalizm, içinde çözülmenin ve ayrılıkçılığın öğelerini taşır. "Bund" ayrılıkçılık yolunda yürümektedir.

Aslında onun yürüyeceği başka bir yol da yoktur. Yalnızca ekstrateritoryal örgüt olarak varlığı bile, onun ayrılıkçılık yoluna sürüklemektedir. "Bund", belirli kapalı bir bölgeye sahip değil­dir, "yabancı" topraklar üzerinde faaliyet göstermektedir; halbu­ki onunla ilişki halinde olan sosyal-demokratik partiler, Polon­ya, Letonya ve Rusya Sosyal-Demokrasileri enternasyonal böl­gesel kolektifler meydana getirirler. Fakat bu, bu kolektifin her genişlemesinin, "Bund" için bir "kayıp", faaliyet alanının daral­ması anlamına gelmesine götürmektedir. İki şeyden biri: Ya tüm Rusya Sosyal-Demokrasisi ulusal federalizm temelleri üzerinde yeniden örgütlenmelidir — ki o zaman "Bund" Yahudi proletar­yasını "elde etme" olanağına sahip olacaktır; ya da bu kolektiflerin enternasyonal bölge ilkesi işlerlikte kalacaktır — ki o za­man "Bund" da, Polonya ve Letonya Sosyal-Demokrasileri gibi enternasyonallik temelleri üzerinde yeniden örgütlenecektir.

Zaten "Bund"un ta baştan beri "Rusya Sosyal-Demokrasisinin federatif ilkelere göre yeniden örgütlenmesini" talep etmesi de bundan ileri gelmektedir.

"Bund", 1906 yılında tabandan gelen birleşme baskısına bo­yun eğerek bir orta yol seçti: Rusya Sosyal-Demokrasisine katıl­dı. Fakat bunu nasıl yaptı? Polonya ve Letonya Sosyal-Demok­rasileri, Rusya Sosyal-Demokrasisine ortak ve barışçıl bir çalış­ma için katılırlarken, "Bund" federasyon uğruna savaş için katıl­mıştı. Bundçuların önderi Medem o zaman da şunları söylüyor­du:

"Biz barış için değil, savaşmak için geliyoruz. Barış yok; yakın zamanda bir barışı ancak Manilov'lar bekleyebilir. 'Bund', tepeden tırnağa donanarak Partiye girmelidir."

Burada Medem'in kötü niyetini görmek istemek yanlış olur. Burada sözkonusu olan kötü niyetler değil, "Bund"un özel po­zisyonudur. Ve "Bund"un, enternasyonallik ilkeleri temelinde inşa edilmiş Rusya Sosyal-Demokrasisine karşı kaçınılmaz ola­rak mücadele etmesi, bu pozisyonu gereğidir. Fakat "Bund", Rusya Sosyal-Demokrasisine karşı mücadelede doğal olarak birliğin çıkarlarını yaralamıştır. Sonuçta öyle bir yere varıldı ki, "Bund" Parti tüzüklerini hiçe sayarak ve IV. Duma seçimlerinde Polonya milliyetçileri ile birlik olup, Polonyalı Sosyal-Demokratlara karşı çıkarak, Rusya Sosyal-Demokrasisinden resmen koptu.

"Ulusal Özerklik Sorunu ve Rusya Sosyal-Demokrasisinin Federatif ilke­ler Üzerinde Yeniden Örgütlenmesi Sorunu Üzerine", "Bund" yayını, 1902.

Açıktır ki "Bund", .kendisine bağımsız faaliyeti en iyi şekil­de bu kopmanın sağlayacağım keşfetti.

Böylece örgütsel "sınırlama" "ilkesi", ayrılıkçılığa tam ko­puşa yol açtı.

Federalizm sorununda eski "Iskra"ya[11] karşı polemik için­de "Bund", bir zamanlar şöyle yazıyordu:

"Iskra' bizi, 'Bund'un Rusya Sosyal-Demokrasisine olan fe­deratif ilişkilerinin, aradaki bağlan gevşeteceğine inandırmak istiyor. Biz, bu görüşü Rusya'daki pratiğe bakarak çürütemeyiz, bunun basit bir nedeni vardır; çünkü Rusya Sosyal-Demokrasisi federatif bir birlik değildir. Fakat biz, 1897'de yapılan Parti kongresi kararı temelinde federatif bir karakter alan Avusturya Sosyal-Demokrasisinin olağanüstü öğretici deneyimlerine da­yanabiliriz."

Bunlar 1902'de yazılmıştır.

Fakat bugün 1913'lerdeyiz. Şimdi gözümüzün önünde hem Rusya'nın "pratiği" hem de "Avusturya Sosyal-Demokrasisinin olağanüstü öğretici deneyimleri" vardır.

Bunlar bize ne anlatıyor?

"Avusturya Sosyal-Demokrasisinin olağanüstü öğretici de­neyimleri "nden başlayalım. 1896'ya kadar Avusturya'da yekpare bir sosyal-demokrat parti vardır. Aynı yıl Londra'da Enternas­yonal Kongresi'nde ilk olarak Çekler ayrı bir temsilcilik ister ve bu temsilciliği alırlar. 1897 Viyana (Wimberg) Kongresi'nde yekpare parti resmen tasfiye edilir ve onun yerine 6 ulusal "Sosyal-Demokrat grubun" oluşturduğu federatif bir birlik kurulur. Ardından bu gruplar bağımsız partilere dönüşerek günden güne aralarındaki bağları koparırlar. Partilerden sonra parlamento fraksiyonu bölünür, ulusal "klüpler" oluşur. Bunu milliyetlere göre parçalanan sendikalar izler. Daha sonra kooperatiflere bile sıra gelir: Çek ayrılıkçıları işçileri bu kooperatifleri parçalamaya çağırırlar.Ayrılıkçı ajitasyonun işçilerin dayanışma duyguları­nı azalttığından ve sık sık grev kırıcılığına ittiğinden burada söz bile etmiyoruz.

Demek ki "Avusturya Sosyal-Demokrasisinin olağanüstü öğretici deneyimleri", "Bund"un aleyhinde, eski "Iskra" lehin­de konuşmaktadır. Avusturya partisinde federalizm, ayrılıkçılı­ğın en kötü türüne, işçi hareketinin birliğinin parçalanmasına götürmüştür.

Yukarıda "Rusya'daki pratiğin" de aynı şeyleri söylediğini gördük. Bundçu ayrılıkçılar, aynı Çek ayrılıkçıları gibi, ortak sosyal-demokrat parti ile, Rusya Sosyal-Demokrasisi ile bağla­rını kopardılar. Sendikalara, Bundçu sendikalara gelince, onlar baştan beri milliyet ilkesine göre inşa edilmişlerdi, yani diğer milliyetlerin işçilerinden ayrılmışlardı.

Tamamen ayrılma, tamamen kopma — federalizmin "Rus­ya pratiği" bu görüntüyü veriyor.

Böyle bir durumun işçiler üzerinde, dayanışma duyguları­nın zayıflaması ve morallerinin bozulması —bu moral bozuklu­ğu "Bund" içine de girmiştir— doğrultusunda etki yapmasına şaşmamak gerekir. İşsizlik nedeniyle, Yahudi ve Polonyalı işçi­ler arasında gittikçe sıklaşan çatışmaları kastediyoruz. "Bund"un IX. Konferansı'nda bu konu üzerine neler söylendi, dinleyin:

"...Biz, yerlerimizi alan Polonyalı işçileri pogrom kahra­manları, sarılar olarak görüyoruz. Onların grevlerini destekle­miyor, bunları paramparça ediyoruz. Ayrıca, onların yerlerimizi almalarına karşı biz de onların yerlerini alıyoruz: Fabrikalara Yahudi işçilerin alınmamasına cevap olarak Polonyalı işçileri el tezgâhlarına bırakmıyoruz. Bu meseleyi elimize almazsak, işçi­ler başkalarını izleyecektir. "(Altını biz çizdik. — J. St.)

"Bund"un konferansında dayanışma üzerine böyle sözediliyor.

"Sınırlama" ve "ayırma"da artık bundan ileriye gidilemez. "Bund" hedefine ulaştı: Çeşitli milliyetlerden işçileri birbirinden ayırarak, yumruk yumruğa giriştirmiş ve onları grev kırıcılığa itmiştir. Başka türlü olamazdı: "Bu meseleyi elimize almazsak, işçiler başkalarını izleyecektir"...

işçi hareketinin dezorganizasyonu, Sosyal-Demokrasi safla­rında moral bozukluğu — "Bund"un federalizmi buna götürür.

Böylece ulusal-kültürel özerklik düşüncesi, bu düşüncenin yarattığı atmosfer, Rusya'da Avusturya'dakinden daha zararlı ol­muştur.
Blogger tarafından desteklenmektedir.