Header Ads

Header ADS

LENİN'İN ROSA LUXEMBURG'A YANITI

Viladimir İliç Lenin Bir Adım İleri, İki Adım Geri

Yoldaş Rosa Luxemburg'un, Neue Zeit'in 42 ve 43'üncü sayılarında yayınlanan yazısı, benim partimizdeki bunalıma ilişkin Rusça kitabımın eleştirisidir. Alman yoldaşlarımızın, bizim parti yazınımızda gösterdikleri dikkate ve Alman sosyal-demokratlarına o yazını tanıtma çabalarına ancak teşekkür edilir, ama hemen belirtmeliyim ki, Rosa Luxemburg'un Neue Zeit'daki yazısı okura benim kitabımı değil, başka bir şeyi tanıtlıyor. Aşağıdaki noktalardan bu görülüyor. Örneğin yoldaş Luxemburg, benim kitabımın, "uzlaşmaz bir merkeziyetçilik" görüşünün açık ve ayrıntılı ifadesi olduğunu söylüyor. Yoldaş Luxemburg, böylece, benim, bir örgütlenme sistemini, bir başka sisteme karşı savunduğumu kabul ediyor.  Gerçekteyse böyle değil. Kitabimın ilk sayfasından son sayfasına kadar, ben, makul herhangi bir parti örgütü sisteminin basit (elementary) ilkelerini savunuyorum. Benim kitabım, bir örgütlenme sistemiyle başka bir örgütlenme sistemi arasındaki farkla değil, herhangi bir örgütlenme sisteminin parti fikriyle tutarlı bir biçimde nasıl korunacağına, eleştirileceğine ve düzeltileceğine ilişkindir

Rosa Luxemburg ayrıca "onun [Lenin'in] anlayışına göre, Merkez Yönetim Kurulu, bütün yerel parti yönetim kurullarını örgütleme hakkına sahiptir" diyor. Gerçekteyse böyle değil. Benim bu konudaki görüşlerimin ne olduğu, önerdiğim parti örgütlenme tüzüğü taslağıyla, belgesel olarak ortaya konabilir. O taslakta yerel yönetim kurullarını örgütleme hakkına dair herhangi bir şey yoktur. Bu hak parti tüzüğüne, o tüzüğü hazırlamak üzere parti kongresince seçilen komisyon tarafından konmuş ve kongre komisyonun metnini benimsemiştir. Komisyonda, benim ve çoğunluk yanlısı bir başka üyenin yanısıra, kongre azınlığından üç üye daha vardı; görüldüğü gibi, Merkez Yönetim Kuruluna yerel yönetim kurullarını örgütleme hakkını veren komisyonda üstün olanlar, benim muhaliflerimdi. 

Yoldaş Luxemburg, iki ayrı şeyi birbirine karıştırmıştır. Birincisi, benim örgütlenmeye ilişkin taslağımı, komisyonun değiştirdiği taslakla ve kongrenin kabul ettiği örgütlenme tüzüğüyle karıştırmıştır; ikincisi, tüzüğün belli bir maddesine ilişkin belli bir noktanın savunmasını (o savunmada, ben hiç bir şekilde uzlaşmaz değildim, çünkü genel kurulda komisyonun yaptığı değişikliğe itiraz etmedim), kongrece kabul edilen tüzüğe, daha sonraki kongre tarafından değiştirilinceye kadar bağlı kalınması tezinin (gerçekten "aşırı-merkeziyetçi" bir tez değil mi?) savunmasıyla karıştırmıştır. Kitabımda bu tezi (okurun hemen görebileceği gibi "katışıksız blankici" bir tez), gerçekten oldukça "uzlaşmaz biçimde" savundum. Yoldaş Luxemburg, benim görüşüme, göre, "Merkez Yönetim Kurulunun,  partinin tek faal özü" olduğunu söylüyor. Gerçekteyse böyle değil. Böyle bir görüşü hiç bir zaman savunmadım. Tam tersine muhaliflerim (ikinci parti kongresi azınlığı) yazılarında, beni, Merkez Yönetim Kurulunun bağımsızlığını yeterince korumamış olmakla, o kurulu, yurtdışında bulunan merkez yayın organının yazıkuruluyla parti konseyine bağımlı hale getirmekle suçladılar. Bu suçlamalara kitabımda verdiğim yanıtta, parti çoğunluğunun, parti konseyinde üstün olduğu sıralarda, konseyin, Merkez Yönetim Kurulunun bağımsızlığına müdahale etme çabasını hiç bir zaman göstermediğini, ancak parti konseyi azınlığın silahı haline geldiği zaman, derhal böyle bir müdahalede bulunduğunu söyledim. 

Yoldaş Rosa Luxemburg, Rus sosyal-demokratları arasında, birleşik bir parti gereği konusunda iki ayrı fikir bulunmadığını, tüm tartışmanın, merkeziyetçiliğin derecesi üzerinde olduğunu söylüyor. Gerçekteyse böyle değil. Eğer yoldaş Luxemburg, çoğunluğu oluşturan birçok yerel parti yönetim kurulunun önerilerini öğrenme zahmetine girseydi, bizim anlaşmazlığımızın genel olarak, Merkez Yönetim Kuruluyla merkez yayın organının, parti kongresi çoğunluğunun eğilimini temsil edip etmemesi noktasi üzerinde toplandığını (ki bu benim kitabımda da açıkça görülebilir) hemencecik görürdü.

Bu "aşırı merkeziyetçi" ve "katışıksız blankici" istem hakkında, değerli yoldaş tek söz dahi söylemiyor; parçanın tüme mekanik boyuneğmesine, kölece bağlılığa, körükörüne itaate ve buna benzer öteki umacılara karşı şiddetle yakınmayı yeğ tutuyor. Kölece bağlılığın parti için çok zararlı olduğu şeklindeki derin fikri anlattığı için yoldaş Luxemburg'a şükran borçluyum, ama şunu bilmek isterim: Acaba yoldaş, partinin merkez kurulları olduğu varsayılan kurullara, parti kongresi azınlığının egemen olmasını olağan mı sayıyor? —Böyle bir şey düşünebilir mi? — Herhangi bir partide böyle bir şeyi hiç görmüş müdür? 

Yoldaş Luxemburg, benim, Rusya'da var olan koşulların geniş ve aşırı ölçüde merkezileştirilmiş bir işçi partisi kurulmasına elverişli olduğu görüşünün babası olduğumu söylüyor. Bir kez daha yanlış. 

Kitabımın hiç bir yerinde, savunmak söyle dursun, böyle bir fikri dile dahi getirmedim. Öne sürdüğüm tez, daha başka bir şeyi ifade etmiştir ve ediyor: Ben, var olan tüm koşulların, parti kongresi kararlarına uyulmasını beklemeye elverişli olduğunu, bir parti kurumunun, özel bir çevre tarafından bastırılabileceği günlerin geride kaldığını söyledim, bunda ısrar ettim. Partimizdeki bazı akademisyenlerin tutarsızlık ve kararsızlıklarını bizzat gösterdiklerini, bunların kendi disiplin eksikliklerinin suçunu Rus proletaryasının üzerine atmaya hakları olmadığını, kanıtlarıyla ortaya koydum. Rus işçiler, parti kongresi kararlarına uyulmasını, birçok vesileyle, tekrar tekrar dile getirmişlerdir. Yoldaş Luxemburg'un, benim tezimin gerçeklik temeli hakkında tek söz söylemeksizin, bu görüşün "iyimser" olduğunu ("karamsar" diye düşünülmemesi gerekmez mi?) ilân etmesine ancak gülünür.

Yoldaş Luxemburg, fabrikanın eğitsel etkisini göklere çıkardığımı ilân ediyor. Böyle değil. Benim, partiyi bir fabrika olarak düşündüğümü söyleyen ben değildim, benim muhalifimdi. Onu hak ettiği şekilde alaya aldım ve bizzat onun sözlerini kullanarak, fabrika disiplininin iki değişik yönünü birbirine karıştırdığını ortaya koydum. Ne yazık ki, aynı karıştırma yoldaş Luxemburg için de sözkonusudur.[115*] 

Yoldaş Luxemburg, devrimci bir sosyal-demokratı; kendini sınıf bilinci taşıyan işçilerin örgütüyle özdeşleştirmiş bir jakoben diye tanımladığım zaman, tutumumu, belki de muhaliflerimden herhangi birinin yapabileceğinden daha keskin bir biçimde nitelemiş olduğumu söylüyor. Bir yanlış daha. 

Jakobencilik hakkında ilk kez konuşmaya başlayan ben değildim, P. Akselrod'du. Bizim partimizdeki eğilimleri büyük Fransız Devrimi günlerinin eğilimlerine ilk benzeten oydu. Ben, yalnızca, benzetmeye, bugünkü sosyal-demokrasinin devrimci ve oportünist kanatlara bölünmesinin bir noktaya kadar, montanyarlar ve jirondenler bölünmesine uygun düştüğü anlamında izin verilebileceğini söyledim. Parti kongresinin onayladığı eski İskra, sık sık bu benzetmeyi yapmıştır. Eski İskra, bu bölünmeyi gördüğü için, partimizdeki oportünist kanada karşı, RaboçeyeDyelo eğilimine karşı savaşmıştır. 

Rosa Luxemburg, burada, 18. ve 20. yüzyıldaki devrimci iki eğilimin birbiriyle karşılaştırılmasını, bu eğilimlerin birbirıyle özdeşleştirilmesiyle karıştırıyor. Örneğin, eğer Jungfrau'nun Kücük Scheidegg karşısındaki yeri, dört katlı bir evin iki katlı bir ev karşısındaki yeri gibidir dersem, bu dört katlı bir evi Jungfrau ile bir tuttuğum anlamına gelmez. Yoldaş Luxemburg, partimizdeki farklı eğilimlerin, gerçeklere dayalı tahlilini bütün bütün unutuyor. Oysa benim kitabımın yarıdan fazlası, parti kongremizin tutanaklarına dayalı olan böyle bir tahlile ayrılmıştır; önsözde de bu gerçeğe özellikle dikkati çektim. Rosa Luxemburg, gerçekte bizim partimizin temelini atmış olan kongremizi tümüyle görmezlikten geliyor, partimizde bugünkü durum hakkında konuşuyor. Düşüncesiz bir girişim, demek gerek! Hele hele kitabımda, belki yüzlerce kez, muhaliflerimin parti kongresini görmezlikten geldiklerini ve böyle yaptıkları için de bütün savlarının gerçeklik temelinden yoksun kaldığını özellikle belirttiğime göre... 

Yoldaş Luxemburg da aynı temel yanılgıya düşüyor. Somut anlamlarını yakalama zahmetine katlanmaksızın, Rosa Luxemburg, çıplak sözcükleri yineliyor. Tartışmadaki gerçek sorunu öğrenmeksizin, ortaya bazı umacılar atıyor. Bana basma kalıp sözleri, genel ilkelerle kavramları, mutlak doğruları yakıştırıyor, benim üzerinde durduğum pek kesin gerçeklere ilişkin göreceli doğruları geçiştirmeye çalışıyor. Sonra da reçete türünden kalıplara karşı saldırıya geçiyor ve Marx'ın diyalektiğinden, yardım umuyor! Oysa daha önceden imal edilmiş kalıplardan başka bir şeyi içermeyen ve diyalektiğin abecesine karşı çıkan yazı, değerli yoldaşın kendi yazısıdır. Bu abece, bize, soyut gerçek diye bir şey olmadığını, gerçeğin her zaman somut olduğunu söyler

Yoldaş Rosa Luxemburg, bizim partimizdeki savaşımın somut gerçeklerini, pek yukardan bir bakışla görmezlikten geliyor ve ciddi olarak tartışılması olanaksız sorunlar hakkında tumturaklı söylevlere sapıyor. 

Yoldaş Luxemburg'un ikinci yazısından bir örnek daha almama izin verin. Yoldaş Luxemburg, örgütlenme tüzüğünün yazılış şekli, o tüzüğü oportünizme karşı azçok keskin bir silah haline getirir yollu sözümü alıyor, ama benim kitabımda hangi maddelerden sözettiğime, kongrede hepimizin hangi maddelerden sözettiğimize, tek sözcükle değinmiyor; parti kongresindeki anlaşmazlığın ne olduğuna, benim tezimi kime karşı ortaya attığıma hiç mi hiç değinmiyor; onun yerine, bana parlamentolu ülkelerdeki oportünizm hakkında uzun bir söylev veriyor!! Ama Rusya'daki oportünizmin özel, özgün türleri, orada oportünizmin aldığı farklı görünümler (ki kitabım buna ilişkindir) hakkında Luxemburg'un yazısında tek söz dahi göremiyoruz. 

Bütün bu çok parlak savların sonucu şudur: "Parti Tüzüğü kendi içinde [bunu anlayabilen beri gelsin!] oportünizme karşı bir silah olma kastını taşımaz; partinin gerçekte varolan devrimci proleter çoğunluğunun, egemen etkisini kullanmasının, dışa dönük aracıdır." Evet böyle. Ama bizim gerçekte varolan parti çoğunluğumuzun nasıl oluşturulduğunu Rosa Luxemburg söylemiyor; benimse kitabımda sözünü ettiğim şey bunun ta kendisi. Rosa Luxemburg, benim ve Plehanov'un, bu dışa dönük aracın yardımıyla savunduğumuz etkinin ne olduğunu da söylemiyor. Yalnızca şunu eklemek isterim: ben hiç bir zaman, hiç bir yerde Parti Tüzüğünün "kendi içinde" bir silah olduğunu söylemek gibi bir saçmalık yapmadım.

Benim görüşlerimin böyle sunulmasına karşı en iyi yanıt, partimizdeki savaşımın somut gerçeklerini ortaya koymaktır. O zaman herkes, yoldaş Luxemburg'un soyut beylik laflarının ve kalıplarının somut gerçekleri nasıl yanlış biçimde sıraladığını, değerlendirdiğini kolaylıkla görebilecektir. 

Bizim partimiz 1898 ilkyazında, birçok Rus örgütünün temsilcilerinin katıldığı bir kongrede kurulmuştur. Partiye Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi adı verilmiş, RaboçayaGazeta[53] merkez yayın organı yapılmış, Rus Sosyal-Demokratları. Yurtdışı Birliği (Union) Partinin dış temsilcisi haline gelmişti. Kongreden çok kısa süre sonra Parti Merkez Yönetim Kurulu [üyeleri —ç.] tutuklandı. Raboçaya Gazeta, ikinci sayısından sonra yayınına son vermek zorunda kaldı. Tüm Parti, (yönetim kurulları diye bilinen) yerel parti örgütlerinin şekilsiz, dağınık bir yığını haline geldi. Bu yerel yönetim kurulları arasındaki tek bağ, ideolojik ve yalnızca manevi bir bağdı. Dağınıklık, yalpalama ve bölünmeler dönemi, bir kez daha ister istemez başımıza çöktü. Batı Avrupa partilerine bakışla, bizim partimizde daha büyük bir parçayı oluşturan aydınlar, marksizmi yeni bir moda olarak gördüler. Bu moda, kısa süre içinde, bir yandan, marksizmin burjuva gözüyle eleştirisine kölecesine kapılanmaya, bir yandan da salt sendikacı bir işçi hareketine (grevcilik-ekonomizm) karasevdalı hale gelmeye yolaçtı. Aydın oportünizmi ve proleter-devrimci eğilimler arasındaki ayrılık, Yurtdışı Birliğinde (Union) bölünmeye yolaçtı. Yurtdışında yayınlanan Raboçaya Mysıl gazetesi ve Raboçeye Dyelo dergisi (ikincisi daha hafif olmak üzere) ekonomizmin görüşlerini ifade eder oldular; siyasal savaşımın önemini azımsadılar, ve Rusya'da burjuva-demokratik bir öğenin varlığını yadsıdılar. Marx'ın "yasal" eleştiricileri —Struve, Tugan-Baranovski, Bulgakov, Berdyaev ve geri kalanlar— bütün bütün sağa kaydılar. Avrupa'da hiç bir yerde bernştayncılığın  mantıksal sonucuna —liberal bir grup kurulması sonucuna Rusya'da görüldüğü üzere, böylesine ivecenlikle ulaştığını görmüş değiliz. Rusya'da Bay Struve, bernştayncılık adına "eleştiri"yle başladı, Avrupa anlayışıyla liberal Osvobojdeniye dergisini kurmaya vardı. Yurtdışı Birliğinden (Union) kopan Plehanov ve arkadaşları İskra ve Zarya'nın kurucularından destek gördüler. Bu iki yayın organı (yoldaş Luxemburg bile duymuştur) partinin oportünist kanadına karşı "üç yıl süren gayet parlak bir kampanya", sosyaldemokrat "dağ"ın, sosyal-demokrat "jirond"a (ifade eski İskra'ya aittir) karşı açtığı bir kampanya, Raboçeye Dyelo'ya (Kriçevski, Akimov, Martinov ve ötekilere) karşı bir kampanya, Yahudi bunduna, Rusya'da bu eğilimi şevkle destekleyen örgütlere (özellikle St. Petersburg'daki sözümona İşçi Örgütü ve Voronej Yönetim Kuruluna) karşı bir kampanya yürüttüler. 

Gittikçe daha açıkça görüldü ki, yönetim kurulları arasındaki salt ideolojik bağ yeterli değildi. Gerçekten birleşmiş bir parti yaratma gereği, yani 1898'de kendini ortaya koymuş olan şeyi gerçekleştirmek, giderek daha ısrarla belirginleşti. Sonunda, 1902'nin bitiminde, ikinci parti kongresini toplamak üzere bir Hazırlık Komitesi kuruldu. Daha çok Rusya'daki İskra örgütü tarafından kurulan bu Hazırlık Komitesinde Yahudi bundun bir temsilcisi de vardı. 1903 güzünde, ikinci kongre, ensonu toplandı; kongre bir yandan partinin resmen birliğe kavuşmasıyla, bir yandan da "çoğunluk" ve "azınlık" olarak, ikiye bölünmesiyle sonuçlandı. Kongreden önce böyle bir bölünme yoktu. Bu bölünmeyi, ancak, kongredeki savaşımın ayrıntılı bir tahlili açıklayabilir. Ne yazık ki, azınlığı destekleyenler (yoldaş Luxemburg dahil) böyle bir tahlilden, vebadan kaçar gibi kaçıyorlar. 

Yoldaş Luxemburg'un, Alman okura, pek garip biçimde tanıttığı kitabımda, ben, (400 sayfalık bir cilt tutan) kongre tutanaklarının ayrıntılı tahliline 100 sayfadan daha fazla bir yer ayırdım. Bu tahlil, temsilcileri, daha doğrusu oyları (bazı temsilcilerin bir, bazı temsilcilerin iki oyu vardı) dört ana gruba ayırmamı gerektirdi: 1) İskracı çoğunluk İskra eğiliminden yana olanlar) — 24 oy; 2) İskracı azınlık — 9 oy; 3) "merkez" ("bataklık" diye de anılır) — 10 oy; ve son olarak 4) İskra-karşıtları — 8 oy. Toplam 51 oy. Kongredeki bütün oylamalarda bu grupların oynadığı rolü tahlil ediyorum ve bütün sorunlarda (program, taktikler ve örgütlenme sorunlarında) kongrenin, İskracılarla İskra-karşıtları arasındaki savaşımın arenası olduğunu, "bataklık"ın da çeşitli zigzaglar yaptığını kanıtlıyorum. Partimizin tarihini şöyle üstünkörü olsa dahi bilen herhangi bir kişi, bunun başka türlü olamayacak olduğunu bilir. Ama azınlığın tüm destekçileri (Rosa Luxemburg dahil) bu savaşıma, çok mütevazi bir tutumla, gözlerini yumuyorlar. Niçin? Çünkü bu savaşım, azınlığın şimdiki siyasal tutumunun bütün bütün yanlış olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Parti kongresindeki çekişmenin başından sonuna kadar, düzinelerle sorunda, düzinelerle oylamada, İskracılar, İskra-karşıtlarıyla ve tartışma konusu, daha somut hale geldikçe, sosyal-demokrat eylemin temel ilkelerini daha müsbet biçimde etkiledikçe, eski İskra'nın durmuş-oturmuş planlarının uygulamaya konmasına daha elle tutulur biçimde değindikçe İskra-karşıtlarının yanında yer alan "bataklık"la savaştılar. İskra-karşıtları (özellikle yoldaş Akimov ve St. Petersburg İşçileri Örgütünün, Akimov'la her zaman görüş birliğinde olan temsilcisi yoldaş Bruker, hemen hemen her seferinde yoldaş Martinov ve Yahudi bundun beş temsilcisi) eski İskra eğilimini tanımaya karşıydılar.

Bunlar, eski, ayrı örgütleri savundular, o örgütlerin partiye tabi hale gelmesine, parti içinde kaynaştırılıp eritilmesine (Hazırlık Komitesi olayı, Yujni Raboçi grubunun —"bataklığın" önde gelen grubu— dağıtılması, ve benzeri) karşı oy kullandılar. Bunlar, merkeziyetçi örgütlenme tüzüğüne (kongrenin 14'üncü oturumu) karşı savaştılar, bütün İskracıları, o zaman, "örgütlü güvenmezliğe" yolaçmakla, "olağanüstü durum yasası" getirmekle ve benzeri dehşet verici şeylerle suçladılar. Bütün İskracılar istisnasız, bu suçlamalara güldü; yoldaş Luxemburg'un, şimdi bu umacıları ciddiye alması hayli dikkate değer. Sorunların çoğunda İskracılar kazandı; yukardaki rakamlardan açıkça görüldüğü üzere, kongreye egemen oldular. Ancak kongrenin ikinci yarısında, daha az önem taşıyan konular üzerinde karara varıldığı sıralarda, İskra-karşıtları üstün geldi — İskracılardan bazıları onlarla birlikte oy kullandı. Örneğin programımızda bütün dillerin eşitliğinin ilân edilmesiyle ilgili olarak durum buydu; bu noktada, İskra-karşıtları Program Komisyonunu neredeyse yenik düşürmeyi ve kendi maddelerini kongreden geçirmeyi başardılar. Tüzüğün l'inci maddesi üzerinde, İskra-karşıtlarıyla "bataklık", Martov'un maddesini sonuca götürdükleri zaman da durum buydu. Martov'un maddesine göre, parti üyeleri yalnızca parti örgütlerine mensup olanlar (Plehanov'la benim savunduğumuz buydu) değil, ama parti örgütlerinin denetimi altında çalışan herkesti.

Merkez Yönetim Kurulu ve merkez yayın organının yazıkurulu seçimlerinde de aynı şey oldu. Sağlam çoğunluk 24 İskracıdan oluşuyordu; bu çoğunluk, yazıkurulunun yeniden kurulmasına ilişkin, çok önceden hazırlanmış planı gerçekleştirdi; altı eski yazıkurulu üyesinden üçü seçildi. Azınlık 9 İskracıdan, "merkez"in 10 üyesinden ve 1 İskra-karşıtından oluşuyordu (Yahudi bundu ve Raboçeye Dyelo'yu temsil eden yedi öteki İskra-karşıtı, o tarihlerde kongreden çekilmişti). Bu azınlık, seçimlerden hiç hoşnut kalmadığı için, seçimlerin öteki kısmına katılmamaya karar verdı. Yoldaş Kautsky, daha sonraki çekişmenin ana nedeni, yazıkurulunun yeniden kurulmasıdır, derken çok haklıdır. Ama yoldaş Kautsky'nin, üç yoldaşı yazıkurulundan benim (aynen böyle!) "ihracettiğim" şeklindeki görüşü, ancak, kongremiz hakkında kendisinin hiç bilgi sahibi olmadığı gerçeğiyle açıklanabilir. Her şeyden önce seçilmemek, ihraçtan çok farklı bir şeydir ve benim, kongrede, herhangi bir kişiyi ihraç etme gücüm yoktu. İkincisı, yoldaş Kautsky, İskra-karşıtlarıyla "merkez" ve İskra yandaşlarından ufak bir bölük arasındaki koalisyonun siyasal bazı yanları da içerdiği ve bunun seçimlerin sonucunu ister istemez etkilediği gerçeğinin kokusunu da almıyor. Bizim kongremizde olup bitenlere kendi arzusuyla gözünü yummayan herhangi bir kişi, görecektir ki, aramızda azınlık ve çoğunluk olarak yeni bölünme, partimizin proleter-devrimci ve aydın oportünist kanat şeklindeki eski bölünmesinin bir türünden başka bir şey değildir. Gerçek budur ve hiç bir açıklama ve gülüp geçme, bu gerçeği ortadan kaldıramaz. 

Ne yazık ki, kongreden sonra, üyeliğe çağırılma konusu üzerindeki kavga, ve bölünmeyi yaratan ilkeleri gölgelemiştir: eski üç yazıkurulu üyesi yeniden üyeliğe çağırılmadıkça, azınlık merkez kurumlarının denetimi altında çalışamayacağını bildirmiştir. Bu kavga iki ay sürmüştür. Kullanılan silahlar, boykot ve partinin engellenmesiydi. Oniki yönetim kurulu (konu üzerinde görüşünü söyleyen ondört yönetim kurulundan onikisi) bu savaşım yöntemlerini sert biçimde kınadılar. Azınlık, kendi görüşlerini İskra'da ortaya koymaları yolunda Plehanov'un ve benim yaptığım teklifleri dahi kabul etmedi. Yurtdışı Birliğinin (League) kongresinde, iş, merkez kurullarının üyelerini kişisel hakaretler ve küfür (müstebitler, bürokratlar, jandarmalar, yalancılar, vb., vb.) yağmuruna tutmaya kadar vardırıldı. Merkez kurullarının üyeleri bireysel girişimi bastırmakla, kölece boyuneğmeyi, körükörüne itaati, vb. gerçekleştirmeye çalışmakla suçlandılar. Plehanov'un, azınlığın bu savaşım yöntemlerini anarşist yöntemler olarak niteleme çabaları yarar sağlamadı. Bu kongreden sonra Plehanov, yeni bir çığır açan "Ne Yapmamalı" başlıklı yazısıyla (İskra'nın 52'nci sayısında) bana karşı çıktı. Bu yazısında Plehanov, revizyonizmle savaşın, mutlaka revizyonistlerle savaş demek olmadığını söyledi; herkes açıkça görmüştü ki, Plehanov bizim azınlığımızı kastediyordu. Plehanov, ayrıca Rus devrimcisinin içinde çok fazla kökleşmiş olan anarşist bireycilikle her zaman çarpışmanın gerekli olmadığını, zaman zaman bazı ödünler vermenin, o bireyciliği yumuşatmak ve bölünmeden kaçınmak için daha iyi bir yol olduğunu söyledi. Bu görüşü paylaşamayacağım için yazıkurulundan çekildim ve azınlık yazıkurulu mensupları üyeliğe çağırıldılar. Bunu, Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine çağırılma savaşı izledi. Azınlığın merkez yayın organını, çoğunluğunsa Merkez Yönetim Kurulunu elde tutması esasında dayalı barış yapma önerim reddedildi. Savaş devam etti; onlar "ilke olarak" bürokrasiye, aşırı merkeziyetçiliğe, biçimciliğe, jakobenizme, Şveitzerizme (bana Rus Schweitzer'i adını takmışlardı) ve benzeri umacılara karşı savaşıyorlardı. Kitabımda bütün bu suçlamaları alaya aldım, yapılanların ya üyeliğe çağrılma kavgası olduğunu ya da (koşullu olarak "ilkelere" ilişkin bir şey sayılacaksa) söylenenlerin oportünist, jirondist sözlerden başka bir şey olmadığını gösterdim. Şimdiki azınlık, yoldaş Akimov'un ve bilinen öteki oportünistlerin kongremizde, eski İskra'nın tüm yandaşlarının merkeziyetçiliğine karşı söylemiş olduğu şeyleri yinelemekten başka bir şey yapmıyor. 

Rusya'daki yönetim kurulları, merkez yayın organının özel bir grubun organı haline dönüştürülmesini, üyelik üzerine verilen kavgaların ve partideki skandalın organı haline dönüştürülmesini tiksintiyle karşılamışlardır; kınamanın en sertini dile getiren birçok önerge kabul edilmiştir. Yalnızca daha önce adı anılan sözümona St. Petersburg İşçileri Örgütü ve Voronej Yönetim Kurulu (her ikisi de yoldaş Akimov'un eğilimini desteklemektedir), yeni İskra'nın eğilimini ilkede doyurucu bulduklarını ilân etmişlerdir. Üçüncü kongrenin toplantıya çağırılması istekleri daha da artmıştır. 

Partimizdeki savaşımı ilk elden inceleme zahmetine katlanacak okur kolayca görecektir ki, somut ve pratik olarak, yoldaş Rosa Luxemburg'un "aşırı merkeziyetçilik"ten, merkezileştirmenin derece derece gerçekleştirilmesi gereğinden, ve benzeri şeylerden sözetmesi kongremizle alay etmektir, soyut ve teorik olarak ise (eğer kişi burada teoriden sözedebilirse) sözleri, marksizmi bayağılaştırmaktan, marksist diyalektiği bozmaktan, vb. başka bir şey değildir. 

Partimizdeki savaşımda en son aşamayı belirleyen şey, çoğunluk mensuplarının kısmen Merkez Yönetim Kurulundan atılmaları, kısmen işe yaramaz bir hiç haline getirilmeleridir. (Bu, Merkez Yönetim Kurulunun kuruluşunun değiştirilmesinin,[55] vb. sonucudur.) Parti Konseyi (ki eski yazıkurulu üyelerinin yeniden üyeliğe çağırılmalarından sonra aynı biçimde azınlığın eline geçmiştir) ve şimdiki Merkez Yönetim Kurulu, üçüncü kongrenin toplantıya çağırılması girişimlerinin tümünü mahküm etmiştir ve azınlığın bazı üyeleriyle kişisel pazarlık ve görüşme yolunu seçmektedirler. Bir kongre toplanması için harekete geçme suçunu işlemeye cesaret eden örgütler —örneğin Merkez Yönetim Kurulunun bir temsilci organı— dağıtılmıştır.[56] Parti Konseyi ve yeni Merkez Yönetim Kurulu, üçüncü kongrenin toplanmasına karşı kampanya açmıştır. çoğunluk "Bonapartçılık Kahrolsun" sloganıyla karşılık vermiştir (bu, çoğunluk adına konuşan yoldaş Galyorka'nın[57] broşürünün başlığıdır). Gittikçe, kongre toplanmasına karşı savaşan Parti kurumlarının partiye karşıt, bonapartçı kurumlar olduğunu ilân eden önergelerin  sayısı artmaktadır. Azınlığın aşırı merkeziyetçiliğe karşı ve özerklikten yana tüm sözlerinin ne kadar ikiyüzlüce olduğu şuradan apaçık bellidir ki, benim ve öteki yoldaşların kurduğumuz, çoğunluğa ait yeni yayınevi (ki yoldaş Galyorka'nın yukarda adını andığım broşürünü ve daha başka broşürleri basmıştır) partinin dışında bir kuruluş olarak ilan edilmiştir.[58] Bu yeni yayınevi, çoğunluğun, kendi görüşlerini yayabileceği tek olanaktır, çünkü İskra'nın sütunları onlara tümden kapanmıştır. Ama durum bu olduğu halde —ya da salt bundan ötürü— Parti Konseyi, resmi olarak, bizim yayınevimize herhangi bir parti örgütü tarafından yetki verilmediği gerekçesiyle yukarda anılan kararı almıştır. 

İkinci kongrenin aldığı bütün kararların, yaptığı bütün seçimlerin yok sayılmasının ve partiye karşı sorumlu olan parti kurumlarının, üçüncü kongreyi toplama çabasına karşı açtıkları bu savaşın, olumlu çalışmaları ne kadar büyük ölçüde savsaklattığını, sosyal-demokrasinin itibarına ne büyük zarar verdiğini, tüm partinin maneviyatını ne kadar bozduğunu söylemeye bile gerek yoktur. 


1904 Eylülünün ikinci yarısında yazıldı. 
İlk kez 1930'da Lenin Miscellany XV'de yayınlandı. 
Rusça metin Almancadan çevrildi. 
Collected Works, Vol. 7, s.472-483.
Blogger tarafından desteklenmektedir.