Header Ads

Header ADS

Komintern İkinci Kongresi 19 temmuz - 7 Ağustos - Leninin konuşması


LENİN
ULUSLARARASI DURUM VE KOMÜNİST ENTERNASYONALİN TEMEL GÖREVLERİ ÜZERİNE RAPOR

19 TEMMUZ.
Yoldaşlar, Komünist Enternasyonalin temel görevleri ile ilgili sorunlar bütün dillerde yayımlanmıştır - ve özelli'kle Rus yoldaşlar için - yeni bir şey getirmemektedir, çünkü bir cok batı ülkelerine, batı Avrupaya, devrimci deneyimizin en genel çizgilerini v e .devrimci hareketimizin derslerini aktarmaktadır. Bu nedenle kendi raporumda sadece konunun ilk kismı üzerinde duracağım; yani u1uslararası durum üzerinde.

Uluslararası ekonomik ilişkilerin, temelinde, bu­ günkü görünümü ile emperyalizm bulunmaktadır. Yir­minci yüzyıl  boyunca  kapitalizmin  bu  yeni,  en  üst  ve son   aşaması,  son   görünümünü  almıştır. 

Hepinizin bildiği gibi, emperyalizmin en önemli ve  en  belirgin özelliği  sermayenin  korkunç  boyutlar kazanmış   olmasıdır.  Serbest  rekabetin   yerine  dev  boyutlu   tekel­ler ortaya çıkmıştır. Çok az sayıda kapitalist  zaman zaman endüstrinin  tüm  dallarını ellerinde toplıyabil­mişlerdir; bunlar  ise  antantların, kartellerin,  sendi­kaların, tröstlerin eline geçmiştir. Endüstrinin tüm dalları, değişik ülkelerin içinde, ve uluslararası çap ta, mali açıdan, mülkiyet hakkı  açısından ve  bir yer­ de  de  üretim  açısından  tekelcilerin  elinde bulunma­ya başladı. Bu alanda,  en  özgür  cumhuriyetleri,  fi­nans  kırallıkları haline dönüştüren,  benzeri görülme­miş çok az sayıda büyük bankaların, finans krallarının, finans dünyasının paşalarının üstünlüğü kuruldu .


Savaştan önce, hiç te devrimci olmayan  yazar­ lar, örneğin Fransa'da Lysis tarafından bu durum 
res­ men  kabul  edilmişti.

Bir avuç kapitalistin bu tahakkümünün en yük­ sek noktası dünyanın paylaşılmış olduğu yani kapi­ talistlerin  çeşitli ham  madde  kaynaklarına  ve üretim araçlarına el koyduğu zamana ve sömürgelerin pay­laşılmasının  bitimine  de  rastlar.  Kırk sene önce, altı tane kapitalist gücün tahakküm ettiği sömü rge ülkelerinde  250   milyondan  fazla   insan   yaşıyordu. 1914 savaşının arifesinde, sömürgelerde yaşayan halkın sayısı 600 milyonu buluyordu. O zamandan beri yarı­ sömürge ülkeler olan  iran,  Türkiye  ve  Çin'i  de  ek­lersek aşağı yukarı bir milyara yakın bir halk kitlesi sömürge rejiminin bağımlılığı  gereğince en  zengin, en  uygar ve  en  özgür ülkelerin  tahakkü mü  altında yaşıyor. Bir de bildiğ iniz gibi doğrudan doğruya po­litik  ve   hukuksal  ,bağım' lı lık  dışında,   sömürge bağımlılığı mali ve ekonomik ilişkileri, katliam oldukları için savaş olarak kabul edilmeyen bir sürü savaşı da be­ raberinde  getirir, Avrupa nın  ve Ameri kanın  emperya­list orduları nın en gel işmiş öldürücü silahlarla donan­mış oldukları bu dönemde, sömürge ülkelerinin si­lahsız ve savunmasız halkları  katlediyordu. 

İşte dünyanın bu paylaşımın dan, kapitalist tekelcile rin  bu  tahakkümünden, sayısı az büyük  bankala­ rın - Devlet başına  iki , üç,  dört veya  beş,  fazla  değil - bu üstünlüğü nden 1914-1918 Bi rinci Emperyalist Sa­vaş 'kaçınılmaz olarak doğacaktı. Dünyanın yeniden paylaşılması için dövüşüldü. Tüm dünyayı sömürme, ezme, yağma etme hakkının hangi büyük Devletin küçük grubunun, ingilizin mi yoksa almanın mı  elin­ de olacağını belirlemek için dövüşüldü. Bildiğiniz gi­bi  savaş  ingiliz  grubu  lehine  sonuçlandı.  Ama  savaş kapital istler arası  çelişkileri  kızıştırmıştı .   Birdenbire 250 milyon insanı, sömürgelerdeki halkların durumu­na  düşürdü.  130  milyon  nüfuslu  Rusyayı ,  ve 120  mil­yon  nüfuslu  Avusturya ,  Macaristanı,  Almanyayı,  Bulgaristanı bu duruma düşürdü. Almanya gibi , en ileri, en aydın, en bilgili ve modern teknolojik ilerlemede en üst düzeyde olan ülkelerde yaşayan 25 milyon in sanı bu duruma düşürmüştür. Versailles (Versay) anlaşması  (14) ile savaş bu  il eri halklara öylesine şartlar  empoze   ettirmiştir  ki   onlar  somürge  bağımlılığı, sefalet, açlık, yıkım ve kölelik durumuna düşmüşlerdir.

(14.) Versailles Antlaşması, Birinci Dünya Savaşının son olayıydı.  28  Temmuz .1919'da  ABD,  İngiltere,  Fransa, İtalya,Japonya ve  onların  yanında  yer  alan devletler  ile savaşı kaybeden  Almanya   arasında   imzalandı.   Antlaşma,   kapitalist  dünyanın  muzaffer  devletlerin  yararına  yeniden bölü­şülmesini  onaylıyor  ve  Almanya'nın  ağır  savaş  tazminat­ları ödemesini öngörüyordu

Çünkü  bu antlaşma ile artık kuşaklar  boyu  bağımlı kı­lınmışlar ve hiç bir uygar halkın tanımadığı şartlar al­tında yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Bu savaştan sonra dünyanın görüntüsü  şudur:  bugün  1  milyar  25 milyon insan sömürge tahakkümünün, insanlık dışı bir kapitalizmin sömürüsünün boyunduruğu  altındadır; barışı sevmekle övünen bu kapitalizm, dünya henüz paylaşılmamışken, tekellerin tahakkümü henüz yokken, kapitalizm çok büyük askeri çarpışmalar doğurmadan  nispeten   barışçıl  bir  biçimde gelişebilirken, yani  elli yıl  önce barışı sevmekle övünebilirdi. 

Bugün bu " barışçıl " dönemden sonra  tahakkü­mün korkunç boyutlara eriştiğini, eskiye göre çok da ha  sert  bir  sömürge  baskısının   ve  askeri   baskının varlığını görüyoruz. Versay antlaşması Almanya'yı ve savaştan yenilmiş olarak çıkan bir çok devleti eko­nomik  yaşantılarını maddeten imkansız  kılan  şartlar içine  düşürmüş,  onları her türlü  haktan  yoksun  etmiş ve küçük düşürmüştür.

Bu durumdan ya rarlanan ülkelerin sayısı nedir acaba? Bu soruya cevap verebilmek için önce A.B.D.' nin  nüfusunun  100  milyonu  geç ediğini hatırlamak gerek; 'bu ülke savaşta her şeyi  kazanmış ve  en borçlu ülke durumundan  herkes in borçlu olduğu  ülke  du­rumuna gelmiştir. Japonyanın nüfusu ise  50 milyon­ dur; bu ülke Avrupa-Amerika  çatışması dışında  kala­rak ve Asya kıtasının büyük bir kısmını ele geçirerek çok kazançlı çıkmıştır. İngiltere'nin nüfusu ise 50 mil­yondur; bu  iki  ülkeden sonra  en  kazançlı çıkan  ülke odur. Savaş  sırasında zengin leşen tarafsız Devletlerin  az olan  nüfusunu  da  eklersek yaklaşık 250 milyon elde ederiz. 

Böylece emperyalist  savaştan  sonra   dünyanın görünümü genel  çizgileri  ile budur. Tahakküm  altın­ dakı sömürgelerde, İran, Türkiye, Çin  gibi  parçalanmış ülkelerde ve sömürge durumuna düşmüş yenik ülkelerde bir milyar iki  yüz  elli  milyon  insan vardır.  Eski  durumlarını  koruyabilmiş olmalarına  rağmen ba­zı ülkeler, aşağı- yukarı 250 milyon insan, Amerikaya ekonomik olarak bağımlı ,duruma düşmüş ve tüm sa­vaş süresinde onun askeri  denetimi  altına  girmişler­ dir. Çünkü savaş tüm dünyaya yayılmış ve somutta hiç  bir   ülkenin  tarafsız  'kalmasına izin  vermemiştir. Dünyan ın paylaşılmasından kaymak tabakanın, ya ni kapitalistlerin yararlandığı  ülkelerde  en  fazla  250  mil­ yon insan yaşamaktadır.  Böylece dünya  nüfusunu teşkil eden bir milyar yedi yüz  elli  milyon  nüfusu  eldeederiz. Dünyanın bu görünümünü özellikle hatır­latmak istedim, çünkü başkan arkadaşın sözünü  ettiği, devrime götüren kapitalizmin, emperyalizmin tüm temel çelişkileri ve ll. Enternasyonale karşı amansız mücadel eyi doğuran işçi hareketinin tüm temel çe­lişkileri· dünya nü fusunun paylaşımına bağlıdır.

Şüph esiz  bu   rakamlar  dünyanın  ekonomik  duru­mu hakkında  genel  bir fikir vermektedir. Ve doğal olarak, yoldaşlar,dünya nufusunun bu paylaşımı sa­yesinde finans-kapitalin  ve  kapitalist tekellerin  sömürü olanağı çok büyük boyutlara  ulaşmıştır.

Bağımlılık durumuna  düşen sadece sömürge ve yenik ülkeler, değildir. Savaştan zaferle çıkmış ülkelerin içinde bile daha  keskin  çelişkiler  doğmuştur; tüm  'kapitalist  çelişkiler ağırlaşmıştır.  Bir kaç örnek­le onları kısaca   göstereceğim. 

Devlet borçlarına bakalım: 1914 ve 1920 arasın­ da  başlıca Avrupa Devletlerinin borcu en az artmıştır.   Size  önemi   büyüyen bir   ekonomik kaynaktan söz edeceğim: bir ingiliz diplamatı olan, Barışın ekonomik sonuçları adlı kitabın yazarı ve hükümeti tarafından  Versoy  barış  görüşmelerine  katılmak  üze­re görevlendirilen Keynes sorunu bütünüyle burjuva açıdan adım adım yerinde izlemiş, ayrıntılarıyla in­celemiş,  ve  iktisatçı  niteliğiyle  konferanslara katılmıştır. Keynes'in vardığı sonuçlar komünist bir dev rimcinin varabileceği sonuçlardan çok daha keskin , somut ve öğreticidir. Çünkü bu sonuçlar ge rçek bir burjuvanın, bolşevizmin amansız bir düşma nının so­nuçlarıdır;  Keynes'in,  küçük burjuva bir  ingiliz ola­rak bolşevizm hakkındaki düşüncesi korkunç, hayvani  ve  saldırgandır.  Keynes,  Versay antlaşması ile Avrupa' nın ve dünyanın çöküntüye doğru gittiği so­nucuna varmıştır. istifa etmiştir; kitabını hükümetin yüzüne çarpmış ve şöyle demiştir: "Bir çılgınlık ya­pıyorsunuz".  

Özetle    kitabındaki .  bu,   rakamları    şöyle sıralıyabiliriz:
Önemli  güçler a rasında  oluşan borçlu   alacaklı ilişkileri nedir? ingiliz lirasını altın rubleye çeviriyo­rum   ve  bir  ingiliz  lirası  eşittir   10  altın   ruble   üzerinden hesaplıyorum. Verdiği sonuç şudur: AB.D.'nin alacağı  19  milyardır;  hic borcu  yoktur.  

Savaşa  kadar A.B.D. ingiltere'ye borçlu durumda idi.  14 Nisan 1 920 tarihinde, Alman Komünist Partisinin son  kongresin­ de Levi yoldaşın,  raporu nda  haklı  olarak  söylediği gibi, dünyada bağımsız sadece iki güç kalmıştı: biri ingiltere diğeri de Amerika ... Mali  açıdan gerçekten bağımsız kalan  bir  tek  A.B.D.  vardır.  Savaştan  önce borçlu idi, şimdi ise alacaklı  durumda.  Dünyanın di­ ğer bütün güçleri borçlu  durumda.İngil tere'nin  bu­ gün kü durumu şudur: Alacak  17  milyar,  borç 8  mil­yar, demek ki yarı yarıya borçlu durumda. Ayrıca alacakları arasında Rusyanın 6  milyarı bulunmaktadır.  Savaş  sırasında  Rusya nın almış   olduğu  askeri malzemeler ingiltereye olan borçlardandı.  Bir  süre ön­ce, Sovyetler hükümetin in temsilcisi olarak Krassine, mali aninşmalar kon usunu Ll oyd George'la görüştü­ ğü zaman ingiliz Hükümetinin teknisyenlerine, poli­tikacılarına ve, yöneticilerine borçların ödenmesini bekledikleri takdirde yanılacaklarını söylemiştir. İn­giliz diplamatı   Keynes  bunu   onlara   önceden söyle­ mişti.

Rus devrimci hükümetinin bu borçları ödemesi söz konusu bile değildir. Hiç bir hükümet bu borçla­rı ödemeyi düşünemez, çünkü bu borçlar şimdiye ka­dar  yirmi  kez  ödenmiş  tefeci   faizlerini   teşkil etmek­ tedir; ve rus devrimci hareketine !hiç bir sempati bes­lemeyen  burjuva  Keynes  bile  bunu   söylemektedir: 

"Bu borçların hesaba !katı lamıyacağı açıktır"

Fransa  konusunda  Keynes  şu  rakamları  vermek­ tedir: Alacağı üç buçuk  milyar, borcu  ise on  buçuk milyar.  Fransızların kendilerinin bile dünyanın tefeci­si dedikleri Fransa " tasarrufu" dev ölçülere vardığı; sömürge ve mali yağması ona korkunç bir sermaye sağladığı için, özellikle Rusyaya milyonlarca borç al ma olanağı sağlıyordu. Bu borçlar Fransa 'ya korkunç gelirler sağlıyordu. Bütün bunlara ve zafere rağmen Fransa   bugün  borçl u  durumda. 

Komünist bir yoldaş  olan  Braun'un  sözünü etti­ği ve yaza n ameri·ka lı bir bu rjuva olan Savaş borç larını kim ödemeli? adlı  kitapta-Leipzig 1920- borçlar ve ulusal zenginlik arasındaki ilişkileri şu şekilde tanımlamaktadır: ingiltere ve Fransa gibi savaştan zaferle çıkmış olan ülkelerde borçlar ulusal zengin liğin yüzde ellisini oluşturuyor. italya'da bu % 60 ile 70 arasındadır;  Rusya'da ise bu  %  90'a çıkmak­ tadır, ama bildiğiniz gibi bu  borçlar bizi  hiç tedirgin etmemektedir, çünkü Keynes'in kitabı  çıkmadan  biraz önce olağanüstü tavsiyesini dinlemiştik: tüm borçlarımızı  feshetmiştik. (Uzun alkışlar). 

Keynes  bir  kez  daha  burada  garip  dar görüşlülüğünü  ortaya  'koyuyor:  borçları  ödememeyi  sa lık  verirken,  Fransanın  pek  tabii  bu işten  karlı  çıkacağı, ve tabii ingilterenin de fazla  bir  şey  kaybetm iyececeğini  ileri  sürüyordu,  çünkü  zaten  Rusya 'dan  hiç  bir şey elde edilemiyecekti; Amerikanın ise bu işten epey kaybedeceği ni ileri sürerken Keynes gene de ameri­kan "cömertliğine" güveniyor!  Bu  konuda  Keynes'in ve diğer küçük-burjuva pasifistlerinin düşüncelerini paylaşmıyoruz.

Borçların iptalini elde etmek için başka bir şey bulmaları ve kapitalist Bayların «cömertliğine güvenmekten  başka  bir  yol   bulmaları  gerekecek.

Bu   bir  kaç  rakam  emperyalist  savaştan zaferle çıkan ülkelerin bile çekilmez bir durumda oldukları nı gösteriyor. Bu durumu kanıtlayan bir başka  şey de ücretlerle  fiat  artışları  arasındaki  çok  büyük  farktır. Bu  yılın   8 martında ,   büyüyen   ihtilale  'karşı  tüm dün­ yanın burjuva düzenini korumakla yükümlü Yüksek Ekonomik Konsey denilen kurum; düzene, çalışmağa, tasarrufa bir çağrı ile  biten  bir  karar  kabul  etmiştir, tabii  ki  işçilerin  sermayeye  köle kalmaları  koşulu  ile. Müttefiklerin örgütü, tüm dünya kapitalistlerinin  ör­gütü olan bu Yüksek Ekonomik Konsey şu bilançoyu hazırlamıştır :

A .B. D.'de, gıda maddelerinin fiatı yüzde 120 artarken  ücretler  sadece  yüzde  yüz  artmıştır.  ingil tere'de  gıda  maddeleri  yüzde  170  ücretler  ise yüzde 130 artmıştır. Fransa'da gıda maddeleri yüzde 300 ücretler  ise  yüzde  200  artmıştır.  Japonya da  fiatlar  yüzde 130,  ücretler  ise yüzde  60  artmıştır.  burada yoldaş Braun'un  broşüründe verdiği rakamlarla 10 Mart 1 920 Times   gazetesinde  çıkan  Yüksek  Ekonomik  Konseyin rakamlarını karşılaştı rıyorum.

Böyle bir  durumda işçi lerin hoşnutsuzluğunun artması, devrimci düşüne ve özlemlerinin belirgin­leşmesi, kitle grevlerinin  kendiliğinden büyümesi ka çınılmazdır. 

İşçilerin  durumu  artık  dayanılmaz  bir  hale geldi. Işçiler kendi derevleri ile kapitalistlerin savaşta  ne  korkunç  servet  yaptıklarını anlamakta , bu savaşın yükünü ve borçlarını onların omuzlarına na­  sıl attıkları nı görmektedirler. Son zamanlarda gelen bir haber Amerikanın, 500  komünisti daha geri yollamak ve bu «tehlikeli ajitatörlerden» kurtulmak istediğini bildiriyordu. 

Amerika, bize, değil 500, 500 000 rus, amerikalı, japon,  fransız  "ajitatör"  yollasa  da  fiatlarla  ücretler arasındaki  farkı  önleyemiyecektir.  Hiç  bir  şey  yapa­mazlar  çünkü onlarda  özel  mül kiyete  son  derece  büyük  bir  saygı  vardır,  mülkiyet "kutsal" dır.  Unutmamak gerek,  sömürücülerin özel  mülkiyetine  yalnızca Rusyada  son  verilmiştir. kapitalistler fiat  ve ücret a rasındaki  fark için bir isey yapamazlar, işçiler  ise eski ücretlerle yaşayamazlar. Bu felaket karşısında, eski  hiç  bir  yöntem,  hiç bir  grev,  hiç  bir  parlementer mücadele, hiç bir oy bir şey yapamaz, çünki "mülküyet ·kutsal"dır. Ve kapitalistler öylesine borçlan­mışlardır ki , tüm dün ya bir avuç i nsanın boyunduru" ğu altına girmiştir; bu arada işçilerin yaşama koşulları  gittikçe ağırlaşmaktadır.  Sömürücülerin   «özelmülkiyeti» ne son vermekten başka çıkar yolu yoktur. 

Şubat  1920'de   Dışişleri   ile  ilgili  Halk  Komiseırli­ğinin Gazetesinde değerli parçaları yayınlanmış olan Lepinski  yoldaşın  ingiltere  ve Dünya  ihtilali  adlı bro­şüründe şöyle denmektedir;
ihracatta kömür fiyatları resmi  çevrelerde  umulan  fiatların  iki   misli   olmuş­tur.

Laricashire bölgesinde hisse senetlerinin yüzde 400 a rttığ ını görüyoruz. Bankaların asgari korla n yüzde 40 ile 50 arasın adır, ta bii ·kôrı n hesa p ed il­ mes i ne gel i n ce bankacılar aslan payını prim, masraf göstererek gizlemesini bil iyorlar. Burada da tartışıl­ maz ekonomik olg u l ar bir avuç insanın zenginliğin in korkunç a rtışı nı, ·inanılmaz bir lü ksün her türlü sının a ştığ ını, gösterirken işçi sınıfının sefa leti a rtma kta­ dı r. Yukmda sözü edilen raporda Levi yol d aşı n özel­ li kle ça rpıcı bir b i çi m de gösterd iği bir duru ma değ i n­ mek gerek: parcının değerinin değişmesi. Borçlar, kağıt para emisyonu, v.s. den dolayı para her yerde de­ ğerini kaybetm iştir. Daha ünce sözünü ettiğ i m aynı burj uva ·kaynağ ında, yani Yü ksek Ekonom i k Konse­ yin 8 Ma rt 1920 açı:kl amasında ingiltere'de paranın dolara göre düşüşünün üçte biri oranında olduğunu yazmaktadır; Fransa'da ve italya'da bu o ranın üçte iki olduğu; Alma nya 'da ise yüzde 96'ya vardığını yazmaktadır.

Bu olgu dünya kapital ist ekonomisi nin «meka­ nizmas ını m> tamamen bozulduğunu gösterm ekted ir.

Kapitalist sistemde ham maddelerin elde edilm esine ve mamül malların satışına bağlı olan ticari iliş kiler artık devam edemez durumda; devam edememe l eri­ r;ıin n eden i ise paran ın >değ eri n i n düşm esin den bir sürü ülkenin tek bir ül keye bağımlı du ruma düşme­ lerindendiL Zengin ül kel erin hiç biri ürünl eı-ini satamadığı ve ham madde ala madığı için ticaret yapamamaktadır.

Ve böylece herkes in bağımlı olduğu en zeng in ül ke Ameri·ka bile ne satın alabilmektedir ne de so ta bilm ekted ir. Versay görüşmelerinin her ya nını bilen şu Keynes , kapital izmi savunmada son derece ·karar­lı olmasına ve bolşevizme karşı duyduğu nefrete rağmen bu olanaksızliğı kabul etmek zorunda . Arada şunu da söyliyelim ki bir komünist ya da genel anlamda bir devrimci manifesto, hiç bir zaman Keynes'­ in eylemdeki Wilson'u ve "Wilsonculuğu" tasvir eder­ kenki gücüne erişemez. Wilson, Keynes tipi küçük­ burjuva ve pasifistlerin, ve ll. Enternasyonalin -hatta iki buçu'kuncu Enternasyonalin- (15) kahramanlarının ilahı olmuştur; onlar Wilsonun "14 noktasını" yüceltmişler, Wilsoncu politi'kanın « kökenleri üzeri­ ne «bilgiççe kitaplar yazmışlar ve Wilsonun "sosyal barışı " koruyacağını, sömürücülerle sömürülenleri barıştıracağını ve sosyal reformları gerçekleştireceğini ümit etmişlerdi. Keynes, Wilsonun nasıl oyuna geldiğini ve düşlerinin , Clemanceau ve Lloyd 'George tarafından temsil edi len sermayenin somut merkantil ve tüccar politikasıyla ilk karşıl aştığında nasıl yok ,olduklarını gayet iyi göstermiştir.İşçi kitleleri yaşa­dıkları deneylerle. Wilson politikasının dinsel bir dar kafalılığa, küçük- burjuva demagojisine ve sınıf mü­cadelesinin ta mamiyle inkarına dayandığını görmektedirler, bilgiç ukalalar ise sadece Keynes'in kitabını okuyarak bunu görebilirler.

Bütün bunlardan temel iki koşul, iki veri doğal ve kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Bir yandan kitlelerin sefaleti . mahvı korkunç bir süratle a rtmış tır, bu da bir milyar iki yüz elli milyon insanı yani dünya nufusunun yüzde 70' ini teşkil etme kted ir. Bunlar da söm ürge, bağımlı ülkelerdir, halkları her türlü hu kuktan yoksundur ve finans zorbalarının " mandası " altındadırlar. Ayrıca yenilmiş ülkelerin köleliği ve Rus­ya ile ilgili gizli antlaşmaların varlığı Versay antlaşma­ sı tarafı ndan kabul edilmiştir; tabii ki bu antlaşmalar bizim için milyarla rca borçlu olduğumuzu yazan kağit parça ları kadar değerlidir. Bugün 'd nya tarihine ilk kez bir milyar iki yüz el li milyon insanın "yagması", köleliği, bağımlılığı, sefaleti ve açlığı ·hukukibir ant­laşma ile 'kabul edilmektedir.

Diğer yandan her alacaklı ülkede işçilerin durumu dayanılmaz bir hal almıştır. Savaş, tüm kapitalist çelişkileri ağırlaştırmıştır. ve devamlı büyüyen bu devrimci kaynamanın esas kaynağı olmuştur; çünkü savaş sırasında insanlar askeri disiplinin rejimi altında ya ölüme yollanıyorlardı ya da askeri adaletin hemen uygulanacak cezasının tehdidi altında idiler. Savaşın empoze ettiği koşullar ekonomik gerçeğin görünmesini engelliyordu. Yazarlar; şairler, din adamları  ve tüm basın savaşı övüyordu. 


Brest-Litovsk Barışı ile Alman emperyalizminin maskesi düşmüştür. Versay Barışı'nın da maskesi düşmüş, emperyalizmin zaferi olacakken onun yenilgisi olmuştur. Diğer örneklerin de gösterdiği gibi, Keynes'in örneği, yüzbinlerce küçük burjuvanın, entellektüelin yada Avrupa'nın ve Amerika'nın az çok uygar ve kültürlü insanlarının onun takip ettiği yoldan nasıl gittiklerini göstermektedir, bu Keynes ki istifa etmiş ve kendi maskesini düşüren kitabı hükümetinin yüzüne atmıştır.

"Özgürlük için savaş" konuşmalarının, vs.lerin sadece yalandan ibaret olduğunu ve bu kesim insan mahvolmuş ve köle durumuna düşmüşken, çok küçük bir azınlığın zenginleşmesi anlamına geldiğini anlayacakları zaman binlerce ve yüzbinlerce insanın bilincinde varolan ve var olacakları göstermiştir Keynes. Evet burjuva Keynes "kendi yaşamlarını sağlayabilmek ve İngiliz ekonomisini kurtarabilmek için, İngilizlerin, Rusya ile Almanya arasında serbest ticari ilişkilerinin tekrar başlamasının gerektiği"ni söylemektedir. Ama bunu nasıl elde edebilir?

Önerdiği gibi tüm borçları iptal ederek! Bu fikir sadece bilgili iktisatçı Keynes'e ait değildir. Milyonlarca in.san böyle düşünmektedir ve böyle düşüneceklerdir. Milyonlarca insan, burjuva iktisatçılarının ağzından, borçların iptalinden başka bir yol olmadığım ve bundan dolayı -onları iptal etmiş olan- "bolşevilı.lere lanet olsun", A.B.D.'nin "cömertliğine seslenelim" dediklerini duymaktadırlar. Komünist Enternasyonalin Kongresi adına, Bolşevizm lehine ajitasyon yapan bu iktisatçılara bir teşekkür mektubu yollanmasının doğru olacağı kanısındayım.

Bir yandan kitlelerin ekonomik durumu çekilmez bir hale geldiyse; diğer yandan, Keynes tarafından ortaya konulan anlaşmazlık azınlıkta olan güçlü ülkeler arasında başlıyor ve büyüyorsa dünya devriminin iki şartının olgunlaşması ile karşı karşıyayız.

Şimdi gözlerimizin önünde dünyanın daha tam ve bütün bir tablosu var. Artık bugün, çekilmez yaşam koşullarının içine itilmiş bir milyar 250 milyon insanın bir avuç zengine olan bağımlılığının ne olduğunu biliyoruz. Diğer yandan, halklara, savaşlara son vereceğini ve hiç kimsenin barışı bozmasınaa izin vermeyeceğini ilan eden Milletler Cemiyeti, dünyanın emekçileri için son ümir olan bu pakt yürürlüğe girdiği zaman, bizim için en büyük zafer oldu. Çünkü yürürlüğe girmeden önce şöyle denilebilirdi: Almanya gibi bir ülkeye özel şartlar uygulamamak olanaksızdır, göreceksiniz bir antlaşma olunca herşey yoluna girecektir. Fakat bu antlaşma .yayınlandığı zaman Bolşevizm'in en keskin düşmanları bu düşünceyi reddetmek zorunda kaldılar! Pakt yürürlüğe girer girmez, en zengin ülkelerin küçük bir grubu, bu "şişmanlar dörtlüsü", -Clemenceau, Lloyd George, Orlando ve Wilson- yeni ilişkileri düzenlemekle görevlendirildiler. Paktın mekanizması çalışmaya başladığı zaman, genel felaket de başladı!

Rusya'ya karşı yürütülen savaşlarda bunu gördük. Zayıf, tükenmiş, mahvolmuş ve en geri ülke olan Rusya, tüm ülkelere karşı ve dünyaya hükmeden zengin, güçlü devletlerin ittifakına karşı mücadele etmektedir ve bu mücadeleden zaferle çıkmaktadır. Onlara karşı eşit kuvvetlerle mücadele edemiyorduk, ama gene de zaferi elde ettik. Neden? Çünkü aralarında birlik diye bir şey yoktu ve her ülke diğer bir ülkenin aleyhine davranıyordu . Fransa, Rusya'nın ona olan borçlarını ödemesini ve Almanya'ya karşı büyük bir güç olmasını istiyordu; İngiltere Rusya'nın paylaşımını istiyor, Baku petrollerine el koymaya ve Rusya'ya komşu olan ülkelerle antlaşmalar imzalamaya çalışıyordu. İngiliz resmi belgelerinde, Aralık 1919'da, Moskova'yı ve Petrograd'ı almayı vaadeden bütün devletlerin -14 tane- isimlerini titiz bir şekilde sıralayan bir kitap vardır. İngiltere, politikalarını onlara dayandın yor ve milyonlarca borç veriyordu. Bugün bütün bu hesaplar boşa çıkmış ve tüm verilen borçlar kaybedilmiştir.

Milletler Cemiyeti'nin yaratmış olduğu durum budur. Bu paktın varlığı hergün Bolşevizm lehine çok iyi bir ajitasyon teşkil etmektedir.

Çünkü kapitalist "düzenin" en güçlü taraftarlarının her sorunda nasıl birbirlerine girdiklerini göstermektedir. Türkiye'nin, İran'ın Mezopotamya'nın, Çin'in paylaşımı, Japonya, İngiltere, Amerika ve Fransa'nın arasında şiddetli kavgalara yol açıyor. Bu ülkelerin burjuva basını, ağızlarından lokmayı alan "meslektaş"lanna karşı en şiddetli saldırılarla doludur. Bu bir avuç en zengin ülke arasında var olan tam bir anlaşmazlığın tanıklarıyız. Bir milyar iki yüz elli milyon insanın, yani dünya nüfusunun yüzde 70'inin, "ileri" ve uygar kapitalizmin onlara empoze etmek istediği esaret koşullan altında yaşaması olanaksızdır.

Bir avuç çok zengin devlet -İngiltere, Amerika ve Japonya (ki Japonya Doğu ve Asya ülkelerini yağma etmiştir, ama başka bir ülkenin yardımı olmadan hiç bir mali ve ekonomik bağımsızlığı olamaz)- bu iki üç ülke iktisadi ilişkilerini düzenleyecek durumda değiller ve bütün politikaları Milletler Cemiyeti'nde ortak ve partnerlerinin politikasinı iflas ettirmektir. Dünya çapında krizin doğması da bundandır. Krizin bu ekonomik nedenleri Komünist Entemasyonal'in parlak zaferler kazanmasının temel nedenidir.

Yoldaşlar, şimdi devrimci eylemimizin temeli olan, devrimci kriz sorununu ele alalım. Burada herşeyden önce yaygın iki hatadan söz etmek gerek. Bir yandan, burjuva iktisatçıları için, İngilizlerin kibar deyimiyle, bu kriz sadece "geçici bir rahatsızlık"tı. Diğer yandan, bazı devrimciler bu krizin tamamen bir çıkmaz içinde olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar.

Bu bir hatadır. Çıkar yolu olmayan durumlar yoktur. Burjuvazi aklını kaybetmiş bir haydut gibi davranmaktadır; hata üstüne hata yaparak durumu ağırlaştırıp kendi yok oluşunu hızlandırmaktadır. Bu bir gerçektir; küçük tavizler sayesinde sömürülenlerin bir kısmının hareketini ya da ayaklanmasım bastırabilme, onları uyutabilme şansının hiç olmadığını "ispatlamak" mümkün değildir. Önceden "mutlak" olanaksızlığını "ispat" etmeye çalışmak bilgiçlik, gevezelik ya da kelime oyunu yapmak olur. Bu soruda ya da buna benzer sorularda, sadece pratik, gerçek ispatı verebilir. Burjuva rejimi bütün dünyada derin bir devrimci kriz geçirmektedir. Şimdi ise, devrimci partilerin, pratiği ile bu krizi devrimin zaferinin yararına kullanabilmek için yeteri kadar bilinçli ve örgütlü, sömürülen kitlelerle bağları olduğunu, karar alabilme yeteneğinde olduklarını ve neyi nasıl yapacaklarını bildiklerini "ispatlamaları" gerekir.

Her şeyden önce bunu "ispatlamak" üzere hazırlanmak için Üçüncü Enternasyonal'in kongresinde toplanmış bulunuyoruz. 

Üçüncü Enternasyonal'e girmek isteyen partiler arasında oportünizmin hala ne kadar çok yaygın olduğunu göstermek için ve devrimci krizi iyi kullanabilmek için devrimci sınıfı hazırlamaktan çok uzak olan bazı partilerin çalışmalarının var olduğunu göstermek için, İngiltere 'nin "Bağımsız İşçi Partisi"nin şefi Ramsay MacDonald'ı örnek olarak almak isterim. Bugün bizi ilgilendiren temel sorunları işleyen Parlamento ve Devrim adlı kitabında, MacDonald durumu burjuva pasifistlerinin görüşüyle ele almaktadır. Devrimci bir krizin var olduğunu, devrimci düşüncenin yükseldiğini, işçi kitlelerinin sovyetler iktidarına ve proletarya diktatörlüğline -dikkatinizi çekerim İngiltere' den söz ediyor- yakınlık gösterdiklerini, ve proletarya diktatörlüğünün İngiliz burjuvazisinin bugünkü diktatörlüğünden daha iyi olduğunu kabul etmektedir.

Ama buna rağmen gerçek bir pasifist, bir burjuva uzlaştırıcısı, sınıflarüstü hükümet düşleyen bir küçük burjuvadır. Bütün yalancılar, safsatacılar ve bilgiçler gibi sınıf mücadelesini "betimsel bir olgu" olarak kabul etmektedir. "Demokratik" ve sözde sınıflarüstü hükümetin kuruluşu ile ilgili olarak Kerenski, Rusya'da menşevik ve sosyalistdevrimcilerin deneyinden ve ona benzer Macaristan ve Almanya deneyinden hiç söz etmemektedir. Bunları söyleyerek, bu burjuvayı bir sosyalist, bu bilgiçi bir önder sanan, partisini ve işçileri uyutmaktadır: "Bütün bunlar -yani devrimci kriz, devrimci heyecan- geçeçektir, düzelecektir". Görüyorsunuz, savaş, krizi kaçınılmaz bir şekilde doğuracaktı, ama savaş sonrası herşey, hemen olmasa bile, "düzelecektir".

Üçüncü Entemasyonal'e üye olmak isteyen bir partinin önderi olan bir adam böyle yazmaktadır. Bu açıklama olağahüstü içtenliğinden dolayı çok kıymetlidir. Bunlara Fransız Sosyalist Partıs'nin yönetici kademelerinde de sık sık rastlanır; bunlar sadece devrimci krizi devrimci yönde kullanma yeteneksizliğini göstermiyor, aynı zamanda"'."reddediyorlar; yani başka bir deyişle partiyi ve sınıfı proletarya diktatörlüğü için gerçek devrimci bir hazırlığa götürmenin yeteneksizliğini ve reddini gösteriyorlar.

• Bugün İkinci Entemasyonal'i terkeden bir çok partinin çektiği sıkıntr budur. Bu nedenle Kongre'ye sunduğum tezlerde, özellikle, proletarya diktatörlüğüne hazırlık görevlerinin en somut, en belirgin tanımı üzerinde ısrar ediyorum.

Bir örnek daha vereyim. Bölşevizm aleyhine yeni bir kitap yayınlanmıştır.

Bu tür kitaplar Avrupa ve Amerika'da çok yayınlanmaktadır, ama bu kitaplar çıktıkça kitlelerin, Bolşevizm'e olan sempatisi büyümekte ve güçlenmektedir.

Otto Bauer'in Bolşevizm ya da Sosyal Demokrasi adlı kitabı sözkonusudur: Rus devriminde utanç verici rolleri bütün ülkelerin işçileri tarafından çok iyi bilinen Menşevizm'in ne olduğunu Almanlar iyi bir şekilde öğrenmektedirler. Otto Bauer Meiışevizm'e olan sempatisini saklamakla birlikte, tam bir menşevik yazı yazmıştır. Bugün Avrupa ve Amerika'da Menşevizm'in ne olduğunu belirli bir şekilde mutlaka yaymak gerekir, çünkü bu isim Bolşevizm'in düşmanı olan.bütün sözde sosyalist, sosyal demokrat akımların kullandıkları isimdir: Ruslar için Menşevizm'in ne olduğunu Avrupa'ya anlatmak çok sıkıcı oluyordu. Kitabında Otto Bauer bunu sağlamıştır. Şimdiden bunu basacak ve çeşitli dillere çevirecek olan burjuva ve oportünist yayıncılara teşekkür ederiz. En azından Bauer'in kitabı, komünizmin el kitaplarını tamamlayıcı bir kitap olarak da olsa yararlıdır. Otto Bauer'in herhangi bir paragrafını, herhangi bir muhakemesini ele alarak; Menşevizm'in ne olduğunu, sosyalizme ihanetle sonuçlanan düşüncelerin kökenlerinin ne olduğunu, Kerenski, Scheidemann, vs.lerin kim olduklarını gösterebilirsiniz.

Bundan komünizmin doğru bir şekilde özümlenip özümlenmediğini anlamak üzere yapılan "sınavlarda" yararlanılabilir. Bu sınavda başarılı olamazsanız henüz iyi bir komünist olmadığınız ortaya çıkar ve bu, partiye girmemenizin daha iyi olacağını gösterir. -Alkışlar- 

Otto Bauer, bir cümlede, dünya oportünizminin kavramlarının özünü kusursuz bir şekilde anlatmıştır. Biz Viyana'da hareket özgürlüğüne sahip olsaydık o hayattayken ona bu cümle için bir heykel dikmeliydik. Modem demokrasilerde sınıf mücadelesinde şiddet kullanmak "kuvvetin sosyal faktörleri üzerinde şiddet kullanmak" olurmuş diyor, hikmetli yazısında Otto Bauer.
Bu cümleyi herhalde garip ve anlamsız buluyorsunuz. İşte Marksizm'i ne hale soktııklarının bir rneği ... En devrimci teoriyi ne bayağıca küçülttüklerini:we_·-sömürücülerin savunmasını  yaptıklarını  görüyorsunuz.

Alman düşüncesinin küçük burjuva bir örneği olan bu teori-ye baktığınızda, "kuvvetin sosyal faktörlerinin" neler olduğu hakkında şu sonuçlara varırsınız: nicelik, örgütlenme derecesi, üretim ve bölüşüm sürecindeki yer, etkinlik, eğitim. Bu teoriye bakılırsa, köydeki ücretli ya da kentteki işçi, toprak sahibine veya kapitaliste karşı devrimci şiddet kullanıyorlarsa, bu hiçbir şekilde proletarya diktatörlüğü olamaz;
bu hiç bir şekilde sömürücüler ve tahakküm edenlere karşı kullanılan şiddet olamaz. Bu, "kuvvetin sosyal faktörlerine karşı şiddet"tir.

Örneğim size mizahi gelebilir ama çağdaş oportünizmin niteliği öylesine bir hal aldı ki, Bolşevizm1le olan mücadelesi nükteli, esprili bir biçime büründü. İşçi sınıfını ve sahip olduğu bütün düşünürleri, Bolşevizm'e karşı, uluslararası Menşevizm 'in mücadelesine sürüklemek (MacDonaldlar, Otto Bauerler vs.) gerek Avrupa ve gerekse ABD için en gerekli, en acil şeydir.

Bu akımların Avrupa'da neden daha ısrarlı olduklarını, ve neden Batı Avrupa4ia bu.9portünizmin  bizde olduğundan daha güçlü olduğunu burada a'faştirmalıyız. Nedeni: ileri ülkeler, kültürlerini bir milyar ezilmiş insanın sırtından yaşayarak kurmuşlardır ve sürdürmektedirler.

Bu ülkelerin kapitalistleri kendi ülkelerindeki işçileri sömürerek elde edebilecekleri kardan çok daha fazlasını yabancı sömürü ile elde etmektedirler.

Savaştan önce, en zengin üç ülkenin, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın, diğer gelirlerini hesaba katmadan sadece sermaye ihracından senede 8.9 milyar Frank geliri olduğu sanılıyordu.

Bu önemli para miktarından en az yarım milyarı, rüşvet için, işçi yönetici ve aristokrasisine sadaka olarak ayırıp dağıtmanın hiç de zor olmadığı anlaşılmaktadır. Her şey bu yozlaşmada yatmaktadır. Bunu yapmanın çeşitli yolları vardır: büyük merkezlerin kültür düzeyini yükselterek, bir sürü eğitim kuruluşu yaratarak, kooperatiflerin, sendikaların yöneticiliğini ve parlamento gruplarını çalışmadan para kazanılan işler haline getirerek. Bütün bunlar tüm kapitalist ülkelerde yapılmaktadır. Bu süper karın milyarları, işçi hareketindeki oportünizmin ekonomik temelini oluşturmaktadır. Böylece Amerika, İngiltere ve Fransa'da, hem oportünist liderlerin, hem de işçi aristokrasisinin çok daha güçlü bir direnişiyle karşı karşıyayız; buralarda komünist harekete karşı daha büyük bir direniş gösterilmektedir. Bu nedenle, Avrupa'nın ve Amerika'nın işçi partilerinin, bu hastalıktan kurtulmaları,
bizden daha zor olacaktır. Üçüncü Enternasyonal' in kuruluşundan bu yana, bu hastalığı tedavi olunda çok önemli ilerlemeler kaydedildiğini biliyoruz, ama henüz tam bir iyileşme sağlamış değiliz: dünya proletaryasının devrimci işçi partilerinin kendi içlerinde bulunan burjuva ve oportünist etkiden kurtulmaları henüz gerçekleşmiş değildir.

Bunun gerçekleşmesinin somut biçimi üzerinde durmayacağım.

Yayınlanmış tezlerimde bu konu ele alınmıştır. Şimdiki görevim, bu olgunun derin ekonomik sebeplerini ortaya çıkarmaktır. Bu hastalık müzminleşmiştir. İyimserlerin ümit ettiklerinden de daha uzun sürüyor iyileşme. Oportünizm, işte baş düşmanımız. İşçi hareketinin üst tabakalarının oportünizmi, proleter olmayan bir burjuva sosyalizmidir. İşçi hareketinin oportünist kanadına mensup militanların burjuvaziyi burjuvalardan daha iyi savundukları kanıtlanmıştır. İşçilerin idaresi onların elinde olmasa, burjuvazi ayakta duramaz. Bunu kanıtlayan sadece Rusya'da Kerenski yönetiminin öyküsü değildir; başında sosyal demokrat bir hükümetle, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, ve burjuva hükümetine karşı olan tutumuyla Albert Thomas da bunu kanıtlamaktadır.

Nihayet İngiltere ve Amerika'nın benzer deneyleriyle de bu gerçek kanıtlanmıştır. Oportünizm baş düşmanımızdır ve onu yenmeliyiz.

Bu kongreden ayrıldığımız zaman, tüm partilerde sonuna dek, bu mücadeleyi vermeye kararlı olmalıyız. Asıl görevimiz budur. Bu görevle kıyasladığımız zaman, komünist hareket içindeki "sol" eğilimin yanlışlarım düzeltme görevi daha kolay olacaktır. Birçok ülkede görülen anti parlamentarizm sadece küçük burjuva kökenli insanların tepkisi değildir; İngiltere, Fransa, İtalya ve tüm ülkelerdeki eski parlamentarizmin doğurduğu, haklı, meşru ve gerekli olan öfkeyle hareket eden proletaryanın bazı ileri gruplarının da savundukları bir çizgidir. 

Komünist Enternasyonal 'in talimatlarını yayarak, yoldaşlara Rus deneyimi ve politik bir proletarya partisinin gerçek rolü hakkında daha fazla ve daha iyi bilgi vermemiz gerekir. İşimiz bu sorunu çözmek ıılacaktır. Proletarya hareketinin yanlışlarına ve yetersizliklerine karşı mücadeleden bin kez daha kolay olacaktır; bu burjuvazi ki, İkinci Entcrnasyonal'in eski partilerine sızmıştır ve tüm çalışmalarını proleter olmayan, burjuva bir yönde etkilemektedir.

Yoldaşlar, sonuç olarak, sorunun bir başka yanı üstünde duracağım.

Başkan yoldaş, bu kongrenin uluslararası kongre adını hakettiğini söyledi. Bence haklıdır, çünkü burada sömürge ve geri kalmış ülkckrin, devrimci hareketinin temsilcilerinin sayısı yüksektir. Bu başlangıç çok büyük değildir, ama önemli olan bir başlangıcın olmasıdır. İleri kapitalist ülkelerin devrimci proleterlerinin, proletaryanın hiç olmadığı ya da çok az olduğu ülkelerin devrimci kitlelerinin, sömürgelerin, doğu ülkelerinin ezilmiş kitlelerinin birliği bu kongrede gerçekleşmektedir.
Bu birliğin sağlamlaşması bizim elimizdedir. Bunu yapacağımızdan eminim. Her ülkenin, sömürülen ve ezilen işçilerinin devrimci saldırısı, küçük burjuva unsurların direnişini ve küçük bir azınlık olan işçi aristokrasisinin etkisini yenerek, bugüne dek tarihin dışında kalmış ve sadece tarihin bir nesnesi olarak kabul edilmiş olan milyonların devrimci saldırısıyla birleşirse, bunun karşısında çaresiz olan dünya emperyalizmi yıkılmaktan kurtulamayacaktır.

Emperyalist savaş devrime yardım etmiştir: burjuvazi, sömürgelerden, geri kalmış ülkelerden koparıp emperyalist savaşa sürüklediği askerleri içinde bulundukları tecrit durumundan kurtarmıştır. İngiliz burjuvazisi Hintli askerlerine, Hint köylüsünün Almanya'ya karşı İngiltere'yi savunması gerektiğini aşılamış; Fransız burjuvazisi, sömürgelerinden getirdiği askerlere, zencilerin, Fransa'yı savunması· gerektiğini aşılamıştır. Onlara silah kullanmayı öğretmiştir. Bu çok gerekli bir bilimdir ve bundan dolayı, tüm Rus işçi ve köylüleriyle, Rusya'nın Kızıl Ordusu adına, burjuvaziye en derin teşekkürlerimizi sunabiliriz. Emperyalist savaş, bağımlı ülkelerin halklarının, bilfiil dünya tarihinin içine girmelerini sağlamıştır. Bugün en önemli görevlerimizden biri, kapitalist olmayan ülkelerde sovyet hareketinin örgütlenmesinin ilk temel taşlarının nasıl koyulacağı üzerine düşünmektir. Oralarda da sovyetler mümkündür; ama işçi sovyetleri değil, köylü ya da emekçi sovyetleri olacaktır.

Bu, muazzam bir çalışmayı gerektirmektedir; bu yolda hatalar kaçınılmaz olacaktır; büyük zorluklarla karşılaşacağız. İkinci Kongre'nin temel görevlerinden biri de, milyonlarca insan içinde bugüne dek örgütsüz yürütülen çalışmanın, bundan sonra, örgütlü, dengeli ve sistemli biçimde yapılmasını sağlayacak pratik temelleri oluşturmak ya da göstermektir.

Komünist Entemasyonal'in Birinci Kongresi'nden aşağı yukarı bir yıl sonra, İkinci Entemasyonal'in üstesinden gelmiş bulunuyoruz. Bugün, sovyet düşüncesi, sadece bunu tanıyan ve anlayan uygar ülkelerin işçileri arasında yayılmakta değildir. Kendilerine sosyalist diyen birçokları, kah sistematikçi olmakla böbürlenen Almanların yaptığı gibi, sovyetik "sistem" yahut sovyet "fikri" üzerine bilgiççe yazılar yazarak, kah "lonca sosyalizmi"nin (ghilde socialism) İngiliz taraftarları gibi yaparak sovyetlerden söz etmektedir. Dünyanın tüm ülkelerinin işçileri bu akhevvellerle dalga geçmektedir. Sovyet "düşünce"si veya sovyetik "sistem" hakkındaki bu düşünceler zaman zaman işçileri de etkilese bile, işçiler bu, ukalaların bütün safsatalarını reddederek sovyetlerin kendilerine sunduğu silaha sarılmaktadırlar. Bugün, sovyetlerin anlamı ve rolü ta Doğu ülkelerinde bile anlaşılmaktadır.

Şimdi bütün Doğu'da, Asya'da ve sömürge halkları arasında sovyet hareketinin temelleri atılmaktadır.

Sömürülenlerin sömürenlere karşı ayaklanması ve kendi sovyetlerini kurmasının gerektiği düşüncesi karmaşık değildir. Yaşadığımız deneyim sayesinde, Rusya'daki iki buçuk yıllık Sovyetler Cumhuriyeti'nin varlığı sayesinde ve Üçüncü Entemasyonal'in Birinci Kongresi 'nden sonra, bu fikir bütün dünyada sömürücüler tarafından ezilen milyonlarca insanın ulaşabileceği bir fikir haline gelmektedir. Bugün uluslararası emperyalistlerden daha zayıf olan Rusya'da eğer oyalamalarla veya bazı uzlaşmaları kabul etmek zorunda kalarak hareket ediyorsak da, bu 1 milyar 250 milyonluk kitlenin çıkarlarını savunduğumuzu da bilmekteyiz.

Hergün biraz daha geçmişe gömülmekle birlikte birçok önyargı, cehalet, bazı engeller bizi hala rahatsız etmektedir; ama biz ne kadar ilerlersek, dünya nüfusunun bu yüzde 70'ini, bu emekçi ve sömürülen kitleyi, fiilen temsil edip savunabilmemiz mümkün oluyor. Gururla bunu söyleyebilmekteyiz: Birinci Kongre sırasında biz sadece propaganda yapıyorduk, tüm dünya proletaryasına sadece temel düşünceleri aktarıyorduk; sadece mücadele çağrısı yükseltiyorduk;
sadece bu yolda yürüyebilecek insanların nerede olduğu11u soruyorduk.

Bugün heryerde ileri bir proletarya vardır. Bazan iyi örgütlenmemiş olsa qa, yeniden örgütlenmeyi isteyen bir proleter ordusu heryerde vardır. Tüm ülkelerdeki yoldaşlar bunları tek bir ordu halinde örgütlemeye yardım ederlerse hiçbir şey eserimizi gerçekleştirmemizi önleyemeyecektir. Eserimiz, evrensel proletarya devrimi ve sovyetlerin evrensel cumhuriyetinin kuruluşudur. (uzun alkışlar)

Pravda No : 162
24 Temmuz 1970
Toplu Eserler C. 31
S. 215-234.
Blogger tarafından desteklenmektedir.