Header Ads

Header ADS

Leon Troçki’nin Almanya ve Japonya’yla İşbirliğinin Kanıtları - Mesele Nedir


2 - Mesele Nedir?

Bu egemen bakış açısı, hem Rusya hem de Rusya dışındaki hakim Sovyet tarihi modelinin ya da paradigmasının kurucu bir unsurudur.

Troçki ve oğlu Sedov, 1936 Moskova Mahkemesi’nde Alman Gestaposu ve 1937 ve 1938 Moskova Mahkemeleri’nde Almanlar ve Japonlarla Leon Troçki'in Almanya ve Japonya'yla İşbirliğinin Kanıtları ile ilişki içinde olmakla suçlanmışlardı. Bu davalar sırasında tanıklık ya­ pan birçok kişi Troçki ve Sedov’un kurdukları işbirliğine dair doğrudan malumat sahibi olduklarını beyan etti. Bu suçlamalar, davaların merkezi­ ne oturdu. Bu makalede bu tanıklıkları inceleyeceğiz.

Sovyet tarihinin Stalin dönemine ilişkin hâkim paradigmanın temel bir özelliği, bu suçlamaların doğru olmadığı yönündeki iddiadır. Nikolay Buharin’in m ahkem ede itiraf ettiği suçları gerçekte de işlediğinin doğ­ rulanması, İnşaca Sovyet tarihinin “Antistalin” paradigması olarak ad­landıracağımız modele ciddi bir darbe vurmuştur. Troçki'in Alman ve Japonlarla kurduğu işbirliğinin doğrulanması, Moskova Mahkemeleri sanıklarının kendilerinin de itiraf ettikleri suçların doğru olduklarına dair hazırda elimizde bulunan kanıtları destekleyecektir.

* * * * *
Elimizde olan kanıtlara göre Troçki gerçek hayatta Alman ve Japonlarla işbirliği yapmıştır. Butespit, Moskova davaları esnasında Troçki ve oğluna karşı yöneltilen suçlamalarla tutarlıdır.

Bu durumun Troçkizm için ne lnrden sonuçları olabileceği konusunda tahminlerde bulunmak bizim işimiz değil. Troçkizm, sahip olduğu siyasi ilkeler bağlamında, bir siyaset adamı olarak Troçki’den aynştırılabildi- ği oranda pek az sonucu olacaktır. Ancak kendilerini Troçki’in bir insan olarak kültleştirilmesi üzerinden temellendiren ve fikirlerini bir siyaset adamı olarak Troçki’den aynştıramayan Troçkizm varyantları için çok daha geniş kapsamlı sonuçlan olabilir.

Troçkizm, daha öncesinde Troçki’in Dewey Komisyonu’na yalan söy­ lediğinin henüz daha 1980’lerde keşfedilmesinin üstesinden geldi. Sven- Eric Holmström ’ün yakın dönem de yayımladığı makalesinin gösterdiği üzere, Troçki'in hem Dewey Komisyonu’na hem de Bulletin o f the Opposition adlı dergide “Hotel Bristol’ vakası konusunda söylediği ya­ lanların, daha önce farkına varılandan çok daha kapsamlı olduğu ortaya çıktı. Holmström’ün araştırmasının Troçki’in takipçilerine herhangi bir etkisi olup olmadığını gözlememiz için biraz daha zaman geçm esi gerekiyor. Yine de her koşulda, olası etkilere dair karar vermek bizlerin değil, onların tercihi olacaktır.

“Kanıt” Kelimesiyle Neyi Kast Ediyoruz?

Bu ifade bizim ilgimizi temel bir soru üzerine odaklıyor: Ne tür kanıtları kabul edeceğiz? Objektif ölçütler sunulmadıkça ve onlara sıkı sıkıya bağ­ lanmadıkça, araştırmacı kendi tarihsel öngörüleri ve tarihsel paradigma­ sı ona neyi aramasını söylüyorsa, büyük ihtimalle onu “bulacaktır”. Bu durumda, kendi yerleşik fikirlerine uygun düşmeyen ne olursa onu ya görm ezden gelecek ya da gerçeğe uymayan bir şekilde yeniden inşa ede­ cektir. Bir araştırmacının kanıl olarak kabul etmeye ve dışlamaya uygun gördüğü şey, genel olarak onun tarihsel paradigmasının bir yansıması­ dır.

“Geçerli kanıt” sorunu, gizli bir komplo suçlaması vakasında çok açık ki daha da büyük bir mesele haline geliyor.

Her türden kanıtla ilgili ciddi sıkıntılar vardır.

Mahkemede ya da mahkeme dışında yapılan itiraflar, mahkemenin ya da devletin gözüne girmek için, “pişmanlık” göstergesi olarak, suçu başka birisine yıkmak için ve/veya işkence ya da işkence tehdidi ya da kişinin ailesine yönelik tehditler ve benzeri birçok farklı sebeple uydu­rulmuş olabilirler.Suç ortaklarının ithamları da zanlı tarafından yapılan itiraflarla aynı tür­ den sıkıntılara gebedir.Belge niteliğinde kanıt Sahte belgeler düzenlenebilir. Bir belgenin orijinal olup olmadığını anlamak için kullanılan mürekkebin kimyasal kompozisyonunu, kâğıdın moleknier yapısını vb. test edecek deslrüklif analiz metotları kullanma izni olan bağımsız bir uzman haricinde, pek muhtemel ki bir devlet, herkesi kandırabilecek türden belgeleri üretm e­ nin teknik imkânlarına sahiptir.

Elbette adı geçen analiz türüne gerçekte hiçbir önemli arşiv belgesi için izin verilmediğinden, usta sahtecilik dai­ma kuvvetli bir araçtır.

Aynı şekilde belgesel kanıtların ortadan kaldırılması da mümkündür. Kus araştırm acılar bize, Hruşçov’un, belki de binlerce sayfalık belgeyi kendi SSCB liderliği esnasında arşivlerden kaldırdığını söylediler.20 Aynı zamanda kimi belgelerin de Harvard Üniversitesi’ndeki "kapalı” Troçki Arşivi’nden kaldırıldığı biliniyor.21 Hiçbir arşivin bu tür bir manipülasyon- dan azade olmasının ya da olabilmesinin mutlak bir garantisi yoktur. Ayrıca casusluk ve komplo anlaşmalarının ilk elden yazılı olması ne de­ rece beklenir bir durumdur? Bir noktada yazılmış olabilecek Her şey ya sıkı bir şekilde gizlenmiş ya da daha ziyade okunur okunmaz ortadan kal­ dırılmıştır. Bu türden bir yazılı kanıtın ortada kalması her işbirlikçi için korkunç bir tehlike arz edecektir. Sovyet tarihinde bu türden bir işbirliği­ nin varlığından -I-avrenti Beria’dan kurtulmak için Prezidyum üyelerinin arasında yapılan işbirliği emin olabiliyoruz; çünkü bu çaba 26 Haziran 1953’te başarıya ulaştı. Fakat bu işbirliğine dair yazılı bir kanıt henüz gün ışığına çıkmış değil ve henüz işbirliğinin tek bir güvenilir hikâyesine dahi sahip değiliz.

Bunlar yalnızca örnekler. Genel olarak nretilemeyecek ya da sahtesi düzenlenemeyecek hiçbir kanıt türü yoktur. Ayrıca tek başına, yalnızca kendi varlığıyla herhangi bir eyleme dair nihai bir ispat niteliğinde olacak hiçbir kanıt türü de yoktur.

Bu makalede, tek bir yorumla uyumluluk gösteren tekil kanıt örnek­ lerinin sayısı ne denli fazla olursa, bu yorumun ya da bu kanıl örnekle­ rinin önceden yapılmış bir kurgu etrafında uyduruldukları ya da yönlen­ dirildiklerine dair bir sonuca varmanın o denli az bir ihtimal taşıyacağını varsayıyorum. Bu durum, özellikle hiçbir zaman kamuya açıklanmaları amaçlanmamış belgeler durum unda geçerlidir. Ayrıca hiçbir infaz süre­ ciyle doğrudan alakası olmayan belgelerden elde edilen kanıtlarla birlik­ te değerlendirildiklerinde, uydurulmuş olma olasılıkları çok daha düşük hale geliyor. Bu, hukuki sistem de “ikinci derece kanıt” olarak adlandırı­ lan meseleye oklukça benzerdir. Ne zaman ki yeteri kadar “ikinci derece kanıt" olur, o zaman bu kanıtlar ortadaki en güçlü kanıtın bizzat kendisi haline gelir.2

 Bunu aşağıda daha detaylı bir şekilde ele alacağız.

“ “İkinci derece kanıtlar, doğrudan kanıtlardan çok daha kuvvetli olabilirler ve çoğunlukla da öyledirler." - Dünya Ticaret Merkezinin bombalanması olayında sanık avukatı ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hizmetleri Ofisinin yöneticisi olan Robert Precht’i şu adresten alıntılıyoruz: <http://wvAv.pub.umich.edu/daily/1997/jun/0604-97/news/news3.html>.

Troçki’in 18 Haziran 1937 tarihli telgrafının da benzeri bir vakayı teşkil ettiğini iddia edebilirim. Rogovin'in de tanıdığı üzere, bu telgraf haklımdaki en dikkate değer şey Stalin’in onun üzerine düştüğü nottur. Ancak Rogovin’in çıkarımları herhangi ikna edici bir mantıktan yoksundur.

Bir tek Troçki’in Almanya ile işbirliği yapmadığına ve masum oldu­ ğuna ikna olmuş birisi, Stalin’in sadece kendi en yakınlarının görebilmesi için kaleme aldığı ve daha farklı bir okuyucu kitlesini asla hedeflemeyen notlarının doğruluğuna Stalin’in kendisinin bile inanmadığını düşünebilir. “Her şey mümkündür” elbette; ancak hangisi daha olasılık dahilindedir? Rogovin bizim, bu hikâyeyi pekâlâ kendilerinin uydurm uş olduğunu bil­ dikleri halde, Stalin, Molotov, Mikoyan ve Jdanov'un kendi aralarında da Troçki’in Almanlarla işbirliği yaptığını varsaydıklarına inanmamızı bek­ liyor. Hiçbir kanıl böyle bir sonucu desteklemiyor.

Eğer bu telgraf üzerindeki notlar, Troçki’e yöneltilen suçlamaların uydurma olmadıklarına en azından Stalin tarafından ya da onun bilgisi altında uydurulmadığına- dair bizi sorgulamaya yönelten yegâne kanıt ol­ salardı, elbette oldukça dikkate değer olurlardı. Stalin, Rusya’da bugün gizli olarak sınıflandırılmış ve/veya ortadan yok edilmiş birçok kanıtı içe­ ren tüm soruşturm a dosyalarını görm üştü. Ancak bu yöne işaret eden çok daha fazla kanıt bulunmaktadır.


İtirafların “Fabrikasyonu”
Böyle tartışmalarda hâkim paradigmanın sorgulanması girişimi, küçüm­seme ve hatta dehşetle karşılanacağından, kanıtların tartışılmasını bu paradigmadan gelmesi beklenen itirazlara cevap verme eyleminden ayırt etm ek zor hale gelir. Bu nedenle aşağıda gözler önüne serdiğimiz kanıt­ lara bu paradigmadan gelecek itirazları çürütecek bir özet sunuyoruz. Detaylar daha sonra gelecek.

Sovyet tarihine dair “meşru görüş" ya da “hâkim paradigma”, Moskova M ahkem eleri’ndeki tüm sanıkların itiraf ettikleri suçlar konusunda aslın­ da m asum olduklarıdır. Ancak, yapılan itirafların nasıl olup da uydurul­ duklarına dair herhangi bir “m eşru görüş” yok.

Üç Moskova Mahkemesi’nin kayıtları da 1930'lardan beri erişime açık.
Sovyet tarihinin hâkim paradigmasına göre, bu kayıtlar gerçeğe uygun değildir ve bu kayıtlarda yer alan sanık itirafları üretilmiş, uydurma şey­ lerdir.

Ancak fabrikasyon kelimesinin hiçbir net anlamı yok. Şimdiye kadar hiç kimse itirafların yanlışlığını gösteren bir kanıt sunmadı ve kim se ni­ hai bir şey söyleyecek noktada değil.

Sanıklara karşı yönlendirilen suç­ lamalar yalnızca “saçma” ilan edildi ve bu durum da da sanıkların kimi araçlarla yalan söylemeye zorlanmış olabilecekleri sonucuna varıldı. “Fabrikasyon” kelimesi, her türden tahrifatı içerecek denli geniş bir a­ lam kümesine sahip. İtirafların yalan olduklarına dair itham, diğer her türden iddia gibi, el­ deki diğer kanıtlar ışığında test edilebilir ve edilmelidir. Kamu davaların­ da bu, elbette sürecin doğal bir parçası olarak yapılır.

Tarihçiler de, itirafların olduğu gibi diğer kanıtların da doğruluğunu saptamak için benzer bir yükümlülüğün altındadırlar. Biz, elinizdeki ma­ kalede bu sorum luluğun altına giriyoruz.

Başlangıçta, sanık itiraflarının ve/veya onlara karşı sunulan diğer kanıtların yalan olduklarına dair kanıt bulmaya hazırdık. Ancak bu durum un tersiyle karşılaştık. Elimizdeki ka nıtlar yalanlamak bir yana, yapılan itirafların ve burada dile getirdiğimiz diğer kanıtların doğruluğunu güçlü bir şekilde onaylıyor.

İşkence Meselesi
Bu makalede, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Troçki’in Almanya ya da Japonya ile işbirliği yaptığını ima eden sanıkların, şu veya bu yolla yanlış ifade vermeye zorlanmış olabilecekleri hipotezini gerçekçi bul­ muyoruz. En önemlisi de işkence ya da işkence tehdidi olduğuna dair suçlamalar. Özel olarak “işkence” hipotezini Zinovyev, Yejov, Uritskiy ve Yakovlev bağlamında tartışıyoruz. Albay Alksnis’in, Tuhaçevskiy mah­ kemesi sanıklarına işkence yapılmadığı hakkınaki beyanını inceliyo­ ruz. Makalenin sonunda da bir bölümü yine işkence konusuna ayırdık. Moskova M
ahkemeleri’ndeki sanıkların işkence görmedikleri ya da ben­ zeri bir şekilde tehdit edilmek suretiyle yanlış ifade vermeye zorlanma­ dıklarına dair elimizde bir hayli kanıt var.

Mahkeme tanıklıklarına dair her yorum, tıpkı kanıt yorumlarında oldu­ğu üzere, yalnızca birer hipotez. “İşkence" bunlardan birisi. Her türden hipotez gibi, bu hipotezin de makul bir açıklayıcı lığının olabilmesi için kanıt gerekir. Bu durumdaysa, böylesi bir kanıt bulunmuyor.

Moskova Mahkem elerinin yaklaşık on sanığı tarafından Sovyet Yüksek M ahkem esine yapılan temyiz taleplerini kanıt olarak sunuyoruz. Her biri suçlu olduğu konusunda ısrar ediyor. Bu belgeler,kaleme alındıkları dö­ nem de dâhil olmak üzere, kamuya açıklanması planlanan belgeler de­ğillerdi.

Radek, Ocak 1937’d eyapılan ikinci Moskova M ahkem esinin önünde, soruşturmacıların kendisinehiçbir şekilde işkence yapmadıklarını, asıl kendisinin soruşturmacılara işkence yaptığını söylüyor.

Buharin, üç ay­ lık sessizliğin ardından kendisini itirafta bulunmaya iten sebebi “suçla­ yıcı deliller” (uliki) olarak açıklıyor. Başka bir yerde Steven Cohen’in, Buhaı in’in işkencegörmediğine dair vardığı sonucu dile getirmiştik. Burada Cohen ’in açıklamasını yinelemeye gerek olmadığını düşünü­ yoruz. Cohen, Buharin konusunda dünya çapındaki tek uzmandır ve Buharin'in işkence görmediği gerçeğini teslim ederken doğruyu söyle­ diği konusunda ısrar etmeye devam ediyor.

2005 yılının başlarında, NKVD’de Nikolay Yejov’a yardımcı komutan­ lık görevini yapmış Mihail Frinovskiy’nı itirafları yayımlandı.23 Bu ya­ yında, Frinovskiy, Yejov ve onunla hareket eden diğer komplocuların ki buna kendisi de dâhil, başka birçok kişiye işkence yaptıklarını ve bu kişiler hakkında sahte suçlamalarda bulunduklarını itiraf ediyor. Ancak Frinovskiy, Mart 1938’deki “Sağcı veTroçkisl Blok” ve “Buharin” davala­ rında bu yöntemi uygulamadıklarını açık bir şekilde söylüyor.

Aynı itirafta, Frinovskiy yine açık bir şekilde Buharin ve geri kalan her­ kesin suçlu olduğunu ve ayrıca kendisinin ve Yejov’un, bu Sağcı tertibin parçası olduklarını beyan ediyor. Yine Buharin'in, Yejov’un bu tertibe müdahil olduğunu bildiğini, mahkem ede bu konuda sustuğunu ve bu sır­rı ölümüne kadar kendisine sakladığını da söylüyor.

Frinovskiy şöyle diyor:

Rıkov, Buharin, Krestinskiy, Yagoda ve diğerlerinin mahkeme­ sinin hazırlanması. Genel olarak soruşturmalarda aktif bir katı­ lımcı olan Yejov, bu mahkemelerin hazırlık sürecinden kendini muaf tuttu. Mahkemeden önce, yüzleştirmeler, soruşturmalar ve kanıtların titiz bir şekilde tasnif edilmesi aşamaları gerçekleştiril­ di. Yejov bu süreçlerde yer almadı. Yagoda ile uzun bir müddet konuştu ve bu konuşmanın özü, esasında, Yagoda'ya, kendisinin kurşuna dizilmeyeceğine dair teminat vermekti. Yejov birçok defa Buharin ve Rıkov’la görüştü. Her ikisini de ra­ hatlatmak amacıyla onlara, hiçbir koşulda kurşuna dizilmeyecek- lerinnı teminatım verdi. Yejov, Bulanov’la tek bir görüşme yaptı ve bu görüşme, soruşturmacının ve benim huzurumda başladı. Ancak kendisi görüşmeyi sonlandırmadan önce, bizim onları yal­ nız bırakmamızı istedi.
Bu noktada Bulanov, Yejov'un zehirlenmesi hakkında konuşmaya başladı. Yejov, görüşmenin içeriğini söylemedi. Bize tekrar girebi­leceğimizi söylediğinde şöyle dedi: “Duruşmada düzgün davran; kurşuna dizilmemeni talep edeceğim." Davanın ardından Yejov, Bulanov hakkındaki üzüntüsünü hep dile getirdi. İnfazlar esnasın­ da Yejov önce Bulanov’un kurşuna dizilmesini önerdi ve kendisi infazın gerçekleştirildiği binaya girmedi. Burada Yejov, şüphesiz ki kamuya açık duruşmaya giden Sağ liderleri ile ,olan bağlarını gizleme ihtiyacı üzerinden hareket etti . [Vurgu eklenmiştir-GF]

Frinovskiy, işkenceyi ya da masum insanlara karşı yöneltilen sahte suçlamaları hiçbir şekilde reddetmiyor. Daha ziyade, Yejov’un “Buharin” davası sanıklarıyla başa çıkma şekliyle, diğer davalardaki birçok masum kurbana davranma biçimini karşılaştırıyor. Yani bu kişilere, Yejov'un NKVD’deki adamlarının yazdığı itirafları imzalamaları için nasıl da yine Yejov’un “kemik kırıcıları” tarafından işkence yapıldığı meselesini dile getiriyor. Oysa Yejov “Buharin” davasındaki sanıklara karşı işkence kul­lanmadı.

Özetleyecek olursak: Frinovskiy işkencenin yaygın bir şekilde kulla nıldığını kabul ediyor: ancak özellikle 1938 Mahkemesi sanıklarının bu uygulamanın dışında bırakıldıklarını ve yine özellikle Buharin'in gerçek­ te suçlu olduğunu itiraf ediyor. Frinovskiy’in, Buharin ve diğerlerinin işlediği suçu doğrulaması, Buharin’le ilgili elimizdeki tüm kanıtlarla örtüşüyor.

2006’da yayımlanmadan önce, Frinovskiy’in itirafları tarihçiler ve hatta bizzat Sovyet Yüksek Mahkemesi tarafından bile hile kullanmak usulüyle farklı bir şekilde alıntılanıyor, itiraf metinleri öyle bir sansürleniyorlar ki, 1938 Mahkemesi sanıklarının suçlu değil, aksine masum olduklarını kanıtlıyormuş gibi kullanılıyorlar. Bu durum da yukarıda bizim kısaca incelediğimiz, Şelepin’in Yakir’in m ektubundan yaptığı hileli aktarını va­ kasına benziyor.

Kanıtla desteklenmeyen her hipotez yok hükmündedir. “İşkence” hi­potezini destekleyen hiçbir kanıt yoktur. Aleyhte ise birçok kanıt bulun­maktadır. Bu nedenle "işkence” hipotezi geçerliğini yitirmelidir.

Buharin’in itirafının Nedenlerine Dair Diğer Olası Hipotezler Buharin’in itirafları bizim için kıymetli, çünkü Buharin hem işkence suçlamaları hakkındaki meselelere açıklık getiriyor, hem de açık bir şekilde Troçki ’in suçlu olduğunu ima ediyor. Troçki hakkındaki tanıklığını bu makalenin ilerleyen bölümlerinde tartışacağız. Burada “işkence” me­selesini ele alıyoruz.

Herhangi bir davada, bir sanığın suçlu olduğuna dair yalan itirafta bu lunmasına neden olabilecek, “işkence” unsurununun yanı sıra başka et­menler de olabilir. Örneğin,
• Sanığın ailesi tehdit altındadır.
• Sanık geçmiş kabahatlerinden dolayı “kendini cezalandırmayı” iste­mektedir.
• Arthur Koestler'in Darkness At Night [Gün Ortasında Karanlık, ç.n.] adlı kitabında meşhur ettiği “Rubashov” açıklaması- “Parti böyle istiyor”, Parti tarihin bir aracıdır ve bu nedenle de tarih böyle istiyor vb. vb.
• Sanığa, diğerlerini iftira yoluyla suçlaması karşılığında Savcılık tara­fından kayırıcı bir uygulama sözü verilmiştir.

Buharin vakasında bu hipotezlerin herhangi birisini destekleyecek tek bir kanıt dahi bulunmamaktadır.

Sanıkların işledikleri suçlan itiraf etmelerinin ana nedeni, savcılık makamının iddia edilen suçlar hakkında yeterince kanıtının olması ve bu durum da da suçu inkâr etmenin anlamsız ve halta ters yönde etkisi olması olasılığıdır. Bir sanık savcılıkla işbirliği yapmaya, m ahkemenin daha hoşgörülü olacağı, “elde edebileceği en iyi anlaşmayı yapabilmek” umuduyla karar verir. Bu durum un Buharin’in suçunu itiraf etmesinin ana nedeni olduğu artık hiç şüphe götürm em ektedir. Ocak 1937’deki İkinci Moskova M ahkem esinde, dört sanık -Radek, Sokolnikov, Arnold ve Stroilov- savcılıkla tam olarak işbirliği yaptıkları için ölüm cezası yeri­ ne hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bunlardan ikisi, Grigoriy Sokolnikov ve Kari Radek, baş sanıklardı. Bu durum, diğer tüm sanıklar için suç­ larını daha fazla inkâr etm enin anlamsız okluğunu gösterdi ve işbirliği yapmaları için esaslı bir teşvik oldu. Bu noktada Frinovskiy’in dile getir­ dikleriyle Buharin’in m ahkemedeki tanıklığı öıtüşüyor. Buharin’in biz­ zat kendisi ortaya çıkan “kanıtların”, 2 Haziran 1937’den başlayarak yap­ tığı itirafları harekete geçiren ana unsur olduğunu söyledi. Frinovskiy, Yejov’un Buharin’e ve diğerlerine, kendisinin komploya müdahil olduğu­ nu açık etmemeleri karşılığında vurulmayacaklarına dair söz verdiğine tanıklık ediyor.

Frinovskiy, Yejov’u bunları söylerken duyduğunu iddia etmiyor. Ancak Yejov’un bu davada yalan itiraflar düzenlemediğini söylü­ yor. Frinovskiy, Buharin’in suçlu olduğunu bizzat kendisinin bildiğini de vurguluyor. Nitekim Buharin kendi davasında Yejov’un da bir işbirlikçi olduğunu dile getirmiyor.

Frinovskiy aynı zamanda Buharin’in komplo suçunun Yejov taralın­ dan da bilindiğini doğruluyor.

Bu durum ilk defa 1997’de yayımlanan ve Yagoda’nın itiraflarını da içeren birçok kanıtla örtüşüyor.

Bu makalenin sonlarına doğra, işkence konusuna farklı bir yerden, Troçki’in rolü, Moskova Mahkemeleri ve genel olarak Slalin dönemi tarihine ilişkin var olan tarih yazımı ve mitolojide işkence iddialarının sa­ hip oldukları işlevi değerlendirm ek için geri döneceğiz.


Neden Troçki’in Hiçbir Destekçisi Moskova Mahkemeleri’nde Troçki’i Savunmadı?
Troçki’in Moskova Mahkemesi sanıkları arasındaki en eski ve kendini adamış destekçilerinin hiçbiri ne Troçki’i ne de onun eylemlerini sa­ vunmadı. Yalnızca kendi işledikleri suçları -ki buna Troçki ile beraber çalışmak da dahil- kabul etm ekle kalmadılar, uzun süredir ona karşı bes­ ledikleri bağlılıklarından döndüler ve onu şiddetle kınadılar. Elbette bu­rada şu sorulabilir: Bu durum, işkence ya da başka türlü yollarla yalancı şahitlik kurumunun üretildiği iddiasından başka nasıl açıklanır?

Bir kamu davasında, tıpkı kıdemli Troçkistlerin halka açık Moskova davalarındaki tanıklıkları esnasında yaptıklan gibi, eğer işbirlikçiler “sö­ külür” ya da biri diğerini ifşa ederse, bunu illa tuhaf bir durum olarak nitelendirenleyiz. Ayrıca davayı bir de savcılık makamının, yani Stalin hükümetinin olaya bakışı bağlamında değerlendirmeliyiz. Bu davaların halka açık ya da “şov” şeklinde yapılmalarının ilk elden sebebi neydi?

Her türden ceza yargılamasında olduğu gibi elbette davanın amacı, ola­ sı suç teşkil eden eylemleri (bu vaka bağlamında ihaneti) engellemek ve birisinin ya da birilernnn bu yönde davranışlar sergilediğinden şüphe duyanların yetkililere durumu haber vermelerini teşvik etmekti.

Ancak şüphesiz ki davaların bu şekilde görülm esinde kimi daha öncelikli amaç­ ların payı var.

Yüksek mevkilerde bulunanların ciddi komploları sonucunda SSCB’nin zayıflamış gibi gözükmesi halinde, bu durum dan yararlanacak bir düş­ man devletleri ittifakının SSCB’ye saldırmasından oldukça fazla endişe duyuluyordu. Aynı zamanda, Fransa ve Birleşik Krallık önderliğindeki Batılı güçlerin "kolektif güvenlik” kurumuna, yani Nazi Almanyası’na karşı SSCB ile beraber imzalanmış ortak savunma anlaşmalarına itibar etmeyeceklerinden de korkuldu. 1930’lu yılların siyasi konjonktürü düşü­ nüldüğünde, bu davaların aynı zamanda, tüm dünyaya üst düzey komp­ loların, yani  yılanın başının küçükken ezildiği, Sovyet hükümetinin hâlâ görevi başında olduğu ve Sovyetler’in güvenliğinin bu süreçten olumsuz bir şekilde etkilenmediğini gösterm ek amacını güttüğünü söylemek, ol dukça isabetli gözüküyor.

Bu korkuların temelsiz olmadığını düşünm ek için birçok sebep var: (a) Japonya, ilki 1938’de ve diğeri, daha etkili bir biçimde 19,39’da olmak üze­ re SSCB’ye saldırdı ve (b) Müttefik kuvvetler SSCB ile herhangi bir ortak savunma anlaşması yapmayı reddettiler. Hatta Hitler’i SSCB’ye saldırması konusunda teşvik etmeyi sürdürdüler. Sovyet-Japon ilişkileri üzerine dönemin ileri gelen uzmanım erhum Alvin D. Coox, 1938 yılında Haşan Gölü’nde SSCB’ye karşı düzenlenen Japon saldırısının fitilini, 1938 yılının Temmuz ayında Japon saflarına geçerek Kızıl Ordu’nun ciddi bir şekilde zaafiyele uğradığını rapor eden General Genrih Lyuşkov’un tanıklığının ateşlediği sonucuna varıyor.24

Eğer “Şov M ahkemeleri’nin" bu ve benzeri olaylar etrafında örüldü­ ğünü düşünürsek, bu halka açık
mahkem elerde yalnızca Troçki’i suç­ layan ve onun yanlış yaptığını ve SSCB’nin haklı olduğunu
dile getiren sanıklara yer verilmiş olması, hiçbir şekilde mantık dışı gözükmüyor.

Neden İşbirliğine Dair Alman Ya Da Japon Kökenli Bir Kanıt Yok? 

“Komplo teorisyenlerinin birçoğu bunu anlamıyor. Ancak eğer ortada gerçek bir CIA düzenlemesi olsaydı, buna dair hiçbir belge de olmazdı.” (Shane 2009)25

Yeraltı koşullarına hazırlık bağlamındaki somut örgütlenme sorunla­ rına dair talimatlar, yalnızca sözel olarak verilmeli... En azından isim ve adreslerin kesin surette sözel olarak verilmesi gerektiğinin, mutlaka altı çizilmelidir...26

Bu makale süresince, Sovyet tarafının, Troçki'in Almanlar ve Japonlarla ittifak yaptığına dair birbirini besleyen ciddi miktarda kanıta sahip olduğunu göstereceğiz. Ek olarak, Sovyet muhalefeti üyelerinin, kendilerinin Troçki ile çalıştığını açıkça beyan edenler de dâhil olmak üzere, işbirliği yaptıklarına dair Alman ve Japon kaynaklarından elde et­ tiğimiz önemli kanıtlar var.

Ancak Troçki’in Almanlar ya da Japonlarla yaptığı ittifakın, SSCB’de- kiler dışında hiçbir kanıtı
henüz keşfedilmedi. Bunun birçok açıklaması olabilir:

• Troçki Alman ya da Japonlarla hiçbir zaman işbirliği yapmadı. Tüm Sovyet kanıtları uydurulmuş
kanıtlardır.
• Eğer Troçki işbirliği taptıysa, şu ihtimaller bulunuyor:
• Arşivlerin birçoğu savaş sırasında yok oldu.
• Henüz kimse böyle bir belge aramadı. En azından, böyle bir araştır­ mayı, hele de özellikle dâhil oldukları iddia edilen Alman generallerin henüz yayımlanmamış raporlarında kimse yapmadı. Şu ana
kadar bunu hedeflem iş birisinin varlığından da haberdar değiliz.
• Bu arşivler de "temizlenmiş” olabilir.
• Bu işbirliğinin hiçbir zaman arşivsel bir kaydı tutulmamıştır. Aslında bu türden işbirliği verilerinin hiçbir şekilde kaleme alınmaması, oldukça tipik bir durumdur.

Sovyet arşivlerinin Hnışçov tarafından temizlendiğini biliyoruz ve hat­ ta belki başkaları da aynısını yaptı. Diğer arşivlerle çalışma konusunda sınırlı bir deneyimimiz olsa da, arşivsel materyallerin "ortadan yok olduk­ ları” durum lardan ikisini biliyoruz. Ayrıca Sovyet arşivlerinin genişçe bir kısmı henüz araştırmacılara açılmadı. Bu tarihe kadar yayımlanmış göre­ ce az sayıda arşiv belgesi içerisinde keşfettiklerimiz düşünülünce, henüz hâlâ gizli olarak tasnif edilmiş arşivlerde Trolskiy’in işlediği iddia edilen suça dair daha fazla kanıt bulunması olası gözüküyor, tleriki sayfalarda, Harvard'daki Troçki arşivinden, olasılıkla burada tartışılan suça işaret eden belgelerin nasıl “temizlendiğini” kısaca tartışacağız.

Bugün dünyanın her yerinde, istihbarat arşivlerinin belirsiz bir süre boyunca gizli tutulmaları olağan bir durum. ABD için bu durum kesinlik­ le böyle. Aynı durumun Almanya ve Japonya için de geçerli olabileceğini düşünm enin mantıklı olduğunu sanıyoruz.

Mareşal Mihail Tuhaçevskiy tarafından yönetilen komutanların, Alman Askeri Personeli ile işbirliği yaptıklarına dair birçok kanıt bulunuyor. Ancak Alman arşivlerinden bunlara dair edindiğimiz yalnızca dolayındı bir doğrulama var. Çek arşivlerinde bulunan bir belgeyse biraz daha doğ rudan bir nitelik sergiliyor.

Birçok Sovyet sanığı, Almanya için yaptıkları casusluk faaliyetlerini tar­ tışırken, kendilerinin doğrudan Alman Generali Kurt von Ilammerstein Ecjuord’la muhatap olduklarım söylediler. Hammerstein'ın ailesinde en azından bu işbirliğine dair söylentiler devam edegeldi. Her ne kadar bu işbirliğinin herhangi bir yazılı kaydının var olduğuna dair bir bilgiye sahip değilsek de, öyle görünüyor ki henüz hiç kimse böyle bir belge­ nin arayışına girmemiş.27 Komplo sürecine müdahil olduğu iddia edilen Alman generallerin o günden kalan raporlarını araştırm a işine de henüz kimse kalkışmadı.

Ancak kanıt eksikliği, ortada bir kanıtın olması gerektiği durumlarda, yalnızca kanıt “yokluğunun kanıtıdır”. Kimsenin böylesi bir komplonun bir yerlerde, hele de “arşivlerde" belgelenmiş olabileceği beklentisine sahip olabileceğine inanmıyoruz. Gizlilik ve güvenlik talepleri, bu türden bir bilginin sadece sözel olarak değiş tokuş edilmesini dayatır.

l^avrenti Beria’ya karşı düzenlenmiş ve hedefine ulaşmış komplo hak­ kında arşivsel ya da belgesel hiçbir kanıtın olmadığını daha önce belirt­ miştik. Bu komplo, en azından yarım düzine adamdan müteşekkil olmalı. Komploya katılanlar, anlattıkları şu mesele hariç, detaylar konusunda mutabık değiller: Komplo tamamen sözlü iletişim yoluyla planlandı ve iş­ leme konuldu. Yazılı bir iletişime dair en ufak bir veri yok. Arşivlerde bu­ lunan yegâne şey, 26 Haziran 1953’te Prezidyum toplantısında Malenkov tarafından yapılması planlanan bir konuşmanın taslağıdır.’ Bildiğimiz kadarıyla tam da bu toplantıda Beria tutuklanmış ve. hatta öldürülmüş­ tür. Malenkov da, ne olduysa, bunun bir parçasıydı. Ancak Malenkov'un arşivi yalnızca konuşmasının bir taslağını içeriyor. Bu konuşmaya göre Beria, MVD (polis kuvvetini de içeren İçişleri Bakanlığı) başkanlığından alınmalı ve Petrol Phıdüstrisi Bakanı yapılmalıydı.28

Sovyetler Dışında Kanıt Eksildiği İddiası
Sven-Eric Holmström ’ün de tartıştığı ve bizim de aşağıda daha detaylı bir biçimde tartışacağımız gibi, Harvard'daki Troçki arşivleri, başka herkese kapalı olan bu arşive girme ayrıcalığına sahip olan Troçki des­ tekçileri tarafından, Troçki’in itibarını zedeleyeceği düşünülen kanıt­ lardan arındırılmıştır. Ayıklanan materyaller, en azından “Sağcıların ve Troçkistlerin Bloğu"nun varlığı ve Troçki’in SSCB’deki destekçileri ile kurduğu iletişim hakkında çok daha fazla kanıt içeriyordu.

Dünyanın en önde gelen Troçkist araştırmacılarından ve aynı zamanda antikomünist araştırmacıların saygısına da mazhar olan merhum Pierre Broue, bu kanıtların çok az şey söylediği ve yalnızca 1932 yılında böyle bir bloğun varlığını gösterdiği sonucuna vardı. Arşivlerden başarılı bir şekilde ayıklanamayan tek kanıt 1932 yılına ait olduğundan, Broue “blo­ ğun” varlığını sürdürdüğü dönemin,
yalnızca bu tarih olduğunu varsaydı. Bu nedenle, Broue kendi makalesinde 1932 yılının ardından herhangi bir blok olmadığını iddia etti; çünkü Troçki’in arşivinde 1932 yılının sonrasına işaret eden herhangi bir kanıt yoktu.

Bu durum , arşivin temizlendiği gerçeğini görmezden geliyor. Tıpkı Broue’nin yaptığı gibi, elimizdeki yegâne kanıt 1932 yılına ait diye bloğun yalnızca 1932’de var olduğunu düşünm ek, geçerli bir yaklaşım olamaz. Troçki’in arşivini “temizleyenler” daha derin bir iş çıkarmış olsalar, bu kanıta dahi sahip olamayacaktık. Ayrıca bu durum “bloğun” varlığını gösteren hiçbir kanıt olmadığı anlamına gelmez. Hele de “blok”un 1932 yılının ardından varlığını sürdürm ediği anlamına hiç gelmez. “Kanıt ek­ sikliği" -bn durumda, bloğun 1932’den sonra da var olduğunu gösteren bir kanıtın olmayışı- “hiçbir kanıt olmadığının kanılı değildir”. Henüz elimizde bir kanıtın olmayışı, böyle bir kanıtın var olmadığı ve/veya hiç var olmamış olduğu anlamma gelmez.

Eğer Harvard’daki Troçki arşivini suç belgelerinden arındıranlar daha derinlemesine çalışsalardı, Troçki’nin SSCB’deki muhaliflere gönderdiği mektupların tasdikli posta alındılarını ve hem Troçki’in hem de van Heijenoort’un “Sağcı ve Troçkist Blok” hakkındaki notlarını da ortadan kaldırmış olmaları gerekirdi. Bu durum da elimizde ne olurdu? Elimizde, böyle bir “blok ’un varlığını inkar eden Garbaçov dönemine ait bir âdet “rehabilitasyon” belgesi ve Troçki’in böyle bir “blok”un varlı­ğını kesin bir şekilde reddettiği kayıtlar olurdu. Ayrıca elimizde. Sovyet savcısı Vışinskiy’in “blok’ un varlığı hakkındaki ısrarı ve birçok Moskova M ahkemesi sanığının böyle bir “blok” olduğuna dair itirafı kalırdı.

Bu nedenle Troçki arşivinde Getty’nin yaptığı keşif, Moskova M ahkemesi sanıklarının tanıklıklarıyla örtüşüyor. Yalan söylemedikle­ rinin kanılıdır, çünkü bağımsız kanıt elde edebileceğimiz nadir zaman­ lardan birinde -tıpkı bu durum da olduğu gibi- kanıt, dava sanıklarının itiraflarını desteklem ektedir. Aynı şekilde, Savcılık makamının iddiala­ rıyla, antikomünist yazarların indirgemeci dilinde söylersek “Stalin”in iddialarıyla da örlüşm ektedir. Böylece dava sanıklarının ve Sovyet savcı­ nın “blok” ve Troçki’in kurduğu haberleşm e kanalı hakkındaki beyan­ larının doğru olduğu, Troçki ve Garbaçov dönemi Sovyet hükümetinin tanıklıldarınınsa yalan  olduğu ortaya çıkıyor.

Bu, Troçki'in Almanya ya da Japonya ile kurduğu ittifakın doğrudan bir kanıtı değildir. Ancak bu türden suçlamalarla uygunluk gösteriyor, zira şahitlerin ilgili bir konuda yaptıkları tanıklıklarla örtüşüyor. Troçki “bloğu" ve Sovyet destekçileriyle iletişini kurduğunu inkâr ettiği gibi, Mihver güçlerinin temsilcileriyle işbirliği yaptığını da inkâr etmişti. Bu nedenle, Troçki'in arşivinde Mihver’le doğrudan bir ilişki kurduğunu gösteren herhangi bir kanıtın bulunmaması, bu türden bir kanılın hiç olmadığının kanıtı değildir.

Bu işbirliğine dair Sovyetler dışından çok küçük bir kanıtımız var. 1937 yılının Şubat ayında, Japon Savaş Bakanı General Hajime Sugiyama, bir toplantıda Japonya’nın, Japonya’ya askeri istihbarat sağlayan SSCB’deki muhaliflerle tem as halinde olduğunu söyledi.29

Sovyetler dışındaki diğer kanıt örnekleri, Stalin hükümeti tarafından dile getirilen komplo iddialarının varlığının gerçek olduğuna işaret edi­ yor. En azından 1962-63 yıllarına kadar varlığını sürdüren, fakat o dö­ nemden beri kendisinden haber alınmayan “Arao telgrafı” var. Hitler’in, SSCB'deki üst düzey askeri yöneticilerin bir darbe hazırlığında oldukları­ nı bildiğine dair Almanya'nın Çekoslovakya büyükelçisinin doğrudan tanıklığını biliyoruz. Çek ulusal arşivlerinde bulunan bu belge, ancak 1987 yılında keşfedildi. Bu belge, 1974’te ortaya çıkarılan, ancak 1988’e kadar tanınmayan Alman arşivlerinde bulunan bir mektupla örtüştü.3"

NKVD Generali Genrih S. Lyuşkov 13 Haziran 1938'de Japonların safına geçti. Japonlar tarafından düzenlenen bir basın konferansın­ da. SSCB’de iddia edilen komploların yalan olduğunu iddia etti. Ancak Japonlarla yaptığı birebir görüşm ede Lyuşkov, Stalin’in askeri komplo da dâhil olmak üzere bu komploların gerçek komplolar oldukları konusun­ da ikna olduğunu söyledi. Ayrıca, işbirlikçilerin varlığını ve Gamarnik va­ sıtasıyla Tuhaçevskiy grubu ile bağlantılı olduklarını doğruladı. Lyuşkov, komplocuların Sovyet ordusunu hezimete uğratm ak amacıyla Japonlarla güç birliği yapmak istediklerini ve içlerinden bazılarının Japon ordusuyla doğrudan işbirliği yaptıklarını da söyledi.31

Bu nedenle, ısrarlı iddiaların aksine, komplolara dair Sovyetler tara­ fından uydurulması imkânsız olan Sovyetler dışından kanıtlara sahibiz. Ancak Sovyet muhalifleriyle Mihver temsilcileri arasındaki işbirliğine dair Sovyetler dışından bir kanıtımız olmasaydı da, bu dunun bu türden bir kanıtın hiç var olmadığı anlamına gelmezdi. Dahası, böyle bir işbir­ liğinin hiçbir zaman olmadığı anlamına hiç gelmezdi; çünkü böylesi bir işbirliğinin ortada herhangi bir kanıt bırakmaması pek olasıdır.


Sovyet Kanıtları
Bugün ne kadar Sovyet karşıtı olursa olsun hiçbir araştırmacı, bir kanıt yalnızca Sovyetler kökenli olduğu için onu yok sayamaz. Sovyet arşiv­ lerinden çıkan kanıtlar genel olarak geçerli görülür. Örneğin. Yejov’un ardından NKVD’nin başındaki ikinci adam ve 1938 Moskova Mahkemesi sanığı Genrih Yagoda’nın dava öncesinde yaptığı tanıklığı ileriki sayfa­ larda inceliyor ve son derece antikomünisl yazarlar tarafından bile bu belgeye sorunsuz bir şekilde, orijinal bir belge olarak atıfta bulunulduğu­ nu gösteriyoruz. Aşağıda Yagoda’nın tanıklığını inceleyeceğiz. Makale, Troçki’e dair de bir tanıklık içeriyor. Bu makalenin yazarları Buharin’in 2 Haziran 1937’deki ilk itirafını daha önce analiz ettiler ve bunu yayım­ ladılar. Bu belge, Rusya’da halen gizli tutuluyor. Buharin tanıklığında Troçki’i doğrudan suçluyor.

Uzun Alıntılar
Bu makale metninin büyük kısmını, birincil kaynaklardan yapılan doğru­ dan alıntılar oluşturuyor. Bu durumun, makalenin hacmini çok artırdığı­ nın farkındayız. Ayrıca bu durum, okunurluğu da kolaylaştırmıyor.

Ancak böylesi bir makalede, bu alıntılar olmadan yapamayız. Birincil kaynaklar analiz ve sonuçlar hakkında kanıtsal temeli oluşturuyor. Kimi alıntılar, Moskova M ahkem e tutanaklarının İngilizce versiyonları gibi ulaşılması pek zor bazı kaynaklardan yapıldı. Yine birçoğu, İngilizce ola­ rak elde edilmesi mümkün olmayan kaynaklardan. Mareşal Budyonniy’in Mareşal Voroşilov’a yazdığı mektup, yine henüz hiçbir dilde yayımlanma­ mış bir arşiv belgesi ve içeriği itibariyle araştırmacı camiasına tamamen yeni.

Internet çağında, bir araştırmacının, atıfta bulunduğu arşivsel ya da elde edilmesi zor materyalleri okuyucuya erişilebilir kılmaması için hiçbir se­ bep bulunmamaktadır. Birincil kaynaklardan yaptığımızalmtıları ayn bir dosyaya koyabilir ve uygun yerlerde aralarında bağlar kurabilirdik. Hatta böyle yapmayı değerlendirdik de... Ancak böyle yapmak okuyucunun kanıtı ihmal  etm esine ya da okuyucunun belge ve onun analizi arasında gidip gelerek yorulmasına neden olurdu. Böyle bir prosedürün özenli bir okuyucunun dikkatini dağıtabileceğini düşündük ve bunu uygulamama­ ya karar verdik. Bu karara Cultural Logic editörleri de katıklılar. Okuyucuyu, birincil kaynaklardan yapılan atıfları dikkatlice inceleme­ ye davet ediyoruz. Her türden bilimsel araştırma gibi, bu makale de kanı­ ta ve onun incelenmesine dayanıyor ya da dayanamıyor. 

Kanıtın Kısa Bir Özeti

Bu makaledeki amacımız, Troçki’nı Almanya ya da Japonya ile yaptığı işbirliğine işaret eden tüm kanıtlara atıfta bulunmak ve onları incelemek­ tir. Kanıttan yapılan h e r bir alıntının ardından bu kanıtın incelemesi gelir.

Hiçbir kanıt “daha fazla söze ne hacet” diyerek kendi haline terk edil­ mez, çünkü her kanıt farklı şekillerde yorumlanabilir. Tüm kanıt incele­ melerinde olduğu üzere, aynı zamanda ana kanıtlara bir bağlam sunan ve onunla örlüşen diğer kanıtları da gösterm eye çabaladık.

Söylememize bile gerek yok ki “tartışmasız kanıt”, mutlak kanıt diye bir şey yoktur. Görgü tanıklığı haricinde, atıfla bulunduğumuz tüm ka­ nıtlar ikinci derecede/dolaylı kanıtlardır. Var olan kanıt kompleksine gü­ cünü veren, onun örtüşm elerden ya da birbirini destekleyici unsurlardan oluşmasıdır. Örtüşmelerin gerçek miktarı ve kanıtın farklı kaynaklardan derleniyor olması da aynı şekilde önemlidir.

Kesin bir biçimde konuşacak olursak, görgü tanıklığı, diğer kanıtlar gibi ikinci derece ya da dolaylı kanıt değildir. Troçki’in Almanya ve Japonya ile olan bağlarını bizzat Troçki’in kendisinden duyduklarını iddia eden­ lerin tanıklığına, özel bir ilgi gösteriyoruz. Bu tanıklıklar karşılıklı olarak birbirlerini destekliyor. Burada, elimizde olan diğer kanıtlar üzerinden, görgü tanıklarının verdikleri kimi ifadelerin sağlaması yoluyla, görgü ta­ nıklarının güvenilirlikleri ne derece teyit edilebilir, ona bakıyoruz.

Tanım gereği negatif olanı kanıtlayanlayız. Yapılan sözlü inkârlar ha­ ricinde, Troçki’in Almanlar ya da Japonlarla işbirliği yapmadığının bir kanıtı olamaz. Bu nedenle, her soruşturma onun işbirliği yapmış olduğu üzerinden araştırm a yapmalıdır. Karşı hipotezi destekleyen dolaylı, te­ yit edici ya da maddi kanıt bulmakta oldukça zorlandık. Yani Moskova M ahkem eleri’nde ya da diğer yerlerde itiraflarda bulunan bütün bu in­ sanların itiraflarının, “uydurulmuş” ya da yalan oldukları konusunda. Böylesi bir durum, Troçki’in işbirliği yaptığına dair eldeki kanıtları ya­lancı çıkartabilir ve bu yolla “negatif’ kanıtı temsil ederdi. Ancak başarı­ sız olduk. Vardığımız şu noktada, kendimizden emin bir şekilde böylesi bir kanıtın henüz keşfedilmediğini söyleyebiliriz. Kanıtlarla ilgili durum böyle olunca, bu durumdan çıkan nesnel sonuç Troçki’in Almanlar ya da Japonlarla işbirliği yaptığı olmalı. Eğer gelecekte bunun aksini göste­ ren bir kanıt gün yüzüne çıkarsa, vardığımız bu sonucu gözden geçirm e­ye ve gerektiği koşullarda onu değiştirmeye hazırız.

Troçki Yalan Söyledi

1937’de Troçki ’e yöneltilen suçlamaları değerlendirm ek üzere toplanan Dewey Komisyonu’nun hazırladığı raporun giriş kısmı şöyle der:
Eğer Leon Troçki itham edildiği eylemler konusunda suçluysa, hiçbir kınama bu durumu tazmin etmeye yetmez.
1937 ve 1938 tarihli Moskova M ahkemeleri’n de birçok sanık tarafın­ dan suçlanmasına karşın, Troçki, Almanya ya da Japonya’yla beraber çalıştığını reddetti. Ancak kendisine oldukça arkadaşça
davranan Dewey Komisyonu’na yalan söylediğini biliyoruz.

J. Arch Getty, Harvard Üniversitesi Houghton Kütüphanesi’ndeki Troçki yazılarında yaptığı araştırma sonucunda, Troçki’in en azından 1932 yılında SSCB’deki takipçileriyle yazılı iletişim halinde olduğuna, 1986 yılında işaret eder.
Moskova Şov Mahkemeleri zamanında Troçki, 1929 yılında sürgün edildikten sonra sanıklarla iletişim kurduğunu reddetti. Ancak şu anda oldukça açık ki, 1932’de eski öncü muhaliflerden Karl Radek, G. Sokolnikov, Y. Preobrajenskiy ve başkalarına gizli kişisel mektuplar göndermişti. İçerikleri bilinmemekle beraber, mektupların, hitap edilenleri muhalefete geri dönmek konu­ sunda bir tür ikna girişimi olduğunu düşünmek, oldukça makul gözüküyor.32
Getty, aynı yazılarda Troçki’in belgelenen bir diğer ilişkisini, “eski bir Troçkist ve şimdi bir Sovyet m em uru” olan E.S. Goltsman’la olan gizli iletişimini delaylandırarak anlatısına devam eder.

Ya Troçki’in bizzat kendisi ya da kendi sekreterlerinden birisi bu ile­ tişimi gizlemek için epey güç sarf etmiş olmalı. Kişisel mektuplar konu­sunda Getty şöyle yazar;
Neredeyse Troçki’nin diğer tüm mektupları (en hassas olanlar mek­tupların hiçbirinin bir kopyası kalmamış. Öyle gözüküyor ki ta­ rihin bir yerinde, bu belgeler Yazılar’dan kaldırılmışlar. Yalnızca mühürlü posta alındılan kalmış. 1937 yılındaki davasında Kari Radek, Troçki'den ‘terörist talimatlar’ içeren bir mektup aldı­ ğım doğruluyor, ancak bunun, sorgu konusu olan mektup olup olmadığını bilmiyoruz.3
Bu yazıları aynı şekilde incelemiş olan ve Troçki’in yalan söylediği­ ni kabul eden ünlü Fransız Troçkist araştırmacı Pierre Broue, bunları Moskova M ahkemeleri’nde kendisine yöneltilebilecek olası “Stalinist” suçlamaları bertaraf etme ve henüz SSCB’d e varlıkları ortaya çıkmamış Troçkist destekçilerini koruma çabası olarak açıklıyor.34 Troçki’in ba­ kış açısından bu çok anlamlı. Stalin’le olan savaşlarında niçin ona ek koz versin ki?

Ancak bir tarihçi açısından, Troçki’in bloğun varlığı ve her türlü suç­ lama konusundaki inkârlarının, oldukları gibi kabul edilemeyecekleri açık. Tıpkı Getty’nin de işaret ettiği üzere:
Buradaki asıl mesele Troçki’in yalan söylemiş olması... Yalan söylemek için mühim sebepleri vardı. Ancak söylediği doğru de­ ğildi. “Objeküf” değildi. Tıpkı Stalinistler gibi, Troçki de hare­ ketin ihtiyaçlarını nesnel gerçeğin üzerine koyan pragmatik, fay­ dacı Bolşevik ekolündendi.35
Buna, Troçki’i yalan söylemekle “suçlam ak” için atıfta bulunmuyo­ ruz. Yanlış beyanda bulunmak, gizli eylem gündeminin ana taktiğidir. Siyasi aktörlerin ölüm kalım durumlarında idealist bir davranış kuralına soyut bir bağlılık adına “doğruyu söylemelerini” beklemek yapmacık ola­ caktır. Buna rağmen, Troçki'in bu durum da ve m uhtemelen şu anda ispatlamadığımız diğer durum larda da yalan söylemiş olduğu gerçeği, bize Troçki’in ya da diğer herhangi bir muhalifin inkârlarını, bir kenara koymamız gerektiğini hatırlatıyor.

insanların ceza ya da suçlamalardan kaçmaları gerektiğinde yalan söy­ lemeleri beklenir bir durumdur. Bir suç dolayısıyla şüpheli bulunanların suçlarını inkâr etm elerine kimse çok fazla önem vermez. Birçok ülkede suçlanan kişinin kendisini savunma amacıyla yalan söyleme hakkı vardır ki elbette bu da kendisinin aleyhine işler. Her soruşturm acı ya da tarih­ çi için, suçlanan birisinin suçunu itiraf etmesi masum olduğunu beyan etm esinden daha ilgi çekici bir olaydır.

Bu nedenle, Troçki’in, kendisi­ nin masum olduğunu iddia etmesi tek başına pek az şey söyler. Oysaki Troçki hiçbir zaman itirafta bulunmadı. Yalan söyledi ve en azından söz konusu, Dewey Komisyonu üyeleri ve onun izleyicileri olduğu sürece de “yoluna böyle devam etti”.

Troçki’in çok daha fazla konuda yalan söylediği sonucuna, geçerli bir yoldan kanıtlara dayanarak varabileceğimize inanıyoruz. Özel olarak, kanıtların tıpkı Moskova M ahkemeleri’nde isnat edildiği gibi Troçki'in suçlu olduğunu gösterdiğine inanıyoruz -yani gerçekten Almanya ve Japonya  ile işbirliği yaptığına. Eğer böyle yaptıysa -ki bize göre kanıtlar baskın bir şekilde bu yöne işaret ediyor- onun inkâr etm ek için yalan söylemesine şaşmamalı. Böyle bir şeyi sır halinde tutmak, bu türden bir komplo için olmazsa olmaz. Almanya ve Japonya tarafından dâhil olanlar da, eğer onlara sorulsaydı, bu komployu kaçınılmaz olarak inkâr eder­ lerdi. Yalan söylerken, kendilerini, ülkeleri ve askeri yeminlerine sadık hissedeceklerdi.

Troçki’in Arşivi Tahrif Ediliyor

Troçki’in faaliyetleri ile ilintili kanıtları tahrif etme pratiğinin Troçki Yazıları’na kadar uzandığını biliyoruz. Getty, Harvard’daki Troçki Yazılan’ndan Troçki ile SSCB’deki Muhalifler arasındaki haberleş- menin, bu arşiv Ocak 1980’de araştırmacılara açılmadan önceki bir za­man zarfında çıkarıldığına işaret ediyor.31'1B roue ve Getty, her ikisi de, Trolskiy'in sekreteri Jean van Heijenoort’un, Dewey Komisyonu oturum ­ ları esnasında Troçki ve oğlu Leon Sedov'a blok hakkındaki yazışmaları hatırlattığını tespit ediyor. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Troçki bu konuda yalan söylemeyi seçiyor. Van Heijenoort 1986’ya kadar yaşamı­ nı sürdürdü. Troçki Yazılan’nda çalıştı ve New York Times bu süreç hakkında kendisiyle mülakat yaptı (N Y T , 8 Ocak 1980, s. A l4). Ancak Heijenoort, ne bu mülakatta ne de kendi anılarında,3" Troçki’in (ve Sedov’un) kasti bir şekilde Dewey Komisyonu’na yalan söylediğine dair kendisinin bilgi sahibi olduğunu açık etti.

Isaac D eutscher de üç ciltlik Troçki biyografisini hazırlayabil­ mek için Troçki ’in eşi tarafından Troçki Yazılarına özel erişim izni almıştı. D eutscher ne Sağcılar ve Troçkistler bloğunun ne de van Heijenoort’ın m ektubunun varlığını açık etti. Oysaki kendisinin aynı “giz­ li” arşive Getty’nin erişiminden çok daha önce erişimi olmuştur. Buradan D eutscher’in Getty ile aynı kanıtları gördüğü ve Troçki’nin Dewey Komisyonu’na yalan söylediğini bildiği, ancak bunu açık etmemeyi seçti­ ği sonucuna varmak makul gözüküyor.

Troçki arşivlerinden SSCB’deki Troçki destekçileri ile yapılan ya­ zışmaları “ayıklayan” iki muhtemel kişi, D eutscher ve van Heijenoort’dur. Troçki ’in karısının da bu arşive erişimi vardı. Ancak en azından, Troçki’in kendi karısına yazdığı oldukça kişisel bir mektup arşivlerde kalmış. Troçki'in karısının arşivlerden kaldırılmasını talep etm esi bek­ lenebilecek bir mektup.3 Her durumda, van Heijenoort’un, Troçki'in SSCB’deki takipçileri ile olan ilişkisini gizlediği açık. Ya van Heijenoort, ya Deutscher, ya da nadir erişim haklarından birisine sahip, Troçki mirasının bir başka muhtemel savunucusu, bu arşivi bilinçli bir şekilde tahrif etti.

Elbette bu durum, Troçki’den Muhaliflere yazılan, sonrasında orta­ dan kaldırılan ve Getty’nin ancak damgalı posta alındılannı bulduğu bu mektuplarda tam olarak ne yazılı olduğu konusunda, insanı iki misli me­ raklandırıyor. Ortaya şu soru çıkıyor: Bu mektuplardaki ne türden bir bilgi Troçki'e sadık kişilere öylesine hassas gözüktü ki, yine hassas ama özel mektuplara dokunulmazken bunlar ortadan kaldırıldı? Mantıklı cevap şöyle: Hassas siyasi içerik. Ancak bu, elbette Troçki’in SSCB’deki takipçileriyle iletişim halinde olduğunun yegâne kanıtı olamaz. Bu kanıt hâlâ A rşivde bir yerlerde duruyor.

Getty’nin de söylediği gibi:
Sedov'un adres defteri SSCB’deki Troçkistlerin sürgün adres­ lerini içeriyordu. Troçki Yazılan 15741. Troçki Yazılarının Sürgün Mektupları kısmı, bu mektupların kopyalarını içeriyor. (Getty-Troçki 34 n. 16)
Demek ki Troçki Yazıları’na erişimi olan Troçki takipçileri, bu ma­ teryallerin ortadan kaldırılması gereken siyasi bir içerik taşımadığını düşünm üş olmalı. Bu durum da olası sakıncalı belgeler neler olabilirdi? Böylesi bir listenin başında Moskova M ahkem elerinde Troçki’e karşı yapılan suçlamaların doğrulandığı materyaller olabilirdi. Bu kanıtlar, bir­ çoklarının gözünde 1930’lann baskılarını ve bu nedenle Stalin’i doğrular­ ken, Troçki’in şanını, onanm ı mümkün olmayacak bir şekilde yıkıma uğratabilirdi. Böyle bir kanıt, kuruluşun Troçkizmle olan bağın tama­ men koparıp atma tehlikesini doğururdu.

“Hotel Bristol”
Dewey Komisyonu tanıkları, Moskova M ahkemesi sanıkları tarafından dile getirilen ifadelerden en az ikisinin daha kanıtlanabilir bir şekilde yalan olduğuna şahitlik ettiler: “Hotel Bristol” meselesi ve Pyatakov’un Oslo’ya gizli uçuşu. Ağustos 1936'da, M ahkeme sanığı E.S. Goltsman, Kasım 1932’de Kopenhag’daki Bristol O telinde Sedov’la görüştüğünü iddia ettî. Troçki’in Dewey Komisyonu oturumlarındaki avukatı Albert Goldman, Bristol Otelinin 1917’dey andığını söyledi.
Hemen davanın ardından ve dava esnasında, tanı da Komisyon üyelerinin dile getirilen iddiayı kontrol edebilecekleri bir dönem­ de, Danimarka’daki Sosyal Demokrat basından Kopenhag’da Hotel Bristol diye bir otel olmadığı, bir zamanlar bu isimde bir otel olduğu ama onun da 1917 yılında yandığını beyan eden bir rapor geldi. 1917 tarihli “Beadeker” isimli rehberde Holel Bristol adı geçiyor. Danimarka Sosyal Demokrat basınının raporu, birbi­rinin peşi sıra tüm dünya basınında yer aldı. - Beşinci Kısım 
Aslında bu Hotel Bristol, ne 1917’de ne de herhangi başka bir tarihte “yandı”. 1917 yılında kapandı. Binası, mekanı ofis şeklinde kullanacak olan bir sigorta şirketine satıldı. Bu detayın neden Goldman tarafından doğru bilinmediği açık değil. O dönemde, yani 1937 yılında da bu bilgi, en az bugün bizim erişimimiz dâhilinde olduğu kadar aleni bir bilgiydi.

Goltsman’nın, varlığını sürdürmeyen bir otele işaret ediyor oluşu, yap­ tığı tanıklığın NKV1) tarafından üretildiği ve bu nedenle diğer açılardan da yalan olduğu genel kanısını uyandırdı. Ancak yakın dönemde îsveçli araştırmacı Sven-Eric Holmströnr19, 1932 yıhnda üzerinde “Bristol" yazan bir tabelanın, söz konusu otelin giriş kısmının hem en yanında bulundu­ ğunu kanıtladı. Otel binasının girişinden hemen sonraki köşe dönüldü­ ğünde varılan bina cephesinin yukarılarında asılı olan otelin asıl tabelası, bu söz konusu tabeladan çok daha az seçilebiliyordu. Oysa hemen otel girişinde bulunan ve bu nedenle de kolayca seçilen tabela nedeniyle ote­ lin adının “Bristol” olduğunun sanılması doğaldı. Holmström ’ün de gös­ terdiği üzere, bu koşullarda başka türlü bir izlenim elde edilmesi zordu.

Holmström’ün araştırması bize aynı zamanda, Goltsman’ın doğruyu söylediğine dair çok iyi bir kanıt
sunuyor. Moskova M ahkeınesi’ndeki kanı, Goltsman’ın kendisinin de beyan ettiği üzere Bristol Oteli’ne gittigiydi. Eğer Kopenhag’daki Bristol Oteli 1917 yılında yıkıldıysa (ya da ba­ sitçe kapandıysa) ve bir daha inşa edilmediyse, bu durum da Goltsman’ın 1932 yılında orada bulunması olanaksızdı. Bu,birçoklarını Goltsman’ın bu otele gittiğini söylemesi yönünde telkin edildiği, hatta buna zorlandı­ ğını düşünmeye itti.

Holmström inandırıcı bir şekilde bu sonucu alt üst ediyor. NKVD’nin 1917’de yıkılmış bir otelin adını uydurmayacağını söylüyor. Hele de bu isim tesadüfi olarak bir kafenin -Café Bristol- adıysa ve ona ait büyük bir tabela tren istasyonunun hem en karşısındaki sokakta bulunan otelin giri­ şine denk geliyorsa. Aynca. tıpkı Holmström’ün de gösterdiği üzere, bu, Goltsman’ın -ve hatta herkesin basitçe yapabileceği türden bir hataydı.

Büyük Kopenhag Oteli’nin kapısı hem en Bristol "Konditori” (hamur işi dükkânı) tabelasının yanındaydı. Büyük tabelanın üzerinde “Bristol” yazısı okunuyordu. Holmström, 1929 ve 1931 yıllarında çekilmiş, bu so­ kağa ait olan ve bu gerçeği açık bir şekilde belgeleyen fotoğraflar buldu. Otelin yakınında seçilebilen tek tabela, bu büyük tabelaydı. Aynı zaman­ da ham ur işi dükkânını ve oteli birbirlerine içeriden bağlayan bir kapı vardı ve ham ur işi dükkânı, otel sahibinin karısına aitti.

Hamur işi dükkânı birkaç bina öteye taşınmasının ardından, 1937 yı­ lında, daha önce hemen büyük “Bristol” yazılı tabelanın'yanında kalan otel girişine, neon ışıklı belirgin bir tabela yerleştirildi. Holmström’ün araştırmasının gösterdiği üzere, otelin hâlihazırda bir tabelası vardı; an­ cak bu tabela, binanın aksi cephesinde kalıyordu. Hamur işi dükkânının taşındığı yıl olan 1936 yılına kadar, geniş “Bristol” tabelası, otel girişinin yakınlarında bir yerde bulunan yegâne tabelaydı ve bu tabela da girişin hemen yanı başında duruyordu.

Oradan geçen birisinin otelin adının “Bristol” olduğunu zannetmesi do­ ğal ve hatta belki de kaçınılmazdı. Bu yanılsama, ham ur işi dükkânı otel girişinin bitişiğinde bulunduğu sürece anlaşılabilir bir haldi. Ayrıca, hem otel hem de ham ur işi dükkânı aynı kişiler tarafından mülk edinilmişti. Üstelik dükkân ve otel birbirlerine içeriden bir geçiş yoluyla bağlıydı. Goltsman'ın aslında otel yerine bu dükkâna girmiş ve Troçki ile otel lobisi yerine burada buluşm uş olabileceği, gayet olası gözüküyor.

Hamur işi dükkânı otelin birkaç bina ötesinde daha geniş bir yere ta­ şındığı zaman ya da bu dönem e yakın bir zamanda, otel girişine neon bir tabela yerleştirdi. Neden? Holmström un çalışmaları sayesinde arük bu sorunun cevabı oldukça aşikâr gözüküyor. Otel girişinde ya da girişe yakın bir yerde herhangi bir tabela yoktu ve bu durum da otel girişinin nerede olduğunu fark edilmez kılıyordu.

1931 yılına kadar, Büyük Kopenhag Oteli uzun dönemli konaklamalar için bir pansiyon işlevi görüyordu. Hiçbir tabelaya gereksinim yoktu, zira otel sakinleri girişin nerede olduğunu pek iyi biliyorlardı ve ayrıca pan­ siyonun sokaktan günlük müşteri çekm ek gibi bir gündemi de yoktu. 1931 yılından 193(3’ya kadar otelin girişi zar zor seçilebiliyordu, ancak hem en yanı başında genişçe bir “Bristol” tabelası vardı ve bu tabelanın sahibi olan ham ur işi dükkânı sadece birkaç adım ötedeydi. Bu neden­ le otel müşterileri bu dükkânın kapısından girip otel lobisine kolaylıkla ulaşsalar, bu tuhaf kaçmazdı. Hatta dileyen m üşteri buradan geçerken bir çörek ve kahve de alabilirdi! Ne zaman ki dükkân daha genişçe bir yere taşındı, işte o zaman otelin kendi girişine dikkat çekmesi gerekti ve tanı bu zamanda neon bir tabela asıldı.

Holmström bu vesileyle, “Bristol” meselesi hakkında Dewey Komisyonu’na ifade veren Field çiftinin 1932 yılında bu dükkânda bulun­ duklarını ve o dönemde bu dükkânın otele bitişik bir yerde olmadığını söylerken, bilinçli bir şekilde yalan beyanda bulunduklarını da kanıtlan­ mış oldu. Gerçekte otel 1932 yılında dükkâna bitişikti ve ancak 1937 yı­ lında bulunduğu yerden taşınmıştı, yani Dewey Komisyonu oturumları esnasında.

Sonuç olarak Goltsman, "Hotel Bristol” bahsinde aslında gerçeği söy­ lüyordu. Otelin adını, hemen yanı başında bulunan ve otelle içeriden bir geçişle birbirlerine bağlı olan ham ur işi dükkânının adıyla karıştırmak konusunda yaptığı hatayı, pek muhtemelen o dönemde birçok kişi yapı­ yordu. Ayrıca Goltsman'ın ifadesine göre kendisi o gece otelde konakla- mannştı. Orada yalnızca Sedov’la buluşmuştu. Eğer orada konaklasaydı elinde bir fatura olurdu. Bu faturada elbette otelin adı yazılı olurdu ve bu durum da Goltsman’ın zihninde otelin adının aslında “Grand Hotel” olduğu, “Bristol” olmadığı bilgisi belirebilirdi. Ancak Goltsman bizzat kendisinin otelde kalmadığını mahkeme sırasında beyan etti. Hal böyleyken elinde hiçbir fatura da olamazdı.

Tıpkı otel sahipleri gibi, Goltsman da her iki kapıyı da kullanmış olabi­ lir. Otelin girişini de ki girişin hemen yanı başında genişçe bir “Bristol” yazılı tabela bulunuyordu. Ya da otelle dükkân arasındaki bağlantı kori­ dorundan geçm iş olabilir ve bu durum da dükkânın kapısından giriş yap­mış olabilir. Buradaki mesele şu: NKVD’nin böyle bir hikâye “uydurm uş” olmasının imkânı yok. Goltsman’ın kendisinin dile getirdiği meseleyi yani, Troçki ile kar­ şılaşıp karşılaşmadığını doğrulamamızın bir yolu bulunmuyor. Ancak Holmström, Goltsman’ın otel hakkında doğruyu söylediğini doğrula­ mış oldu. Ayrıca Getty ortaya çıkardığından beri şunu da biliyoruz ki, Goltsman’ın kendisinin de beyan ettiği gibi, Troçki aslında Goltsman ile iletişim halindeydi.40 Gollsman’tn, Troçki ile mektuplaşma yoluyla kurduğu iletişim hakkında doğruyu söylediğini şimdi kanıtlayabiliyor olmamızı, Holmström ’ün “Hotel Bristol” meselesi hakkındaki araştırma­ sıyla birlikte düşünecek olursak, öyle görünüyor ki Goltsman gerçekten de Troçki ile bu otelde buluştu. Bu durum, sanık Goltsman tarafın­ dan verilen her iki ifade de birbirinden ayrı ayrı kanıllanabiliyorsa, her biri kendi başına başka destekleyici ya da ek kanıtlarla doğrulanamayan diğer ifadelerinin de güvenilir olabileceğini gösterir. Benzeri şekilde Troçki'in güvenilirliğini çok daha fazla zedeler.

Holmström aynı zamanda, Pyatakov'un Oslo'ya Troçki ile buluşmak üzere uçtuğu hakkındaki iddianın tekrar gündem e getirilmesi gerekti­ ğini gösteren kanıtlar da buldu. Her ne kadar durum böyle olsa da, şu anda biliyoruz ki Troçki’in Dewey Komisyonu'ndaki tanığı Esther Field, Bristol’daki dükkânın (Konditori) ve Büyük Kopenhag Oteli’nin 1932’deki konumlan hakkında bilinçli bir şekilde yalan söyledi. Bunu Troçki’in izni olmadan yapmış olması kesinlikle mümkün değil.

Büyük ihtimalle onun isteği doğrultusunda yaptı, diğer türlü hangi yalanı söy­ lemesi gerektiğini nasıl bilebilirdi? Her iki Field de Troçki’in yakın ta­kipçileriydi.

Troçki'in Dewey Komisyonu oturumlarında “ Sağcılar ve Troçkistler Bloğu” hakkında bilinçli bir şekilde yalan söylediği Getty ve Broue tara­ fından derlenen kanıtlarla ortaya konduktan sonra, elimizde oldukça otur­ m uş bir gerçek var. 1936 yılında Moskova M ahkem esi’nde yapılan tanık­ lıklarda değil, ama 1937 Dewey Komisyonu oturumlarında, Troçki’in ve onun bizzat kendisinin gösterdiği tanıkların ifadelerinin çarpıtılmış olduğu ortaya çıktı. Ayrıca Troçki’in Almanlar ve Japonlarla beraber bir komploya dâhil olduğunu reddetm esinin kendisi, bir kanıt olamaz. Bu, objektif olmaya çalışan her öğrenci için her zaman çok açık olmuştur. Bir suç işlemekle itham edildiğinde, masum ya da suçlu herkesin, masum olduğunu iddia etm esi beklenir.

İzleyeceğimiz yol böylece temizlendi. Şimdi elimizdeki kanıtlar üzerine çalışabiliriz.

Üç Moskova Mahkemesi’nden Gelen Kanıtlar

Moskova “Şov" M ahkemeleri'nin her üçünde de ifade veren sanıkların tüm ifadeleri, genelde yalan beyan olarak kabul edilir. Sanıkların tehdit edildikleri ya da işkenceye uğradıkları ya da başka yollarla normalde iş­ lemelerinin imkânsız olduğu saçma suçlar işlediklerini itiraf etmeye zor­landıkları iddia edilir. Bu iddialar tamamen yanlıştır.

Sanıkların tehdit edildikleri ya da işkence gördükleri ya da türlü vaat­ lerle yalan beyanlarda bulunmaya zorlandıklarını gösteren, adını anmaya değecek tek bir kanıt bile bulunmamaktadır. Hruşçov dönemi ve tekrar Garbaçov iktidarı ve aslında günüm üze kadar olan tüm Sovyet ve Rus iktidarları resmi olarak, sanık ifadelerinin yalan olduklarını kabul eder. Soruşturm a materyallerinin bugün hâlâ Rusya’da gizli olarak sınıflandı­ rılmış sınırlı bir kısmı hariç tümü, Mahkem eler’in itibarının şaibeli ol­ duğunu gösterm ek ve sanık itiraflarının yalan olduğunu ortaya koymaya yönelik bir kanıt bulabilmek için karış karış arandı. Ancak bu türden bir kanıta ulaşılamadı. Bu nedenle de bu türden bir kanıtın var olmadığını söylerken, haklı nedenlere sahibiz.

1992 yılında, Yeltsin yönetiminde kısa süren “glasnost” dönemin­ de, Moskova M ahkemesi sanıklarından on kadarının Sovyet Yüksek M ahkemesi’ne yaptığı temyiz başvurulan Izvestiya gazetesinde yayım­ ladı. Başvuruyu yapan tüm sanıklar, kendi itirafları ve diğer sanıkların suçlamaları sonucunda ölüm cezasına çarptınlmışlardı. Eğer itiraflannı geri çekecek ve masum olduklannı iddia edeceklerse, bu, onlann son şanslarıydı. Hiçbirisi bunu yapmadı. Her biri kendi suçunu yeniden dile getirdi.'1938 Moskova M ahkem esi’nde görece daha az önemli bir sanık olan Dr. D. D. Pletnyov’un,
kendisinin bir tertibe kurban gittiği ve mahke­ meden sonra hapishanede masum olduğunu itiraf ettiği birçok makale­ de iddia edildi. Ancak bu makaleler ve yayımlanan Pletnyov mektupları üzerine yapılan bir inceleme, bu iddianın doğru olmadığını gösteriyor. Pletnyov, m ahkem ede suçlu bulunduğu konu hakkında hiçbir zaman ma­ sumiyet ilanuıda bulunmadı. Makaleler birçok tutarsızlık
ve yalan ifadey­ le dolu. Pletnyov’in bir komploya kurban gittiğini iddia etmenin hiçbir temeli yok.42 Zinovyev ve Buharin gibi öne daha fazla çıkan sanıkların durumundaysa, tehdit edilmediklerine ya da kendilerine kötü davranıl- madığına dair yeterince kanıt bulunuyor.

Moskova Mahkemeleri’ndeki sanık itiraflarım dikkate almayan bir­ çokları, bu mahkeme kayıtlarını hiçbir zaman incelemediler. Onları gör­ mezden geldiler, zira kendilerine sanık ifadelerinin, uydurulmuş ifadeler olduğu söylendi. Aslında bunu gösteren hiçbir kanıt yoktu. Burada da gö­receğimiz gibi bu ifadelerde dile getirilen kanıt unsurları, bu çalışmanın ana konusunu oluşturan arşiv malzemelerini kuvvetli bir şekilde destek­ liyor. Ayrıca her koşulda Moskova Mahkemeleri sanıklarının itirafları, diğer kanıtlara ya da herhangi bir kanıta gösterdiğimiz saygıyla eşit de­ recede saygı görmeli. Tespit edilmeli, derlenmeli ve üzerinde çalışılmalı. Biz, bunu yaptık.

Moskova Mahkemeleri’ndeki sanıkların bir kısmı Troçki’in Almanya ya da Japonya ile işbirliği yaptığı konusunda tanıklık yaptılar. Bu tanıkla­ rın birçoğu Troçki’in işbirliği yaptığını başkalarından duyduğunu söy­ledi. Ancak sanıklardan bazıları bizzat Troçki’in ya da Troçki’in oğlu Leon Sedov’nn, kendilerine bu işbirliğinden bahsettiğini ya da Troçki veya Sedov tarafından yazılan not ve mektuplardan bu durumu öğrendik­ lerini söylediler.

Bu nedenle, bu son tanıklıklar, çok daha doğrudan bir statüye sahip. Bu makalede, Troçki’in işbirliği yaptığını iddia eden bu birincil kaynak­ lara odaklanacağız. Dolaylı ya da ikincil kaynaklardan elde edilen kanıtla­ rın tümünü detaylı bir şekilde gözden geçirmeyeceğiz. Ancak makalenin son kısmında bu türden kanıtların elimizdeki birincil kaynakları ne yön­ de desteklediği
üzerine de bir şeyler kaleme alacağız.

Ağustos 1936 Mahkemesi: Olberg
Zinovyev, Kamenev ve diğerlerinin Ağustos 1936’daki mahkemelerinde, Troçki ile Alman hükümetinin işbirliği yaptığına dair yegâne birincil kaynak, Alman istihbaratı ile olan işbirliği hakkındaydı.

Sanık Valentin Olberg, kendisi de bir Alman ajanı olan erkek kardeşi Paul’ün yardımla­ rıyla SSCB’ye girebilmek için Gestapo’dan bir Honduras pasaportu elde ettiğini iddia etti. Bunu alabilmek  için gerekli olan parayı Almanya’daki Troçkist örgütten edindiğini de dile getirdi. Parayı vermelerini onlara Sedov söylemişti. Getty, Troçki arşivinde Troçki’in “Berlin, Prag ve tstanbul”da güvenilir kaynakları olduğunu gösteren kanıtlar buldu (Getty 28). Bu nedenle de Alman Troçkistler var olduğu sürece, Olberg’in iddia ettiği tem as şekli var olmaya devam edebilirdi.

Daha fazlasını söylememiz şu aşamada mümkün değil. Troçkistlerle Gestapo arasında var olduğu iddia edilen temasların ana amacı Stalin ve Voroşilov’a karşı düzenlene­ cek suikast girişimlerinin örgütlenmesiydi. Bu mahkemede, Troçki’in Almanlar ya da Japonlarla askeri amaçlara yönelik bir ilişki kurduğunu beyan eden bir ifadeye rastlamıyoruz.

Olberg, Gestapo ile Alman Troçkistler arasında Troçki'in de onayı ile sistematik bir işbirliği kurulduğunu iddia etti. Savcı Vışinskiy’in açış iddianamesinden:
Soruşturmanın vardığı sonuca göre V. Olberg, Alman Gizli Polisinin (Gestapo) yardımıyla elde edilmiş bir Honduras Cumhuriyeti pasaportu ile SSCB’ye geldi.
Bu hususta V. Olberg, SSCB Savcılık makamındaki sorgusu esna­ sında şöyle bir tanıklıkta bulundu: Sedov, SSCB’ye bir kez daha geri gelebilmem için bana bir pasaport bulma konusunda yardım etme sözü verdi. Ancak genç kardeşim Paul Olberg sayesinde bir pasaport elde etmeyi başar­ dım. Alman polisi ve onun Prag'daki ajanı V. P. Tuhaçevskiy sa­ yesinde, bir miktar rüşvet karşılığında bir Honduras Cumhuriyeti vatandaşının pasaportunu elde ettim. Pasaport için verdiğim pa­ rayı -13.000 Çekoslovakya kronu- Sedov’dan aldım ya da daha doğrusu Sedov’un talimatları doğrultusunda Troçkist bir örgütten aldım.” (Cilt XXI, s. 262).
31 Temmuz’da Gestapo ile olan bağlantısı hakkında yeniden sor­ gulanan V. Olberg şöyle tanıklık yapıyor:
"Bu yıl 9 Mayıs’la verdiğim ifadeyi de doğrulayacak şekilde, Gestapo ile olan bağlantımın bir istisna olmadığını vurgulamak isterim. Öyle olsaydı bir Troçkistin kişisel düşüşünden bahsedi­ lebilirdi. Bu yol, L. Troçki tarafından Sedov üzerinden iletilen talimatlara uyan tüm Troçkistlerin izledikleri bir yoldu. Gestapo ile olan bağlantı, SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) ve Sovyet Hükümeti liderlerine karşı SSCB'de terörü örgütlemek amacını güdüyordu.”

Mahkeme Kayıtlarından:

Sonra, diyor Olberg, Paris’te bulunan Sedov’a bir Gestapo ajanı tarafından bana yapılan öneriyi anlattığım bir mektup yazdım ve bu mektupta ondan, L. D. Troçki’in böyle bir ajanla bu tarz bir düzenlemeyi onaylayıp onaylamayacağı hakkında beni bilgilen­ dirmesini istedim. Bir süre sonra faaliyetlerimi, diğer bir deyiş­ le, benim Tuhaçevskiy ile olan mutabakatımı onaylayan bir yanıt aldım. Sedov, gizliliğin en katı biçimde kurulması gerektiğini ve bu anlaşmadan Troçkist örgütün başka hiçbir üyesinin haberdar olmaması gerektiğini yazdı. (Pnm ia . 21 Ağustos 1936, s.2).
Sanık Natan Lur’e, bir Gestapo ajanı olan Franz Weitz öncülüğünde sui­ kast plânlan yaptığım itiraf etti. Lur’e, Weitz’in Troçkistler ve Gestapo’nun ortak amaçlar uğruna birlikte çalışmaları gerektiğini söylediğini iddia etti. Lur’e hiçbir zaman bunu kendisinden bizzat Troçki ya da Sedov’un istediğini söylemedi. İçlerinden herhangi biriyle şahsen karşılaştığı iddi­ asında da asla bulunmadı.

Arşivsel Kanıtlar ve 1936 Mahkemesi: 29 Temmuz 1936 Tarihli “Kapalı Mektup”
29 Temmuz 1936'da, Ağustos m ahkem esinden birkaç hafta önce, Politbüro SSCB’deki tüın Parti örgütlerine gizli ve uzun bir mektup yol­ ladı. Bu belge ancak Ağustos 1989’da, Mihail Garbaçov'un kısa ömürlü ve kapitalist doğrultuda iktisadi bir “yeniden yapılanmaya" (perestroiko) eşlik etm esi beklenen oldukça yanlı “açıklık” döneminde (glasnost’) ya­ yımlandı. Parti örgütlerinden kendi korumalarını iki katına çıkarmalarını isteyen “m ektup”, sorgu altında bulunan birçok şüpheliden alıntılar içeri­ yordu. Kimileri birkaç hafta sonra gerçekleşen m ahkem ede sanık olarak yargılandılar. Bazıları bu mahkemeye dâhil edilmedi ama kaçınılmaz ola­ rak sonrasında teker teker yargılandılar.

M ektupta bahsi geçen sorgulamadan birkaç şey daha öğreniyo­ ruz. Sonraları bir m ahkeme sanığı olacak olan Dreytser, 1934 yılında Troçki’den, Stalin ve Voroşilov’a bir suikast düzenlemesi ihtiyacını dile getiren bir mektup aldığını söyledi. Bu mektup elbette Almanlar ya da Japonlar konusunda bir şey söylemiyordu. V. Olberg, Fritz-David, ve K.B. Berman-Yurin, Troçki ile doğrudan ilişki kurduklarına tanıklık etti­ ler. Olberg ayrıca Sedov'la da doğrudan bir ilişkisi olduğunu beyan etti. Bu bağlantının da ana gündemi suikastlar düzenlemekti. Bir Troçkist olan E. Konstanten Gestapo ajanı W eitz ile iletişime geçtiğini söyledi­ ğine atıfta bulunuluyor; ancak burada Troçki’in bu yönde bir telkinde bulunduğu söylenmiyor.13 Bu nedenle, “Kapalı M eklup”ta, Troçki’in Almanlarla çalıştığına dair bir kanıt bulunmuyor.

Natan Lur’e
24 Ağustos 1936’da, Lur’e ’nin mahkemenin ardından Mihail Kalinin’e özel af için ilettiği temyiz talebi belgesi ilk defa 1992’de, eski Sovyet ar­ şivlerinden elde edilmiş bir nüsha biçiminde yayımlandı. Temyiz talebi gizli bir belgeydi ve hiçbir propaganda değeri yoktu. N. Lur’e bu metinde
davada yaptığı itirafların doğruluğuna vurgu yapıyordu. Bu kısa belge 1992’den sonra bir daha yayımlanmadığı ve henüz başka bir dile çevril- mediği için, burada tüm metni tekrar veriyoruz:4
SSCB CEC [Merkez Yürütme Komitesi, ç.n.] Başkanı Kalinin M. İ.’ye Beyanname 1 No’lu Yüksek Mahkeme Askeri Birliği’nnı hüküm giydirmesi sonucunda, Natan I^azareviç Lur’e ölüm cezasına çarptırıldı.
Sovyet halkına karşı çok ciddi bir suç işledim. Terörist merke­ zin lideri olan Troçki’in verdiği görev doğrultusunda, Sovyet halkını ve tüm dünya proletaryasını lider Stalin ve büyük komü­nist partinin diğer tüm liderlerinden mahrum bırakmak istedim. Voroşilov, Stalin, Ordjonikidze, Kaganoviç ve Jdanov’a karşı bir­ den fazla terörist eylem düzenledim. Bu planı gerçekleştirmek üzere bizzat kendim silah kuşandım.
Gestapo’nun bir temsilcisi olan Franz Weitz tarafından emredildi- ği üzere, Voroşilov’u gerçekten öldürmek nzere hazırlandım. Bu alçak cinayet planlarını sürdürmek istedim,, çünkü Almanya’da kaldığım uzun süreler boyunca Troçkizm zehriyle zehirlen­ miştim. SSCB’ye ilk defa 1932’de geldim ve bu nedenle, o tari­ he kadar lzmin ve Stalin’in partisi Tüm Birlik Komünist Partisi (Bolşevik)’in Merkez Komitesi öncülüğünde elde ettiği olağanüs­ tü başarılardan habersizdim.
Troçkist yazın tarafından eğitilmiş olan ben, parti liderlerine karşı nefret beslemiştim. Mahkemem esnasında suçumu tümden itiraf ettim ve Sovyet iktidarından hiçbir şey saklamadım. Ben genç bir cerrahım. 34 yaşındayım. İşlediğim suçları çok çalışarak telafi etmeye hazırım. Ta ki içimde bir nebze olsun Troçkizm zehri kalmayana kadar...
SSCB Merkez Yürütme Komitesinden hayatımı bağışlamasını ve beni affetmesini talep ediyorum.
Natan Iazarevich LUR'E

Bu itirafa daha sonra tekrar değineceğiz. Ancak birçok noktayı belirt­ memizde fayda var. N. Lur’e, Sovyet liderlerine karşı suikast planları yap­ maktan dolayı suçlu olduğunu tekrar ediyor.

Özellikle de Gestapo’nun adamı olan W eitz’den em ir aldığı konusunda ısrar ediyor. Kendisinin kul­landığı “gerçekten” (deistvitel'no) kelimesi, Lur’e ’nin itirafta bulunduğu, Gestapo ile “işbirliği yapmak” ya da onun “öncülüğünde hareket etm ek ’* meselelerinin birer metafordan ibaret olmadığını gösteriyor. Aynı yolun yolcusu olduklarını ve suikast fikrini, Weitz'ın dile getirdiği bir düşünce­ den aldığını söyleyerek Lur’e olabildiğince açık olmaya çalışmış. Emirleri fnlen Gestapo’dan almış.

Natan Lur’e, ne Troçki ne de Sedov’la doğrudan bir ilişkisi olduğu­ nu hiçbir zaman dile getirmedi. ‘Terör” faaliyetlerinde bulunmak ya da Nazilerle işbirliği yapmak konusundaki görev ya da emirleri onlardan almadı. O lberg’in, Troçki’in Almanya'daki “temsilcisi, Almanya’daki Troçkistlerin lideri ve SSCB ile olan yasadışı bağlantıların ana mercn” olduğu bugüne dek iddia edilegeldi. Lur’e, Leon Sedov’la pek sık görü­ şürmüş. Lur’e ayrıca, Troçki’in Sedov’a 1932 yılında bir mektup yolla­ dığına tanıklık etti. Bu mektupta, Troçki, Sedov’un suikast misyonunu Olberg’e em anet etmesini onaylıyordu.

Kanıtın Değerlendirilmesi

Bir tarih çalışmasında kesinlik elde edilemeyeceği açıktır. Olmasını arzu ettiğimiz kadar kanıtımız hiçbir zaman olmaz. Bu, hukuki ve bilimsel araştırm a konularında da genel olarak böyledir. Tek rasyonel prosedür, elimizde olan tüm kanıtların çalışılması ve bu kanıtlara bağlı, kanıt üstünlüğüne dayalı bir sonuca varılmasıdır. Ne za­ man ki bir meselenin her “iki tarafı” için de kanıt bulunur ve kanıt üs­ tünlüğünün kimde kaldığını tarafsız olarak söylemek mümkün olmaz, o zaman bu pat durum unu mümkün olan en iyi biçimde tüm açıklığıyla arif ederiz.

Her dununda, sonuçlar farazidir. Ancak ne zaman ki daha fazla kanıt gün ışığına çıkar, o zaman, önceki tüm kanıtlan gözden geçirmeye ve yeni kanıtlan bunlara eklemeye hazır olmalıyız. Eğer çalışma gerektirir­ se, bir önceki sonuçlarımızı revize etmeye ve hatta tersine çevirmeye ha­ zır olmalıyız. Tüm araştırm alarda olduğu gibi, bizim de burada izlememiz gereken yöntem bu dur.

Natan Lur’e, Voroşilov’u öldürmek üzere hazırlandı ya da hazırlanma­ dı. Eğer Voroşilov’u öldürmek için hazırlandıysa, bunu ya Geslapo aja­ nından aldığı talimatlar doğrultusundan yaptı ya da başka bir nedenden dolayı veya başka bir liderliğin altında yaptı. Tekrar söylemek gerekirse, ya yaptı ya da yapmadı.

Lur’e ’nin temyiz talebi, kendisinin m ahkem ede verdiği ve mahkeme tutanağında raporlanan ifade ile tutarlı. Lur’e ’nin durum unda elimizde olan yegâne ek kanıt ya da tanıklık, “rehabilitasyon” materyallerinde var. Kronolojik olarak konuşursak, bu belgelerden ilkini Hruşçov tarafından 1962-1963 yılları arasında hazırlanan Şvernik Komisyonu’nun “Zapiska”sı oluşturuyor ve Rus baskısına göre bu rapor, “18 Şubat 1963 tarihinden sonra" hazırlanmamış. M ahkem e tutanağındaki bilgileri içermenin dışın­ da, Natan Lur’e hakkında pek az şey söylüyor. Söyledikleriyse Lur’e ’yi temize çıkarmıyor.

Örneğin bu raporda şunları okuyabiliyoruz:
Almanya Komünist Partisinin eski üyeleri, bir önceki davada suç­ lu bulunan M. Lur’e ve N. Lur’e geçmişte Troçkist muhalefetin görüşlerini paylaşmışlardır ve Almanya’da yaşayan Olberg, 1930- 1931 yıllarında Troçki ile yazılı iletişim kurmuştur. Sonra, şüp­ heli yollardan SSCB’ye gelmiştir. (“Zapiska” 562; italik bize ait).
Her ne kadar Şvernik Komisyonu’na sanıkların masumiyetini doğru­ layacak “kanıt” bulmak konusunda açıkça talimat verilmiş olsa da, bir­ çok vakada komisyon bu amaca zıt düşen kanıtlara ulaşmıştır. Yukarıda alıntılanan beyan, Şvernik Raporunu kaleme alanların, sanıkların şüpheli eylemleri üzerine var olan tüm kanıtları tamamen ortadan kaldırmak gibi bir isteğe sahip olmadıklarına işaret ediyor.

“Zapiska”, Kirov’a düzenlenen başarılı suikast girişimi ve Stalin, Voroşilov ve diğerleri hakkındakı suikast planlarında Troçkist-Zinovyevci bloğun rolü olduğu hakkında üretilen teorinin çatısını kurma işinde, Stalin'in büyük bir rol oynadığını rapor ediyor (560). Böyle bir bloğun hiçbir zaman var olmadığı ve NKVD’nin ve/veya Stalin’in bir uydurması olduğu sonucuna varıyor.

Garbaçov dönemi “rehabilitasyon” komisyon­ ları bu sonuçla mutabık kalıyorlar. “Rehabilitasyon” kararnamesi, Sovyet Yüksek M ahkem esi Plenumu tarafından Haziran 1988’de çıkarılıyor. Bu kararnam enin metni elimizde yok; ancak Polilbüro’nun rehabilitas­ yon komisyonunun 1989 Ağustosu’nda yayımladığı belgeye sahibiz.'5

Bu bildiri birkaç önemli unsur içeriyor. Onları burada değerlendire­ ceğiz. Ancak, kimi kısımları neredeyse tamamen ya da buna çok yakın bir biçimde Şvemik Komisyonu'nun yirmi beş yıl öncesinden kalan 1963 tarihli "Zapiska”snıdan kopyalanmış. 1988’de kim se bunu bilemezdi; çün­ kü 1993-94 yılına kadar Şvernik Raporu henüz yayımlanmamıştı. Ancak kopyalama meselesinin kendisi, 1987-88 yıllarında yeni bir çalışmanın pek m uhtemel olarak yapılmadığına işaret ediyor. Bu 1989 tarihli belge hakkında, bizim çalışmamız için önemli olan iki özelliğe daha dikkat çek­ meliyiz:

1. 1989 belgesi, Zinovyevcilerle Troçkistlerin bir gruplaşmasının ya da birlikte meydana getirdikleri bir grubun olmadığı sonucuna varıyor.
1927’den sonra, eski Troçkistlerin ve Zinovyevcilerin partiye kar­ şı örgütlü bir mücadele yürütmedikleri, birbirleriylc terörist ya da başka bir zeminde herhangi bir ittifak kurmadıkları ve “Birleşik Troçkist-Zinovyevci Terör Merkezi”nin, NKVD’nin organları tara­ fından J.V. Stalin’in doğrudan emri ya da katılımıyla uydurulduğu sonucuna böylece varılmıştır. (94)
Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Böyle bir blok aslında vardı ve var­ lığı Troçki'in Harvard Üniversitesi’nde bulunan şahsi arşivinden çıkan belgelerle de kanıtlandı. Arch Getty 1985 yılında yayımladığı ve alanında çığır açan kitabında şöyle söylüyor:
Her ne kadar Troçki, 1929 yılında sürgün edildikten sonra SSCB’deki takipçileri ile, ne türden olursa olsun herhangi bir iletişim kurduğunu daha sonra reddetmiş olsa da, bunun doğru olmadığı pek açık. 1932 yılının ilk üç ayında, eski muhalifler olan Radek, Sokolnikov, Preobrajenskiy ve diğerlerine gizli mektuplar yolladı. Her ne kadar bu mektupların içeriği bilinmiyorsa da. hi­ tap edilen kişileri bir tür muhalefete dönmeye ikna etme çabası içerdiklerini düşünmek gayet mantıklı gözüküyor.
1932 yılının Ekim ayı içerisinde, (bir Sovyet memuru ve eski bir Troçkist olan) E. S. Goltsman, Berlin'de Sedov'u gördü. Kendisine, Sovyet iktisadi üretimi üzerine hazırlanmış bir iç ge­ nelge verdi. Bu genelge bir sonraki ay Biulleten'de, “Sovyetler Birliği'nin Ekonomik Durumu” adıyla yayımlandı. Ancak, öyle gözüküyor ki Goltsman, Sedov’a başka bir şey götürmüştü: SSCB’deki Sol Muhaliflerden oluşan, birleşik bir muhalefet bloğu kurulmasına dair bir öneri. Önerilen blok, Troçkistleri, Znıovyevcileri, Lominadze grubunun üyelerini ve başkalarını da içerecekti.
Öneri, kod adı “Kolokolnikov” olan İvan Smimov’dan geldi. (Getty, Origins 119).

Troçki’in, Harvard Yazılan’nda ortaya çıkan blok meselesi hakkında ne düşünm üş olabileceği üzerine bir tartışma yürüttükten sonra, Getty şöyle devam ediyor:
Oldukça açık gözüküyor ki o dönemde Troçki’in SSCB’de giz­ li bir örgütü vardı ve onunla iletişim halindeydi. Aynı şekilde oklukça açık ki, birleşik bir muhalefet bloğu 1932’de oluşturul­muştu... Elimizde olan kanıtlardan Troçki’in. blok için herhan­ gi bir “terörist” rol öngörmediği anlaşılıyor. Fakat “kadroları ve bürokrasiyi” devirmek için yaptığı “yeni bir siyasi devrim” çağrı­ sı Moskova'da böyle yorumlanmış olabilir. Zinovyev, Kamenev, Smirnov ve diğerlerinin görevlerinden alınmaları yoluyla bloğun kadnkleşürilmesinin ardından, örgütün yalnızca çok daha alt dü­ zey muhaliflerden (Troçki’in doğrudan temas kurmaya çalıştığı Zinovyev takipçileri) müteşekkil kaldığına inanmak için makul sebepler var.
NKVD’nin bloğu bilmesi de eşit derecede mümkün. Troçki ve Sedov’un kadrolarının arasında derinlemesine bir şekilde sızılmıştı ve Sedov’un 1936 yılındaki en yakın işbirlikçilerinden birisi olan Mark Zborovski’nin bir NKVD ajanı olduğu söylendi. 1936 yılında, 1932 bloğu, NKVD tarafından terörist bir komplo örgütü  olarak yorumlandı ve Yejov'un eski muhalefeti yok etme kampan­ yası için ana bahaneyi oluşturdu.
Smimov, Goltsman, Zinovvev, Kamenev ve Troçki (gıyabında) 1936 şov mahkemesinde sanık oldular ve 1932 olaylan. yargılanmaları için kanıtsa! temeli sundu. (Getty, Origins 121).
Eğer Zinovyevcilerle Troçkistler arasındaki bloğun varlığı Troçki’in kendi belgelerinde 1932’den beri göslerilebiliyorsa ve bu bloğun varlığı eğer 1985 gibi görece erken bir tarihte bile biliniyorsa, o zaman geçmişte böyle bir bloğun varlığının aslında 1988 yılında da, Parti’nin ve 1987-88 yıllarının “rehabilitasyon" soruşturmacılarına erişiminde bulunan 1936 mahkemesi soruşturma materyalleri üzerinden gösterilebileceği sonu­ cuna, kesin olarak varabiliriz. Eğer bu materyaller bir şekilde Rusya’da erişilebilir olmasalardı da, Garbaçov dönemi komisyonlarının geçmişte böyle bir bloğun var olup olmadığı sorusunun henüz ispatlanmamış oldu­ ğu sonucuna çok kolay bir şekilde varabilmeleri gerekirdi.

Ve elbette Getty ve kendisi de Harvard'daki Troçki arşivinde araştır­ ma yapmış olan ünlü Troçkisl araştırmacı Pierre Brone tarafından yapılan araştırmalara başvurabilir ve böyle bir bloğun gerçeklen olduğu sonu­ cunu kabul edebilirlerdi; ve elbette Troçki’in bu bloğun varlığını red­ dederken aslında yalan söylediği sonucunu da. Başka bir araştırmamız­ da, hem Savcı’nın “ltirazı”nda (=temyiz çağrısı) hem de Sovyet Yüksek M ahkemesi Plenuntu’nun Buharin hakkındaki kararnam esinde -ki bu bel­ ge 4 Haziran 1988 tarihlidir ve hâlâ gizli tutulmaktadır- kullanılan anahtar konumundaki kanıtlardan bir tanesinin bilinçli bir biçimde, hem de çok ciddi şekilde tahrif edildiğini gösterdik.415B ugünkü vakada da Garbaçov dönemi komisyonunun böyle bir bloğun var olduğunu inkâr etmesi, bu komisyonların vardıktan sonuçların dürüst ya da doğruya uygun sonuç­ lar olarak kabul edilemeyeceğinin bir diğer kanıtını oluşturuyor.

2. Ayrıca, Buharin ve grubunun, 1928 ve 1929 yıllarında Stalin’e suika düzenlemeyi planladıklarını 1971 yılından bu yana biliyoruz. Buharin’in yakın arkadaşı, Komnıtern’de aktif bir İsviçreli komünist olan Jules Humbert-Droz’un bu sebepten dolayı Buharin'le arası açılmıştır ve ken­ disi bu konuya 1971 yılında yayımladığı anılarında yer verir. İsviçre’de yazan ve olaydan kırk yıl sonra bunu kaleme alan Humbert-Droz'un konu hakkında yalan söylemek için herhangi bir nedeni varmış gibi gözükmü­ yor. Bu anı kitabı, Stephen Cohen'in 1973’te yayımlanan ve ödnl kazanan biyografisinden başlamak üzere, Buharin hakkında yazan tüm Soğuk Savaş dönemi yazarları tarafından görmezden gelinmiştir.47

Her ne kadar Garbaçov dönemi “rehabilitasyon” raporu tüm sanıkla­ rın hakkaniyetsiz yere suçlandıklarını ilan etse de, Nathan Lur’e ’nin iti­ raflarının ve temyiz çağrısının sahici oldukları konusunda sıkı kanıtlara sahibiz.

Zinovyev’in Mektupları ve Temyiz Çağrısı

1989 tarihli belge, sanıklardan itiraf elde edebilmek için onlara karşı “ya­ sadışı baskı metotlarının” (nezakonnye mery vozdeistvna) uygulandığı iddiasında bulunuyor. Ancak bu ciddi itham, herhangi bir yerde herhangi bn' kanıtla desteklenmiyor. Belge aynı zamanda “psikolojik baskTya da atıfta bulunuyor. 1956’da, 1936 m ahkemesindeki yargılamanın bir tanığı olan ve başı çeken Troçki destekçisi 1. N. Smimov'un karısı, Safonova. üç sebepten dolayı yalan beyanda bulunmayı kabul ettiğini dile getiriyor: “Psikolojik baskı”; ailesine karşı olan tehditler ve “Parti çıkarları doğrul­ tusunda" itirafta bulunma arzusu.

Safonova, sorgulamalar esnasında NKVD çalışanlarının psikolojik bas­ kı yöntemleri kullanarak, parti çıkarları için yaşamsal olduğu iddia edilen kriminal eylemler hakkında itirafta bulunmasını istediklerini beyan edi­ yor. (Rehabilitasyon I, 86).

Belge, “psikolojik bask fn ın tam olarak neye tekabül ettiğini hiçbir za­man anlatmıyor. Her ne kadar bu cümlecik, sanıklardan “Partinin iyili­ği için” asla yapmadıkları şeyler hakkında itirafla bulunmalarının talep edildiği anlamına geliyor gibi gözükse de, bu. hiçbir zaman doğrudan bir şekilde iddia edilmiyor. Kendi rızasıyla “Parti’nin iyiliği için” bir kere yalan tanıklık yapan birisi, bunu bir kere daha yapabilir. Bu durumda, esasen 1956 yılında Kruşçev’in kendi “rehabilitatörlerine” verdiği ifade­ nin “Parti’nin iyiliği için” verilmiş bir yalan ifade olup olmadığını bilmenin imkânı bulunmuyor.

1989 “rehabilitasyon” belgesinin kendisi, işkence suçlamasının - eğer “yasadışı baskı metotları”yla kast edilen buysa- yalan olduğunu gösteri­ yor. Bizzat Zinovyev’in kendisinden, kendisine yapılan muamelenin iyi olduğunu belirten bir alınlı yapılıyor.
6 Mayıs 1935. Bir gün suçumu silebilme imkânının bana verile­ bileceğini nmabilsem sadece, yalnızca biraz olsun bir umudum olsa. Hapishanede bana insanca muamele ediliyor, tıbbi destek vb. alabiliyorum. Ancak ben artık yaşlı birisiyim ve çok sarsıl­dım... (Rehabilitasyon I, 90).
“Rehabilitasyon” belgesinin siyasi eğilimini düşünecek olursak, tuhaf bir şekilde Zinovyev’den, “suçunun” bağışlanmasını um duğunu ve ken­ disinin “artık bir düşman" (m bol'she ne vrag, 89) olmadığını dile getiren bir alıntı yapılıyor. Bu “rehabilitasyon” belgesinden, Zinovyev’in bu cüm­leyi iki defa kaleme aklığı görülüyor. Zinovyev hakkındaki bu belgeler Rusya'da hâlâ gizli tutuluyorlar. Ancak öyle gözüküyor ki Zinovyev, ken­ disinin masum olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Aksi halde bunu ifa­ de eden alıntılar mutlaka yayımlanırlardı. Bunun yerine Zinovyev birçok yerde suçundan dolayı hayıflanıyor. Öte yandan, yayımlanan kısımlarda, Zinovyev’in kendisini hangi suçtan dolayı suçlu bulduğunu açıkça belir­ ten bir kısma, hiç yer verilmiyor.

Getty, 1936 Mahkemesi tanıkları hakkında dava öncesinde toplanan kanıtlara erişim hakkını elde elmiş, onlar üzerinde çalışmış ve hakkında yayın yapmış en güncel -h a tta kendisinin dediğine göre biricik- araştır­ macıdır. Getty, eriştiği verileri şöyle özetliyor:

23 Temmuz [1936] itibariyle, Kamenev, terör faaliyetleri planla­ yan karşı devrimci bir merkeze üye olduğunu kabul ediyor; an­ cak bu merkezi örgütleyenlerden birisi olduğu iddiasına itiraz ediyor. Zinovyev’in ismini meseleyi en yakından bilen kişi olarak veriyor. Üç gün sonra, Zinovyev, onu doğrudan suçlayan takipçisi Karev’le yüzleştiriliyor. Zinovyev sorgulamanın sonlandırılmasını talep ediyor, çünkü suikast ve terör örgütlemesinin tam bir itirafı anlamına gelecek bir ifade vermek istediğini dile getiriyor. Kısa bir süre sonra, hapishanede bizzat kendisinin el yazısıyla kaleme aldığı 540 sayfalık bir metni sorguyu yürütenlere veriyor. Metnin “Hak edilen Ceza” kısmında şöyle yazıyor:
“Bu konuda kuşkuya mahal yok... Bu, bir gerçek. Herkim ki sos­ yalist devletin karşısına “muhalefet” kartı ile çıkar, o kişi karşı devrimci terör fikriyle dans ediyor demektir... Kendisini benim bulunduğum pozisyonda bulan herkesin karşısına bu soru keskin bir bıçak gibi çıkacaktır. Eğer  yarın savaş olsa, bu sefer soru bin defa daha keskin ve büyük hale gelir. Bana gelecek olursak. Bu soru hakkında hapishanede bulunurken geri dönülmez bir karar verdim: Öl ve tekrar diril! Yeniden bir Bolşevik olarak doğ! İnsan olarak kalan günlerini Parti karşısında işlediğin suçun bilincinde olarak geçir! Bu suçtan arınmak için ne gerekiyorsa yap!”1'8
Ayrıca, elimizde artık Zinovyev’in ölüm.cezası hakkında yaptığı temyiz çağrısı da bulunuyor. Natan Lur’e ile onunki, tzvestiya’nm aynı sayısında yayımlandı. Orada da suçunu bir kere daha itiraf ettikten sonra aynı ifa­ deyi veriyor:
Parti ve Sovyet otoritesine karşı işlediğim tüm suçlar hakkın­ da her şeyi proleter mahkemesine  söyledim. Merkez Yürütme Komitesi’nin Prezidyumu artık bütün olanlardan haberdar.
Bana inanmanız için size yalvarıyorum, artık bir düşman olmadı­ğıma inanın lütfen...
Zinovyev'in işlediği suç konusundaki ısrarı ve mahkemeye verdiği ifadenin doğruluğu, yetkililerle gördüğü muamelenin insanca olduğuna dair yaptığı özel konuşma ve Safonova’nın sanıkların işkence gördükleri konusunda söylediği yalanın ikna edici olması konusunda sergilediği be­ ceriksizlik sanırını başka türlü adlandırılamaz-, ayrıca 1936 mahkemesi sanıkları için hazırlanmış “rehabilitasyon” belgesinde yukarıda da gös­ terildiği üzere açıkça yalan ifadelere başvurulduğunun kanıtlandığını da düşünürsek, tüm bunlar 1936 M ahkem esi’ndeki suçlama ve tanıklıkların uydurulmadıkları ya da işkence yoluyla elde edilmedikleri hipoteziyle tu­ tarlılık gösteriyor.

Böylece tüm bunlar, Troçki ve Sedov’un, Olberg’in Nazi istihbaratıyla beraber çalışmasına verdikleri onay hakkındaki ifade­ nin doğru olduğu iddiasını pekiştirmeye yardımcı oluyor.

Arşivsel Kanıt ve Sedov’un Kızıl Kitabı
Ekim 1936’da, Birinci Moskova M ahkem esinin ardından, Leon Sedov Fransızca olarak Moskova
Mahkemelerinin Kızıl Kitabt'm yayımlıyor. Troçki'in Dewey Komisyonu’na nasıl yalan söylediğini daha önce tar­ tıştık. Sedov'un da kitabında doğruyu dile getirm ediğine dikkat çekmek istiyoruz.

9. Kısım'da şöyle demiş:
Elbette Rus Bolşevik-Leninistler bizim tarzımızdaki bu bloğa tek bir grupla dahi girmediler.
Ve,
Sol Muhalefet her zaman sahne arkasında türlü birleşme ve an­ laşmaların yapıldığı uzlaşmazlıklara gebe bir muhalefetti. Oysaki blok, ayaklarını yalnızca tüm kitlelerin gözn önünde ortak bir siyasi platforma basan açık siyasi eylemlerle var olabilirdi. Sol Muhalefet’in 13 yıllık mücadelesinin tarihi, bunun bir kanılıdır. (Sedov 9. Kısım, no:41).

Yukarıda. Getty’nin Troçki’in blok hakkında bilgi sahibi olduğu ve bloğu onayladığını, ama bu konuda Dewey Komisyonu’na yalan söylediği­ ni ispat ettiğine işaret ettik. Bu nedenle Sedov da burada yalan söylüyor.

Troçkist araştırmacı Pierre Broue de bunu kabul ediyor. Sedov’un Blok’un varlığını inkâr etmesine atıfta bulunduktan sonra, Broue şöyle diyor:
Birinci Moskova duruşmasının hemen ardından kaleme alman bu metin, Sedov’un el yazısından çıkan gizli mürekkeple yazılmış 1932 belgesiyle tamamen çelişiyor. Bu belgede bir “bloğun” var­ lığına ve kendisinin SSCB’deki “Troçkistlerle” sürdürdüğü pazar­ lıklara şahit olunuyor. Metin aynı zamanda, Troçki’in birleşme değil, ama ittifak biçiminde bir blok inşasını onaylayan mektubu ve Troçki’in yukarıda anlatılan yorumlarıyla da çelişiyor. (Broue 29).
Ancak Broue’nin tarafsızlığı, kaleme aldığı bir sonraki paragrafta orta­ dan yok oluyor:
1932’deki bu kısa ömürlü bloğun, varlığını 1936 yılında da sürdür­ düğünü iddia etmenin kime ne faydası olabilir?
Broue, gerçekte bloğun “kısa ömürlü” ya da yalnızca 1932 yılında var olup olmadığını bilmiyordu. Kesin olan tek bir şey var. O da blok hak­ kında Harvard’daki Troçki arşivinde 1932 yılından kalan tek bir kanıt. Öte yandan arşivden birçok belge temizlenmiş! Ne Broue’nin ne de bir başkasının bir zamanlar hangi kanıtların olduğunu ya da bu bloğun varlı­ ğının ne kadar sürdüğünü bilme şansı var. Gerçek şu ki Broue, Troçki ve Sedov’un saygınlıkları adına, bu bloğun kısa ömürlü okluğunu varsay­ mış, böyle inanmış ve hatta böyle olmasını umut etmiş.
Sedov aynı zamanda şöyle yazıyor: “Bu satırların yazarı aktif politikadan uzak durm aktadır.”
(Fransızca Baskıya Önsöz). Bunun doğru olmadığını biliyoruz. 1936 yılından çok öncelerde Sedov harıl harıl babasının siyasi çalışmalarına yardımcı oluyordu. Getty, Hai'vard’daki Troçki arşivin­ de, Sedov Almanya’da yaşarken babasının SSCB’ye gidip gelen kişilerle temas kurmasına yardımcı olduğunu gösteren belgeler buldu. Sedov, Hitler 1933’te iktidara gelmeden önce Berlin’den Paris’e taşındığına göre, bu da onun siyasi eylemliliğinin bu tarihten çok daha önceye dayandığını gösteriyor. Eski Sovyet arşivlerindeki materyallere göre, Sedov’un sırdaşı haline gelen NKVT) ajanı Mark Zborovski, Haziran 1936’da Sedov’un kendisine, SSCB’ye yeral­ tında Troçkist çalışma yapmak için gitme teklifinde bulunduğunu üstlerine rapor ediyor (Zborovski bu teklifi kabul etmiyor). Zborovski, Sedov Kızı! Kitabı’m yazarken onun asistanıydı.49

“Kimse doğru kendi tarafındayken yalan söylemez." Troçki’in saklayacak bir şeyi olduğu sonucu­ na varmak kaçınılmaz gözüküyor. Ayrıca Troçki ve Sedov’un, kendi­ lerine 1936 M ahkemesinde yönlen­ dirilen suçlamaları bertaraf etmek amacıyla bilinçli bir şekilde yalan söylemeleri, onların yalnızca güve­nilirliklerini zedelemiyor; aynı zamanda 1936 M ahkemesi’nde yapılan tanıklıkların tem elde gerçeğe uygun oldukları hipotezini de destekliyor. Yukarıda incelenen arşivsel belgeler de bu hipotezle tutarlı.

1937 Ocak Mahkemesi: Pyatakov, Radek, Sokolnikov, Şestov, Romm 

Ocak 1937 M ahkemesi sanıklarından Pyatakov, Radek, Sokolnikov ve Şestov, hepsi kendilerine bizzat Troçki tarafından Almanya ya da Japonya ile işbirliği hakkında açık talimatlar verildiğini ifade verdiler.

Bunları burada kısaca gözden geçireceğiz.

Pyatakov
Troçkistlerin Alman istihbaratı lehine yürüttükleri casusluk faaliyetleri­ nin üzeri, bazı davalarda kendilerinin kimi Alman firmaları ile sürdürdük­ leri bağlantılar üzerinden örtüldü.

Güncel vakadaki soruşturm a LTrostkiy ile kimi Alman şirketleri ara­ sında bir anlaşma yapıldığı sonucuna vardı. Bu anlaşma sonucunda bu şirketlerin, Almanya’dan SSCB’ye ithal edilen ürünlerin fiyatlarının artı­ rılması yoluyla elde edilen bir fon üzerinden Troçkistleri finanse ettikleri
tespit edildi.

Bu noktada Pyatakov, Troçki'in oğlu ve şu anda ülke dışında bulu­ nan L. L. Sedov'h yürüttüğü bir görüşm eye atıfta bulunarak şöyle ifade verdi:
“... Sedov bana Demag ve Borsig firmalarından mümkün olduğun­ da çok siparişte bulunmam  konusundaki Troçki talimatlarını iletti. Bu firmaların temsilcileriyle Troçki’in bağlantıları vardı.
Sen, diye ekledi Sedov, bunun için büyük bedeller ödeyeceksin; ancak bu para bizim işimizi kolaylaştıracak.” (Cilt: I, s. 227) (1937 M ahkemesi 15-16).

Sedov benden istenilen yegane şeyin bu iki Alman firmasına, Borsig ve. Dem ag’a olabildiğince çok sipariş vermek olduğunu ve kendisinin, onlar­ dan gerekli toplamı alacağını ve ürün fiyatları konusunda m üşkülpesent­ lik yapmamak gerektiğini aklımda tutmamı söyledi. Eğer bunlar deşifre edilseydi, Sovyet siparişlerinin toplam tutarına yapılan eklemelerin tama­ mı ya da bir kısmının karşı devrimci amaçlar uğruna kullanılmak üzere Troçki’in eline geçeceği gün yüzüne çıkardı. Burada ikinci görüşm e sona erdi. (26-27).

... Troçki’in bu talimatında yabancı devletlerin yeterli desteği olmaz­ sa, Blok'lan müteşekkil bir hükümetin asla iktidara gelemeyeceği ya da iktidarı elinde tutamayacağını söylediğini hatırlıyorum. Bu nedenle mesele Almanya ve Japonya gibi saldırgan devletlerle bir ön anlaşmaya varabilmekti. Troçki, kendi adına bu gerekli adımları Japon ve Alman devletleriyle bağlantılar tesis ederek hâlihazırda kurm uştu bile. (53).

... Troçki, uluslararası sorunla bağlantılı olarak oldukça içten bir şe­ kilde, yıkıcı kadroların hazırlanması zorunluluğu konusunda ısrarcıydı. Bizlere yeteri kadar enerjik bir şekilde bölücü, yıkıcı50ve terörist eylem­ lerde bulanmadığımız gerekçesiyle fırça atıyordu.

Bana, faşist Alman ve Japon hükümetleriyle, Troçkist-Zinovyevci blo­ ğun iktidara gelmesi durum unda kendilerinin mutlak anlamda olumlu bir tavır alacaklarına dair nihai bir anlaşmaya vardığını söyledi. Ancak Troçki, bu olumlu tavrın sebebinin, aslında söylemeye bile gerek yok, bu hükümetlerin Troçkist-Zinovyevci bloğa karşı besledikleri herhangi bir sempatiden kaynaklanmadığını da ekledi. Buradaki ortaklaşma yal­ nızca faşist hükümetlerin gerçek çıkarlarından kaynaklanıyordu ve biz iktidara gelince onlar için yapmaya söz verdiklerimizden. (63-64).

Pyatakov: Burada öncelikle bir açıklama yapmam gerekiyor. Troçki, hem verili durum dan hem de sürdürm eye devam ettiği müzakere süre­ cinin vardığı aşamadan ve şimdiye kadar elde ettiklerinden yola çıkarak aktif, gerçek ve elle tutulur bir güç inşa etmenin yaşamsal öneme sahip olduğunu söyledi. Bana daha sonra Alman Nasyonal Sosyalist Parti’nin Başkan Yardımcısı -Hess- ile uzun müzakerelerde bulunduğunu anlattı. Onunla bir anlaşma mı imzalandı, yoksa karşılıklı bir mutabakata mı va­ rılmıştı? Bunu bilmiyorum. Bu, doğru. Ancak Troçki bana durumu öyle anlattı ki, bende bir anlaşmanın varlığı izlenimi uyandı. Bazı başka kişile­ rin son şeklini verecekleri bir anlaşma. Bu insanlarla gizli bir oturum da konuşmam gerekiyordu. (64).

Önce, Alman faşistleri Troçkist-Zinovyevci bloğun iktidara gelmesi du­ rum unda olumlu bir tavır alacaklarını ve savaşta ya da savaştan önce, başardığı takdirde, iktidarı ele geçirdiğinde bloğu destekleyecekleri sö­ zünü verdiler. Ancak karşılığında faşistler şu ödünü alacaklardı: Alman çıkarları karşısında ve Alman devletinin uluslararası siyasetteki tüm me­ selelerinde genel anlamda olumlu bir tavır gösterilecekti ve kimi toprak imtiyazları sağlanacaktı.

Bu imtiyazlar tanımlanmıştı. Bu imtiyazları, üzeri kapalı bir biçimde şöyle dile getiriyorlardı:
“Kendi kaderlerini tayin etmeleri esnasında Ukraynalı milli burjuva güçlerine direnm em ek.”

Vışinskiy: Bu ne anlama geliyor?

Pyatakov: Radek’in bu konuda üzeri kapalı bir şekilde konuştuğu anla­ mına geliyor. Almanlann kendi Ukrayna devletlerini kurmaları halinde, yani Ukrayna’yı kendi Alman Genel Valisi tarafından değil de belki bir ataman tarafından yönetmeye başladıklarında -yani, her koşulda Alınanlar Ukrayna’nın “kendi kaderini tayin’ ettiğinde- Troçkist-Zinovyevci blok, buna karşı gelmeyecekti. Bu, bir anlamda, Sovyetler Birliği’nin dağılma­ sının başlangıcı anlamına geliyordu. (64).

Vişinskiy: Peki, ya savaş esnasındaki bölücü eylemler?

Pyatakov: Bu, son aşamaydı... Askeri bir saldırı durum unda, ülkede harekete geçecek olan Troçkist örgülün yıkıcı güçleri, doğrudan Alman faşizminin rehberliğinde hareket etmeden diğer güçlerle koordine ola­ caktı. Sovyetler Birliği’nde bölücü ve sabote edici faaliyetler yürütecek, olan Troçkist-Zinovyevci örgüt, Alman Genelkurmayı’nın da onayladığı Troçki talimatları doğrultusunda hareket edecekti. (65)

Radek: ... Troçki’in Pyatakov la yaptığı görüşm eden çıkan üçüncü bir nokta, Almanya’nın Balkan ve Tuna nehri ülkelerindeki ilerlemesi konusunda talep ettiği mutlak hareket özgürlüğüydü. Bu da çok önemli bir konuydu.
Vışinskiy (Pyatakov’a): Bunu sen mi söyledin? Bunu doğruluyor musun?

Pyatakov: Evel. Radek oldukça doğru bir şekilde aktardı. Tamamıyla doğru. (445).

Radek
Radek: Bu, Mayıs 1934’te oldu. 1934 sonbaharında, diplomatik bir re­ sepsiyonda, tanıdığım bir Orta Avrupa ülkesi diplomatik temsilcisi ya­ nıma oturdu ve benimle sohbete başladı. Şöyle dedi (Almanca olarak):
“... Bizim liderlerimiz" (bunu daha vurgulu söyledi) “Bay Troçki'in Almanya ile bir yakınlaşma çabası içinde olduğunu biliyorlar. Liderimiz şunu bilmek istiyor, Bay Troçki’in bu çabası ne anlama geliyor? Belki de gözüne bir türlü uyku girmeyen bir göçmenin fikridir yalnızca? Bu fikirlerin arkasında kim var?”

Çok açık bir şekilde bloğun tutumu konusunda bir cevap vermem bek­ leniyordu... Kendisine, SSCB’deki realist siyasetçilerin Alman-Sovyet yakınlaşmasının anlamını bildiklerini ve bu yakınlaşmanın sağlanması için gerekli tavizlerde bulunmaya hazır olduklarını söyledim. Ben rea­ list siyasetçilerden bahsederken, bu diplomatik temsilci bu vurgunun, SSCB’d e realist olan ve olmayan siyaselçiler şeklinde bir ayrım anlamına geldiğini ve realist siyasetçileri Troçkist-Zinovyevci bloğun temsil ettiğini açık bir şekilde anladı. Eğer blok iktidara gelirse, hükümetiniz ve onun temsilcisi olduğu ülkeyle yakınlaşma tesis etm ek için tavizlerde buluna­ cak. (108-109).

Radek: ... Birkaç ay sonra, aşağı yukarı Kasım 1935’te, düzenli bir şe­ kilde yapılagelen diplomatik resepsiyonlardan birinde, bu ülkenin askeri temsilcisi....
Başkan: Adını ve ülkesini söyleme.
Radek: ... Bana yaklaştı ve iki ülke arasındaki havanın tamamen değiş­ mesinden duyduğu sıkıntıdan bahsetti. Birkaç giriş sözünün ardından, Troçki döneminde bu ülkelerin orduları arasındaki ilişkilerin çok daha iyi olduğunu söyledi.

Troçki’in Sovyet-Alman yakınlığı konusundaki eski fikirlerine hâlâ sadık olduğunu sözlerine ekledi. Bu minvalde bir süre daha konuştuktan sonra, aynen bir önceki Rapallo51 çizgisini takip eden şahsın yaptığı gibi, beni sıkıştırmaya başladı. Ben de bu zorlamaya ilk seferinde kullandı­ ğım o aynı formülle cevap verdim. Dedim ki SSCB’nin realist siyasetçi­ leri Alman-Sovyet yakınlaşmasının önemine haizler ve iki ülke arasında dostluk tesis edilmesi için gerekli tavizleri vermeye hazırlar. Bu sözlere, bir şekilde bir araya gelerek böyle bir yakınlaşmayı elde etmemizi sağla­ yacak yolların detaylarını ortak bir şekilde tartışmamız gerektiğini söyle­ yerek yanıt verdi. (444).

Radek: Japonya meselesine gelince, bizlere, bu ülkeye yalnızca Sahalin petrolü değil, aynı zamanda
ABD ile bir savaşta kendisine petrol garan­ tisi de verileceği söylendi. Çin’in Japon emperyalizmi tarafından işgaline hiçbir engel çıkarılmaması gerektiği dile getirildi.

Vişinskiy: Peki ya Tuna nehri ülkeleri?

Radek: Tuna nehri ülkeleri ve Balkanlar söz konusu olduğunda, Troçki, m ektubunda Alman faşizminin yayılmakta olduğunu ve bunu önlemeye yönelik hiçbir şey yapmamamız gerektiğini söyledi.

Buradaki amaç esas olarak Çekoslovakya ile, bu ülkenin savunmasına katkıda bu­ lunacak her türlü
ilişkiyi kısıtlamaktı. (115-116).

Ve sonuç olarak 1934’te Troçki'in talimatlarını okuduktan sonra, merkezin cevabını kendisine gönderdim ve kendi adıma zeminin sağlam olması gerektiğini söyledim. Ayrıca bu tutuma bel bağlanmaması gerek­ tiğini ve buradaki durumun değişebileceğini ekledim. M üzakerelerin, Alman ve Japon askeri çevreleriyle bağlantıları olan Putna52 tarafından sürdürülm esi gerektiğini söyledim. Troçki’in buna cevabı şu şekilde oldu: “Senin bilgin dâhilinde olmadan kendimizi hiçbir şeye bağlamama­ mız lazım. Karar almamamız lazım”. Tüm bir yıl boyunca kendisinden ses çıkmadı. Aynı yılın sonunda karşımıza bir anlaşma yaptığı, yani işi bir ol­ du bittiye getirdiği gerçeğiyle çıktı. Tahmin edersiniz ki onca yapılandan sonra buna karşı isyan etmiş olmamın hiçbir erdemli yanı yok elbette. Ama yine de bu, anlamanız gereken bir gerçek. (545).

Ve sonuç olarak Pyatakov yurldışından geri döndüğünde, Troçki ile yaptığı görüşm eden bahsederken, üstünkörü bir şekilde Troçki’in ken­ disine kadroların Stalin liderliği altında yozlaşmamış kişilerden meydana getirildiğini söylediğinden bahsetti. Ancak ben Olberg’e dair bir şeyler okuyunca, O lberg ’in varlığı konusunda diğerlerine sorular yönelttim. Kimsenin onun hakkında bir bilgiye sahip olmadığı ortaya çıktı, o zaman açık bir şekilde anladım ki kendi ekolünden yetişmiş kadroların haricin­ de, Troçki aynı zamanda Alman faşizminin okulunda yetişmiş ajanları da örgütlüyordu. (548).

Şestov
Sedov’la yaptığım görüşm e esnasında, kendisine liderimiz Troçki’in, biz Troçkistlerin öncelikli görevlerinin ne olacağı hakkındaki fikirlerini sordum. Sedov, oturup doğru ve uygun zamanı beklemenin bir anlamı olmadığını, Stalin öncülüğü ve politikalarını itibarsızlaştırmak için tüm güçlerimizle, elimizde olan tüm araçlarımızla ilerlememiz gerektiğini söyledi.

Ayrıca Sedov, babasının, tek doğru yolun, meşakkatli ancak kesin bir yol olan Stalin’i ve hükümet liderlerini zor ve terörizm yollarıyla iktidar­ dan almak olduğuna inandığını söyledi.

Sarf ettiği bu sözlerden etkilendiğimi görünce de, konuyu değiştir­ di. Alman firmaları ve özellikle de Dehlmann’dan herhangi bir yönetici tanıyıp tanımadığımı sordu. Böyle bir isim hatırladığımı ve bu kişinin Fröhlich-Klüpfel-Dehlmann firmasının yöneticisi olduğunu söyledim. Bu firma, imzalanmış bir sözleşme kapsamında Kuzbas’taki maden kazıları­ na teknik yardım sunuyordu.

Sedov bana bu firmayla iletişime geçmemi ve Herr Delılmann’la tanışmamı tavsiye elti.

Kendisine bu kişiyle neden tanışmam gerektiğini sonlum . Bu firmanın Sovyetler Birliği’ne posta yollamada yardımcı olduğunu söyledi. Bu du­ rumda ben de şöyle dedim: “Bana firma ile bir anlaşma
mı yap diyorsun?" Kendisi şöyle yanıt verdi: “Bunun nesi kötü? Eğer bizlere bir faydalan dokunuyorsa, biz neden onlara kimi yardımlarda bulunmayalım ve ken­ dilerine kimi veriler sunmayalım.”

Buna karşılık şöyle dedim: “Benden açık bir şekilde casus olmamı istiyorsun.” Omuzlarını silkti ve şöyle dedi: “Bunun gibi kelimeleri kul­ lanmak çok anlamsız. Bir kavgada böylesine alınganlığın lüzumu yok...”. Temmuz ortalannda Smirnov’a rastladım ve bana oldukça kaba bir şe­ kilde şöyle dedi: “Evet, söyle bakalım havan nasıl?” Kendisine kişisel bir havamın olmadığını, liderimiz Troçki'in söylediği gibi yaptığımı ve pür dikkat emirleri beklediğimi söyledim... Kendisini tuttum ve sordum: Ama îvan Bikitiç, Sedov benden Fröhlich-Klüpfel-Dehlmann firmasıyla bağlantı kurmamı istedi... Ki bu firma casusluk yapıyordu ve Kuzbas’ta her türlü işe bulaşmıştı. Böyle bir durumda, bir casus ve hain olup çıkaca­ ğımı söyledim. Buna şöyle cevap verdi: “Casus”, “hain” gibi büyük sözler kullanmayı bırak... Sonra şöyle dedi: “Alman bölücülerinin bir listesini çıkarmanın nesini korkunç buluyorsun?” Bundan başka bir yol olmadığı­ nı söyledi. Bu konuşmanın ardından bu firmayla iletişime geçm eye razı oldum (235-236).

Romm
Romm, Sedov ve Troçki ile kişisel olarak görüştüğünü ve onlarla Radek arasında karşılıklı olarak toplam beş mesaj ilettiğini doğruladı. Burada yalnızca kendisinin Sedov’la yüz yüze yaptığı görüşmeye yer veriyoruz.

Vışinskiy. Troçki'den gelen m ektubun eline nasıl geçtiğini bize anla­ tır mısın, sana hangi görev verilmişti ve bu görevi yerine gelirdin mi?

Romm: ... 1931 yazında, Berlin’den geçerken, Putna ile karşılaştım ve bana Sedov’la yüz yüze bir görüşm e teklif etti. Sedov’la buluştum ve bana gerektiğinde Radek’le aradaki bağlantı kişisi olarak hizmet etm eye hazır olup olmadığımı sordu. Ben de hazır olduğumu söyledim ve kendisine Paris ve Cenevre’deki adreslerimi verdim.

Cenevre'ye doğru yola çıkmadan birkaç gün önce, ben Paris'teyken, Paris'e postalanmış bir mektup aldım. Sedov, yazdığı kısa bir notta, zarf içine konulm uş bu mektubu Radek'e ulaştırmamı istiyordu. Bu mektu­ bu benimle beraber önce Cenevre’ye götürdüm ve buluştuğumda da Radek’e teslim ettim. (137-138).

Romm aslen bir kurye olarak işlev görmüşe benziyor. Troçki ve Sedov'Ia yaptığı konuşmalar, Almanya ile olası bir savaşta Troçki’in iktidara geri dönüşünü kolaylaştırmak amacıyla SSCB’nin kaybetmesini garanti altına almak için öz güçlerini seferber etm e planlarına değiniyor. Romm, Troçki ile şahsen 1933 yılının Temmuz ayının sonlarına doğru Paris’teki Boulogne Ormanı’nda görüştüğünü söylüyor.

Vışinskiy. Troçki seni neden görm ek istedi?

Romm : Anladığım kadarıyla, Moskova’ya götürdüğüm mektupta yazı­ lı olan talimatları sözel olarak da teyit etm ek için. Konuşmaya, paralel merkez yaratma meselesiyle başladı. Zinovyevcilerin hâkim olmalarının yarattığı tehlikeden bahsetti. Ancak bu tehlikenin yalnızca Troçkistlerin yeterince aktif olmadıkları koşullarda gerçekten büyük olacağını ekledi. Zinovyevcilerle kurulan bloğun mutlak korunması koşuluyla paralel mer­ kez fikrine katıldığını ve ayrıca paralel merkezin eylemsiz olmaması ve etrafında en göznpek kadroları toplama konusunda mutlaka aktif olması gerektiğini de söyledi. Öte yandan, yalnızca terörizmin değil, sanayi ve genel anlamda ulusal ekonomiye düzenlenecek sabotaj faaliyetlerinin de özel bir öneme sahip olduklarım söyledi. Ayrıca bu mesele hakkın­ da halen tereddütlerin olduğunu, ancak sabotaj faaliyetleri yürütürken meydana gelecek insan kayıplarının kaçınılmaz olduğunu belirtti. Ana amacın bir dizi sabotaj faaliyeti üzerinden Stalin’in Beş Yıllık Planı’na, yeni tekniğe olan güvenin sarsılması olduğunu ve böylece Parti liderliği­ ne olan inancın zayıflatılmasının sağlanacağını da söyledi.

Uç önlemlerin gerekliliğine vurguda bulunurken, Troçki kendisini daha iyi anlatmak için, ‘Tıbbın iyi edemediğini, dem ir eder ve demirin iyi edemediğini de ateş.” şeklindeki Latin atasözünü dile getirdi. Kafam allak bullak bir şe­ kilde, Hitler’in iktidara gelmesi durum unda ortaya çıkacak bir savaş teh­ likesi halinde bu durumun ülkenin savunma kapasitesini zayıflatacağını ve özellikle Almanya tarafından SSCB’ye karşı yürütülecek bir saldırı ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu söyledim. Bu soruya kapsamlı bir cevap alamadım. Ancak Troçki, üstü kapalı bir şekilde tam da savaş tehlikesinin gittikçe daha gerçek bir hale gelmesinin, verili düzenin yıkıl­ masını sağlayabileceğini söyledi. (141-142).

Romm’un 1934 yılının Nisan ayında Sedov’la Paris’te yaptığı görüşm e aynı konuya değiniyor. Sedov, Amerika seyahatimle ilintili olarak Troçki’in benden Sovyet- Amerikan ilişkilerinde ilginç bir şeyler olup olmadığına dair bilgi topla­ mamı istediğini söyledi. Bunun neden bu kadar önemli olduğunu sordu­ ğumda Sedov şöyle söyledi: “Bu, Troçki'in SSCB'nin savaşta bozguna uğratılacağına olan inancından kaynaklanıyor. Almanya ve Japonya’nın SSCB’ye karşı yürütecekleri savaşın zamanlamasının bir şekilde Sovyet- Amerikan ilişkilerinin içinde olduğu durum a bağlı olması nedeniyle, bu konunun Troçki’in ilgi alanı dışında kalması söz konusu olamaz”. (144).

Devamı - Kanıtların Değerlendirilmesi

NOTES
19 GroverFurr ve Vladimir L Bobrov.“NikolayBuharin’inLubyanka(lakilIkltiral:Beyannanıesi”,Cullnml Logic, 2007. Şuradan erişilebilir <http://clogic.eserver.org/2007/Furr_Bobrov.pdf>. Bu, ilk olarak bir Sı. Petersburg dergisi olan Klio'aun 36. -Sayısı'nda (Mart 2007) Rusça olarakyayımlanan makale ve metinlerin İngilizce tercümesidir

20 Örneğin M. Yunge, R Binner. Kak terror stal “BolYmı." Sekretnyi prilaız No.(X)447 i tehnolognn ego ispolnenikı. Moskova: A1R0-XX, 2003.16.

21 Bunu aşağıda daha detaylı bir şekilde ele alacağız.
“ “İkinci derece kanıtlar, doğrudan kanıtlardan çok daha kuvvetli olabilirler ve çoğunlukla da öyledirler." - Dünya Ticaret Merkezinin bombalanması olayında sanık avukatı ve Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hizmetleri Ofisinin yöneticisi olan Robert Precht’i şu adresten alıntılıyoruz: <http://wvAv.pub.umich.edu/daily/1997/jun/0604-97/news/news3.html>.

22 "Spelssoobshchenie LP. Bern I.V. Stalinn s Prilozheniem Zaiavlenna M.P. Frinovskogo. 13 aprelia 1939g. ta Lnbyımkn. Stalin i N’KVD-NKCB-GUKR “Sımrsh” 1 9 3 9 -Mart 1946. Nds.
V.N. Haustov, V.P. Naıunov, N.S. Ploünka. Moskova: “Materik," 2006. No. 33, s. 33-50. Orijinal metin vc metnin bana ait olan İngilizce tercümesine sırasıyla şu adreslerden ulaşabilirsiniz:
<http://chss.m on tc la ir .ed u/en g lish/fu r r /research/frinovskyru.htınl>ve<http:// chss.montclair.edu/english/ftirr/research/frinorekyeng.html>.

M Coox 1.92: Coox 2,145.
25 ‘Suikastçı ile ilintili CIA belgelerine ulaşma çabalan sayesinde, Keıuıedy’nin suikastine dair üretilmiş komplo teorilerinin yanlış olduğunu ortaya koyan yazar” Gerald Posner.

26 O. Weber. “Yeraltı Devrimci Çalışma Koşullarına Nasıl Hazırlanılmaz." The Communist internatioıml. 1 Temmuz 1932,417.

27 Hans Magnus Enzensberger. Hammerstein oder der Eigensinn. Eine deutsche Geschichte.Berlin: Suhrkamp. 2008, s. 234:213-215.
28 Malenkov’un konusjmasinm Lavrenti Bcria’daki özeti . 1953. Stenogrammei nul’skogo plenuma TsK KPSS i drugie dokwnenty. Ed. V. Nauniov. IU. Sigachev. Moskova: MDF, 1999,s. 69-70.

29 “Sovyetler Tokyo ile Troçkiznı' Arasında Bağ Olduğunu İddia Ediyor”. New York Times, 2 Mart 1937, s. 5.

30 Bu meseleler hakkında kaleme aldığımız makaleler halen Rusya’da yayımlanmayı bekliyor. Ancak bu belgeler uzun bir süredir Batılı ve Rus araştırmacıların bilgisi dâlnlindedir.

31 Bkz. Coox.

32 J. Arch Getty. “Sürgün’deki Trotskiv: Dördüncü Entemasvonefin İnşası”. Soviet Studies 38.1 (Ocak. 1986), s. 27-28.

33 Getty 34. s. 18.

34 Pierre Broue, “Troçki et le bloc des oppositions de 1932". G ihiers Léon Troçki 5 Oeak-Mart 1980), 29.

35 Getty, 24 Kasım 1998’de H-RUSSIA listesine asılmış bir dosya. Bkz. <http://tinyurl.com/getty-Troçki-lied>.

36 Getty 34 s. 18.

37 Jean van Heijenoort. With Troçki iti exile: from Prinkipo to Coyoacdtı. Cambridge: Harvard University Press, 1978.

38 Felştinskiy tarafından kaydedilen tartışma için bakınız: <http://lib.ru/HISTORYyFEI.SHTINSKY/f7.txt>. Mektubun kendisine şuradan ulaşabilirsiniz: <http://lib.ru/TROCKlJ/letter.txt>.

39  “1936'daki Birinci Moksova Mahkemesi’deki ‘Hotel Brislol’ Meselesine Dair Yeni Kanıt", Cultnral lxıgic 2008. Bu çok önemli makalenin yayımlanmadan önceki versiyonunu
çalışmalarımız için kullanmamıza izin veren Bay Holmstörm’e çok teşekkür ederiz.Makalemizin bu kısmında Homström’Un çalışmasının sonuçlarının geniş bir özetini sütlerle
paylaşıyoruz.

40 Bkz. (Jetty 28.

41 "Rasskaz o desiali rasstrel’iannvkh” (“İnfaz Edilen Onun Hikâyesi”), Izvestiya 2 Eylül 1992,s.3.
42 FuiTve Bobrov, Bulumu na plukhe (“Bulıarin Blok’ta”), yayımlanmak üzere.

43 Bu mektubun İngilizce vensyonu da bulunmaktadır. Ancak kimi kısınılan henüz çevrilmemiştir. Bkz. J. Arch Gettv and Oleg V. Naumov, The Road to Terror. Stalin ami the
Self-Destruction o f the Bolsheviks, 1932-1939. New Haven: Yale University Press, 1999, 250-25C. DreytserDreytser’in ve Konstantin notlan çevrilmiş; Berman-YurinTnkilerle Olberg'inkiler atlanmıştır.

44 "Rasskaz o desiati rasstreliaruıyklı” ("Kurşuna dilizen on kişinin öyküsü"), Izvestıya, 2 Eylül 1992, s. 3. Bu makalede teniyiz başvuruları yeniden yayımlanan on Moskova Mahkemesi sanığı sırasıyla, Kamenev, Smimov, Zinovyev, N. Lur’e, Pyaiakov, Muralov, Buharin, Rıkov, Krestinskiy ve Yagoda’dır.

45 “O Tak Nazyvaenıom ‘Antisovelskom Ob" edinennonı TroıskisîskoZnıov'evskom Tsentrc." kvestna TsKKPSS 8 (1989), s. 78-94.

46 Furr ve Bobrov, Buharin na plakhc, yalanda yayımlanacak

47 J'JulfsHunıbeıtr)roz, DixAm Au Service d e l ’ Internationale Communisie 1921-Jİ (Neuchâtel: Ala Baconniere, 1971) 379-80. Daha detaylı bir tartışnıa için bkz. Fnrrve
Bobrov, “Nikolay Buharin’s First Statement of Confession in the Lubianka"

48 J. Arch Getty ve Oleg V. Naumov, YYejov. The Rise o f Stalin’s "Iron Fist." New Haven:
Yale University Press, 2008, s. 191. Zinovyev'in 540 sayfalık itiratlan, iki bölümden oluşan “Zasluzhennyi prigovor” üzerindeki gizlilik, yakın zamanda Yejov’un dosyasının bir parçası olarak yayımlanmasıyla birlikte kalktı. Bu belgenin aışiv künyesi. Geıty laraûndan atıfta bulunulanla aynı. Bkz. <http://www.rusarchives.nl/secret/bul5/70.shtml>. Bu yazıda, Cıeity bu malzemeye atılla bulunan tek araşümıaa olarak görünüyor.

49 J. Arch GeUy, 'Troçki in Exile: The Founding of the Fourth International." Soviet Studies 38,1 (Ocak, 1986), 27; Victor Serge, “Obituary: Leon Sedov," ilk olarak 21 Şubat 1938'de yayımlandı. Bakınız <http://www.marxists.org/archive/serge/iy38/02/sedov.htin>; Zborovski raporu, Volkogonov Arşivi; John Costello ve Oleg Tsarev, Deadly Illusions (N'Y: Crown, 1993), 282. Bir KGB memuru olan Tsarev, eski Sovyet arşivlerindeki -sonra yeniden erişime kapatılan-Troçki arşivlerine özel erişim izinine sahipti.

50 “Yıkıcılık” leriminirı yerine "sabotaj" kelimesini kullanmak daha isabetli olacaktır. “Yıkıcılık” tabiri yerinde bir çeviri değil, çünkü orijinal kelimeye zorlama bir ilade katıyor. Rusça’da kullanılan tabir “epeonme.Tbcmeo”dur. Bu da ”vred"= “zarar” kökünden gelmektedir.

51 1922’de Sovyet Rusya ve Almanya, Rapallo anlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşma, iktsadi ve özellikle gizli askeri işbirliği sağladı.

52  Kolordu Komutanı Vıtovt Kazimiroviç Putna'mn ismi Ağustos 1936’daki Moskova Mahkemesindeki sanıklar tarafından dile, getirildiğinde, kendisi Büyük Britanya'da Sovyet
askeri ateşesi olarak bulunuyordu. Bunun Üzerine Putna geri çağrıldı ve tutuklandı. 1937de diğer askeri liderlerle beraber komploya yönelik işbirliği yaptığını itiraf etti. Sonrasında "Tuhaçevskiy Davası” olarak bilinen davadan yargılandı ve idam edildi.

53 John D. Littlepage ile Demaree Bess, In Search o f Soviet Gold. New York: Hareourt. Brace & Co, 1938, s. 102-3. Columbia Üniversitesinden Prof. John Hazarda göre Litüepage bir antikonıünistti. Fakat bundan önemlisi. Sovyet suçlamalarının “iyi gözükmesini” sağlamak amacıyla yalan söylemeye ihtiyaç duymayacak kadar apolitik bir mühendisti. Sovyet hukukunda öğrenci olan Hazard, I9301ann ortalarında Nttlepage’ın ailesi ile birlikte yaşadı. (Nisan 1981'de Hazardla Furr tarafından yapılan görüşme).

54  Rcabilitatsüa. Politichcskie Protsessy 30-50-:c godov. Moskova: Izdatel’stvo Politichesoi Nteratury, 2001, s. 228-9. tik olarak Izvestiya TsK KPSS Sayı 9’da. 1989’da yayımlandı.

Blogger tarafından desteklenmektedir.