Header Ads

Header ADS

KAPİTALİST ÜLKELERİN EKONOMİK COĞRAFYASI.

A.S. DOBROV. MOSKOVA 1935. 

I. SUNUŞ 

GENEL SORUNLAR 
1. ÇEŞİTLİ ÜLKELERİN GELİŞME DÜZEYLERİ VE BUNLARIN KAPİTALİST DÜNYADAKİ ROLLERİ 

GELİŞME DÜZEYİNDEKİ FARKLILIKLAR 

Kapitalist dünyanın ülkeleri birbirlerinden büyük ölçüde farklıdırlar. Birbirinden çok farklı ABD, Polonya ve Çin`i burada örnek verebiliriz. A.B.D., dünyanın toplam veriminde büyük relatif ağırlığı olan büyük-çaplı, son derece-gelişmiş endüstrisiyle (tüm otomobillerin o/o 90`ı, toplam makina veriminin o/o 60`ı, çelik ve bakırın o/o50`si) gelişmiş kapitalist bir tarıma sahip olmasıyla bütün bir seri ülkeleri son derece etkileyen güçlü bir emperyalist ülkedir. 

Diğer yandan, Polonya, nispeten küçük büyük-çaplı endüstrisi, iyi gelişmiş bir el sanatları, soylu toprak mülkiyeti ve feodalizmin belirgin kalıntıları, önemli ölçüde topraksız köylülük ve toprak ağası sınıfın siyasi hakimiyetinin olduğu geri bir tarımı olan bir ülkedir. 

Çin ise başka bir tipin örneğini oluşturur: yabancı sermayeye bağımlı, sadece embriyo halinde büyük-çaplı endüstriye sahip, köylülerin serf benzeri bir statüsünün bulunduğu büyük oranda geri bir tarımı olan ve yarı-feodal toprak ağalarının hakimiyetinde geri bir siyasi düzene sahip bir ülkedir. 


BAZI ÜLKELERİN DİĞERLERİ TARAFINDAN KÖLELEŞTİRİLMESİ 
Çeşitli ülkelerin sosyo-ekonomik düzeylerindeki dengesizlik bunların farklı tarihsel şartlarının bir sonucudur. Bu şartların en etkili olanlarından birisi bir devletin başka bir devlet tarafından fethedilmesi olmuştur, fethedenin ekonomisini fethedilenin sömürülmesi ve soyulması temelinde inşa etmesi imkanını yaratmıştır. Avrupa`daki modern emperyalist ülkeler ekonomik güçlerini, diğer ülkelerin topraklarını ele geçirmelerine ve bu ülkeleri köleleşmiş sömürgeler haline getirmelerine borçludurlar. 

Bu ülkelerin Avrupa hükümetlerince ele geçirilmesi ve köleleştirilmesi, onbeşinci yüzyıl kadar geriden, kapitalist gelişmenin başlangıcında, denizciler ve tüccarların kar arayışları içinde uzak topraklara seferler düzenledikleri, deniz yollarının hakimiyetini ellerine geçirdikleri ve bütün bir seri yeni topraklar açtıkları zaman başladı. 

Marx`ın belirttiği gibi, ``Amerika`da altın ve gümüşün keşfedilmesi, birçok yerlinin imhası, köleleştirilmesi ve madenlerde gömülmesi, Doğu Hint Adaları`nın fethedilmesi ve talan edilmesi, Afrika`nın esir ticareti alanına dönüştürülmesi -kapitalist üretim çağının şafağında durum böyle idi. Bu bahsedilmeye değer (idyllic-İng.) süreçler ilk birikimde ana adımlardı. Sömürgeler, yeni endüstriyel kuruluşlar için pazarlar oluşturdular. Avrupa sınırları dışında, soygun, yerlilerin köleleştirilmesi, cinayet yoluyla elde edilen hazineler ana-yurtlara aktarıldı ve oralarda sermayeye dönüştürüldü.`` 

Bugünkü emperyalist çağda, milyonlarca nüfusa sahip sömürgelerin sömürülmesi sömürgelere sermaye ihracında ve buralarda kapitalist kuruluşların oluşturulmasında, yerlilerin elinden onların temel üretim araçlarının alınmasında, vergi sisteminde, angarya işçiliğin kullanılmasında ve keskin ticari uygulamalarda kendini göstermektedir. 


SÖMÜRÜNÜN BİR BİÇİMİ OLARAK SERMAYE İHRACI 
Sermaye ihracından anladığımız, sermayenin birikmiş olduğu ülkeden başka bir ülkeye, artı değer elde etmek amacıyla transfer edilmesidir, fakat sermayenin sahibi sermayesine eşlik etmez. Sermaye ihracı başka bir ülkenin ekonomisinde, endüstriyel ve ticari kuruluşlarında, tarımında, ulaşımında, bankalarında yatırımlar yaparak ve borç vs. vererek gerçekleştirilir. 

Sermaye ihracı, kapitalistlerin en yüksek ve en emin karların olacağını düşündükleri yerlere yöneltilir. Sermaye ve bağımlı ülkelerde sermaye yatırımı, Lenin`in belirttiği gibi ``özellikle zengin ve özellikle kolay karlar`` getirecek şekilde, genel kural olarak, tarımda -pamuk, kauçuk, kahve, çay ve şeker kamışı fidanlıkları- ekiminde; petrol, altın, bakır, kalay, kurşun ve çinko vb. çıkarımında; ulaşımda, ticari kuruluşlarda ve borçlar şeklinde yapılmaktadır. Sömürgelerde yabancı sermaye genellikle imalat (manufacture-İng.) kuruluşlarında, sanayileşmenin temeli olan metalürji, makine yapımı gibi ağır sanayi dallarında yatırılmaz. Bu nedenle, daha sonra da göreceğimiz gibi, sömürgelerin ekonomik gelişmesi sekteye uğratılmış, sanayileşmeleri engellenmiş ve sömürgeler metropollere bağımlı bırakılmıştır. 


ÖDEME DENGESİ 
Sermaye ihracı, bir ülkenin ödeme dengesinin ana unsurlarından biridir, yani çeşitli amaçlar için ülke dışına çıkan miktar ile dışarıdan gelen miktar arasındaki artı ya da eksi dengedir. Ödeme dengesinin başlıca parçaları şunlardır: sermaye ithal ve ihracı, ithal edilen sermayeye ödenen faiz ve ihraç edilen sermayeden elde edilen faiz, ithalat masrafları ve ihraç edilen mallardan elde edilen karlar, taşıma gelir ve giderleri, satış ve finanse etme komisyonları ve turistlerden elde edilen para. Eğer dışarıdan gelen para dışarı ödenen paradan daha fazla ise ödeme dengesi aktif, tersi durumunda ise pasiftir denir. Krizden önce büyük emperyalist ülkelerin (İngiltere, ABD, Fransa) ödeme dengeleri genellikle aktif idi, ki önemli ölçüde sermaye ithali ve pasif ticari denge (ithalatın ihracatı aşması), daha önce ihraç edilmiş olan sermayeden elde edilen faiz, gemi taşımacılık gelirleri ve komisyonları ile kapatılıyordu. Diğer yandan, sömürgeler ve bağımlı ülkeler yabancı sermaye karşılığında dışarıya yapmak zorunda oldukları faiz ödemeleri vardır. Bu ithal edilenden daha fazla mal ihraç ederek (aktif bir ticaret dengesi yaratarak) ve ayrıca yeni dış sermaye yatırımlarının akışı ile sağlanır. 

Daha önceden ihraç edilmiş sermayeden elde edilen gelir büyük orandadır. Örneğin, İngiliz yatırımcıları 1929`da bu kaynaktan 3.3 milyar altın ruble elde etmişlerdir. Bu miktarlar sanayi ile bağı olmayan ve rantiyer denilen kapitalistler tarafından alınmaktadır. Bu parazitik rantiyer sınıfın büyümesi eski kapitalist ülkelerin (örneğin İngiltere ve Fransa) rolünü rantiyer ülkeler haline değiştirmektedir ve kapitalizmin çürümesinin bir biçimidir. 


SÖMÜRGELERİN, PAZAR OLARAK VE HAMMADDE KAYNAĞI OLARAK SÖMÜRÜLMELERİNİN METODLARI
Sömürgelere sermaye ihracıyla ve maksimum karlar elde edilmesi, sömürgelerin hammadde üsleri ve mallar için pazarlar olarak sömürülmesiyle ilgilidir. Doğal ekonomi altında yaşayan yerlilerin (pazar için üretmemeleri) kendilerini madenlere ya da plantasyonlara (plantations-İng.) kiralamaya ihtiyaç duymamaları ve ithal malı satın almamaları nedeniyle, bu sömürü doğal ekonominin yerine kapitalist ekonominin geçirilmesini talep eder. 

Bu nedenle yabancı sermaye doğal ekonomiyi mahveder ve sanayilerine işçi, mallarına da alıcı temin etmek amacıyla kapitalist para ilişkilerini geliştirirler. Bu amaçlar için çeşitli metotlar kullanırlar: a) yerlileri temel üretim aracından -topraktan yoksun bırakırlar (çoğu durumda bu yerlilerin daha verimsiz topraklara aktarılması, sulama ve ormanlara girme haklarından yoksun bırakılma şeklinde olur); b) bir dizi vergi empoze ederler -kişi vergisi, bina ve toprak vergisi, sığır ve gelir vergisi, ordu, yol yapımı, suni sulama ve hastanelerin bakımı için özel vergiler.- 

Bu metotlarla mahvedilen yerliler iş güçlerini madenlerde ve büyük çiftliklerde satmak ve metaların kapitalist değişiminde yer almak zorunda kalırlar. Yerlilerin çoğu ihtiyaç nedeniyle uzun dönemli iş sözleşmeleri imzalamak zorunda kalırlar ve bu şekilde köle haline gelirler. 

Bu ekonomik zorlamaların çabuk sonuç vermediği ve iş gücü sıkıntısı olduğu dönemlerde kapitalistler doğrudan fiziki zorlamaya başvururlar. 

Sömürgelere kapitalist ilişkileri sokmanın ya da emperyalistlerin deyimi ile `yerlileri işe alıştırmanın` bu metotları, sadece sömürgelerdeki insanların zalimce sömürülmesine yol açmakla kalmaz, ama kendileri sömürünün biçimleridirler. 

Bu metotlara eşitsiz ticarete de eklenmiştir. Bu, sömürgelerin dış ticaretini tekelinde bulunduran yabancı sermaye, bu tekelci konumundan yararlanarak kendi sanayi ürünlerini oralara yüksek fiyatlarla satmasını ve sömürgelerdeki değerli zirai ve madeni hammaddeleri ve yiyecek maddelerini düşük fiyatlarla satın almasını içerir. 

Meseleyi daha iyi anlamak için emperyalist baskının ağırlığını arttıran sömürge yönetiminin sınırsız keyfi davranışlarını da göz önünde tutmak gerekir. 

Yabancı sermaye sömürge ve bağımlı ülkeleri bağımlı kılmada yerli sömürücü sınıfları: yarı-feodal toprak sahiplerini, tüccarları ve tefecileri, müttefikler ve aracılar kullanır. 


SÖMÜRGELERİN KÖLELEŞTİRİLMELERİNİN BİR SONUCU OLARAK DÜNYA KAPİTALİST EKONOMİSİNİN COĞRAFİ DAĞILIMINDAKİ MANTIKSIZLIK VE ÇELİŞKİ 
Yabancı sermayenin sömürgelerdeki ve bağımlı ülkelerdeki egemenliği ekonomik gelişmelerinde ve dünya kapitalist ekonomisinin coğrafi dağılımında şiddetle yansır. Bu coğrafi dağılım mantıksız ve çelişkili (antagonistic-İng.) hale gelir. Bir yanda ithal ettikleri ham maddelerle ve hatta bazen ithal ettikleri petrolle ihracat için imalat yapan emperyalist ülkeler görürüz. Diğer yanda ise, egemen güçlerin güdümünde tek yanlı zirai ve hammadde ürünleri üreten sömürge ve bağımlı ülkeleri görürüz. Sanayileşmeleri engellenen bu ülkeler (çoğunlukla hammaddelere sahip olmalarına rağmen) sınai petrol ve hatta bazı zirai ürünleri ithal etmek zorunda kalırlar. Örneğin, çok sayıda sömürgelere sahip, büyük bir sanayi ülkesi olan İngiltere dünyanın en büyük pamuk sanayisine ve büyük ölçüde metal sanayisine sahiptir. Pamuk sanayisinin ürünlerinin %75`i dışarıya (Hindistan, Çin, Afrika) gönderilir. Aynı zamanda dışarıdan (Hindistan, Çin, Mısır, ABD) ham pamuk ve yün getirir. İngiliz metal sanayi ürünlerinin %30`u ihraç edilirken hammaddeler -bakır, kalay, çinko, kurşun, nikel- İngiliz imparatorluğunun sömürgelerinden (Newfoundland, Kanada, Malezya, Hindistan) ve diğer ülkelerden (İsveç, İspanya, ABD, Bolivya) ithal edilir. İngiltere ekmek, et ve süt ürünlerinin %75`ini ithal etmektedir. Japonya, İtalya ve Hollanda`nın sanayileri de aynı şekildedir. Diğer yanda Çin, Hindistan, Hindi-Çin, Endonezya, Kuzey Afrika`da Cezayir, Güney Amerika`da Brezilya zengin demir cevherine sahiptir. Bazılarında kömür (Çin, Hindistan), petrol (Endenozya), kalay (Çin-Hindi) vs. vardır. Bunlar aynı zamanda tarımsal hammaddeler de üretirler. (pamuk -Hindistan, Çin; kauçuk -Çin-Hindi, Endenozya, Brezilya). Fakat kendilerine ait makine yapım sanayisi ve hemen hemen hiç metalürji yoktur. Bunların bazılarında şimdilerde tekstil imalatı gibi bazı hafif sanayi dalları bulunmaktadır (Çin, Hindistan, Brezilya), fakat bu da kendi ihtiyaçlarını tümüyle karşılamaktan uzaktır, ya da ithal ettikleri hammaddelerle ilişkili bazı dallar bulunmaktadır. -Hindistan ve Çin`de çay kurutma, pamuk temizleme, Brezilya`da kahve işleme vs.- 


SÖMÜRGELERİN TEK BİR ÜRÜNDE UZMANLAŞMASI 
Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin tek yanlı ekonomik gelişmeleri, bu ülkelerin tek bir ürün ya da sanayinin bir dalı üzerinde uzmanlaşmaları ile daha da kötüleşmiştir. Kahve Brezilya`nın ihracatının %70`ini; Kolombiya`nın %79`unu; şeker Küba`nın %88`ini; kakao Ekvator`un %50`sini; pamuk Mısır`ın %88`ini; Malaya ( bugünkü Malezya. Çn) devletlerinde kauçuk %58`ini; petrol Meksika`nın %43`ünü; Venezüella`nın %41`ini; kalay Bolivya`nın ihracatının %76`sını oluşturmaktadır, vs. 


EMPERYALİZM ÇAĞINDA GELİŞME HIZINDAKİ DENGESİZLİĞİN VE ÇELİŞKİLERİN KESKİNLEŞMESİ 

Daha önce belirtilen dünya kapitalist ekonomisinin coğrafi dağılımı ve sömürge ve bağımlı ülkelerin sömürülmesine bağlı olarak bunun emperyalist güçlere karşı ve emperyalistlerin kendi aralarındaki mücadelelere yol açtığı belirtilmelidir. Sömürge pazarlarının, sermaye ihracatının, hammadde kaynaklarının ve imal edilen mallar için pazarların ele geçirilmesi için kendi aralarında rekabet ederler. 

Bir yanda, büyük artan üretici güçler daha geniş pazarları ve hammadde kaynaklarının genişletilmesini gerekli kılmış, sermayenin büyük oranda birikimi yatırım için yeni alanlar gerektirmiş olduğu, diğer yanda ise dünyanın paylaşımı halihazırda tamamlanmış, boş alan kalmamış ve şimdi herhangi bir ele geçirmenin dünyanın yeniden paylaşılması demek olduğu 20. Yüzyıl başlarında emperyalist rekabetler keskinleşti. Zaman zaman savaşa dönüşen bu mücadele sonucu, kapitalist ülkelerin gelişme hızı çok büyük farklılıklar göstermiştir. Gelişmeye geç başlayan bazı ülkeler (ABD, Almanya), İngiltere gibi eski sanayi ülkelerini geride bırakmıştır. 

Daha önce var olan gelişme düzeylerindeki dengesizliğe, gelişme hızındaki dengesizlik eklenmiş, sıçramalar şeklinde gelişme ortaya çıkmıştır. Bu dengesizlik, Lenin`in öngördüğü şekilde sosyalizmin önce bir ya da birkaç kapitalist ülkede zafer kazanması, emperyalizmin zincirini en zayıf halkasında kırması imkanını yaratmıştır. 

Böylece, ``emperyalizm dönemindeki dengesiz gelişme yasası, bazı ülkelerin diğerlerine nazaran sıçramalı gelişmesi, dünya pazarlarında bazı ülkelerin yerini hızla başkalarının alması, halihazırda bölünmüş dünyanın askeri çatışmalar ve facialar sonucu periyodik olarak yeniden bölünmesi, emperyalizm kampındaki çelişkilerin derinleşip keskinleşmesi, dünya kapitalizm cephesinin zayıflaması, bu cephenin diğer ülkelerin proletaryası tarafından kırılması imkanı, sosyalizmin tek tek ülkelerde zaferi imkanı anlamına gelir.`` (Stalin, Partimizdeki Sosyal-Demokratik Sapma Üzerine Bir Kez Daha). 


KAPİTALİST ÜLKELERİN SINIFLANDIRILMASI ŞEMASI

Yukarıda belirtilenlerden de görülebileceği gibi kapitalist dünyadaki ülkeleri incelerken bunların hepsini tek bir guruba koymak mümkün değildir. Bazı burjuva ekonomistlerinin yaptığı gibi, bu ülkeleri yalnızca sanayi ve tarım ülkeleri olarak sınıflandırmak da doğru değildir. Bu, kapitalist ekonominin coğrafi dağılımındaki mantıksızlık ve antagonizmayı, onun sömürücü niteliğini ve iç çelişkilerini göz ardı eder. Komintern`in (1928`de) VI. Kongresinde kabul edilen kapitalist ülkelerin sınıflandırılması şemasına göre bu ülkeler sosyo-ekonomik gelişme seviyelerine bağlı olarak üç ana guruba bölünmüşlerdir: 1) kapitalizmin yüksek derecede delişmiş olduğu veya yüksek kapitalizm ülkeleri; 2) kapitalizmin orta derecede gelişmiş olduğu ülkeler, ve 3) sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler. 

Birinci ve ikinci guruplar ayrıca şu alt guruplara bölünürler: a) Büyük Güçler adı verilen güçlü emperyalist ülkeler, b) emperyalist sistemde ikinci bir yer tutan ülkeler ve c) kendi yönetimine sahip dominyonlar. 


KAPİTALİZMİN YÜKSEK DERECEDE GELİŞMİŞ OLDUĞU ÜLKELER 

1. Kapitalizmin yüksek derecede olduğu ülkeler ``büyük üretici güçler, yüksek oranda merkezileşmiş sanayi, oldukça az öneme sahip küçük ekonomi ve uzun süredir yerleşmiş burjuva demokratik düzen ile`` belirlenirler. 

Bu ülkelerde Komintern programı doğrudan proletarya diktatörlüğünün kurulmasını amaçlar, bunu bütün büyük-çaplı sanayinin millileştirilmesi ve birçok devlet çiftliklerinin (sovkozların) örgütlenmesiyle birlikte azaltılmış toprak parçalarının tek tek köylülere verilmesi takip eder. Burada bir bütün olarak gelişmenin özellikle de tarımın gelişmesinin hızlı temposu göz önüne alınmaktadır. Kapitalizmin yüksek derecede geliştiği ülkeler şunlardır: a) güçlü emperyalist ülkeler -ABD, İngiltere, Almanya, Fransa; b) emperyalist sistemde ikincil role sahip ülkeler - Hollanda, Belçika, İsviçre, İsveç, Avusturya ve Çekoslovakya. Norveç ve Danimarka yüksek seviye gelişmesine yakındırlar; c) Kendi yönetimine sahip Kanada ve Avustralya dominyonları da yüksek kapitalist gelişme seviyesine yakın ülkelerdir. İkincil derecedeki emperyalist ülkeler belli oranda Büyük Güçlerin sermayesine bağlıdırlar. Örneğin; Danimarka ve Hollanda İngiltere`ye; Belçika ve Çekoslovakya Fransa`ya bağlıdırlar. 


ORTA DERECEDE KAPİTALİST GELİŞME SEVİYESİNE SAHİP ÜLKELER 

2. Kapitalizmin orta derecede gelişmiş olduğu ülkeler kırsal ekonomide yarı-feodal ilişkilerin büyük ölçüde kalıntıları ile, sosyalist inşa için gerekli belli minimum maddi ön şartlara sahip olmalarıyla, fakat burjuva-demokratik reformasyonlarını tamamlamamalarıyla karakterize edilirler. Yabancı sermaye bu guruptaki ülkeler için büyük öneme sahiptir. Kapitalizmin yüksek derecede gelişmiş olduğu ülkelere değişen derecelerde bağımlılıkları vardır. 

Komintern programı, bu ülkelerde sosyalist devrimin farklı bir şekilde gelişebileceğini kabul eder. Bazılarında ``proletarya diktatörlüğü bir anda değil, fakat proletarya ile köylülüğün demokratik diktatörlüğünün proletaryanın sosyalist diktatörlüğüne kendini aşarak büyümesi sürecinde olabilir. ``Önemli rolü, bazı durumlarda da belirleyici rolü tarım devrimi -köylü kitlelerinin devrimi oynayacaktır, oysa toprak ağalarının el konulan topraklarının önemli bir bölümü köylülere gidecektir. Burada sosyalist inşanın en önemli görevi köylü tarımının kolektifleştirilmesi olacaktır. Bu ülkelerde sosyalizmin inşa temposu oldukça yavaş olacaktır. 

Orta derecede kapitalist gelişme seviyesine sahip ülkeler şunlardır: a) Güçlü emperyalist ülkeler arasında (Büyük Güçler) - Japonya ve İtalya; b) Emperyalizm sisteminde ikinci derecede rol oynayan ülkeler arasında - Polonya, Romanya, İspanya, Portekiz, Macaristan, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Finlandiya, Estonya, Latviya, Lituanya, Türkiye; c) İngiliz dominyonları arasında - Hür İrlanda Devleti, Yeni Zelanda, Newfoundland. 


BAĞIMLI, YARI-SÖMÜRGE VE SÖMÜRGE ÜLKELER 
3. Bağımlı, yarı-bağımlı ve sömürge ülkeler bağımsız bir sosyalist inşa için yeterli olmayan sanayinin belli embiryonik, bazen de oldukça gelişmiş olması ile; hem ekonomik yaşantıda hem de siyasi üst yapıda ortaçağın feodal ilişkilerinin hakimiyetiyle; son olarak da, önemli sanayi, ticaret ve bankacılık kuruluşları, önemli ulaşım imkanları, büyük toprak sahipliği, plantasyon vs.nin yabancı emperyalist gurupların elinde toplanmış olmasıyla karakterize edilirler. 

Komintern programı şunu belirler: ``Buralarda merkezi devrimci görev bir yanda feodalizm ile, kapitalizm öncesi sömürü biçimleri ile mücadele etmek, diğer yanda köylülerin tarım devriminin ileriye doğru geliştirilmesidir.`` Bir kural olarak, proletarya diktatörlüğüne geçiş, bazı hazırlık aşamalarından sonra. Burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime büyümesi ile mümkün olacaktır. Çoğu durumda başarılı bir sosyalist inşa yalnızca proleter diktatörlüğündeki ülkelerin doğrudan yardımı ile mümkün olacaktır. 

Bu gurup, üç alt guruba bölünür: a) sömürge, b) yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler, c) sömürgeleştirilmiş bölgeler ve dominyonlar. 

Sömürge ülkeler, ya da sömürgeler ekonomik ve siyasi ilişkilerinde emperyalist ülkelerin boyunduruğundadırlar. Çoğu, emperyalist ülkelere resmen bağımlıdırlar. Bunlar kelimenin tam anlamıyla sömürgedirler. Bazı diğer sömürgelerde ise egemen ülke yerli idarecileri tanır, fakat kendisini ``koruyucu`` olarak ilan eder. Koruma ilanı emperyalist gücün idaresinin ilanı olarak görülür. Böylesi sömürge ülkelere aynı zamanda korunanlar (protectorates-İng.) de denir. 

Dünya Savaşı sonunda el değiştiren sömürge ülkeler (Afrika`daki eski Alman sömürgeleri, Pasifik Okyanusu`ndaki adalar, eskiden Türkiye`nin elinde olan ülkeler -Suriye ve Filistin-) galip ülkelere resmen bağlanmak suretiyle bu hale gelmemişler, fakat Uluslar Ligası`nın galip ülkelere ``manda`` vermesiyle bu hale gelmişlerdir. Bu ülkelere mandaya ait (mandatory-İng.) denilmektedir. 

Bazı sömürge ülkeler, Mısır ve Irak, İngiliz hakimiyetinin gücünü tehdit eden ulusal kurtuluş hareketlerinin gelişmesine rağmen ``bağımsız`` ülkeler olarak değerlendirilmişlerdir. İngiltere ile anlaşmalar imzalanmıştı ve bu anlaşmalar İngiltere`ye bu ülkelerin ekonomik ve siyasi yaşantısını kontrol etme ve bu ülkelerde asker bulundurma haklarını resmen vermişti. 

Yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler resmen bağımsız ülkeler olarak nitelenirler, fakat bu bağımsızlık sadece resmi-yasal-dır, gerçekte bunlar ekonomik ve siyasi olarak yabancı sermayenin boyunduruğundadırlar. Lenin bu ülkelere, bağımsız kapitalist ülkelerle sömürgeler arasında ``geçiş biçimleri``, ``orta`` adını verir. ``Mali sermaye tüm ekonomik ve uluslararası ilişkilerde öylesine belirleyici bir güçtür ki, tümüyle siyasi bağımsızlığa sahip ülkeleri bile boyunduruğuna alabilir ve almaktadır da. 

Bağımlılaştırılmış ülke ve halkların siyasi bağımsızlıklarını kaybetmelerine yol açan bağımlılığı mali sermayenin daha uygun ve karlı bulunduğu anlaşılırdır. Yarı-sömürge ülkeler bu açıdan tipik ``orta`` ülkelerdir.`` (Lenin, TE,C.XIX,sf.136) 

Sömürgeleştirilmiş bölgelerin durumu, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin durumundan farklıdır. Sömürgeleştirilmiş bölgelere Avrupa`nın kapitalist ülkelerinden büyük ölçüde göçler olmuştur. Bunlar metropollerdeki kapitalist sistemin bir devamı haline gelmişlerdir. ``Metropollerden gelen burjuvazi, metropollerdeki burjuvazinin sömürgeci bir uzantısından başka bir şey değildir.`` İngiltere`ye bağlı olan sömürgeleştirilmiş bölgelerin bazıları kendi yönetimlerine kavuşmuşlardır. Bunlara Dominyonlar adı verilir ve Komintern tezlerine göre `` emperyalist sistemin eşit ya da hemen hemen eşit üyeleridirler.`` Gelişme seviyeleri açısından orta derecede gelişmiş ülkelere yakındırlar, bazıları ise (Kanada ve Avustralya) yüksek derecede gelişmiş kapitalizmin olduğu ülkelere yakındırlar. 

Komintern`in programında belirttiği gibi, sömürge ülkeler arasında geri kalmış ülkeler vardır. Nüfusun çoğunluğu kabile şartlarında yaşar. Milli burjuvazi yoktur. Emperyalist ülke askeri işgalci konumundadır ve topraklara el koyar. Kapitalist gelişme yoluna henüz girmemiş bu ülkeler bu kapitalizm aşamasını atlayabilirler. Şu şartlarda sosyalizme doğru ilerleyebilirler: 1) Yabancı sermayeye karşı ulusal kurtuluş için başarılı bir mücadele yürütürlerse, 2) Proletarya diktatörlüğünün olduğu ülkelerden yardım alırlarsa. Özellikle geri ülkeler arasında bazı Afrika ülkelerini sayabiliriz. 
Bağımlı, yarı-sömürge ve sömürge ülkeler gurubuna şunlar dahildir: 

a) Bağımlı ve yarı-sömürge ülkeler: Avrupa`da -Arnavutluk; Asya`da -Çin, Siyam, İran, Afganistan ve Arap ülkeleri; Afrika`da -Etiyopya, Liberya; Amerika`da -Arjantin, Brezilya, Şili, Uruguay, Paraguay, Bolivya, Peru, Venezüella, Meksika ve diğerleri; 

b) Sömürgeler: Asya`da -Hindistan, Fransız Çin Hindi, Seylan Adası, Kıbrıs, Suriye (manda ülke), Irak (kontrol edilen ülke), Afrika`da -Mısır (kontrol edilen ülke), Rodezya, Güney-Batı Afrika (manda ülke), Madagaskar Adası, Belçika Kongo`su, Togo ve Kamerun (manda ülkeler); Fransız Ekvator Afrika`sı, Fas, Tripolitanya ve diğerleri; Amerika`da -Guyana, Honduras, bazı Batı Hindi adaları, Okyanus adaları. 


BÖLGELERİN DENGESİZ GELİŞMESİ 
Bazı ülkelerin dengesiz gelişmesi yanında, bu ülkelerin bölgeleri arasında da dengesiz bir gelişme görürüz. Örneğin, kapitalist Rusya`nın ekonomisini incelersek, a) En gelişmiş sanayi bölgeleri -Merkez Bölgeler (şimdiki Moskova ve İvanovski bölgeleri ve Gorki bölgesinin bir bölümü), Leningrad ve Güney bölgeleri (Don bas, Karkov); b) Köleliğin kalıntılarının güçlü olduğu tarım bölgeleri -Orta Kara Topraklar bölgesi, Ukrayna`nın sağ yakası; c) Kapitalist kulak tarımının bulunduğu tarım bölgeleri -Ukrayna yaylaları, Kuzek Kafkasya, Volga`nın sol yakası, Batı Sibirya; d) Sömürge tipi bölgeler -Orta Asya, Transkafkasya; e) Az keşfedilmiş bölgeler - Uzak Kuzey, Doğu Sibirya idi. Kapitalist gelişme ve sanayi açısından tüm bu guruplar birbirlerinden çok farklıdırlar. Bu yüzden devrime ve sosyalist inşaya hazırlık durumları da farklıdır. ABD`de benzeri farklılıklar görürüz. Doğu`da ülke sanayisinin çoğu yoğunlaşmıştır. Bu bölge kapitalizmin yüksek düzeyde geliştiği bölgedir. Güneyde ise kapitalizm öncesi köleci ekonominin kalıntılarının bulunduğu tarım bölgeleri vardır. 

Bütün bunların da gösterdiği gibi yalnızca ulusal ekonominin coğrafi dağılımı ve ülkenin değişik bölgeleri arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar göz önüne alındığında ülkenin ekonomisi, kapitalist gelişmenin seviyesi ve toplumsal yapısı hakkında tam bir fikir sahibi oluruz. 
(sf. 1 - 10)
Blogger tarafından desteklenmektedir.