Header Ads

Header ADS

DİKTATÖRLÜK KONUSUNDAKİ KABA BURJUVA GÖRÜŞLER İLE MARKSİST GÖRÜŞ

Viladimir İliç Lenin 
Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği

III. DİKTATÖRLÜK KONUSUNDAKİ KABA BURJUVA GÖRÜŞLER İLE MARKSİST GÖRÜŞLER

Mehring,[54] 1848'de, Neue Rheinische Zeitung'da yayınladığı Marx'ın makalelerine eklediği notlarda, burjuva basını tarafından bu gazeteye yöneltilen suçlamalardan bir tanesinin bu gazetenin hiçbir şeye dayanmaksızın "demokrasiyi sağlamanın tek aracı olarak diktatörlüğün ivedi olarak kurulması"nı istemek olduğunu söylüyor bize (Marx, Nachlass, c. III, s. 53). Kaba burjuva görüş açısından diktatörlük ve demokrasi terimleri, birbirlerini karşılıklı olarak dıştalarlar. Sınıf savaşımı teorisini anlamadan ve siyasal arenayı çeşitli (sayfa 156) burjuva çevre ve zümrelerinin küçük hır-gürleri olarak görmeye alışmış olan burjuva, diktatörlükten bütün özgürlüklerin ve demokrasinin güvencelerinin ortadan kaldırılmasını, her türlü keyfiliği, diktatörün kişisel çıkarları uğruna iktidarın kötüye kullanılmasını anlar. Aslında, Vperyod ve Proletari'nin diktatörlük sloganından yana çıkışlarını, Lenin'in "talihini deneme tutkusu"na bağlıyarak, yeni-İskra'da. "yeni kampanya"yı hızlandıran bizim Martinov'un yazılarında ortaya çıkan işte bu kaba burjuva görüştür (İskra, n° 103, s. 3, sütun 2). Bu pek hoş açıklama, burjuvazinin Neue Rheinische Zeitung'a karşı ve diktatörlük telkinine karşı yönelttiği suçlamalarla tamamen aynı düzeydedir. Marx da (burjuva liberaller tarafından, sosyal-demokratlar tarafından değil) devrim ve diktatörlük kavramlarında "ayak diretmek"le suçlanmıştır.[38*] Martinov'a, kişisel diktatörlükten farklı olarak, sınıf diktatörlüğünün anlamını ve sosyalist diktatörlükten farklı olarak, demokratik diktatörlüğün görevlerini açıklayabilmek için Neue Rheinische Zeitung'un görüşleri üzerinde durmak yanlış olmayacaktır. 

"Bir devrimden sonra, diye yazıyordu Neue Rheinische Zeitung 14 Eylül 1848'de, devletin her geçici örgütü, bir diktatörlüğü ve etkin bir diktatörlüğü gerektirir. Ta başından beri Camphausen'ı [18 Mart 1848 sonrasında bakanlar kurulu başkanı] diktatörce hareket etmediğinden ötürü, eski kurumların kalıntılarını hemen ezmediği ve yok etmediği için suçladık. (sayfa 157) Herr Camphausen kendisini anayasal düşlerle oyalarken, yenik düşmüş olan [yani gerici parti] bürokrasi ve ordu içindeki durumunu güçlendirmiş ve hatta şurada burada açık savaşıma bile başlamıştı."[55

Mehring'in haklı olarak işaret ettiği gibi, bu sözler birkaç önerme içersinde Neue Rheinische Zeitung'daki Camphausen hükümeti konusundaki uzun makalelerde ayrıntılarıyla işlenmiş olan her şeyi özetlemektedir. Marx'ın bu sözleri bize ne anlatıyor? Geçici bir devrim hükümetinin diktatörce davranmak zorunda olduğunu (diktatörlük sloganına karşı çıktığından ötürü İskra'nın hiç anlayamadığı bir önerme) ve böyle bir diktatörlüğün görevinin, eski kurumların kalıntılarını yok etmek olduğunu (ki tam da bu, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin karşı-devrimle savaşım konusunda Üçüncü Kongre kararında açıkça konmuş ve yukarda da gösterildiği gibi konferans kararında yer almamıştır). Üçüncü ve son olarak, bu sôzlerden, Marx'ın devrim ve açık bir iç savaş döneminde burjuva demokratları "anayasal düşler" ile avundukları için kınadığı sonucu çıkmaktadır. Bu sözlerin anlamı, 6 Haziran 1848 tarihli Neue Rheinische Zeitung'daki makalede özellikle açık-seçik hale gelmektedir. "Ulusal bir kurucu meclis", diye yazıyordu Marx, "her şeyden önce, etkin, devrimci yönden etkin bir meclis olmalıdır. Ama Frankfurt Meclisi, hükümeti başıboş bırakırken, kendisini okul ödevi düzeyinde parlamentoculukla oyalıyordu. Diyelim ki, bu çokbilmiş meclis, derin düşüncelerden sonra, olabilecek en iyi gündemi ve en iyi anayasayı hazırlamış olsun, ama eğer Alman hükümetleri bu arada süngüyü gündeme getirmişse, olabilecek bu en iyi gündemin ve bu en iyi anayasanın yararı ne?"[56

Diktatörlük sloganının anlamı işte budur. Buradan Marx'ın "bir kurucu meclis toplama kararı"nı kesin bir (sayfa 158) zafer sayan, ya da bizi "aşırı muhalefet partisi olarak kalma"ya çağıran kararlara karşı tutumunun ne olacağını kestirebiliriz! 
Ulusların yaşamlarındaki bellibaşlı sorunlar, ancak kuvvet yoluyla çözümlenirler. Şiddete, iç savaşa ilk başvuranlar, çoğu kez gerici sınıfların kendileridir; Rus otokrasisinin sistemli ve şaşmaz bir biçimde 9 ocaktan beri her yerde yaptığı gibi, "süngüyü gündeme getiren", önce kendileri olmaktadırlar. Ve böyle bir durum ortaya çıkmış bulunduğuna göre, süngü, gerçekten siyasal gündemin ana maddesi haline gelmiş bulunduğuna göre, ayaklanma kaçınılmaz ve ivedi hale gelmiş olduğuna göre -anayasal düşler ve okul ödevi düzeyindeki parlamentoculuk, olsa olsa burjuvazinin devrime ihanetinin bir örtüsü, burjuvazinin devrime "yüz çevirmesi" olgusunu gizlemenin bir örtüsü haline gelir. Bu durumda gerçek devrimci sınıfın öne sürmek zorunda olduğu slogan, işte bu diktatörlük sloganıdır. 

Bu diktatörlüğün görevleri sorununda Marx, Neue Rheinische Zeitung'da şunları yazmıştır: "Ulusal Meclis, eskimiş hükümetlerin gerici girişimlerine karşı diktatörce davranmalıydı; böylece bütün süngüleri ve dipçikleri paramparça edecek kamuoyunun gücünü kendinden yana kazanmış olurdu. ... Ama bu meclis, Alman halkını ardından sürükleyeceğine ya da onların ardından sürükleneceğine, halkı bıktırdı."[57] Marx'ın görüşüne göre Ulusal Meclis, "Almanya'da fiilen varolan rejimden, halkın egemenliği ilkesiyle çelişen her şeyi çıkarıp atmalıydı", ve bunun ardından "devrimle kazanılmış olan halk egemenliğini bütün saldırılara karşı korumak için, dayanmakta olduğu devrimci temeli pekiştirmeliydi".[58

Bunun sonucu olarak, Marx'ın, 1848'de, devrimci hükümetin ya da diktatörlüğün önüne koyduğu (sayfa 159) görevler, içerikleri bakımından, ilkin ve her şeyden önce, bir demokratik devrimdi: karşı-devrime karşı savunma ve halkın egemenliği ile çelişen her şeyin fiilen tasfiyesi. Bu da, devrimci diktatörlükten başka bir şey değildir. 

Devam edelim: bu görevi (halkın egemenliği ilkesini gerçekten eksiksiz olarak sağlamayı ve karşı-devrimin saldırılarını altetmeyi) başarabilecek ve başarması gereken sınıflar, Marx'ın görüşüne göre, hangileridir? Marx "halk"tan sözediyor. Ama biz biliyoruz ki, kendisi, "halk"ın birliği ve halk arasında sınıf savaşımının yokluğu konusundaki küçük-burjuva yanılsamalara karşı her zaman amansız bir biçimde savaşmıştır. "Halk" sözcüğünü kullanmakla Marx, sınıf farklılıklarının üstünü örtmüyor, devrimi sonuna dek götürebilecek belirli unsurların birliğini kastediyor. 

18 martta Berlin proletaryasının zaferinden sonra, Neue Rheinische Zeitung, devrimin sonucunun iki yönlü olduğunu yazıyordu: "Bir yandan, halkın silahlanması, örgütlenme hakkı, halk egemenliğinin fiilen gerçekleştirilmesi; öte yandan, monarşinin ve Camphausen-Hansemann hükümetinin, yani büyük burjuvazinin temsilcilerinin hükümetinin muhafaza edilmesi. Böylece devrim, birbirlerinden ayrılmaları kaçınılmaz olan iki sonuçlar dizisi vermişti. Halk, zafere ulaşmıştı; kesinlikle demokratik nitelikte özgürlükler kazanmışlar, ama mevcut iktidar kendi ellerine değil, büyük burjuvazinin eline geçmişti. Kısacası, devrim, tamamlanmamıştı. Halk, büyük burjuvazinin temsilcilerinin hükümet kurmalarına izin vermiş ve büyük burjuvazinin bu temsilcileri, eski Prusya soylularına ve bürokrasisine bir ittifak önererek neyin peşinde olduklarını hemen ortaya koymuşlardı. Amim, Canitz ve Schwerin hükümete katıldılar. 

"Her zaman karşı-devrimci olan büyük burjuvazi, halktan, yani işçilerden ve demokratik burjuvaziden (sayfa 160) korktuğu için gericilere bir savunma ve saldırı ittifakı kurdu." (İtalikler bize ait.) [59

Böylece, yalnızca "bir kurucu meclis toplama kararı" değil, bu meclisin fiilen toplanması bile devrimin kesin zaferi için yeterli değildir! Silahlı bir savaşımın kısmi zaferinden sonra (Berlin işçilerinin 18 mart 1848'de askeri birlikler üzerinde sağladığı zafer) bile "tamamlanmamış" bir devrim, "sonuna dek götürülmemiş" bir devrim olanaklıdır. Şu halde devrimin tamamlanması neye bağlıdır? Bu, mevcut iktidarın kimin eline geçeceğine, Petrunkeviçlerin, ve Rodiçevlerin, yani Camphausen'lerin ve Hansemann'ların eline mi, yoksa halkın, yani işçilerin ve demokratik burjuvazinin eline mi geçeceğine bağlıdır. Birinci durumda burjuvazi iktidara, proletarya ise "eleştiri özgürlüğü"ne, "aşırı muhalefet partisi olarak kalma" özgürlüğüne sahip olacaktır. Zaferin hemen ardından burjuvazi gericilerle ittifak kuracaktır (örneğin St. Petersburg işçileri askeri birliklerle sokak savaşında yalnızca kısmi bir zafer sağlar ve bunu Petrunkeviç ve onun ortağı beylere bir hükümet kurmaları için, terkederlerse, bu kaçınılmaz olarak Rusya'da da böyle olacaktır). İkinci durumda, devrimci demokratik diktatörlük, yani devrimin kesin zaferi mümkün olacaktır. 

Şimdi geriye, Marx'ın büyük burjuvazinin karşısında bulunan ve işçilerle birlikte halk diye adlandırdığı "demokratik burjuvazi" (demokratische Bürgerschatt) ile gerçekte ne kastettiğini daha kesin bir biçimde tanımlamak kalıyor. 

Bu sorunun açık bir yanıtı, 29 Temmuz 1848 tarihli Neue Rheinische Zeitung'daki bir makaledeki şu pasajda verilmiştir: "... 1848 Alman Devrimi, 1789 Fransız Devriminin beceriksiz bir taklididir ancak, 

"4 Ağustos 1789'da, Bastille fırtınasından üç hafta (sayfa 161) sonra, Fransız halkı, tek bir günde, bütün feodal yükümlülüklerin üstesinden geldi. 

"11 Temmuz 1848'de, Mart barikatlarından dört ay sonra, feodal yükümlülükler Alman halkının üstesinden geldi. Teste Gierke cum Hansemanno.[39*

"1789'un Fransız burjuvazisi, müttefiklerini, köylüleri bir an olsun zor durumda bırakmadı. Biliyordu ki, egemenliği, kırda feodalizmin yıkılmasına, özgür toprak sahibi (grundbesitzenden) köylü sınıfının yaratılmasına dayanıyordu. 
"1848'in Alman burjuvazisi, hiç vicdanı sızlamaksızın, en doğal müttefikleri olan, eti etinde olan ve onlar olmaksızın aristokrasiye karşı güçsüz olduğu köylülere ihanet ediyor. 
"Feodal hakların sürdürülmesi, (aldatıcı) tazminat maskesi altında feodal hakların pekiştirilmesi - 1848 Alman Devriminin sonucu işte budur. Dağ fare doğurmuştur."[60

Bu, bize, dört önemli önerme getiren çok öğretici bir bölümdür: 1° Tamamlanmamış Alman devrimi, tamamlanmış Fransız devriminden yalnızca Alman burjuvazisinin genel olarak demokrasiye ihaneti ile değil, özel olarak da köylülere ihaneti bakımından da ayrılır. 2° Özgür bir köylüler sınıfının yaratılması, demokratik devrimin kesin sonucuna götürülmesinin temelidir. 3° Böyle bir sınıfın yaratılması, feodal hizmetlerin ortadan (sayfa 162) kaldırılması, feodalizmin yıkılması demektir, ama henüz sosyalist devrim demek değildir. 4° Köylüler, burjuvazinin, yani gericiliğe karşı onlar olmaksızın "güçsüz" kalan demokratik burjuvazinin "en doğal" müttefikleridirler. 

Somut ulusal özellikler akılda tutulduğunda ve feodalizmin yerine serflik konulduğunda, bütün bu önermeler eksiksiz olarak 1905 Rusya'sına uygulanabilirler. Hiç kuşku yok ki, Marx'ın açıklığa kavuşturduğu Alman deneyimini öğrenerek, devrimin kesin zaferi için şu slogandan başka bir slogana ulaşamayız: proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü. Hiç kuşku yok ki, Marx'ın 1848'de direnen gericilerin ve hain burjuvazinin karşısına koyduğu "halk"ın belli-başlı unsurları proletarya ve köylülüktür. Hiç kuşku yok ki, Rusya'da da liberal burjuvazi ve Osvobojdenye Birliğinin bayları, köylülüğe ihanet ediyorlar ve ihanet edeceklerdir, yani sahte bir reformla yetinecekler ve toprak beyleri ile köylüler arasındaki kesin savaşımda toprak beylerinin yanını tutacaklardır. Bu savaşımda köylüleri sonuna dek destekleyebilecek olan yalnızca proletaryadır. Ensonu, hiç kuşku yok ki, Rusya'da da köylü savaşımının başarısı, yani tüm toprakların köylülere devredilmesi, eksiksiz bir demokratik devrimi simgeleyecek ve kesin sonuçlarına götürülen devrimin toplumsal temelini oluşturacak, ama bu hiçbir zaman bir sosyalist devrim, ya da küçük-burjuva ideologlarının, sosyalist-devrimcilerin sözünü ettikleri "toplumsallaştırma" olmayacaktır. Köylü ayaklanmasının başarısı, demokratik devrimin zaferi, demokratik bir cumhuriyet temeli üzerinde sosyalizm uğruna gerçek ve kesin bir savaşımın yollarını açacaktır. Bu savaşımda, toprak sahibi bir sınıf olarak köylülük, burjuvazinin demokrasi uğruna savaşımında şimdi oynamakta (sayfa 163) olduğu tutarsız ve haince rolü oynayacaktır. Bunu unutmak, sosyalizmi unutmaktır, proletaryanın gerçek çıkarları ve görevleri açısından insanın kendisini ve başkalarını aldatmasıdır., 

1848'de Marx'ın savunduğu görüşlerin ortaya konulmasında herhangi bir eksik yan bırakmamak için, o zamanın Alman sosyal-demokrasisi (o dönemin dilini kullanacak olursak, proletaryanın komünist partisi) ile bugünün Rus sosyal-demokrasisi arasındaki temel bir ayrılığı kaydetmek gerekir. Mehring şöyle diyor: 

"Neue Rheinische Zeitung, siyasal arenaya, 'demokrasi organı' olarak çıktı. Tüm makalelere egemen olan eğilimin bu olduğundan kuşku yoktur. Ama ilk planda, burjuvazininkiler karşısında proletaryanın çıkarlarını savunmaktan çok, mutlakıyete ve feodalizme karşı burjuva devrimin çıkarlarını savunuyordu. Devrim yılları sırasında, bu gazetenin sütunlarında bağımsız bir işçi sınıfı hareketi konusunda çok az şey yer alıyordu, ama şunu da unutmamak gerekir ki, bu gazeteyle birlikte Moll ve Schapper'in yönetiminde haftada iki kez Köln İşçileri Birliğinin[61] özel bir organı da çıkmaktaydı. Bununla birlikte, bu gazetenin en yetenekli beyni Stephan Born'un Paris ve Brüksel'de Marx ve Engels'in öğrencisi olmasına ve 1848'de gazetenin Berlin muhabiri bulunmasına karşın, Neue Rheinische Zeitung'un o zamanın Alman işçi sınıfı hareketine çok az eğilmiş olmasına bugünün okuru şaşacaktır. Anılar'ında Born, Marx ve Engels'in işçiler arasında kendisinin yürüttüğü ajitasyonu onaylamadıklarını gösterir tek sözcük olsun etmediklerini söylüyor. Ancak, Engels'in daha sonradan yaptığı açıklamalar, kendilerinin bu ajitasyonun yöntemleri konusunda, hiç değilse, hoşnutsuzluk duymuş olabileceklerini göstermektedir. Born'un, Almanya'nın büyük bir kesimindeki sınıf bilinci henüz tam olarak gelişmemiş (sayfa 164) proletaryaya birçok ödünler, Komünist Manifesto'nun bakış açısından eleştirildiğinde iler-tutar yanı kalmayan ödünler vermek zorunda kalmış olması bakımından, gösterdikleri hoşnutsuzlukta haklıydılar. Born'un ajitasyonunu her şeye karşın oldukça yüksek bir düzeyde tutabilmiş olması bakımından, gösterdikleri hoşnutsuzlukta haksızdır. Kuşku yok ki, Marx ve Engels, işçi sınıfının birincil çıkarının, burjuva devrimi olabildiğince ileriye götürmek olduğu yolundaki düşüncelerinde, tarihsel ve siyasal açıdan haklıydılar. Nisan 1849'da işçilerin özel bir işçi örgütünden yana olduklarını açıklamaları ve özellikle Doğu Elbe [Doğu Prusya] proletaryası tarafından hazırlanmakta olan işçi kongresine katılma yolunda aldıkları karar, işçi sınıfı hareketinin basit içgüdüsünün nasıl en parlak düşünürlerin anlayışlarını bile düzeltebilme yeteneğine sahip bulunduğunu çarpıcı bir biçimde tanıtlamıştır." 

Böylece, ancak Nisan 1849'da, devrimci bir gazetenin çıkmaya başlamasından aşağıyukarı bir yıl sonradır ki (Neue Rheinische Zeitung, yayına, 1 Haziran 1848'de başlamıştır), Marx ve Engels, özel bir işçi sınıfı örgütünden yana olduklarını açıklamışlardır! O zamana dek bir işçi sınıfı partisiyle herhangi bir örgütsel bağı olmayan bir "demokrasi organı" çıkarmakla yetiniyorlardı. Bugün, bize, korkunç ve olanaksız gibi görünen bu olgu, o günlerin Alman Sosyal-Demokrat Partisiyle, bugünün Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi arasında çok büyük farklar olduğunu açıkça göstermektedir. Bu olgu, Alman demokratik devriminde, hareketin proleter özelliklerinin, proleter akımın, ne denli az olduğunu göstermektedir (1848'de Almanya'nın hem ekonomik ve hem de siyasal geriliği -devlet bütünlüğüne sahip olmayışı- yüzünden). Bu dönemde ve daha sonrasında bağımsız bir proletarya partisinin örgütlendirilmesinin gereği (sayfa 165) konusunda Marx'ın yineleyerek yaptığı açıklamaların değerlendirilmesinde, bu (örneğin Plehanov'un yaptığı gibi)[40*] unutulmamalıdır. Marx, bu pratik sonuca, demokratik devrim deneyiminin bir sonucu olarak ancak aşağıyukarı bir yıl sonra varmıştır - bu sırada Almanya'da esmekte olan hava o denli darkafalı, o denli küçük-burjuvacaydı ki. Bu sonuç, bizim için, uluslararası sosyal- demokrasinin yarım yüzyıllık deneyiminin çok iyi bilinen ve somut bir kazanımıdır - temeli üzerinde Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisini örgütlemeye başladığımız bir kazanım. Bizim durumumuzda, örneğin proletaryanın sosyal-demokrat partisinin dışında kalan devrimci proleter gazeteleri, ya da bunların bir an için bile salt "demokrasi organları" olarak yayınlanmaları diye bir sorun sözkonusu olamaz. 

Ama Marx ile Stephan Born arasında pek ortaya çıkmamış bulunan çelişki, bizim durumumuzda, devrimimizin demokratik akışı içersinde, kendisini çok daha güçlü bir biçimde ortaya koyan proletarya akımı yüzünden çok daha gelişmiş bir biçimde mevcuttur. Marx ve Engels'in Stephan Born tarafından yürütülen ajitasyon konusundaki olası lıoşnutsuzluklarından sözederken Mehring, çok yumuşak ve kaçamaklı bir dil kullanmıştır. Engels'in Born hakkında 1885'te söyledikleri şunlardır (Enthüllungen über den Kommunistenprozess zu Köln, Zürih 1885 adlı yapıta yazdığı önsözde) : 

Komünist Birlik[62] üyeleri her yerde en uçtaki demokratik hareketin başında bulunmuşlar ve böylelikle Birliğin kusursuz bir devrimci eylem okulu olduğunu tanıtlamışlardır. "Birliğin etkin bir üyesi olarak Brüksel ve Paris'te çalışmış olan mürettip Stephan Bom, Berlin'de oldukça yaygınlaşan ve 1850'ye dek varlığını (sayfa 166) sürdüren İşçi Kardeşliğini (Arbeiterverbriiderung) kurmuştur. Ancak, siyasal bir kişi olmakta çok acele etmiş, ardına bir kalabalık takabilmek için her türden ayaktakımı (Krethi und Plethi) ile 'kardeşleşmiş' olan bu çok yetenekli Born, hiç de çelişmekte olan eğilimleri birleştirebilecek ve kargaşalığa ışık tutabilecek bir adam değildi. Bunun sonucu, derneğin resmi yayınlarında Komünist Manifesto'nun temsil ettiği görüşler, lonca anıları, lonca hevesleri, Louis Blanc ve Proudhon kırıntıları, himayecilik vb. ile birbirlerine karıştırılarak çorba haline getirilmişti; kısacası herkesi (alle alles sein) hoşnut etmek istemişlerdi. Özellikle, grevler, sendikalar ve üretici kooperatifleri ile uğraşılıyor , ama her şeyden önce, bunun, bu gibi şeylerin kalıcı bir temel üzerinde gerçekleştirilebilecekleri tek şey olan bu alanın, önce siyasal zaferler yoluyla ele geçirilmesi sorun olduğu unutuluyordu [İtalikler benimdir]. Daha sonra, gericiliğin zaferleri, kardeşliğin önderlerini devrimci savaşıma doğrudan katılmanın gerekliliğini kavramaya zorladığında, çevrelerine toplamış oldukları şaşkın yığın tarafından doğal olarak yalnız bırakılmışlardır. Born, Mayıs 1849 Dresden ayaklanmasına katıldı ve şans eseri olarak paçayı kurtardı. Ama proletaryanın büyük siyasal hareketinin tersine, İşçi Kardeşliğinin yalnızca kağıt üzerinde kalan ve gericiliğin 1850'ye kadar, ve bazı şubelerini de daha sonraki yıllara kadar kapatmaya gerek duymadığı ikincil bir rol oynayan salt bir Sonderbund (ayrı bir birlik) olduğu ortaya çıktı. Gerçek adı Buttermilch[41*] olan Born, siyasal bir kişi değil, artık (sayfa 167) Marx'ı lonca diline çevirmeyi bırakıp uysal Renan'ı kendi dalkavuk Almancasına çeviren bir küçük İsviçre profesörü oldu."[64

Demokratik devrimde sosyal-demokrasinin iki taktiğini Engels işte böyle değerlendiriyordu!
Bizim yeni-iskracılar da ekonomizme eğilim duyuyorlar, ve hem de bunu monarşist burjuvaziden "gerçeği gördüler" övgüsünü almak için, akılalmaz bir çaba göstererek yapıyorlar. Bunlar da ekonomistlere yağ çekerek, "inisiyatif", "demokrasi", "özerklik", vb., vb. sloganlarıyla geri yığınları demagojik bir biçimde kendilerine çekerek; kendi çevrelerinde ne idüğü belirsiz bir kalabalık topluyorlar; bunların işçi birlikleri de çoğu kez yeni-İskra'nın Hlestakov tipi[65] sayfalarında kalmaktadır. Bunların sloganları ve kararları "proletaryanın büyük siyasal hareketi"nin görevlerini kavramada benzer bir başarısızlık ortaya koymaktadır
Blogger tarafından desteklenmektedir.