Header Ads

Header ADS

Parti Tarihi Bölüm - 6 - (1914 - Mart 1917)

J. V. STALİN 

SOVYETLER BİRLİĞİ KOMÜNİST PARTİSİ (BOLŞEVİK) TARİHİ 
EMPERYALİST SAVAŞ DÖNEMİNDE BOLŞEVİK PARTİSİ. RUSYA'DA İKİNCİ DEVRİM. 

(1914 - Mart 1917) 

1 - EMPERYALİST SAVAŞIN PATLAK VERMESİ VE NEDENLERİ 

14 (27) Temmuz 1914'te Çarlık hükümeti genel seferberlik ilan etti. 19 Temmuz'da (I Ağustos) Rusya'ya Almanya tarafından savaş ilan edildi. 

Rusya savaşa girdi. 

Savaşın başlamasından çok önce Lenin ve Bolşevikler, savaşın kaçınılmazlığını öngörmüşlerdi. Uluslararası Sosyalist Kongrelerde Lenin, bir savaş halinde sosyalistlerin tavrının devrimci çizgisini saptamaya yönelik önergeleriyle öne çıkmıştı. 

Lenin, savaşların kapitalizmin kaçınılmaz yol arkadaşları olduğuna işaret etti. Yabancı toprakların yağmalanması, sömürgelerin işgal ve talan edilmesi, yeni pazarların zaptı, daha önceleri de sık sık, kapitalist devletler tarafından girişilen fetih savaşlarının nedeni olmuştu. Kapitalist ülkeler için savaş, işçi sınıfının sömürülmesi kadar doğal ve yasaya uygun bir durumdur. 

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında kapitalizm, gelişmesinin en üst ve son aşamasına, emperyalizme ulaşınca, savaşlar özellikle kaçınılmaz hale geldi. Emperyalizm aşamasında güçlü kapitalist birlikler (tekeller) ve bankalar, kapitalist devletlerin yaşamında tayin edici faktör haline geldiler. Finans-kapital, kapitalist devletlerde evin efendisi oldu. Finans-kapital yeni pazarlar, yeni sömürgeler, yeni sermaye ihraç alanları ve yeni hammadde kaynakları talep ediyordu. 

Oysa daha 19. yüzyılın sonunda yeryüzünun tüm toprakları kapitalist devletler arasında paylaşılmıştı. Ne ki emperyalizm çağında kapitalizmin gelişmesi son derece eşitsiz ve sıçramalı olur: önceleri birinci sırayı tutan bazı ülkelerin sanayii nispeten yavaş gelişir, eskiden geri olan başka ülkeler büyük sıçramalarla onlara yetişip onları geçer. Emperyalist devletlerin ekonomik ve askeri güç dengesi değişiyordu. Dünyayı yeniden paylaşma çabası ortaya çıktı. Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna mücadele emperyalist savaşı kaçınılmaz kıldı. 1914 savaşı dünyayı ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşma uğruna bir savaştı. Bütün emperyalist devletler uzun süreden beri buna hazırlanıyordu. Bu savaştan bütün ülkelerin emperyalistleri sorumluydular. 

Ama bu savaşa özellikle, bir yanda Almanya ile Avusturya, öte yanda Fransa ile İngiltere ve onlara bağımlı olan Rusya hazırlandılar. 1907'de İngiltere, Fransa ve Rusya arasında bir Üçlü İtilaf, Antant kuruldu. Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya ise başka bir emperyalist ittifak kurdular. Fakat 1914 savaşının patlak vermesiyle İtalya bu ittifaktan ayrıldı ve daha sonra Antant'a katıldı. Bulgaristan ile Türkiye, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı destekliyordu. 

Emperyalist savaş hazırlığıyla Almanya, İngiltere ve Fransa'dan sömürge alma, Rusya'dan da Ukrayna'yı, Polonya'yı ve Baltık İllerini koparma hedefini güdüyordu. Bağdat demiryolunun inşasıyla Almanya, İngiltere’nin Yakın Doğu’daki hakimiyetini tehdit ediyordu. Almanların denizdeki silahlanmasının artışı da İngilizleri korkutuyordu. 

Çarlık Rusyası Türkiye'nin paylaşılması için uğraşıyor. Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmeyi düşlüyordu. Çarlık hükümetinin planları arasında, AvusturyaMacaristan'ın bir bölümü olan Galiçya'yı ilhak etmek de vardı. 

İngiltere, savaştan yararlanarak, malları savaştan önceki yıllarda İngiliz mallarını dünya pazarlarından sürmeye başlayan tehlikeli rakibi Almanya'yı yenmek istiyordu. Bundan başka İngiltere, Mezopotamya ve Filistin'i Türkiye’nin elinden kaparmak ve Mısır'da yerini sağlamlaştırmak istiyordu. 

Fransız kapitalistleri, kömür bakımından zengin Saar havzası ile demir bakımından zengin Alsas-Loren'i Almanya'nın elinden kapmak istiyordu. Alsas-Loren'i Almanya 1870/71 savaşında Fransa'dan kapmıştı. 

İki kapitalist devletler grubu arasında varolan son derece büyük çelişkiler, böylece emperyalist savaşa yolaçtı. 

Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna bu yırtıcı savaş, bütün emperyalist ülkelerin çıkarına dokunuyordu, bu yüzden daha sonra Japonya, ABD ve diğer bazı ülkeler de bu yağmacı savaşın içine çekildi. 

Savaş, bir dünya savaşı haline geldi. 

Emperyalist savaş hazırlığı burjuvazi tarafından halktan son derece gizli tutuldu. Savaş başladığında, bütün emperyalist hükümetler, komşularına saldırmadıklarını, bilakis kendilerinin saldırıya uğradığını ispatlamaya çalıştılar. Burjuvazi, savaşın gerçek hedeflerini, emperyalist, ilhakçı karakterini gizleyerek halkı aldattı. Bütün emperyalist hükümetler, savaşın kendi ülkelerini savunmak için verildiğini iddia ettiler. 

II. Enternasyonal oportünistleri, burjuvazinin halkı aldatmasına yardımcı oldular. II. Enternasyonal sosyal-demokratları, sosyalizm davasına, proletaryanın uluslararası dayanışma davasına en alçakça ihanet ettiler. Savaşa karşı çıkmak bir yana, bilakis tam tersine, anavatan savunması bayrağı altında saldırgan ülkelerin işçi ve köylülerini birbirlerine karşı kışkırtmasında burjuvaziye yardımcı oldular. 

Rusya'nın emperyalist savaşa Antant'ın safında, Fransa ve İngiltere’nin safında girmesi bir tesadüf değildi. Gözönünde tutmak gerekir ki, 1914'ten önce Rusya'nın en önemli sanayi kolları yabancı sermayenin, esas olarak da Fransız, İngiliz ve Belçika sermayesinin, yani Antant ülkelerinin elindeydi. Rusya'nın en önemli metal işletmeleri Fransız kapitalistlerinin elindeydi. Bir bütün olarak metalurji sanayiinin neredeyse dörtte üçü (yüzde 72'si) yabancı sermayeye bağımlıydı. Taşkömürü sanayiinde, Donetz Havzasında, aynı tablo. Petrol üretiminin aşağı-yukarı yarısı, İngiliz-Fransız sermayesinin elinde bulunuyordu. Rus sanayiinin karlarının önemli bir kısmı, yabancı bankalara, özellikle İngiliz ve Fransız bankalarına akıyordu. Bütün bu şartlar ve çarın Fransa ve İngiltere’den aldığı milyarlık borçlar, Çarlığı İngiliz ve Fransız emperyalizmine zincirle bağladı, Rusya'yı bu ülkelerin haraçgüzarına, bir yarı-sömürgesine dönüştürdü. 

Rus burjuvazisi, savaşa girerken, böylece durumunu düzelteceğini, yeni pazarlar elde edeceğini, savaş ihaleleri ve savaş tedarikleriyle zenginleşeceğini ve aynı zamanda savaş halinden yararlanarak devrimci hareketi ezeceğini düşünüyordu. 

Çarlık Rusya'sı savaşa hazırlıksız girdi. Rus sanayii diğer kapitalist ülkelerden çok geri kalmıştı. Sanayi, çoğunlukla, köhne makinelerle donatılmış eski fabrika ve işletmelerden oluşuyordu. Yarıfeodal toprak mülkiyeti ve köylülüğün sefilleşmiş, mahvolmuş ana kütlesiyle tarım, uzun süreli bir savaş için sağlam bir ekonomik temel olamazdı. 

Çar esas olarak çiftlik sahiplerine, feodal beylere dayanıyordu. Büyük kapitalistler ittifak halinde olan aşırı gerici büyük toprak sahipleri, ülkede ve Devlet Duması'nda istedikleri gibi at koşturuyorlardı. Çarlık hükümetinin iç ve dış politikasını tamamen destekliyorlardı. Rus emperyalist burjuvazisi, umutlarını, kendine bir yandan yeni pazarlar ve yeni topraklar sağlayacak, öte yandan işçi ve köylülerin devrimci hareketini ezecek durumdaki demirden yumruk olarak gördüğü Çarlık otokrasisine bağlamıştı. 

Liberal burjuvazinin partisi -Kadetler- gerçi muhaliflik tasladıysa da, Çarlık hükümetinin dış politikasını kayıtsız-şartsız destekledi. 

Sosyalizm bayrağını paravana olarak kullanan küçük-burjuva partileri, Sosyal-Devrimciler ve Menşevikler, savaşın ilk gününden itibaren, savaşın emperyalist, yağmacı karakterini gizleyerek halkı aldatmakta burjuvaziye yardım ettiler. Burjuva “anavatan”ı “Prusyalı barbarlar”a karşı koruma, savunma zorunluluğunu vaaz ettiler, “iç barış” politikasını desteklediler ve böylece, tıpkı Alman Sosyal-Demokratlarının Alman Kayzer hükümetinin “Rus barbarları”na karşı savaş yürütmesine yardım etmesi gibi, Rus Çar hükümetinin savaş yürütmesine yardım ettiler. 

Sadece Bolşevik Parti, devrimci enternasyonalizmin yüce bayrağına sadık kaldı ve sımsıkı, Çarlık otokrasisine, çiftlik sahiplerine ve kapitalistlere, emperyalist savaşa karşı kararlı mücadele Marksist tutumunu sürdürdü. Bolşevik Parti, savaşın hemen ilk gününden itibaren, savaşın anavatan savunması için değil, yabancı toprakların ele geçirilmesi ve yabancı halkların talan edilmesi amacıyla çiftlik sahiplerinin ve kapitalistlerin çıkartan doğrultusunda başlatıldığını, işçilerin bu savaşa karşı kararlı bir savaş yürütmeleri gerektiğini savundu. 

İşçi sınıfı, Bolşevik Partisini destekledi. 

Ancak, savaşın başında aydınları ve köylülüğün Kulak katmanlarını saran burjuva-yurtsever sarhoşluk, işçilerin belli bir kesimini de etkilemişti. Fakat bunlar esas olarak, kötü ünlü “Rus Halk Birliği”nin üyeleriydi, bir kısmı da Sosyal-Devrimci-Menşevik zihniyetli işçilerdi. Bunlar, elbette asla işçi sınıfının duygularını dile getirmiyorlardı ve getiremezlerdi de. Savaşın ilk günlerinde Çarlık hükümeti tarafından tertiplenen, burjuvazinin savaş taraftan gösterilerine katılanlar da işte bu unsurlardı. 

2-II. ENTERNASYONAL PARTİLERİNİN KENDİ EMPERYALİST HÜKÜMETLERİNİN SAFINA GEÇİŞİ. II. ENTERNASYONAL'İN TEK TEK SOSYAL-ŞOVEN PARTİ-LERE DAĞILMASI. II. Enternasyonal'in oportünizmi ve önderlerinin kaypaklığı konusunda Lenin tekrar tekrar uyarılarda bulunmuştu. II. Enternasyonal önderlerinin sadece lafta savaşa karşı olduklarını, savaş patlak vermesi halinde tutumlarını değiştirip emperyalist burjuvazinin tarafına geçebileceklerini, savaş yandaşı olabileceklerini sürekli vurgulamıştı. Savaşın daha ilk günleri, Lenin'in öngörüsünü doğruladı. II. Enternasyonal’in 1910'daki Kopenhag Kongresi'nde, parlamentoda sosyalistlerin savaş kredileri aleyhinde oy vermesi gerektiği kararı alındı. II. Enternasyonal'in 1912 Balkan Savaşı sırasındaki Basel Kongresi, bütün ülkelerin işçilerinin kapitalistlerin karını artırmak için birbirlerini vurmayı bir cinayet olarak gördüklerini açıkladı. Lafta karar tasarılarında durum böyleydi. 

Ama emperyalist savaş fırtınası patladığında, bu kararları pratiğe geçirme zamanı geldiğinde, II. Enternasyonal liderlerinin proletarya davasının dönekleri ve hainleri olduğu, burjuvazinin uşakları olduğu anlaşıldı, onlar savaş yandaşı oldular. 

4 Ağustos 1914'te Alman sosyal-demokrasisi parlamentoda savaş kredileri lehinde, emperyalist savaşın desteklenmesi lehinde oy kullandı. Fransa, İngiltere, Belçika ve diğer ülkelerin sosyalistlerinin büyük çoğunluğu da aynı şeyi yaptılar. 

II. Enternasyonal yok oldu. Fiilen, birbirine karşı savaş yürüten tek tek sosyal-şoven partilere dağıldı. 

Sosyalist partilerin liderleri, proletaryaya ihanet ederek, sosyalşovenizm ve emperyalist burjuvaziyi savunma pozisyonuna geçtiler. İşçi sınıfını aldatmakta ve milliyetçilik ağusuyla zehirlemekte emperyalist hükümetlere yardımcı oldular. Bu sosyal-hainler, anavatan savunması bayrağı altında, Alman işçilerini Fransız işçilerine, İngiliz ve Fransız işçilerini ise Alman işçilerine karşı kışkırtmaya başladılar. II. Enternasyonal'in sadece çok küçük bir azınlığı enternasyonalizm pozisyonunda kaldı ve akıma karşı çıktı, gerçi yeterince kendinden emin ve kesin bir şekilde değil ama, yine de akıma karşı çıktı. 

Sadece Bolşevik Parti, derhal ve yalpalamaksızın, emperyalist savaşa karşı kararlı mücadele bayrağını kaldırdı. 1914 sonbaharında kaleme aldığı savaş konusundaki tezlerde Lenin, II. Enternasyonal'in çöküşünün bir tesadüf olmadığına işaret etti. II. Enternasyonal, devrimci proletaryanın en iyi temsilcilerinin uzun zamandan beri onlara karşı uyarıda bulunduğu oportünistler 

tarafından yıkılmıştı. 

II. Enternasyonal partilerine oportünizm, daha savaştan önce bulaşmıştı. Oportünistler açıkça devrimci mücadeleden vazgeçmeyi vaaz ediyorlardı, “kapitalizmden sosyalizme barış içinde geçiş” teorilerini vaaz ediyorlardı. II. Enternasyonal, oportünizme karşı savaşmak istemedi, onunla barış içinde yaşamak istedi ve ona güçlenme fırsatı verdi. Oportünizme karşı uzlaşmacı bir politika izleyen II. Enternasyonal, bizzat kendisi oportünistleşti. 

Emperyalist burjuvazi, sömürgelerden ve geri kalmış ülkelerin sömürüsünden elde ettiği karlar vasıtasıyla, kalifiye işçilerin üst tabakasına, işçi aristokrasisi denilenlere, daha yüksek ücretler ve başka kırıntılar yoluyla sistematik olarak rüşvet veriyordu. Bu işçi kesiminden az sendika ve kooperatif önderi, encümen ve parlamento üyesi, gazeteci ve sosyal-demokrat parti memuru çıkmamıştı. Savaş çıktığında, mevkilerini kaybetmekten korkan bu insanlar, devrime düşman kesilip, kendi burjuvazilerinin ve emperyalist hükümetlerinin en hararetli savunucuları oldular. 

Oportünistler sosyal-şoven oldular. 

Rus Menşevikleri ve Sosyal-Devrimcileri de dahil, sosyalşovenler, içte işçilerin burjuvaziyle sınıf barışı’nı, dışta ise diğer uluslara karşı savaşı vaaz ediyorlardı. Kendi ülkelerinin burjuvazisinin savaşta suçsuz olduğunu ilan ederek, gerçek savaş suçluları konusunda kitleleri aldatıyorlardı. Birçok sosyal-şoven, kendi ülkelerinin emperyalist hükümetlerinde bakan oldu. 

Üstü örtülü sosyal-şovenler, Santristler [Merkezciler, Ortayolcular] denilenler de proletaryanın davası için daha az tehlikeli değildi. Santristler -Kautsky, Troçki, Martov ve diğerleri-, yeminli sosyalşovenleri haklı gösterip savunuyor ve böylece onlarla birlikte proletaryaya ihanet ediyorlar, bu ihanetlerini ise “solcu”, işçi sınıfını aldatmak hesabı üzerine kurulu savaş aleyhtarı lafazanlıkla gizliyorlardı. Aslında Santristler savaşı destekliyorlardı, çünkü Santristlerin, savaş kredileri aleyhinde oy vermeme ve savaş kredileri üzerine oylamada çekimser kalma önerisi, savaşı desteklemek demekti. Tıpkı sosyalşovenler gibi Santristler de, kendi emperyalist hükümetlerinin savaş yürütmesine engel olmamak için, savaş sırasında sınıf mücadelesinden vazgeçilmesini talep ediyorlardı. Santrist Troçki, savaşa ve sosyalizme ilişkin bütün önemli meselelerde Lenin'e ve Bolşevik Partisine karşı idi. 

Lenin daha savaşın ilk gününden itibaren, yeni bir Enternasyonal, III. Enternasyonal yaratılması için güç toplamaya başladı. Bolşevik Partisi Merkez Komitesi, daha Kasım 1914 tarihli, savaşa karşı manifestosunda, yüz kızartıcı bir şekilde iflas etmiş olan II. Enternasyonal yerine III. Enternasyonal'i kurmayı kendine görev ediniyordu. 

Şubat 1915'te Londra'da yapılan Antant ülkeleri sosyalistlerinin konferansında, Lenin'in talimatı üzerine konuşan Litvinov, sosyalistlerin (Vandervelde, Sembat, Guesde) Belçika ve Fransa burjuva hükümetlerinden istifa etmesini ve emperyalistlerle tüm ilişki ve işbirliğinin kesilmesini talep etti. Bütün sosyalistlerden, kendi emperyalist hükümetlerine karşı kararlı mücadele ve savaş kredilerini mahkum etmelerini talep etti. Ama Litvinov'un konuşması bu konferansta hiç yankı bulmadı. 

Eylül 1915 başlarında Zimmerwald'de enternasyonalistlerin ilk konferansı toplandı. Lenin bu konferansı, savaş aleyhtarı bir enternasyonal hareketin “ilk adımı” olarak niteledi. Bu konferansta Lenin tarafından, Zimmerwald Solu oluşturuldu. Ama bu Zimmerwald Solu içinde sadece Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Partisi, savaşa karşı biricik doğru ve sonuna kadar tutarlı tavrı takındı. Zimmerwald Solu, Lenin'in makalelerinin de yayınlandığı “Vorbote” adlı Almanca bir dergi çıkardı. 

1916'da Enternasyonalistler İsviçre’nin Kiental köyünde bir konferans toplamayı başardılar. Bu, II. Zimmerwald Konferansı olarak bilinir. Bu sırada artık hemen her ülkede enternasyonalist gruplar doğmuş, enternasyonalist unsurların sosyal-şovenlerden ayrışması daha belirginleşmişti. Ama esas önemlisi, bu dönemde artık bizzat kitlelerin, savaşın ve onun sebep olduğu felaketin etkisiyle sola kaymaları olmuştu. Kiental Manifestosu, Konferansta birbirleriyle çatışan değişik grupların aralarında bir anlaşma temelinde hazırlandı. Zimmerwald Manifestosuna kıyasla ileriye doğru bir adım idi. 

Ama Kiental Konferansı da, Bolşeviklerin politikasının yol gösterici temel ilkelerini; emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, kendi emperyalist hükümetinin savaşta yenilgisi ve III. Enternasyonal'in örgütlenmesi gibi ilkeleri kabul etmedi. Buna rağmen Kiental Konferansı, daha sonra III. Komünist Enternasyonal'i oluşturacak olan enternasyonalist unsurları ortaya çıkarması bakımından faydalı oldu. 

Lenin, sol sosyal-demokratlar arasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi tutarsız enternasyonalistlerin hatalarını eleştirdi, ama aynı zamanda doğru tavır almalarında onlara yardımcı oldu. 

3 -BOLŞEVİK PARTİNİN SAVAŞ, BARIŞ VE DEVRİM SORUNLARINDAKİ TEORİ VE TAKTİĞİ 

Bolşevikler, sol sosyal-demokratların çoğunluğu gibi sadece barış özlemiyle iç geçiren, barış propagandasıyla yetinen pasifistler değildi. Bolşevikler, savaş yanlısı emperyalist burjuvazinin iktidarını devirinceye kadar barış uğruna aktif devrimci mücadele yanlısıydılar. Bolşevikler, barış davasıyla proleter devrimin zaferi davasını birbirine bağladılar; savaşa son vermenin ve adil bir barışa, ilhaksız ve ödentisiz bir barışa varmanın en emin aracını, emperyalist burjuvazinin iktidarının devrilmesinde gördüler. 

Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin devrime elveda deme, savaş sırasında “iç barış”a riayet etme hain şiarının karşısına Bolşevikler, “Emperyalist savaşı içsavaşa dönüştürme” şiarını çıkardılar. Bu şiar, asker üniforması giymiş silahlı işçiler ve köylüler de dahil tüm emekçilerin, eğer savaşı sona erdirmek ve adil bir barışa ulaşmak istiyorlarsa, silahları kendi burjuvazilerine karşı çevirip onların iktidarını yıkmaları gerektiği anlamına geliyordu. 

Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin burjuva anavatanı savunma siyasetinin karşısına Bolşevikler, “emperyalist savaşta kendi hükümetinin yenilgisi” siyasetini çıkardılar. Bu siyaset, savaş kredileri aleyhine oy kullanmak, orduda illegal devrimci örgütler kurmak, cephedeki askerlerin kardeşleşmesini desteklemek ve işçilerin ve köylülerin savaş aleyhtarı devrimci eylemlerini örgütlemek ve bütün bu eylemleri kendi emperyalist hükümetine karşı ayaklanmaya dönüştürmek zorunda olunduğu anlamına geliyordu. 

Bolşevikler, emperyalist savaşta Çarlık hükümetinin askeri yenilgisinin halk için en ehven-i şer olduğu görüşündeydiler, çünkü bu yenilgi, halkın Çarlık üzerindeki zaferini ve işçi sınıfının kapitalist kölelikten ve emperyalist savaşlardan kurtulma mücadelesinin başarısını kolaylaştıracaktı. Burada Lenin, kendi emperyalist hükümetinin yenilgisi için çalışma siyasetinin, sadece Rus devrimcileri tarafından değil, bütün savaşan ülkelerin işçi sınıfının devrimci partileri tarafından uygulanması gerektiği görüşünü savundu. 

Bolşevikler her türlü savaşa karşı değillerdi. Onlar sadece fetih savaşlarına, emperyalist savaşa karşıydılar. Bolşeviklere göre iki tür savaş vardı: 

a) Haklı savaşlar, fetih savaşı değil kurtuluş savaşları; hedefi, halkı dış saldırıya ve boyunduruk altına alma çabalarına karşı savunmak, veya kapitalist kölelikten kurtarmak, veya, son olarak, sömürgeleri ve bağımlı ülkeleri emperyalistlerin boyunduruğundan kurtarmak olan savaşlar; ve 

b) Haksız savaşlar, fetih savaşları; hedefi yabancı ülkeleri fethedip yabancı ulusları köleleştirmek olan savaşlar. 

Bolşeviklerin desteklediği, birinci türden savaşlardı. İkinci tür savaşlara gelince, Bolşevikler bu savaşlara karşı devrime ve kendi emperyalist hükümetini devirmeye kadar varan kararlı bir mücadele vermek gerektiği görüşündeydiler. 

Lenin'in savaş sırasındaki teorik çalışmaları tüm dünya işçi sınıfı için büyük öneme sahiptir. 1916 yılının baharında Lenin, “Emperyalizm -Kapitalizmin En Üst Aşaması” eserini yazdı. Bu kitapta Lenin, emperyalizmin kapitalizmin en üst aşaması olduğunu; bu aşamada kapitalizmin, “ilerici” kapitalizmden asalak kapitalizme, çürüyen kapitalizme dönüştüğünü; emperyalizmin can çekişen kapitalizm olduğunu gösterdi. Bu, kapitalizmin kendiliğinden, proletaryanın devrimi olmadan sönüp gideceği, iliğine kadar çürümüş olan kapitalizmin kendiliğinden çökeceği demek değildi. Lenin daima, işçi sınıfının devrimi olmadan kapitalizmi yıkmanın imkansız oldu!unu öğretti. Bunun içindir ki Lenin, emperyalizmi can çekişen kapitalizm olarak tanımlarken, bu kitapta aynı zamanda “emperyalizmin, proletaryanın sosyal devriminin arifesi olduğunu” kanıtlıyordu. 

Lenin, kapitalist boyunduruğun emperyalizm çağında gittikçe daha ağırlaştığını, emperyalizm koşulları altında proletaryanın kapitalizmin temellerine karşı isyanının büyüdüğünü, kapitalist ülkelerde devrimci bir patlamanın unsurlarının biriktiğini gösterdi. 

Lenin, emperyalizm çağında sömürge ve bağımlı ülkelerdeki devrimci krizin gittikçe şiddetlendiğini, emperyalizme başkaldıran güçlerin, emperyalizme karşı kurtuluş savaşı unsurlarının arttığını gösterdi. 

Lenin, emperyalizm şartları altında kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin ve çelişmelerinin özellikle keskinleştiğini; meta sürümü ve sermaye ihracı için pazarlar uğruna mücadelenin, sömürgeler uğruna, hammadde kaynakları uğruna mücadelenin -dünyanın yeniden paylaşımı uğruna periyodik emperyalist 

savaşları kaçınılmaz kıldığını gösterdi. 

Lenin, tam da kapitalizmin bu eşitsiz gelişmesi sonucu işin emperyalist savaşlara vardığını, bu savaşların emperyalizmin güçlerini zayıflattığını ve emperyalist cepheyi en zayıf noktasından yarmayı mümkün kıldığını gösterdi. 

Tüm bunlar temelinde Lenin şu sonuca vardı: emperyalist cephenin proletarya tarafından bir ya da birkaç yerde yarılması tamamen mümkündür; sosyalizmin zaferi ilk başta birkaç ülkede ya da hatta tek başına alınan bir ülkede bile mümkündür; sosyalizmin tüm ülkelerde eşzamanlı zaferi, kapitalizmin bu ülkelerdeki eşitsiz gelişmesinden dolayı –imkansızdır; sosyalizm önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşacak, diğer ülkeler ise bir süre daha burjuva ülkeler olarak kalacaktır. 

İşte Lenin'in, bu dahice sonuca, emperyalist savaş döneminde yazılmış iki farklı makalede verdiği formülasyon: 

1) “İktisadi ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan şu sonuç çıkar ki, sosyalizmin zaferi ilk başta birkaç kapitalist ülkede veya hatta tek başına alınmış bir ülkede bile mümkündür. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi sosyalist üretimini örgütledikten sonra, diğer kapitalist dünyanın karşısına dikilecek ve diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi safına çekecektir...” (“Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine” makalesinden, Ağustos 1915.) (Lenin, Seçme Eserler, cilt 5. s. 134.) 

2) “Kapitalizmin gelişmesi çeşitli ülkelerde son derece eşitsiz olur. Meta üretimi sistemi altında başka türlü de olamaz. Buradan şu kaçınılmaz sonuç çıkar: sosyalizm bütün ülkelerde eşzamanlı zafere ulaşamaz. O ilk başta bir ya da bir kaç ülkede zafere ulaşacak, diğer ülkeler ise bir müddet daha burjuva veya burjuva-öncesi kalacaklardır. Bu, yalnız sürtüşmeler doğurmakla kalmayıp, diğer ülkelerin burjuvazilerinin sosyalist devletin muzaffer proletaryasını doğrudan alaşağı etmeye kalkışmaları sonucunu da verecektir. Bu durumlarda bizim girişeceğimiz bir savaş haklı ve meşru olurdu. Bu, sosyalizm uğruna bir savaş, diğer halkların burjuvaziden kurtuluşu uğruna bir savaş olurdu.” (“Proleter Devrimin Askeri Program”ı makalesinden, sonbahar 1916) (Lenin, Tüm Eserleri cilt XIX, s. 325, Rusça.) 

Bu yeni, bütünlüklü bir sosyalist devrim teorisiydi; sosyalizmin tek tek ülkelerde zaferi imkanına ilişkin, onun zaferi koşullarına, zafer perspektiflerine ilişkin bir teori; temellerini Lenin’in daha 1905 yılında “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” broşüründe ortaya koyduğu bir teoriydi. 

Bu teori, emperyalizm-öncesi kapitalizm döneminde Marksistler arasında geçerli olan anlayıştan temelli ayrılıyordu. Marksistler o sıralar, sosyalizmin herhangi bir tek ülkede zaferinin imkansız olduğu, sosyalizmin zaferinin bütün uygar ülkelerde eşzamanIı gerçekleşeceği anlayışındaydılar. Lenin. “Emperyalizm - Kapitalizmin En Üst Aşaması” adlı ünlü kitabında ortaya koyduğu emperyalist kapitalizme ilişkin mevcut veriler temelinde, bu anlayışı eskimiş olarak bir kenara attı, onu tersine çevirdi ve sosyalizmin bütün ülkelerde eşzamanlı zaferini imkansız gören, tek başına ele alınan bir kapitalist ülkede sosyalizmin zaferinin ise mümkün olduğunu kabul eden yeni bir teorik anlayış ortaya attı. 

Lenin'in sosyalist devrim teorisinin paha biçilmez önemi, sadece, Marksizmi yeni bir teori ile zenginleştirmesinde ve geliştirmesinde değildir. Bu teorinin önemi, tek tek ülkelerin proletaryasına devrimci bir perspektif vermesinde, kendi ulusal burjuvazisine karşı saldırı inisiyatifini serbest bırakmasında, onlara savaş halinden böyle bir saldırı örgütlemek için yararlanmayı öğretmesinde ve proleter devrimin zaferine inançlarını pekiştirmesinde de yatar. 

Bolşeviklerin savaş, barış ve devrim sorunlarındaki teorik ve taktik yaklaşımı böyleydi. 

Bolşevikler, Rusya'daki pratik çalışmalarını bu yaklaşım temelinde yürüttüler. 

Korkunç polis takibatına rağmen Duma'daki Bolşevik temsilciler -Badayev, Petrovski, Muranov, Samoilov ve Şagov-, savaşın başında bir dizi örgütleri ziyaret edip Bolşeviklerin savaş konusunda ve devrim konusunda tavırları üzerine konferanslar verdiler. Kasım 1914'te Devlet Duması'ndaki Bolşevik fraksiyon, savaş konusunda tavrı tartışmak üzere bir konferans düzenledi. Üçüncü gün, bu Konferansa katılanların hepsi tutuklandı. Mahkeme, tüm üyeleri kamu haklarından mahrumiyete ve Sibirya'ya sürgüne mahkum etti. Çarlık hükümeti Devlet Duması'nın Bolşevik üyelerini “vatana ihanet”le suçladı. 

Duma üyelerinin mahkeme önünde sergiledikleri faaliyetlerinin tablosu, Partimizin itibarını artırdı. Bolşevik temsilciler Çarlık mahkemesi önünde yiğitçe davrandılar ve Çarlık mahkemesini, Çarlığın fetih politikasının teşhir edildiği bir kürsüye çevirdiler. 

Aynı davadan suçlanan Kamenev farklı davrandı. Korkaklığından, daha ilk tehlikeyi görür görmez Bolşevik Partinin siyasetinden vazgeçti. Kamenev mahkemede, Bolşeviklerle savaş sorununda hem fikir olmadığını söyledi ve bunu ispatlamak için tanık olarak Menşevik Yordanski'nin çağrılmasını istedi. 

Bolşevikler, savaş ikmaliyle uğraşan Savaş Sanayii Komitelerine ve Menşeviklerin işçileri emperyalist burjuvazinin etkisine tabi kılma çabalarına karşı büyük çalışma yaptılar. Herkesi, emperyalist savaşın tüm halkın savaşı olduğuna inandırmak, burjuvazi için hayati bir önem taşıyordu. Savaş sırasında burjuvazi, tüm-Rusya çapındaki örgütü “Zemstvo ve Kasabalar Birliği”ni kurarak, devlet işleri üzerinde büyük nüfuz elde etti. Burjuvazinin, işçileri de kendi önderliği ve nüfuzu altında toplamaya ihtiyacı vardı. Burjuvazi bunun için bir yol buldu -Savaş Sanayii Komitelerinde “İşçi Grupları” kurmak. Menşevikler burjuvazinin bu fikrine dört elle sarıldılar. Savaş Sanayii Komitelerinde, işçi kitleleri arasında cephane, top, tüfek ve fişek üreten fabrikalarda ve diğer silah işletmelerinde verimliliği artırma zorunluluğu için ajitasyon yürütecek işçi temsilcilerinin bulunması, burjuvazinin işine geliyordu. Burjuvazinin şiarı: “Herşey savaş için, herkes savaş için” idi. Aslında bu şiar şu anlama geliyordu: “Savaş ihalelerinden ve yabancı ülkelerin yağmasından alabildiğince zenginleş”. Burjuvazinin bu yalancı yurtseverlik tertiplerinde Menşevikler aktif bir rol oynadılar. İşçiler arasında yürüttükleri yoğun kampanya ile, işçileri Savaş Sanayii Komitelerinin “İşçi Grupları” seçimlerine katılmaya çağırarak, kapitalistlere yardım ettiler. Bolşevikler bu tertibin karşısındaydılar. Onlar Savaş Sanayii Komitelerinin boykot edilmesini savunuyorlardı ve bu boykotu başarıyla yürüttüler. Fakat ünlü Menşevik Gvozdev ve ajan-provokatör Abrosimov'un öncülük ettiği bazı işçi grupları buna rağmen Savaş Sanayii Komitelerinin faaliyetlerine katıldılar. Ama işçi temsilcileri Eylül 1915'te Savaş Sanayii Komitelerinin “İşçi Grupları”nın son seçimini yapmak için toplandıklarında, delegelerin çoğunluğunun bu komitelere katılmaya karşı olduğu anlaşıldı. İşçi' temsilcilerinin çoğunluğu, Savaş Sanayii Komitelerine katılmaya karşı sert bir karar aldı ve işçilerin önlerine barış için, Çarlığın devrilmesi için mücadeleyi koyduklarını ilan etti. 

Bolşevikler, ordu ve donanmada da büyük bir çalışma geliştirdiler. Asker ve bahriyelilere, savaşın eşi görülmemiş vahşetlerinden ve halkın çektiği acılardan kimlerin sorumlu olduğunu açıkladılar, devrimin, halk için, emperyalist keşmekeşten kurtuluşun biricik yolu olduğunu anlattılar. Bolşevikler orduda ve donanmada, cephede ve cephe gerisinde hücreler kurdular, savaşa karşı çağrıda bulunan bildiriler dağıttılar. 

Kronstadt'ta Bolşevikler, Partinin Petrograd Komitesi ile yakın bağları bulunan “Kronstadt Askeri Örgütü Merkezi Kollektifi “ni kurdular. Petrograd Parti Komitesi nezdinde, garnizon içindeki çalışma için bir askeri örgüt kuruldu. Ağustos 1916'da Petrograd Okhrana'sı şefi şöyle bir rapor veriyordu: “Kronstadt Kollektifi'nde işler çok ciddi ve gizli bir şekilde yürütülüyor ve üyeler son derece ağzı sıkı ve ihtiyatlı kişiler. Bu Kollektifin karada da temsilcileri var.” 

Parti, cephede, düşmanın dünya burjuvazisi olduğu ve savaşın ancak kendi burjuvazisine ve onun hükümetine karşı çevrilmesiyle sona erdirilebileceğini vurgulayarak, savaşan orduların askerlerinin kardeşleşmesi yolunda ajitasyon yapıyordu. Ordu birliklerinin saldırıya geçmeyi reddetmesi olayları gün geçtikçe artıyordu. Bu gibi olaylar daha 1915'te görülmeye başladı, 1916'da ise daha da arttı. 

Bolşevikler, Baltık illerindeki Kuzey Cephesi ordularında özellikle geniş faaliyetler geliştirmişlerdi. Kuzey Cephesi Başkomutanı General Russki, 1917 başında, Bolşeviklerin bu cephede geliştirmiş olduğu muazzam devrimci faaliyetler üzerine Genel Karargaha rapor veriyordu. 

Savaş, dünya halklarının ve dünya işçi sınıfının hayatına çok önemli değişiklikler getirdi. Devletlerin, halkların ve sosyalist hareketin geleceği tehlikedeydi. Bu yüzden savaş, kendine sosyalist diyen bütün diğer ve akımlar için bir mihenk taşı, bir sınav oldu. Bu partiler ve akımlar, sosyalizm davasına, enternasyonalizm davasına sadık mı kalacaklar, yoksa bayraklarını kendi milli burjuvazilerinin ayakları dibine sererek, işçi sınıfına ihaneti mi seçeceklerdi? Bu mesele buydu. 

Savaş, II. Enternasyonal partilerinin bu sınavı veremediklerini, işçi sınıfına ihanet edip, bayraklarını kendi ülkelerinin emperyalist burjuvazisine teslim ettiklerini gösteriyordu. 

Kendi içlerinde oportünizmi besleyip büyüten ve oportünistlere ve milliyetçilere taviz verme pratiğiyle eğitilen bu partiler, zaten başka türlü davranamazlardı. 

Savaş, Bolşevik Partinin sınavı alnının akıyla veren ve Sosyalizm davasına, proleter enternasyonalizmi davasına sonuna kadar sadık kalan tek Parti olduğunu gösterdi. 

Bu anlaşılırdır da: ancak yeni tipte bir parti, ancak oportünizme karşı uzlaşmaz mücadele ruhuyla eğitilmiş bir parti, ancak oportünizmden ve milliyetçilikten özgür bir parti bu büyük sınavı verip, işçi sınıfı davasına, Sosyalizm ve Enternasyonalizm davasına sadık kalabilirdi. 

Bolşevik parti tam da böyle bir partiydi. 

4 - CEPHEDE ÇARLIK ORDULARININ YENİLGİSİ. İKTİSADİ BOZUKLUK. ÇARLIĞIN KRİZİ 

Savaş üç yıldır devam ediyordu. Milyonlarca insan, savaşta öldürülmüş, ya da savaşta aldıkları yaralardan veya savaşın bulaşıcı hastalıklarından telef olmuşlardı. Burjuvazi ve çiftlik sahipleri savaştan büyük servetler elde ediyordu. Ama işçiler ve köylüler her geçen gün anan bir sefalet ve sıkıntı içine düşüyordu. Savaş, Rusya'nın iktisadi yaşamını yıkıyordu. 14 milyon kadar güçlü-kuvvetli adam ekonomiden koparılarak askere alınmıştı. Fabrikalar ve işletmeler kapatılıyordu. İşgücü eksikliğinden, ekili alanlar azalmıştı. Halk ve cephedeki askerler aç, çıplak ve yalınayaktılar. Savaş ülkenin bütün kaynaklarını yiyip bitiriyordu. 

Çarlık ordusu yenilgi ardına yenilgi alıyordu. Alman topçusu Çarlık birliklerini gülle yağmuruna tutarken, Çarlık ordusu top, mermi ve hatta tüfekten bile yoksundu: Bazen üç askere bir tüfek düşüyordu. Savaş devam ederken, Alman casusları ile bağlantı içinde olduğu anlaşılan Çarlığın Savaş Bakanı Suhomlinov'un ihaneti ortaya çıkarıldı. 

Suhomlinov, Alman casusluk örgütünün, cepheye cephane ikmalinde karışıklık yaratılması ve cephenin topsuz, tüfeksiz bırakılması yolundaki talimatlarını yerine getiriyordu. Çarlığın bazı bakan ve generalleri bizzat, Almanlarla bağları olan çariçe ile birlikte gizliden gizliye Alman ordusuna askeri sırları ifşa ederek Almanların başarısına yardımcı oluyorlardı. Çarlık ordusunun bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmasında şaşılacak birşey yoktu. 1916'da Almanlar Polonya'yı ve Baltık illerinin bir kısmını işgal etmeyi başarmışlardı. 

Bütün bunlar, işçiler, köylüler, askerler ve aydınlar arasında Çarlık hükümetine karşı nefret ve öfkeye yol açıyor, cephede ve cephe gerisinde, kenar bölgelerde ve merkezde kitlelerin savaşa karşı, Çarlığa karşı devrimci hareketini güçlendiriyor ve yoğunlaştırıyordu. 

Hoşnutsuzluk, Rus emperyalist burjuvazisini de sarmaya başladı. Çarın sarayında, besbelli Almanya ile ayrı bir barış imzalanmasına dümen tutan Rasputin ayarında şarlatanların istedikleri gibi at koşturması, onu fena halde öfkelendiriyordu. Her geçen gün, Çarlık hükümetinin savaşı başarıyla yürütme yeteneğinde olmadığına daha fazla kani oldu. Burjuvazi, Çarlığın kendi postunu kurtarmak için Almanlarla ayrı bir barış yapmaya karar verebileceğinden korkuyordu. Bu nedenle Rus burjuvazisi, Çar II. Nikola'yı devirip onun yerine burjuvaziyle bağları bulunan kardeşi Mihail Romanov'u geçirmek amacıyla bir saray darbesi tezgahlamaya karar verdi. Burjuvazi bu şekilde bir taşla iki kuş vurmak istiyordu: birincisi, kendisi iktidara gelip emperyalist savaşın devamını sağlamak; ikincisi de, gittikçe yükselen büyük bir halk devriminin patlayışını, küçük bir saray darbesiyle önlemek. 

Bu konuda Rus burjuvazisi, artık Çarın savaşı devam ettiremeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransız hükümetlerinin tam desteğine sahipti. Fransızlarla İngilizler, Çarın Almanlarla ayrı bir barış yaparak savaşı sona erdireceğinden korkuyorlardı. Eğer Çarlık hükümeti ayrı bir barış imzalayacak olursa, İngiliz ve Fransız hükümetleri yalnızca düşman kuvvetlerini kendi cepheleri üstüne çekmekle kalmayıp, bilakis aynı zamanda Fransa'nın emrine onbinlerce seçkin Rus askeri veren bir savaş müttefikini de kaybetmiş olacaklardı. Bundan dolayı, Rus burjuvazisinin bir saray darbesi tezgâhlarına girişimlerini desteklediler. 

Böylece Çar tecrit edildi. 

Cephede yenilgilerin sonu gelmezken, iktisadi bozukluk da gittikçe keskinleşti. 1917 yılının Ocak ve Şubatlı günlerinde yiyecek, hammadde ve yakıt ikmalindeki bozukluğun boyutu ve şiddeti son raddeye varmıştı. Petrograd ve Moskova'ya yiyecek ikmali neredeyse durmuştu. Fabrikalar birbiri ardına kapanıyor ve bu işsizliği artırıyordu. Durumu en kötü olanlar işçilerdi. Gittikçe daha geniş halk kitleleri, bu dayanılmaz durumdan kurtulmak için bir tek çıkış yolu olduğuna kanaat getiriyordu -çarlık otokrasisini devirmek. 

Çarlık besbelli ki ölüm krizi içinde kıvranıyordu. 

Burjuvazi, bu krizi bir saray darbesiyle çözmeyi düşünüyordu. 

Ama halk bunu kendi yoluyla çözdü. 

5 -ŞUBAT DEVRİMİ. ÇARLIĞIN DEVRİLMESİ. İŞÇİ VE ASKER TEMSİLCİLERİ SOVYETLERİNİN KURULMASI. GEÇİCİ HÜKÜMETİN KURULMASI. İKİLİİKTİDAR. 

1917 yılı, 9 (22) Ocak'ta bir grevle başladı. Grev sırasında Petrograd, Moskova, Baku ve Nijni-Novgorod'da gösteriler oldu. Moskova'da işçilerin üçte biri, 9 Ocak grevine katıldı. Tverskoy Bulvarı'nda iki bin kişilik bir gösteri atlı polisler tarafından dağıtıldı. Petrograd'da Vibrog Şosesi'ndeki gösteriye askerler de katıldı. 

“Genel grev fikri”, diye yazıyordu Petrograd polisi, raporunda, “gün günden yeni yandaş kazanarak 1905 yılındaki kadar popüler hale geliyor.” 

Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, patlak veren bu devrimci hareketi liberal burjuvazi tarafından arzulanan çerçevenin içine sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Menşevikler, Devlet Duması'nın açılış gününde, 14 Şubat'ta, işçilerin Devlet Duması'na yürümesini önerdiler. Ama işçi sınıfı kitleleri Bolşevikleri izleyerek, Duma'ya değil, gösteri yürüyüşüne gittiler. 

18 Şubat (3 Mart) 1917'de Petrograd'da Putilov işçilerinin grevi başladı. 22 Şubat'ta (7 Mart) büyük fabrikaların çoğunun işçileri greve gitmiş bulunuyordu. Uluslararası Kadınlar Günü'nde, 23 Şubat'ta (8 Mart) kadın işçiler, Bolşeviklerin Petrograd Komitesinin çağrısına uyarak, açlığa, savaşa ve Çarlığa karşı gösteri yapmak üzere sokaklara döküldüler. Kadın işçilerin gösterisi, erkek işçilerin tüm Petrograd'da uyguladıkları genel bir grev eylemiyle desteklendi. Siyasi grev, Çarlık sistemine karşı bir genel siyasi gösteriye dönüşmeye başladı. 

24 Şubat'ta (9 Mart) gösteri daha güçlü bir şekilde yinelendi. Şimdiden 200,000 işçi grevdeydi. 

25 Şubat'ta (10 Mart) devrimci hareket, tüm proleter Petrograd'ı sardı. Tek tek semtlerdeki siyasi grevler birleşerek, tüm Petrograd'ın siyasi genel grevine dönüştü. Her yerde gösteriler ve polisle çatışmalar oluyordu. “Kahrolsun Çar!”, “Kahrolsun Savaş!”, “Ekmek İstiyoruz!” şiarlarını taşıyan kızıl flamalar, işçi kitlelerinin üzerinde dalgalanıyordu. 

26 Şubat (11 Mart) sabahı siyasi grev ve gösteriler, ayaklanma denemelerine geçmeye başladı. İşçiler, polis ve jandarmayı silahsızlandırarak kendilerini silahlandırıyorlardı. Ne var ki, polisle silahlı çatışma, Znamenskaya Alanındaki göstericiler arasında bir kan gölüyle sona erdi. 

Petrograd Askeri Bölge Komutanı General Habalov, işçilerin 28 Şubat'a (13 Mart) kadar işbaşı yapmalarını, aksi takdirde cepheye gönderileceklerini açıkladı. 25 Şubat'ta (10 Mart) Çar, General Habalov'a şu emri verdi: “Başkentte meydana gelen karışıklıklara yarından tezi yok son vermenizi emrediyorum.” 

Ama devrime “son vermek” ne mümkündü! 

26 Şubat'ta (11 Mart) Pavlovski Alayı İhtiyat Kıtası 4. Bölüğü, işçilere değil, işçilerle çatışmakta olan atlı polis birliklerine ateş açtı. Askeri birlikler uğruna çok enerjik ve inatlı bir mücadele, özellikle kadın işçiler tarafından bir mücadele geliştirildi: Askerlere doğrudan doğruya hitap ediyor, onlarla kardeşçe bağlar kuruyor ve kahrolası Çarlık otokrasisini devirmek üzere halka yardım etmeleri için onlara çağrıda bulunuyorlardı. 

O dönemde Bolşevik Partinin pratik çalışmasının yönetimi, Partimizin başında Molotov yoldaşın olduğu Petrograd'daki Merkez Komitesi Bürosu'nun elindeydi. Merkez Komitesi Bürosu 26 Şubat'ta (11Mart) bir manifesto yayınlayarak, Çarlığa karşı silahlı mücadelenin sürdürülmesi ve bir Geçici Devrimci Hükümet'in kurulması çağrısında bulundu. 

27 Şubat'ta (12 Mart) Petrograd'daki birlikler işçilere ateş açmayı reddettiler, ve ayaklanan halkın safına geçmeye başladılar. 27 Şubat sabahında, ayaklanan askerlerin sayısı sadece 10,000 kadardı, ama akşam 60,000'i geçmişti bile. 

Ayaklanan işçiler ve askerler, Çarlık bakanlarını ve generallerini tutuklamaya, hapisteki devrimcileri kurtarmaya koyuldular. Serbest kalan siyasi mahpuslar, devrimci mücadeleye katıldılar. 

Sokaklarda hala, evlerin çatı katlarına mevzilenmiş makineli tüfekli polis ve jandarmalarla çatışmalar sürüyordu. Ama birliklerin hızla işçilerin safına geçmesi, Çarlık otokrasisinin kaderini tayin etti. 

Petrograd'da devrimin zafere ulaştığı haberi diğer şehirlere ve cepheye yayılınca, işçiler ve askerler her yerde Çarlık bürokratlarını makamlarından atmaya başladılar. 

Şubat burjuva-demokratik devrimi zafere ulaşmıştı. 

Devrim zafere ulaştı, çünkü işçi sınıfı bu devrimin öncü savaşçısıydı ve asker üniforması içindeki milyonlarca köylünün -”barış, ekmek ve özgürlük” uğruna- hareketini yönetiyordu. Devrimin başarısını belirleyen, proletaryanın hegemonyasıydı. 

“Devrim proletaryanın eseriydi, proletarya kahramanca mücadele etti, kendi kanını akıttı, yoksul ve emekçi halkın en geniş kitlelerini beraberinde sürükledi... “ , diye yazıyordu Lenin, devrimin ilk günlerinde. (Lenin, Tüm Eserler, Cilt XX, s. 23/1.4, Rusça.) 

1905 birinci devrimi, 1917 ikinci devriminin hızla zafer kazanmasının yolunu hazırlamıştı. 

“1905'ten 1907'ye kadarki üç yıl olmaksızın, Rus proletaryasının muazzam sınıf mücadelelerinin ve en büyük devrimci enerjisinin bu üç yılı olmaksızın, bu kadar hızlı, ilk aşamasının birkaç gün içinde tamamlanması anlamında bu kadar hızlı bir ikinci devrim mümkün olmazdı”, diyordu Lenin. (Lenin, Seçme Eserler, cilt 6, s. 3/4) 

Sovyetler, devrimin daha ilk günlerinde ortaya çıktı. Muzaffer devrim, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerinin desteline dayanıyordu. Ayaklanan işçi ve askerler, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerini kurdular. 1905 Devrimi, Sovyetlerin silahlı ayaklanma organları, ve aynı zamanda yeni, devrimci bir iktidarın nüvesi olduğunu göstermişti. Sovyetler fikri, işçi kitlelerinin bilincinde yaşıyordu, ve bu fikri Çarlığın devrilmesinin hemen ertesi günü gerçekleştirdiler. Şu farkla ki, 1905'te yalnız İşçi Temsilcileri Sovyetleri kurulmuştu, Şubat 1917'de ise Bolşeviklerin inisiyatifiyle İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri ortaya çıktı. 

Bolşevikler sokakta kitlelerin dolaysız mücadelesini yönetirken, uzlaşıcı partiler, Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler, çoğunluğu oluşturdukları Sovyetlerdeki temsilci sandalyelerini ele geçiriyorlardı. Bolşevik Parti önderlerinin çoğunun tutuklu ya da sürgünde olması (Lenin yurtdışında, Stalin ve Sverdlov Sibirya sürgünündeydi), buna karşılık Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin Petrograd sokaklarında rahat rahat dolaşabilmeleri, bunu kısmen kolaylaştırıyordu. Böylece, Petrograd Sovyeti ve onun Yürütme Komitesinin başında, uzlaşıcı partilerin -Menşeviklerin ve Sosyal-Devrimcilerin- temsilcilerinin bulunduğu bir durum ortaya çıktı. Moskova ve diğer bir dizi şehirde de durum aynıydı. Sadece İvanovo-Voznessensk, Kraznoyarsk ve birkaç başka şehirde, Sovyetlerdeki çoğunluk ta baştan itibaren Bolşeviklerde oldu. 

Silahlı halk -işçiler ve askerler- kendi temsilcilerini gönderdiği Sovyeti, halk iktidarının bir organı olarak görüyordu. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetinin, devrimci halkın bütün taleplerini yerine getireceğini ve herşeyden önce barış yapılacağını düşünüyor ve buna inanıyordu. 

Ama bu körükörüne güven, işçilere ve askerlere kötü bir oyun oynadı. Sosyal-Devrimcilerle Menşevikler, savaşı sona erdirme ve barışı kazanmayı akıllarının köşesinden bile geçirmiyorlardı. Devrimden, savaşı sürdürmek için yararlanmayı tasarlıyorlardı. Devrime ve halkın devrimci taleplerine gelince, Sosyal-Devrimcilerle Menşevikler, devrimin zaten sona ermiş olduğunu ve şimdi yapılacak işin, bunu mühürledikten sonra burjuvaziyle yanyana, “normal” bir anayasa düzeni içinde var olmaya geçmek olduğunu düşünüyorlardı. 

Bu yüzden Petrograd Sovyetinin Sosyal-Devrimci ve Menşevik yönetimi, savaşın sona erdirilmesi sorununu, barış sorununu örtbas etmek ve iktidarı burjuvaziye teslim etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. 

27 Şubat (12 Mart) 1917'de, IV. Devlet Duması'nın liberal üyeleri, Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderlerle kulis arkasında yaptıkları bir anlaşma uyarınca, başında çiftlik sahibi ve monarşist Duma Başkanı Rodzyanko'nun bulunduğu bir Devlet Duması Geçici Komitesi kurdular. Ama bundan birkaç gün sonra Devlet Duması Geçici Komitesi ile, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti Yürütme Komitesi'nin Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderleri, Bolşeviklerden gizli olarak, Rusya'da yeni bir hükümet kurulması üzerinde anlaştılar -bu, başında, Şubat devriminden önce Çar II. Nikola'nın kendi hükümetine Başbakan yapmayı düşündüğü Prens Lvov'un durduğu bir burjuva Geçici Hükümeti olacaktı. Geçici Hükümet'te Kadetlerin başı Milyukov, Oktobristlerin başı Guçkov, kapitalist sınıfın diğer ünlü temsilcileri vardı, “demokrasi”nin temsilcisi olarak ise Sosyal-Devrimci Kerensky alınmıştı. 

Böylece, Sovyet Yürütme Komitesinin Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderleri iktidarı burjuvaziye teslim etmiş oldular; İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti ise bunu öğrendiği zaman, Bolşeviklerin protestolarına rağmen, Sosyal-Devrimci ve Menşevik önderlerin 

davranışlarını çoğunluk kararıyla onayladı. 

Böylece Lenin'in dediği gibi, Rusya'da “burjuvazinin ve burjuvalaşmış çiftlik sahiplerinin” temsilcilerinden meydana gelen yeni bir devlet iktidarı kuruldu. 

Ama burjuva hükümetinin yanısıra bir iktidar daha vardı -İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti. Sovyetteki asker temsilcilerinin çoğu, savaş için seferber edilmiş köylülerdi. İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, işçilerin ve köylülerin Çarlık rejimine karşı ittifakının organı; ve aynı zamanda onların kendi iktidarının organı, işçi sınıfı ve köylülüğün diktatörlüğünün organıydı. 

Böylece ortaya, iki iktidarın, iki diktatörlüğün: Geçici Hükümet tarafından temsil edilen burjuvazinin diktatörlüğü ile, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti tarafından temsil edilen proletaryanın ve köylülerin diktatörlüğünün garip bir biçimde içiçe geçmesi sonucu çıktı. 

Bir ikili iktidar doğdu. 

Sovyetlerde çoğunluğun ilk başlarda Menşevikler ve Sosyal-Devrimcilerde olması nasıl açıklanabilir? 

Muzaffer işçilerin ve köylülerin, iktidarı gönüllü olarak burjuvazinin temsilcilerine teslim etmeleri nasıl açıklanabilir? 

Lenin bunu, siyasi tecrübesi olmayan milyonlarca insanın uyanıp siyasi faaliyete atılmasıyla açıklanmıştır. Bunların çoğu küçük mülk sahipleri, köylüler, daha dün köylü olan işçilerdi; proletarya ile burjuvazi arasında orta yerde kalmış insanlardı. Rusya o sıralarda, büyük Avrupa ülkeleri içinde en küçük-burjuva ülkeydi. Ve bu ülkede, “dev küçükburjuva dalgası herşeyin üzerinden geçmiş ve sınıf bilinçli proletaryaya yalnız sayıca üstünlüğüyle değil ideolojik olarak da baskın çıkmıştır; yani çok geniş işçi çevrelerine küçük-burjuva siyasi görüşleri bulaştırmış ve yaymıştır.” (Lenin-Stalin, 1917 Yılı, Moskova 1939, s. 40.) 

Menşevik ve Sosyal-Devrimci küçük-burjuva partileri öne fırlatan da bu tabii afet gücündeki küçük-burjuva dalgasıydı. 

Lenin, bir başka nedenin, savaş sırasında proletaryanın bileşiminde meydana gelen değişiklikte ve devrimin başında proletaryanın yetersiz bilinç ve örgütlülük seviyesinde yattığına işaret etti. Savaş sırasında, bizzat proletaryanın bileşiminde büyük değişiklikler olmuştu. Daimi işçilerin yüzde kırkı askere alınmıştı. Savaş yıllarında işletmelere, proleter psikolojisine yabancı, ve askere alınmaktan kaçmak için işe giren çok sayıda küçük mülk sahibi, zanaatkâr ve dükkan sahipleri gelmişti. 

Küçük-burjuva siyasetçilerini -Menşevikleri ve SosyalDevrimcileri-besleyen zemin de işte bu küçük-burjuva işçi katmanlarıydı. 

Bu tabii afet gücündeki küçük-burjuva girdabına sürüklenmiş ve devrimin ilk başarılarından sarhoş olmuş siyasi bakımdan tecrübesiz geniş halk kitlelerinin, devrimin ilk aylarında uzlaşıcı partilerin büyüsüne kapılmaları ve burjuva iktidarının Sovyetlerin çalışmasına engel olmayacağı saf inancıyla devlet iktidarını burjuvaziye teslim etmeye razı olmalarının nedeni buydu. 

Bolşevik Partinin önündeki görev, kitleler içinde sabırlı bir aydınlatma çalışmasıyla, Geçici Hükümet'in emperyalist karakterini gözler önüne sermek, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin ihanetini teşhir etmek ve Geçici Hükümet’in yerine bir Sovyet hükümeti geçirilmedikçe barışın sağlanmasının mümkün olmadığını göstermekti. 

Ve Bolşevik Parti bu göreve dört elle sarıldı. 

Legal yayın ogan1armı yeniden yayınlamaya başladı. Şubat Devriminden beş gün sonra “Pravda” gazetesi Petrograd'da, bundan birkaç gün sonra ise “Sotsial-Demokrat” Moskova'da yayınlanmaya başladı. Parti, liberal burjuvaziye, Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilere olan güvenini yitirmeye başlayan kitlelerin başına geçiyordu. Askerlere, köylülere sabırla, işçi sınıfıyla birlikte hareket etme zorunluluğunu anlatıyordu. Onlara, devrim daha ileri götürülmediği ve burjuva Geçici Hükümet yerine bir Sovyet hükümeti kurulmadığı sürece köylülerin barışa da, toprağa da kavuşamayacağını anlatıyordu. 

KISA ÖZET 

Emperyalist savaş, kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşitsizliğinden, tayin edici devletler arasındaki dengenin bozulmasından, emperyalistlerin dünyayı savaş yoluyla yeniden paylaşma ve yeni bir güçler dengesi yaratma zorunluluğundan doğdu. 

Eğer II. Enternasyonal partileri işçi sınıfı davasına ihanet etmeseydi, II. Enternasyonal kongrelerinin savaşa karşı aldığı kararlan ihlal etmeselerdi, aktif davranmaya ve işçi sınıfını kendi emperyalist hükümetlerine, savaş kundakçılarına karşı ayağa kaldırmaya cesaret etselerdi, savaş böylesine yıkıcı olmaz, bana belki bu boyutlara bile ulaşmazdı. 

Bolşevik Parti, Sosyalizm ve enternasyonalizm davasına sadık kalan ve kendi ülkesinin emperyalist hükümetine karşı içsavaşı örgütleyen biricik proleter parti oldu. II. Enternasyonal'in tüm diğer partileri, yönetici zirveleri aracılığıyla burjuvaziye bağlı olduklarından, emperyalizme teslim oldular, emperyalistlerin safına geçtiler. 

Kapitalizmin genel krizinin bir ifadesi olan savaş, bu krizi daha da ağırlaştırdı ve dünya kapitalizmini zayıflattı. Rusya' işçileri ve Bolşevik Parti, dünyada kapitalizmin zayıflığından başarıyla ilk yararlananlar oldular, emperyalist cepheyi yardılar, Çarı devirdiler ve İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerini kurdular. 

Devrimin ilk başarılarından sarhoş olan ve Menşeviklerle Sosyal-Devrimcilerin bundan böyle herşeyin yolunda gideceğine dair sözlerine kanan küçük-burjuvazinin büyük bir kısmı, askerler ve bu arada işçiler, Geçici Hükümette güvenerek onu desteklediler. 

Bolşevik Partinin önünde, ilk başarılardan sarhoş olan işçi ve asker kitlelerine, devrimin tam zaferine kadar daha çok yol katedilmek gerektiğini, iktidar burjuva Geçici Hükümet'in elinde bulunduğu ve Sovyetlerde uzlaşıcılar -Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler- egemen olduğu sürece, halkın barışa da, toprağa da, ekmeğe de kavuşamayacağını; tam zafer için ileriye doğru bir adım daha atıp, iktidarı Sovyetlere devretmek gerektiğini anlatmak görevi duruyordu.


Blogger tarafından desteklenmektedir.