ULUSAL-KÜLTÜREL ÖZERKLİK
IV Yukarıda, Avusturya ulusal programının formel yanından, Rus Marksistlerinin Avusturya Sosyal-Demokrasisini örnek alıp, onların programını kendi programları olarak benimsemelerini olanaksız kılan yöntemsel temellerden sözettik.
Şimdi de programın kendisinden, onun özünden sözedelim. Bu iki sözcükle ifade edilebilir: ulusal-kültürel özerklik.
Bu birinci olarak, özerkliğin, nüfusun çoğunluğunu Çeklerin ve Polonyalıların oluşturduğu Bohemya ve Polonya için değil, fakat üzerinde yaşadıkları topraktan bağımsız olarak —Avusturya'nın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar— Çekler ve Polonyalılar için öngörüldüğü anlamına gelmektedir.
Bundan ötürü özerklik, bölgesel özerklik değil, ulusal özerklik adını almaktadır.
Bu ikinci olarak, Avusturya'nın her yanına dağılmış Çeklerin, Polonyalıların, Almanların vb. birey olarak, tek tek kişiler olarak alındıklarında, bir ulus oluşturdukları ve bir ulus olarak Avusturya devleti içinde yer aldıkları anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda Avusturya, özerk bölgelerin birliği değil, topraktan bağımsız olarak yapılanmış özerk milliyetlerin oluşturduğu bir birlik olacaktır.
Bu üçüncü olarak, Polonyalılar, Çekler vb. için yaratılacak olan genel ulusal kurumların "siyasi" sorunlarla değil, sadece "kültürel" sorunlarla ilgileneceği anlamına gelmektedir. Özgül siyasi sorunlar bütün Avusturya parlamentosunda (Reichsrat'ta) yoğunlaşacaktır.
Bundan ötürü bu özerklik, bir de kültürel özerklik, ulusal-kültürel özerklik adını almaktadır.
İşte Avusturya Sosyal-Demokrasisi tarafından Brünn Kongresi'nde '(1899) kabul edilen programın metni.[9]
Program, "ulusal çatışmaların Avusturya'nın siyasi ilerlemesini... felce uğrattığını", "milliyetler sorununun nihayet çözüme bağlanmasının... her şeyden önce bir kültürel zorunluluk olduğunu", "ve bu sorunun çözümünün, ancak genel, eşit ve dolaysız seçim hakkı temelinde, gerçekten demokratik bir ortamda mümkün olduğunu" açıkladıktan sonra şöyle devam eder:
"Bütün Avusturya halklarının ulusal özelliklerinin[10] korunması ve geliştirilmesi, ancak eşit haklar ve her türlü baskıdan kaçınılması temelinde mümkündür. Bunun için her şeyden önce, her türlü bürokratik devlet merkeziyetçiliği gibi, eyaletlerin feodal ayrıcalıkları da reddedilmelidir.
Avusturya'da ulusal kavgaların yerini ulusal düzenin alabilmesi, aşağıdaki temel ilkelerin tanınması koşulu altında ve ancak bu koşul altında mümkündür.
1— Avusturya, demokratik çok uluslu bir federal devlet biçiminde yeniden örgütlenmelidir.
2— Tarihsel krallıklar yerine, ulusal sınırlı özyönetim organları oluşturulur; bunların yasama ve yönetimi genel, eşit ve dolaysız seçim hakkı temelinde seçilen ulusal meclisler tarafından yerine getirilir.
3— Bir ve aynı ulusu meydana getiren bütün özyönetim bölgeleri, kendi ulusal meselelerinde tamamen özerk olan bir ulusal birlik oluşturur.
Ulusal azınlıkların hakkı, imparatorluk parlamentosu tarafından çıkarılacak özel bir yasa ile korunacaktır."
Ve program, Avusturya'nın tüm uluslarının dayanışmasına çağrı ile son bulur.[11]
Bu programda "bölgecilik"ten hâlâ bazı izler kaldığını sezmek pek zor olmasa gerek, ama sözkonusu program genelde ulusal özerkliğin bir formülasyonudur. Bu programın ulusal kültürel özerkliğin baş ajitatörü Springer tarafından coşkuyla karşılanması boşuna değildir.[12] Bauer de ulusal özerkliğin "teorik zaferi"[13] olarak nitelendirdiği bu programdan yanadır; fakat meselenin daha fazla açıklık kazanması için, okul ve diğer kültür işlerinin idaresi amacıyla 4. noktayı, "her özerk bölge içindeki ulusal azınlıkları kamu tüzel kurumları biçiminde örgütleme" zorunluluğundan sözeden bir formülle değiştirmeyi önerir.[14]
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin ulusal programı işte böyledir.
Şimdi de bu programın bilimsel temellerini inceleyelim.
Avusturya Sosyal-Demokrasisinin propagandasını yaptığı ulusal-kültürel özerkliği nasıl gerekçelendirdiğini görelim.
Ulusal-kültürel özerkliğin teorisyenleri Springer ve Bauer'e başvuralım.
Ulusal özerkliğin çıkış noktasını, ulusun, belirli bir topraktan bağımsız olan bir bireyler topluluğu olduğu anlayışı oluşturur.
Springer'e göre "Milliyetin toprakla esas olarak bir ilişkisi yoktur"; milliyet "özerk bir bireyler birliğidir"[15]
Bauer de ulustan, "belirli bir bölgede tek başına [inhisarî —ÇN] egemenliğe" sahip olması gerekli olmayan bir "bireyler topluluğu" olarak söz etmektedir.[16]
Ama, bir ulusu oluşturan kişiler her zaman kapalı bir kütle halinde yaşamazlar, çoğu zaman gruplara bölünürler ve bu yolla yabancı ulusal organizmalara bulaşırlar. Onları ekmeklerini kazanmak için çeşitli bölgelere ve kentlere süren, kapitalizmdir. Yabancı ulusal bölgelere ve kentlere süren, kapitalizmdir. Yabancı ulusal bölgelerde bulunan ve oralarda azınlıklar oluşturan bu gruplar, bölgedeki ulusal çoğunluk tarafından, dilleri, okulları ve benzer diğer kurumları zorla engellenerek baskılanırlar. Ulusal çatışmaların nedeni budur. Bölgesel özerkliğin "işe yaramazlığının" nedeni budur. Bauer ve Springer'in görüşüne göre, bu durumdan tek çıkar yol, devletin çeşitli bölgelerine dağılmış sözkonusu milliyetin azınlığını genel ve bütün sınıfları kapsayacak bir ulusal birlikte örgütlemektir. Onlara göre, ulusal azınlıkların kültürel çıkarlarını ancak bu tür bir birlik koruyabilir, ancak böyle bir birlik ulusal kavgaya bir son verebilir.
"Bundan", diyor Springer, "milliyetleri örgütleme, onları haklar ve sorumluluklarla donatma zorunluluğu çıkıyor...[17] Evet, "yasa koymak kolaydır, fakat bu yasa istenilen etkiyi yapacak mıdır..." "Ulus için bir yasa koyulmak isteniyorsa, önce ulusun oluşturulması gerekir..."[18] "Milliyetleri oluşturmaksızın, ulusal hukuk ve anlaşmazlıklara son vermek... mümkün değildir.[19]
"Azınlıkların kişilik ilkesi temelinde kamu tüzel kurumlan biçiminde örgütlenmesi "ni "işçi sınıfının talebi"[20] olarak ileri sürerken Bauer de aynı anlayıştadır.
Ancak uluslar nasıl örgütlenmelidir? Tek tek kişilerin şu ya da bu ulusa dahil olduğu nasıl saptanmalıdır?
"Milli mensubiyet", diyor Springer, "kütüklerde saptanmıştır. İl bölgesinde oturan herkes, ildeki herhangi bir milliyete dahil olduğunu açıklamak zorundadır.[21]
"Kişilik ilkesi", diyor Bauer, "nüfusun milliyetlere göre ayrılmasını varsayar... Ergin vatandaşların kendilerinin özgürce bir milliyetini açıklaması temelinde ulusal kadastrolar oluşturulmalıdır."[22]
Devam.
"Ulusal bakımdan homojen illerdeki bütün Almanlar", diye devam ediyor Bauer, "bundan başka, çifte illerdeki
[iki milliyetin yaşadığı illerdeki — ÇN] ulusal kadastroya kayıtlı tüm Almanlar, Alman ulusunu oluştururlar ve ulusal meclisi seçerler."[23]
Çekler, Polonyalılar vb. için de aynı şeyler geçerlidir.
"Bu Ulusal meclis", Springer'e göre, "ulusun kültür parlamentosudur, temel ilkeleri oluşturmak ve ulusal öğretim, ulusal edebiyat, sanat ve bilimin korunması, akademiler, müzeler, galeriler, tiyatrolar vb. kurmak için gerekli olan kaynakları onaylamak onun görevidir."[24]
Ulusun örgütlenmesi ve onun merkezi kurumu bu türdendir.
Bütün sınıfları kapsayan bu tür kurumların meydana getirilmesi ile Avusturya Sosyal-Demokrasisi, Bauer'in görüşüne göre, "ulusal kültürü... tüm halkın malı haline getirmek ve böylece ulusun tüm üyelerini bir ulusal kültür topluluğunda birleştirmek" [25] amacındadır (altını biz çizdik).
Tüm bu söylenenlerin yalnızca Avusturya ile ilgili olduğu düşünülebilir. Ancak Bauer bunu kabul etmiyor. O kesinlikle, ulusal özerkliğin Avusturya gibi birçok milliyetlerden oluşmuş diğer devletler için de kaçınılmaz olduğunu iddia ediyor.
Bauer'e göre "Çok uluslu devletlerde bütün milletlerin işçi sınıfı, varlıklı sınıfların ulusal güç politikasına karşı ulusal özerklik talebini koyar."[26]
Bauer, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı yerine, belli etmeden ulusal özerkliği geçirerek sonra şöyle devam ediyor:
"Böylece ulusal özerklik, ulusların kendi kaderini tayinlerini, zorunlu olarak, çok uluslu devlette yaşayan bütün milletlerin 'işçi sınıfının anayasal programı haline gelecektir."[27]
Ama o daha da ileriye gidiyor. Kendisi ve Spirnger tarafından "kurulan", bütün sınıflan kapsayan "ulusal birlikler"in gelecekteki sosyalist toplumun bir tür prototipi olacağına kesinlikle inanıyor. Çünkü Bauer, "sosyalist toplum düzeninin insanlığı ulusal bakımdan sınırlı topluluklar halinde düzenleyeceğini"[28], sosyalizmde "insanlığın özerk ulusal topluluklara ayrılmasının gerçekleşeceğini[29], böylece "sosyalist toplumun kuşkusuz, ulusal kişiler birliğinin ve bölge kurumlarının renkli bir tablosunu arzedeceğini"[30] bildiğini sanır ve şu sonuca varır. "Sosyalist milliyet ilkesi, milliyetler ilkesinin ve ulusal özerkliğin daha üst bir birliğidir."[31]
Yeter sanırım...
Bauer ve Springer yapıtlarında, ulusal-kültürel özerkliği böyle gerekçelendiriyorlar.
Öncelikle dikkati çeken şey, bütünüyle anlaşılmaz olan ve hiçbir şey tarafından haklı çıkarılmayan, ulusal özerkliğin ulusların kendi kaderini tayini yerine konmasıdır, iki şeyden biri: Bauer ya ulusların kendi kaderlerini tayinini kavramamıştır, ya da bunu kavramıştır ama, herhangi bir nedenden ötürü bilerek kısıtlamaktadır. Çünkü: a) ulusal-kültürel özerklik çok uluslu devletin bütünlüğünü şart koşarken, kendi kaderini tayinin bu bütünlük çerçevesi dışına çıktığına; b) ulusun kendi kaderim tayininin, ulusa tüm haklarını kazandırırken, ulusal özerkliğin salt "kültürel" hakları kazandırdığına hiç şüphe yoktur. Bu birincisi.
İkinci olarak, gelecekte şu ya da bu milletin çok uluslu devletten, diyelim ki Avusturya'dan ayrılma kararı verebileceği iç ve dış konjonktürlerin biraraya gelmesi mümkündür. Rutenya Sosyal-Demokratları, Brünn Kongresi'nde, kendi halkının "her iki kısmını" bir bütünde birleştirmeye hazır olduklarını açıklamadılar mı?[32] O halde, "bütün ulusların işçi sınıfı için zorunlu olan" ulusal özerklik de ne oluyor? Ulusları mekanik olarak devletin bütünlüğü Prokrustes yatağına[33] zorlayan sorunun bu "çözümü" nasıl bir çözümdür?
Devam. Ulusal özerklik, ulusların bütün gelişimine ters düşmektedir. O, ulusların örgütlenmesi şiarını yayar, fakat yaşam, iktisadi gelişme, onlardan birçok grupları koparırsa, çeşitli bölgelere serpiştirirse, ulusları yapay olarak kaynaştırmak mümkün müdür? Kapitalizmin ilk gelişme evrelerinde ulusların biraraya geldiklerine hiç şüphe yoktur. Fakat kapitalizmin daha üst evrelerinde, ulusların parçalanma sürecinin başladığı, çalışmak için başka yerlere taşınan ve sonra da devletin başka bölgelerine yerleşen çok sayıda grupları uluslardan ayıran bir sürecin başladığı da kuşku götürmez; bu durumda göçmenler eski bağları yitirirler, yeni yerleşim yerlerine yenileri gelir, kuşaktan kuşağa yeni âdetler, alışkanlıklar ve belki de yeni bir dil benimserler. Böyle birbirinden kopmuş grupları yekpare bir ulusal birlikte birleştirme imkanı var mıdır? Birleşmezleri birleştirebilecek o tılsımlı halkalar nerede? Örneğin Baltık ve TransKafkasya Almanlarını "bir ulus halinde birleştirmek" düşünülebilir mi? Eğer bütün bunlar düşünülemez ve olanaksız ise, ulusal özerkliği tarihin tekerleğini geriye çevirmek için uğraşan eski milliyetçilerin ütopyasından ayıran nedir?
Ama ulusun birliği sadece göçler sonucu parçalanmaz. O içten, sınıf savaşının keskinleşmesi sonucu da parçalanır. Kapitalizmin ilk evrelerinde proletaryanın ve burjuvazinin bir "kültür birliği"nden sözedilebilir. Ne var ki büyük sanayinin gelişimi ve sınıf savaşımının keskinleşmesi ile bu "birlik" erimeye başlar. Bir ve aynı ulusun patronları ve işçileri birbirini anlamamaya başladıklarında, ulusun "kültür birliği"nden ciddi olarak sözedilemez. Burjuvazi savaşa can atarken, proletarya "Savaşa karşı savaş" ilân ettiğinde hangi "kader birliği"nden sözedilebilir? Böyle karşıt öğelerden, yekpare, bütün sınıflan kapsayan bir ulusal birlik oluşturulabilir mi? Tüm bunlardan sonra, "bir ulusun tüm üyelerinin bir ulusal kültür birliğinde birleştirilmesi"nden[34] sözedilebilir mi? Bundan, ulusal özerkliğin sınıf mücadelesinin tüm gidişine ters düştüğü açık sonucu çıkmaz mı?
Bir an için "Ulusu örgütleyin" sloganının gerçekleştirilebilir olduğunu varsayalım. Daha fazla oy koparmak için bir ulusu "örgütlemeye" çabalayan burjuva milliyetçi parlamenterleri anlayabiliriz. Fakat Sosyal-Demokratlar ne zamandan beri ulusları "örgütleme", ulusları "kurma", ulusları "yaratma" ile uğraşıyorlar?
Sınıf mücadelesinin en fazla keskinleştiği çağda, bütün sınıflan kapsayan ulusal birlikler örgütleyen bu Sosyal-Demokratlar nasıl şeylerdir? Şimdiye kadar her Sosyal-Demokrasi gibi, Avusturya Sosyal-Demokrasisinin de tek görevi vardı: Proletaryayı örgütlemek. Fakat görülüyor ki, bu görev artık "eskidi". Springer ve Bauer şimdi "yeni", daha ilginç bir görev koyuyorlar: Ulusu "yaratmak", "örgütlemek".
Zaten mantık zorunlu sonuca götürür: Kim ulusal özerkliği kabul ediyorsa, bu "yeni" görevi de kabullenmek zorundadır — ama bunu kabul etmek sınıf pozisyonunu terketmek ve milliyetçilik yolunu tutmak demektir.
Bauer ve Springer'in ulusal-kültürel özerkliği, milliyetçiliğin inceltilmiş bir türüdür.
Avusturya Sosyal-Demokrasisi programının "bütün halkların ulusal özelliklerinin korunması ve geliştirilmesi" için çaba harcama görevinden sözetmesi de tesadüf değildir. Düşünün: Trans-Kafkasyalı Tatarların "Muharrem" törenlerinde kendi kendilerim kırbaçlama gibi "ulusal özellikleri"nin "korunması". Gürcülerin "öç alma hakkı" gibi "ulusal özellikleri"nin "geliştirilmesi"!...
Böyle bir madde bütünüyle burjuva-milliyetçi bir programa yaraşır ve biz böyle bir maddeyi Avusturya Sosyal-Demokratlarının programlarında görüyorsak, bunun nedeni, ulusal özerkliğin bu tür maddelerle uyuşması, onlara ters düşmemesidir.
Fakat içinde bulunduğumuz dönem için işe yaramaz olan ulusal özerklik, gelecek için, sosyalist toplum için daha da işe yaramazdır.
Bauer'in "insanlığın ulusal bakımdan sınırlı topluluklar halinde düzenleneceği" üzerine kehanetleri, modern insanlığın tüm gelişim seyri tarafından yalanlanmıştır. Ulusal duvarlar sağlamlaşmıyor, tersine parçalanıp yıkılıyor. Marx daha 1840'larda şöyle yazıyordu: "Ulusal içe kapanıklılık ve halklar arasındaki karşıtlıklar gitgide kayboluyor", "proletaryanın iktidarı bunları büsbütün ortadan silecektir."[5] İnsanlığın, kapitalist üretimin muazzam büyümesi, milliyetlerin hallaç pamuğu gibi birbirine karışması ve insanların gittikçe daha geniş bölgelerde biraraya gelmesi ile birlikte gelişimi, Marx'ın düşüncesini kesin olarak doğrular.
Bauer'in sosyalist toplumu, "ulusal bireyler birliğinin ve bölgesel kurumların alaca resmi" olarak ortaya koyma isteği, sosyalizmin Marksist anlayışı yerine Bakunin'in reformdan geçmiş anlayışını geçirmek için çekingen bir uğraştır. Sosyalizmin tarihi bu tür uğraşların kendi içlerinde kaçınılmaz yıkımın öğelerini taşıdıklarını göstermektedir.
Görüşümüze göre, sınıf mücadelesi sosyalist ilkesi yerine burjuva "milliyet ilkesini" geçirmek anlamına gelen, Bauer tarafından kutsanmış o belirsiz "sosyalist milliyet ilkesinin" sözünü bile etmiyoruz. Ulusal özerklik böyle şüpheli bir ilkeden yola çıktığına göre, işçi sınıfına ancak zarar getirebileceğini teslim etmek gerekir.
Bu milliyetçilik elbette içyüzü kolayca anlaşılabilen bir şey değil, çünkü sosyalist laflarla ustaca maskelenmiştir, ama bu yüzden proletaryaya verdiği zarar bir o kadar büyüktür. Açık bir milliyetçilikle her zaman başka çıkılabilir: onu tanımak zor olmaz. Maskelenmiş ve maskeli haliyle tanınmaz olan bir milliyetçilikle mücadele etmek çok daha zordur. Çünkü koruma yeleği olarak sosyalizmi kullandığından, o daha az yaralanabilirdir ve daha fazla dayanıklılık gösterir. Bu, işçiler arasında nerede görülürse orada karşılıklı güvensizlik düşüncesini ve çeşitli milliyetlerden işçilerin ayrılması yolunda zararlı düşünceleri yayarak havayı zehirler.
Fakat ulusal özerkliğin zararlılığı bununla bitmez. O sadece ulusların birbirlerinden ayrılmasına değil, fakat aynı zamanda yekpare işçi hareketinin parçalanmasına da zemin hazırlar. Ulusal özerklik düşüncesi, yekpare işçi partisinin tek tek milliyetlere göre inşa edilmiş partilere ayrılması için psikolojik önkoşulları yaratır. Parti gibi sendikalar da parçalanır ve tam bir ayrışma meydana gelir. Yekpare sınıf hareketi, tek tek ulusal dereciklere işte böyle bölünür.
Avusturya, "ulusal özerklik"in anavatanı, bu görüngünün en üzücü örneklerini verir. Önceleri yekpare olan Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi, daha 1897'de (Wimberg Kongresi'nde [6] ayrı partilere bölünmeye başlamıştı, ulusal özerkliği kabul eden Brünn Kongresi'nden (1899) sonra parçalanma daha da güçlendi. Nihayet öyle bir yere varıldı ki, yekpare bir uluslararası parti yerine, şimdi 6 ulusal parti bulunmaktadır ve bunlardan Çek Sosyal-Demokrat Partisi Alman Sosyal-Demokrasisi ile hiçbir ilişkide bulunmak bile istememektedir.
Sendikalar ise partilere bağlıdır. Avusturya'da sendikalardaki esas çalışma da, partilerde olduğu gibi, aynı Sosyal-Demokrat işçiler tarafından yürütülür. Bunun için partideki ayrılıkçılığın sendikalar içinde de ayrılıkçılığa yol açacağından, sendikaların da bölüneceğinden korkuluyordu. Öyle de oldu: sendikalar da milliyetlere göre ayrıldılar. Şimdi artık Çek işçilerin Alman işçilerin grevini kırdıklarına, veya belediye seçimlerinde Çek burjuvazisi ile birlikte Alman işçilere karşı çıkmalarına bile sık sık rastlanır.
Buradan, ulusal sorunun, ulusal-kültürel özerklik ile çözülemeyeceği görülüyor. Dahası: Ulusal-kültürel özerklik, sorunu keskinleştiriyor ve işçi hareketinin birliğinin yıkılması için, işçilerin milliyetlere göre ayrılması için, işçiler arasında güçlü sürtüşmeler için elverişli bir zemin hazırlayarak sorunu karmaşıklaştırıyor.
Ulusal özerklik tohumu işte böyle uç veriyor.
[1] Güney Slavları Sosyal-Demokrasisi Avusturya'nın güneyinde faaliyettedir
[2] V. Kossovski, "Milliyet Sorunları", 1907, s. 16-17.
[3] R. Springer, a.g.e., s. 14.
[4] O. Bauer, a.g.e., s. 399.
[5] Aynı yerde, s. 422.
[6] R. Springer, a.g.e., s. 281-282.
[7] A.g.e., s. 36.
[8] O.Bauer,a.g.e..s.401.
[9] Güney Slavları Sosyal-Demokrat Partisi'nin temsilcileri de bu programı onaylamışlardır. Bkz. "Brünn Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Üzerine Tanınmalar", 1906, s. 72.
[10] M. Panin'in Rusça tercümesinde (bkz. Bauer'in kitabının Panin tarafından Rusça çevirisi) "ulusal özellikler" yerine "ulusal kişilikler" denmektedir. Panin burayı yanlış çevirmiştir. Almanca metinde "Individualitat" sözcüğü yoktur, orada "nationalen Eigenart"tan [Bu iki sözcük Stalin'de Almancadır], yani özelliklerden sözedilmektedir, ki bunlar bir ve aynı şey olmaktan uzaktır.
[11] "Brünn Tüm Fani Kongresi'ndeki Görüşmeler", 1899.
[12] R. Springer, a.g.e., s. 286.
[13] O. Bauer, a.g.e., s. 549.
[14] Aynı yerde, s. 555.
[15] R. Spirnger, a.g.e., s. 19.
[16] O. Bauer, a.g.e., s. 286.
[17] R. Springer. a.g.e., s. 74.
[18] Aynı yerde, s. 88-89.
[19] Aynı yerde, s. 89.
[20] O. Bauer, a.g.e., s. 552.
[21] R. Springer, a.g.e., s. 226.
[22] O. Bauer, a.g.e., s. 368.
[23] Aynı yerde, s. 375.
[24] R. Springer, a.g.e., s. 234.
[25] O. Bauer, a.g.e., s. 553
[26] Aynı yerde, s. 337.
[27] Aynı yerde, s. 333.
[28] Aynı yerde, s. 555.
[29] Aynı yerde, s. 556.
[30] Aynı yerde, s. 543.
[31] Aynı yerde, s. 542.
[32] "Brünn Parti Kongresi'nde Ulusal Sorun Üzerine Tartışmalar", s. 48.
[33] Prokrustes: Eski Attika'da yolcuları işkence yatağına çekip onları geren ünlü bir haydut; Prokrustes yatağı: (mecazi anlamda) herhangi bir şeyi keyfince, zorla birşeye sokma, sakatlama; herhangi birşeyi, görüşü, yöne¬limi "maksada uydurma". —ÇN
[34] O. Bauer, a.g.e., s. 553.