KONGRE SONRASI İKİ SAVAŞIM YÖNTEMİ
Bir Adım İleri, İki Adım Geri
Kongredeki görüşme ve oylamaların, burada tamamladığımız tahlili, gerçekte, kongreden bu yana olup biten her şeyi öz olarak açıklamaktadır. Bu nedenle partimizdeki bunalımın daha sonraki aşamalarını anahatlarıyla belirlerken sözü kısa tutabiliriz.
Martov'la Popov'un seçimlere girmeyi reddetmeleri, cepheler arasındaki parti savaşımını hemen bir kavga havasına sokmuştur. Kongrenin hemen ertesi günü, yoldaş Glebov, seçilmemiş yazıkurulu üyelerinin Akimov'la Martinov'a doğru yanaşmaya ciddi olarak karar verebileceklerinin inanılır bir şey olmadığını düşünerek ve her şeyi sinirliliğe bağlayarak, Plehanov'la bana, [sayfa 186] sorunun tatlıya bağlanmasını, yazıkurulunun Konseyde gereği gibi temsil edilmesinin güvence altına alınması koşuluyla (yani iki temsilciden birinin, kesinlikle parti çoğunluğundan alınması koşuluyla) her dördünün de "üyeliğe çağrılması"nı salık verdi. Bu koşul, Plehanov'la bana sağlam görünüyordu. Çünkü bu koşulun kabul edilmesi, kongredeki hatanın, açıkça ifade edilmeksizin kabulü demekti, savaş yerine barış isteği demekti, Akimov'la Martinov'a, Egorov'la Mahov'a yakın olmaktansa Plehanov'la bana yakın olma isteği demekti. "Üyeliğe çağırma" ödününe gelince, bu kişisel bir ödün halini alıyordu. Öfkeyi ortadan kaldıracak, barışı kuracak kişisel bir ödün vermeyi reddetmek değecek bir şey değildi. Bu nedenle Plehanov ve ben rıza gösterdik. Ancak yazıkurulu çoğunluğu, koşulu reddetti. Glebov gitti. Ondan sonra ne olacağını beklemeye başladık; beklediğimiz şey, Martov'un kongrede (merkezin temsilcisi yoldaş Popov'a karşı) takındığı sadık tutuma bağlı kalıp kalmayacağı, ya da Martov'un izinden gittiği, bölünme eğilimi gösteren istikrarsız kişilerin üstün gelip, gelmeyeceğiydi.
İki sorunla karşı karşıyaydık: yoldaş Martov, kongredeki "koalisyonu"nu soyutlanmış siyasal bir olay olarak görme yolunu mu seçecekti (si licet parva componere magnis,[74*] tıpkı 1895'te Bebel'in Vollmar'la koalisyonunun soyutlanmış bir olay olması gibi), yoksa bu koalisyonu pekiştirmek, kongrede hatalı olanların Plehanov'la ben olduğumuzu kanıtlama çabalarını yoğunlaştırmak ve partimizin oportünist kanadının gerçek önderi haline gelmek yolunu seçmek mi isteyecekti? Bu sorun şöyle de ortaya konabilirdi: kavga mı yoksa siyasal bir parti savaşımı mı? Kongrenin hemen ertesi günü, merkez kurullarının el altındaki üç üyesi olan bizler arasından Glebov yoldaş, daha çok birinci yanıttan yana eğilim göstermekteydi, bu nedenle de bozuşmuş olan çocukları uzlaştırmak için çok çaba gösterdi. Yoldaş Plehanov- daha çok ikinci yanıttan yana eğilim gösteriyordu ve atasözünün dediği gibi, ne tutmaktan, ne bırakmaktan yanaydı. Bu olayda ben, "merkez"in ya da "Bataklığın" rolünü - oynadım, inandırma yolunu kullanmaya çalıştım. Şimdi, sözlü inandırma çabalarını anımsatmaya çalışmak, işi arapsaçına döndürmek olur. Yoldaş Martov'la yoldaş Plehanov'un verdiği kötü örneği izleyecek değilim. Ama, İskra'nın "azınlık" kanadındakilerden birine gönderdiğim, yazılı bir inandırma çabası olan bir mektuptan belli bazı bölümleri buraya almayı gerekli görüyorum: "... Martov'un yazıkurulunda çalışmayı reddetmesi, onun ve öteki partili yazarların işbirliğini reddetmesi, bazı kişilerin Merkez Yönetim Kurulunda çalısmayı reddetmesi ve boykot ya da pasif direnme propagandası, Martov'la arkadaşları öyle istemese bile, ister-istemez, partide bir bölünmeye yol açacaktır. Martov (kongrede azimle savunduğu) tutumuna sadık kalsa bile, ötekiler bunu yapmayacaktır ve sözünü ettiğim sonuç kaçınılmaz hale gelecektir. ...
Kendi kendime soruyorum: aslında birbirimizden ne için ayrılıyoruz? ... Kongrenin bütün olaylarını ve yaptığı etkileri gözden geçiriyorum; sık sık korkunç, 'taşkın' bir sinirlilik gösterdiğimi kabul ediyorum; havanın, tepkilerin, müdahalelerin, savaşımın, vb. doğal ürünü olan bu hatamı -eğer buna hata denirse-, herkese seve seve itiraf etmeye hazırım. Ama şimdi, elde edilen sonuçları, çılgınca bir savaşımla elde edilen sonuçları, sükünetle düşünüyorum ve bu sonuçlarda partiye zarar verici hiç bir şey, azınlığa hakaret niteliğinde olan ya da küçük düşürücü hiç bir şey, kesinlikle hiç bir şey göremiyorum.
"Kuşkusuz, kişinin kendini azınlıkta bulması can sıkıcı bir şey; ama bizim herhangi bir kişiye 'leke sürdüğümüz' düşüncesini, herhangi bir kişiye hakaret etmek, onu küçük düşürmek istediğimiz inancını kesinlikle reddediyorum. Böyle bir şey yoktur. Siyasal görüş ayrılıklarının, karşı tarafı vicdansızlıkla, hilekarlıkla, entrikayla ve yaklaşmış görünen bir parçalanma havası içinde, gittikçe daha sık işitmeye başladığımız böyle nazik sözlerle suçlamaya dayanan bir yorumlamaya yol açmasına izin verilmemelidir.. Buna izin verilmemelidir, çünkü böyle bir şey, en hafifinden nec plus ultra[75*] mantıksızlık olur.
"Martovla ben, daha önce düzinelerce kez olduğu gibi, siyasal (ve örgütsel) bakımdan ayrılık gösterdik. Tüzüğün 1. maddesi üzerindeki yenilgimden sonra, bana (ve kongreye) kalan öteki konularda, bu yenilginin intikamını almak için bütün gücümle çalışmaktan başka bir şey yapamazdım. Bir yandan, kesinkes İskracı bir Merkez Yönetim Kurulu için, öte yandan bir yazıkurulu üçlüsü için savaşmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. ... Bu üçlüyü, müsamahakar ve gevşek bir kurul değil, resmi bir kurum olabilme gücünde tek kurul, gerçek bir merkez olacak tek kurul, her üyesi her zaman partisinin görüşünü -bir damla fazlasını değil- bütün kişisel hesapları, darıltma, istifa, vb. korkusunu bir kenara atarak ortaya koyan ve savunan bir kurul olarak görüyorum.
"Bu üçlü, kongrede olup-bitenlerden sonra, hiç kuşku yok ki, bir bakıma Martova karşı, siyasal ve örgütsel bir çizgi çizmeyi meşrulaştırmak demek oluyordu. Buna hiç kuşku yok. Bu kopmaya neden olur mu? Bunun için parti bölünür mü? Gösteriler sorununda Martov'la Plehanov bana karşı durmadılar mı? Program sorununda Martov ve ben, Plehanov'a karşı çıkmadık mı? Her üçgenin bir yanı, öteki iki yana her zaman karşı değil midir? Eğer, hem İskra örgütünde, hem kongrede, İskracıların çoğunluğu, Martov çizgisinin bu başlıca çizgisini örgütsel ve siyasal bakımdan hatalı buldularsa, bunu 'entrika'ya, 'kışkırtma'ya falan bağlamaya çalışmak gerçekten anlamsız değil midir? Çoğunluğa küfrederek, onları 'ayak takımı' diye niteleyerek, bu gerçeği geçiştirmeye çalışmak anlamsız değil midir?
"Yineliyorum, kongredeki İskracı çoğunluk gibi ben de yürekten inanıyorum ki, Martov'un benimsediği çizgi yanlıştı, düzeltilmesi gerekiyordu. Böyle bir düzeltmeden ötürü gücenmek, bunu hakaret, vb. saymak akla-uygun değildir. Biz kimseye 'leke' sürmedik, sürmüyoruz, hiç kimseyi çalışmaktan alakoymuyoruz. Herhangi bir kişinin bir merkez kurulunun dışında bırakılmış olmasından ötürü parçalanmaya neden olmak, bana anlaşılmaz bir budalalık gibi görünüyor."[76*]
Bu mektubumu burada anımsatmayı gerekli gördüm, çünkü, olası (ve ateşli bir savaşımda kaçınılmaz) kişisel yakınmalar ve yaralayıcı ve "çılgınca" saldırıların yarattığı öfkelenmelerle belli bir siyasal hata, belli bir siyasal tutum (sağ kanatla koalisyon) arasında, çoğunluğun derhal bir çizgi çekmek istediğini, bu mektup tam olarak gösteriyor.
Bu mektup, azlnlığın pasif direncinin, kongreden hemen sonra başladığını ve ayrıca bunun partiyi bölme doğrultusunda atılmış bir adım olduğu yolunda derhal bir uyarıda bulunmamızı, kongredeki bağlılık beyanlarına karşı bir adım olduğu uyarısında bulunmamızı gerektirdiğini gösteriyor; hiç kimse herhangi bir parti üyesini çalışmaktanalakoymayı düşünmediğine göre, bölünmenin yalnızca, merkez kurullarının dışında tutulmuş olması gerçeğinden (yani o kurullara seçilmemekten) doğduğunu gösteriyor; siyasal farklılığımızın (kongrede bizim çizgimizin Martov'un çizgisinin mi hatalı olduğu açıklığa kavuşmadığı ve çözümlenmediği ölçüde kaçınılmaz olan farklılığımızın), her geçen gün hakaretin, kuşkuların vb., vb.'nin eşliğinde giderek kavgaya saptırıldığını gösteriyor.
Ama uyarılar boşunaydı. Azınlığın davranışı, aralarından, partiye en az değer veren, en istikrarsız kişilerin üstün gelmekte olduğunu gösterdi. Bu durum, Plehanov'la beni, Glebov'un önerisi için verdiğimiz muvafakati geri çekmek zorunda bıraktı. Çünkü, azınlık, yalnızca ilkelere ilişkin olarak değil, onun yanı sıra en basit anlamda partiye bağlılıktada bizzat kendi hareketleriyle siyasal bir istikrarsızlık gösterdiğine göre, şu ünlü "süreklilik" konusundaki sözlerine ne değer verilebilirdi? Artan, yeni görüş ayrılıklarını özdenlikle ilân eden kişilerin oluşturduğu bir çoğunluğun parti yazıkuruluna "üye olarak çağırılması"nı istemek gibi tümden saçma olan bir dilekle, hiç kimse Plehanov'dan daha zekice alay etmiş değildir. Partinin gözleri önünde yeni ayrılıkların basında ortaya dökülmesinden önce, merkez kurullarındaki bir parti çoğunluğunun, kendini, kendi isteğiyle azınlığa dönüştürdüğü dünyanın neresinde görülmüştür? Önceki farklılıklar ortaya konsun; parti, bu ayrılıkların ne kadar derin ve önemli olduğu hakkında bir yargıya varsın; parti, ikinci kongrede yaptığı yanlışlığı —eğer yanlışlık yaptığı gösterilirse— kendi düzeltsin! Hala bilinmeyen farklılıklar bahanesiyle böyle bir istekte bulunulması, bu istekte bulunanların tüm istikrarsızlığını, yaygaraya saparak siyasal ayrılıkların tamamen sualtında tutulmasını ve bu insanların gerek bir bütün olarak partiye, gerek kendi inançlarına karşı saygısızlığını göstermiştir. Kendi görüşlerine inandırmak istedikleri kurulda (özel olarak) çoğunluk sağlamadan önce, karşısındakileri ikna etmeyi reddeden hiç bir inançlıilke sahibi kişi görülmemiştir, görülmeyecektir.
Son olarak, 4 Ekimde yoldaş Plehanov, bu saçma durumu ortadan kaldırmak için son bir girişimde daha bulunacağını açıkladı. Eski yazıkurulunun altı üyesinin hepsi, Merkez Yönetim Kurulunun yeni bir üyesinin[77*] de katıldığı bir toplantıya çağrıldı. Yoldaş Plehanov, tam üç saat boyunca, "çoğunluk"tan iki kişiye karşılık "azınlık"tan dört kişinin "üyeliğe çağrılması"nın ne kadar mantık dışı olduğunu kanıtladı. Yoldaş Plehanov, bir yandan, bizim herhangi bir kişiye karşı "zorbalık etmek", onu ezmek, çembere almak, kafasını koparmak ya da mezara koymak istediğimiz yolundaki tüm endişeleri dağıtmak, bir yandan da parti "çoğunluğu"nun durumunu ve haklarını güven altına almak için, o dört kişiden ikisinin üyeliğe çağırılmasını önerdi. İki kişinin üyeliğe çağrılması da reddedildi.
6 Ekimde Plehanov ve ben, İskra'nın eski yazıkurulu üyelerine
"Merkez yayın organının yazıkurulu, sizin İskra'ya ve Zarya'ya[33] katılmaktan çekilişinizi üzüntüyle karşıladığını bildirmeyi görev sayar. İkinci parti kongresinden hemen sonra ve onun ardından birçok kez yaptığımız işbirliği çağrılarına karşın, sizden en küçük bir yardım bile görmedik. Merkez yayın organının yazıkurulu, sizin geri duruşunuzu haklı gösterecek hiç bir şey yapmadığını ilân eder. Partinin merkez yayın organında çalışmanıza, hiç bir kişisel sinirlilik, kuşku yok ki, engel olmamalıdır. Öte yandan, eğer çekilişiniz, bizimle herhangi bir fikir ayrılığından ileri geliyorsa, bu ayrılıkları, ayrıntılarıyla ortaya koymanızı, parti için çok büyük yarar sayarız. Üstelik, bu görüş ayrılıklarının yapısı ve derinliğinin, bizim yönetmeni olduğumuz yayınların sütunlarında, olabildiği ölçüde erkence bütün partiye açıklanmasını çok isteriz."[78*]
Okurun göreceği gibi, "azınlığın" hareketine, esas olarak kişisel kızgınlığın mı, yoksa yayın organını (ve partiyi) yeni bir yola sokma isteğinin mi egemen olduğunu ve böyle bir yol varsa onun ne olduğunu hala tam bilmiyorduk. Sanırım şimdi bile, bu sorunu aydınlatmak üzere yetmiş akıllı adamı çağırsak, ellerine dilediğiniz yayınları ve tanıklık belgelerini versek bile, bu arapsaçına onlar da çare bulamazdı. Bir kavganın arapsaçı dolaşıklıklarının açılabileceğinden kuşku duyarım: Ya kesip atmanız, ya bir kenara koymanız gerekir.[79*]
Akselrod, Zasuliç, Starover, Trotski ve Koltsov, 6 Ekim tarihli bu mektuba, İskra'nın yeni yazıkurulunun eline geçişinden ötürü gazeteye herhangi bir katkıda bulunmayacaklarını belirten birkaç satırlık mektupla karşılık verdiler. Martov yoldaş ise daha yazışkandı ve şu yanıtla bizi onurlandırdı: "RSDİP merkez yayın organı yazıkuruluna,
"Aziz yoldaşlar,
"6 Ekim tarihli mektubunuza karşılık olarak şu noktaları belirtmek isterim: 4 Ekim tarihinde Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden birinin de katıldığı toplantıda, Lenin yoldaşı Konseydeki 'temsilci'miz olarak seçme yüklenimi altına girmemiz koşuluyla, Akselrod'un, Zasuliç'in, Starover'in ve benim yazıkuruluna katılmamıza ilişkin önerinizi geri almaya sizi zorlayan nedenleri göstermeyi reddedişinizden beri, bir yayın organında birlikte çalışmamız hakkındaki konuşmaların sona erdiği düşüncesindeyim. Siz tanıklar önünde yaptığınız konuşmaları, o toplantıda ortaya koymaktan tekrar tekrar kaçındıktan sonra, bugünkü koşullar altında İskra'da çalışmayı reddedişimin nedenlerini bir mektupta açıklamanın gereği olmadığı kanısındayım. Gerekirse o nedenleri bütün partiye, ayrıntılarlyla açıklayacağım. Zaten parti, yazıkurulunda ve Konseyde bir sandalye kabul etmemi içeren, şimdi sizin yinelediğiniz öneriyi neden reddettiğimi ikinci kongre tutanaklarından öğrenecektir... [80*]
L. Martov"
Daha önceki belgelerle birlikte, bu mektup, yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde (ünlem işaretlerinin ve nokta nokta dizilerinin yardımıyla) büyük bir özenle kaçındığı boykot, çözülme, anarşi ve bir bölünme için hazırlanıldığı sorununu -yani dürüst ve haince iki savaşım yöntemi sorununu- hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak bir açıklıkla gözler önüne seriyor.
Yoldaş Martov ve ötekiler, farklılıklarını ortaya koymaya çağırılıyorlar, derdin ne olduğunu ve niyetlerini bize açıkça söylemeleri isteniyor, somurtmayı bırakmaları ve birinci madde üzerinde yapılan hatayı (ki bu hata sağa kayışlarıyla içsel bir bağla bağlıdır) sükünetle tahlil etmeleri salık veriliyor — ama Martov ve hempası konuşmayı reddediyor ve yaygarayı basıyor: "Çembere alındık! Bize zorbalık ediliyor!" "Dehşet verici sözler" korosu, bu gülünç çığlıkların hızını azaltamamıştır.
Sizinle birlikte çalışmayı reddeden birini çembere almak nasıl mümkün olabilir? Martov yoldaşa bunu sorduk. Azınlık olmayı reddeden bir azınlığa nasıl kötü davranılır, nasıl "zorbalık edilir", nasıl baskı yapılır? Azınlıkta olmanın zorunlu ve kaçınılmaz olarak getirdiği bazı mahzurlar vardır. Bu mahzurlar şunlardır: Ya belli sorunlarda sizin oyunuzu aşan, azınlıkta kaldığınız bir kurula katılırsınız, ya da dışında kalıp ona saldırır ve dolayısıyla, iyi doldurulmuş bataryaların ateşi altında kalırsınız.
Yoldaş Martov'un "sıkıyönetim" hakkındaki feryatları, azınlıktakilerle haksız ve haince savaşıldığı anlamına mı geliyor? Ancak böyle bir iddia (Martov'un gözünde) bir parçacık anlam taşıyabilir, çünkü, yineliyorum, azınlıkta olmanın zorunlu ve kaçınılmaz bazı mahzurları vardır. Ama işin asıl gülünç yanı, konuşmayı reddettiği sürece yoldaş Martov'la hiç bir biçimde savaşılamayacağıdır! Azınlık azınlık olmayı reddettiği sürece, hiç bir biçimde yönetilemez!
Martov yoldaş, merkez yayın organı yazıkurulunun, Plehanov'la ben o kuruldayken, yetkilerini aştığına, gücünü kötüye kullandığına dair tek bir olay gösteremez. Azınlığın örgüt içindeki görevlileri de Merkez Yönetim Kuruluyla ilgili olarak böyle bir tek olay ya da benzeri bir olay gösteremezler. Yoldaş Martov Sıkıyönetim'inde şimdi ne kadar işi çevirmeye çalışırsa çalışsın, sıkıyönetim feryatlarının "aciz sızlanmalar"dan başka bir şey olmadığı kesinlikle ortadadır.
Yoldaş Martov'la hempasının, kongre tarafından atanan yazıkuruluna karşı çıkışlarında makul kanıtlardan ne kadar yoksun oldukları en iyi biçimde, şu sözlerinde görülüyor: "Biz köle değiliz! " (Sıkıyönetim, s. 34). Kendini, yığın örgütünün üstünde ve yığın disiplininin dışında, "seçkin beyinler" arasında gören burjuva aydının zihniyeti, burada dikkate değer bir açıklıkla dile getiriliyor. Partide çalışmayı reddedişlerini "köle olmadıkları"nı söyleyerek açıklamak, kendini bütün bütün ele vermektir, herhangi bir savdan yoksun olduğunu itiraf etmektir, doyumsuzluğun (dissatisfaction) nedenlerini, makul nedenlerini hiç bir biçimde gösterememektir. Plehanov ve ben, çalışmayı reddedişlerini gösterecek hiç bir şey yapmadığımızı ilân ediyoruz; farklılıklarını ortaya koymalarını rica ediyoruz; verdikleri tek yanıt, (üyeliğe çağırılma konusunda henüz herhangi bir pazarlığın tamamlanmamış olduğunu ekleyerek) "biz köle değiliz" demek oluyor.
Birinci madde üzerindeki tartışmalarda, oportünist savlara ve anarşist laf cambazlığına duyduğu eğilimi ortaya koyarak kendini belli eden aydın bireyciliği için, tüm proleter örgütü ve disiplini köleliktir. Okurlar yakında göreceklerdir ki, bu "parti üyeleri"nin ve parti "yetkilileri"nin gözünde, yeni bir parti kongresi bile, "seçkin beyinler" için korkunç ve iğrenç bir kölelik durumudur. ... Bu "kurum" parti unvanından yararlanmaya karşı olmayan ama kendilerine verdikleri partili unvanının partinin çıkarlarıyla ve arzusuyla bağdaşmadığını pek iyi bilen kişiler için gerçekten korkunçtur.
Benim, yeni İskra yöneticilerine yazdığım ve yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde yayınladığı mektubumda sıraladığım komisyon kararları, azınlığın davranışının, kongre kararlarına düpedüz itaatsizliğe ve olumlu pratik çalışmayı başıbozukluğa kadar vardırdığını, gerçekleri ortaya koyarak göstermektedir. Oportünistlerden ve İskra'yı sevmeyenlerden oluşan azınlık, kongredeki yenilginin öcünü almak için yanıp tutuşarak ve ikinci kongrede kendilerine yöneltilen oportünistlik ve aydın istikrarsızlığı suçlamalarını onurlu ve dürüst yollardan (davalarını basında ya da bir kongrede açıklayarak) çürütmeyi asla başaramayacaklarını kavrayarak, partiyi parçalamaya çabaladı, parti çalışmalarına zarar verdi, o çalışmaları başıboşluğa sürükledi. Partiyi ikna edemeyeceklerini anladıkları için, partiyi başıboşluğa sürükleyerek, parti çalışmalarını köstekleyerek amaçlarına varmaya çalıştılar. (Kongredeki hatalarıyla) çanağı çatlatmaya neden olmakla suçlandılar; bu suçlamaya, çanağı tümden parçalamak için ellerinden gelen her çabayı göstererek yanıt verdiler.
Düşünceleri öylesine çarpıklaştı ki, boykot ve çalışmayı reddetmek, savaşımın "dürüst[81*] yöntemleri" ilân edildi. Şimdi Martov yoldaş bu nazik nokta çevresinde kıvır kıvır kıvranıyor. Yoldaş Martov öylesi bir "ilke adamı"dır ki, azınlık tarafından uygulanıldığı zaman boykotu savunur, ama kendi tarafı çoğunluk haline gelip de boykot onu tehdit ettiği zaman, ondan yakınır.
Sosyal-demokrat bir işçi partisinde dürüst savaşım yöntemlerinin ne olduğu konusunda olduğu gibi, bunun da bir yaygaracılık mı yoksa bir "ilke farklılığı" mı olduğuna, daha derinlemesine girmek gerektiğini sanmıyorum.
"Üyeliğe çağrılma" kavgasını başlatan yoldaşlardan bir açıklama alabilmek için (4 ve 6 Ekim tarihlerinde) yaptığımız başarısız girişimlerden sonra, merkez kurulları için, o yoldaşların, savaşımın dürüst yöntemlerine bağlı kalacakları şeklindeki sözlü güvencelerinin nasıl bir sonuç vereceğini bekleyip görmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı. 10 Ekimde Merkez Yönetim Kurulu, Birliğe (bkz: Birlik tutanakları, s. 3-5) bir genelge yolladı ve Birlik için bir tüzük hazırlamaya giriştiğini bildirerek, Birlik üyelerinden, yardım etmelerini istedi. O tarihte Birlik yöneticileri (bir oya karşılık iki oyla; ibid., s. 20) Birlik kongresi yapılmamasına karar vermişlerdi. Bu genelgeye azınlık yandaşlarının verdiği yanıtlar, kongre kararlarına bağlı kalınacağı ve boyun eğileceği yolundaki ünlü sözün, laftan öteye geçmediğini, ayrıca gerçekte merkez kurullarından gelen işbirliği çağrısına, safsata ve anarşist laf cambazlığıyla dolup taşan kaçamaklı özürlerle karşılık vermek suretiyle, azınlığın parti merkez kurullarına itaat etmemeye kesinlikle karar vermiş olduğunu derhal gösterdi. Birlik yöneticilerinden Deutsch'un ünlü açık mektubuna verdiğimiz yanıtta (Birlik tutanakları, s. 10) Plehanov, ben ve çoğunluğun öteki yandaşları, "Birliğin resmi bir yetkilisinin, bir parti kurulunun örgütlenme çalışmalarını kösteklemek ve öteki yoldaşları da aynı biçimde, disiplini bozmaya, tüzüğe karşı durmaya çağırmak suretiyle parti disiplinini aşırı ölçüde ihlal etmesini" şiddetle protesto ettik. "'Merkez Yönetim Kurulunun çağrısına uyarak böyle bir çalışmaya katılmakta kendimi serbest hissetmiyorum' ya da 'yoldaşlar, onların [Merkez Yönetim Kurulu] Birlik için yeni bir tüzük hazırlamasına izin vermemeliyiz', vb. türünden sözler", dedik, "parti, örgüt ve parti disiplini gibi sözlerin anlamını birazcık olsun kavrayan herkeste yalnızca nefret uyandıran türde kışkırtma yöntemleridir. Bu yöntemler, yeni kurulmuş bir parti kurumuna karşı kullanıldığı için daha da utanç vericidir ve bu yüzden de, kuşku yok ki, partili yoldaşlar arasında o kuruma karşı güveni kundaklama çabasıdır. Üstelik bu yöntemler, Birlik yönetiminin bir üyesinin mührüyle ve Merkez Yönetim Kurulunun arkasında uygulanmaktadır." (Birlik tutanakları, s. 17.)
Bu koşullar altında Birlik kongresi, dalaşmadan başka bir şey vaadetmiyordu.
Ta başından bu yana yoldaş Martov, "kişilerle uğraşma" şeklindeki kongre taktiklerini sürdürdü; bu kez özel konuşmaları çarpıtarak yoldaş Plehanov'la uğraşıyordu. Yoldaş Plehanov protesto etti, yoldaş Martov da sorumsuzluğun ya da öfkenin ürünü olan suçlamalarını geri almak zorunda kaldı (Birlik tutanakları, s. 39 ve 134).
Raporun sunulması zamanı geldi. Ben, parti kongresinde Birliğin temsilcisiydim. Raporumun özetine şöyle bir değinivermek (s. 43 ve sonrası)[82*] daha ayrıntılı olarak bu broşürün içeriğini oluşturan kongre oylamalarının ana çizgileriyle bir tahlilini yaptığımı okurlara gösterecektir. Raporumun ana özelliği, Martov ve hempasının, kendi hatalarından ötürü partinin oportünist kanadında yer aldıklarını kanıtlayışıydı. Gerçi bu rapor, çoğunluğu amansız karşıtlarımızdan oluşan bir topluluğa sunulmuştu ama, o kişiler, bu raporda, parti içindeki savaşımın ve tartışmanın dürüst yöntemlerinden ayrılan hiç bir şey bulamadılar.
Bunun tersine Martov'un raporu, benim olaylara bakışımın belli bazı noktalarındaki ufak-tefek "düzeltmeler" dışında (bu düzeltmelerin yanlışlığını yukarda göstermiştik) bozuk sinirlerin ürünü olmaktan başka bir şey değildi.
Çoğunluğun, bu ortam içinde savaşı sürdürmeyi reddetmesinde şaşılacak bir şey olmasa gerek. Yoldaş Plehanov "sahne"yi protesto etti (tutanaklar, s. 68) —bu, gerçekte olağan bir "sahne"ydi!— ve raporun özü hakkında daha önceden hazırlamış olduğu itirazları ortaya koymaksızın kongreden çekildi. Çoğunluğun hemen hemen bütün öteki yandaşları da yoldaş Martov'un "bayağı davranışı"na karşı yazılı bir protestoda bulunduktan sonra (Birlik tutanakları, s. 75) kongreden çekildiler.
Azınlığın kullandığı savaşım yöntemlerini herkes iyice anlamıştı. Biz azınlığı kongrede siyasal bir hata işlemekle, oportünizme kaymakla, bundcular, Akimov'lar Bruker'ler, Egorov'lar ve Mahov'larla bir koalisyon kurmuş olmakla suçlamıştık. Azınlık kongrede yenik düşmüştü. Şimdi azınlık sayısız türden çıkışların, atılımların, saldırıların, vb. tümünü kucaklayan iki savaşım yöntemi "geliştirmişlerdi".
Birinci yöntem — partinin bütün eylemlerini bozmak, çalışmalara zarar vermek, "herhangi bir gerekçe göstermeksizin" her şeyi kösteklemek.
İkinci yöntem — "hır" çıkarmak, vb.. vb..[83*]
Bu "ikinci savaşım yöntemi", görüşülmesine "çoğunluğun" doğal ki katılmadığı, Birliğin ünlü "ilke" kararlarında da açıkça görülmektedir. Yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde yeniden yayınladığı bu kararları inceleyelim.
Trotski, Fomin, Deutsch yoldaşlarla daha başkalarının imzaladığı birinci karar, parti kongresinin "çoğunluğu"na yöneltilmiş iki tezi içeriyor: 1) "Kongrede, esas itibariyle İskra'nın daha önceki siyasetiyle çatışan eğilimlerin açığa vurulmasından ötürü, Merkez Yönetim Kurulunun otoritesini ve bağımsızlığını güven altına alacak esaslara parti tüzüğünde yer vermeye yeterince dikkat gösterilmemiş olmasını, Birlik, derin bir esefle karşıladığını belirtir." (Birlik tutanakları, s. 83.)
Daha önce de gördüğümüz gibi, bu "ilke" tezleri Akimov lafazanlığından başka bir şey değildir; bu lafazanlığın oportünist niteliğini parti kongresinde yoldaş Popov bileortaya koymuştur. Gerçekte, Merkez Yönetim Kurulunun otoritesini ve bağımsızlığını "çoğunluğun" güven altına almayı amaçlamadığı savı dedikodudan başka bir şey değildir. Plehanov'la benim yazıkurulunda bulunduğumuz sıralarda, konseyde, merkez yayın organının Merkez Yönetim Kurulu üzerinde herhangi bir egemenliği olmadığını, ama martovcular yazıkuruluna katıldıktan sonra, merkez yayın organının, konseyde, Merkez Yönetim Kuruluna karşı egemenliği güven altına aldığını anmak yeter de artar. Biz yazıkurulundayken, konseyde, yurtdışında oturan yazarlar üzerinde, Rusya'daki partililer egemendi; yönetimi martovcular ele aldıktan sonra durum tersine döndü. Biz yazıkurulundayken konsey, bir kez olsun, pratik sorunlara müdahale girişiminde bulunmadı; okurların yakın bir gelecekte öğreneceği üzere oybirliğiyle üye çağırma işleminden bu yana bu tür müdahaleler başladı.
İncelemekte olduğumuz kararın ikinci tezi şudur: "...Partinin resmi merkez organlarını kurarken, kongre, gerçekte var olan merkez organlarının sürekliliğini sağlama gereğini görmezlikten gelmiştir..."
Bu tezin özü, merkez organlarının kimlerden oluşacağı sorununda gelip dayanıyor. "Azınlık", kongrede, eski merkez organlarının göreve uygun düşmediklerini gösterdikleri ve birçok hata işledikleri gerçeğinden kaçınmayı yeğ tutmuştur. Ama en gülünç olanı, hazırlık komitesiyle ilgili olarak "sürekliliğe" atıfta bulunulmasıdır. Daha önce gördüğümüz gibi, hazırlık komitesinin tüm üyelerinin onaylanmasını kongrede hiç kimse ima bile etmemiştir. Martov, kongrede, hazırlık komitesinden üç kişiyi kapsayan bir listenin kendisini aşağılatmak demek olduğunu çılgınlar gibi dövünerek öne sürmüştür. Kongrede "azınlığın" önerdiği kesin liste hazırlık komitesinden bir kişiyi (Popov, Glebov ya da Fomin ve Trotski), buna karşılık "çoğunluğun" listesi hazırlık komitesinden iki kişiyi (Travinski, Vasilyev ve Glebov) içermekteydi. Soruyoruz, "sürekliliğe" yapılan bu atıf, gerçekten bir "ilke ayrılığı" sayılabilir mi?
Eski yazıkurulunun, yoldaş Akselrod'un önderliğindeki dört üyesi tarafından imzalanan bir başka karara geçelim. "Çoğunluğa" yöneltilen, sonradan da basında birçok kez yinelenen belli-başlı suçlamaları bu kararda görüyoruz. Bu suçlamalar en iyi şekilde, yazıkurulu çevresinin üyeleri tarafından ifade edildiği biçimde incelenebilir. Suçlamalar, "partinin otokratik ve bürokratik yönetimi sistemi"ne, "gerçekten sosyal-demokratik bir merkeziyetçilik"ten farklı olarak, "bürokratik merkeziyetçiliğe" yöneltilmiştir. Karar, bürokratik merkeziyetçiliği şöyle tanımlamaktadır: bürokratik merkeziyetçilik "ön plana, iç birliği değil, salt mekanik yollardan, bireysel girişimin ve toplumsal eylemin sistemli olarak bastırılmasıyla sağlanan ve sürdürülen dışsal birliği, biçimsel birliği koyar"; bu nedenle de "toplumun bütünleyici parçalarını organik olarak biraraya getirme gücünde değildir"
Yoldaş Akselrod ve hempasının burada hangi "toplum"dan söz ettiğini, yalnızca tanrı bilir. Anlaşılan, yoldaş Akselrod, arzulanan hükümet reformları konusunda bir Zemstvo söylevi mi yazıyordu, yoksa "azınlığın" yakınılarını mı sayıp döküyordu, burasını kendisi de pek bilememektedir. Tatmin olmamış "yazıkurulu üyelerinin" yaygarasını ettikleri, parti içindeki "otokrasi"nin burada ne yeri var? Otokrasi, bir bireyin en yüksek, denetimsiz, seçimsiz, sorumluluktan uzak yönetimi demektir. "Azınlığın" yazılarından çok iyi bildiğimiz üzere, otokrat sözcüğüyle kastettikleri benim, başkası değil. Sözkonusu karar hazırlandığı ve kabul edildiği zaman, ben Plehanov'la birlikte merkez yayın organındaydım. Demek ki, yoldaş Akselrod ve hempası, Plehanov'un ve Merkez Yönetim Kurulundaki öteki üyelerin, partiyi, işin gerekleri hakkındaki düşünceleri doğrultusunda değil, otokrat Lenin'in arzusu doğrultusunda "yönettikleri" inancında olduklarını ifade ediyorlardı. Bu otokratik yönetim suçlaması, zorunlu olarak ve ister-istemez, yönetici organın, otokrat dışındaki bütün üyelerinin, bir kişinin elinde basit bir alet olduklarını, bir başkasının arzularının basit piyonları ve aracı olduklarını söylemek demektir. Bir kez daha soruyoruz, pek saygı değer yoldaş Akselrod için "ilke ayrılığı" bu mudur?
Dahası var, kararların kesin olarak geçerli saydıkları parti kongresinden henüz dönen "parti üyeleri"miz, burada hangi dış, biçimsel birlikten, söz ediyorlar? Dayanıklı bir temel üzerinde örgütlenmiş bir partide, birlik sağlamanın, parti kongresinden başka bir yöntemini biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa, ikinci kongreyi artık geçerli saymadıklarını açıkça ilân etme yürekliliğini neden göstermiyorlar? Güya örgütlenmiş bir partide birlik sağlama konusundaki yeni fikirlerini ve yeni yöntemlerini bize söylemeyi neden denemiyorlar?
Dahası var, partinin merkez yayın organı, görüş ayrılıklarını ortaya koymalarını salık verdiği halde, bunu yapmak yerine, "üyeliğe çağırılma" pazarlığıyla uğraşan bizim bireyci aydınlarımız hangi "bireysel girişime baskı"dan söz ediyorlar? Genel olarak, Plehanov ve ben ya da Merkez Yönetim Kurulu, bizimle birlikte herhangi bir "eylem"e girmeyi reddeden kişilerin bağımsız eylemlerini ya da girişimlerini nasıl olur da bastırabiliriz? Bir insan, katılmayı reddettiği bir kurulda, nasıl olur da "baskı altında tutulabilir"? Seçilmemiş yazıkurulu üyeleri, "yönetilmeyi" reddettikleri halde, nasıl olur da bir "yönetim sistemi"nden yakınabilirler? Biz, yoldaşlarımızı yönetmekte herhangi bir hata işlemiş olamayız, çünkü onlar hiç bir zaman bizim yönetimimiz altında çalışmış değildirler.
Ünlü bürokrasi hakkındaki bu feryatların, merkez organlarına seçilen kişiler hakkında duyulan tatminsizlik duygusunun yalnızca bir perdesi olduğu kongrede olanca ağırbaşlılıkla verilen sözden dönüşü örtmek için kullanılan bir incir yaprağı olduğu, sanırım apaçık ortadadır. Siz bir bürokratsınız, çünkü kongre tarafından benim arzuma uygun olarak değil, o arzuma karşın görevlendirildiniz; siz bir resmiyetçisiniz, çünkü kongrenin resmi kararlarına göre davranıyorsunuz, benim arzuma göre değil; siz büyük ölçüde mekanik bir hareket içindesiniz, çünkü benim üye çağırılma arzuma hiç dikkat etmiyor, yalnızca parti kongresindeki "mekanik" çoğunluktan söz ediyorsunuz; siz bir otokratsınız, çünkü, çevrecilik anlayışlarının kongre tarafından açıkça kabul edilmeyişinden hoşlanmadıkları için kendi çevrelerinin "sürekliliği"nde daha çok direnen eski uyuşuk bir takıma iktidarı teslim etmeyi reddediyorsunuz.
Bürokrasi hakkındaki bu feryatlar, belirttiğim nokta dışında, hiç bir gerçek anlam taşımamaktadır.[84*] Bu savaş yöntemi, yalnızca, azınlığın aydın istikrarsızlığını bir kez daha kanıtlamaktadır. Merkez kurulları seçiminin başarısız bir seçim olduğuna partiyi inandırmak istiyorlardı. Bu işi nasıl ele aldılar? Plehanov ve benim tarafımdan yönetiliş biçimine karşı çıkarak İskra'yı eleştirmekle mi? Hayır, bunu yapabilecek durumda değillerdi. Kullandıkları yöntem, partinin bir bölüğünün, nefret edilen merkez organlarının yönetimi altında çalışmayı reddetmesiydi. Ama dünyada hiç bir partinin hiç bir merkez organı, onun yönetimini kabul etmeyen kişileri yönetme yeteneğinde olduğunu gösteremez. Merkez organlarının yönetimini kabul etmemek partide kalmayı reddetmekle birdir; bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değil. Ve inandırma yerine yıkma çabası göstermeleri, onların tutarlı ilkelerden kendi fikirlerine inanç duymaktan yoksun olduklarını ortaya koymaktadır.
Bürokrasiden söz ediyorlar. Bürokrasi sözcüğü Rusçaya, yerde ve mevkide pekişme (concentration) olarak çevrilebilir. Bürokrasi, işin gereklerini, birinin kendi mesleğinin(career) çıkarlarına tabi kılması demektir; işin kendini ihmal ederek, dikkatini belli yerlerde toplamak demektir; fikirler için savaşmak yerine üyeliğe çağrılmak için kavga etmek demektir. Bu tür bir bürokrasinin parti için zararlılığı ve istenmezliği kuşkusuz doğrudur ve ben, şimdi partimizde çekişen iki taraftan hangisinin, böyle bir bürokrasiden suçlu olduğuna karar vermeyi, güven içinde, okurlara bırakabilirim... Onlar, birliğe ulaşma yöntemlerinin aşırı ölçüde mekanik olduğundan söz ediyorlar. Kuşku yok ki, aşırı ölçüde mekanik yöntemler zararlıdır; ama, parti, bazı kişilerin yeni görüşlerinin doğruluğuna inandırılmadan, hatta bu görüşler henüz partiye açıklanmadan önce o kişilerin parti organlarına yerleştirilmesinden daha mekanik bir savaşım yöntemi —yeni bir eğilimin eski eğilime karşı kullandığı savaşım yöntemi— düşünülüp düşünülemeyeceğini, burada da bir kez daha okurun yargısına bırakıyorum.
Ama azınlığın durup dinlenmeksizin kullandığı sloganlar, bugünkü olayda görülen "dönüş"ü başlattığına kuşku bulunmayan küçük ve özel davayla ilgili olmaksızın, belki de ilke açısından bir şeyler ifade ediyordur, belki de özel bazı fikir gruplarını ifade ediyordur. Belki de "üyelike çağırılma" kavgasını bir yana bırakabilseydik, bu sloganlar, farklı bir görüş sisteminin ifadesi haline gelebilirdi.
Sorunu bir de bu açıdan inceleyelim. Ancak her şeyden önce, böyle bir incelemeyi Birlik'te ilk kez yapmayı deneyenin, azınlığın anarşizme ve oportünizme kayışına değinen Plehanov olduğunu ve (tutumunun ilkelerle ilişkili olduğunu herkes itirafa hazır olmadığı için şimdi gücenen[85*] ) yoldaş Martov'un da, Sıkıyönetim'inde bu olayı tümden bilmezlikten geldiğini kayıtlara geçirelim.
Birlik kongresinde, Birliğin ya da herhangi bir yönetim kurulunun, kendisi için hazırlayacağı tüzüğün, Merkez Yönetim Kurulunun onayı olmaksızın ve hatta Merkez Yönetim Kurulu onaylamadığı zaman bile geçerli olup olmadığı genel sorusu ortaya atılmıştı. Düşünülürse, şundan daha açık bir şey olamaz: tüzük, örgütlenmenin resmi ifadesidir; bizim parti tüzüğümüzün 6'nci maddesine göre de, yönetim kurullarını kurma hakkı açıkça Merkez Yönetim Kuruluna bırakılmıştır; tüzük, bir yönetim kurulunun özerklik sınırlarını çizer ve sınırların çizilmesinde son söz, partinin yerel organına değil, merkez organına aittir. Bu, işin abecesi kadar basittir; ve çok bilmiş bir edayla, "örgütleme"nin, her zaman "tüzüğü onaylama"yı içermediğini öne sürmek çocukçadır (sanki Birliğin kendisi, resmi tüzük temelinde örgütlenmeyi, kendi arzusuyla ifade etmemiş gibi). Ama yoldaş Martov, sosyal-demokrasinin abecesini bile (umalim ki geçici olarak) unutmuştur. Onun fikrince, tüzüğün onaylanmasını istemek, yalnızca, "daha önceki devrimci İskramerkeziyetçiliğinin yerini bürokratik merkeziyetçiliğin aldığını" göstermektedir (Birlik tutanakları, s. 95) ve onun fikrince —yoldaş Martov bunu aynı konuşmasında söylemiştir— tartışılan konunun "ilke"ye ilişkin yani bu noktada yatmaktadır (Birlik tutanakları, s. 96). Bu, Martov'un, Sıkıyönetim'inde unutmayı yeğ tuttuğu bir ilkedir!
Plehanov yoldaş, Martov'u hemen yanıtlamış ve "kongrenin itibarını azaltıcı" nitelikteki bürokrasi ve hacıyatmaz, vb. gibi sözlerin kullanılmamasını rica etmiştir (Birlik tutanakları, s. 96). Bunun üzerine, bu tür ifadeleri, "ilke açısından, belli bir eğilimi niteleyen ifadeler" olarak gören Martov'la Plehanov arasında karşılıklı bir tartışma başlamıştır. O sıralarda çoğunluğu destekleyen öteki kişiler gibi Plehanov da ilkelerle değil, "üyelike çağırılmakla" ilgili olduklarını düşünerek bu tür ifadeleri gerçek değerleriyle almaktaydı. Ama yine de Martov'larla Deutsch'ların ısrarına uyarak (Birlik tutanakları, s. 96-97), Plehanov yoldaş, onların ilke saydıkları şeyleri, ilke açısından incelemeye koyuldu. "Eğer böyle olsaydı" dedi Plehanov (yani eğer yönetim kurulları, kendi örgütlerini biçimlendirmekte, kendi tüzüklerini yapmakta özerk olsalardı), "o zaman partiye karşı, bütüne karşı da özerk olurlardı. Bu bundcu bir görüş bile değildir, tepeden tırnağa anarşist bir görüştür. Anarşistler de böyle der: bireylerin hakları sınırsızdır derler; bu haklar birbiriyle çatışabilir derler; her birey, kendi haklarının sınırını kendisi saptar derler. Özerkliğin sınırlarını, grubun kendisi değil, onun bir parçasını oluşturduğu bütün belirlemelidir. Bund, bu ilkenin göze çarpıcı bir ihlaliydi. O yüzdendir ki, özerkliğin sınırlarını, kongre ya da kongrenin görevlendirdiği yüksek bir organ belirler. Merkez organının otoritesi, törel (ahlaki) ve aydınca bir saygınlığa dayanmalıdır. Kuşkusuz bu noktaya katılırım. Örgütün her temsilcisi, o örgüte ait kurumun törel saygınlığıyla ilgilenmek zorundadır. Ama bundan, saygınlık gerekliyse de otorite gerekli değildir sonucu çıkmaz. ... Otoritenin gücünü fikirlerin gücünün karşısına koymak, anarşistçe konuşmaktır, burada yeri olmamak gerekir." (Birlik tutanakları, s. 98.) Bu önermeler, büyük ölçüde işin abecesi türündendir, temeldir, gerçekte oya konmuş olması bile tuhaf olan (tutanaklar, s. 102) ve yalnızca "kavramlar birbirine karıştırıldığı" için sorun haline gelen (tutanaklar, anılan yer) belitlerdir (axioms). Ama azınlığın aydın bireyciliği, onları kaçınılmaz olarak, kongreyi baltalama isteğine ve çoğunluğa boyuneğmeyi reddetmeye sürüklemiştir; bu istek anarşistçe konuşmalardan başka hiç bir şeyle haklı gösterilemezdi. Azınlığın Plehanov'a verebileceği hiç bir yanıt bulunmayışını, yalnızca onun kullandığı oportünizm, anarşizm, vb. sözlerin aşırı ölçüde sert sözler olduğunu söyleyerek yakınmalarını belirtmek de hayli eğlendiricidir. Plehanov, "lése-majesté[86*] ve hacıyatmaz sözcükleri yerinde görülürken, jorecilik ve anarşizm sözcüklerine neden yer olmadığı"nı sorarak, bu yakınmalarla bir güzel alay etti. Buna hiç, bir yanıt verilmedi. Esasen bu garip quid pro quo,[87*] Martov, Akselrod ve hempasının başına sık sık gelmiştir: yeni sloganları, açıkça sınırlılığın damgasını taşımaktadır; gerçekleri belirtmek onları gücendirir —bildiğiniz gibi ilke adamıdırlar; ama kendilerine, parçanın bütüne boyuneğmesi gereğini ilke olarak yadsırsanız siz bir anarşistsiniz denmiş ve yine gücenmişlerdir—, ifade pek kuvvetliymiş çünkü! Başka deyişle, Plehanov'a karşı bir savaş vermek isterler, ama onun ciddi bir tepki göstermemesi koşuluyla!
Yoldaş Martov ve birçok başka "menşevik"[88*] beni kaç kez, pek çocukça bir tutumla şu "çelişki "ye düşmekle suçlamışlardır: Ne Yapmalı?'dan ya da Bir YoldaşaMektup'tan, ideolojik etki, etkinlik savaşımı, vb.'den sözeden bir bölüm alırlar ve bu bölümü, tüzüğü kullanarak etkinlik sağlama "bürokratik" yöntemiyle, otoriteye dayanma "otokratik" eğilimiyle, vb. karşıtlarlar, bunlar arasında bir karşıtlık bulmaya çalışırlar. Ne kadar da saflar! Önceleri bizim partimizin resmen örgütlenmiş bir bütün olmadığını, yalnızca ayrı gruplar toplamı olduğunu, bu nedenle de bu gruplar arasında, ideolojik etki ilişkisi dışında herhangi bir ilişkinin olanaklı olmadığını çoktan unutmuşlardır. Şimdiyseörgütlenmiş bir parti haline geldik. Bu, otoritenin kurulmasını, fikir gücünün otorite gücü haline dönüştürülmesini, daha alt düzeydeki parti kurullarının daha üst düzeydeki kurullara bağlanmasını içerir. Böyle basit, temel şeyleri salt eski ahbapların kulağına küpe olsun diye ağza sakız yapmanın insanı rahatsız etmesinin nedeni, bunun temelindeki şeyin, seçimlerde azınlığın çoğunluğa rıza göstermeyi reddediğinin yattığını bilmekten ötürüdür. Ama ilke açısından bakıldığında, benim çelişkiye düştüğümü böyle sonu gelmez biçimde öne sürmek, gelip anarşist lafazanlıka dayanır, başka bir şeye değil. Yeni İskra bir parti kurumunun unvanını ve haklarını kullanmaya, onlardan yararlanmaya karşı değildir, ama partinin çoğunluğuna boyuneğmek de istemez.
Eğer bürokrasi konusundaki sözler herhangi bir ilkeyi içeriyorsa, eğer parçanın bütüne boyun eğme görevinin anarşistçe yadsınması değilse, o zaman karşı karşıya olduğumuz şey, bireysel aydınların proletarya partisine karşı sorumluluğunu azaltmaya çalışan, merkez kurullarının etkinliğini zayıflatmak isteyen, partideki en az sebatli öğelerin özerkliğini genişletmek isteyen, örgütsel ilişkileri salt platonik bir düzeye indirgemek ve yalnızca sözle kabul etmek isteyen bir oportünizm ilkesidir. Bunu parti kongresinde gördük; şimdi Birlik Kongresinde Martov ve hempasının dudaklarından dökülen "canavarca" merkeziyetçiliğe ilişkin sözlerin tam aynısını orada da Akimov'larla Lieber'ler söylemişlerdi. Martov'la Akselrod'un örgütlenme konusundaki "görüşleri"ne, bir raslantı olarak değil, yalnızca Rusya'da değil ama tüm dünyada, bizzat o görüşlerin yapısı nedeniyle oportünizmin kılavuzluk ettiğini, yoldaş Akselrod'un yeni İskra'daki yazısını incelerken, daha sonra göreceğiz.