DİLLERİN EŞİTLİĞİ OLAYI
Viladimir İliç Lenin Bir Adım İleri, İki Adım Geri
Kongre oturumlarının tarih sırasına dönelim yeniden.
Gayet inandırıcı bir biçimde gördük ki, henüz kongre asıl işlerini görüşmek üzere toplanmadan önce, yalnızca iskracı-karşıtlarından (sekiz oy) oluşan tam anlamıyla kesin bir grubun değil, ara yerde kararsız öğelerden oluşan, sekiz iskracı-karşıtını desteklemeye ve bu oyları yaklaşık onaltı ya ya da onsekize çıkarmaya hazır bir grubun daha var olduğu açığa ortaya çıkmıştı.
Kongrede alabildiğine ve ayrıntılarıyla tartışılan Bund'un parti içindeki yeri sorunu, pratik karar, örgüt konusundaki tartışmalara kadar ertelenirken, gelip ilke konusunda karar vermeye dayanmıştı. Buna ilişkin noktalara kongreden önce basında geniş geniş yer verildiği için, kongredeki görüşmeler yeni pek az şey getirdi. Ancak belirtilmesi gerek ki, Raboçeye Dyelo yandaşları (Martinov, Akimov ve Bruker) bir yandan Martov'un önergesini benimserken, bir yandan da önergeyi yeterli bulmadıklarını ve bu önergeden çıkarılan sonuçlarla görüş birliğinde olmadıklarını belirttiler (tutanaklar, s. 69, 73, 83 ve 86).
Kongre, Bund'un yeri sorununu tartıştıktan sonra programa geçti. Bu konudaki görüşmeler, daha çok, pek az ilgi çekici olan ayrıntılara ilişkin değiştirgeler üzerinde yoğunlaştı. İlke sorunlarında iskracı-karşıtlarının muhalefeti, kendiliğindenlik ve bilinçlilik sorununun ünlü sunuluşuna yoldaş Martinov'un yönelttiği saldırıda ifadesini buldu. Kuşku yok ki, Martinov'u, bundcular ve Raboçeye Dyelo yandaşları, son neferlerine kadar desteklediler. Martinov'un itirazlarının çürüklüğünü, başkalarının yanı sıra, Martov'la Plehanov gözler önüne serdi. İşin dikkati çeken garip yanı şu ki, İskra yazıkurulu (anlaşılan bir kez daha düşünüp taşındıktan sonra) şimdi Martinov'un yanında yer almıştır ve bugün, bir zamanlar kongrede söylediklerinin tersini söylüyorlar![12] Bu, ünlü "süreklilik" , ilkesinden ileri geliyor olsa gerek. ... Bize, yazıkurulunun sorunu tümden aydınlığa çıkarmasını ve Martinov'la hangi noktalarda, ne zamandan beri, ne ölçüde görüş birliğinde olduklarını açıklamalarını beklemek kalıyor. Bu arada yalnızca şunu soralım: Herhangi bir kişi, şimdiye dek, kongrede söylediğinin tam tersini söyleyen bir parti organı yazıkurulu görmüş müdür?
İskra'nın merkez yayın organı olarak kabulüne ilişkin savları (bunu yukarda ele almıştık) ve tüzük üzerindeki görüşmelerin başlangıcını (bu konuyu tüzük görüşmelerinin tümü içinde incelemek daha yerinde olacaktır) bir yana bırakarak, program görüşmelerinde ortaya çıkan ilke ayrılıkları üzerinde duralım. Her şeyden önce, çok karakteristik bir nitelikte olan bir ayrıntıya, nispi temsil üzerindeki görüşmeye değinelim. Yujni Raboçi'den yoldaş Egorov, bu noktanın programa alınmasını istedi; ancak bunu öyle bir biçimde öne sürdü ki, (azınlık iskracısı) Posadovski, haklı olarak, "ciddi bir görüş ayrılığı" bulunduğuna işaret etti. "Hiç kuşku yok ki", dedi yoldaş Posadovski, "şu temel sorunda aynı görüşte değiliz: Gelecekteki siyasetimizi belli temel demokratik ilkelere bağlamalı ve o ilkelere mutlak bir değer mi vermeliyiz, yoksa tüm demokratik ilkeler partimizin çıkarlarına bakışla ikinci derecede mi gelmeli? Ben kesinlikle ikincisinden yanayım." Plehanov da, daha kesin ve kuvvetli ifadelerle "demokratik ilkelerin mutlak değeri"ne ve o ilkelerin "soyut biçimde" ele alınmasına itiraz ederek, Posadovski'ye "tam olarak katıldığı"nı belirtti. "Teorik olarak" dedi Plehanov, "biz sosyal-demokratların genel oya karşı çıkabileceğimiz bir durum sözkonusu olabilir. Bir zamanlar İtalyan cumhuriyetleri burjuvazisi, soyluları siyasal haklarından yoksun bırakmıştı. Yüksek sınıflar devrimci proletaryanın siyasal haklarını nasıl sınırladıysa, devrimci proletarya da onların siyasal haklarını aynı biçimde sınırlayabilir." Plehanov'un konuşması alkışlarla ve ıslıkla karşılandı. Plehanov, salondakilerden birinin Zwischenruf'unu [Müdahalesini. -ç.] protesto ederek "ıslıklamamanız gerekir" dediği ve yoldaşlara, tezahüratlarını gemlememelerini söylediği zaman yoldaş Egorov ayağa kalktı: "Böyle konuşmalar alkışlandığı zaman, ben ıslıklamak zorundayım" dedi. Yoldaş Goldblatt'la (Bund temsilcisi) birlikte yoldaş Egorov, Posadovski'yle Plehanov'un görüşlerine karşı çıktı. Ne yazık ki, görüşmeler sona ermişti, bu nedenle o görüşmeler sırasında ortaya çıkan bu sorun, çabucak sahneden çekildi. Ama şimdi yoldaş Martov'un Birlik kongresinde "Bu sözler [Plehanov'un sözleri] bazı temsilcilerin öfkesine yolaçtı; eğer yoldaş Plehanov, proletaryanın, kendi zaferini (sayfa: 38) pekiştirmek için, basın özgürlüğü gibi siyasal hakları ayaklar altına alması kadar trajik bir durumu düşünmenin bile kuşkusuz olanak dışı olduğunu ekleseydi, temsilcilerin öfkesinden sakınılabilirdi... (Plehanov: 'Mersi') dediği zaman, bu olayın önemini küçümsemeye hatta tümden yadsımaya çalışıyor. Oysa bu yarar sağlamaz (Birlik kongresi tutanakları, s. 58). Martov'un bu yorumu, yoldaş Posadovski'nin "ciddi görüş ayrılığı" hakkında ve "temel sorunda" beliren anlaşmazlık konusunda kongrede söylediği sözlerle cepheden çelişiyor. Bu temel sorunda, kongredeki bütün iskracılar, İskra'ya-karşı olan "sağ"ın (Goldblatt) ve kongre "merkezi"nin (Egorov) sözcülerine karşı durdular. Bu bir gerçek. Üstelik rahatlıkla söylenebilir ki, eğer "merkez" (umarım bu sözcük, ılımlılığın "resmi" yandaşlarını, başka herhangi bir sözderi daha az sarsacaktır) "sınırlama olmaksızın" (yoldaş Egorov ya da Mahov'un ağzıyla) bu konuda ya da benzer sorunlarda konuşma fırsatını bulsaydı, ciddi görüş ayrılığı derhal kendini gösterirdi.
Ama ciddi görüş ayrılığı, gene de "dillerin eşitliği" sorununda daha da göze batıcı biçimde ortaya çıktı (tutanaklar, s. 171 ve devamı). Bu nokta üzerinde belagatli olan şey, görüşmelerden çok, oylamaydı: sayarsak tam onaltı kez oylama yapıldı. Ne üzerinde? Programda bütün yurttaşların, cins, vb., ve dil ayrımı gözetmeksizin eşit olduğu koşulunu belirtmek yeterli miydi, yoksa "dillerin eşitliği" ya da "dil özgürlüğü" esası mı getirilmeliydi? İşte bunun üzerinde... Birlik kongresinde yaptığı konuşmada yoldaş Martov: "Programın bir noktasının yazılışı üzerindeki önemsiz bir tartışma, sonunda tam bir ilke sorununa dönüştü. Çünkü kongrenin yarısı, program komisyonunu devirmeye hazırlanmıştı" dediği zaman, bu olayı oldukça doğru bir biçimde dile getirmişti. Gerçekten böyle![7*] Anlaşmazlığın ilk ağızdaki nedeni gerçekten önemsizdi; bununla birlikte bir ilke sorununa dönüştü ve sonunda program komisyonunu "devirme" girişimine, bazı kişilerde "kongreyi yanlış yola yöneltme" isteğinin var olduğundan kuşkulanılmasına (Egorov'un Martov'dan kuşkulanması), en çirkininden kişisel sövgülere (tutanaklar, s. 178) kadar varan acı biçimlere büründü. Hatta yoldaş Popov bile, "küçücük şeylerin", üç oturum boyunca (16, 17 ve 18'inci oturumlar) egemen olan "böyle bir havaya yolaçmasından üzüntü duyduğunu belirtti".
Bütün bu sözler, kesinlikle ve açıkça çok önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: "kuşku" havası ve en tatsız çatışma biçimleri ("devirme"), —ki sonradan, Birlik kongresinde bundan iskracı çoğunluk sorumlu tutulmuştur— biz daha çoğunluk ve azınlık diye bölünmeden çok önce ortaya çıkmıştı. Bir kez daha belirtiyorum, bu çok büyük önem taşıyan bir gerçektir, temel bir gerçektir; bunu kavrayamamak birçok kişiyi, kongrenin sonundaki çoğunluğun yapay olduğu şeklinde düşüncesiz yargılara sürüklemiştir. Kongredeki temsilcilerden onda-dokuzunun iskracı olduğunu iddia eden yoldaş Martov'un şimdiki görüşü açısından, "ufaktefek şeyler"in, "önemsiz" bir nedenin, sonunda "ilke sorunu"na dönüşen ve bir kongre komisyonunun neredeyse devrilmesine varan bir çatışmaya yolaçmış olması gerçeği, kesinlikle anlaşılmaz ve saçma bir şeydir. Yakınıp sızlanarak ve "zarar verici" nükteler için üzülerek bu gerçekten kaçınmak gülünçtür. Hiç bir kırıcı nükte çatışmayı bir ilke sorunu haline getiremezdi; böyle bir şey, ancak kongredeki siyasal gruplaşmaların karakteri nedeniyle ortaya çıkabilirdi. Çatışmaya yolaçan şey, kırıcı ifadeler ya da nükteler değildi — bu ifadeler ve nükteler, kongredeki siyasal gruplaşmanın kendisinin bir "çelişki"yi içinde taşıdığı, çatışmayı yaratacak bütün her şeyi içinde barındırdığı, en küçük bir konuda, en ufak bir neden üzerine her yerde kendini gösteren bir güçle patlak veren bir iç benzeşmez (heterogen) yapıyı barındırdığı gerçeğinin belirtileriydi.
Öte yandan, benim kongreye bakış açımdan, olayların belli bir siyasal yorumu olarak yüce tutmayı görev saydığım görüş açısından —her ne kadar bu yorumu bazı kişiler saldırgan görseler de—, evet bu görüş açısından, "'ufak" bir nedenden çıkan deva bulmaz müzmin ilke çatışması hem anlaşılır bir şeydir, hem de kaçınılmaz bir şey. Kongremizin başından sonuna kadar iskracılarla iskracı-karşıtları arasındaki bir savaşım sürüp gittiğine, bunların arasında kararsız öğeler bulunduğuna ve bu kararsız öğeler iskracıkarşıtlarıyla birlikte oyların üçte-birini denetim altında tuttuğuna göre (51 oydan, benim yaklaşık hesabıma göre, 8 + 1 0 = 18), apaçık ve doğal olarak ortada ki, iskracılardan ufak bir azınlığın kopması bile, İskra'ya-karşı olan eğilimin zaferi olasılığını yaratabilirdi; "çılgınca" bir savaşıma yolaçması bundandır. Bu durum, yersiz, kırıcı ifadelerin ve saldırıların değil, siyasal toplaşmaların sonucuydu. Siyasal çatışmaya yolaçan şey, kırıcı ifadeler değildi; kırıcı ifadelere ve saldırılara yolaçan şey, kongredeki gruplaşmaların kendisinde siyasal çatışmanın var olmasıydı. Bu karşıtlık, kongrenin siyasal önemini ve sonuçlarını değerlendirmede Martov'la benim aramda bulunan büyük ilke anlaşmazlığını gözler önüne seriyor.
Kongre boyunca toplam üç büyük konuda az sayıda iskracı çoğunluktan koptu. Bu üç konu, dillerin eşitliği sorunu, tüzüğün birinci maddesi ve seçimlerdi. Her üç konuda da çok şiddetli bir savaşım ortaya çıktı, bugün partide tanık olduğumuz sert bunalıma yolaçtı. Bu bunalımı ve savaşımı siyasal yönden kavrayabilmek için, nüktelerin yakışıksızlığına dair sözlerle yetinmemeli, kongrede çatışan görüşlerin siyasal gruplaşmalarını incelemeliyiz. Farklılığın nedenleri açısından, "dillerin eşitliği" olayı iki kat ilginçti. Çünkü o noktada Martov iskracıydı (evet, henüz idi!) ve iskracı-karşıtlarıyla ve "merkez"le belki de herkesten daha sert savaşmıştı.
Savaş, yoldaş Martov'la, bundcuların önderi Lieber arasındaki bir tartışmayla başladı (tutanaklar, s. 171-172). Martov, "yurttaşların eşitliği" isteminin yeterli olduğunu iddia etti. "Dil özgürlüğü" reddedildi, ama hemen "dillerin eşitliği" önerisi ortaya atıldı ve yoldaş Egorov bu kavgada Lieber'e katıldı. Martov, "konuşmacıların, ulusal toplulukların eşitliğinde ısrar edip eşitsizliği dil alanına aktarmalarının" fetişizm olduğunu söyledi, "oysa sorun tam ters açıdan ele alınmalıydı: ulusal toplulukların eşitsizliği ortadaydı, bunun görünümlerinden biri de belli bazı uluslara bağlı olan insanların kendi ana dillerini kullanmaktan yoksun bırakılmalarıydı" (tutanaklar, s. 172). Bu noktada Martov, kesinlikle haklıydı. Lieber'le Egorov'un, kendi formüllerinin doğruluğunda direnmeleri ve bizim, ulusal toplulukların eşitliği ilkesini yüce tutmadığımız ya da bunda isteksiz olduğumuzu kanıtlama şeklindeki temelsiz çabaları, gerçekten bir tür fetişizmdi. Gerçekten de "fetişe tapanlar" gibi, ilkeyi değil, sözcüğü savunuyorlardı, bir ilke yanılgısına düşme korkusundan değil, insanlar ne der korkusundan hareket ediyorlardı. Hazırlık komitesi olayıyla ilgili olarak daha önce belirttiğimiz bu zayıf ruh hali (acaba "başkaları" ne der?) bu noktada tüm "merkez"cilere egemendi. Sözcülerinden bir başkası, Yujni Raboçi grubuna daha yakın olan, maden bölgesi temsilcisi Lvov şöyle dedi: "Sınır bölgelerinin ortaya attığı, dillerin baskı altına alınması sorunu ciddi bir sorundur. Programımızda dil konusunda bir maddeye yer vermek ve sosyal-demokratların ruslaştırma eğilimi taşıdıklarına dair herhangi bir olası kuşkuyu böylece gidermek önemlidir." Sorunun "ciddiliği" hakkında dikkate değer bir açıklama! Çok ciddi, çünkü sınır bölgelerinin duyabileceği kuşkuların yatıştırılması gerekiyor! Konuşmacı, sorunun özü hakkında kesinlikle hiç bir şey söylemiyor, fetişizm suçlamasını çürütmüyor, ama tamamen doğruluyor, çünkü kendi savlarını ortaya koymuyor, yalnızca sınır bölgelerinin ne diyeceğini söylüyor. Kendisine, onların söyleyebileceklerinin doğru olmayacağı anlatılıyor. Ama o, bunun doğru olup olmadığını araştırmaksızın şu yanıtı veriyor: "Kuşkulanabilirler."
Sorunun böyle konması, üstelik ciddi ve önemli olduğu savıyla pekiştirilmesi, ortaya gerçekten bir ilke sorunu çıkarır, ama Lieber'lerin, Egorov'ların ve Lvov'ların anladıkları türden bir ilke sorunu değil. Ortadaki ilke sorunu şudur: Programın genel ve temel tezlerini, kendi özel koşullarına uygulamayı ve o tezleri böyle bir uygulama amacıyla geliştirmeyi partinin örgütlerine ve üyelerine mi bırakmalıyız, yoksa salt kuşku duyulur korkusuyla programı, küçük ayrıntılarla, ufak-tefek şeylerle, yinelemelerle ve kaçamaklı safsatayla mı doldurmalıyız? Ortadaki ilke sorunu şudur: Sosyal-demokratlar, kaçamaklı safsatayla savaşta nasıl olur da temel demokratik hakların ve özgürlüklerin sınırlandırılması çabasını görebilirler ("bundan kuşkulanabilirler"). Kaçamaklı safsataya fetişist tapınıdan kendimizi ne zaman kurtaracağız? "Diller" konusundaki çekişmeyi gözlerken aklımıza gelen düşünce bu oldu.
Birbirini izleyen ve ad okunarak yapılan oylamalar, bu konudaki çekişmede temsilcilerin gruplaşmasını özellikle gözler önüne serdi. Üç kez oylama yapıldı. iskracılara-karşı olanlar (sekiz oy), her oylamada, İskra çekirdeğine, tam bir birlik içinde karşı durdular. Tüm merkez de (Mahov, Lvov, Egorov, Popov, Medvedev, İvanov, Çaryov ve Byelov — ilk kez son ikisi yalpaladı, gâh çekimser kaldı, gâh bizimle birlikte oy kullandı ve tutumları ancak üçüncü oylamada açıklığa çıktı) hafif dalgalanmalarla İskra çekirdeğine muhalefet etti. İskracılardan bazıları —daha çok da Kafkasyalılar (altı oyu olan üç temsilci)— ve bu sayede, "fetişist" eğilim sonunda üstünlük kazandı. Her iki eğilimin yandaşlarının tutumlarını tam olarak aydınlığa çıkardıkları üçüncü oylamada, altı oya sahip üç Kafkasyalı, çoğunluk iskracılardan koptular ve karşı tarafa geçtiler; iki oya sahip iki temsilci —Posadovski ve Kostiş— azınlık iskracılardan koptu. İlk iki oylamada aşağıdaki kişiler ya karşı tarafa geçti ya çekimser kaldı: Çoğunluk iskracılardan Lenski, Stepanov ve Gorski ve azınlıktan Deutsch. İskracıların (toplam otuzüç oyundan) sekizinin karşı tarafa geçmesi, iskracılara-karşı olanlarla kararsız öğeler arasındaki koalisyona üstünlük kazandırdı. Tüzüğün l'inci maddesiyle seçimler için yapılan oylamada (bu kez başka iskracıların ayrılmasıyla) yinelenen şey, kongredeki bu temel gruplaşma gerçeği idi. Seçimlerde yenilgiye uğrayanların, şimdi, bu yenilginin siyasal nedenlerine ve bunun yanı sıra kararsız ve siyasal yönden zayıf olanları giderek ortaya çıkaran ve partinin gözünde, ne olduklarını amansız bir biçimde sergileyen çatışmaların hareket noktasına gözlerini dikkatle yummaları hiç de şaşırtıcı değildir. Dillerin eşitliği olayı, bize, bu çatışmayı daha da açıklıkla göstermektedir. Çünkü o zaman yoldaş Martov, henüz Akimov'la Mahov'un onayını ve övgülerini kazanmamıştı.