Header Ads

Header ADS

Çin Revizyonistlerinin Çelişkiler Sorunundaki Tavrı İdealist, Revizyonist ve Teslimiyetçi Bir Tavırdır.

Enver Hoja

Marksizm-Leninizmin öğretilerine dayanan doğru bir devrimci stratejinin uygulanması, yalnızca dünya devrim ve kurtuluş akımının itici güçlerinin bütünlüklü diyalektik çözümleme ve değerlendirilmesini, güçlü ve zayıf yönleriyle, düşman güçlerin doğru değerlendirilmesini değil; çağımızı niteleyen çelişkilerin doğru ve bilimsel bir kavranışını da gerektirmektedir.

Eğer çelişkileri somut gerçekler ve olayların gerçek gelişmesiyle bağlantılı olarak, Marksist-Leninist teorinin öğretilerine göre yorumlarsak hata yapmayız.

Çelişkilere ilişkin olarak, Çin liderleri Marksist-Le- ninist klasiklerin açıkça belirttiği birçok tez üstüne «teoriler kuruyor», «yorumlar», «felsefeler» yapıyor; onları kötü yorumluyor ve karmakarışık ediyorlar. Çelişkileri gerçekte olduklarından farklı yorumlayarak, kurtuluş mücadelesinin, halkların, devrimin ve sosyalizmin inşasının değil, burjuvazinin ve emperyalizmin yararına anlaşmalar yapıyor, uzlaşıyorlar. Marksist-Leninist filozoflar gibi görünmek isteyen bu kişilerin iki maskesi var: Biri onları Marksist-Leninist teorinin safındaymış gibi göstermek için diğeri pratikte onu çarpıttıklarını gizlemek için.

Çelişkilere, ittifaklara ve uzlaşmalara ilişkin tavırları; uluslararası durumun, dünyada varolan çelişkilerin, emperyalist devletler arasındaki, çeşitli kapitalist devletler arasındaki çelişkilerin, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin vb. çarpıtılmış ve pragmacı çözümlemesinden kaynaklanmaktadır. Bu tavrın kökü, onların idealist ve revizyonist dünya görüşlerinde yatmaktadır.

Ama, Çin yöneticilerinin çelişkiler, ittifaklar ve uzlaşmalar sorununu tartışmaya açmaları rastlantı değildir. Çin önderliği artık maskesini atmış ve devrimin karşısında açıkça yerini almıştır. Çin yönetimi sağ oportünizmin, revizyonizmin bayraktarı oldu. Tüm revizyonistler gibi, Çin Komünist Partisi liderleri de Marks, Engels, Lenin ve Stalin’den alıntılar yaparak Marksist-Leninist teoriden ayrılmalarını, revizyonist yönelimlerini «haklı gösterme»ye çalışıyorlar. Elbette bu alıntıları güdükleştiriyor, parçalıyor ve bütünlüğünden koparıyorlar ve bunları sakatlanmış biçimde, gerici tavırlarını ve tezlerini Marksist-Leni- ninist olarak yutturmak için kullanıyorlar. Ama Çin revizyonistleri, doğru teorimizi bozan, budayan ve gizli amaçlara uygun biçimde yorumlayanların ne ilkidir, ne de sonuncusu. Onlardan çok önce sosyal-demokrasinin şefleri, Titocu, Sovyet, İtalyan, Fransız revizyonistleri ve diğerleri aynı şeyi yaptılar ve hâlâ da yapıyorlar.

Çin yöneticileri, çelişkiler üstünde hokkabazlık yaparak, herşeyden önce Amerikan emperyalizmine karşı tavırlarını haklı çıkarmaya, onunla yakınlaşma ve işbirliği y olunu açmaya çalışıyorlar.

Çin revizyonistleri günümüz dünyasında tek bir çelişki olduğunu ve bunun, «üçüncü dünya»yı, «ikinci dünya» yı ve «birinci dünya»nın yarısını Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getiren çelişki olduğunu öne sürüyorlar. Halkları bir küme emperyalist ile birleştiren bu tezden yola çıkarak, tüm sınıf çelişkilerinin bir yana bırakılması ve yalnızca Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı mücadele verilmesi gerektiğini savunuyorlar.

Halklar ve süper devletler arasındaki çelişkiler ve süper devletlerin kendi aralarındaki çelişkiler sorununu çözümleyelim.

Günümüz koşullarında, iki emperyalist süper devlete karşı, kapitalist baskı ve sömürü sistemini savunan en büyük gücü oluşturan, dünya gericiliğinin ana kaleleri olan Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Sovyetler Birliği’ ne karşı ilkeli tavır, tutarlı devrimci strateji ve taktik saptamak için çok önemlidir. Onlar, devrimin, sosyalizmin ve tüm dünya halklarının can düşmanlarıdır; en tehlikeli düşmanlarıdır; her devrimci ve kurtuluş hareketine karşı iğrenç uluslararası jandarma rolünü üstlenmişlerdir; en saldırgan, en savaş kışkırtıcısı devletlerdir ve eylemleriyle dünyayı mahvedici bir savaşa doğru götürmektedirler.

Hiç kimse, hele hele Arnavutluk Emek Partisi hiç mi hiç, günümüzün en büyük iki emperyalist devleti olan Amerikan emperyalizmi ile Sovyet sosyal-emperyalizmi arasındaki derin çelişkileri yadsıyamaz. İki süper devlet arasındaki çelişkilerin varlığını belirtmekle yetinmedik, derinleştiğini de vurguladık. Buna paralel olarak, süper devletler belli sorunlarda anlaşmaya varmaya çalışıyorlar. Lenin bu olguyu, sermayenin iki eğilimi ile açıklıyor ve şöyle diyor :

«... iki eğilim vardır-biri tüm emperyalistlerin ittifakını kaçınılmaz hale getirir, diğeri bazı emperyalistleri diğerlerinin karşısına çıkarır...»*

Ama iki süper devlet arasında neden uzlaşmaz çelişkiler ve uzlaşmazlıklar [antagonizma] vardır? Çünkü, büyük emperyalist devletler olduklarından her biri dünya hegomonyası için, yeni etki alanları yaratmak ve halkları köleleştirmek ve sömürmek için savaşıyor. Her ikisinde de var olan istek ve hırs, aralarındaki çelişkinin ve şiddetli sürtüşmenin kaynağıdır. Bu sürtüşme aralarında bir savaşa, hatta kanlı bir dünya savaşına bile yol açabilir.

Devrimin ve halkların kurtuluş mücadelelerinin çıkarları için süper devletler arasındaki çelişkilerden yararlanmak, biz Marksist-Leninistlere düşer.

Düşman kamptaki çelişkilerden yararlanma, devrimci strateji ve taktiklerin parçasıdır. Stalin, ülke içinde işçi sınıfının düşmanlarının saflarındaki ya da uluslararası alanda emperyalist devletler arasındaki çelişki ve anlaşmazlıklardan yararlanmayı proleter devrimin dolaylı yedek gücü olarak tanımlıyor. Lenin ve Stalin’in önderliğindeki sosyalist Sovyet devletinin, Ekim Devrimi’nden sonraki dönemde ya da II. Dünya Savaşı yıllarında emperyalistler arası çelişkileri dikkate aldığı ve onlardan yararlandığı iyi bilinen bir tarihsel gerçektir.

Ama, devrimci güçler ve sosyalist ülkeler, düşmanlar arasındaki çelişkileri değerlendirmek ve bunlardan yararlanmak için, her durum ve koşulda bu çelişkileri ve onların keskinlik derecesini, belli bir dönem ve anda güçler oranını Marksist-Leninist çözümleme ile ele almalı ve hangi yolla, hangi biçimde, hangi araçlarla bu çelişkilerden yararlanılacağını belirlemelidirler. İlke, bu çelişmeleri devrimin yararına, halkların ve onların özgürlüklerinin yararına, sosyalizm davasının yararına kullanmaktır. Düşmanlar arasındaki çelişmelerden yararlanma devrim ve kurtuluş hareketinin gelişmesini ve güçlenmesini sağlamalı, zayıflamasına ve sönmesine yolaçmama- lıdır. Halklarda, düşmanlarına ilişkin en küçük hayal yaratılmamalı; devrimci güçler düşmanlara, özellikle baş düşmanlara karşı mücadeleye gittikçe daha etkili biçimde seferber edilmelidir.

iki süper devletin, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve revizyonist Sovyetler Birliği’nin programlarının birinci maddesi devrimi ve sosyalizmi boğmaktır. Çin yöneticileri sosyalizm ile kapitalizm arasındaki uzlaşmaz çelişmenin göstergesi olan bu gerçeği vurgulamak bir yana, pratikte onu yadsıyorlar. Süper devletler aralarındaki he- gomonya mücadelesine ve çelişmelere karşın, ortak amaçlarından asla vazgeçmezler: Özgürlüğe aşık halkları köleleştirmek, devrimi baltalamak ve böylece genel ya da bölgesel savaşlara yeniden yol açmak. Doğaldır ki Mark- sist-Leninistler bunu unutamazlar. Bu konuda, Çin revizyonistleri, onlara göre en tehlikeli, en saldırgan ve en savaş kışkırtıcısı olan Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı, yalnızca ona karşı mücadele biçimindeki bilinen tutumlarını sürdürüyorlar. Amerikan emperyalizmini ikinci plâna itiyorlar ve Amerika Birleşik Devletleri’nin «çökmekte olduğunu, statükoyu korumaktan yana» olduğunu vurguluyorlar. Böylelikle Çin revizyonistleri, Sovyet sosyal- emperyalizmine karşı Amerikan emperyalizmiyle ittifak yapılabilir ve yapılmalıdır sonucunu çıkarıyorlar.




Çin yöneticilerinin ileri sürdükleri gibi, Amerikan emperyalizmi ne zayıflamıştır ne de uysallaşmıştır. Tersine, Sovyet sosyal-emperyalizmi gibi saldırgan, vahşi ve güç- lüdür. Amerikan emperyalizminin geçmişteki egemen konumuna sahip olmadığı gerçeği hiçbir şeyi değiştirmez. Bu, kapitalizmin gelişmesinin diyalektiğidir ve Lenin’in, emperyalizmin, çökmekte, çürümekte olan kapitalizm olduğu yolundaki tezini doğrulamaktadır. Ama, buradan hareket ederek, bu ya da öteki süper devletin saldırgan ekonomik ve askeri gücünü küçümsemek, kabul edilemez. Aynı biçimde emperyalistlerin gücündeki gerçek bir zayıflama ve çöküşten hareketle, bir emperyalizmin diğerinden daha az ya daha çok tehlikeli hale geldiğe de söylenemez. Emperyalist süper devletlerin her ikisi de aynı oranda tehlikelidir; çünkü ne biri, ne de öteki mezarlarını kazmak isteyenlere karşı mücadeleyi yani bu mezarları kazmak isteyen halklara karşı mücadeleyi asla unutmaz.

Çin yöneticilerinin yaptıkları gibi, yalnızca Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı mücadeleyi savunmak ve gerçekte Amerikan emperyalizmine karşı mücadeleyi bastırmak, Marksizm-Leninizmin temel tezlerinden uzaklaşmak anlamına gelir. Hiç kuşkusuz Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı sonuna kadar mücadele etmek gereklidir. Ama Amerikan emperyalizmine karşı da aynı güçle savaşmamak, bu kabul edilemez; bu devrime ihanettir. Çin’in yolu izlenirse, Amerikan emperyalizminin ne olduğu, Sovyet sosyal-emperyalizminin ne olduğu açık biçimde anlaşılamayacaktır. Bu iki süper devlet arasında neden çelişkiler olduğu, bu çelişkilerin özü, iki süper devlet arasındaki derinleştirmemiz gereken mücadelenin temeli anlaşılamayacaktır. Bu iki süper devletin bir dünya savaşı çıkarmasını önlemek için ne yapmamız gerektiği

açık olmayacaktır, vb.




Bu sorunu teoride doğru kavrarsak ve Marksist-Le- ninist teoriye uygun davranırsak, iki süper devlete ve kendilerini yöneten burjuva kapitalist kliklere karşı savaşan halkları desteklememizin ve onlara yardım etmemizin kesin gerekliliği açıkça belirecektir. Bugün, kapitalist dünya çok ciddi bir bunalım içindedir. Ama bunalım tüm boyutlarıyla değerlendirilmeli ve kapitalist dünyadaki çelişkiler de aynı biçimde tüm derinliği gözönüne alınarak değerlendirilmelidir.

Pragmacı ve anti-Marksist mantıkları, Çin revizyonistlerini, Sovyetler Birliği’ni hiçbir çelişme olmaksızın gelişen bir ülke; Polonya, Doğu Almanya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan gibi diğer revizyonist ülkelere hiçbir sorunla karşılaşmaksızın egemen olan bir emperyalizm olarak göstermeye götürüyor. Sovyet blokunu yükselen bir blok ve Sovyetler Birliği’ni de, her yerde hegomonya kurmak için tüm gücünü seferber etmiş olan ve dünyada kalan tek emperyalizm olarak tanıtıyorlar.

Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’nın revizyonist ülkeleri üstündeki hegomonyasına gelince; bu, her şeyden önce bu ülkelerin Sovyet silahlı kuvvetleri tarafından askeri işgalinde, onları hattâ Sovyet cumhuriyetleri sistemine tümüyle katmak isteyen Sovyetler Birliği’nin, onların zenginliklerini acımasızca ve vicdansızca yağmalamasında, kendini göstermektedir. Doğal olarak, revizyonist Sovyetler Birliği bu çabalarında muhalefetle karşılaşıyor. Revizyonist blokta için için varlığını sürdüren bu muhalefet ve çelişkilerin keskinleşeceği ve patlayacağı gün gelecektir.

Sovyet sosyal-emperyalizmini saldırgan olarak tanımladık, çünkü Çekoslovakya’ya saldırdı ve işgal etti, Afrika’ya ve başka yerlere müdahale etti, başka saldırganlık

eylemleri için planlar kuruyor, hazırlık yapıyor.

Ama Amerikan emperyalizminin daha az saldırı eylemlerine giriştiği ya da Sovyet sosyal-emperyalizminden daha az saldırgan olduğu söylenebilir mi?

Çin yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kore’ye saldırdığını unuttu, Vietnam, Kamboçya ve Laos’a karşı Amerika’nın yürüttüğü uzun ve vahşi savaşı, Orta-Doğu’ daki savaşı, Orta Amerika ülkelerine müdahalelerini vb. unuttu. O, tüm bunların üstüne sünger çekti ve bugün sözde Amerikan emperyalizminin uysallaşmış olduğu sonucuyla ortaya çıkıyor. Amerikan emperyalizminin kollarını tüm dünyaya uzattığını, her yerde askeri üsler kurduğunu, bu üsleri durmadan geliştirip güçlendirdiğini unutuyor. Mao Zedung ve Çu En-lay bütün bunları unuttular; revizyonist Çin önderliği de bize, Amerikan emperyalizminin zayıfladığını ve yumuşadığını, bu nedenle de onunla ittifaka gidilebileceğini söylerken, bütün bunları unutuyor. Böyle davranmak; genel olarak emperyalizme ve özel olarak Amerikan emperyalizmine karşı ve hatta Çin’in çok şiddetle mücadele ettiğini iddia ettiği Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı mücadeleyi bastırmak demektir.

Gerçekten, Sovyet sosyal-emperyalizmi yayılma hırsıyla doludur. Angola ve Etiyopya’ya müdahalesi, Akdeniz’de ve bazı Arap ülkelerinde üs kurma çabaları, Kızıl- deniz’in boğazlarını ele geçirme ya da Hint Okyanusu’nda askeri üsler kurma çabaları, tüm bunlar belirgin emperyalist eylemlerdir. Ama Sovyet sos- yal-emperyalizmi bu mevzilerini, Amerikan emperyalizminin diğer ülkelerdeki yeni sömürgeci ekonomik, stratejik ve askeri mevzilerini pekiştirdiği ölçüde sağlamlaş- tıramamıştır. Çin yönetiminin küçümsermiş gibi ele aldığı tam da bu durumdur ancak o, gerçekte bunun farkındadır ve bunu desteklemektedir.

Çin revizyonistleri, aynı zamanda, kapitalist Batı Avrupa ülkeleri ile Amerikan emperyalizminin, aralarında varolan çelişkilere karşın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduklarını; NATO, Avrupa Ortak Pazarı vb. gibi siyasal, askeri ve ekonomik ittifaklarla birbirlerine yakından bağlı olduklarını görmemezlik edemez. Çin yönetiminin, Amerikan sermayesinin Batı Avrupa ülkelerinin ekonomisine ve yalnızca oraya değil. Doğu Avrupa’ya ve Sovyetler Birliği’ne de derinliğine sızdığını bilmemesi olanaksızdır. Çin yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın çeşitli ülkelerine milyarlarca dolar tutarında yatırım yaptığını ve bunu sürdürdüğünü çok iyi biliyor. Öyleyse Çin yönetimi ne umuyor? Batılı kapitalist ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ile olan tüm çelişkilere karşın ondan kopabilirler mi? Böylece Kendi saflarını zayıflatırlar mı? Amerika Birleşik Devletleri’nin kendilerine sağladığı askeri güçten, kendilerini Amerika Birleşik Devietleri’ne bağlayan ekonomik, toplumsal ve kültürel bağlardan yüz çevirir ve Çin’in çıkarları uğruna Sovyet sosyal-emperyaliz- mi karşısında kendilerini savunmasız bırakırlar mı? Çin yönetimi bunları mı umuyor? Bu, Çin dış siyasetinin bir saçmalığıdır.

Daha önce de vurguladığımız gibi, iki süper devlet ve diğer emperyalist ve kapitalist-revizyonist ülkeler arasında var olan çelişkilerden devrim ve kurtuluş güçlerinin yararlanmak zorunda oldukları konusunda hiçbir kuşku yoktur. Ama, bunun doğru olarak kavranması, her zaman devrimin çıkarları açısından ve devrimin çıkarlarına bağımlı olarak ele alınması önemlidir. Emperyalist devletler ve gruplar, kapitalist-revizyonist devletler vb. arasındaki çelişkilerden yararlanma, işçi sınıfı ve Marksist- Leninist devrimciler için asla kendi başına bir amaç olamaz.

Emperyalist ülkeler ve iki süper devlet arasındaki çelişkilerden yararlanmak demek, onlar arasındaki çatlakları derinleştirmek demektir; bu ülkelerin devrimci ve yurtsever güçlerini, kendilerini ekonomik, siyasal ve askeri olarak ezmek, sömürmek ve ulusal varlıklarını yok saymak isteyen Amerikan emperyalizmine ve Sovyet sos- yal-emperyalizmine karşı çıkmaya yüreklendirmek demektir.

Ama Çin ne yapıyor?

Çin siyaseti batılı kapitalist ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri ile «kutsal ittifakı»nı savunuyor. Hatta açıkça daha ileri gidiyor. Batı Avrupa ülkeleri proletaryasının, bu ülkelerin gerici burjuvazisiyle ittifakını savunuyor. Burada, devrimci Marksist-Leninist çizgi nerede? Çelişkilerden yararlanma çizgisi nerede? Çin yöneticileri, bu siyasetle, bu bloğu kendi isteklerine göre Sovyet- lere karşı güçlendirebileceklerini mi düşünüyorlar? Onlar, bu hayali besliyorlar ama bu metafizik bir görüştür.

Amerika Birleşik Devletleri, batılı kapitalist ülkeler ve onlarla birlikte Japonya ve Kanada, Çin yöneticilerinin sandığı kadar deli değildir, siyasetleri de Çin siyaseti kadar toy değildir. Onlar, Çin ile Sovyetler Birliği arasındaki çelişkilerden kendi hesaplarına nasıl yararlanacaklarını çok iyi biliyorlar; saldırgan büyük devlet Sovyetler Birliği’ni zayıflatmak için bu çelişkiyi nasıl ele alacaklarını ve nasıl davranacaklarını biliyorlar. Uzun süredir bu yönde mücadele ediyorlar ve hiçbir sonuç elde edemedikleri de söylenemez. Amerika Birleşik Devletleri ve tüm diğer kapitalist ülkeler, revizyonist Doğu ülkeleri ile Kremlin arasındaki çelişkileri kışkırtıyorlar.

Şimdi Çin de bu eski Amerikan siyasetini uygulamaya başladı. Hua Guo-feng’in Romanya ve Yugoslavya gezisi bu amaca yönelikti. Ama, Çin’in Avrupa’ya açılması, burada çelişkileri körüklemesi ve özellikle Balkan- lar’da kendisi için elverişli bir eylem alanı yaratma çabaları,

tüm bunlar halkların ve devrimin çıkarına değildir. Bunlar, Avrupa halklarının birbirini kırmasını ve emperyalist bir savaşta topun ağzına konmasını amaçlayan Çin’in savaş kışkırtıcı siyasetinin bir parçasıdır.

«Pravda» uzun süredir, Amerika Birleşik Devletleri’- ni büyük çapta ve hızla silahlanmakla suçluyor, elbette etkinliği olmayan bir polemik yürütüyor. Pravda’nın kaygısı Amerika Birleşik Devletleri’nin bu eylemini eleştirmek değildir, çünkü Sovyet sosyal-emperyalistleri de farklı davranmıyorlar. Sorun şu ki, Amerikan savaş potansiyeli artınca Sovyet askeri gücü göreceli olarak azalıyor ve Sovyetler Birliği’ni, askeri potansiyelini ve saldırı gücünü aynı düzeyde tutmak için Amerika Birleşik Devletleri’ni adım adım izlemeye zorluyor. Ama, silahlanma yarışında Amerikan emperyalizmini adım adım izlemek Sovyetler Birliği’nin ekonomisini zayıflatmaktadır; çünkü bu, büyük maddi, parasal ve insan kaynaklarının ekonomiden orduya aktarılması demektir. Brejnev ve ortaklarını endişelendiren işte tam da budur.

Şaşırtıcı olan şu ki. Çinli revizyonistler «Renmin Ri- bao» gazetesinde, Amerika Birleşik Devletleri’ni silahlanma yarışındaki önderliği kaybetmemeye, hatta askeri potansiyelini sürekli arttırmaya zorlayan makaleleri ardı ardına yayınlayarak koşulsuz olarak Amerikalıların saflarına katılıyorlar. Böylece, «Renmin Ribao»ya göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin silahlanmadığı ve silahlananın yalnızca Sovyetler Birliği olduğu ortaya çıkıyor. Amerikalılar, Çin revizyonist yönetiminden daha iyi bir avukatı hiçbir yerde bulamazlar. Burjuvazi, eleştiri yaparken ve gerçeği yorumlarken, gelişen durumlarda tek yanlı da olsa bir tür denge sağlamak amacıyla, hiç olmazsa ölçüyü kaçırmamaya çalışır. Ama Çin yöneticilerinin yaptıkları gibisi şimdiye kadar hiç görülmemişti.

Deng Siao-ping ile görüşmesinde Amerika Dışişleri Bakanı Vance, «Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri olarak Sovyetler Birliği’nden üstün olduğunu» açıkladı. Oysa Deng Siao-ping Çin’i ziyaret etmekte olan kalabalık bir Amerikalı gazeteci topluluğuna Pekin’in, Van- ce’in açıklamasına «inanmadığını», «Sovyetler Birliği’nin Amerika Birleşik Devletleri’nden askeri yönden çok üstün olduğunu» söyledi. Buna, «Hiç kimse işitmek istemeyen kadar sağır olamaz» denir.

Dünyayı yeniden paylaşmak, yeni sömürgeler yaratmak, halkları ezmek ve pazarlarını genişletmek isteyenin yalnızca biri değil, emperyalist süper devletlerin her ikisi de olduğu gerçeğine kuşkuyla bakılmasına yol açan ve sözümona Marksist bir tez olarak sunulan Çin tezi kabul edilemez.

Sorunu, bir emperyalizmin güçlü diğerinin zayıf, birinin saldırgan diğerinin uysal olduğu biçiminde ortaya koymak, Marksist-Leninist değildir. Sorunun bu biçimde konulması, Çin revizyonistlerini, Amerika Birleşik Devletleri, NATO ve Avrupa Ortak Pazarı, İspanya Kralı, İran Şahı ve Şili’nin Pinochet’siyle ve bütün faşist diktatörlerle ittifaka götüren, gerici görüşün bir yansımasıdır. Amerikan emperyalizmine dokunmayan, bankaların ve günümüzün en büyük sermayesinin iktidarına dokunmayan Çin siyaseti bütünüyle burjuva reformist, pasifist ve çok aptalca bir siyasettir.

Çin liderleri, Amerikan mali sermayesinin, tröstlerinin ve tekellerinin, dış yatırımları azaltmak şöyle dursun, sömürme ve köleleştirme emellerinden vazgeçmek şöyle dursun, tersine daha da güçlendiklerini ve dünyadaki güç oranlarını kendi yararlarına değiştirmeye çalıştıklarını görmemezlik edemezler.

Sovyet sosyal-emperyalistleri de aynı şeyi yapıyorlar. Hem ekonomik siyasetlerinin hem de Sovyetler Bir- liği’nde var olan büyük tröstlerin amaçları, her yolu kutlanarak uydu ülkelerin ve diğerlerinin kanını emmektir.

Sovyet sosyal-emperyalistleri yeni bir kılığa büründüler ve kendilerini başka bir isim altında sunuyorlar ve bu arada onlar da dünyadaki güçler dengesini, ilk olarak sözde anlaşmalar ve görüşmelerle, ama zamanı gelince de zora dayanarak, yani savaşla, kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmeye çalışıyorlar.

Çin revizyonistleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin «statüko istediğini», «çökmekte olduğu»nu ve Sovyet sosyal-emperyalizminin «daha tehlikeli, daha saldırgan, daha savaş kışkırtıcı» olduğunu vb. öne sürerek, Amerika Birleşik Devletleri’nin Sovyetler Birliği’ne karşı Çin’in müttefiki olabileceğini ve olması gerektiğini kanıtlamak istiyorlar. Bu ülke ile çok yönlü ilişkilerini geliştirmeleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş bütçesinin artırılmasını ve daha fazla silahlanmasını açıkça desteklemeleri bunu doğruluyor.

Çin revizyonistleri, bugün, Marksist-Leninistlerin, devrimcilerin ve halkların Amerikan emperyalizmiyle uzlaşabilecekleri ve ona güvenebilecekleri bir durum olduğunu vaaz ediyorlar. Partimiz, vahşi Amerikan emperyalizmiyle her türden uzlaşmaya karşıdır, çünkü böyle bir şey devrimin ve halkların kurtuluşunun çıkarına ters düşer. Amerikan emperyalizmine karşı mücadele ettik, ediyoruz ve tümüyle yıkılana kadar da edeceğiz. Aynı biçimde, Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı da mücadele ediyoruz ve sonuna kadar edeceğiz.

Çin’in Amerikan emperyalizmine sağladığı destek hiçbir biçimde devrimin ve halkların yararına değildir, karşı-devrimin yararınadır. Gerici siyasal ve ideolojik çizgisiyle Çin önderliği, dünya halklarını Amerikan emperyalizminin pençesinde bırakıyor. Halkların uslu uslu oturmalarını, isyan etmemelerini, hatta, halkların emeğini ve alınterini sömürerek biriktirdiği zenginlikleri Amerika Birleşik Devletleri’nin elinden almak isteyen diğer süper devlete karşı, Amerikan emperyalizmiyle birleşmelerini istiyor. Cin önderliği, Avrupa Ortak Pazarı’nda toplanmış olan Avrupa’nın kapitalist ülkelerine, birleşmelerini öneriyor. Halkları da bu kapitalist Avrupa birliğine dahil ediyor. Bu tavrın anlamı şudur: Uslu olun; artık devrimden söz etmeyin; artık proletarya diktatörlüğünden söz etmeyin; tröstlerin, kapitalistlerin hizmetine girin ve Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı çıkmak için onlarla birlikte daha da büyük bir ekonomik ve askeri güç oluşturun.

Çin’in desteklediği ve ekonomik olarak güç kattığı Avrupa Ortak Pazarı, Batı Avrupa’nın tekelci tröstlerinin azami kârlarını korumak ve Lenin’in dediği gibi, zengin sınıfların Afrika, Asya’dan vb. muazzam haraçlar aldıkları gelişmiş sanayi devletlerini biraraya getirmek için bir araçtan başka bir şey değildir. Çin yönetimi bu kapitalist devletleri destekleyerek, gerçekte bir avuç kapitalistin, bu ülkelerin kendi halklarının ve pençeleri altındaki diğer halkların sırtından sağladığı asalaklığı destekliyor.

Çin revizyonistlerinin karşı-devrimci tavırlarını haklı göstermeye çalışmak için yararlandıkları «üç dünya» teorisi işçi hareketi saflarındaki oportünizmin bir türünden başka bir şey değildir. Bu teori, emperyalizmin pazarlar sağlamasına ve diğer halkların sırtından kâr etmesine ve böylelikle bu akımı izleyenlerin de kapitalistlerin sofrasından kırıntılar almasına yardımcı olmaktadır.

Yadsınamaz bir gerçek var: Çin önderliği Avrupa’da devrimci güçleri ve proletaryayı değil kapitalist güçleri ve devletleri savunuyor. Amerikan emperyalizminin. Sovyet sosyal-emperyalizminin, «Birleşik Avrupa»nın, Av- rupa Ortak Pazarı’nın ve COMECON’un, tek kelimeyle büyük bir canavar gibi halkların kanını emen emperyalist sistemin tüm direklerinin planlarını yıkmak ve ayaklanmak isteyen devrimci güçleri ve proletaryayı desteklemiyor.

Çin revizyonist önderliği, Batı Almanya, İngiltere, Japonya, Fransa, İtalya vb. gelişmiş kapitalist devletleri «ikinci dünya»ya dahil ettiği halde, bunların «ikili» niteliği hakkındaki teorik saçmalıkları hesaba katılmazsa, bu devletleri devrimin düşmanları olarak görmüyor. Tersine, Çinliler, gözlerini kapamayı ve sözde bu devletleri Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı kullanmak için onlarla açıkça uzlaşmaya varmayı yeğlediler.

Pragmacı ve anti-Marksist siyaseti sonucu gözleri körleşen Çin önderliği, Batı Almanya, İngiltere, Japonya, Fransa, İtalya ve bunlara benzer diğer devletlerin dün de bugün de emperyalist devletler olduğunu, geleneksel nitelikleri olan köleleştirici ve sömürgeci eğilimlerini ne geçmişte ne de şimdi yitirmediklerini «unutuyor». II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu emperyalist devletlerin zayıflamış oldukları, hatta büyük ölçüde zayıfladıkları ve eski konumlarını Amerikan emperyalizmi yararına yitirdikleri doğrudur. Yine de, ne Fransa, ne İngiltere, ne de bunlardan herhangi biri Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde pazarlarını koruma ve yeni pazarlar ele geçirme mücadelesine son verdi.

Amerikan emperyalizmi kadar güçlü olmayan tüm bu kapitalist ve emperyalist devletler arasında çelişkiler vardır, ama aynı zamanda birbirleriyle anlaşma eğilimleri de vardır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerikan emperyalizmi Avrupa’daki eski müttefiklerinin toparlanmasına yardım etti ve Amerikan tekelleri, ortak çıkarlar ağıyla bu ülkelerin tekelleriyle birleştiler. Ama, herbiri pazarları ele geçirmek, hammadde ithal etmek ve kendi sanayi mallarını ihraç etmek için kendi başına buyruk olmak istediğinden, aralarında her zaman çelişkiler vardı ve şimdide var. Uluslararası gerçek, Lenin’in sermayenin iki nesnel eğilimi hakkındaki tezini bu durumda da doğruluyor.

Bu kapitalist devletlerin yalnızca Amerikan emperyalizmiyle değil, Sovyet sosyal-emperyalizmi ile de çelişkileri olduğu da aynı biçimde doğrudur. Şu soru ortaya çıkıyor: Bu çelişkilerden nasıl yararlanmalı? Emperyalistler arası çelişkilerden hiçbir biçimde Çin revizyonistlerinin öğütledikleri gibi yararlanılamaz. Biz Marksist-Leni- nistler, çeşitli gericileri, Almanya’da Strauss ya da Sch- midt kliklerini, İngiliz Muhafazakâr Partisi ya da İşçi Partisi yöneticilerini, yalnızca Sovyet sosyal-emperyalizmi ile çelişkileri var diye, savunamayız. Eğer böyle davransay- dık ve «Avrupa’nın kapitalist devletleri Ortak Pazar’da birleşmelidir» gibi, «Birleşik Avrupa» Sovyet sosyal-em- peryalizmine karşı koyacak kadar güçlenmelidir gibi. Çin tezlerini destekleseydik, bu ülkelerin proletaryasının kölelik zincirlerini kırmak için verdiği mücadeleyi ve harcadığı çabaları feda etmeyi, bu ülkelerde devrimin geleceğini baltalamayı kabul etmiş olurduk.

Çin revizyonistleri, Amerikan emperyalizmiyle ilkesiz uzlaşmalara vararak Marksizm-Leninizme ve devrime ihanet ettiler. Marksist-Leninistler; Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in çelişmeler ve uzlaşmalar üstüne tezlerini gerçek ruhuyla yorumlarlar. Çinliler ise, bu tezleri gerçek anlamına taban tabana zıt bir biçimde yorumluyorlar.

Leninist yolu izleyen Partimiz, her tür uzlaşmaya değil, ihanet uzlaşmalarına karşıdır. Bir uzlaşma, kaçınılmaz ise ve sınıfın ve devrimin çıkarlarına hizmet ediyorsa, işte o zaman yapılabilir. Ancak bu, Marksizm-Le- ninizmin ilkelerine bağlılığı, stratejiyi etkilememen, sınıfın ve devrimin çıkarlarına gölge düşürmemelidir.

Uzlaşmalara karşı tavır konusunda Lenin diğer şeylerin yanı sıra şunları söylüyor :

«Bir proleter devrim taraftan, kapitalistlerle ya da kapitalist sınıfla uzlaşma yapabilir mi?... bu genel soruya olumsuz bir yanıt vermek açıkça saçma olurdu. Doğal olarak, proleter devrim taraftarı, kapitalistlerle uzlaşmalar ya da anlaşmalar yapabilir. Herşey bunun ne tür bir anlaşma olduğuna ve hangi koşullarda yapıldığına bağlıdır. Proleter devriminin bakış açısından haklı olan bir anlaşma ile (gene aynı bakış açısından) ihanet ve kalleşlik olan bir anlaşma arasındaki fark burada, yalnızca burada aranabilir ve aranmalıdır.»*

ve Lenin devam ediyor :

«Sonuç açıktır: Soyguncularla, ne olursa olsun tüm uyuşma ya da uzlaşmaları dıştalamak; genel olarak söylersek, hırsızla anlaşma yapmanın ara sıra kabul edilebilir ve gerekli olduğu yolundaki soyut teze dayanarak soyguna katılmayı haklı göstermek kadar saçmadır.»**

Lenin şunu da söyledi :

«Gerçek devrimci bir partinin görevi, her tür uzlaşmadan vazgeçmenin olanaksız olduğunu belirtmek değil, kaçınılmaz olduğu ölçüde yapılan bütün bu uzlaşmalara karşın, kendi ilkelerine, kendi sınıfına, devrimci görevine, devrimi hazırlama görevine ve halk kitlelerini devrimin zaferi için eğitme görevine sadık kalmayı başarmaktır.»***

Yalnızca Lenin’in bu öğretilerinden yola çıkarak uzlaşmalar yapılabilir. Ama Amerikan emperyalizmi ve Sovyet sosyal-emperyalizminin halkların ve devrimin en vahşi düşmanları olduğu bilinirken, bu iki süper devletle bir uzlaşma nasıl olur da sosyalizmin ve dünya devriminin yararına olabilir? Bu uzlaşma gerekli olmak bir yana, tersine, devrimin çıkarlarını tehlikeye atar. Uzlaşmak ya da bu kadar önemli sorunlarda ilkeleri çiğnemek, Marksizm-Leninizme ihanettir.

Mao Zedung ve diğer Çin yöneticileri çelişkiler üstüne «teorik olarak» pek çok söz etmiş olduklarına ve hâlâ da söz ettiklerine göre, o zaman yalnızca emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak ve emperyalistlerle uzlaşmaktan değil, tersine, en başta çağımızın temel çelişkilerinden, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkilerden, bir yanda ezilen halklar ve ülkeler ile diğer yanda iki süper devlet ve tüm dünya emperyalizmi arasındaki çelişkilerden, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişkilerden söz etmeleri gerekirdi. Ama Çin liderleri nesnel olarak var olan ve gizlenmesi olanaksız olan bu çelişkiler konusunda sessizler. Onlar tek bir çelişkiden, onlara göre tüm dünya ile Sovyet sosyal-emperyalizmi arasında var olan bir-çelişkiden, söz ediyorlar ve böylece Amerikan emperyalizmi ve tüm dünya kapitalizmi ile ilkesiz uzlaşmalarını haklı göstermeye çalışıyorlar.

Marksist-Leninist sınıf tahlili ve gerçekler şunu gösteriyor: emperyalist devletler ve gruplar arasındaki çelişkilerin ve çatlakların varlığı hiçbir biçimde kapitalist ve emperyalist ülkelerde emek ile sermaye arasındaki çelişkileri ya da ezilen halklar ile ezen emperyalistler arasındaki çelişkileri ikinci derecede bir konuma getirmez ya da ayaklar altına almaz. Proletarya ile burjuvazi arasındaki, ezilen halklar ile emperyalizm arasındaki, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişkiler, tam da en derin, sürekli ve uzlaşmaz olan çelişkilerdir. Sonuç olarak, emperyalistler arası çelişkilerden ya da emperyalist ve revizyonist devletler arasındaki çelişkilerden yararlanma, yalnızca burjuvaziye, emperyalizme ve gericiliğe karşı, devrim ve kurtuluş hareketinin güçlü olarak gelişmesi için en uygun koşulları yaratmaya hizmet ederse, bir anlam taşır. Bu nedenle, bu çelişkilerden, proletarya ve halklar arasında emperyalizm ve burjuvazi hakkında hayaller yaratmadan yararlanılmalıdır. Lenin’in öğretilerini emekçilere ve halklara iyi açıklamak gerekir; gerçek ulusal ve toplumsal kurtuluşu sağlayacak olanın, yalnızca ezenlere ve sömürenlere karşı uzlaşmaz bir tavır, yalnızca emperyalizme ve burjuvaziye karşı kararlı mücadele, yalnızca devrim olduğunun bilincini onlara kazandırmak gerekir.

Düşmanlar arasındaki çelişkilerden yararlanma devrimin temel görevini oluşturamaz ve bu, burjuvaziyi, gerici ve faşist diktatörlüğü, emperyalist zalimleri yıkmak için verilen mücadelenin karşısına çıkarılamaz.

Marksist-Leninistlerin bu sorundaki tavrı açıktır. Onlar; halklara ve proletaryaya seslenirler; Amerikan emperyalistlerinin ve Sovyet sosyal-emperyalistlerinin he- gomonyacı, baskıcı, saldırgan ve savaş kışkırtıcı planlarını bozmak, Doğu’da ve Batı’da gerici burjuvaziyi ve onun diktatörlüğünü yıkmak için kitleleri ayağa kalkmaya çağırırlar.

Sosyalist devletimize gelince, o, düşman kamptaki çelişkilerden her zaman yararlanmıştır. Partimiz, bu çelişkilerden yararlanırken sosyalist bir ülkeyle burjuva-re- vizyonist ülkeler arasındaki çelişkilerin niteliğinin ve emperyalistler arası çelişkilerin doğru bir değerlendirmesinden yola çıkar.

Marksizm-Leninizm bize şunu öğretiyor: Birbirine taban tabana zıt iki sınıf, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çelişkileri yansıtan, sosyalist bir ülkeyle kapitalist ve revizyonist ülkeler arasındaki çelişkiler süreklidir, temeldir, uzlaşmazdır ve dünya çapında kapitalizmden sosyalizme geçişin tüm tarihsel çağını kızıl bir iplik gibi işlemektedir. Diğer yanda, emperyalist devletler arasındaki çelişkiler, sömürenlerin bağrındaki, temel olarak ortak çıkarlara sahip sınıflar içindeki çelişkilerin ifadesidir. Bu nedenle, emperyalist devletler arasındaki çelişkiler ve çatışmalar

ne kadar keskin olursa olsun, dünya emperyalizminin ya da çeşitli kesimlerinin sosyalist ülkeye karşı saldırgan eylemlerine ilişkin gerçek tehlike her an için sürekli ve güncel olarak kalır. Emperyalistler arasındaki bölünme, emperyalistler arasındaki kavgalar ve çelişkiler olsa olsa emperyalizmin sosyalist ülkeye karşı giriştiği eylemlerin tehlikesini azaltabilir ya da geçici olarak erteleyebilir. Dolayısıyla düşman saflardaki bu çelişkilerden yararlanmak sosyalist ülkenin çıkarına olmakla birlikte, bu çelişkiler sözkonusu tehlikeyi yok edemezler. Lenin’in aşağıdaki sözleriyle güçlü biçimde vurguladığı işte budur :

«... Sovyet Cumhuriyeti’nin uzun bir süre emperyalist devletlerle yanyana var olması düşünülemez. Sonunda biri ya da diğeri zafere ulaşmak zorundadır. Bu son gerçekleşmeden önce, Sovyet Cumhuriyeti ile burjuva devletler arasında bir dizi korkulu çarpışma kaçınılmazdır.»*

Lenin’in bu öğretileri bugün tüm geçerliliğini korumaktadır. Bu öğretiler, II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı faşist saldırganlık, Amerikan emperyalizminin Kore’ye ve daha sonra Vietnam’a saldırması, Arnavutluk’a karşı emperyalist ve sosyal emperyalist düşmanca eylemler ve çeşitli entrikalar vb. gibi bir dizi tarihsel olayla kanıtlanmıştır. Bu nedenle, Partimiz şunu her zaman vurguladı ve bugün de vurguluyor: Sosyalist bir devlet ile emperyalist devletler ve kapitalist-revizyo- nist ülkeler arasındaki çelişkileri herhangi bir biçimde küçümsemek, bunların sosyalist Arnavutluk’a karşı girişebileceği saldırgan eylemlerin tehlikesini küçümsemek, emperyalist devletlerin kendi aralarındaki çelişkilerin çok keskin olduğu ve dolayısiyle bunların anavatanımıza karşı bu tür eylemlere girişemeyecekleri düşüncesinden yola çıkarak uyanıklığı gevşetmek, çok tehlikeli sonuçlar getirebilir.

Arnavutluk Emek Partisi, aynı zamanda, sosyalist bir ülke olarak ülkemizin gerçek ve güvenilir müttefiklerinin yalnızca devrimci, kurtuluşçu, özgürlüğe aşık ve ilerici güçler olduğu gerçeğinden yola çıkıyor. Ülkemiz, burju- va-revizyonist dünyanın çeşitli ülkeleriyle devlet ilişkileri sürdürüyor. Emperyalist, kapitalist ve revizyonist ülkeler arasındaki çelişkilerden yararlanıyor, aynı zamanda devrim ve kurtuluş mücadelesinin sürdüğü her ülkede, bu desteği yüce bir enternasyonalist görev olarak kabul ederek, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve halkların mücadelesini kuvvetle destekliyor. Arnavutluk Emek Partisi bu bakış açısına her zaman tutarlılıkla sarılmıştır ve sarılmaktadır. O, 7. Kongresi’nde, ulusal ve toplumsal kurtuluş için süper devletlere, kapitalist ve revizyonist burjuvaziye ve dünya gericiliğine karşı savaşan proletaryayı ve halkları, Marksist-Leninist partileri, devrimcileri ve ilericileri destekleyeceğini bir kez daha vurguladı.

Geçmişte Çin Komünist Partisi de çelişkilere ilişkin olarak, bilinen Marksist-Leninist ilkelerden ve tezlerden söz etmişti. Örneğin 1963’te Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından yayınlanan ve «Uluslararası Komünist Hareketin Genel Çizgisine Öneriler» başlığıyla bilinen belgede, Çinliler şöyle yazmışlardı: «Sosyalist ve emperyalist ülkeler arasındaki şu ya da bu gerekli uzlaşmalar, ezilen halkların ve ulusların da emperyalizm ve uşaklarıyla uzlaşma yapmalarını gerektirmez.» Ve şunu eklemişlerdi: «Hiç kimse, barış içinde birarada yaşama bahanesiyle, ezilen halkların ve ulusların devrimci mücadeleden vazgeçmelerini isteyemez.» Çin önderliği o tarihte böyle konuşuyordu, çünkü o dönemde, halkların ve komünist partilerin, Amerikan emperyalizminin ve elebaşılarının barışçı hale geldiğini kabul etmesini ve Sovyetle- rin Amerikan emperyalizmiyle yakınlaşma siyasetine boyun eğmesini isteyen Kruşçevci yönetimdi. Bugün, halklara, devrimcilere, Marksist-Leninist partilere ve tüm dünya proletaryasına emperyalist ya da kapitalist ülkelerle ittifaka girmeyi ve Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı burjuvazi ve tüm gericilerle birleşmeyi öğütleyen Cin Komünist Partisi yönetimidir. Ve Cinliler bu düşünceleri gizli kapaklı cümlelerle değil, açıkça belirtiyorlar. Bu tür yalpalamaların ve yüzseksen derecelik dönüşlerin ilkeli Marksist-Leninist siyasetle hiçbir ortak yanı yoktur. Bu tavırlar, ilkeleri kendi burjuva ve emperyalist çıkarlarına tabi kılan tüm revizyonistlerin izlediği pragmacı siyasete, özgüdür.

Amerikan emperyalizmi ve uluslararası burjuvazi ile ilkesiz uzlaşmalarını haklı göstermek için, Çin liderleri ve «üç dünya» teorisinin tüm savunucuları 1939 Sovyet- Aiman saldırmazlık paktı ve II. Dünya Savaşı’ndaki İngi- liz-Sovyet-Amerikan ittifakına ilişkin tarihsel gerçeği bilinçli olarak çarpıtıyorlar.

Sovyet-Alman saldırmazlık paktı, Stalin’in emperyalistler arası çelişkilerden ustalıkla yararlanmasıydı. O dönemde Hitler Sovyetler Birliği’ne saldırmak üzereydi. Nazi Almanyası, Avusturya ve Çekoslovakya’yı, faşist İtalya, Arnavutluk’u işgal etmiş bulunuyordu. Münih Anlaşması henüz imzalanmıştı ve Alman savaş aygıtı Doğu’ya doğru hızla ilerliyordu. İşte o zaman, batılı devletler, Stalin’- in, nazi-faşist saldırganları durdurmak için Sovyet devletiyle ortak eylem çağrısına cevap vermeyi reddettikten sonra ve bu devletlerin Hitler’i Sovyet toprağına saldırmaya zorladıkları açığa çıkınca, Sovyetler Birliği, Almanya ile bir ittifak değil bir saldırmazlık anlaşması yaptı. Sovyet-Alman anlaşması batılı devletlerin planlarını bozdu ve Sovyetler Birliği’nin Nazi saldırısına karşı koyma hazırlıklarına zaman kazandırdı.

İngiliz-Sövyet-Amerikan ittifakına gelelim. Bilindiği gibi bu ittifak, Fransa’yı işgal etmiş ve İngiltere ile savaşa girmiş bulunan Hitler Almanyası, Sovyetler Birliği’ne karşı vahşi saldırısını başlattığı zaman, mihver devletlerine karşı savaş açıkça anti-faşist ve kurtuluşçu bir nitelik aldığı zaman yapılmıştır. Şunu vurgulamak gerekir : Stalin ve Sovyetler Birliği hiçbir zaman ve hiçbir biçimde, proletaryanın ve komünist partilerin devrimi bırakmasını ve gerici burjuvaziyle birleşmesini öğütlemediler; onlara böyle bir çağrıda bulunmadılar. Ve Browder İngiliz-Sovyet- Amerikan ittifakının çıkarlarının sözde bunu gerektirdiğini öne sürerek sınıf mücadelesini reddettiği ve sınıf uzlaşmasını savunduğu zaman, Stalin ve komünist hareket tarafından revizyonist ve devrim döneği olarak damgalandı.

Görüldüğü gibi, Çinlilerin Amerikan emperyalizmi ve çeşitli gerici güçlerle ilkesiz uzlaşmalarını ve ittifaklarını hiçbir şey haklı gösteremez. Çin revizyonistlerinin yapmaya çabaladığı tarihsel karşılaştırma geçerli değildir.

Çin yöneticileri propagandalarında, biz Arnavutların sözde her tür uzlaşmayı reddettiğimiz ve çelişmelerden akıllıca yararlanmaya çalışmadığımız izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Bu sorunlardaki tutumumuzun Marksist- Leninist tutuma uygun olduğunu elbette iyi biliyorlar, ama bilimsel Marksist-Leninist teoriden ve devrim yolundan ayrılışlarını örtbas etmek için gene de bu yanlış yolda propagandayı sürdürüyorlar. Bu davranışlarının nedeni, proletarya partimizin ve devletimizin doğru siyasetini ve tavırlarını kötülemektir. Suçlamaları temelsizdir. Gerçeklere bakalım.

Partimiz, Arap halklarının haklı davasını her zaman, hiçbir ayrım gözetmeksizin kuvvetle desteklemiştir ve sonuna kadar da destekleyecektir. Uzun süredir Amerikan emperyalizminin Orta-Doğu’daki jandarması, kör aleti olan İsrail’e karşı Filistin halkının mücadelesini destekliyoruz.

İsrail, zengin Arap petrol alanlarını Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük tekelci şirketleri hesabına savunma ve Çin revizyonistlerinin deyimiyle, statükoyu koruma görevini yüklenmiştir.

Başkan Sedat’ın ve hükümetinin geçmişte Sovyetler Birliği ile ittifak yapmış olmasından bağımsız olarak, biz Mısır halkının İsrail’in işgal ettiği topraklarını geri alma mücadelesini destekledik. Bununla birlikte, Sovyetler Bir- liği’nin Mısır’daki emellerini ve genel olarak Orta-Doğu’ daki oyunlarını da teşhir ettik. Sovyetler Birliği’nin Mısır için beslediği sömürgeci emeller karşısında bir an bile sessiz kalmadık. Mısır halkını Amerikan emperyalizmine ve İsrail’e karşı mücadelesinde, aynı biçimde tutarlılıkla desteklerken de aynı tavrı takındık.

Partimiz ve halkımız, Mısır halkının ve diğer Arap halklarının çıkarlarını desteklerken Amerikan emperyalizminin İsrail ile ortaklaşa yürüttüğü oyunları da açığa çıkarıyor. Mısır halkının yararına olduğu bahanesiyle, İsrail saldırganı ile tutulan hiçbir uzlaşma yolunu, çizgisini onaylayamayız.

Ama, Çin yönetimi, Amerikan emperyalizmini teşhir etmiyor. Çin yönetimi İsrail-Mısır anlaşmalarını alkışlıyor ve Arap halklarını, baş düşmanları olan Amerikan emperyalizmi ve İsrail ile anlaşmaya, uzlaşma yapmaya zorluyor. Böyle bir tavır Marksist-Leninist değildir. Bu Çin usulü uzlaşma, halkların yararına değildir. Kendini başka bir emperyalistin kollarına atmak için bir emperyalistten kopmak «halkların özgürlüğünün yararına davranmaktır» diyen Çin saçmalığı asla kabul edilemez. Bu tipik burjuva manevralar ve hileler, iki süper devlet arasındaki çelişkileri derinleştirmeye yardım eden Marksist-Leninist eylemler olarak adlandırılamaz.

Arnavutluk Partisi ve halkı emperyalist yağma savaşlarına karşıdır ve halkların, devrimin yararına olan ve her zaman da olması gereken haklı ulusal kurtuluş savaşlarını kararlılıkla desteklemektedir. Arnavutluk Partisi ve halkı, bir burjuva devleti bile, eğer bu devleti yönetenler ilerici kişilerse ve halklarının emperyalist he- gomonyadan kurtulması için savaşıyorlarsa, desteklemeye karşı değillerdir. Ama ülkemiz, kendi sınıfının çıkarları uğruna ve halkın çıkarlarını çiğneyerek şu ya da bu süper devletle ittifaka giren gerici bir kliğin yönettiği bir devletle ortak bir davaya sahip olamaz ya da, Çin revizyonistlerinin dediği gibi, uzlaşma yapamaz.

Sosyalist Arnavutluk «üçüncü dünya»nın ya da «ikinci dünya»nın devletleriyle olağan diplomatik ilişkiler sürdürmeye de karşı değildir. Bu tür ilişkilerin, yalnızca iki süper devletle ve faşist devletlerle sürdürülmesine karşıdır. Ancak ticari, kültürel ve diğer ilişkilerimiz gibi, dip- lomatik ilişkilerimizi de ilkeler çerçevesinde geliştirir ve her şeyden önce ülkemizin ve devrimin çıkarlarını göz- önünde tutarız. Biz, bu çıkarlara asla ters davranmadık ve davranmayacağız.

Biz, iktidarda bulunan Marksist-Leninistler, burju- va-kapitalist devletlerle diplomatik ilişkiler kurmak zorundayız, çünkü bu ilişkilerden onlar gibi, bizim de çıkarımız var. Bu çıkarlar karşılıklıdır.

Marksist-Leninistler her zaman ilkeleri gözönünde tutmak zorundadırlar. Şu ya da bu dönemde ortaya çıkan durum ve koşullar adına ilkeleri ayaklar altına alamazlar. Burjuvazinin üst tabakalarının iktidarda olduğu ülkelerde, bu tabakaların halka, proletaryaya, yoksul köylülüğe ve şehir küçük burjuvazisine karşı sürekli mücadele içinde olduklarını aklımızda tutmamız gerekir. Bu nedenle, bir sosyalist ülke burjuva ülkelerle devletten devlete ilişkiler sürdürse de sürdürmese de, halklara, mücadelelerini desteklediğini, onları yönetenlerin gerici halk düşmanı eylemlerini onaylamadığını açıkça anlatmalıdır.

Biz Marksist-Leninistler yalnızca ezilen sınıflar ile ezenler arasında var olan çelişkileri değil, devletler arasında, yani bu ülkelerin hükümetleri ile Amerikan emperyalizmi, Sovyet sosyal-emperyalizmi ve diğer kapitalist ülkeler vb. arasında ortaya çıkan çelişkileri de görmek ve akılda tutmak zorundayız. Her zaman öyle bir siyaset izlemeliyiz ki, gerici bir hükümeti, kendi çıkarları ve iktidardaki sınıfın çıkarları uğruna Amerikan emperyalizmiyle bağlarını geçici olarak koparıp başka bir emperyalizmin, örneğin İngiliz ya da Sovyet emperyalizminin kollarına atıldığında desteklemek durumunda kalmayalım. Tavrımız, o ülke proletaryasının ve ezilen kitlelerinin gerici hükümete karşı yürüttüğü mücadeleye güç katmalıdır. Emperyalistler arası çelişkilerden bu amaç uğruna yararlanmalıyız. Eğer Çin revizyonistlerinin yaptığı sıralamaya göre, «ikinci» ya da «üçüncü dünya»nın bir ülkesinin gerici ve baskıcı hükümeti ile «birinci dünya»nın bir ülkesinin hükümeti arasında çelişkiler ortaya çıkarsa, bu çelişkiler her zaman, bir ülke halkının sermayenin boyunduruğundan, iktidardaki gerici burjuvazinin boyunduruğundan kurtulmasına yaramaz. Burada söz konusu olan, esas olarak burjuva sınıf çıkarlarıdır, sömürücü sınıfları simgeleyen hükümetlerin çıkarlarıdır. Söz konusu olan kimin en yüksek fiyatı verdiğidir, kimin bu hükümetleri daha iyi savunduğu ve kimin kendi adamlarını getirmek amacıyla onları düşürmek istediğidir.

Proletaryanın mücadelesi ele alındığında, burjuvaziye karşı tavır ile sosyalist ülkenin farklı toplumsal sisteme sahip ülkelerle kurduğu diplomatik, ticari, kültürel ve bilimsel ilişkiler birbirine karıştırılmamalıdır. Bu devletler arası ilişkiler gereklidir ve geliştirilmelidir ama bir sosyalist ülke, bu ilişkileri kurarken açık amaçlar gütmelidir. Sosyalist ülkenin ideolojik, siyasal, ahlaki ve maddi yaşamı ilişki sürdürdüğü devletlerin halklarına örnek olmalıdır; bu ilişkiler geliştikçe sosyalist olmayan devletlerin halkları sosyalist düzenin yararlarını ve üstünlüğünü anlamalıdır. Doğal olarak, sosyalist yolu tutup tutmamak bu halkların bileceği iştir ama bir sosyalist ülkenin görevi, iyi örnek olmaktır.

Çin liderleri tüm bu siyasal, teorik ve örgütsel sorunlarda açık değiller. Bu sorunları açmak bir yana, onları bilinçli olarak daha da karartıyorlar; çünkü Mao Ze- dung’un dediği gibi, aydınlatmadan önce ortalığı karıştırmak gerekir. Bu tez doğru değildir. Tersine, devrimin gerçekleşmesi için aydınlatma ve ikna çalışması yürüt- meliyiz çünkü karışıklığa gelince, o zaten var. Eğer karıştırmak gerekiyorsa, can çekişen emperyalizmi daha da karıştıralım ama ona yardım etmeyelim, koltuk değnekleri vermeyelim. Sosyalizmin ve komünizmin ufkunu yakınlaştırmak amacıyla, halkları ve proletaryayı kurtarabilmek için, kapitalizmin ömrünü kısaltalım. Bu, bizim devrimci yolumuzdur, Marksizm-Leninizmin yoludur. Başka bir yol da yoktur.

Çin liderleri eskiden Amerikan emperyalizmine karşı «dişe diş mücadele» deyimini kullanırlardı, ama bunu uygulamadılar ve bugün de kesinlikle uygulamıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı dişe diş mücadele etmiyorlar, çünkü Amerikan emperyalizmine yakınlaşıyorlar ve onunla ittifak yapıyorlar.

Çin’in emperyalist devletlerle ve dünyanın diğer devletleriyle diplomatik, ticari ve kültürel ilişkileri kapitalist temellere dayanıyor. Çin’in bu ilişkilerdeki amacı, diğer iki süper devletle rekabet edebilmek için güçlü emperyalist devletlerden almak istediği yardımlar yoluyla ekonomik ve askeri durumunu güçlendirmektir. Çin’in radyo ve diğer araçlar yoluyla yaptığı propaganda, dünyada, Çin’in yalnızca eski bir kültürü olan büyük, güçlü bir devlet

değil, aynı zamanda bugünkü Çin siyasetinin ilerici,gerçekten Marksist-Leninist olduğu izlenimini yaratmak içindir. Ama Çin revizyonistlerinin bu faaliyetleri, hiç bir biçimde dünya halklarının kapitalist ve emperyalist iktidarı yıkma mücadelesinde izleyeceği bir örnek değildir ve olamaz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.