«ÜÇ DÜNYA» TEORİSİ - KARŞI-DEVRİMCİ VE ŞOVEN BİR TEORİ
Enver Hoja
Bugün, devrim ve halkların kurtuluş mücadelesi üzerine Leninist teori ve stratejiye Çin revizyonistleri de açıkça karşı çıktılar ve ona karşı geniş bir cephede mücadele ediyorlar; bu şanlı teoriye ve bilimsel stratejiye, yanlış, karşı-devrimci ve şoven bir teori olan «üç dünya» teorisi ile karşı koymaya çalışıyorlar.
«Üç dünya» teorisi, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in teorisi ile çelişmektedir; ya da, daha doğru bir deyişle, onların teorisinin reddidir. Bu nedenle, kimin önce «üç dünya» terimini icat ettiğini, kimin önce dünyayı üçe böldüğünü bilmek az önemlidir. Fakat Lenin’in böylesine bir ayırım yapmadığı kesindir. Oysa Çin Komünist Partisi bu teoriye sahip çıkıyor ve Mao Zedung’un «üç dünya» teorisini icat ettiğini ileri sürüyor. Eğer bu sözde teoriyi ilk kez formüle eden o ise, bu, Mao Zedung’un bir Marksist olmadığına ilişkin başka bir kanıttır. Fakat o, bu teoriyi yalnızca başkalarından devralmış olsa bile, bu, Marksist olmamak için yeterlidir.
«Üç Dünya» Kavramı Marksizm-Leninizmin Yadsınması
Üç dünyanın var olduğu ya da dünyanın üçe bölündüğü görüşü, dünya kapitalizminin ve gericiliğin yarattığı ırkçı ve metafizik bir dünya görüşüne dayanmaktadır.
Fakat ülkeleri üç basamağa ya da üç «dünyaya» ayıran ırkçı tez, yalnızca ten rengine dayanmamaktadır. O, ülkelerin ekonomik gelişme düzeyini temel alan bir sınıflandırma yapıyor ve «büyük efendilerin ırkı» ile «paryaların ve pleblerin ırkı»nı birbirinden ayırma ve kapitalist burjuvazinin yararına değişmez ve metafizik bir ayırım yapma amacını güdüyor. O, dünyanın çeşitli ulus ve halklarını bir koyun sürüsü olarak, şekilsiz bir bütün olarak değerlendiriyor.
Çin revizyonistleri «efendi ırkın» korunması gerektiğini ve «paryaların ve pleblerin ırkının» bunlara uysalca ve özveriyle hizmet etmesi gerektiğini kabulleniyor ve öğütlüyorlar.
Marksist-Leninist diyalektik, bize, gelişmeye hiçbir zaman sınır çizilemeyeceğini ve herşeyin sürekli değişmekte olduğunu öğretiyor. Bu geleceğe doğru kesintisiz gelişme sürecinde nicelik ve nitelikte değişiklikler ortaya çıkıyor. Çağımız, herhangi bir başka çağ gibi, Marks, Engels, Lenin, ve Stalin’in çok açıkça saptadıkları derin çelişkiler tarafından belirleniyor. O, emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır; yani yeni sosyalist toplumu inşa etmek üzere, işçi sınıfı tarafından iktidarın ele geçirilmesine ve devrime yol açan büyük nicel ve nitel dönüşümler çağıdır.
Marks’ın teorisi, tümüyle sınıf mücadelesine ve diyalektik ve tarihsel materyalizme dayanmaktadır. Marks, kapitalist toplumun, sömürenleri ve sömürülenleri içeren bir toplum olduğunu; sınıfların ancak sınıfsız topluma, komünizme ulaşıldığında ortadan kalkacağını kanıtladı.
Günümüzde emperyalizmin çöküşü ve proleter devrimlerin zaferi çağında yaşıyoruz. Bu, bugünkü kapitalist toplumda uzlaşmaz bir savaş, bir ölüm-kalım savaşı içinde bulunan iki temel sınıfın, burjuvazinin ve proletaryanın var olduğu anlamındadır. Hangisi zafere ulaşacaktır? Marks ve Lenin, Marksist-Leninist bilim, devrimin teori ve pratiği, burjuvazinin, emperyalizmin, tüm sömürücülerin iktidarını parçalayacak, yıkacak ve yeni, sosyalist bir toplumu inşa edecek olan proletaryanın, sonunda zaferi kazanacağını bize kanıtlıyor ve bizi ikna ediyor. Onlar bize, aynı zamanda, bu yeni toplumda da sınıfların çok uzun bir süre var olmayı sürdüreceğini öğretiyorlar: Yakın bir ittifak içinde bulunan işçi sınıfı ve emekçi köylülük ve aynı zamanda devrilmiş ve mülksüzleştirilmiş sınıfların kalıntıları da var olacaktır. Tüm bu aşama boyunca, bu kalıntılar ve soysuzlaşan ve sosyalist inşaya karşı çıkan unsurlar da yitirilmiş iktidarı geri almaya çalışacaklardır. Demek ki, sosyalizmde de keskin sınıf mücadelesi sürecektir.
Marksist-Leninistler, devrimin zafere ulaştığı ve sosyalist düzenin kurulduğu ülkeler dışındaki tüm ülkelerde başta proletarya olmak üzere yoksul sınıfların ve başta burjuvazi olmak üzere zengin sınıfların var olduğunu her zaman gözönünde bulunduruyorlar.
Nerede bulunursa bulunsun, her kapitalist devlette, demokratik ya da ilerici de olsa, ezilenler ve ezenler, sömürülenler ve sömürenler, uzlaşmaz çelişkiler ve acımasız bir sınıf mücadelesi vardır. Bu mücadelenin farklı şiddette olması bu gerçeği değiştirmez. Bu mücadele iniş çıkışlarla doludur, fakat mevcuttur ve söndürülemez. O her yerde vardır; Amerika Birleşik Devletleri’nde proletarya ve emperyalist burjuvazi arasında vardır; Marksizm- Leninizme ihanet edilmiş olan ve ülkenin emekçilerini baskı altında tutan yeni bir burjuva-kapitalist sınıfın ortaya çıktığı Sovyetler Birliği’nde de vardır. Sınıflar ve sınıf mücadelesi «ikinci dünyada» da, örneğin Fransa, İngiltere,
İtalya, Batı Almanya, Japonya’da da vardır; «üçüncü dünyada» da, Hindistan’da, Zaire’de, Burundi’ de, Pakistan’da, Filipinler’de de vb. vardır.
Hiçbir ülkede sınıflar ve sınıf mücadelesinin olmadığını iddia eden yalnızca Mao Zedung’un «üç dünya» teorisidir. Bu teori bunları gözardı ediyor; çünkü o, ülkeleri ve halkları burjuva jeopolitik görüşlere ve ekonomik gelişmelerinin derecesine göre değerlendiriyor.
Çin revizyonistleri gibi dünyayı bir «birinci dünya», bir «ikinci dünya» ve bir «üçüncü dünya» biçiminde üçe bölünmüş olarak görmek, dünyayı sınıfsal bir bakış açısıyla ayırmamak, sınıf mücadelesinin Marksist-Leninist teorisinden uzaklaşmaktır. Bu, geri bir toplumdan yeni bir topluma, sosyalist topluma ve daha sonra sınıfsız topluma, komünist topluma geçmek için proletaryanın burjuvaziye karşı verdiği mücadeleyi yadsımaktır. Dünyayı üçe bölmek, çağımızın özelliklerini kabullenmemektir; proletaryanın ve halkların devrime ve ulusal kurtuluşa doğru ilerlemelerini engellemektir; onların Amerikan emperyalizmine, Sovyet sosyal-emperyalizmine karşı ve her ülkede ve her yerde sermayeye ve gericiliğe karşı mücadelesini engellemektir. «Üç dünya» teorisi toplumsal barışı, sınıf uzlaşmasını öğütlüyor. O, uzlaşmaz düşmanlar arasında, proletarya ve burjuvazi arasında, ezilenler ve ezenler arasında, halklar ve emperyalizm arasında ittifaklar yaratmaya çelişiyor. O, eski dünyanın, kapitalist dünyanın yaşamıni uzatmaya ve tam da sınıf mücadelesini söndürmeye çalışarak onun hayatta kalmasına çaba harcıyor.
Fakat sınıf mücadelesi, proletaryanın ve müttefiklerinin iktidarı ele geçirmek için yürüttükleri mücadele ve burjuvazinin iktidarını korumak için yürüttüğü mücadele hiçbir zaman söndürülemez. Bu, sarsılmaz temellere dayanan bir gerçektir. Bunu, «dünyalar» üzerine içi boş teoriler, «birinci dünya», «ikinci dünya», «üçüncü dünya», «bloksuz dünya» ya da «yirminci dünya» teorileri de değiştiremezler. Böylesine bir ayırımı kabullenmek, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in sınıflar ve sınıf mücadelesine ilişkin teorisinden yüz çevirmek ve onu terk etmek demektir.
Lenin ve Stalin Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra çağımızda iki dünyanın olduğunu belirttiler: Sosyalizm
o sırada yalnızca tek bir ülkede kurulmuş olmasına rağmen, sosyalist dünya ve kapitalist dünya. 1921’de Lenin şöyle yazıyordu :
«... bugün dünyada iki dünya vardır: eski dünya-çık- maz bir sokağa saplanmış ve hiçbir zaman sinmeyecek olan kapitalizm, yeni dünya- gelişen, henüz çok zayıf olan, ama yenilmez olduğu için büyüyecek olan [dünya].»*
Dünyanın bölünmesine ilişkin bu sınıf ölçütü, sosyalizmin birçok ülkede zafere ulaşmamış ve eski burjuva - kapitalist toplumun yerini yeni toplumun almamış olmasından bağımsız olarak, bugün de geçerlidir. Bu, yarın mutlaka gerçekleşecektir.
Sovyetler Birliği’nde ve bir zamanlar sosyalist olan diğer ülkelerde sosyalizme ihanet edilmiş olması gerçeği, dünyanın bölünmesine ilişkin Leninist ölçütü zerre kadar değiştirmez. Eskiden olduğu gibi şimdi de yalnızca iki dünya vardır ve bu iki dünya arasındaki, iki uzlaşmaz sınıf arasındaki, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki mücadele yalnızca ulusal değil, uluslararası düzeyde de mevcuttur.
Sovyetler Birliği’nin ve bir zamanlar sosyalist olan diğer ülkelerin ihaneti sonucunda sosyalist kampın artık var olmadığını öne sürerek, sosyalist dünyanın varlığını kabullenmeyen Çin revizyonistleri kasıtlı olarak şu gerçeği gözardı ediyorlar: Modern revizyonizmin ortaya çıkışı, kapitalizm hâlâ hayatta olsa bile, tarihin, devrime yönelik, emperyalizmin çöküşüne yönelik genel eğiliminde en ufak bir değişiklik yaratmaz. Onlar aynı zamanda şu gerçeği de gözardı ediyorlar: Marksizm-Leninizmin ölümsüz düşünceleri vardır, gelişmektedir ve zafere ulaşmaktadır; Marksist-Leninist partiler vardır; sosyalist Arnavutluk vardır; özgürlük, ulusal bağımsızlık ve egemenlik için mücadele eden halklar vardır; dünya proletaryası vardır ve mücadele etmektedir.
Paris Komünü zafere ulaşmadı, bastırıldı; fakat dünya proletaryasına büyük bir örnek verdi. Marks, Komün deneyinin Fransız proletaryasının geçici güçsüzlüğünü kanıtladığını, fakat buna rağmen, bütün ülkelerin proletaryasını dünya devrimine hazırladığını ve zafer için hangi koşulların gerekli olduğunu gösteren büyük bir ders verdiğini söyledi. Marks, «göklere saldıran» Komün savaşçılarının bu büyük deneyini teoriye yükseltti ve proletaryaya, burjuva devlet aygıtını ve onun diktatörlüğünü devrimci şiddetle parçalaması gerektiğini öğretti.
Modern revizyonistler korkaktır. Onlar, karşı-dev- rimci güçlerin bugün çok güçlü olduğunu sanıyorlar. Hiç de doğru değil. Onlar daha güçsüzdür. En güçlü olan, proletarya başta olmak üzere halklardır ve sonuçta, karşı-devrimci güçleri, gericiliğin, emperyalizmin ve sosyal-emperyalizmin güçlerini ezeceklerdir. Bu, dünyanın, sınıfsal açıdan yapılmış çözümlemesine dayanan bir görüştür. Revizyonistlerin faaliyetlerini ve korkusunu gizleyen devrimci lafazanlığa karşın, başka her görüş yanlıştır.
Biz Marksist-Leninistler, üç ya da beş değil de, iki dünyanın var olduğunu söylüyorsak, doğru yoldayız ve biz Marksizm-Leninizm temelinde, kapitalist burjuvaziye karşı, Amerikan emperyalizmine ve Sovyet sosyal-emperya- lizmine karşı, diğer emperyalizmlere karşı mücadelemizi inşa etmeliyiz. Bu mücadele eski burjuva-kapitalist dünyanın parçalanmasına ve yeni bir düzenin, sosyalist düzenin kurulmasına götürmelidir.
Proletarya çağımızın toplumsal itici gücüdür. Lenin, tarihi ileriye götüren gücün,
«... şu ya da bu çağın odak noktasında duran ve ilgili çağdaki tarihsel durumun başlıca içeriğini, gelişmesinin ana yönünü, en önemli özelliklerini vb. belirleyen.»*
sınıf olduğunu vurguladı. Buna karşılık Çin revizyonistleri, Lenin’in bu teziyle çelişen bir biçimde, «tarihin tekerleğini ileriye götüren büyük itici güç» olarak «üçüncü dünya»yı göstermeye çalışıyorlar. Böyle bir açıklama yapmak, itici gücün teorik ve pratik olarak yanlış bir tanımıni yapmak demektir. Nasıl olur da, en devrimci sınıfın, proletaryanın odak noktasında durduğu bugünkü toplumsal gelişme aşamasında, büyük çoğunluğunda burjuvazinin ve feodallerin ve hatta açık gericilerin ve faşistlerin egemen olduğu bir devletler topluluğu itici güç olarak adlandırılabilir? Bu, Marks’ın teorisini kabaca çarpıtmaktır.
Çin önderliği «üçüncü dünya»da ezilenlerin ve ezenlerin var olduğunu, bir yanda proletarya ve köleleştirilmiş, yoksullaştırılmış ve sefalet içindeki köylülüğün ve öte yanda halkı sömüren ve yağmalayan kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin var olduğunu gözardı ediyor. Sözde üçüncü dünyadaki, bu sınıf durumunu belirtmemek, orada var olan uzlaşmazlıkları belirtmemek, Marksizm-Leninizmi revize etmek ve kapitalizmi savunmak demektir. Sözde üçüncü dünya ülkelerinde, genel olarak kapitalist burjuvazi iktidardadır. Bu burjuvazi ülkeyi sömürüyor, yoksul halkı kendi sınıf çıkarları uğruna sömürüyor ve kendisine en fazla Kârı sağlamak ve halkı sürekli kölelik altında ve sefalet içinde tutmak için, onu eziyor.
«Üçüncü dünya»nın birçok ülkesinde egemen hükümetler, küçük siyasal farklılıklar taşımalarına karşın, burjuva ve kapitalisttirler. Bunlar proletarya ve yoksul ve ezilen köylülüğe, devrime ve kurtuluş savaşlarına düşman sınıfın hükümetleridir. Bu ülkelerde iktidarı elinde bulunduran burjuvazi, tam da proletaryanın, köyün ve şehrin yoksul tabakalarıyla ittifak yaparak yıkmayı hedeflediği kapitalist toplumu savunuyor. Bu burjuvazi, kendi dar çıkarlarından hareketle her an ve her dönüm noktasında, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yabancı kapitalistlere satmaya ve anavatanın özgürlüğünü, bağımsızlığını ve egemenliğini satmaya hazır olan bir üst sınıf oluşturuyor. Bu sınıf iktidarda olduğu her yerde, proletaryanın ve müttefiklerinin, ezilen sınıfların ve kesimlerin mücadelesinin ve amaçlarının karşısında durmaktadır.
Çin önderliğinin «üçüncü dünya» içinde gösterdiği devletlerin birçoğu ne Amerikan emperyalizmine ne de Sovyet sosyal-emperyalizmine karşıdır. Bu devletleri, Mao Zedung’un öğütlediği gibi «devrimin ve emperyalizme karşı mücadelenin temel itici gücü» olarak değerlendirmek, Himalaya dağları kadar büyük bir hatadır. Başka sahte Marksistler de vardır. Fakat onlar hiç olmazsa, burjuva teorileri arkasına sığınıp kendilerini gizlemeyi biliyorlar.
Çin revizyonistleri «üçüncü dünya»ya ilişkin sahip oldukları anti-Marksist aldatıcı tablonun aynısını «ikinci dünya» diye adlandırdıkları şey için de çiziyorlar. Bu «ikinci dünya»da kapitalist büyük burjuvazi egemendir, şimdi yine emperyalist olan dünün büyük emperyalistleri egemendir. Bu sözümona ikinci dünya ülkelerinde, ezici yasalar, ordu, polis, sendikalarla, burjuva diktatörlüğün tüm bu silahları aracılığıyla ezilen ve iliklerine dek sömürülen, büyük ve güçlü bir proletarya vardır. «İkinci dünya» ülkelerinde olduğu gibi «üçüncü dünya» ülkelerinde de proletarya ve halklara egemen olan ve parçalanması gereken aynı burjuva kapitalist sınıftır; aynı toplumsal güçlerdir. Temel itici güç burada da proletaryadır.
Fakat Çin revizyonistleri tam da devrimin büyük ordusunu temsil eden proletaryayı «ikinci dünya»da olduğu gibi «üçüncü dünya»da da, Amerika Birleşik Devlet- leri’nde ve Sovyetler Birliği’nde de yadsıyorlar. Onlar, tam da toplumun temel itici gücünü, kendi sınıf düşmanı ve tüm dünya devriminin düşmanı olan tekelci burjuvaziye darbe indirecek bu gücü, yadsıyorlar.
Mao Zedung’un «üç dünya» teorisi bu büyük gerçeği yadsıyor ve Avrupa ülkelerinin ve diğer gelişmiş ülkelerin proletaryasını hor görüyor. Proletaryanın saflarında, ister sözde üçüncü dünyada olsun, isterse sözde ikinci dünyada ve birinci dünyada olsun; belli bir yozlaşmanın olduğu da doğrudur; çünkü burjuvozi bağdaş kurup oturmuyor; o düşmanına karşı yalnızca silahlarla ve baskıyla değil; siyasal ve ideolojik olarak, yarattığı yaşam biçimiyle de vb. mücadele ediyor. Fakat proletaryanın, işçi aristokrasisi gibi belli bir tabakasının yozlaşmış olması gerçeği, Marksizm-Leninizmi bir kenara atmaya ve dünya devrimci sürecinde işçi sınıfının belirleyici rolünü yadsımaya yol açmamalıdır. Gerçek komünistler doğru Marksist-Leninist eğitim, günlük devrimci eylemler aracılığıyla, her ülkenin ve her «dünyanın» proletaryasını, yozlaşmaktan koruyorlar ve onu, İngiliz ya da Fransız, İtalyan ya da Alman, Portekiz ya da İspanyol, Amerikan
ya da Japon vb. olsun kendisini ezenlere karşı mücadeleye seferber ediyorlar.
Dünya emperyalizminin elebaşısı olan Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bir proletarya vardır. O, dünyanın en çok sanayileşmiş ülkelerinden biridir ve aynı zamanda en zengin olanıdır. Bu nedenle proletaryayı aldatmak için sermayeden ayrılan kırıntılar diğer burjuva ülkelerinden biraz daha fazladır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşam biçiminin proletarya üzerinde daha büyük bir etkisi vardır, fakat biz Amerikan proletaryasının kendi ülkesindeki devrime ilişkin rolünü ve katkısını hiç mi hiç gözardı edemeyiz. Gerçekten Amerika Birleşik Devletlerinde de emperyalizme, yağma savaşlarına, kapitalistlerin, tröstlerin, bankaların vb. uyguladıkları baskıya karşı olan bir kamuoyu vardır. Bu ülkedeki küçük-bur- juva tabakalar arasında bile büyük sermaye tarafından uygulanan baskıya karşı bir direniş vardır.
Çinli «üç dünya» teorisi sınıf mücadelesini inkâr ederek, halkların, yabancı egemenlikten kurtulmak için, demokratik hak ve özgürlüklerini kazanmak için verdikleri mücadeleyi de reddediyor; o, onların sosyalizm için verdikleri mücadeleyi reddediyor. Bu karşı devrimci ve bilimsel olmayan teori, halkların, düşmanlarına yani emperyalizme, sosyal-emperyalizme ve tüm uluslararası büyük burjuvaziye karşı verdikleri mücadeleyi karalayıp atıyor.
Halkları «üç çekmeceye» doldurmak ve yalnızca «üçüncü dünya»nın emperyalizmden kurtulmayı hedeflediğini, çünkü yalnızca onun «emperyalizme karşı temel itici güç» olduğunu öğütlemek, bir aldatmacadır, Mark- sizm-Leninizmden açıkça sapmaktır. Emperyalistler ve kapitalistler «birinci dünyaya» ve «ikinci dünyaya» dahil edildiğinde, o zaman şu soru ortaya çıkıyor: «Üçüncü
dünyayı» da ezen aynı zalimlere karşı, kurtuluş için kendileri de mücadele eden bu «iki dünyanın» halkları, nereye konulacak? Bu soruyu dünyayı üçe bölmenin mucitleri ve taraftarları cevaplandıramıyorlar; çünkü onlar an- ti-Marksist ve anti-Leninist görüşlerine sadık kalarak emperyalistleri iktidardaki yöneticileri ve halkları tek bir bütün içinde kaynaştırıyorlar.
Marksist-Leninistler, Sovyet halklarını, onlar üzerinde egemenlik kuran anti-Marksist, sosyal-emperyalist ve yeni kapitalist sahtekarlarla özdeşleştiremezler; aynı biçimde, Amerikan halkını Amerikan emperyalizmiyle karıştırıp birbirine katamazlar. Devrimciler Çin revizyonistleri gibi davranmış olsalardı, büyük bir teorik hata işlemiş ve devrime karşı çıkmış olurlardı. Onlar tam da, proletarya ve halklar, düşmanlarının ininde bile onlara karşı mücadele ederken, bu düşmanları, yani emperyalizmi, sosyal-emperyalizmj ve sermayenin güçlerini desteklemiş olurlardı.
Dünyayı böylesine bölmek, kendilerini ezen oligarşiler ile mücadele içinde olan halkların farklı özelliklerini, gelişme düzeylerini ve farklı isteklerini birbirine karıştırdığına göre, «birinci dünyanın» yarısına karşı mücadele etmek amacıyla «üçüncü dünya»nın «ikinci dünya» ile ittifak yapması için Çin’in yaptığı çağrının anlamı nedir? Halkların direnişinin ve devrimci mücadelesinin düzeyi de birbirinden farklıdır, ancak onların nihai amacı, komünizm aynıdır. Bu koşullarda biz, Marksist-Leninistler, emperyalizme, sosyal-emperyalizme, kapitalizme ve onların aldatıcı ideolojilerine karşı, sürekli sınıf mücadelesi yoluyla, son amaca ulaşmak için propaganda yürütmeli ve seferber olmalıyız.
Çin revizyonistleri, kapitalist ülkelerdeki halkları, iktidardaki yöneticiler ile kaynaştırıp birleştirdikleri gibi, üstelik sosyalist ülkelerin de «üçüncü dünya»ya dahil edilebileceğini öğütleyerek, bu ülkelerin de özelliğini yok etmek istiyorlar.
Nasıl olur da, sosyalist bir ülke, içinde uzlaşmaz çelişkilerin, sömürünün ve baskının olduğu «üçüncü dünya» ile özdeşleştirilebilir? Nasıl olur da, o, Çin önderlerinin yaptığı gibi «krallar ve prensler» ile aynı kaba konulabilir? Kendi ülkelerini sosyalist olarak nitelendiren Çin revizyonistleri, bu «dünya»nın halklarına sözde yardım etmek için kendilerini «üçüncü dünya»ya dahil ettiklerini söylüyorlar. Bu, yayılmacı emellerini gizlemek için kullandıkları bir yalandır. Halkların mücadelesine yardımcı olmak ve onu desteklemek için gerçekten sosyalist bir ülkenin ne dünyayı üçe bölmesi, ne de kendisini «üçüncü dünya»ya dahil etmesi gerekir.
Sınıf kıstaslarına dayanan tutumlarımızla, biz. Mark- sist-Leninistler, kralların, şahların ve gerici kliklerin egemen oldukları devletlere değil; halklara, proletaryaya, gerçek demokrasiye, egemenliğe ve özgürlüğe yardım ediyoruz. Biz süper devletlerin boyunduruğundan kurtulmak isteyen halklara ve demokratik devletlere yardım ediyoruz. Fakat biz bu yardımın, süper devletlerle iç içe geçmiş olan krallara ve uluslararası tekellere karşı mücadele edilmeden, doğru bir biçimde ve sınıf kıstaslarına uygun olarak amacına varamayacağını vurguluyoruz. Çin önderleri bu karmaşık sınıf sorununu, uyduruk «üçüncü dünya» ile «bütünleşme» yoluyla çözümlediklerini öne sürüyorlar. Fakat bu, anti-Marksist bir çözümdür. Çin önderlerinin iddia ettiklerinin tersine, «üçüncü dünya» devletlerinin ve hükümetlerinin çoğunluğu «birinci dünya»ya, Amerikan emperyalizmine ve Sovyet sosyal-emperyaliz- mine karşı, ya da «ikinci dünya»ya karşı, mücadeleden yana değillerdir.
Dünya halklarının eğilimi, kurtuluş için, devrim için, sosyalizm için mücadele yönündedir. Fakat bu akım, Çin’in kendisini de dahil ettiği, «üçüncü dünya»nın krallarının, emirlerinin ve Mobutu ve Pinoşe tipindeki gerici kliklerin hükümetlerini kapsamaz.
Sözümona üçüncü dünya devletlerinde, Çin yönetimi proleter enternasyonalizmi ilkelerine ve dünya devriminin çıkarlarına uygun sınıfsal farklılık görmüyor. Çin yönetimi şu olguyu gözardı ediyor: Bu ulusal devletlerin çoğunluğu burjuvazinin üst tabakaları tarafından yönetiliyor ve yalnızca Amerikan emperyalizminin değil, Sovyet sosyal-emperyaiizminin de etkisi altındadırlar ve sayısız bağla onlara sıkıca bağlıdırlar.
Bu devletlerde, bir yanda proletarya ve yoksul ve ezilen köylülük ile öte yanda burjuvazi ve tüm zalimler arasında derin iç çelişkiler vardır. Sosyalist bir ülkenin bu devletlerin halklarına yaptığı yardım, gerçek demokratik bir devletin yaratılması için ileriye doğru adımlar atma yolunda büyük bir teşvik olmalıdır. Fakat bu yapılırken, proleter devrimin zaferini ve proletaryanın iktidarı ele geçirmesine gölge düşürülmemelidir. Devrim ithal edilmez; o, her ülkenin proletaryası ve halkı tarafından gerçekleştirilecektir. Elbette ki iktidarın ele alınması bugünden yarma gerçekleşemez. Lenin’in bize öğrettiği gibi; proletaryanın, diktatörlerin ve gerici burjuvazinin yozlaşmış iktidarını yıkması ve halkın iktidarını kurması ve her tarihsel dönemeçte mücadelenin başında yer alması için koşulların yaratılması gerekiyor.
Biz, komünistler bugünkü dünyayı Leninist sınıf kıstasına dayanarak bölüyoruz ve bu, bizim, süper devletlere karşı mücadele etmemizi ve özgürlük isteyen ve süper devletlerle çelişkileri olan tüm halkları ve devletleri desteklememizi engellemez. Sosyalist Arnavutluk Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarının mücadelesini tüm kalbiyle ve yoğun bir biçimde destekledi; çünkü bu mücadele onların çıkarlarına uygundur ve emperyalizme ve yabancı sömürgeci egemenliğine yöneliktir. Fakat Çin önderlerinin yaptıkları gibi, Marksizm-Leninizmin ilkelerini, proletarya partisinin ideolojisini ve siyasetini gizlemek ve çarpıtmak anti-Marksisttir; bir yutturmacadır; bir hiledir. Arnavutluk Emek Partisi böyle bir şeyi hiçbir zaman yapmadı ve yapmayacaktır; çünkü bu, kendi halkına, diğer halklara, uluslararası proletaryaya ve dünya devrimi- ne karşı affedilmez bir suç olurdu.
Çin Komünist Partisi Dünyayı Üçe Bölerek Gerçekte Sınıf Uzlaşmasını Öğütlüyor. ->>>>