Marksist-Leninist Devrim Öğretilerini Savunmalı ve Uygulamalıyız
Enver Hoja
Emperyalizm ve Devrim
Emperyalizm ve Devrim
Devrimin patlaması ve zafere ulaşması için nesnel ve öznel koşulların var olması gerektiğini Marksizm-Leninizm bize öğretiyor ve bütün devrimlerin deneyi bunu doğruluyor.
Lenin bu öğretiyi «II. Enternasyonal’in Çöküşü» kitabında formüle etti ve «‘Sol’ Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı» kitabında ve diğer yazılarında geliştirdi.
Devrimin nesnel etkeni olarak devrimci durum üzerinde duran Lenin, onu şöyle tanımlıyor:
Egemen sınıfları içeren derin bunalıma, ezilen sınıflar arasında hoşnutsuzluğa ve öfkeye yol açan bir bunalıma bağlı olarak;
«İktidardaki sınıflar için, değişikliğe gitmeden iktidarlarını sürdürmek olanaksız olduğu zaman» diyor, Lenin.
«Devrimin patlaması için, genellikle, ‘alt tabakaların’ eskisi gibi ‘yaşamak istememeleri’ yeterli değildir; aynı zamanda ‘üst tabakaların’ da eskisi gibi ‘yaşa- yamamalari’ gereklidir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluğu ve sıkıntısı ağırlaştığı zaman... 3) Yukarıdaki nedenlerin bir sonucu olarak, tarihsel önemde bağımsız eylemlere... sürüklenen... kitlelerin faaliyetinde önemli bir artış olduğu zaman.»**
«Başka bir deyişle, bu gerçek şöyle de belirtilebilir: (sömürülenleri de, sömürücüleri de etkileyen) ulus çapında bir bunalım olmaksızın devrim olanaksızdır.»*
«Yalnızca ayrı ayrı grup ve partilerin değil, ayrı ayrı sınıfların bile iradesinden bağımsız olan bu nesnel değişmeler olmaksızın» «devrim -genel bir kural olarak- olanaksızdır.»**
diye vurguluyor Lenin.
Ama her devrimci durum devrime yol açmaz, diyor Lenin. 1860-1870 yıllarında Almanya’da, ya da 1859-1861 ve 1879-1880 yıllarında Rusya’da olduğu gibi birçok durumda; diyor Lenin, devrimci durumlar devrimlere dönüşmedi. Çünkü öznel etken, yani kitlelerin devrim için hazırlığı ve yüksek bilinç düzeyi yoktu. Lenin’in söylediği gibi: «devrimci sınıfın; ‘düşürülmediği’ taktirde, hiçbir zaman, hatta bunalım döneminde bile ‘düşmeyen’ eski hükümeti parçalayacak (ya da yerinden atacak) kadar güçlü devrimci kitle eylemleri gerçekleştirme yeteneği»*** yoktu
Lenin’in ilk eserlerinde yazdığı gibi, öznel etkenin hazırlanmasında, işçi sınıfının devrimci partisi, bu partinin devrimci kitlelere önderlik etme, onları eğitme ve seferber etme görevi belirleyici bir rol oynar. Parti bunu hem somut koşullara ve kitlelerin devrimci isteklerine ve taleplerine cevap veren doğru bir siyasal çizgi izleyerek hem de proletaryanın ve emekçi kitlelerin, yaşadıkları durumun, sömürünün ve baskının, burjuvazinin vahşi yasalarının ve köleleştirici düzeni yıkma aracı olarak devrimin kesin gerekliliğinin bilincine varmasını sağlayan, yoğun ve siyasal olarak iyi düşünülmüş devrimci eylemleri içeren çok büyük bir çalışmayla elde eder.
Böylece, yoksul tabakalar öylesine yoğun bir tepki gösterecektir ki, başka iç ve dış çelişkilerle de sarsılmış olan zenginlerin, iktidardaki burjuvazinin, eski egemenliğini ayakta tutması olanaksız olacaktır. Bu koşullar tamamlandığında, birbirine bağlı olan nesnel ve öznel koşullar var olduğunda, devrimin yalnızca patlaması değil, zafere ulaşması da olanaklıdır.
Devrimciler Lenin’in bu dahice tezleri üzerin her zaman derinlemesine dururlar ve bununla da yetinmeyip durumun somut ve çok yönlü çözümlemesini yaparlar. Onlar, devrimci durumlarda gafil avlanmayacak biçimde, bu belirleyici anlarda silahsız kalmayacak tersine devrimi hazırlamak için bu anlardan yararlanabilecek biçimde davranırlar.
Dünyada bugünkü durumun tahlili neyi gösteriyor? Leninist devrim teorisinden hareketle, Arnavutluk Emek Partisi, bugün dünyadaki durumun genel olarak devrimci olduğu, birçok ülkede durumun olgunlaştığı, ya da olgunlaşmakta olduğu, diğer ülkelerde ise bu sürecin gelişmekte olduğu sonucunu çıkarıyor.
Bugün durumun devrimci olduğunu söylerken, günümüzde dünyanın büyük patlamalara doğru gittiğini kastediyoruz. Genel olarak bugünkü durum patlayan bir volkanı, her yeri tutuşturan bir yangını, iktidardaki ezen ve sömüren üst sınıfları kesinlikle yakacak olan bir yangını andırıyor.
Kapitalist ve revizyonist dünya ciddi bir ekonomik ve siyasal, mali ve askeri, ideolojik ve ahlâki buhranın pençesindedir. Burjuva ve revizyonist düzenin tüm bünyesini ve üst yapısını sarsan bugünkü bunalım, kapitalist sistemin genel bunalımını her zamankinden daha derin ve keskin bir hale getirmiştir.
Buhranın sonuçları, özellikle ekonomi alanında açıkça çok ciddi ve tahrip edicidir. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en şiddetli buhranın derinleşmesi 1974’ten bu yana sürmektedir. Sanayi üretiminde büyük düşüş vardır; Japonya’da %20. İngiltere’de %15, ABD’de %14, Fransa ve İtalya’da %13, Federal Almanya Cumhuriyeti’nde %10vb. Buhran, derin bir çöküşe neden olmuştur. Bir çok kapitalist ülkede, ekonominin bazı temel dallarında kullanılmayan üretim kapasitesi % 25-40’a ulaşmıştır ve bu durum yıllardan beri sürmektedir. Bu nederne, sanayi üretiminde durgunlaşma sürüyor. Çok büyük «fazla» mal stoku satılmadan duruyor.
Bununla birlikte, tüm bu satılmayan mal stoklarına rağmen ve üretim kapasiteleri işletilmeden durduğu halde yükselen fiyatlar nedeniyle tekellerin kârları artmaya devam etmektedir. Belli ülkelerde enflasyon çok yüksek oranlara ulaşırken, fiyatlar her gün artmaktadır.
Fiyat artışları ve özellikle enflasyon, tekellerin, kapitalist ve revizyonist devletin elinde, bunalımın ağır yükünü işçi sınıfına ve diğer emekçilere yüklemenin çok kullanışlı bir aracı haline gelmiştir.
Enflasyonu yavaşlatma bahanesi altında, kapitalist ve burjuva-revizyonist devletler emekçi kitlelerin gelirlerinden kesilen vergileri artırıyor ve ücretlerini donduruyorlar; aynı zamanda da tekellerin kârından alınan vergileri azaltıyor, devalüasyon yapıyorlar, vb. Bu önlemler, işçi sınıfına ve tüm emekçi halka karşı yöneltilmiştir. Onları daha fazla sömürmekte ve yaşam düzeyini düşürmektedir.
Ekonomik bunalımın sürüp gitmesi, işçi sınıfının ve köylü kitlelerin yaşam koşullarını daha güç ve daha kötü kıldı. İşsizlik daha önce seyrek görülen oranlara ulaştı ve burjuva ve revizyonist toplumun büyük hastalığı haline geldi, müzminleşti. Kapitalist-revizyonist dünyada 110 milyon kişi sokağa atıldı. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde en az 7-8 milyon işsiz var. Bugün yüzmilyonlarca insan açlığın eşiğinde yaşıyor ya da gerçekten açlık çekiyor.
Yüzmilyonlarca insan, yarın ne olacağını bilmemenin korkusuyla kıvranıyor.
Geniş emekçi kitlelerin içinde bulunduğu yoksulluk ve güvensizlik ve aynı zamanda kapitalist ve burjuva - revizyonist rejimler tarafından izlenen gerici, halk düşmanı iç ve dış siyasetler, nüfusun geniş tabakalarının hoşnutsuzluğunu artırdı ve sürekli artırıyor. Bu ciddi durum. onların, grevlerde, protestolarda, gösterilerde, burjuva ve revizyonist düzenin baskı organlarıyla çatışmalarında ve birçok kez gerçek ayaklanmalarda kendini gösteren zaptedilemez öfkesini artırdı. Halk kitleleri kendilerini yöneten rejimlere gittikçe daha çok kin duyuyorlar.
Ba buhran durumunda bile azami kârlarını korumak -isteyen emperyalist, revizyonist ve kapitalist ülkelerin hükümetleri kitlelerin öfke ve hoşnutsuzluğunu yatıştırmak ve onları devrimden çevirmek için her tür sahte vaat ve önerileri öne sürüyorlar.
Bu arada, yoksullar daha da yoksullaşıyor; zenginler daha da zenginleşiyor. Yoksul ve zengin toplumsal tabakalar arasındaki, gelişmiş kapitalist ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki uçurum gitgide derinleşiyor.
Bugünkü bunalım, kapitalist ve revizyonist devletlerin yönetici grupları içinde yoğun kaynaşmaya yol açmış ve siyasal yaşama da yayılmıştır. Bunun açık kanıtı hükümet bunalımlarındaki büyük artış ve iktidardaki ekiplerin sık sık değiştirilmesidir.
Burjuvazi ve yönetici klikler, emekçi halkı aldatmak ve onlara yeni ekibin eskisinden daha iyi olacağı yolunda umut vermek, hem bunalımın hem de bunalımdan kurtulamamanın sorumlusunun eski ekip olduğuna, yenisinin ise durumu düzelteceğine onları inandırmak için hükümet ekiplerindeki atlarını gitgide daha sık değiştirmeye zorlanıyorlar. Geniş çapta ve sürekli oynanan bu komedi, özellikle seçim kampanyaları sırasında özgürlük,demokrasi vb. üstüne aldatıcı sloganlarla kamufle ediliyor. Kapitalist ve revizyonist ülkelerdeki burjuvazi, ayni zamanda, vahşi şiddet silahlarını; orduyu, polisi, gizli servisleri, mahkemeleri güçlendiriyor; proletaryanın her hareketi ve her çabası üzerinde burjuva diktatörlüğün denetimini güçlendiriyor. Bugün, kapitalist ve revizyonist ülkelerde burjuva şiddetin artırılması ve demokratik hakların kısıtlanması yönünde açık bir eğilim var. Ülke yaşamını faşistleştirme eğilimi giderek güçleniyor. Burjuvazi, egemenliğini «demokratik» yöntem ve araçlarla sürdürmeyi olanaksız bulacağı an faşizmi kurmaya hazırlanıyor.
Ekonomik, mali ve siyasal bunalım yalnızca tekelleri, hükümetleri, siyasal partileri ve tek tek ülkelerdeki siyasal parti ve güçleri değil; uluslararası ittifakları da, Avrupa Ortak Pazarı, COMECON, Avrupa Topluluğu, NATO ve Varşova Paktı gibi ekonomik, siyasal ve askeri blokları da pençesi altına aldı. Bu ittifakların ve blokların üyeleri arasındaki çelişkiler, sürtüşmeler, itirazlar ve anlaşmazlıklar gitgide daha açık ve yıpratıcı bir biçimde kendilerini gösteriyorlar.
Buhranın ve ondan kurtulma çabalarının başka bir ifadesi de silahlanma yarışında; savaş için çok yönlü hazırlıklarda; Orta Doğu’da, Afrika Boynuzu’nda, Batı Sahra’da, Hindi-Çini’de ve başka yerlerde olduğu gibi bölgesel savaşların süper devletler ya da diğer emperyalist devletler tarafından kışkırtılmasında da görülmektedir. Bu yol şu ya da bu emperyalist devletin hegemonyacı ve yayılmacı planlarına hizmet etmekte ve bugün benzeri görülmemiş boyutlara ulaşan savaş sanayini ve silah ticaretini canlı tutmakta ve körüklemektedir.
Ama tüm bu siyasal ve askeri araçlar, ciddi bir biçimde rahatsız olan kapitalist revizyonist sistemin hastalıklarını tedavi etmeyen ve edemeyecek olan geçici çarelerdir.
Kapitalist ve revizyonist dünyanın bugünkü ekonomik ve siyasal bunalımına, eşi görülmemiş ideolojik ve ahlâki bunalım da eklenmelidir. Bugün görülen ideolojik kargaşa ve ahlaki çöküntü daha önce hiçbir zaman ortaya çıkmamıştı. Laik ve dinsel, klasik ve modern, açıkça anti-komünist ve sözümona komünist ve Marksist paravanalarla donatılan sağ, orta, ya da «sol» burjuva teorilerin bu kadar çok biçimi daha önce hiç varolmamıştı. Böylesine bir ahlaki bozulma, böylesine kokuşmuş bir yaşam tarzı, düşünce alanında böylesine bir alçalma hiç görülmemişti. Büyük çabalarla inşa edilen ve tantanayla duyurulan «eski toplumun kötülüklerinden kurtulmak için reçeteler», «kapitalizmin nihai istikrarı», «halk kapitalizmi», «tüketim toplumu», «sanayi sonrası toplum», «bunalımı önleme», «teknik-bilimsel devrim», Kruşçevci «barış içinde birarada yaşama», «orduları, silahları ve savaşı olmayan bir dünya», «insancıl yüzlü sosyalizm» gibi burjuva ve revizyonist teoriler şimdi temellerinden sarsılıyor.
Genel buhranın tüm bu görünümleri yalnızca buhranın sonuçlarının çok açık görüldüğü Yugoslavya’da değil, sosyal-emperyalist Sovyetler Birliği’nde ve diğer revizyonist ülkelerde de görülebilir. Bu ülkelerde baskı ve sömürü her alanda arttı. Herkes, kapitalizmin hastalıklarının, yöneticiler ve üst tabakalar içinde iktidar ve ayrıcalıklar uğruna süren kavgaların ve çekişmelerin acısını çekiyor. Her yerde halk kitleleri hoşnutsuzluk ve öfkeyle kaynaşıyor. Bu ülkelerde de, devrimin patlak vermesi için büyük olanaklar vardır. Devrimin yasası, her burjuva ülkede olduğu gibi orada da işliyor.
İşte, gittikçe daha derinleşen kapitalizmin bugünkü genel bunalımı bizi şu sonuca götürüyor: Devrimci durum, kapitalist ve revizyonist ülkelerin çoğunu sarmış tır ya da sarma sürecindedir. Dolayısıyla bu durum, dev- rimi gündeme getirmiştir.
Bunalımın ve devrimi boğmak için başvurdukları manevralar ve kehanetlerde uğradıkları yenilgilerin gittikçe ağırlaşan baskısı altında ezilen burjuvazi ve revizyonistleri yeni çareler bulmaya ve başka aldatıcı teoriler yaratmaya çalışıyorlar.
Bugün modern revizyonistler kapitalist sistemi savunma, halkları sömürme ve ezme, devrim ve kurtuluş hareketlerini bölme ve genel olarak Kitleleri aldatma bayrağını açmışlardır. Ama onlar da, burjuvazinin basit birer uşağı haline gelen sosyal-demokratların ve tüm diğer oportünistlerin akıbetine uğrayacaklardır.
Bugünkü ciddi ekonomik, siyasal ve ideolojik bunalım durumunda; burjuvazi, revizyonist uşaklarının kendisini daha açıkça desteklemesini istiyor. Bu, onları, gerçek yüzlerini açığa çıkarmaya ve aynı zamanda daha da gözden düşmeye zorluyor. Lenin şöyle diyor:
«Oportünistler, proleter devrimin burjuva düşmanlarıdır. Onlar, barış döneminde işçi partilerine yerleşerek burjuva görevlerini gizlice yürütürler. Bunalım dönemlerinde ise, tutuculardan en radikal ve en demokratlara kadar, özgür düşünürlerden dincilere ve kilise yanlılarına kadar bütün birleşik burjuvazinin açık müttefikleri olarak kendilerini hemen gösterirler.»*
Lenin’in vardığı bu bilimsel sonuç, modern revizyonistlerin bunalım içindeki kapitalist düzene bugün sundukları hizmetle bütünüyle kanıtlanmıştır.
Örneğin, kapitalizmin alt ve üst yapıda çürümesini tipik olarak yansıtan ülkeyi, İtalya’yı ele alalım. İtalya’da II. Dünya Savaşı’nın bitiminden bugüne kadar, tüm dinci, gerici burjuvaziyi ve sağ unsurları kendi etrafında toplayan Vatikan’ın partisi, büyük burjuvazinin partisi, Hristivan-Demokratlar iktidardadır. Hristiyan-Demokrat hükümetler, iflas durumunda olan bir ülkeyi yönetmektedirler. 1945’ten bugüne, burjuvazinin üst tabakaları öylesine ciddi bir bunalımın pençesindedirler ki, bu dönem içinde «tek renkli» Hristiyan Demokrat, sosyalist - Hristiyan Demokrat, üçlü Hristiyan Demokrat -sosyalist- sosyal-demokrat, «orta sol» hükümetler, «orta sağ» hükümetler gibi 40 hükümet birbirini izlemiştir.
İtalya’daki derin hükümet bunalımı, hiç bir çıkış yolu bulunamayan genel iç bunalımın durumunu yansıtmaktadır. Cumhurbaşkanı Leone’nin görevinden alınması, Hristiyan Demokrat Parti Başkanı Moro’nun öldürülmesi vb. gibi gittikçe sıklaşan anlaşmazlık ve çatışmalar, siyasal cinayetler ve skandallar bunalımın sonuçlarıdır.
İtalya, Amerika Birleşik Devletleri’nin köprübaşı ha- line gelmiştir. Amerikan emperyalizminin pençelerine düşen iflas etmiş ekonomisi aynı zamanda, kendisinin en az ağırlıklı üyesi olduğu Avrupa Ortak Pazarı’na da bağlıdır.
Bu durumun bir sonucu olarak, İtalya’daki geniş emekçi kitleler yoksullaştılar ve giderek daha da yoksullaşıyorlar. Avrupa Ortak Pazar ülkeleri arasında işsizlik düzeyi en yüksek olan İtalya’dır. İtalya en büyük işgücü göçüne sahiptir ve ithalatı ihracatından daha fazladır. Avrupa Ortak Pazarı üyesi ülkeler, özellikle Batı Almanya ve Fransa. İtalya’dan aldıkları yiyecek maddelerini sınırlayarak İtalyan tarımını zor bir duruma sokmuşlardır. İtalya’daki hayat pahalılığı aşırı derecede yükselirken, İtalyan tereyağı, süt ve meyvalarının ihraç fiyatı aniden düşmüştür. İtalya, ağır ve hafif sanayi işçilerinden, ulaşım işçilerine, postacılara ve havayolu işçilerine kadar, polislerin bile katıldığı bir büyük grevler ülkesi olmuştur.
Boylesıne öfke dolu bir hoşnutsuzluk durumunda kitlelerin ve devrimin çıkarları, proletaryanın ve bütün halkın tüm bu büyük hoşnutsuzluğunu, gerici burjuvaziye karşı, onun başlatmaya çalıştığı faşist saldırı hazırlıklarına karşı savaşmaya yöneltmeyi gerektirirken; Çinli «üç dünya» teorisini savunanlar, İtalyan revizyonistleri ve reformist sendikalar, tüm işçi aristokrasisi devrimin söndürücüleri ve burjuva düzenin savunucuları olarak davranıyorlar.
Bu çürümüş burjuva düzen, faşist partiden Berlin- guer’in revizyonist partisine kadar tüm partiler tarafından savunuluyor. İtalyan revizyonist partisi, temelinden sarsılmış bu burjuva düzeni iktidarda tutmak için burjuvaziyle birleşti. Bu parti, kendi ülkesinin koşullarına uygulanabilecek bir Marksizmi izlediği ve uyguladığı yalanını yayarak İtalyan proletaryasının devrimci atılımını zayıflatmaya ve bastırmaya çalışıyor.
Berlinguer, yalnızca uzun süre önce Hristiyan Demokratlarla görüşmelere girişmekle kalmadı, onlarla anlaşmaya bile vardı. O, gerçekte resmen hükümete katılmaksızın, birçok sorunda onlarla birlikte yönetime katılıyor. Hükümet bu partiyi destekliyor, ama aynı zamanda, görünüşü kurtarmak için onunla anlaşamadığı inancını yaratıyor. İtalyan revizyonist partisi de kendi hesabına aynı oyunu oynuyor.
İtalyan revizyonistleri, parlamenter çoğunluğun beş partisinin kabul ettiği, kendilerinin de ülkelerinde «önemli bir zafer», «yeni bir siyasal aşama» olarak göklere çıkardıkları bir hükümet programı üstüne yaygaralar koparıyorlar. Ama Berlinguer’in sözünü ettiği bu siyasal aşama, revizyonist partinin İtalyan sermayesinin planlarına dahil edilmesidir. Berlinguer bunu ciddi, gerçekçi ve dogmatik olmayan bir anlaşma olarak tanımlıyor. Bu anlaşmanın, yalnızca partiler arasındaki siyasal ilişkilerde değil, ülkenin ekonomik, toplumsal ve devlet yaşamında do gerçek bir değişiklik getireceğini iddia ediyor.
Böylece İtalyan revizyonistleri, tam da kitlelerin dev* rimci atılımını engellemek amacıyla sermayeyle birleşmeye çalışan çeşitli oportünistler için Lenin’in öngördüğü yolda ilerliyorlar. Onlar bu birleşmeyle, sosyalizme çoğulculukla geçme amaçlarına doğru bir adım attıklarını düşünüyorlar. Açıktır ki, bu bir rüyadan başka bir şey değildir ve İtalyan Senatosu Başkanı Amintore Fan- fani beş partinin anlaşmasını bir hayaller tablosu olarak tanımlarken pek de yanılmıyordu. Bu, İtalyan revizyonistleri için bir rüyalar tablosu olmakla birlikte, sermayenin güçleri açısından hiç de rüya değildir; tersine İtalya’daki komünizm düşüncelerini ortadan kaldırmak, İtalyan halkının ve proletaryasının taleplerine karşı koymak ve onların yeni bir toplumun inşası için devrimci mücadelesini bastırmak amacıyla tasarlanmış ve iyi düşünülmüş bir eylemdir. İtalyan revizyonistleri şimdi birkaç kırıntı elde ediyorlar ama hükümetin revizyonist partinin katılmasına ihtiyaç duyduğunu öne sürerek, partinin balığın suya daldığı gibi tümüyle hükümete katılması için uğraşıyorlar. Tek bir kelimeyle, İtalyan revizyonist partisi İtalyan tekelci sermayesinin gerici sofrasına bütünüyle oturmak istiyor.
Bütünüyle reformist, parlamentocu, sosyal-demokrat bir programa sahip olan Berlinguer’in partisi, ideolojik olarak tümüyle yozlaşmış bir partidir. Kaleme alınırken başta Togliatti olmak üzere İtalyan «komünistlerinin» de katıldığı sahte demokrat Anayasa’nın kurduğu düzeni destekliyorlar. Son otuz yıldır gerici ve dinci burjuvazi tam da bu Anayasa adına İtaiya’da yasalar çıkarıyor ve proletarya ve geniş halk kitlelerini eziyor. İtalya’nın sözde komünistleri bu baskıyı adil ve Anayasa'- ya uygun buluyorlar.
İtalyan revizyonist partisi; proletaryanın devrimci isteklerini ve emekçilerin siyasal bilincini zayıflatmak için, başta Hristiyan Demokrat Parti olmak üzere burjuvazinin diğer partileriyle birlikte, İtalyan parlamentosunun içinde ya da dışında, basın organlarıyla, televizyon ve radyoyla, İtalyan halkını sersemleten, şaşkınlığa ve kargaşalığa sürükleyen ve sınırsız bir demagojiyle içiçe olan bir siyaset izliyor.
İtalyan gericiliği ve Vatikan tüm bu eylemlere büyük bir ihtiyaç duyuyor. İtalyan revizyonist partisi devrimin engellenmesine, burjuvazinin beladan sıyrılmasına ve mevcut düzenin yıkımdan kurtarılmasına yardım etmek için proletarya önderliğindeki halk kitlelerinin devrimci hareketini bastırmaya çalışıyor.
Başka bir örneği ele alalım; İspanya. Franko’nun ölümünden sonra Kral Juan Carlos iktidara geldi. O, uzun süren egemenliği boyunca faşist rejimin ülkeyi cid- di bir bunalıma sürüklediğini görerek, Ispanya’nın Fran- ko zamanındaki gibi yönetilemeyeceği sonucuna varan büyük burjuvazinin temsilcisidir. Bu nedenle, hükümetin biçiminde belli değişiklikler yapmak zorunluydu; Franko’- nun gözden düşmüş Falanjist grubu iktidardan uzaklaş- tırılmalıydı. Hükümet başkanlarının ardı ardına değiştiril- meşinden sonra, yeni kralın en güvendiği kişiler, reform- lara uğramış Frankoculuğu sürdürenler iktidara geldi.
İspanya’da daha önce hiç görülmemiş ölçüde grev- ler ve gösteriler patlak verdi. Halk değişiklikler istiyor- du ama doğal olarak yapılan «değişiklik»i değil, derin ve köklü değişiklikler. Grevler, gösteriler ve çatışmalar dur- madı, hâlâ sürüyor. Kitleler özgürlük ve haklar talep ediyor, çeşitli milliyetler ise özerklik istiyor. Bu durumda Juan Carlos hükümeti kitleleri devrimden saptırmak için İbarruri-Carillo’nun revizyonist partisini de yasallaştır- dı. Bu partinin şefleri İspanyol kralcı rejiminin uysal uşakları haline geldiler. Bugünkü durumda yükselen bü- yük devrimci atılımı engellemek ve İspanya Savaşı’nın,devrimci düşünceleriyle harekete geçen ve Cumhuriyet’i destekleyen tüm unsurları, burjuvaziyle birleşerek bastırmak amacıyla grev kırıcıları haline dönüştüler.
Burada da, İtalyan revizyonist partisinin oynadığı rolün aynısını oynayan, ama daha az bir etkinliğe sahip olan İspanyol revizyonist partisinin itfaiyeci rolünü görüyoruz.
Fransa, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere. Portekiz ve tüm diğer kapitalist ülkelerdeki revizyonist partiler; burjuva düzeni savunmak ve burjuva düzenin bunalımların ve devrimci durumların üstesinden gelmesine yardım etmek amacıyla, «tüketim topiumun- da» ya da başka sömürücü toplumlarda yaşamanın artık olanaklı olmadığını giderek daha açık olarak kavrayan ve kapitalist siyasal ve ekonomik düzene karşı ayaklanan proletaryayı ve diğer ezilen ve sömürülen kitleleri şaşırtmak ve felce uğratmak için, benzer bir rol oynuyorlar.
Revizyonist partiler, Leninizm’e özel olarak düşmandırlar. Bu onların devrime düşman olmaları anlamına gelir; çünkü proleter devrimi teorisini yetkin hale getiren ve bunu Rusya’da hayata geçiren Lenin’dir. Sosyalist devrim, bu teori temelinde Arnavutluk’ta ve diğer ülkelerde zafere ulaştı. Dünyanın her yerinde devrimin zaferine giden yolu gösteren Leninist teori; proletaryanın ve öncü partisinin önderliğine ya da proletarya diktatörlüğüne gerek duymaksızın, burjuva devlet aygıtını yık- maksızın, hatta revizyonist teorilere göre, barışçıl sosyalist dönüşümlerde bu devlet aygıtından yararlanarak sosyalizme parlamenter yoldan barışçıl geçişe ilişkin, karşı - devrimci revizyonist teorilerin geçersizliğini ortaya koyuyor.
Tam da böylesine devrimci anlarda, devrimin kapitalist zincirin en zayıf halkasında kopması büyük bir olasılık iken; proletaryanın sınıf bilincini yükseltmek, öznel etkeni hazırlamak, proletaryanın ve diğer ezilen kitlelerin devlet iktidarını ele geçirmesinin doğru yolunu gösteren Marksizm-Leninizmin evrensel niteliğine ve doğruluğuna güveni pekiştirmek son derece gerekil iken; işte tam bu dönemde, revizyonistler burjuvaziye devrimle başa çıkma ve ondan kurtulma çabalarında çok değerli bir hizmet sunuyorlar. Burjuvazinin devrime ve komünizme karşı mücadelede revizyonist partileri vs sendikaları etkisi altına almak istemesi bu yüzdendir. Amerikan emperyalizminin, dünya kapitalizminin ve her ülkenin burjuvazisinin varmak istediği hedef tam da bu- dur. Burjuvazi, revizyonist partilerin açıkça ve tamamen sermayenin hizmetinde olmalarını istiyor. Bunun için onların, «komünist» bir renk altında, görünüşte durumu değiştirmek ve yalnızca mülk sahibi sınıfın ve zengin sınıfların değil, daha yoksul sınıfların da söz sahibi olacağı, revizyonist «komünist» partilerin ve sosyalist partilerin de onların temsilcileri ve savunucuları olarak geçinebilecekleri melez bir toplum yaratmak için mücadele etmelerini istiyor.
İktidardaki revizyonistler, özellikle Yugoslav, Sovyet ve Çin revizyonistleri devrimleri engelleme ve bastırma mücadelesinde dünya kapitalizmine çok büyük bir hizmet sunuyorlar.
Yugoslav revizyonistleri Leninizmin açık düşmanlarıdır. Onlar, Ekim Devrimi’nde somutlanan ve Leninist devrim teorisinin belirttiği, sosyalist devrim yasalarının evrensel niteliğini herkesten daha büyük bir şiddetle yadsıyorlar. Bugün dünyanın sözde kendiliğinden sosyalizme gittiğini, bu nedenle devrime, sınıf mücadelesine vb. gerek olmadığını vaaz ediyorlar. Yugoslav revizyonistleri kapitalist «özyönetim» sistemlerini gerçek sosyalizmin bir modeli olarak sunuyorlar; bu sistemin hem «Stalinist» sosyalizmin «kötülüklerine» hem de kapitalizmin kötülüklerine şerbet olduğunu iddia ediyorlar. Onlara bakarsanız, bu sistemin kuruluşu şiddete dayanan devrim, proletarya diktatörlüğü, sosyalist devlet mülkiyeti ya da demokratik merkeziyetçilik gerektirmez. «Özyönetim», yönetici gruplar arasında, işverenler ve işçiler arasında, hükümet ve mülk sahipleri arasında işbirliği ve anlaşmayla sessizce ve tatlılıkla kurulabilir.
Uluslararası kapitalizmin, özellikle Amerikan emperyalizminin Titocu Yugoslavya’ya mali, maddi, siyasal ve ideolojik yardım sağlamada böylesine «cömert» olması, Kesinlikle Yugoslav revizyonizminin Leninizmin düşmanı olmasından ve devrimi baltalamasındandır.
Sovyet revizyonistleri, sözleriyle Leninizmi ve Leninist devrim teorisini yadsımıyorlar ama pratikte karşı - devrimci tavırları ve eylemleriyle ona karşı savaşıyorlar. Proleter devrimden en az Amerikan emperyalistleri ya da herhangi bir ülkenin burjuvazisi kadar korkuyorlar; çünkü devrim, diğer ülkelerde dünya egemenliği için stratejik planlarını yok edecek, kendi ülkelerinde onları tahttan düşürecek ve iktidarlarından ve sınıf ayrıcalıklarından yoksun bırakacaktır.
Sovyet revizyonistleri hem Sovyetler Birliği’ndeki hem de diğer ülkelerdeki proletaryayı ve emekçi kitleleri aldatmak için kendilerini Ekim Devrimi’nin sürdürü- cüleri, Leninizmin izleyicileri olarak göstermeye çalışıyorlar. Ülkelerinde emekçi kitlelerin revizyonist egemenliğe karşı hoşnutsuzluklarını, ayaklanmalarını ve devrimci hareketini bozmak ve «karşı - devrimci», «sosyalizm düşmanı» eylemler olarak bastırmak için «gelişmiş sosyalizm»den ve «komünizme geçiş»ten söz ediyorlar. Ülkelerinin dışında, anti-Marksist ve anti-Leninist teori ve pratikleri gizlemek, sosyal-emperyalizmin yayılmacı ve hegemonyacı planlarının önünü açmak için «Leninizm»i bir maske olarak kullanıyorar.
Sovyet revizyonistlerine göre herhangi bir devrimci patlama insanlığı yok edecek termo-nükleer bir dünya savaşına dönüşebileceğinden, günümüzde gelişmiş kapitalist ülkelerde şiddete dayanan devrimi büyük bir tehlike olarak gösteriyorlar. Bu nedenle, günümüzde en uygun yol olarak, barışçıl yoldan devrimi, parlamentonun «burjuva demokrasisinin organından, emekçiler için demokrasi organına» dönüştürülmesini öneriyorlar. Onlar Sovyet dış siyasetinin amaçlarına hizmet eden «yumu- şama»yı, gerilimin sözde azaltılmasını bile sözde devrimin dünya çapında barışçı zaferine yol açacak olan «bugünkü dünya gelişmesinin genel eğilimi» olarak sunuyorlar.
Demagojik amaçlar güderek, proletarya diktatörlüğünü yadsımıyorlar hatta özel durumlarda şiddete dayanan devrimin bile geçerli olabileceğini söyleyerek, bunu teoride savunuyorlar. Özellikle şu ya da bu ülkede Sovyet yanlısı gerici rejimler ve gruplar oluşturmak, ulusal kurtuluş hareketlerini doğru yoldan saptırmak, onlar üstünde etkinlik kazanmak vb. için örgütledikleri entrikaları ve silahlı komploları haklı göstermek için bu açıklamalara gerek duyuyorlar.
Bugün, revizyonist Çin de devrime karşı gayretli bir itfaiyeci haline gelmiştir.
Çin revizyonistlerinin tüm iç ve dış siyaseti devrime karşı yönelmiştir, çünkü devrim, onların Çin’i emperyalist bir süper devlet yapma stratejilerini alt üst ediyor.
Çin’de revizyonist önderlik, işçi sınıfının ve diğer emekçi kitlelerin, onların burjuva, karşı-devrimci tavır ve eylemlerine karşı herhangi bir devrimci patlamasını vahşice bastırıyor. Bu önderlik çağımızın çelişmelerini; özellikle emek ile sermaye, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişmeleri gizlemek için her yolu deniyor. Çin revizyonistleri bugün dünyada tek bir çelişmenin, iki süper devlet arasındaki çelişmenin olduğunu söylüyorlar ve bunu da Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın tüm diğer ülkeleriyle Sovyet sosyal-emperyalizmi arasındaki bir çelişme olarak gösteriyorlar. Bu uydurma teze dayanarak, tek tek ülkelerin proletaryasını ve halkını, yalnızca Sovyet sosyal-emperyalizminden gelen tehlikeye karşı «anavatanı ve ulusal bağımsızlığı savunmak için» kendi ülkesinin burjuvazisiyle birleşmeye çağırıyorlar. Çin revizyonistleri böylelikle kitlelere, devrimi ve kurtuluş mücadelesini terk etme düşüncesini öğütlüyorlar.
Çin revizyonistlerine göre, proleter devrimi ve ulusal kurtuluş devrimi sorunu çağımızda hiçbir biçimde güncel değildir; çünkü diğer nedenlerin yanı sıra, onlara göre dünyanın hiçbir yerinde devrimci durum yoktur. Bu nedenle, proletaryaya, kütüphaneye kapanıp «teori»yi incelemesini öğütlüyorlar; çünkü, devrimci eylemlerin zamanı henüz gelmemiştir. Bu noktada, Marksist - Leninist hareketi bölen ve sermayeye karşı mücadelede işçi sınıfının birliğini engelleyen Çin revizyonistlerinin siyasetinin ne kadar düşmanca ve karşı - devrimci olduğu açıkça gözüküyor.
Çin liderlerinin konuşmaları kadar, Çin basını ve propagandası da, bugün çeşitli kapitalist ülkelerde tüm proletaryanın örgütlediği güçlü gösteri ve grevlerden tek kelimeyle bile sözetmiyor. Çünkü onlar kitlelerin ayaklanmalarını cesaretlendirmek istemiyorlar; sömürüye ve baskıya karşı mücadelesinde proletaryanın bu durumlardan yararlanmasını istemiyorlar. Abartılmış ve içi boş sloganları, «ülkeler bağımsızlık, uluslar kurtuluş, halklar devrim istiyor» ne kadar da ikiyüzlü!
Çin revizyonistleri bugün dünyada devrimci durum olmadığını iddia ederek gerçekle çeliştikleri gibi, proletaryanın ve onun Marksist-Leninist partisinin elini kolunu bağlayıp oturmasını ve herhangi bir devrimci eyleme girişmekten, devrimi hazırlamak için çalışmaktan sakınmasını istiyorlar. Komünist Enternasyonal’in 2. Kong- resi’nde Lenin, devrimci durumun olmadığı durumlarda hiçbir devrimci eylemin gerçekleştirilemeyeceğini söyleyen İtalyan Serrati’nin belirttiği bu tür teslimiyetçi görüşleri çoktan eleştirmişti. O şöyle demişti:
«Sosyalistlerle Komünistler arasındaki ayrım, ilkinin bizim her durumda davrandığımız gibi davranmayı, yani devrimci eylemi yürütmeyi yadsımasından ibarettir.» *
Lenin’in bu eleştirisi, tıpkı sosyal-demokratlar gibi, proletaryanın ve diğer emekçi kitlelerin devrimci eylemlerine karşı çıkan Çinli modern revizyonistlerin ve tüm diğer revizyonistlerin suratına inen ağır bir tokattır.
Lenin, Kautsky’ye dönek dedi, çünkü,
«... o, Marks’ın öğretisini tamamiyle çarpıttı, oportünizme uydurdu, ve ‘sözleriyle devrimi kabul ederken, gerçekte reddetti’.»**
Cinli revizyonist önderler Kautsky’den biraz daha ileri gidiyorlar. Devrimin gerekliliğini sözle bile kabul etmiyorlar.
Bu gerici çizgi, Amerikan emperyalizmi ve diğer gelişmiş ülkelerle işbirliğine ve ittifaka girmek için her yolu deneyen, Avrupa Ortak Pazarı’nı ve NATO’yu destekleyen Çin revizyonist önderliğinin bütünüyle karşı-devrimci siyasetini ve tavırlarını açıklamaktadır.
Çinli revizyonistler, proletarya ve halkların Sovyet sosyal-emperyalistleriyle birlikte en büyük düşmanı, en vahşi sömürücüsü ve kıyıcısı olan Amerikan emperyalistleriyle ve diğer baskıcı emperyalistlerle, dünyanın en koyu gericiliği ile eylem birliği yapmaya çalışıyorlar. Avrupa’nın ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerin proletarya sından, boyun eğmesini ve burjuvazinin baskısını kabullenmesini talep ediyorlar. Böylelikle Çinli revizyonistlerin kendileri de bu baskıya katılıyor ve devrime, sosyalizme ve halkların kurtuluşuna karşı mücadelede dünya kapitalizmiyle birleşiyorlar.
Görüldüğü gibi, dünya kapitalizmi devrimlerin patlamasını engellemek için modern revizyonizmi ve bütün diğer araçlarını kullanıyor ve bütün cephelerde vahşi ve çok yönlü bir mücadele sürdürüyor.
Onlar, bunalımların üstesinden gelmek, devrimlere dönüşmelerini engellemek amacıyla, devrimci durumlar» yatıştırmak ya da boğmak için olanca güçlerini harcıyorlar. Ama bunalımlar ve devrimci durumlar, kapitalistlerin, revizyonistlerin ya da herhangi birinin niyet ve isteklerinden bağımsız olan, nesnel olgulardır. Ancak, kaçınılmaz olarak bunlara neden olan kapitalist baskı ve sömürü düzeni yok edildiği zaman, bunlardan kurtulunabi- lecektir.
Emperyalistler, diğer kapitalistler ve revizyonistler, devrimin, bunalım dönemlerinde ve devrimci durumlarda kendiliğinden patlamadığını iyi biliyorlar. Bu nedenle, dikkatlerini ve esas darbelerini öznel etkene yöneltiyorlar. Bir yandan, proletaryayı, diğer emekçi kitleleri ve halkları sersemletmek ve aldatmak, onların devrimin gerekliliğinin bilincine varmasını, birleşmesini ve örgütlenmesini engellemek için çalışıyorlar; ciğer yandan uluslararası Marksist-Leninist hareketi yıkmak, gelişip güçlenmesini engellemek, devrimin büyük siyasal yönetici gücü olmasını engellemek için, her ülkenin gerçek Marksist-Leninist partisinin, devrime ve zafere götürmek üzere kitleleri birleştirme, örgütleme, seferber etme ve yönetme yeteneğini siyasal ve ideolojik olarak elde etmemesi için çabalıyorlar.
Ama emperyalistler, kapitalistler, revizyonistler ve gericiler ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar mücadele ederlerse etsinler, tarihin tekerleğinin ileriye doğru dönmesini durduramazlar. Onların çabalan ve mücadelesi proletaryanın ve özgürlüğe aşık halkların devrimci çabalarına ve mücadelesine çarpacaktır. Modern revizyonistler ise, sosyal-demokratların ve geçmişin tüm oportünistlerinin, burjuvazinin ve emperyalizmin tüm uşaklarının uğradıkları aynı akıbete uğrayacaklardır.