Gerçek Devrimciler, Proleterleri ve Halkları Yeni, Sosyalist Bir Dünya İçin Ayaklanmaya Çağırıyorlar
Enver Hoja
Daha yukarıda belirttiğimiz gibi, kapitalizmin genel bunalımı sürekli derinleşmektedir. Bu nedenle, proletarya, ezilen sınıflar ve halklar artık sömürüye dayanamıyorlar; yaşam koşullarının değişmesini, burjuva düzenin yıkılmasını, emperyalizmin ve yeni-sömürgeciliğin ortadan kalkmasını istiyorlar. Bu arzular ancak devrimle gerçekleştirilebilir. İç ve dış sınıf düşmanlarıyla karşı karşıya gelmeden ve onlarla çatışmadan hiçbir zafer elde edilemez.
Devrimin önderi olan işçi sınıfının gerçek Marksist- Leninist partileri, proletaryanın, emekçi kitlelerin ve halkların bilinçlenmesini sağlayacak ve onları siyasal, ideolojik ve askeri olarak bu çatışmalara hazırlayacaklardır.
Marksist-Leninist partiler, tüm devrimciler, sayıları az de olsa, halkın içine giriyorlar; büyük bir özen ve büyük bir sabırla, kitleleri sistemli bir biçimde örgütlüyoriar; onları, büyük bir güç oluşturduklarına, sermayeyi devi- rebileceklerine, iktidarı ele geçirip onu proletarya ve halk yararına kullanabileceklerine ikna ediyorlar. Bu partiler, küçük olmaları nedeniyle, burjuvazinin partilerinin koalisyonuna ve onların oluşturmayı başardıkları düşüncelere karşı koyamayacaklarını, düşünmüyorlar. Devrimcilerin görevi, geniş halk kitleleri önünde burjuvazinin yarattığı bu kanının yanlışlığını göstermek; onun yıkıl- ması, ve büyük bir değiştirici güç olan, gerçek devrimci bir kanının oluşturulması gerektiğini kanıtlamaktır.
Marksist-Leninist partilerin, görevlerini başarmak için, herşeyden önce, geniş halk kitlelerinin çıkarlarına ve arzularına, burjuva düzenin ve yabancı emperyalist egemenliğin ortadan kaldırılması mücadelesinin ortaya koyduğu görevlerin ve sorunların devrimci çözümüne cevap verecek, devrimci bir taktik ve strateji ile, doğru bir siyasal çizgiyle donanmaları gerekir.
Marksizm-Leninizm, işçi sınıfının devrimci partisinin doğru siyasal çizgiyi oluşturmasını, amacını ve stratejik görevlerini açıkça tanımlamasını ve onları gerçekleştirecek devrimci yöntem ve taktikleri uygulamasını sağlayabilecek tek bilimdir.
Marksizm-Leninizm tarafından aydınlatılan, ülkenin somut ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullarını ve aynı zamanda uluslararası koşulları da gözönüne olan Marksist-Leninist parti, demokratik olsun, ulusal kurtuluşcu ya da sosyalist olsun, devrimin her aşamasında ve her anında yönünü çizebilir ve kitlelerin başında yürüyebilir. Marksizm-Leninizme ve dünya proletaryasının ve ülke içindeki sınıf mücadelesinin devrimci pratiğine dayanan devrimci bir strateji ve doğru bir siyasal çizgi, belli bir aşamadaki stratejik amacı açıkça tanımlama, başlıca iç ve dış düşmanların hangileri olduğunu, hangilerine başlıca darbenin vurulmasının uygun olduğunu ve proletaryanın iç ve dış müttefiklerinin kimler olduğunu belirleme olanağı sağlar.
Marksist-Leninist partilerin amacı kapitalist düzeni yıkmak ve sosyalizmin zaferini sağlamaktır. Ama, ülkelerindeki devrim, demokratik ve anti-emperyalist nitelikte görevlerle karşı karşıya kalırsa; onlar, tu devrimi kesintisiz geliştirmeyi, sosyalist devrimin oluşturduğu daha üst bir aşamaya yükseltmeyi ve bir an önce sosyalist nitelikli görevlerin gerçekleştirilmesine geçilmesini amaçlarlar/
Hem Marksist-Leninist partilerin stratejik amacı hem de bu amacın gerçekleşme yollan, sahte işçi ve komünist partilerinkinden bütünüyle farklıdır. Marksist-Leninist partiler bu amacı yalnızca, kapitalist üretim ilişkilerini devirerek ve eski devlet aygıtını ve tüm burjuva üstyapıyı temelinden yıkarak, gerçekleştirmeyi düşünürler. Onlar, Lenin’in şu öğütlerine bağlıdırlar :
«Devrimin özü şudur: Proletarya, ‘yönetim aygıtını’ ve tüm devlet aygıtını, yerine silahlı işçilerden oluşan bir yenisini koyarak yıkar.»*
Sahte işçi ve komünist partileri ise, laflarıyla sosyalizme sözümona taraftar olmalarına karşın, eski devlet aygıtının korunmasını öneriyorlar. Onlara göre, sosyalizmin reformlarla, parlamenter yolla ve hatta eski devlet makinası kullanılarak kurulması olanaklıdır.
Kendilerine komünist diyen bir dizi parti, var olan kapitalist düzeni savunma söz konusu olunca kendilerini burjuva partileri olarak ilan edenlerden çok daha ateşlidir. Örneğin, Carillo ve İbarrurri’nin revizyonist partisi. bazı İspanyol burjuva partileri cumhuriyetçi bir rejim isterken, Juan Carlos’un kralcı rejimini utanmazca savunuyor. Aynı biçimde: Berlinguer’in revizyonist partisi kapitalist İtalyan devletinin demokratik özgürlüklere karşı düzenlediği baskı yasalarını, çeşitli burjuva partileri bunları açıktan desteklemezken, ateşli bir biçimde savunuyor. Kendi açılarından Çinli revizyonistler de, kapitalist ülkelerde Çin çizgisini izleyen partilere, sözde vatanı savunmak ama aslında, patlak verirse, devrimi bastırmak için, en militarist çevrelerle birleşerek ordunun ve burjuva şiddet aygıtının güçlendirilmesini öğütlüyorlar.
Devrimci ve kurtuluşçu hareketleri baltalamak, kapitalizmi ve emperyalist baskıyı sürdürmek amacıyla; burjuvazi ve yandaşları, özellikle de modern revizyonistler, devrimin dostları ve düşmanlan arasındaki ayrımı yok ederek devrimci güçleri bölmek ve dağıtmak için her yola başvuruyorlar. Tekelci büyük burjuvaziyi, gerici ve faşist rejimleri, NATO ve Ortak Pazarı ve hatta Amerikan emperyalizmini proletarya ve ezilen halkların müttefikleri olarak öne süren Çinli revizyonistlerin tezleri bu yönde belirgin örnektir.
Marksist-Leninist partiler ise, devrimin itici güçleriyle düşmanları arasında açık ayırım çizgisi çekmenin ve aynı zamanda Stalin’in işaret ettiği gibi, diğer düşmanlarla mücadeleyi ihmal etmeksizin ve unutmaksızın, başlıca darbenin indirileceği iç ve dış baş düşmanın açıkça tanımlanmasının gerçekten devrimci bir strateji kurmak için kaçınılmaz olduğunu görüyorlar.
Çağımızda, emperyalizm koşullarında yalnız gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, bağımlı ve ezilen ülkelerde de, devrimin baş iç düşmanı, yerel büyük burjuvazidir. Bu sınıf kapitalist rejimin başındadır ve iktidarına ve sınıf çıkarlarına çok az zarar verse bile, emekçilerin her hareketini bastırmak ve söndürmek, kendi ayrıcalıklarını ve iktidarını korumak için, her yola başvurarak, şiddetle, baskıyla, demagoji ve yalanla mücadele etmektedir. Diğer yandan, günümüz koşullarında halkların ve devrimin başlıca dış düşmanı dünya emperyalizmidir ve özellikle emperyalist süper-devletler dir. Çinli revizyonistlerin yaptıkları gibi, bir süper devlete karşı mücadele etmek için, proletarya ve halkları diğerine dayanmaya çağırmak ve (bunu) salık vermek veya sözde ulusal bağımsızlığın ve özgürlüğün savunulması adına emperyalist güçlerle ittifak yapmak, devrim davasına ihanetten başka bir şey değildir.
Revizyonistler, devrimci stratejinin temel unsurlarından biri olan, devrimde işçi sınıfının egemen rolünü ö- zellikle hedef olarak seçmişlerdir. Lenin şöyle yazmıştı :
«Marks’ın doktrininin özü, sosyalist toplumun yaratıcısı olarak, proletaryanın dünya çapındaki tarihsel rolünün açıklanmasıdır.»*
Lenin, devrimci harekette proletarya egemenliğinin reddi düşüncesini, reformizmin en bayağı biçimi olarak nitelendiriyordu.
Modern revizyonistlerden bazıları, işçi sınıfının sözde proleterleşmekten uzaklaştığını ve işletmelerin «ortak yönetici»leri haline gelmeye başladığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Öyle ki, artık proleter devrime gerek yoktur ve var olan düzenin yerine başka bir toplumsal düzen kurmak gereksinmesi duyulmamaktadır. Bazıları ise, artık yalnızca işçilerin proleter olmadıklarını; tüm emekçilerin, aydınların ve tüm ücretlilerin de proleterleştiklerini ve yalnız işçi sınıfının değil, toplumun diğer sınıf ve tabakalarının da sosyalizmin kurulmasından çıkarları olduğunu ileri sürüyorlar. Bu nedenle, onlara göre günümüz devrimci hareketinde işçi sınıfının egemen rolü anlamını yitirmiştir. Sovyet revizyonistleri lafta işçi sınıfının önder rolünü reddetmiyorlar, ama pratikte bunu yok etmişlerdir; çünkü onlar bu sınıfı tüm yönetebilme olanaklarından yoksun bırakmışlardır. Ama teorik planda da, kötü ünlü, «tüm halkın devleti ve partisi.) teorisiyle, bu rolü hiçe indirmişlerdir. Çinli revizyonistler, pragmacı olmaları nedeniyle, «devrimin» başına, bazen köylülüğü, bazen orduyu, bazen de lise ve üniversite öğrencilerini, vb. geçirmişlerdir.
Arnavutluk Emek Partisi, toplumun gelişmesinde belirleyici gücün, dünyanın devrimci dönüşümünde, sosyalist ve komünist toplumun inşasında önder gücün işçi sınıfı olduğunu belirten, Marksist-Leninist tezi kararlılıkla destekliyor.
İşçi sınıfı, toplumun başlıca üretken gücüdür; en ileri sınıftır; ulusal ve toplumsal kurtuluştan, sosyalizmden en fazla çıkarı olan sınıftır. O, devrimci örgütlenme ve mücadelenin en iyi geleneklerini taşıyor. O, toplumun devrimci dönüşümünün tek bilimsel teorisine sahiptir; onu bu amaca yönelten, mücadeleci Marksist-Leni- nist partiye sahiptir. Nesnel olarak tarih, ona, kapitalizmden komünizme geçiş için tüm mücadeleyi yönetme görevini yüklemiştir.
Devrimde proletaryanın egemenliği, devrimin temel sorununun, siyasal iktidar sorununun, kendi yararına ve halk kitleleri yararına çözülmesi için belirleyici etkendir.
Yeni iktidar, devrimin geliştiği somut koşullara ve ardarda gelen aşamalarına uygun olarak, değişik evrelerden geçebilir ve değişik isimler alabilir. Ama devrim, proletarya diktatörlüğü kurulmaksızın, sosyalizmin zaferi yolunda gelişemez.
Marksizm-Leninizm’in bize öğrettiği budur ve tüm muzaffer sosyalist devrimlerin de bize gösterdiği budur. işte bu nedenle, devrimin geliştiği koşullar ne olursa olsun, Marksist-Leninist parti, proletarya diktatörlüğü kurma amacından hiçbir zaman vazgeçmez.
Değişik renklerden ve değişik akımlardan revizyonistlerin istisnasız hepsi, proletarya diktatörlüğünü kurma gerekliliğini şu ya da bu şekilde yadsıyorlar; çünkü onlar devrime karşıdırlar; çünkü onlar kapitalist sistemin korunmasına ve sürekliliğine taraftardırlar.
Proletarya ve Marksist-Leninist partisi, müttefikleriyle yan yana mücadeleye girerler. Bu da, devrimci stratejinin en önemli sorunlarından biridir.
Proletaryanın yakın doğal müttefiki yoksul köylülük- dür. Bu sınıf, salt kısa vadeli stratejik amaçla değil, u- zun vadeli ve son amacıyla da proletaryaya bağlıdır. Şehir emekçilerinin yoksul tabakaları da, aynı biçimde proletaryanın müttefikidir. Diğer ezilen ve sömürülen emek çilerle birlikte, proletarya ve yoksul köylülük devrimin başlıca itici güçleridir.
Büyük sermayenin sürekli kıskacında olan ve bütünüyle mülksüzleştirilme tehdidi altında bulunan şehir küçük burjuvazisi de, proletaryanın müttefiki olabilir ve olmalıdır.
Proletarya, iç ve dış sermaye tarafından sömürülen aydınların ilerici kesimi gibi toplumun diğer tabakalarını da kendine bağlamaya çalışır. Kapitalist ve revizyonist ülkelerde aydınların ağırlığı artmıştır. Ama durumunda, emeğinin niteliği ve öneminde oluşan değişikliklere karşın, o, çeşitli revizyonistlerin iddialarının aksine hiçbir zaman kendi başına bir sınıf değildir, oluşturamaz ve işçi sınıfı ile kaynaşmamıştır ve kaynaşamaz. Bu nedenle, Lenin’in işaret ettiği ve tarihin kanıtladığı gibi; aydınlar, bağımsız bir toplumsal ve siyasal güç olamazlar. Onun toplumdaki yeri ve rolü, ekonomik ve toplumsal durumu ile, ideolojik ve siyasal düşünceleri ile belirlenmiştir. Durumunda ve görüşlerinde meydana gelen değişiklikler ne olursa olsun, aydınlar işçi sınıfının devrimdeki önder rolünün yerini alamazlar. Proletaryanın görevi, aydınların ilerici kesimini kendi davasına kazanmak; onları kapitalist sistemin kaçınılmaz çöküşüne ve sosyalizmin zaferine ikna etmek ve devrimde kendi müttefiki haline getirmektir.
Ekonomik ve toplumsal alanda az gelişmiş, yabancı sermayeye daha bağımlı olan ve devrimin demokratik ve anti-emperyalist görevlerinin özel bir önem taşıdığı Afrika, Latin Amerika, Asya, vb. ülkelerinde, proletarya, orta köylülüğü ve burjuvazinin yabancı sermayeye bağlı olmayan ve ülkenin bağımsız gelişmesini arzulayan kesimini müttefik olarak alabilir.
Burjuvazinin bu kesiminin, demokratik ve anti-emperyalist devrime bağlanması, proletaryanın taktik ve stratejisinin doğruluğuna işçi sınıfının devrimci partisinin ustalığına ve ileri görüşlülüğüne bağlıdır. Proletarya ve partisi böylece, yalnızca küçük burjuvaziyi değil, burjuvazinin bu kesimini de kendi önderliği altına girmeye; emperyalizmin aracı olan, baskı uygulayan, sömüren, halkın temiz duygularını ve yüzyıllardan gelen kültürünü kokuşturan ve yozlaştıran büyük ve vahşi kapitalist burjuvaziyi ve yabancı egemenliğini yıkmak için ayağa kalkmaya ikna edebilir.
Proletarya, devrimin belli bir aşamasındaki stratejik hedefe ulaşmakta yarar gören diğer sınıf ve tabakaları kendi müttefiki haline getirmek için, tüm diğer sorunlarda olduğu gibi burada da, büyük burjuvazi ve diğer gericilere karşı mücadele etmek zorundadır.
Yenilgilerini hisseden gerici burjuvazi ve büyük toprak sahipleri; küçük burjuvaziyi, köylülüğü ve ilerici aydınları kendi safına çekmek için, onların proletaryanın müttefikleri olmalarını engellemek için binbir yola başvururlar. Onlar, devrimin patlak vermemesi için ve eğer patlak verirse yarı yolda durması ve hatta geri gitmesi için işçi sınıfının kendisini aldatmaya çalışırlar.
Kendi açısından proletarya ve onun Marksist-Leni- nist partisi ise; ortak düşmanlar olan büyük burjuvazi, büyük toprak sahipleri, emperyalistler ve sosyal-emper- yalistlere karşı müttefiklerini kendi etraflarında toplamak için ve köylülüğün ve küçük burjuvazinin. Hitler dönemindeki Almanya, Mussolini dönemindeki İtalya ve iç savaş boyunca Franko zamanındaki Ispanya’da olduğu gibi, büyük sermayenin ve faşist diktatörlüğün yedek gücü olmalarını engellemek için tüm olanaklara sahiptir ve bunun için çalışmaktadır.
Marksist-Leninist parti, özellikle değişik tabakalara, sermaye dünyasına ve emperyalizme bir çok iple, değişik çıkarlarla, ortak gelenek ve önyargılarla bağlı, örneğin orta burjuvazi gibi kararsız veya geçici, olası müttefiklere karşı esnek ve ölçülü bir tavır alır. Proletaryanın ve onun öncüsü olan Marksist-Leninist partinin, ilkesel konumundan bir an bile şaşmadan, dalgalanmalarına ve kararsızlıklarına karşın bu güçleri de devrimin ve kurtuluş mücadelesinin safına çekmekten ya da en azından, düşmanın yedek gücü olmamaları yönünde davranmaktan ve onları tarafsızlaştırmaktan çıkarları vardır.
Devrimin yasaları, her yerde olduğu gibi, revizyonistlerin iktidarda oldukları ülkelerde de geçerlidir. Avrupa’nın revizyonist ülkelerinde günümüzde büyüyen yeni burjuvazinin konumu nedir? O, Sovyet burjuvazisinin, Sovyet sosyal-emperyalizminin vahşi ve çok yönlü baskısından kurtulmayı amaçlamaktadır; ama onunla ortak temel çıkarları vardır. Bu ülkelerin burjuvazisi Sovyet burjuvazisinden ayrı yaşayamaz; hatta, bu büyük ve vahşi sosyal-emperyalist burjuvaziden kopmayı boşarsa bile, hiç kuşkusuz, kısa zamanda Batı Avrupa’nın gelişmiş kapitalist devletlerinin burjuvazisinin ve Amerikan emperyalizminin eline düşerdi.
Ama, büyük sosyal-emperyalist Sovyet devletiyle ekonomik, siyasal ve askeri olarak bütünleşmekte olan revizyonist ülkelerde de, proletaryanın dışında toplumun diğer tabakaları da yeni burjuvazinin uyguladığı sömürüden ve Sovyet sosyal-emperyalizminin egemenliğinden hoşnutsuzdurlar. Bu nedenle, onlar kendi egemen sınıflarından ve aynı ölçüde Rus hegemonyacılığından ve ye- ni-sömürgeciliğinden nefret ediyorlar. Bu ülkelerdeki proletarya, bir kez daha proleter devrimini başarmak ve proletarya diktatörlüğünü kurmak için uyanmalı ve yeniden savaş alanına çıkmak, hainleri devirmek ve yok etmek için mücadeleye girişmenin tarihsel bir gereklilik olduğu bilincine varmalıdır. O, genç Marksist-Leninist partilerini yaratmalı ve tüm halk kitlelerini etrafında toplamalıdır.
Devrimin zaferindeki belirleyici etkenin, iç etken, proletaryanın ve ülke halkının devrimci mücadelesi olduğu ve dış etkenin, yardımcı, ikincil bir etken olduğu ilkesine bağlı kalmakla birlikte, Marksist-Leninist partiler, devrimin dış müttefiklerini kesinlikle yok saymaz ve a- zımsamazlar. Onlar, iç müttefiklerine olduğu gibi dış müttefiklerine de ilkelere bağlı ve esnek bir tavır takınırlar.
Onlar, Lenin ve Stalin’in öğretilerini izleyerek ve var olan koşullara uyarak, diğer ülkelerin devrimci hareketini ve proletaryasını, dünyanın ezilen halklarının anti- emperyalist devrimci hareketini ve gerçekten sosyalist ülkeleri, her ülkenin devrimci hareketinin doğal ve sağlam dış müttefikleri olarak görürler.
Özel durumlarda, öyle koşullar doğabilir ki, sosyalist bir ülke veya emperyalizme veya sosyal-emperyalizme karşı mücadele eden bir halk, İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, ortak düşmana karşı kendini kapitalist dünyanın ülkeleriyle ortak bir cephede bulabilir.
Buna benzer durumlarda, devrimin çıkarlarını her zaman gözönünde bulundurmak, onları unutmamak ve onlara gölge düşürmemek, ortak cephe ya da bu geçici müttefiklerle ittifak adına onları kurban etmemek ve bu cepheyi ya da ittifakı kendi başına bir amaç olarak ele almamak son derece önemlidir. Özellikle önemli olan bir şey de, bu müttefiklerin, devrimi baltalamak ve zaferi onun elinden geri almak için müdahalelerine izin vermemektir. Arnavutluk Komünist Partisi’nin, anti-faşist ulusal kurtuluş mücadelesi yıllarında Amerikan ve İngiliz müttefiklerine karşı tutumu bu açıdan öğreticidir. Bu tavır, Arnavutluk’taki devrimin geleceğini kurtarmıştır Devrimci strateji, Marksist-Leninist partiler tarafından, devrimin görevlerini ve amacını gerçekleştirmek için izlenen devrimci taktiklerden ayrılamaz. Stratejinin bütünleyici bir parçası ve onun hizmetinde olan taktikler, devrim dalgasının gelgit hareketine, somut koşul ve durumlara bağlı olarak ama her zaman devrimci stratejinin ve Marksist-Leninist ilkelerin sınırları içinde, değişebilirler. Stalin şöyle demişti :
«Taktik yöntemin amacı, proletaryanın tüm mücadele ve örgütlenme biçimlerini özümlemek, onların belli bir güç dengesi içinde, stratejik başarının hazırlanması için gerekli en fazla sonucu alacak biçimde dikkatli kullanımını sağlamaktır.»*
Gerçek Marksist-Leninist partiler, devrim davasını ilerletmek için uygun mücadele biçimlerini ve taktiklerini kabul ederken devrimci ilkelere her zaman bağlı kalırlar. Onlar, taktik adına ilkelerin terk edilmesi eğilimini reddeder ve bununla mücadele ederler. Onlar, her tür revizyonistin tüm eylemini niteleyen siyasetin, yani duruma bağlı, pragmacı ve ilkesiz bir siyasetin en kararlı düşmanlarıdırlar.
Devrim her zaman devrimci öncü tarafından yönetilen kitlelerin eseri olmuştur. Bu bakımdan Marksist-Leninist parti, somut koşullardan, her ülkede var olan geleneklerden hareket ederek, kitlelerin, uygun biçimler altında devrimci örgütlenmesine büyük bir önem vermelidir. Partinin kitlelerle örgütlü bağları olmaksızın, kitleleri devrimci mücadele içinde ayağa kaldırmak, hazırlamak ve seferber etmek sözkonusu olamaz.
Tam da bu nedenle, Marksist-Leninist parti, kendisi tarafından yönetilen kitle örgütlerinin yaratılmasına büyük önem verir. Bu sorunun özellikle günümüzdeki çözümü kolay değildir; çünkü tüm kapitalist ve revizyonist ülkelerde, çoğunluğu burjuvazinin, revizyonistlerin ve kilisenin yönetimi ve etkisi altında bulunan, sendikal, kooperatif, kültürel, bilimsel örgütler, gençlik, kadın örgütleri vb. her tür örgüt vardır.
Ama Lenin’in bize öğrettiği gibi, komünistler, kitlelerin olduğu her yere girmeli ve çalışmalıdırlar. Onlar, burjuvazi, sosyal-demokrasi, revizyonistler vb. tarafından yönetilen veya etki altına alınan kitle örgütlerinde bile mutlaka çalışmalıdırlar. Marksist-Leninistler, bu örgütlerde burjuva ve reformist partilerin yönetici rolünü ve etkisini baltalamak, işçi sınıfının devrimci partisinin kitleler üzerindeki etkisini yaygınlaştırmak, bu örgütlerin programlarının ve elebaşılarının eyleminin yalancı özünü teşhir etmek ve kitle hareketlerine, anti-kapitalist, anti-emper- yalist, anti-revizyonist bir siyasal nitelik vermek için çalışırlar. Kitleler arasında sürdürdükleri devrimci eylemler yoluyla bu örgütlerin içinde devrimci fraksiyonlar oluşturabilir ve hatta yönetimi ele geçirip, bu örgütleri doğru yola sokmak olanağını yaratabilirler.
Ama hiçbir durumda, Marksist-Leninist parti, kendi yönetiminde devrimci kitle örgütleri kurma hedefinden vazgeçmez.
En önemli kitle örgütleri sendikalardır. Günümüzde, kapitalist ve revizyonist ülkelerdeki bu örgütler genel olarak, proletaryayı ve tüm emekçi kitleleri boyunduruk altında tutmak için, burjuvazinin ve revizyonizmin hizmetindedir. Engels daha o zamanlar, İngiltere’deki sendikaların burjuvaziyi korkutan örgütlerden sermayenin hizmetindeki örgütlere dönüştüğünü söylüyordu. Sendikal örgütler, tek başına kalan işçinin ayaklandığında kolayca ezilmesi için, işçiyi binbir iple, binbir köleleştirici zincirle bağlamışlardır. Sendikaların oportünist yöneticileri, bir ya da birçok işletmede grev yapan, sokaklara dökülen işçilerin ayaklanmasının kendi denetimleri altında kalmasına ve yalnızca ekonomik nitelikli olmasına dikkat ederler. İşçi aristokrasisi de bu yönde büyük entrikalara girişir. Kapitalist ülkelerde, bu işçi aristokrasisi, yıpratma, baskı ve aldatma aracı olarak davranıyor. O, uzun zamandan beri devrimin yangın söndürücüsü haline gelmiştir.
Tüm kapitalist ülkelerde, bellibaşlı burjuva ve revizyonist partilerin kendi sendikaları vardır. Bunlar, şimdi tam bir uyum içinde çalışmaktadırlar ve proletaryanın devrimci hareketini durdurmak ve işçi sınıfını siyasal ve ahlaki olarak şaşırtmak için yakın bir işbirliği kurmuşlardır.
Örneğin Fransa ve İtalya’da, revizyonist partilerin sendikaları sayısal açıdan önemli ve güçlüdürler. Ama yaptıkları nedir? Onlar, proletaryayı boyunduruk altında tutmak ve onu hayallerle uyutmak istiyorlar. Proletarya öfkelendiği ve ayaklandığı zaman da onu patronlarla pazarlık yoluna çekmek ve kapitalist aşırı-kârın çok küçük kırıntılarıyla işçilerin ağzını kapatmak istiyorlar. İşçilere vermeyi kabullendiklerini ise fiyat artışlarıyla onlardan geri alıyorlar.
Bu nedenle kapitalizmden kurtulmak için her ülkenin proletaryası, burjuvazi ve oportünistlerin egemen olduğu sendikaların boyunduruğunu ve aynı şekilde tüm sosyal-demokrat ve revizyonist partileri, örgütleri sarsmalıdır. Tüm bu örgütler, değişik biçimlerde patronları desteklemekte ve sözde proletaryanın yararına «büyük bir güç» oldukları, «bir fren» oldukları ve «büyük kapitalistlere kendilerini kabul ettirebilecekleri» hayalini yaymaya çalışmaktadırlar. Bu büyük bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Proletarya bu örgütleri darmadağın etmelidir. Proletarya bunu nasıl başaracaktır? Proletarya bunu; bu sendikaların yönetimleriyle mücadele ederek, bunların burjuvazi ile kalleş bağlarına karşı çıkarak, «sükûnet»i bozarak, kurmak istedikleri «toplumsal barış»a, sendikaların patronlara karşı az veya çok sık başvurdukları sözde karşı çıkışlarla gizlenen «barış»a engel olarak ulaşacaktır.
Bu sendikaları yıkmak amacıyla, onlarla içten mücadele edilebilir; onlar içten kemirilebilir; onların haksız eylem ve kararlarına karşı çıkılabilir. Bu eylem, fabrikalardaki güçlü işçi gruplarını ve olabildiğince çok işçiyi kapsamalıdır. Koşullar ne olursa olsun; proletaryanın, yalnızca patronlara karşı değil, patronların ajanı olan sendika elebaşılarına karşı da çelikten birliğini gerçekleştirmeyi amaç edinmek gereklidir. Sendikaların başındaki hain unsurların, sendika yönetimlerinin burjuvalaş- masının ve genel olarak reformist sendikaların şiddetle teşhiri, işçilerin bu yönetim ve bu sendika hakkında hâlâ besledikleri hayallerden kurtulmalarına yol açar.
Marksist-Leninistler, var olan sendikalara girmekle birlikte, hiçbir zaman bu yönetimleri niteleyen sendikacı, reformist anarko-sendikalist, revizyonist tavırları benimsemezler. Sendikaların yönetimindeki revizyonistlerle ve diğer burjuva, oportünist partilerle hiçbir zaman ittifak yapmazlar. Onların görevi; kapitalist revizyonist ülkelerde sendikaların günümüzde genel olarak sahip olduğu burjuva niteliğin ve gerici rolün maskesini düşürmek; gerçek proleter sendikaların yaratılması için bu örgütleri baltalamaktır.
Marksist-Leninist partiler için, gençlik kitlelerinin örgütlenmesi özel bir önem taşır. Devrimci hareketlerde, gençlik her zaman çok önemli rol oynamıştır. Gençlik doğası gereği, eskiye karşı yeninin yanındadır ve ilerici, devrimci herşeyin zaferi için mücadeleye hazır gözükmektedir. Buna rağmen, gençlik kendi başına doğru yolu bulamaz.
Bu yolu ona, yalnızca işçi sınıfının partisi gösterebilir. Gençliğin tükenmeyen devrimci enerjisi, sömürü ve baskının kalkması için, ulusal ve toplumsal kurtuluş için, işçi sınıfının ve diğer emekçi kitlelerin enerjisiyle birleşince, devrimin zaferini engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.
Ama günümüzde, kapitalist ve revizyonist ülkelerde gençliğin çoğunluğu enerjisini yanlış yollarda tüketmektedir. O, burjuvazi ve revizyonizm tarafından aldatılmıştır ve sık sık maceracılığa ve anarşizme kaymakta ya da hayale ve umutsuzluğa kapılmaktadır; çünkü gençlik şaşırtılmıştır, aldatılmıştır; siyasal, maddi ve manevi gereksinmeleri hakkında ve gelecek hakkında karamsardır.
Marksist-Leninistler, gençliğe her zaman büyük bir dikkat gösterirler; onu, emellerinin ve isteklerinin yalnızca işçi sınıfının ve onun partisinin öncülüğünde ve Mark- sizm-Leninizm yolunda karşılanabileceği konusunda aydınlatıp ikna etmeye çalışırlar. Onlar, gençliği burjuvazinin ve revizyonistlerin, «goşist», («solcu»), Troçkist, anarşist hareketlerin etkisinden kurtarıp, onu devrimci örgütlerde seferber etmek ve devrim yoluna çekmek için uğraşırlar.
Gerçek Marksist-Leninist parti ve devrimci komünistler, işçilerin grev ve gösterilerine aktif olarak katılırlar; bunları siyasal grev ve eylemler yapmak ve bu yolla, kapitalizme, patronlara, kartellere, tekellere ve sendika kodamanlarına hayatı dayanılmaz hale getirmek için mücadele ederler. Bu yoğun faaliyet boyunca proletarya burjuva düzenin silahlı güçleriyle daha sık ve daha acık biçimde karşı karşıya gelecektir. Ama bu çatışmalar boyunca dövüşmeyi daha iyi öğrenecektir. Proletarya, mücadele sürecinin kendisi içinde, devrimci örgütlenme ve mücadelenin olanaklı, iyi ve uygun biçimlerini de bulacaktır. Bir halk deyiminin belirttiği gibi «suya girmeden yüzme öğrenilmez.» Grevler ve gösterilerde mücadele etmeksizin, genel olarak kapitalizme karşı eylemlere aktif olarak katılmaksızın, son zafer için mücadele örgütlenemez ve yükseltilemez; burjuva düzeni yıkılamaz.
Devrim, çeşitli revizyonistlerin yaptığı gibi, palavrayla veya Çinli revizyonistler gibi «üç dünya» üzerine zırvalayarak hazırlanmaz: Devrim barışçıl yolla zafere
ulaşamaz. Lenin de özel durumlarda bu olanaktan söz etmiştir ama burjuvazi iktidarı hiçbir zaman gönüllü olarak bırakmayacağı için, her zaman devrimci şiddeti vurgulamıştır. Uluslararası işçi ve komünist hareketinin, devrimlerin gelişmesinin, bir dizi eski sosyalist ülkede ve ülkemizde işçi sınıfının zaferlerinin tarihi, bugüne kadar devrimlerin, yalnızca silahlı ayaklanma ile zafere u- laştığıni gösteriyor.
Silahlı devrimci ayaklanmanın askeri darbeyle hiçbir ortak yanı yoktur. Birincinin amacı eski düzeni siyasa! olarak kökünden devirmek ve baştan aşağı yıkmaktır. İkinci ise, baskıcı ve sömürücü düzenin yıkılışına ya da emperyalist egemenliğin yok edilmesine götürmemiştir ve götüremez. Silahlı ayaklanma geniş halk kitlelerinin desteğine dayanır. Darbe ise, kitlelere güvensizliğin ve onlardan kopuşun bir ifadesidir. Kendine işçi sınıfının partisi diyen bir partinin siyasetindeki ve faaliyetlerindeki darbeci eğilimler, Marksizm-Lerıinizmden bir sapmadır.
Ülkenin somut koşullarına ve genel duruma bağlı o- larak, silahlı ayaklanma, ani bir patlama ya da daha uzun süreli bir devrimci süreç olabilir. Ama bu, Mao Ze- dung’un «uzun süreli halk savaşı teorisi»ndeki gibi sınırsız ve somut perspektiflerden yoksun değildir. Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in devrimci silahlı ayaklanma ü- zerine öğretilerini, Mao’nun «halk savaşı» teorisi ile karşılaştırırsak, bu teorinin anti-Marksist, anti-Leninist ve bilim düşmanı niteliği açıkça ortaya çıkar. Silahlı ayaklanma üzerine Marksist-Leninist öğretiler, şehirlerdeki ve kırlardaki mücadelenin işçi sınıfının ve onun devrimci partisinin önderliğinde sıkı bir biçimde birleştirilmesine dayanır.
Devrimde proletaryanın önder rolüne karşı olan Ma- ocu teori, kırı, silahlı ayaklanmanın biricik üssü olarak nitelendirir ve emekçi kitlelerin şehirlerdeki silahlı mücadelesini ihmal eder. Bu teori, burjuvazinin karşı-devrimci kaleleri olarak görülen şehirlerin kırlar tarafından kuşatılmasını öğütler. Bu, işçi sınıfına olan güvensizliğin ve onun hegomonyacı rolünün reddinin bir ifadesidir.
Marksizm-Leninizmin şiddete dayanan devrim öğretilerine genel bir yasa olarak sıkı sıkıya sarılan işçi sınıfının devrimci partisi, maceracılığa kararlılıkla karşı çıkar ve silahlı ayaklanma ile hiçbir zaman oyun oynamaz. Parti, devrimin belirleyici çarpışmalarına, burjuva egemenliğin devrimci şiddet aracılığı ile yıkılışına kendisini ve kitleleri hazırlamak için, devrimci mücadeleyi ve eylemi her durum ve koşulda sürekli yürütür. Ama, ancak devrimci durum tam olarak olgunlaştığı zaman, parti silahlı ayaklanmayı doğrudan gündeme getirir ve onu zafere ulaştırmak için tüm siyasal, ideolojik, örgütsel ve askeri önlemleri alır.
Propaganda, kitleleri devrime hazırlamak için Mark- sist-Leninist partinin elinde güçlü bir araçtır ve yoğun, açık, ikna edici olmalıdır. Devrimci propaganda, boş fakat tumturaklı sözlere indirgenirse değersizdir. Yalnızca, yaşamın sorunlarına, genel ve yerel sorunlara sıkıca bağlı, keskin bir propaganda, geniş kitlelerin girişkenliğini ortaya çıkaran ve bunu yüreklendiren bir propaganda, proletaryayı ve diğer emekçi kitleleri siyasal ve ideolojik olarak eğitebilir; onları eyleme itebilir ve devrim için hazırlayabilir.
Bütün ülkelerde, kapitalist bur|uvazi, elinde bulundurduğu ordu, polis gibi güçlü baskı aygıtının yanısıra pro- letaryaya ve onun eylemine karşı mücadelede geniş bir deneye de sahiptir; basın, radyo, televizyon, sinema, tiyatro, müzik gibi yaygın bir propaganda ağına da sahiptir. Tüm bu propaganda öylesine baştan çıkarıcıdır ki, proletaryanın çabalarını, kurtuluş mücadelesini bir süre şaşırtabilir, bozabilir ve zayıflatabilir.
Bazı «demokratik özgürlüğün» var olduğu sözde burjuva demokrasisi ülkelerinde, basın yoluyla genel olarak kapitalizme karşı olağan propaganda yürütmek yeterli değildir. Türlü burjuva ve revizyonist partilerin gazeteleri şundan bundan söz ederler. Doğal olarak burjuva düzene karşı değil, tek tek kişilere karşı, yani halkın sırtından yiyip içtikleri şölen sofrasında diğerlerinin payına düşeni kısmaya çalışanlara karşı yazar çizerler.
Genç Marksist-Leninist partilerin propaganda eylemi ve özellikle basını çok önemli bir görevle yükümlüdür; Burjuva «demokrasisi»nin sahteliğini açığa çıkarmak; onun bütün ayak oyunlarını ve aynı zamanda revizyonistlerin ve sermayenin diğer uşaklarının demagojisini gözler önüne sermek. Marksist-Leninist propaganda ve basın, lafını sakınmadan gerçeği söyler. Ulusal ve toplumsal kurtuluşun devrimden geçen yolunu gösterir. Burjuva ve revizyonist propaganda ve basın ise, tersine, insanları yanıltır. Kitleleri devrimden çevirmek, çıkmaz yola sokmak, boyunduruk altına tutmak için hayaller yayar ve onları şaşırtır.
Ancak, tek başına propaganda kitleleri aydınlatamaz; işçi sınıfı partisinin siyasal çizgisinin doğruluğuna onları ikna edemez; onları devrim için hazırlayamaz.
Lenin’in belirttiği gibi, devrimin hazırlanması «...kitlelerin kendilerinin siyasal deneyini gerektirir.»*
Propaganda, yalnızca devrimci eylemin yanı sıra yürütüldüğü zaman etkili olur ve tutar. Eylem yoksa, düşünce solup sararır. Bu eylem, bir macera değildir ve olmamalıdır. Aksine sınıf düşmanlarına karşı keskin bir mücadeledir; çetin bir kavgadır. O, daha basit bir biçimden bir üst biçime geçer; pek çok güçlüğü aşar ve devrimin gerektirdiği bütün fedakârlıkları kabullenir.
Gerçek Marksist-Leninist partiler, devrimci eylemin arkasından yürümez, en ön safında yer alırlar. Onlar, mücadele ve kavganın geçici olarak kısıtlı olanaklarına bakıp umutsuzluğa kapılmazlar. Kapitalist gericiliğin büyük gücüne bu mücadele ve kavga ile karşı koyarlar ve karşı koymalıdırlar. Onlar üyelerine, cesur olmayı ve akıllı, iyi tartılmış, düşünülmüş ve kararlı eylemlerinin, davranışlarını gören ve duyan kitleler içinde derin yansımalar yarattığını akılda tutmayı öğretirler. Böyle davranılırsa, kitleler, şu ya da bu devrimci eylemin amacının proletaryanın ve sömürülenlerin çıkarına olduğunu anlar. Eylemde cesaret ve olgunluk çok önemlidir; çünkü böylelikle devrim dalgasını yükseltmede adım adım mevzi kazanılır ve ilerleme sağlanır. Devrimci eylem, işçi sınıfının partilerini kitlelere bağlar; kitlelerin ön safında yürütür ve reformist, revizyonist partileri yere çalmasını sağlar. Marks şunu söylüyordu :
«Gerçek bir hareket tarafından atılan her adım onlarca programdan daha önemlidir.»**
Kapitalist ülkelerde, Marksist-Leninist partinin yönettiği devrimci güçlerin yanı sıra, polis ve jandarma vb. ile çatışan ve mücadele eden başka güçler de vardır. Bu diğer güçlerin birçok eylemi ve saldırısı terörist, maceracı, anarşist niteliktedir. Bunlar her tür renge bulanmıştır, her etiketi taşır ve türlü türlü ideolojiden esinlenirler. Bu eylemler çoğu kez kapitalist ülkelerin gizli servislerinin kışkırtmasıyla düzenlenmektedir. Gizli servisler bu eylemlere para sağlıyorlar ve özellikle bu eylemleri Marksist-Leninist partilere yükleyerek bu partileri gözden düşürmeyi amaçlıyorlar. Bu eylemleri düzenleyen ve yönlendiren faşist unsurlar ya da burjuvazinin gizli ajanları, proletaryanın, lise ve üniversite öğrencilerinin, genel olarak gençliğin hoşnutsuzluğundan, öfke ve cesaretinden yararlanmaya çalışıyorlar. Onların amacı, bu kitlelerden çıkan değişik grup ve hareketleri, gerçek devrimci hareketlerle ortak yanı olmayan ve üstelik bunları büyük tehlikeye düşüren eylemlere, proletaryanın alçaldığı ve lümpen proletaryaya dönüştüğü izlenimini veren eylemlere atmaktır.
Bu soruna gereken dikkati harcayan Marksist-Lenl- nist partiler; bir yandan devrimci eylemlerin terörist ve anarşist eylemlerden tümüyle değişik bir nitelik taşıdığına kitlelerin kendi öz deneyleriyle ikna olmaları için uğraşmalı ve diğer yandan terörist ve anarşist grupların saflarından, bu gruplarda faaliyet gösteren faşist unsurlardan ve burjuvazinin gizli ajanlarından bunların kurbanı olan devrimci unsurları kurtarıp kazanmak için mücadele etmelidirler.
Marksist-Leninist partiler devrimin partileridir. Burjuva legalizmine ve «parlamenter ahmaklığa» bütünüyle gömülmüş bulunan revizyonist partilerin teori ve pratiğinin tersine, Marksist-Leninist partiler mücadelelerini, saf legal çalışmaya indirgemezler ve bunu başlıca eylem olarak da görmezler. Tüm mücadele biçimlerini ustalıkla yürütme çabaları çerçevesinde Marksist-Leninist partiler, illegal çalışmaya öncelik tanıyarak legal çalışmayı illegal çalışma ile birleştirmeye öze! önem verirler; çünkü illegal çalışma burjuvaziyi devirmek için belirleyicidir ve yalnızca o, zaferin kazanılmasını gerçekten güvence altına alabilir. Onlar, kadrolarını, üyelerini ve taraftarlarını, legal koşullarda olduğu gibi illegal koşullarda da akıllı, becerikli ve cesur davranmaları için eğitir ve yetiştirirler. Bununla birlikte katı gizlilik koşullarında dahi, Marksist-Leninist partiler, bir yandan güçlerini düşmanın gözleri önüne sermemek ve devrimci örgütü düşmanın darbelerinden sakınmak için çaba harcarken, diğer yandan kendi içlerine kapanmazlar; kitlelerle bağlarıni zayıflatmaz ve koparmazlar; kitleler arasındaki canlı eylemi bir an olsun durdurmazlar; durum ve koşulların elverdiği legal olanaklardan devrim için yararlanmaktan geri kalmazlar.
İktidarı parlamenter yoldan ele geçirme olanağı hakkında hiçbir hayal beslemeyen Marksist-Leninist parti, bununla birlikte, tek amaç olarak, siyasetini kitleler arasında yaymak ve burjuva siyasal düzenin maskesini düşürmek amacını güderek belediye, parlamento seçimleri vb. gibi legal eylemlere katılmayı yerinde, özellikle bazı durumlarda da elverişli bulabilir. Ama revizyonistlerin tersine, parti, bu katılmayı genel mücadele çizgisi haline getirmez. Bu eylem biçimlerini, mücadelesinin tek biçimi yapmadığı gibi başlıca biçimi de yapmaz.
Parti; legal olanaklardan yararlanırken, kurban vermekten kaçınmadan en basitinden en karmaşığına kadar, devrimci nitelikte biçim ve yöntemler de arar, bulur ve kullanır. Bu biçim ve yöntemleri olanaklar elverdiğince kitlelere yayar, kitlelerin kabul edebileceği duruma getirir.
Marksist-Leninistler, devrimci eylemleriyle anayasaya, yasalara, kurallara, ölçülere, burjuva rejime karşı gelmekten ve onları çiğnemekten tedirgin olmazlar. Onlar, tam da bu düzeni baltalamak için, devrimi hazırlamak
için mücadele ediyorlar: Dolayısıyla Marksist-Leninist parti, proletarya ve halk kitlelerinin devrimci eylemlerine karşı, burjuvazinin olası karşı saldırılarını göğüslemek için hazırlanır ve kitleleri hazırlar.
Devrimci kurtuluş hareketinin bugünkü gelişme koşullarında, geniş bir toplumsal temele dayanan ve sınıfsal ve siyasal pek çok gücün katıldığı bu karmaşık süreçte, proletaryanın devrimci partisi, devrimin şu ya da bu aşamasında, ortak çıkara dayanan şu ya da bu sorunda diğer siyasal parti ve örgütlerle işbirliği yapmak ve ortak cephe kurmak sorunuyla sık sık karşılaşmaktadır. Bu sorunda, kitleleri devrime ve kurtuluş mücadelesine çekmek, hazırlamak ve seferber etmek için en önemli olan şey, her tür oportünizmden ve sekterlikten uzak, ilkelere uygun ve aynı zamanda esnek bir tutumdur. Devrim davasının çıkarları gerektirdiği ve durum zorladığı zaman Marksist-Leninist parti, diğer siyasal parti ve güçlerle işbirliğine ya da ortak cephe kurmaya ilke olarak karşı değildir ve karşı olamaz. Bununla birlikte o, bu işbirliğini, bir şefler koalisyonu ya da kendi başına bir amaç olarak asla görmez. Aksine bunu, kitleleri mücadele içinde birleştirecek ve ayağa kaldıracak bir araç olarak görür. Bu nitelikte ortak cephelerde önemli olan şudur: Proletarya partisi, proletaryanın sınıf çıkarlarını, mücadelesinin nihai amacını hiçbir an gözden kaybetmemelidir; cephe içinde erimemeli, kendi ideolojik kişiliğini ve siyasal, örgütsel ve askeri bağımsızlığını korumalıdır; cephe içinde önderliği sağlamak ve devrimci bir siyaset uygulamak için mücadele etmelidir.
Marksist-Leninist parti, devrimci bir strateji ve taktik ve doğru bir siyasal çizgi hazırlamak ve uygulamak için; güç durumlarda yönünü doğru çizmek, düşmanlara karşı koymak ve engelleri aşmak için; Marksist-Leninist teoriyi genişliğine ve derinliğine inceleme ve özümleme çalışmasını yürütmelidir.
Kapitalist ülkelerdeki eski komünist partilerin revizyonist partilere dönüşmüş olmasının bir nedeni de, tam da, bu partilerin Marksizm-Leninizmi inceleme ve özümlemeyi bütünüyle bir kenara bırakmış olmalarıdır. Mark- sist-Leninist öğreti bir ciladan başka işe yaramıyordu; boş laflara, basit sloganlara indirgenmişti. Parti üyelerinin bilincinde derinliğine yer etmemişti. Bu üyeler Marksizm- Leninizme canı gibi sarılmıyordu. Marksizm-Leninizm bir eylem silahı haline gelmemişti. Marksizm-Leninizmi incelemek için yapılan sınırlı çalışma, parti üyelerine, kendilerine komünist demeye yetecek, komünizmi duygusal olarak sevdirebilecek birkaç kuru formülü öğretmekle sınırlıydı. Ama komünizme nasıl varılacağı söz konusu olduğunda parti üyelerinin hiçbir fikri yoktu, çünkü bu onlara öğretilmemişti.
Bu partilerin, çok konuşan ama eylemde kararsız yöneticileri burjuva ortamda yaşıyorlar ve ülkelerinin proletaryasını liberal ve reformcu düşüncelere bulaştırıyorlardı.
İşte, revizyonist partilerin burjuvaziye doğru bu dönüşü, sosyal-demokrat oportünist bir evrimdir. Konumları gerçekte sosyal-demokrat olan yöneticileri yani bu sözde komünist partileri yöneten işçi aristokrasisi, onları uzun zamandır bu yola sokmuş bulunuyordu.
Marksist-Leninist partiler, bu olumsuz deneyi mutlaka gözönüne almalı ve bundan ders çıkararak, sağlam temeller üzerinde Marksizm-Leninizmi inceleme ve özümleme çalışmasını, bunu her zaman devrimci eylemle birleştirerek düzenlemelidir.
Değişik ülkelerden Marksist-Leninist partilerin, proleter enternasyonalizmi ilkeleri teknelinde birlik ve ortaklığı devrimin hazırlanmasında çok önemlidir.
Bu birlik güçlenecek ve bu ortaklık emperyalizme ve sosyal-emperyalizme karşı; burjuvaziye ve Kruşçevci, Ti- tocu, «Avrupa Komünisti», Cinli vb. her renkten revizyonizme karşı mücadelede yaygınlaşacaktır.
Revizyonistler, devrimin düşmanları oldukları için, burjuvaziye ve emperyalizme karşı mücadelenin güçlü silahı olan proleter enternasyonalizmini her yol ve araca başvurarak dünya proletaryasının ve her ülkenin proletaryasının elinden çekip almaya çalışıyorlar.
Marksist-Leninist partilerin görevi, hem proleter enternasyonalizmini artık eskimiş ve aşılmış olarak gören Titocu ve «Avrupa komünisti» revizyonistlerin, hem de proleter enternasyonalizmini çarpıtan ve onu, hegomon- yacı, sosyal-emperyalist amaçları uğruna bir silah gibi kullanmak isteyen Sovyet ve Çin revizyonistlerinin manevralarını açığa çıkarmaktır.
Proleter enternasyonalizmi ilkelerini uygulamayan ve halkların devrimci ve kurtuluşçu mücadelelerini desteklemeyen Çin Komünist Partisi, sosyal-demokrat partilerle ve aşırı sağcı, en gerici partiler dahil olmak üzere burjuva partilerle dostluk ve yakınlaşma yoluna girdi. O, aynı zamanda, kendisine bağımlı olan ve kendisinin yönettiği değişik gruplar yaratmaya çalışıyor. O, halkı uyandırmak ve süper devletlere bağlı egemen kliklere karşı devrimde ayağa kaldırmak amacıyla işe koyulmuş bulunan gerçek Marksist-Leninist partileri ve ilerici unsurları baltalamak için de bu tür gruplara ihtiyaç duymaktadır.
Cin çizgisini izleyen ve kendilerini parti olarak adlandıran grupçuklar, oportünist oldukları için. Hua Guo-feng ve Deng Siao-ping grubunun revizyonist teorilerini ve karşı-devrimci eylemlerini savunmak ve yaymaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu grupçuklar kişilikten tümüyle yoksundur; Marksist-Leninist teoriye uygun bir mücadele yürütme kararlılığından yoksundur.
Bu partilerin başlıca sloganı Çin siyasetinin temel sloganıdır ve bugünkü durumda proletaryanın tek ve temel görevinin, sözümona yalnızca Sovyet sosyal-emper- yalizmi tarafından tehdit edilen ulusal bağımsızlığı savunmak olduğunu belirtmektedirler. Onlar, devrim davasını terk eden ve yerine kapitalist vatanı savunma tezini koyan II. Enternasyonal elebaşılarının sloganlarını neredeyse kelimesi kelimesine tekrarlıyorlar. Lenin, gerçek bağımsızlığı savunmak şöyle dursun üstelik emperyalistler arası savaşları kızıştırmaya yarayan bu sahte ve anti-Mark- sist sloganın gerçek yüzünü açığa çıkardı, emperyalist gruplaşmalar arasındaki çatışmalarda gerçek devrimcinin tutumunu açıkça tanımladı. O, şunları yazdı :
«Eğer savaş bir gerici emperyalist savaş ise, başka deyişle, gerici, sömürücü, baskıcı, emperyalist burjuvazinin dünya çapındaki iki gruplaşması arasında yürütülüyorsa, bütün burjuvazi (küçük bir ülkenin burjuvazisi olsa bile) bu soygunun suç ortağı haline gelir ve benim görevim, devrimci proletaryanın temsilcisinin görevi dünya çapında bir kırımın iğrençliklerine karşı tek kurtuluş aracı olan dünya proleter devrimini hazırlamaktır...
Enternasyonalizm budur; enternasyonalistin, devrimci işçinin, gerçek sosyalistin görevi budur.»*
Çin çizgisindeki partiler, burjuva orduların çoğaltılıp güçlendirilmesinin savunucuları oldular; ülkelerinin bağımsızlığını savunmak için bunun gerekli olduğunu öne sürdüler. Onlar, emekçilere, uysal askerler olma; kapitalist baskı ve sömürünün bu temel silahını zayıflatmak için mücadele eden herkese karşı burjuvazi ile yanyana mücadele etme çağrısını yapıyorlar. Kısacası, onlar, emperyalizm ve sosyal-emperyalizmin hazırladıkları yağma savaşlarında proletarya ve emekçi kitlelerin harcanıp gitmesini istiyorlar.
Bu Çin uzantıları aynı zamanda burjuva kapitalist devletlerin örgütlerinin, özellikle NATO’nun, Avrupa Ortak Pazarı’nın vb. ateşli savunucuları kesildiler. Onlara göre bu kurumlar «bağımsızlığı savunma»nın temel etkenleridir. Onlar, kapitalist egemenlik ve yayılmanın bu dayanaklarını Çinli yöneticiler gibi aklıyor ve şirinleştiriyorlar. Onlar, ülkelerinin bağımsızlık ve egemenliğine gerçekte ağır zararlar vermiş olan bu kuruluşları destekliyorlar.
Büyük burjuvazi ile ittifak, burjuva orduyu savunma, NATO, Ortak Pazar’a vb. destek bu sahte Marksistlere kazasız belasız bir yol açıyor; çünkü bu siyasetler, onların burjuvazi ile çatışmasını engellediği gibi üstelik burjuvazinin onları kayırmasını da sağlıyor.
Geleceği olmayan ve grupçu anlayışa bulaşmış bu unsurların takındıkları tavır, onları «Avrupa komünizmi» nin ve burjuvazinin partileriyle birleşmeye doğru götürüyor. Bu gerçekleşecektir, çünkü Çin’in kendisi proletaryayı burjuvazi ile birleşmeye çağırmaktadır. Bundan böyle bu sahte Marksist-Leninistler ile Marchais arasında artık hiçbir ayrım yoktur.
Marksist-Leninistler; modern revizyonistlerin, sosyal-demokratların ve sahte Marksist-Leninistlerin, proleter enternasyonalizmi üzerine ve barışı korumak için proleterlerin birleşmesi üzerine vb. boş sözlerinden sakınmalıdırlar. Devrimci eylemler özveriyle yürütülür ve desteklenirse, gerçek devrimci mücadele durumunu başta kendi öz ülkesinde yaratmak için uğraşılırsa, gerçek proleter enternasyonalizmi uygulanır. Marksist-Leninistler, Lenin’in söylediği gibi, aynı zamanda propaganda, yürüterek, yakınlık göstererek ve maddi yardım yaparak, bu mücadeleyi, bu çizgiyi istisnasız bütün ülkelerde desteklemelidirler. Lenin’in bize öğrettiği gibi diğer bütün davranışlar yalandır ve Manilovizm’dir.
Bu nedenle, isterse tek tek kişiler ya da grupçuklar olsun, isterse hatta kendisine Marksist-Leninist diyen ama gerçekte böyle olmayan, sosyal-şoven, merkezci, küçük-burjuva olan partiler olsun; bu sahte Marksist, sahte devrimci, sahte enternasyonalist unsurlara dikkat etmeliyiz. Proleter enternasyonalizminden, barışı korumaktan, reformlardan vb. yüksek sesle söz eden tüm bu partiler gerçekte sermayeye hizmet ediyorlar.
Çinli revizyonistlerin kendileri de arasıra proleter enternasyonalizmini ağızlarına alıyorlar ama milliyetçi ve şoven konumlardan çıkarak. Çinli revizyonistler, proleter enternasyonalizminden, barıştan, proletaryanın mücadelesi ve taleplerinden yana olduklarını göstermek için dövünüp «yemin billah» ediyorlar ama uygulamada, kollarını kavuşturup devrimci güçleri parçalamak için yalancı, içi boş sözler sıralamakla yetiniyorlar.
Marksist-Leninist partilerin önemli görevi, proleter enternasyonalizmini güçlendirmek ve küçük ya da büyük, yeni ya da eski bütün partiler arasında geliştirmektir. Onların hepsi, aralarındaki birliği sağlamlaştırmalı ve siyasal, ideolojik ve mücadele eylemlerini birbiriyle uyumlu yürüt- melidir.
Marksist-Leninist partiler, dünya kapitalizmine, onun köleleştirme siyasetine ve oyunlarına, Sovyet, Titocu, Çinli, İtalyan, Fransız, İspanyol vb. modem revizyonizmi ile ittifaklarına ve hilelerine cepheden vurmak için çok önemli bir görev oluşturan bu önemli çizgiyi vurgulayarak, gittikçe yenilmez hale gelecek güçlü bir cephe yaratacaklardır. Marksist-Leninist partiler, birlikte davranırlarsa ve gericiliğin güçlerine hep birden saldırırlarsa; kapitalizmin ve modern revizyonizmin devrimi ve sınıf mücadelesini söndürmek için türlü yollardan hazırladığı entrikaların maskesini düşürürlerse mutlaka zafer kazanacaklardır.
Biz Marksist-Leninistler, işçilere, bulundukları her yerde; yüzlerce yıllık düşmanlarına karsı ayağa kalkma, zincirlerini kırma, devrim yapma ve revizyonistlerin öğütlerinin tersine ne tekellere, ne de kapitalistlere boyun eğmeme çağrısı yapmalıyız ve bunun için mücadele etmeliyiz. Marksist-Leninistlerin, gerçek devrimcilerin görevi; proleterlere ve halklara, yeni dünyayı, kendi dünyalarını, sosyalist dünyayı kurmak için ayağa kalkma çağrısı yapmaktır.