Dünya Emperyalizminin Stratejisi
Amerikan emperyalizmi ve diğer kapitalist devletler, dünya üzerindeki hegemonyalarını sürdürmek, kapitalist ve yeni sömürgeci sistemi korumak ve onları kıskaca alan ağır bunalımdan mümkün olan en az zararla çıkmak için her zaman mücadele etmişlerdir ve etmektedirler. Onlar, halkların ve proletaryanın devrimci ve özgürlükçü özlemlerini gerçekleştirmelerini önlemeye çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bu amaçlara ulaşma mücadelesinde, başrol, ortaklarını siyasal, ekonomik, ve askeri olarak denetim altında tutan Amerikan emperyalizmine düşmektedir.
Devrimin ve halkların düşmanları, dünyadaki değişikliklerin ve sosyalizmin uğradığı kayıpların, eski durumdan tamamen farklı yeni bir duruma yol açtığı kanısını uyandırmaya çalışmaktadırlar. Amerikan emperyalizmi ve dünya kapitalist burjuvazisi, Sovyet sosyal-emperyalizmi ve Cin sosyal-emperyalizmi, modern revizyonizm ve sos- yal-demokrasi sert çelişkilerle bölünmüş olmalarına rağmen, burjuva kapitalist düzeni ayakta tutmak, devrimleri önlemek, halklar üzerindeki baskı ve sömürülerini yeni biçimler ve yeni yöntemlerle sürdürmek için bir modus vivendi (geçici uzlaşma -ç.n.), melez bir «yeni toplum» peşinde koşmaktadırlar.
Emperyalizm ve kapitalizm, artık halkları eski yöntemlerle sömüremeyecekleri sonucuna vardılar. Dolayısıy la düzenleri tehlikeye düşmedikçe, Kitleleri boyunduruk altında tutmak için bazı önemsiz ödünler vermeleri gerekiyordu. Bunu da, kendi etkileri altındaki devletlere ve kliklere krediler vererek, yatırımlar yaparak veya silahla yani yöresel savaşlarla, ya doğrudan işe karışarak, ya da bir devleti diğerine karşı kışkırtarak sağlamaya çalışmaktadırlar. Yöresel savaşlar, dünya sermayesine, ağına düşmüş olan ülkeleri hegemonyası altında daha da sıkı tutması için hizmet etmektedir.
Doğuda ve batıda, dünya sermayesinin hizmetindeki bütün «teorisyenler» bu «yeni topluma» ad takma çabası içindedirler. Günümüzde, onlar bu «yeni» biçimdeki toplumu; yozlaşmış bir toplum olan Sovyetler Birli- ği’nin kapitalist-revizyonist toplumunda, Yugoslav «özyönetimi» kapitalist sisteminde, ve «üçüncü dünya»nın sosyalist yönelimli denilen bazı rejimlerinde bulmuşlardır. Onlar, bu biçimde kapitalist bir «yeni toplumu», günümüzde billurlaşmaya başlayan Cin türünde de bulmaya çalışmaktadırlar.
Başkan Carter’in 22 Mayıs 1977’de Amerika Birleşik Devletleri’nin sözde yeni siyasal çizgisini ortaya koyduğu program konuşmasında, günümüz koşuilarında bu «yeni siyasetin» genel ve temel özelliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu özellik, dünya büyük sermayesinin ve özellikle de Amerikan emperyalizminin ve Sovyet sosyal-emperya- lizminin boyunduruğundan kurtulmayı arzulayan halkların ulusal kurtuluş mücadelelerine ve proleter devrimine karşı koymak için bu süper devletin verdiği mücadeledir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kapitalist dünya, geçici de olsa, düştüğü uçurumdan bir çıkış yolu aramaktadır. Amerikan emperyalizmi bu çıkışı doğal olarak, olanak verdiği ölçüde, Sovyet sosyal-emperyalizmi ile NA- TO’daki müttefikleri ile, Çin ile ve diğer sanayileşmiş kapitalist ülkelerle birleşmede aramaktadır. Carter, Doğu ve Batı ülkelerine, OPEC ülkelerine çağrı yaparak «en yoksul ülkelere etkin yardım yapmak» için ortak hareket
edilmesini önerdi. Amerikan emperyalizmi bu ortaklığı, savaşları önleyebilecek tek yol ve tek çözüm olarak sunmaktadır.
Konuşmasında, ABD Başkanı, artık «komünizmden sürekli korkudan kurtulduk. Bu. geçmişte bizi, aynı korkuyu duyan her diktatörü kucaklamaya itmekteydi.» diyordu.
Tabii, Carter’in, çağımızın en kanlı emperyalizminin bu sadık temsilcisinin, «komünizm korkusundan kurtulma»dan bahsederken sözkonusu ettiği, komünist olarak yalnızca maskesi kalmış olan Yugoslav, Kruşçevci, Cin usulü komünizmdir; ama kapitalist burjuvazi, gerçek komünizm korkusundan hiçbir zaman kurtulmamıştır, kurtulamayacaktır. Tersine, gerçek komünizm emperyalizmi ve sosyal-emperyalizmi korkutmuştur ve giderek daha fazla korkutacaktır. Bu korku ve dehşet, emperyalistleri ve revizyonistleri ittifaklar yapmaya, tasarılarını birleştirmeye ve sömürücü ve baskıcı iktidarlarını uzatmak için olabilir en uygun biçimleri aramaya zorlamaktadır.
Bu derin, ekonomik, siyasal ve askeri bunalım günlerinde Amerikan emperyalistleri, Sovyetler Birliği’nde, eski halk demokrasisi ülkelerinde ve Çin’de, modern re- vizyonizmin ihanetiyle emperyalizmin kazandığı zaferle ri sağlamlaştırmaya ve bu zaferleri kendi hesaplarına geçirmeye çabalıyor ve bunları, devrimin, halkların ve proletaryanın devrimci kurtuluş mücadelesinin karşısına çıkarmaya çalışıyorlar.
Amerikan Başkanı aynı zamanda, kapitalistlerin ve emperyalistlerin, komünizm korkusuyla, geçmişte Musso- lini, Hitler, Hirohito, Franco vb. gibi faşist diktatörleri onaylayıp desteklediklerini itiraf ediyor. Bu faşist diktatörler, kendi ülkelerinde Lenin ve Stalin döneminin Sovyetler Birliği’ne karşı ve dünya proleter devrimine karşı kapitalist burjuvazinin ve dünya emperyalizminin son silahları olmuşlardı.
Amerikan Başkanı, güvenli bir hava içinde, komünist (siz revizyonist okuyun) devletlerin görünümlerinin değiştiğini açıklamaktadır ve bunda da yanılmamaktadır. Ve «bu sistemin, değişmeden sürgit devam edemeyeceğini» belirtmektedir. Doğal olarak, o, revizyonist ihanet ile gerçek sosyalist sistemi, komünizmi birbirine karıştırmaktadır. Amerikan emperyalizmi Kruşçevci Sovyet sistemini, dünya kapitalizminin bir zaferi olarak görmekte ve bundan, ne onları karşı karşıya getiren çelişkileri ne de hegemonya için rekabetlerini reddetmeden, Sovyetler Birliği ile bir çatışma tehlikesinin daha az olduğu sonucunu çıkarmaktadır.
Carter’a göre, ABD hükümeti statükoyu korumak için elinden gelen tüm çabayı harcayacaktır. Başka bir deyişle, hem Amerikan emperyalizmi hem de diğer emperyalist devletler dünyadaki durumlarını korumaya ve güçlendirmeye çalışacaklardır. Kendileriyle dost ve müttefik ülkeler arasında gerçekten var olan ve ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları da, bu statüko içinde beraberce çözmeyi ummaktadırlar.
Sonuç olarak, Carter şunu dedi: «ABD’nin siyaseti, dünya çapında, bölgesel ve karşılıklı çıkarları içeren yeni ve daha geniş bir zemine dayanmalıdır.» Carter, bu dünya çapında, bölgesel ve karşılıklı çıkarlardan oluşan yeni ve geniş «zemini» inceledikten sonra şunları belirtiyor : «Amerika Birleşik Devletleri güçlü bir örgüt olması gereken NATO’ya verdiği tüm sözleri yerine getirecektir. Amerika Birleşik Devletleri, büyük sanayileşmiş demokrasilerle ittifaktan vazgeçemez, çünkü onlarla aynı değerleri savunuyor. Daha iyi bir yaşam için biz, hepimiz, bu amaç uğruna mücadele etmeliyiz..»
Görüldüğü gibi, Amerika Birleşik Devletleri de «yeni bir gerçek», «yeni bir dünya» yaratmak için gücünü, Sovyet modern-revizyonistleriyle, Çinli revizyonistlerle ve «büyük sanayileşmiş demokrasiler» ile birleştirmektedir. Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri demagoji ile, siyasetini var olan duruma uydurmaya caba harcamaktadır. Statükoyu korumak, Sovyet hegemonyasını durdurmak, Sovyet sosyal-emperyalizmini zayıflatmak, Çin’i emperyalist kampın içine daha da çekmek amacıy- la kendine kazanmak, halkların ve proletaryanın devrimci mücadelelerini boğmak için Amerika Birleşik Devlet- leri bazı sahte siyasal ödünler vermek zorundadır. Ama, Amerika Birleşik Devletleri askeri konulardan, devletleri ve halkları kendi boyunduruk ve denetimi altında tutma siyasetinden ve onların ulusal zenginliklerini diğer sanayileşmiş ülkeler ve kendi yararına sömürme siyasetinden hiçbir ödün vermemektedir.
İşte, Amerika Birleşik Devletleri’nin «yeni siyaset»i. Bizim için bunun hiçbir biçimde yeni bir siyaset olmadığı açıktır. Tersine bu her zamanki yeni-sömürgeci, yağmacı emperyalist siyasettir; halkları ve onların zenginliklerini iliklerine kadar sömürme ve boyun eğdirme siyasetidir; ulusal kurtuluş mücadelelerinin ve devrimlerin söndürülmesi siyasetidir. Kurtuluş savaşlarında ve devrimde halkları ve proletaryayı ayağa kaldıran komünizmle mücadele etmek için, Amerikan emperyalizmi, iktidarda, olsun ya da olmasın karşı-devrimci unsurların eline bir silah vermek amacıyla bu eski ve değişmez siyasetini şimdi sözde yeni bir boyayla boyamaya çalışıyor.
Sahte, kapitalist ve revizyonist bir teori olan Çinli «üç dünya» teorisinin iddiasının tersine, Amerikan emperyalizmi hâlâ saldırı durumundadır. O, eski ittifaklarını korumaya çalışmakta, kendi çıkarı için ve Sovyet sosyal- emperyalizmine karşı veya Amerikan emperyalizmini tehdit edebilecek herkese karşı yeni ittifaklar yaratmaya çalışmaktadır.
Amerikan emperyalizmi, geçmişte olduğu gibi,halen de saldırgan askeri ve siyasal bir örgüt olan NA- TO’yu güçlendirme peşinde koşmaktadır.
Tüm bu stratejik oyunun içinde Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerini aşırı derecede gerginleştirmiyor ve Carter’in, nötron bombasını üretmeyi sürdüreceklerini açıklamasına rağmen, ABD, Sovyetler Birliği ile SALT görüşmelerini sürdürüyor. Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında statükoyu koruma yönünde açık bir eğilim vardır.
Amerika Birleşik Devletleri ve NATO, Sovyetler Birliği ile statükoyu korumak için çaba harcıyorlarsa da, doğal olarak bu aralarında çelişkilerin bulunmadığı anlamına gelmez. Ama bu çelişkiler, savaşın, Avrupa’da eli kulağında olduğunu ileri süren Cin öğütlerini doğrulayacak düzeye henüz gelmemiştir.
Amerikan emperyalizmi, günümüzde Çin’i askeri ve ekonomik olarak güçlenmesi için desteklemektedir. Amerikan sermayesi bu ülkeye akıyor. Yalnızca büyük Amerikan bankaları tarafından değil, aynı zamanda Amerikan devleti tarafından da açılan krediler yoluyla büyük yatırımlar yapılmaktadır.
ABD, Çin kartını kuvvetle ama ihtiyatla oynamaktadır. Aynı zamanda Japon kartını oynamaya da devam etmektedir. Onlar Japonya ile aralarının bozulmasını istemiyorlar. Japonya’nın, Amerikan emellerine uygun o- larak güçlenmesi ve Uzak-Doğu’da, Pasifik’te, Güneydoğu Asya’da bir İsrail olması ve gerektiğinde, zamanı gelince-neden olmasın-Çin’e de karşı çıkması için karşılıklı olarak yardımlaşmak istiyor.
İşte, Çin, bu koşullarda Japonya ile dostluk ve işbirliği anlaşması imzaladı. Ama bu anlaşma daha şimdiden, dünyanın geleceği için birçok açıdan, çok tehlikeli ve iğrenç
boyutlara ulaşmaya başlamıştır ve gelecekte de böyle olacaktır; çünkü, Japonya ile Çin arasında Asya, Avustralya ve bütün Pasifik bölgesinde ortak ya da ayrı etki alanları yaratmayı amaçlayan bir işbirliği kurulacaktır. Bu işbirliği, doğal olarak, baslangıçta Amerika Birleşik Devletleri ile ittifakın ve Sovyet sosyal-emperya- lizmine karşı savaş için propagandanın gölgesinde inşa edilecektir. Çin-Japon ittifakının temel amacı, Sovyetler Birliği’ni durdurmak ve zayıflatmak, onu Sibirya’dan, Moğolistan’dan ve başka yerlerden atmak; onun, Asya ve Okyanusya’daki ve tüm ASEAN üyesi ülkelerdeki etkisini yok etmektir.
Bu, Amerikan emperyalizminin, ama aynı zamanda Çin emperyalizminin ve Japon militarizminin de stratejisidir. Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Japonya’ya yardım etmeye, onları kendi etki alanı içinde tutmaya, onlarla olan ittifakını sıkılaştırmaya ve onları Sovyetler Birliği’ne karşı ileri sürmeye çalışacaktır Ama, bir gün, Çin ve Japonya’nın emperyalist ve militarist ruhlu, ilkesiz. ikiyüzlü ve şeytani siyaseti, onlara doğrulabilmeleri için yardım eden süper devlete karşı yönelebilir. Hitler zamanında korkunç bir faşist güç haline gelen ve Amerika Birleşik Devletleri’nin müttefiklerine saldıran, hatta ABD ile savaşa giren Almanya daha önceleri bunun örneğini vermişti.
Amerika Birleşik Devletleri. Çin’in gücü ile, Japonya’nın büyüyen gücü arasındaki dengeyi korumaya çalışmaktadır. Ama, bir gün, bu denge onun elinden kaçacak ve Çin-Japon emperyalist, militarist ittifakı yalnız Sovyetler Birliği için değil ama ABD’nin kendisi için de bir tehlike haline gelecektir. Çünkü, Japonya ve Çin gibi iki büyük Asyalı emperyalistin, Asya’yı ve başka yerleri egemenlik altına almak, Amerikan emperyalizmini ve Sovyet sosyal-emperyalizmini zayıflatmak yönünden çıkarları çakışmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri NATO’da egemen durumdadır ve büyük bir askeri, siyasal ve ekonomik etkisi vardır. Bununla birlikte NATO içinde birliğe rağmen, çeşitli üye ülkelerin etkinlikleri ve bir devletin diğerlerinden öne çıkması açısından, bir ayrışma başlamıştır.
Bu örgütlenme içinde, Federal Alman Cumhuriyeti’- nin durumu yıldan yıla güçlenmektedir. Ekonomik ve siyasal gücü kadar silah ticareti de Avrupa Ortak Pazarı nın sınırlarını aşmıştır. Günümüzde, Batı Almanya’nın siyasetinde, kendi etki alanlarını yaratmayı amaçlayan, faşist totaliter intikamcılığın çizgilerinin oluşmaya başladığı söylenebilir. Bu, doğal olarak, Amerika Birleşik Dev- letleri’nin NATO’daki diğer iki önemli müttefiki Fransa ve İngiltere’nin hoşuna gitmemektedir.
Batı Almanya, Sovyet sosyal-emperyalizmini tehdit edebilecek ve genel bir karışıklık olasılığında, Japonya ve Çin ile ittifak halinde tüm dünya için tehlike haline gelebilecek, büyük askeri potansiyele sahip güçlü bir devlet olmak için iki Alman devletini birleştirmeye çalışmaktadır. Almanya’nın özellikle Çin ile sıkı ilişkileri vardır ve Avrupa devletleri arasında Çin ile ticari ilişkiler açısından en ön sırada yer almaktadır. Batı Almanya, Çin’e kredi, teknoloji ve modern silahlar sağlamada en büyük ve en güçlü AvrupalI satıcıdır.
İngiltere ve Fransa da, Çin’e büyük önem vermekte ve bu nedenle onunla olan ilişkilerini geliştirmektedirler. Ama Çin’i Bonn’a bağlayan çıkarlar çok daha büyüktür. Bu durum Fransa ve İngiltere’yi kaygılandırmaktadır, çünkü Federal Almanya Cumhuriyeti daha da güçlenirse, NATO ve Avrupa Ortak Pazarındaki diğer ortakları üzerinde egemenliğini daha da artıracaktır. Bu nedenle hem İngiliz hem de Fransız hükümetlerinin, Çin ile dostluk ve ilişkiden bahsederken, Sovyetler Birliği ile de dostluk ve ekonomik ilişkilerini daha geliştirmek istediklerini aynı biçimde vurgulamayı unutmadıklarını saptayabiliriz. Bunları Bonnda söylemektedir, ama gerçekte, Batı Alman hükümeti, Sovyetler Birliği’nin baş düşmanı olarak görünen Çin’le olan ilişkilerini çok daha hızlı geliştirmektedir. Strauss’un faşist grubu, Hitlerci generaller ve Bonn’un gerçek ve güçlü intikamcıları, kendilerini açıkça Çin’in en yakın müttefiki olarak ilan etmektedirler. İşte bu nedenle Çin, Federal Almanya’ya. Fransa ve İngiltere’ye baktığı gözle bakmamaktadır.