IV. ULUSAL SORUNDA "PRATİK OLMA"
Programımızın 9. maddesinde "pratik" değer taşıyan hiç bir şey olmadığı yolunda Rosa Luxemburg'un iddiasını, oportünistler hemen benimsediler. Rosa Luxemburg, bu iddiaya o kadar gönül bağlamıştır ki, yazısının bazı yerlerinde bu "formül" tek bir sayfa içinde sekiz kez yinelenmektedir. Şöyle yazıyor:
9: madde, "proletaryanın günlük siyasetine pratik anlamda yön vermemektedir, bu maddede ulusal sorunların pratik çözümü yoktur"
Yazının başka bir yerindeki, 9. maddenin, ya anlamsız olduğu ya da bizi bütün ulusal özlemleri desteklemeye zorunlu kıldığını ima eder biçimde formüle edilen iddiayı inceleyelim.
"Pratik olma" isteminin taşıması mümkün olan bu üç anlamını ayrı ayrı inceleyelim.
Her ulusal hareketin başlangıcında, doğal olarak, hegemonyayı (önderliği) elinde tutan burjuvazi, bütün ulusal özlemleri desteklemeyi pratik bir davranış sayar. Ama, burjuvazi, ulusal sorunda proletaryanın siyasetini (öteki sorunlarda olduğu gibi) ancak belli bir doğrultuda destekler; bu siyaset, burjuvazinin siyasetiyle hiçbir zaman tam uygunluk haline gelemez. İşçi sınıfı, burjuvaziyi (burjuvazinin tek başına sağlayamayacağı ve ancak tam bir demokrasi ile gerçekleşebilen) ulusal barışı sağlamak için, eşit haklar sağlayabilmek ve sınıf savaşımının gerekli koşullarını yaratabilmek için destekler. Onun için burjuvazinin pratikliğine karşı, proleterler, ulusal sorunda, kendi ilkelerini ileri sürerler ; onların burjuvaziye sağladıkları destek, ancak koşula bağlı olabilir. Ulusal sorunlarda burjuvazi, her zaman kendi ulusu için ayrıcalıklar ya da özel üstünlükler elde etmeye çalışır; ve buna "pratik olma" denir. Proletarya her türlü ayrıcalığa, her türlü istisnai işleme karşıdır. Proletaryanın "pratik olmasını" isteyenler, burjuvazinin kuyruğuna takılmaktadırlar, oportünizme düşmektedirler.
Her ulusun ayrılma hakkı için "evet" ya da "hayır" biçiminde bir yanıt istemek, pek "pratik" bir tutum gibi görünmektedir. Gerçekte bu, saçmadır; böyle bir tutum, teoride , metafizik bir anlayışı gösterir, pratikte ise, proletaryanın burjuvazinin siyasetine boyun eğmesi anlamını taşır. Burjuvazi, her zaman, kendi ulusal istemlerini ön plana çıkartır. Bunları kesinlikle ileri sürer. Ama proletarya için bu istemler, sınıf savaşımının çıkarlarına bağımlıdır. Teorik bakımdan, belirli bir ulusun başka bir ulustan ayrılmasının ya da bu ulusun bir başka ulusla eşitliğinin, burjuva demokratik devrimi tamamlayıp tamamlamayacağını önceden kestirmek olanaksızdır. Her iki halde de proletarya için önemli olan şey, kendi sınıfının gelişmesini güvence altına almaktır. Burjuvazi için önemli olan şey, bu gelişmeyi baltalamak ve "kendi" ulusunun amaçlarını proletaryanınkilerden öne almaktır. Bu nedenle proletarya, kendi kaderini tayin etme hakkının tanınması isteminin, deyim uygun düşerse, olumsuz yönüyle yetinir ve hiç bir ulusa başka bir ulusun sırtından üstünlükler güvencesi vermeye, bu konuda taahhütlerde bulunmaya kalkışmaz.
Bu pek "pratik" bir davranış olmayabilir; ama gerçekte bu, mümkün olan çözümlerin en demokratik olanının başarılması için, en iyi güvencedir. Proletarya, yalnızca bu güvencelerin gereğini duymaktadır, her ulusun burjuvazisi ise, başka ulusların durumu ne olursa olsun (başka ulusların zararına olsa da) kendi çıkarlarının güvence altına alınmasını ister.
Burjuvazi, belirli bir isteminin "pratik olup olmamasıyla yakıdan ilgilidir - başka ulusların burjuvazisiyle, proletaryaya karşı anlaşmalar arama siyaseti hep buradan gelmektedir. Ama proletarya için önemli olan, kendi sınıfını, burjuvaziye karşı güçlendirmek ve yığınları tutarlı demokrasi ve sosyalizm anlayışı içinde eğitmektir.
Oportünistler, bunun, "pratik" olmadığını düşünebilirler, ama feodallere ve milliyetçi burjuvaziye karşın, azami ulusal eşitlik ve barış sağlamanın biricik gerçek güvencesi budur.
Ulusal sorunda proleterlerin görevinin tümü, her ulusun milliyetçi burjuvazi açısından "pratik" değildir, çünkü her türlü milliyetçiliğe karşı olan proleterler "soyut" eşitlik istemektedirler , onlar ne kadar önemsiz görünürse görünsün, ilke olarak hiç bir ayrıcalığın olmamasını istemektedirler. Bunu kavrayamayan Rosa Luxemburg, pratikliği akılsızca övmesiyle, oportünistlere, özellikle de Büyük-Rus milliyetçiliğine, gerçek oportünist ödünlere kapıyı ardına kadar açmıştır.
Niçin Büyük-Rus milliyetçiliği? Çünkü Rusya'da, Büyük- Ruslar, ezen bir ulustur, ve ulusal sorunda oportünizm, elbette ki ezilen uluslar arasında, ezen uluslar arasında ifade edildiğinden başka şekilde ifade edilecektir.
Ezilen ulusların burjuvazisi, istemlerinin "pratik" olduğu iddiasıyla, proletaryayı, özlemlerini kayıtsız şartsız desteklemeye çağıracaktır. Belirli bir ulusun ayrılma hakkı için yalnızca 'bir "evet" demek, ayrılmaya hakkı olan bütün ulusların lehine olarak "evet" demekten daha pratiktir.
Proletarya, bu tür pratikliğin karşısındadır. Proletarya, eşitliği ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğini tanırken, bütün ulusların proleterlerinin birliğine pek büyük değer verir, ve her ulusal istemi, her ulusun ayrılma hakkını işçilerin sınıf savaşımı açısından değerlendirir. Pratikliğe çağrı, burjuva özlemlerinin kayıtsız şartsız kabulüne çağrıdan başka bir şey, değildir.
Bize şöyle deniyor: ulusların ayrılma hakkını desteklemekle, ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğine de destek olmaktasınız. Rosa Luxemburg'un dediği budur, ve likidatörlerin gazetesinde bu sorunda likidatörce görüşlerin biricik temsilcisi olmayan oportünist Semkovski ona yankı olmaktadır!
Bizim buna yanıtımız şudur: hayır, bu sorunda "pratik" bir çözüm, burjuvazi için önemlidir. İşçiler için önemli olan, iki akımın ilkelerini ayırdetmektir. Eğer ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karşı savaşırsa, biz, her zaman ve her durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız; çünkü biz, zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz burjuva milliyetçiliğinin çıkarlarını savunuyorsa, biz ona karşıyız. Ezen ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi için ayrıcalıklar sağlama yolunda çabalarına destek olmayız.
Eğer ulusların ayrılma hakkı sloganını ileri sürmez ve onu savunmazsak, o zaman ezen ulusun yalnızca burjuvazisinin değil, ama feodallerinin ve despotizminin de oyununa gelmiş oluruz. Kautsky, bu görüşü, Rosa Luxemburg'a karşı çok eskiden savunmuştur ve ileri sürdüğü kanıtlar çürütülemez. Rosa Luxemburg, Polonya milliyetçi burjuvazisini "desteklememe" çabasıyla, Rus marksistlerinin programındaki ulusların ayrılma hakkını reddederken, gerçekte Rus kara-yüzlerine destek olmaktadır. O, gerçekte, Büyük-Rusların ayrıcalıkları (ayrıcalıktan daha kötüsü) karşısında, oportünistçe teslimiyete destek olmaktadır.
Polonya'daki milliyetçiliğe karşı savaşıma dalan Rosa Luxemburg, Büyük-Rus milliyetçiliğini unutmuştur; oysa Büyük-Rus milliyetçiliği, şu anda en güçlü olanıdır, bu milliyetçilik, daha az burjuva ve daha çok feodal olanıdır, ve demokrasi ile proletaryanın savaşımı önünde en büyük engel budur. Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği, zulme karşı yönelmiş olan genel bir demokratik içerik taşır, ve bizim ulusal ayrıcalıklar sağlama eğiliminden bunu kesin olarak ayırdederek; Polonyalı burjuvanın Yahudilere zulmetme eğilimine karşı savaşım vererek vb., vb. kayıtsız şartsız desteklediğimiz işte bu içeriktir.
Bu, bir burjuvanın ve bir darkafalının görüş açısından "pratik" olmayan bir davranıştır. Bu, ilkelere dayanan ve demokrasiyi, özgürlüğü ve proletaryanın birliğini gerçekten, ileriye götüren ulusal sorundaki biricik pratik siyasettir.
Bütün ulusların ayrılma hakkını tanımak; her somut ulusal ayrılma sorununu, eşitsizliği, her türlü eşitsizliği, her türlü ayrıcalığı ortadan kaldırma açısından değerlendirmek.
Ezen bir ulusun durumunu inceleyelim. Başka ulusları ezen bir ulus özgür olabilir mi? Olamaz. Büyük-Rus halkının[10*] özgürlüğünün gerçekleşmesi böyle bir zulme karşı savaşımı gerektirmektedir. Ezilen ulusların hareketlerinin uzun zamandan beri süregelen bastırılmaları tarihi, bu zulüm lehine "yukarı" sınıflar tarafından yürütülen sistemli propaganda, Rus halkının özgürlük davasının önünde, ön yargılar vb. biçiminde, koskoca engeller yaratmıştır.
Büyük-Rus kara-yüzleri, kasıtlı olarak, bu, önyargıları beslemekte ve körüklemektedirler. Büyük-Rus burjuvazisi, bunları hoşgörüyle karşılamakta ya da bunlara destek olmaktadır. Bu önyargılara, karşı sistemli bir savaşıma, girişmedikçe, Büyük-Rus proletaryası kendi amaçlarına erişemez, özgürlük yolunu kendisine açamaz.
Rusya'da, ulusal, özerk ve bağımsız bir devlet ,kurma, şimdiye değin, bir tek ulusun, Büyük-Rus ulusunun ayrıcalığı olarak kalmıştır. Biz Büyük-Rus proleterleri, hiç bir ayrıcalığı savunmayız ve bu ayrıcalığı da savunmuyoruz. Savaşımımızda belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz; o belirli devlet içindeki bütün ülkelerden işçileri birleştiriyoruz; biz hiç bir özel ulusal gelişme yolunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollardan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz.
Ama biz, her türlü milliyetçiliğe karşı savaşmazsak, çeşitli ulusların eşitliği uğruna savaşım vermezsek, o hedefe doğru yol alamayız.Örneğin Ukrayna'nın bağımsız bir devlet kurmasının kaçınılmaz olup olmadığı, önceden kestiremeyeceğimiz binbir etkenin belirlediği bir şeydir. Biz, boş "tahminler"le zaman yitirmeden, hiç kuşku götürmeyen şeyi, Ukrayna'nın böyle bir devlet kurma hakkını olanca gücümüzle savunuruz. Biz, bu hakka saygılıyız; biz, Büyük Rusların Ukraynalılar üzerindeki ayrıcalıklı durumlarını desteklemeyiz; biz, yığınlara bu hakkı tanımayı ve devlet kurma hakkının, herhangi bir ulusun tekelindeki bir ayrıcalık olmasını reddetmeyi öğretiriz.
Burjuva devrimleri döneminde, bütün ulusların ileriye doğru yaptıkları sıçrayışlarda, ulusal devlet kurma hakkı üzerinde çatışmalar ve savaşımlar olanaklı ve olasıdır. Biz; proleterler, önceden, Rusların ayrıcalıklarına karşı olduğumuzu ilan ediyoruz, ve bizim bütün propagandamıza ve ajitasyonumuza yön veren budur.
Rosa Luxemburg, "pratik olma" çabasında, hem Rus proletaryasının, hem de öteki ulusların proletaryasının başlıca pratik görevini unutmuştur: her türlü devlet ayrıcalığına ve ulusal ayrıcalıklara karşı ve bütün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada hak eşitliği uğruna günlük bilinçlendirme ve propaganda görevini. Bu görev, (şu anda), ulusal sorunda başlıca görevimizdir; çünkü biz, demokrasinin ve bütün ulusların proleterlerinin eşit olarak ittifakının çıkarlarını ancak böyle savunabiliriz.
Bu propaganda, Rus zalimleri açısından olduğu gibi, ezilen ulusların burjuvazisi açısından da "pratik olmayabilir" (bunların her ikisi de kesin bir "evet" ya da "hayır" yanıtı istiyorlar, ve sosyal-demokratları "muğlak" olmakla suçluyorlar). Gerçekte ise, yığınların gerçekten demokratik, gerçekten sosyalist eğitimini sağlayan bu propaganda ve ancak bu propaganda olabilir. Ancak böyle bir propaganda, eğer Rusya türdeş olmayan bir uluslar devleti olarak kalacaksa, bu ülkede olanaklı olan en sağlam ulusal barışı, ve eğer uluslar için bölünmek sorunu sözkonusu olacaksa, en barışçı bir biçimde (ve proletaryanın savaşımı için de en zararsız biçimde) ayrı ayrı ulusal devletlere bölünmeyi sağlamada en büyük şansa sahiptir.
Bunu, ulusal sorunda bu biricik proleter siyaseti daha somut olarak açıklayabilmek için, Büyük-Rus liberalizminin "ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı" konusundaki tutumunu, ve Norveç'in İsveç'ten ayrılması örneğini inceleyeceğiz.