Header Ads

Header ADS

Roy Howardın Stalinle Röportajı

Mart 1, 1936 da Stalin Yoldaş Scripps-Howard gazeteleri başkanı Roy Howardla Röportaj yapmayı kabul etti. 

Howard:
 
Sizin fikrinize göre  Japonya’da yaşanan son olayların Uzak Doğu bölgesinde ne gibi sonuçları olacak?

Stalin: Şimdilik bir şey söylemek zor. Bunu yapabilmek  için  çok az bilgi var. Görüntü yeterince net değil.

Howard: Eğer Japonya  Moğolistan’a  uzun zamandır beklenen askeri sadlırıyı başlatırsa Sovyetlerin tavrı ne olacak?

Stalin:  Eğer Japonya Moğolistan Halk Cumhuriyeti’ne saldırma girişiminde bulunursa, biz Moğolistan Halk Cumhuriyeti’ne yardım etmek zorunda kalırız. Litvinov’un yardımcısı Stomonyakov bunu geçenlerde Moskova’daki Japon büyükelçisine bildirdi, ve 1921 yılından beri Moğolistan Halk Cumhuriyeti’yle Sovyetler Birliği arasında devam eden  dostluk ilişkisini belirtti.   Moğolistan Halk Cumhuriyeti’ne aynı1921 yılında yaptığımız gibi yardım edeceğiz.

Howard:  Japonların Ulan-Batur’u ele geçirme  girişimi SSCB’nin müdahalesini gerekli kılarmı?

Stalin: Evet.

Howard: Japonların bu bölgede yenilerde gelşen  aktiviteleri  Sovyetler tarafından saldırganlık niteliğinde olarak görülebilirmi?

Stalin: Japonlar,  kanımca,   Moğolistan Halk Cumhuriyeti sınırına askeri birlik yoğunlaştırmaya devam ediyorlar,  ancak sınırda yeni bir çatışma gözlemlenmedi.

Howard: Sovyetler Birliğinin, Almanya ve Polonya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı saldırgan planları olduğu ve askerî işbirliği içinde olduğu inancında olduğu görüntüsü var.. 


Ancak Polonya, üçüncü bir ülkeye saldırı amacıyla hiçbir yabancı ülkenin silahlı birliğinin topraklarına girmesine izin verme konusundaki niyetsizliğini açıkça belirtti. Sovyetler Birliği, Almanya tarafından gelebilecek nasıl bir saldırı kafasında canlandırıyor? Alman birlikleri hangi pozisyonda , hangi yönde operasyon yapabilirler?

Stalin: Tarih göstermiştirki, eğer bir devlet diğer bir devlete savaş açmak istiyorsa,  yan yana olmasa bile , saldırılmak istenen devlete ulaşabilecek sınırları aramaya başlar , genellikle saldırgan devlet bu sınırı bulur. 

Bu sınır , 1914 yılında Almanya’nın Fransa’ya saldırabilmek için Belçika’yı işgal etmesi örneğinde olduğ gibi, ya zorla bulunur, ya da , örneğin, Almanya gibi, 1918 yılında Leningrad yolunda , Letonyadan yaptığı gibi,  bu sınır “ödünç alınır”. Almanya’nın amaçları  için hangi sınır bölgesini kullanacağını bilmiyorum ama Almanya kendisine istediği sınır bölgesini “ödünç” vermeye istekli bir devlet bulacaktır.

Howard: Görünüşe göre, bugün  bütün dünya yeni bir büyük savaşın çıkacağını tahmin ediyor. Eğer savaş kaçınılmaz ise, Sayın Stalin, ne zaman patlak vereceğini düşünüyorsunuz?

Stalin: Bunu tahmin etmek imkansız. Savaş beklenmedik bir şekilde başlayabilir. Günümüzde savaşlar ilan edilmiyor. Basitce başlıyor. Ancak buna rağmen kanımca barış yanlıların pozisyonu ggittikçe güçleniyor. Barış yanlıları açıkça faaliyet yapabiliyorlar. Kamuoyunun gücüne dayanıyorlar. Ellerinde , örneğin, Milletler Cemiyeti gibi kurumlar var . Barış yanlılarının avantajı işte burada. Onları güçleri savaşa karşı eylemlerinin geniş halk yığınlarının iradesi tarafından desteklenmesi gerçeğinde yatıyor. Dünyada savaş isteyen bir tane bile halk yok. Barışın düşmanlarına gelince, onlar gizli çalışmaya zorlandılar. Onların dezavantajı da burada. Bu arada, tam da bu nedenle çaresizliğin bir pratiği olarak askeri bir maceraya kalkışabilirler. 

Barış yanlılarının en son başarılarından birisi,  Fransız-Sovyet Yardımlaşma Antlaşması’nın Fransa Parlamentosunda onaylanmasıdır. Bir dereceye kadar, bu antlaşma barış düşmanları için bir engeldir.

Howard: Sayın Stalin, eğer savaş çıkarsa , patlak verme ihtimali en yüksek olan bölge sizce neresidir? Savaş bulutları nerelerde en çok tehditkar, batıda mı doğuda mı?

Stalin: Bana göre savaş tehlikesinin olduğu iki yer var. Birincisi Uzak Doğu, Japon bölgesinde. Aklımda Japon askerî yetkililerin diğer devletlere yönelik tehdit içeren açıklamaları var. İkinci tehlikeli yer ise Almanya bölgesinde. Hangisinin daha tehditkâr olduğunu söylemek zor ancak her ikisi de var ve aktif. Bu iki ana savaş bölgesiyle karşılaştılıldığında,  İtalya-Etiyopya savaşı bir parçadır . Şu anda Uzak Doğu bölgesindeki tehlike en tehlikeli aktiviteyi sergiliyor. Ancak tehlikenin merkezi Avrupa’ya kayabilir. 

Bu, örneğin Hitler’in bir Fransız gazetesine verdiği röportajda belirtilmiştir. Bu röportajda Hitler barışçıl şeyler söylemeye çalışsada, “barışseverliğini” Fransa ve Sovyetler Birliği’ni doğrudan doğruya tehditleri arasına bolca serpiştirerek, bu barışçıllığından bir şey kalmıyor. Görüyorsunuz, Sayın Hitler  barıştan bahsederken bile tehditleri dilinden düşüremiyor. Karakteristik tipik bir durum.

Howard: Size göre günümüz savaş belasını besleyen  ana durum veya şartlar nelerdir?

Stalin: Kapitalizm.

Howard: Kapitalizmin hangi özelliklerinin yansıması?

Stalin: Emperyalist, zorla gaspcı özelliğinin yansıması. 

Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl ortaya çıktığını hatırlayın. Dünyayı yeniden paylaşma arzusundan ortaya çıktı. Bugün de aynı temel (arzu). Bir önceki nüfuz alanları, bölgeleri, hammadde kaynakları, piyasalar vb ile ilgili paylaşımda haklarının yendiğini düşünen kapitalist devletler var, ve bunlar kendi lehlerine olacak şekilde yeni bir paylaşımı arzulamaktalar. Kapitalizm,Emperyalist aşamasında yasalar içinde değilse,  uluslararası anlaşmazlıkların halledilmesi yolunda, savaşın meşru bir araç olduğunu savunan bir sistemdir.

Howard: Sizin kapitalist devletlerin arzuları tanımlamanızda, Sovyetler Birliği’nin kendi siyasi teorilerini diğer devletlere empoze etmesine yönelik gerçek bir korku tehlikesi mevcut olmaz mı?

Stalin: Bu tür korkular için hiç bir gerekçe yoktur. Eğer Sovyet halkının komşu devletlerin karakterlerini değiştirmek istediğini ve bu nedenle güç kullanacağını düşünüyorsanız, tamamıyle yanılıyorsunuz. Şüphesizki, Sovyet halkı komşu ülkelerin (siyasi) karakterinin değiştiğini görmek ister, ancak bu komşularımızın  kendi (iç) sorunudur. Eğer bu devletler gerçekten kendi kontrollerine sahipse, komşu devletlerin Sovyet halkının fikirlerinden korkmaları için bir neden göremiyorum.

Howard: Bu, yaptığınız açıklamanız, Sovyetler Birliği’nin dünya devrimine ulaşma plan ve amacından tamamıyle  vazgeçtiği şeklinde yorumlanabilir mi?

Stalin: Bizim hiçbir zaman böyle planlarımız ve amacımız olmadı.

Howard: Şüphesiz,  Sayın Stalin, siz de kabul edeceksinizki, dünyanın büyük bir çoğunluğu farklı bir görüşe sahipler.

Stalin:  Bu yanlış anlamanın bir ürünü.

Howard:Trajik bir yanlış anlama mı?

Stalin:  Hayır, komik,  belki de trajikomik. 

Bakın, biz marksistler diğer ülkelerde de devrimler olacağına inanırız. Ancak bu devrimler ancak o ülkenin devrimcileri bunu olası ve gerekli olarak değerlendirdiğinde gerçekleşecektir. Devrimin ihraç edilmesi açmalıktır.  Her ülke,  eğer yapmak istiyorsa, kendi devrimini kendi yapacak ve yapmak istemiyorsa da devrim olmayacaktır. Örneğin bizim ülkemiz devrim istedi ve başardı, ve şimdi yeni , sınıfsız bir toplum inşa ediyoruz. 

Bizim diğer ülkelerde de devrim yapma peşinde olduğumuz, onların hayatlarına müdahale etme niyetinde olduğumuz , gerçeği yansıtmamaktır ve biz hiç bir zaman bunu savunmadık.

Howard: SSCB ile ABD arasında diplomatik ilişkilerin kurulduğunda, Başkan Roosevelt ile Litvinov propaganda konusunda aynı bakış açılarını paylaştılar. 

Litvinov’un Başkan Roosevelt’e yazdığı mektubun dördüncü paragrafı, Sovyet hükümetinin “topraklarında siyasi veya sosyal düzeni zor kullanarak değiştirmeyi veya iktidarı alaşağı etmeyi veya alaşağı etmeyi planlamayı amaç edinmiş örgütlerin, grupların veya bu türlü bir kurumun temsilcilerinin faaliyetlerine engel olacağını, topraklarında bu türlü örgütlerin kurulmasına veya ikamet etmesine izin vermeyeceğini kabul eder” şeklinde bir ifade var. Sayın Stalin, eğer bu dördüncü maddedeki davranış biçimi Sovyetler Birliği’nin çıkarlarıyla uyumsuzsa ya da kontrolü dışındaysa Litvinov neden bu metne imza attı?

Stalin:  Alıntı yaptığınız maddedeki sorumlulukların yerine getirilmesi tamamen bizim kontrolümüz içindedir, şimdiye kadar bu sorumluluklarımızı yerine getirdik, ve getirmeye devam edeceğiz. 

Anayasamıza göre siyasi göçmenler topraklarımızda ikamet etme hakkına sahiptir. Biz aynen Birleşik Devletlerde olduğu gibi, siyasi göçmenlere sığınma hakkı tanıyoruz. 

Açıktır ki Litvinov bu mektubu imzaladığında bahsedilen yükümlülüklerin iki ülke için de geçerli olduğunu düşünüyordu. Sayın Howard, ABD topraklarında  Rus Beyaz Ordu mensubu kişilerin ABD vatandaşlarından aldıkları destekle, bulundukları yerlerde kapitalizm lehine, Sovyetler aleyhine propaganda yaptıkları gerçeği, terörist grupların temsilciliğine soyunmaları Roosevelt-Litvinov mutabakatına aykırı değil mi? Bu kişilerin ABD yasaları gereğince sığınma hakkı olduğu bariz. Bize göre, yasadışı emelleri kimi hedef alırsa alsın topraklarımızda tek bir teröristin bile barınmasına izin vermeyiz. Açıktır  ki ABD’de sığınma hakkı bizim ülkemizden çok daha geniş bir yorumu var. Ancak şikayet etmiyoruz. 

Belki, topraklarımıza gelen siyasi göçmenlere sempatiyle yaklaştığımızı söyleyeceksiniz. 

Ancak Amerikan vatandaşları arasında da kapitalizm lehine, Sovyetler aleyhine propaganda yapan Beyaz Ordu mensuplarına sempatiyle yaklaşanlar yok mu? Öyleyse konu ne? Konu, bu insanlara yardım etmemek, faaliyetlerini finanse etmemektir. Konu herhangi bir ülkedeki resmî görevlilerin diğer ülkenin iç işleyişine müdahale etmekten kaçınması gerekliliğidir. Bizim resmî görevlilerimiz gerçekten de bu sorumluluklarını yerine getirmektedir. Eğer herhangi birisi bunu yapmıyorsa, bizi bu konuda habedar edin. 

Eğer daha da ileriye gidip Birleşik Devletlerdeki tüm karşı-devrimci Beyaz Ordu mensuplarının sınırdışı edilmesini talep etseydik, bu ABD’deki ve SSCB’deki siyasi sığınma hakkına saldırmak anlamına gelirdi. İstek ve karşı isteklerde mantıklı bir sınırlama olmalıdır. Litvinov, Başkan Roosevelt’e yazdığı mektubu kişisel olarak değil, aynen Başkan Roosevelt’in de yapmış olduğu gibi , devlette işgal ettiği konum gereğince imzalamıştır .Bu antlaşma iki ülke arasındaki bir antlaşmadır. Bu antlaşmayı imzalayarak iki devletin temsilcileri olarak hem Litvinov hem de Başkan Roosevelt, iki ülkenin bir diğerinin içişlerine müdahale etmemeleri gereğinde ve müdahale etmeyecekleri hususunda uzlaşmışlardır. Her iki ülke tarafından güvence altına alına siyasi sığınma hakkı bu antlaşma hükümlerinden etkilenemez. 

İki ülke temsilcileri olan Roosevelt-Litvinov arasındaki antlaşma bu sınırlar içinde değerlendirilmelidir.

Howard:Amerikalı komünistler Browder ve Darcy, geçen yaz katıldıkları Komünist Enternasyonal Yedinci Kongresinde Amerikan Hükümetinin zor kullanarak alaşağı edilmesi çağrısında bulunmadılar mı?

Stalin:  İtiraf etmeliyim ki Browder ve Darcy yoldaşların yaptıkları konuşmaları hatırlamıyorum, ne hakkında konuştuklarını bile hatırlamıyorum. Belki böyle bir şey söylemişlerdir. Ancak Amerikan Komünist Partisi’ni oluşturan Sovyet halkı değildir. 

Onu kuran Amerikalılardır ve ABD’de yasal olarak faaliyet göstermektedir. Parti seçimlerde kendi adaylarını göstermektedir, buna başkanlık seçimleri de dahildir. Eğer Browder ve Darcy yoldaşlar Moskova’da bir konuşma yaptılarsa, ABD’de de aynı şiddette ve aynı konuda benzer yüzlerce konuşma yaptılar. Amerikalı komünistlerin fikirlerini özgürce ifade etme hakları var değil mi? Amerikalı komünistlerin faaliyetlerinden Sovyet Hükümetini sorumlu tutmak doğru olmayacaktır.

Howard: Ancak bu örnekte, bu faaliyetler, Roosevelt-Litvinov Antlaşmasının hükümlerine aykırı  olarak, Sovyet topraklarında gerçekleştirildiği gerçek değilmi?

Stalin: Komünist Parti’nin faaliyetleri nelerdir, kendilerini nasıl ifade edebilirler? 

Genellikle faaliyetleri işçi topluluklarını örgütlemek, gösteriler, grevler vb düzenlemektir. Sanırım, Amerikalı komünistler tüm bunları Sovyet topraklarında yapamayacaklarını söylemek bile gereksizdir . SSCB’nde Amerikalı işçileri yok.

Howard: Anladığım kadarıyla bakış açınız, özü itibarıyla, faaliyetlerin yorumlanmasını iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin devam edip korunması doğrultusunda olması gerekliliğini içeriyor?

Stalin: Evet, kesinlikle.

Howard: Kabul edildiği gibi, Rusya’da komünizme henüz erişilmiş değil. Devlet sosyalizmi inşa ediliyor. 

İtalya’da faşizm ve Almanya’da nasyonal-sosyalizm de benzer sonuçlara ulaştıklarını iddia etmiyorlar mı? İkiside benzer şekilde elde edilenler yokluk ve kişisel özgürlüklerin devlet lehine askıya alınması pahasına elde edilmedi mi?

Stalin:  “Devlet sosyalizmi” terimi yanlış. 

Çoğu insan bu adlandırmayı , büyük çoğunlukla fabrikaların, atelyelerin ve toprağın  özel mülkiyet kontrolünde iken, zenginliğin bir kısmının, bazen oldukça önemli bir kısmının devletin eline veya kontrolüne geçtiği bir sistem olarak anlıyorlar. Çoğu insan “devlet sosyalizmi”nden bunu anlıyor. Bu adlandırma bazen bir kapitalist devletin bir savaşı sürdürmek veya bir savaşa hazırlanmak için belirli sayıda sanayi kuruluşunu bizzat idare etmesini de kapsayabilir. Bizim kurduğumuz toplum kesinlikle “devlet sosyalizmi” olarak adlandırılamaz. 

Sovyet toplumu  fabrikaların, atölyelerin, toprağın, bankaların ve ulaşım sisteminin özel mülkiyetine son verilip onun yerine kamu mülkiyetinin oluşturlduğu sosyalist bir toplumdur. Kurduğumuz sosyal örgütlenme Sovyet sosyalist örgütlenmesi olarak adlandırılabilir, süreç tamamlanmamış, ancak temel olarak toplumun sosyalist örgütlenmesi. 

Bu toplumun temeli kamu mülkiyetidir: 

Devlet, örneğin ulusal ve aynı zamanda kooperatif, kolektif tarım mülkiyeti. 

Ne İtalyan faşizminin ne de Alman nasyonal “sosyalizminin” böyle bir toplumla ortak bir yanı yoktur. Bu böyledir çünkü emel olarak Almanya ve İtalya’da fabrikaların, atelyölerin, toprağın, bankaların, ulaşım sisteminin vb özel mülkiyeti olduğu gibi kalmıştır, bu nedenle kapitalizm aynı gücüyle Almanya ve İtalyada iktidarını devam ettirmektedir.

Evet, haklısınız henüz komünist bir toplum kurmadık. Bu tür bir toplumu inşa etmek kolay değildir. Sosyalist ve komünist toplumlar arasındaki farkı muhakkak biliyorsunuz. Sosyalist toplumda bazı eşitsizlikler hâlâ devam eder. Ancak sosyalist toplumda artık işsizlik, sömürü, ulusların ezilmesi yoktur. Sosyalist toplumda herkesin çalışması zorunludur, ancak emeğinin karşılığını ihtiyacına göre değil, ürettiği işin nicelik ve niteliğine göre alır. Bu nedenle ücretler, eşit değil, farklı ücretlendirme hala vardır. Sadece , insanların toplumda ürettikleri işin niceliği ve niteliğine göre değil de kendi ihtiyaçlarına göre karşılığını alır hale geldiğinde komünist toplumun inşa edildiği söylenebilir. 

Sosyalist toplumu inşa edebilmek adına kişisel özgürlükleri feda ettiğimizi ve insanları mahrum ettiğimizi söylüyorsunuz.

Sorunuz sosyalist toplumun kişisel özgürlükleri engellediğini varsayıyor. Bu doğru değil. Elbette, yeni bir şey inşa etmek için tasarruflu olunur, kaynakları biriktirilir, tüketim bir süre azaltılır ve diğerlerinden ödünç alınır. Eğer birey bir ev inşa etmek istiyorsa para biriktirir, tüketimini bir süre azaltmaya çalışır, aksi taktirde o evhiç bir zaman inşa edilemez. 

Yeni bir insan toplumu inşa etmek söz konusu olduğunda bu ne kadar daha fazla doğrududur?  Belirli bir dönem için tüketimi bir ölçüde azaltmak zorunda kaldık, gerekli kaynakları biraraya getirmeye çalıştık, büyük enerji harcadık. Yaptığımız tam olarak buydu ve sosyalist bir toplum inşa ettik. 

Biz bu toplumu kişi özgürlüklerini sınırlamak için değil, birey olarak insan gerçekten özgür olabilsin diye inşa ettik. Gerçek anlamda kişisel özgürlük, tırnak içinde olmayan özgürlük için inşa ettik. 

İşsiz, aç gezen ve iş bulamayan bir insan tarafından kullanma hakkı olduğu “kişisel özgürlüğü” hayal etmek benim için çok zor. 

Gerçek özgürlük, sadece sömürünün yok edildiğinde, birinin diğeri tarafından baskı altında tutulmadığı, işsizlik ve yoksulluğun hüküm sürmediği, insanların belki de ertesi gün işsiz kalabileceğine ve evine ekmek götüremeyeceğine dair endişe içinde olmadığı ortamda var olabilir. Ancak böyle bir toplumda, kağıt üzerinde değil, kişisel ve her türlü  gerçek özgürlük olabilir.

Howard: Size göre Amerikan demokrasisiyle Sovyet sisteminin eş zamanda birarada gelişmesi mümkün müdür?

Stalin: Amerikan demokrasisi ve Sovyet sistemi yanyana barış içinde birarada varolup rekabet içinde olabilir. Ancak biri diğerine gelişemez.

Sovyet sistemi Amerikan demokrasisine gelişemez, yada diğer yönde. Her önemsiz konuda bir diğerinde kusur bulmaya çalışmazsak barış içinde birarada yaşayabiliriz.

Howard: SSCB’nde yeni bir seçim sistemini öngören yeni bir anayasa tartışılmakta. Seçimlere , önceden olduğu gibi, sadece tek bir parti gireceğine göre, bu yeni seçim sistemi SSCB’ndeki durumu ne ölçüde değiştirebilir?

Stalin: Büyük ihtimalle yeni anayasamızı bu yılın sonunda yürürlüğe koyacağız. Anayasa çalışmasında görevli komisyonlar görevlerini sürdürmekte ve kısa bir süre içinde tamamlamış olacaklar. Önceden zaten açıklandığı gibi yeni anayasaya göre, genel, eşit, doğrudan ve gizli oy kullanımı esas olacaktır. 

Seçimlere sadece bir partinin katılması gerçeği sizi şaşırttı. Bu şartlar altında seçim yarışının nasıl olabileceğini göremiyorsunuz. Çok açıktır ki adaylar sadece Komünist Parti tarafından önerilmeyecek, parti dışındaki tüm kamu kurumları tarafından önerilebilecektir. Ve bizde bu kurumlardan yüzlercesi var. Bizde işçi sınıfını sömürerek onunla rekabet eden bir kapitalist sınıf olmadığı için birbirine rakip siyasi partiler de bulunmuyor.

 Toplumumuz tamamen kentte ve kırda emeğiyle geçinen işçi, köylü ve aydınlardan oluşmaktadır. 

Bu katmanların her birisinin özel istekleri olabilir ve bunları dile getirmek için sayısız kamu örgütü platformu mevcuttur. Ancak farklı bir sınıf olmadığı için rekabet içinde olacak farklı siyasi partiler için de zemin yoktur. Sosyalist toplumda sınıfları ayıran derin uçurumlar ortadan kaldırılmış olsa da toplum içindeki farklı katmanlar arasında tâli farklılıklar mevcuttur. Bu yüzden çok sayıda sınıf olmadığından dolayı çok sayıda parti anlamsızdır, çünkü partiler sınıfların partileridir. 

Nasyonal “Sosyalizm”de de tek parti vardır. Ancak bu faşist tek parti sistemiyle bir yere varılamaz.
Almanya’da olan şey kapitalizm ve sınıfların olduğu gibi kalmasıdır, sınıf savaşımı hala gündemdedir ve herşeye rağmen uzlaşmaz sınıfların partileri aracılığıyla gündemi belirleyecektir, örneğin İspanya’da olduğu gibi. İtalya’da da tek parti iktidarı, Faşist Parti iktidarı var. Ancak aynı sebeplerden dolayı bundan da bir şey çıkmayacaktır. 

Seçim sistemimiz neden genel seçim şeklindedir? Çünkü mahkeme kararıyla bu hakkı elinden alınmışlar hariç tüm yurttaşlarımız seçme ve seçilme hakkına sahip olacaktır. 

Neden eşit seçim sistemini benimsedik? Çünkü seçimlerde (bir orana kadar halen süren) mülk sahipliğindeki farklılıklar veya etnik, ulusal kökenler hiçbir zaman bir öncelik veya bir engel teşkil etmeyecektir. Kadınlar da erkekler gibi seçme ve seçilme hakkına sahip olacaktır. Seçim sistemimiz gerçekten eşitlikçi olacaktır. 

Peki neden gizli oy? Çünkü Sovyet halkına onların çıkarlarını korumaları için güvenlerini emanet edecekleri kişileri seçmek için sınırsız özgürlük vermek istiyoruz.

Neden doğrudan oy?  Çünkü tüm temsile dayalı kurumlarda doğrudan seçimler emekçilerin çıkarlarını korumak için en emin yoldur. Adaylık sürecinin işleyişine dair kaygılarınız var. 

Ancak görebildiğim kadarıyla çok canlı seçim kampanyaları geçireceğiz. Ülkemizde kötü çalışan kurumlar hiç de az değil. Şu veya bu yerel idarenin kentteki ve kırdaki emekçilerin artan ihtiyaçlarını karşılama konusunda yetersiz kaldığı durumlarla karşı karşıya kalacağız. İyi bir okul inşa edildi mi? İşçilerin evlerinin durumu iyileştirildi mi?

Bürokratmısın?, iş hayatımızın daha verimli olması için veya hayatımızdaki kültürel faaliyet seviyesinin artması için neler yaptın? 

Adayların talip oldukları göreve uygunlukları için milyonlarca seçmenin değerlendireceği kriterler bunlar olacaktır. Uygun olmayanları eleyecekler, en iyi olanları belirleyerek seçilmesini önerecekler. 

Evet, seçim kampanyaları çok renkli olacak, çok sayıda çözülmeyi bekleyen pratik ve insanlar için çok önemli sorunların çözümleri tartışılacak. Yeni seçim sistemimiz tüm kurum ve kuruluşları faaliyetlerini iyileştirmeye zorlayacak. Genel, doğrudan ve gizli oya dayalı seçim sistemi, kötü çalışan devlet kurumlarına karşı SSCB toplumunun elindeki bir kırbaca dönüşecektir. Bence yeni Sovyet anayasamız dünyadaki en demokratik anayasa olacaktır.

Pravda 
5 March 1936

Erdogan A
Kaynak


Blogger tarafından desteklenmektedir.