Header Ads

Header ADS

YOLDAŞLARA MEKTUP , Nisan Tezleri

Viladimir İliç Lenin Nisan Tezleri

1917 Nisan'ında yazıldı.

İlk kez 7 Nisan 1917 tarihli Pravda No° 26'da yayınlandı. 

YOLDAŞLAR, geçirmekte olduğumuz dönem o kadar kritik, olaylar o kadar baş döndürücü bir çabuklukla akıp gitmektedir ki, kaderin kendisini tarihin büyük akımının biraz uzağında bıraktığı bir gazete yazarı daima geride kalmak ya da özellikle yazdıkları zamanında yayımlanmıyorsa, yanlış bilgi vermek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durumu çok iyi bildiğim halde, gene de kendimi, belki de yayımlanmayacak olan bu mektubu bolşevik yoldaşlara göndermek zorunda görüyorum, çünkü en büyük bir enerji ve sarsılmazlıkla karşı durmayı kendime ödev saydığım duraksamalar, bocalamalar şimdiye kadar görülmemiş büyük bîr rezalet haline gelmişlerdir ve parti üzerinde, enternasyonal proletarya [sayfa 211] hareketi üzerinde, devrim üzerinde kötü bir etki yapabilirler. Geç kalmış olmak tehlikesine gelince, bu tehlikeyi önlemek üzere hangi bilgilere sahip olduğumu ve bunların tarihlerini belirteceğim. 

Ancak 16 ekim pazartesi sabahı bir arkadaşı görebildim, arkadaş bir gün önce Petrograd'da çok önemli bir bolşevik toplantısına katılmıştı ve bana oradaki tartışmalar konusunda ayrıntılı bilgiler verdi.[100] Orada, aynı zamanda her eğilimden bütün pazar gazetelerinin yorumlarına da konu olan ayaklanma sorunu tartışılmıştı. Toplantıda başkentteki bütün belli başlı bolşevik çalışma kollarının en sözü geçen öğeleri temsil edilmiş bulunuyordu. Ve katılanların yalnız küçük bir azınlığı, topu topu iki yoldaş, muhalif bir tutum benimsemişlerdi. Bu yoldaşlar tarafından ileri sürülen kanıtlar o kadar zayıftı ki, bu kanıtlar öyle göze çarpan bir keşmekeşin, korkunun belirtisidirler, bolşevikliğin ve devrimci proleter enternasyonalizmin bütün temel ilkelerinin öyle ana fikirlerinin unutuluşunu belirtmektedirler ki, bu ölçüde onur kırıcı bocalamalara bir açıklama bulmak güçtür. Ama gerçek ortada; ve devrimci bir parti, bu kadar ciddî bir sorun üzerinde bocalamaları hoş görme hakkına sahip olmadığı ve ilkelerden ayrılan bu iki yoldaş bir karışıklık yaratabilecekleri için, onların kanıtlarını tahlil etmek, bocalamalarını gözler önüne sermek ve bu bocalamaların ne kadar onur kırıcı olduklarını göstermek zorundadır. Aşağıdaki satırlarda bu görev yerine getirilmeye çalışılacaktır. 


"... Halk arasında çoğunluğa sahip değiliz ve bu koşul yoksa, ayaklanma mümkün değildir...." 

Böyle konuşabilen insanlar ya gerçeği bilerek değiştirmektedirler ya da devrimin gerçek durumunu hiç hesaba katmaksızın, her halde, Bolşevik Partisinin bütün ülkede oyların tam tamına yarıdan bir fazlasına sahip olduğu yolunda [sayfa 212] önceden bir güvence elde etmek isteyen onmaz formalistlerdir. Tarih, hiç bir zaman, hiç bir devrimde böyle güvenceler vermemiştir, kesinlikle veremez de. Böyle bir isteği dile getirmek dinleyicilerle alay etmektir, bu kendisinin gerçekten kaçışını gizlemek demektir. 

Çünkü, gerçek, temmuz günlerinden beri, halkın çoğunluğunun hızla bolşeviklerin yanında yer almaya başladığını bize açıkça göstermektedir. Bize, bunu, Petrograd'daki 20 ağustos seçimleri, hatta Kornilov serüveninden bile önce bolşevikler tarafından alınan oyların kenar mahalleleri olmayan bir kentte %20'den %33'e çıkması, sonra eylülde, Moskova yönetim bölgeleri dumaları için yapılan seçimlerde, bolşeviklerin elde ettiği oyların %11’den %491/3'e (bu günlerde gördüğüm Moskovalı bir yoldaş doğru rakamın %51 olduğunu söylemişti bana) çıkması, göstermiştir. Sovyetlerin yenilenmesinde de aynı şeyi görüyoruz. Köylü Sovyetlerinin çoğunluğunun, kendi merkez konseylerinin, Avksentiyev'e bağlanmasına karşın, koalisyona karşı olduklarını ilân etmeleri de bunu göstermiştir. Koalisyona karşı olmak, gerçekte bolşevikleri izlemek demektir. Dahası var, cepheden gelen haberler giderek daha sık ve daha açık bir şekilde gösteriyor ki, asker yığınlar, sosyalist-devrimci ve menşevik önderlerin, subayların vekillerin, vb., vb. kara çalmalarına ve saldırılarına karşın, giderek daha büyük bir istekle bolşeviklerin saflarında yer almaktadırlar. 

En sonu, Rusya'nın bugünkü yaşamında başta gelen olay köylü ayaklanmasıdır. İşte gerçekte halkın bolşeviklerden yana geçişi böyle gerçekleşmektedir: bunun kanıtı sözlerle değil eylemle yapılmıştır. Çünkü, burjuva basının, ve onun, "pogrom"lar ve "anarşi" diye bağıra çağıra itiraz eden Novaya Jizn'in hempalarının "bocalayıp duran" öğeleri arasındaki zavallı yardakçılarının yalanları ne olursa olsun, ayaklanma bir gerçektir. Tambov[101] bölgesinde köylülerin hareketi, fizik anlamda ve siyasal anlamda bir ayaklanmaydı; [sayfa 213] öyle bir ayaklanma ki, çok önemli siyasal sonuçlar verdi: örneğin, ilkin, toprağın köylülere geri verilmesine neden oldu. Diyelo Naroda'ya kadar, o da dahil olmak üzere, ayaklanmayla dehşete kapılmış olan bütün sosyalist-devrimci serseri takımının, şimdi, toprağı köylülere geri vermek gerekir diye ulumaları boşuna değildir! Böylece, olaylar, bolşevizmin çizgisinin doğruluğunu ve kaydettiği ilerlemeleri doğruluyor. Bonapartçıları ve onların parlamentodaki uşaklarını ayaklanmadan başka bir yolla "aydınlatmak" olanaksız oldu. Onlara "yaşamayı öğretmek" için ayaklanma gerekti. 

Bu, bir gerçektir. Gerçekler inatçıdır. Ve ayaklanma lehindeki "gerçeğe" dayanan bu nitelikte bir kanıt, bocalayan ve pısırık bir politikacının "kötümser" bin türlü mırınkırınından daha güçlüdür. 

Eğer köylü ayaklanması, ulusal önemi olan siyasal bir olay olmasaydı, parlamentodaki sosyalist-devrimci uşakları, toprağın köylülere verilmesi zorunluluğunu haykırmayacaklardı. 

Köylü ayaklanmasının, Raboçi Put’un da daha önce belirttiği gerçekten hayranlığa değer başka bir devrimci ve siyasal sonucu, Tambov demiryolu garlarına buğday gelmesidir. İşte bir "kanıt" daha; şaşkına dönmüş baylar, ayaklanma lehinde, artık kapıyı çalmaya başlamış olan eşi görülmemiş korkunç bir bunalımdan ve açlıktan ülkeyi kurtarmanın tek çaresi olan ayaklanma lehinde bir kanıt. Halk hainleri sosyalist-devrimciler ve menşevikler homurdanır, tehditler savurur, kararlar kaleme alır. Kurucu Meclisi toplayarak açları doyurmayı vaat ederken; halk, bolşeviklerin tarzına başvurarak, ekmek sorununu, toprak sahiplerine, kapitalistlere ve istifçilere karşı ayaklanma yoluyla kendisi çözmeye koyuldu. 

Ve burjuva basını, ekmek sorununun bu çözümünün (tek gerçekçi çözüm yolunun) olağanüstü meyvelerini tanımak [sayfa 214] zorunda kaldı; hatta Ruskaya Volya bile, köylülerin ayaklanmasından beri, Tambov eyaletinin demiryolu garlarının buğdayla dolup taştığını bildiren bir haberi yayınladı. 

Hayır, halkın çoğunluğunun bolşeviklerin ardından gittiğinden ve gideceğinden kuşku duymak utanılacak bir şekilde bocalamaktır, ve gerçekte proletarya devriminin bütün ilkelerini reddetmek, tam anlamıyla, bolşevizmi düpedüz yadsımak demektir. 

"... Biz iktidarı alacak kadar kuvvetli değiliz, ve burjuvazi de Kurucu Meclisi başarısızlığa uğratacak kadar kuvvetli değil...." 

Bu kanıtın birinci bölümü, bundan öncekinin basit bir yinelenmesinden başka bir şey değil. O kanıt ki, işçiler hakkında kötümserlik, burjuvazi hakkında iyimserlik göstererek, şaşkınlığı, burjuvazi karşısındaki korkuyu ifade ettiği zaman, gerek güç olarak, gerek inandırıcılık bakımından hiç bir şey kazanmaz. Eğer askerî öğrenciler ve Kazaklar kanlarının son damlasına kadar bolşeviklere karşı savaşacaklarını söylerlerse, onlara inanılabilir; ama eğer, toplantıların bir kısmında, işçiler ve askerler bolşeviklere tam güvenlerini belirtir ve iktidarı Sovyetlere vermek için göğüslerini siper etmeye hazır olduklarını söylerlerse, oy vermenin başka bir şey ve dövüşmenin başka bir başka şey olduğunu unutmamak "akıllılık" olur. 

Böyle uslamlamalarla, ayaklanma elbette ki önceden "mahkûm" edilir. Ama insan kendi kendine soruyor, garip bir şekilde yalnız bir doğrultuya yönelen, bir doğrultuya dönen bu "kötümserliği" burjuvaziyle açık sözlü bir siyasal birleşmeden ayıran nedir? 

Olaylara bir göz atınız, bolşevikler tarafından yapılan ve bizim kötümserliğimizin "unuttuğu" binlerce bildiriyi anımsayınız. Binlerce kez söyledik ki, işçi ve asker vekilleri Sovyetleri bir güçtür, devrimin öncüsüdür, iktidarı alabilirler. [sayfa 215] Sosyalist- devrimcilerin ve menşeviklerin, Sovyetlerin iktidarı ele almalarından korkarken, "tam yetkiye sahip demokrasi organları" üstüne edebiyat yapmalarını binlerce kez eleştirmiştik. 

Peki Kornilov serüveni neyi tanıtladı? Sovyetlerin gerçekten bir güç olduğunu. 

Deneyimin ve olayların verdiği bu kanıttan sonra, bolşevizmi terk edecektik, kendi kendimizi yadsıyacaktık ve (her ne kadar her iki başkentin Sovyetleri ve taşra Sovyetlerinin çoğunluğu bizim yanımızdaysa da) "biz yeteri kadar güçlü değiliz" diyecektik... Bakın hele, bu bocalamalar bir alçaklık değil midir? Aslında, bizim "kötümserler", "bütün iktidar Sovyetlere" sloganını reddediyorlar, ama bir yandan da bunu itiraf etmekten korkuyorlar. 

Burjuvazinin Kurucu Meclisi başarısızlığa uğratacak kadar kuvvetli olmadığı nasıl tanıtlanabilir? 

Burjuvazi, Sovyetleri devirebilecek güçte değilse de pekâlâ Kurucu Meclisi başarısızlığa uğratabilecek güçtedir, çünkü hiç kimse onu bundan alıkoyamaz artık. Kerenski ve hempalarının vaatlerine inanmak, uşakların kararlarına inanmak, proletarya partisinin bir üyesine, bir devrimciye yakışır mı? Burjuvazi yalnız Kurucu Meclisi başarısızlığa uğratmak gücüne sahip değildir, eğer bugünkü hükümet devrilmezse, Petrograd'ı Almanlara teslim ederek, cepheyi açarak, lokavtları artırarak, buğday iletimini baltalayarak dolaylı yoldan da bu sonuca varabilir. Bütün bunları burjuvazi şimdiye kadar kısmen gerçekleştirdi, olaylar bunu doğruluyor. Öyleyse, bunu sonuna kadar götürmeye de gücü yeter, eğer işçiler ve köylüler kendisini devirmezlerse. 

"... Sovyetler, Kurucu Meclisi toplamasını ve Kornilov serüveninden vazgeçmesini istemek üzere hükümetin şakağına dayanan bir tabanca olmalıdır. ..." 

İşte bakın işi nereye kadar vardırıyor bizim kötümserden biri. 

O, işi buraya vardırmak zorunda kaldı, çünkü ayaklanmadan caymak, "bütün iktidar Sovyetlere" sloganlarından caymak demektir. 

Elbette ki, sloganlar, "kutsal kitabın sözleri" değillerdir. Ama neden hiç kimse bu sloganın (temmuz günlerinden sonra benim yapmış olduğum gibi) değiştirilmesini istemedi? Parti, eylülden beri ayaklanma sorununu, "bütün iktidar Sovyetlere" sloganını uygulamak için artık kaçınılmaz olan ayaklanma sorununu tartıştığı halde, neden açık açık konuşmaktan korkuluyor? 

Bizim kötümserlerimiz, bunun altından hiç bir zaman kalkamayacaklardır. Ayaklanmadan caymak, iktidarın Sovyetlere tesliminden caymak demektir, bütün umutlarımızı, bütün dileklerimizi, Kurucu Meclisi toplamayı "vaat eden" yiğit burjuvaziye emanet etmek demektir. 

Bir kere iktidar Sovyetlerin eline geçtikten sonra, Kurucu Meclisin ve onun başarısının güven altına alınmış olacağını anlamak gerçekten o kadar güç müdür? Bolşeviklerin binlerce kez söylediği budur işte. Hiç kimse bunu yalanlamaya kalkmadı. Bu "karma devlet tipini" herkes kabul etmekteydi, şimdi "karma tip"ten yararlanarak iktidarın Sovyetlere geçmesi sloganından caymayı, ileri sürmek ve bunu, sloganımıza açıkça karşı çıkmaktan korkarak yarım-ağızla yapmak ne demektir? Bu tutumu nitelendirecek parlamenter bir anlatım tarzı bulunabilir mi? Kötümserimize pek güzel bir yanıt verilmiş: "mermisiz bir tabanca". Eğer böyleyse, bu, çoğu kez Sovyetlerin bir "tabanca" olduğunu öne sürmüş olan ve onların egemenliği sürdükçe Sovyetler hiç bir şey olamayacağından çoğu kez halkı aldatmış olan Liberlerin ve Danların safında doğrudan doğruya yer almaktır. 

Ama, eğer tabancanın içinde bir "mermi" olsun isteniyorsa, bu ayaklanmanın teknik olarak hazırlanmasını istemek [sayfa 217] demektir, çünkü mermiyi bulmak ve tabancayı doldurmak gerekir; ayrıca bir tek mermi de yetmeyecektir. 

Ya Liber-Danların safına geçilir ve "bütün iktidar Sovyetlere" sloganından açıkça vazgeçilir, ya da ayaklanılır. Ortası yok. 

"Her ne kadar Rodziyanko öyle istiyorsa da, burjuvazi, Petrograd'ı Almanlara teslim edemez, çünkü savaşı yapanlar burjuvalar değil bizim kahraman bahriyelilerimizdir. ..." 

Bu kanıt da, proletaryanın devrimci güçleri ve yetenekleri konusunda yalnızca kötümserliğe sahip olduklarını her adımda kaçınılmaz bir biçimde ortaya koyanların burjuvazi konusundaki "iyimserlik"leriyle yoğrulmuştur. 

Savaşı yapanlar kahraman denizcilerdir, ama bu, (Esel adasının alınmasından önce iki amiralin kaçmasına engel olmadı! 

Bu da bir gerçektir. Gerçekler inatçıdır. Gerçekler, amirallerin de tıpkı Kornilov gibi ihanet edebileceklerini kanıtlıyorlar. Genelkurmay Başkanlığında hiç bir değişiklik yapılmadı; komutanlık Kornilov yanlısıdır, bu da yadsınılmaz bir gerçektir. 

Eğer Kornilovlar (başta Kerenski, çünkü Kerenski'nin kendisi de Kornilov'un bir suç ortağıdır) Petrograd'ı teslim etmek isterlerse, bunu iki ve hatta "üç" şekilde yapabilirler. 

1° Kornilov tarafından kazanılmış olan başkomutanlığın ihaneti ile cephenin kuzey kesimini açabilirler. 

2° Alman ve İngiliz emperyalistleri ile, bizim donanmamızdan daha kuvvetli olan Alman donanmasının hareket serbestisi konusunda "anlaşabilirler." Ayrıca "kaybolmuş olan amiraller", planları Almanlara teslim edebilirler. 

3° Lokavt yoluyla ve buğday şevkini baltalama yoluyla birliklerimizi umutsuzluğa ve tam bir güçsüzlüğe uğratabilirler. 

Bu olasılıkların hiç birini gözden uzak tutamayız. Olaylar gösteriyor ki, burjuva-kazak partisi, zaten bu üç kapıyı da çalmış ve onları açmaya kalkışmış bulunuyor. 

Bundan çıkan sonuç nedir? Şu ki, bizim, burjuvazinin devrimi boğup yok edeceği anı beklemeye hakkımız yoktur. 

Rodziyanko'nun "niyetlerini" küçümsemek olanaksızdır, deneyim bunu tanıtlamış bulunuyor. Rodziyanko bir eylem adamıdır. Sermaye reddedilmez bir biçimde Rodziyanko'dan yanadır. Ve proletarya iktidarı ele geçirmediği sürece de, sermâye pek büyük bir güçtür. On yıllar boyunca, mutlak bir özveriyle Rodziyanko, sermayenin siyasetini yürüttü. 

Bundan çıkan sonuç nedir? Devrimi kurtarmanın tek yolu olan ayaklanma sorununda duraksamalar göstermek, bolşeviklerin her şeyden önce karşısına dikilmiş olan Liber-Danların, devrimci-sosyalizmin, menşevizmin zihniyetinden, "mujiklerin" o bilinçsiz kolay inanma eğiliminden gelme korkakça bir güvene, burjuvaziye karşı korkaklığı gizleyen bir güvene kapılmaktır. 

Ya bir işe yaramayan kolları boş bir göğüs üzerinde çaprazlamak ve Kurucu Meclise "güveni" olduğunu söyleyerek, Rodziyanko ve çömezlerinin Petrograd'ı teslim etmelerini ve devrimi yok etmelerini beklemek ya da ayaklanmaya karar vermek. İkisinin ortası yoktur. 

Tek başına ele alındığında, hatta Kurucu Meclisin toplanması bile durumda hiç bir değişiklik yapmayacaktır, çünkü hiç bir kurum, hiç bir meclis oylaması, en yüksek yetkilere sahip olsa bile, açlığı ve Wilhelm'i yenemez. Kurucu Meclisin toplanması ve etkinliği, iktidarın Sovyetler tarafından alınmasına bağlıdır: bolşeviklerin çok eskiden beri savundukları bu doğruyu, gerçekler gittikçe daha acı ve daha söz götürmez bir biçimde doğrulamaktadır. 

"Biz günden güne güçlenmekteyiz. Kurucu Meclise güçlü bir muhalefet olarak girebiliriz. Neden her şeyi bir olasılık üzerinde tehlikeye atmalı? ..." 

Kurucu Meclisin toplanacağını "okumuş" olan ve güvenle, en meşru, en anayasal yollara dayanan dar görüşlü bir burjuvacılığın kanıtı. 

Yazık ki, ne açlık sorunu, ne de Petrograd'ın teslimi sorunu, Kurucu Meclisi beklemekle çözülemez. Saflar, şaşkınlar, korkuya kapılanlar bu "ayrıntıyı" gözden kaçırıyorlar. 

Açlık beklemez. Köylü ayaklanması beklemedi. Savaş beklemez. Kaçak amiraller beklemediler. 

Biz bolşevikler Kurucu Meclise olan güvenimizi ilân etseydik, açlık beklemeye razı olacak mıydı? Biz bunu söyler söylemez, kaçak amiraller beklemeye razı olacaklar mıydı? Maklakovlar, Rodziyankolar, lokavtlara, askerin iaşesinin baltalanmasına, İngiliz ve Alman emperyalistleri ile gizli görüşmelere bir son vermeye razı olacaklar mıydı? 

Bütün bunlar bizim "anayasal hayallerin" ve parlamenter ahmaklığın şampiyonlarının kanıtlarından ileri gelmişe benziyor. Yaşayan gerçek onların gözünden kaçıyor, geriye de yalnız Kurucu Meclisin toplantısını bildiren bir kâğıt ve seçimler kalıyor. 

Ve bu körler, hâlâ aç halkın ve generalleri ve amiralleri tarafından ihanete uğramış savaşçıların, seçimlere karşı umursamaz olmalarına şaşıyorlar! Ey akıl! 

"... Eğer Kornilovlar yeniden harekete geçseydiler, dünyanın kaç bucak olduğunu görürlerdi. Ama bizim kendiliğimizden başlamamız, bir başarısızlık tehlikesini göze almamız neye yarar? ..." 

İşte son derece inandırıcı ve son derece devrimci bir kanıt daha. Tarih kendini yinelemez, ama biz ona sırtımızı dönersek ve Kornilov'un ilk serüvenini dikkate alarak "ah kornilovcular bir başlasaydı!" dersek, ne güzel bir devrimci strateji olurdu bu. "İşi oluruna bırakma"ya ne kadar benziyor. Umalım ki, Kornilovlar kendileri için elverişsiz bir zamanda yeniden işe girişeceklerdir. Bu, gerçekten güçlü bir "kanıt" değil midir? Bir proletarya siyaseti için ne ciddî temel. 

Peki ya ikinci sevkiyatın Kornilovları bir şeyler öğrenmişlerse? Ya açlıktan doğan karışıklıkları, cephedeki kopmayı, Petrograd'ın teslimini bekliyorlarsa ve o zamana kadar harekete geçmiyorlardıysa? Ne olacaktı o zaman? 

Bize, proleter partisinin taktiğini, Kornilovların eski yanılgılarından birini yinelemeleri olasılığına dayandırmamız öneriliyor. 

Şimdiye kadar bolşevikler tarafından yüzlerce kez gösterilen ve ortaya konan şeyi, devrimin altı ayı süresince tanıtlanmış olan şeyi unutalım, Kornilov iktidarından ya da proletarya iktidarından başka çıkış yolu olmadığını ve olamayacağını unutalım, bütün bu deneyimi yok sayalım ve bekleyelim. Neyi bekleyelim? Bir mucizeyi; bekleyelim ki, 20 nisandan 29 ağustosa kadar o kadar coşkun, o kadar fırtınalı olan olayların gelişmesi birdenbire (savaşın uzaması ve açlığın büyümesi dolayısıyla) Kurucu Meclisin barışçı, huzur içinde ve meşru bir şekilde toplanmasına ve meclisin meşru kararlarının yerine getirilmesine yer versin. İşte güzel bir "marksist" taktik! Bekleyiniz açlar, Kerenski, Kurucu Meclisi toplayacağını vaat etti! 

"Uluslararası durumda, açıkçası, bizi hemen harekete geçmeye zorlayan hiç bir şey yok; eğer biz, kendi kendimizi kurşuna dizdirtecek olursak, Batıda sosyalist devrim davasına yarardan çok zarar vermiş oluruz. ..." 

Gerçekte güzel bir kanıt. Scheidemann'ın ve Renaudel'in[102]"kendileri bile", uluslararası sosyalist devriminin başarısını dileyen işçilerin sempatisini bundan daha büyük bir  ustalıkla kötüye kullanamazlardı. 

Düşünün bir kez: en çetin koşullar altında Liebknecht'ten başka kimseleri olmayan (o da hâlâ zindanda olmak üzere), gazeteden, toplanma özgürlüğünden yoksun, bir tek Sovyetleri olmayan Almanlar, yani Almanya'nın devrimci enternasyonalistleri, bahriyeli üniforması giyen işçiler, halkın bütün sınıflarının -en son varlıklı köylüye kadar- enternasyonalizme karşı yenilmez düşmanlığına karşın, büyük, orta ve küçük emperyalist burjuvazinin tamamıyla üstün bir biçimde örgütlenmiş olmasına karşın, belki de ancak yüzde-bir başarı şansı ile donanma içinde isyan çıkardılar. 

Onlarca gazetesi ve toplanma özgürlüğü olan, Sovyetlerde çoğunluğa sahip bulunan bizler, bütün dünyadaki arkadaşlarımıza oranla, istisnaî olarak ayrıcalıklı bir durumda bulunan biz proleter enternasyonalciler, ayaklanmamızla Alman devrimcilerini desteklemeyi reddedeceğiz! Biz Scheidemann ve Renaudel gibi uslamlama yürüteceğiz, iyisi mi bir ayaklanmaya kalkışmamalı, çünkü eğer bizi kurşuna dizerlerse, dünya, aklı başında, örnek ve sıradan olmayan enternasyonalcileri kaybedecek diyeceğiz! 

Aklımızı başımıza toplayalım. Almanya'da ayaklananlar lehinde bir sempati önergesi kabul edelim ve Rusya'da ayaklanmayı reddedelim, bu akıllı, iyi soğurulmuş bir enternasyonalcilik olacaktır ve eğer bu aklı başında siyaset, her yanda başarı kazanırsa enternasyonalcilik bütün dünyada ne büyük bir çabuklukla filizlenecektir! 

Savaş bütün ülkelerdeki işçileri bezdirdi, onları yiyip bitirdi. İtalya'da, Almanya'da ve Avusturya'da devrimci patlamalar çoğalıyor. Yalnız biz, işçi ve asker vekilleri sovyetlerine sahip olan biz bekleyeceğiz - ve büyük toprak sahiplerine karşı ayaklanarak, sözlerle değil eylemle bizi Kerenski hükümetine karşı ayaklanmaya çağıran Rus köylülerine ihanet ettiğimiz gibi Alman enternasyonalcilerine ihanet edeceğiz...

Bırakalım Rus devrimini boğazlamaya hazır bütün ülkelerin plütokratlarının emperyalist fesat birliğinin bulutları yoğunlaşsın; bizi para ile boğmalarını huzur içinde bekleyelim! Fesatçıları zayıflatmak ve onların saflarını işçi ve asker vekilleri Sovyetleri zaferiyle kırmaktansa, eğer Kerenski ve Rodziyanko vicdanlarına danışarak toplayacakları oy pusulaları ile bütün enternasyonal komploları başarısızlığa uğratacak olan Kurucu Meclisi bekleyelim. Kerenski'nin ve Rodziyanko'nun iyi niyetinden kuşkulanmaya hakkımız var mı? 

"Ama 'bütün dünya' bize karşı. Biz tecrit edilmiş durumdayız. Merkez Yürütme Komitesi enternasyonalist menşevikler Novaya Jizn'in mensupları ve sol sosyalist-devrimciler bize karşı çağrı bildirileri dağıttılar ve dağıtacaklardır!" 

Çok güçlü bir kanıt. Şimdiye kadar bocalayanlara, bizlere karşı onların bocalamaları yüzünden müsamahasızdık. Halkın sempatisini böylelikle kazandık. Böylelikle Sovyetleri ele geçirdik. Sovyetler olmadan ayaklanma ne güvenilir, ne de çabuk olabilirdi. Şimdi elimize geçen Sovyetlerden biz de bocalayanların safına geçmek için yararlanalım. Bolşevizm için ne güzel bir yazgı. 

Liber-Danların, Çernovların bütün siyaseti, sosyalist-devrimcilerin ve "sol" menşeviklerin bütün siyaseti gibi bocalamaktan başka bir şey yapmıyor. Yığınlar sola kayıyorlar, bu sol sosyalist-devrimcilerle menşevik enternasyonalcilerin şu son zamanlarda kazanmış oldukları büyük siyasal önemin kanıtıdır. Şu iki olay: menşeviklerin ve sosyalist-devrimcilerin aşağı yukarı yüzde-kırkının sola geçmesi ve köylü ayaklanması, açıkça ve reddedilmez bir şekilde birbirine bağlıdırlar. 

Ama bu bağlılığın niteliği, şimdi Merkez Yürütme Komitesi ya da sol sosyalist-devrimciler ve devamlı bocalama [sayfa 223] içinde olan başkalarının bize karşı olduklarını söylemelerinden yakınanların sınırsız gevşekliklerini kesin olarak ortaya koyuyor. Çünkü Martov, Kambov, Suhanov ve diğer küçük-burjuva liderlerin bu bocalamaları, siyasal olaylara gerçekten paralel olabilmek için köylü ayaklanmasıyla birlikte olmalıdırlar. Kiminle birlikte yürümek gerek? Yığınların sola doğru evrimini dolaylı olarak belirten, ve her sola dönüşte utanılacak bir şekilde yakınan, yalpalayan, gidip Liber-Dan, Aksentiyev ve hempalarından özür dileyen Petrograd'ın bir avuç kararsız lideri ile birlikte mi, yoksa sola doğru kayan yığınlarla birlikte mi? 

Sorun böyle, ve yalnızca böyle konulur. 

Köylü ayaklanmasına, Martovlar, Kambovlar ve Suhanovlar ihanet ettikleri için, bize, biz enternasyonalci devrimcilere onların arkasından gitmemizi öneriyor. İşte kısaca, bize sol sosyalist-devrimcileri ve enternasyonalci menşevikleri "onaylamayı" salık verenlerin siyasetinin nereye vardığını görüyoruz. 

Bocalayanlara yardım etmek için ilkin kendimiz bocalamayı bırakalım dedik. Bu "sevgili" küçük-burjuva sol demokratlar aynı şekilde koalisyondan yana olduklarını söylemekte de bocalıyorlardı. En sonunda, onları ardımızdan sürükledik, çünkü biz bocalamıyorduk. Ve yaşam bizi haklı çıkardı. 

Bu beyler bocalamalarıyla devrimi kaybedeceklerdi. Onu yalnız biz kurtardık. Ve şimdi açlık, Rodziyanko ve hempalarının teslimini hazırladıkları Petrograd'ın kapılarını çalarken mi duracağız. 

"Ama demiryolu işçileriyle ve posta personeliyle sıkı bir bağımız bile yok. Bunların resmî temsilcileri Plansonlardır.[103] Posta ve demiryolları elimizde olmadan savaşı kazanmak olanaklı mıdır?. ..."

Güzel, güzel. Liber-Danlar bu yana, Plansonlar öte yana. [sayfa 224] Ama yığınlar bu adamlara azıcık olsun güven göstermiş midir? Biz bıkmadan usanmadan bu liderlerin yığınlara ihanet ettiklerini göstermedik mi? Moskova seçimlerinde olduğu gibi Sovyet seçimlerinde de yığınlar bize gelmek üzere bu liderlerden uzaklaşmadılar mı? Demiryolu işçileri ve postacılar yığını da açlık çekmiyor mu? Kerenski hükümetine grevle karşı koymuyorlar mı? 

"28 şubattan önce bu sendikalarla bir bağımız var mıydı?" diye "kötümsere" soruldu, o da iki devrimin karşılaştırılamayacağını ileri sürerek yanıt verdi. Bu yanıt yalnızca soruyu soranın tutumunu güçlendirir. Çünkü bolşevikler binlerce kez burjuvaziye karşı proleter devrimin uzun bir hazırlık gerektirdiğinden söz etmişlerdir (ve bu görüşü, hareket anında unutmak üzere ileri sürmüş değillerdir). Posta ve demiryolu görevlileri sendikalarının siyasal ve iktisadî yaşantısını nitelendiren şey, asıl, yığınların proleter öğelerinin küçük-burjuva ve burjuva çevrelerden ayrılmasıdır. Önemli olan bu iki sendikayla "bağlantının" önceden sağlanması değildir, çünkü demiryolu görevlileri ve postacı yığınlarına ancak proleter ayaklanmanın zaferi bir şey sağlayabilir. 

"Petrograd'da yalnızca iki-üç günlük ekmeğimiz var. Ayaklananlara ekmek verebilir miyiz? ..." 

Bu, (her zaman "kuşku duyma" eğilimi gösteren ve ancak deneyimle yanıldığı kanıtlanabilen) kuşkucuların sayısız gözlemlerinden, suçlunun günahlarını suçsuza yükleyen gözlemlerinden biridir. 

Burjuvazi, Rodziyankolar ve hempaları açlığı hazırlamaktadırlar ve ayaklanmanın açlıkla boğulacağı üzerinde hesap yürütmektedirler. Açlıktan kurtulmanın ancak bir yolu vardır, o da köylerde köylülerin büyük toprak sahiplerine karşı ayaklanmaları ve kentlerde de 

işçilerin kapitalistleri yenilgiye uğratmalarıdır. Açlıktan kurtuluşun başka yolu olamaz. Ayaklanma olmadan tahıllar zenginlerin elinden alınamaz, onların baltalamalarına karşın nakledilemez, ahlâksız memurların ve zenginleşmekte olan kapitalistlerin direnci kırılamaz, sıkı bir denetim kurulamaz. Kapitalistlerin baltalamalarından durmadan yakınmış olan ve onlara ancak kendine acındırmalarla ve yakarmalarla karşı koyabilmiş olan "demokrasi"nin iaşe örgütlerinin ve bürokratik sisteminin tarihi, tek çözüm yolunun bu olduğunu gösterir. 

Yakınmalardan ve yalvarmalardan devrimci harekete geçebilecek, zafer kazanmış proleter devrimin gücünden başka güç yoktur dünyada. Ve proleter devrim ne denli geciktirilirse, kararsızların ve işe yaramaz olanların bocalamaları da o ölçüde uzun sürecek, devrim o ölçüde daha büyük özveriler gerektirecek ve ekmeğin ulaşımının ve dağıtımının örgütlenmesi o ölçüde güçleşecektir. 

"Ayaklanmada oyalanmak ölüm demektir", işte, büyüyen ekonomik yıkım ve yaklaşan açlık karşısında, üzücü bir "cüret" gösterenlere ve işçileri ayaklanmaktan caydıranlara (yani onlara beklemeyi ve burjuvaziye bir süre daha güvenmeyi öğütleyenlere) verilecek yanıt budur. 

"Cephedeki durumun da tehlikeli bir yanı yoktur. Askerler kendi başlarına bir ateşkes yapsalar bile, bu pek kötü bir şey olmayacaktır. ..." 

Ama askerler ateş kesmeyeceklerdir. Ateş kesebilmek için siyasal bir iktidar gerekir, ve bu iktidarı da ayaklanma olmadan kurmanın olanağı yoktur. Askerler tüm saflığıyla [cepheyi -ç.] terk ediyorlar. Cepheden aldığımız bütün raporlar bunu doğrulamaktadır. Rodziyanko'nun Wilhelm ile anlaşmasına yardımcı olma tehlikesine düşmeden ve ordunun tam çözülüp dağılmasına katkıda bulunmadan beklemek olanaksızdır, çünkü tam umutsuzluk durumuna düşecek [sayfa 226] olan askerler (ve onlar bu durumdan pek uzak değildirler) yığınlar halinde cepheyi terk edecekler ve her şeyi yüzüstü bırakacaklardır. 

"Ama, eğer iktidarı aldıktan sonra ne bir ateşkes ne de demokratik bir barış elde edemezsek, belki de askerler bir devrimci savaş fikrini kabul etmeyeceklerdir. O zaman ne yapacağız?..." 


Şu ünlü özdeyişi anımsatan bir kanıt: bir aptal tek başına, on akıllının hep birlikte yanıtlandırabileceğinden on kez daha çok soru sorabilir. 

Emperyalist savaş sırasında iktidarın karşılaşacağı güçlükleri hiç bir zaman yadsımadık, ama gene de her zaman proletaryanın ve yoksul köylülerin iktidarını öne sürdük. Şimdi eylem anı gelince ilkelerimizden vaz mı geçeceğiz? 


Her zaman şunu söyledik: bir tek ülkede kurulan proletarya iktidarı uluslararası durumda ve o ülkenin ekonomisinde, aynı biçimde ordunun durumunda, ve onun moral durumunda, pek büyük değişikliklere neden olur, bugün bütün bunları "unutarak" devrimin "güçlükleri" karşısında dehşete mi kapılacağız? 

"Genel kanıya göre, yığınlar sokağa dökülmek için yanıp tutuşmuyorlar. Aşırı-gerici basının, yüz-karalar basınının son derece yaygın bir durum alması kötümserliği doğrulayan belirtilerden biridir." 

Kendini burjuvazinin saldığı korkuya kaptıranlar, elbette ki her şeyi ve her olayı sarıya boyanmış görürler. Önce marksist ölçütün yerine aydın-izlenimci bir ölçüt koymakla başlanır, sonra, bütün ülkedeki ve uluslararası konjonktürdeki sınıf savaşımının ve olayların akışının siyasal tahlilinin yerini, yığınların ruhsal durumu üstüne öznel izlenimler alır; ama parti çizgisinin siyasal sağlamlığının, değişmezliğinin [sayfa 227] de bu ruhsal durumu, özellikle devrimin kritik anlarında belirleyen bir etken oluşturduğu "tam zamanında" unutulur elbette. Sorumlu önderlerin, yığınların bazı çevrelerindeki bocalamaları kendi yalpalamalarıyla, dün çok beğendiklerini bugün yıkmaya eğilim göstermeleriyle, kendilerinin yarattığını unutmak bazen "pek elverişli"dir. 

İkinci olarak, -ki, bu durumda başlıca olan- güçsüz kişiler, yığınların ruhsal durumundan söz ederken şunları eklemeyi unutuyorlar. 

"herkes" bu ruhsal durumun can sıkıcı ve yoğunlaşmış olduğunu; 

"herkes" işçilerin, Sovyetlerin çağrısına ve Sovyetlerin savunulması uğruna bir tek insan gibi hep birden ayağa kalkacaklarını; 

"herkes" işçilerin, kendi liderlerinin, önüne geçilmez olduğunun kesin bilincine varmış oldukları "sonal savaş" konusundaki karasızlıklarından hoşnut olmadıklarını; 

"herkes" yığınların umutsuzluğa çok yaklaşmış olduklarını, bunun da anarşizmin gelişmesine pek elverişli bir taban hazırladığını; 

"herkes" tek tek grevlerin, gösterilerin ve eylemlerin boşuna olduğunu gördüğü ve tümüyle kavradığı halde, yalnızca gösteri için kısmî savaşımın değil, genel savaşımın gündemde olması nedeniyle yalnızca kısmî savaşım için sokağa dökülmek konusunda bilinçli işçiler arasında bir isteksizliğin olduğunu da kabul etmektedir. 

Ve bunun gibi. 

Eğer, yığınların ruhsal durumunun bu görünüşünü, devrimin altı ayı içinde sınıf savaşımı, siyasal savaşım ve olayların gidişi bakımından ele alacak olursak, kendilerini burjuvazinin saldığı korkuya kaptıranların ne kadar yanlış bir görüşe sahip bulunduklarını açıkça görürüz. Bugünkü durum, 20-21 nisandan önce, 9 haziran, 3 temmuzdan önce olduğu gibi değildir; çünkü, o zaman, bir parti olarak bizim, kavrayamadığımız (20 nisan), ya da tuttuğumuz ve barışçıl bir gösteri haline dönüştürdüğümüz (9 haziran ve 3 temmuz) kendiliğinden bir kaynaşma vardı. Çünkü, o zaman, biz, çok iyi biliyorduk ki, Sovyetler, henüz kazanılmamıştı; köylüler henüz bolşevik yöntemine (ayaklanma) değil, Liberdan-Çernov yöntemine inanıyordu; dolayısıyla halkın çoğunluğunu arkamıza alamamıştık, dolayısıyla da ayaklanma henüz olgunlaşmamıştı. 

Sonal savaş sorunu, henüz bilinçli işçilerin çoğunluğunun aklına yatmamıştı; partinin hiç bir komitesi bu sorunu koymuyordu bile. Ve yarı-bilinçli büyük yığına gelince, onda, henüz, ne gerilim vardı, ne umutsuzların cesareti, ama Kerenski ve Burjuvaziyi basit bir "müdahale"nin, basit bir "gösteri"nin "etkileyeceğine" çocukça bir umutla birleşen kendiliğinden bir kaynaşma vardı. 

Ayaklanma için gerekli olan bu değildir; ayaklanma, bilinçli öğelerin sonuna kadar savaşmak için pürüzsüz, kesin, değişmez ve sarsılmaz bir şekilde kararlı olmalarını ister; bundan böyle yarı-önlemlerin kurtuluş getirmeyeceğini, hükümeti "etkileme"nin mümkün olmadığını, eğer bolşevikler kesin kararlı bir savaşımda kendilerini yönetmeyi beceremezlerse, ayaklanma için, açların "her şeyi tam bir anarşi içinde silip süpüreceklerini, her şeyi ezeceklerini" hisseden yığınların sessiz umutsuzluğu gereklidir. 

Ve işte işçileri ve köylüleri, kesin olarak bu deneyimle yetişmiş bilinçli öğelerin yoğun ruhsal durumuna, yığınların kapitalistlere ve lokavtçı patronlara karşı hemen hemen umutsuz kinine, devrimin gelişmesi götürmüştür. 

Bolşevikliği taklit eden yüz-karalar basınının itlerinin "başarıları" da böyle açıklanabilir. Kralcılar proletarya ile burjuvazi arasında kesin savaşın yaklaşmakta olduğunu görerek seviniyorlar; bu, bütün devrimlerde böyle olmuştur ve hiç bir şekilde bundan kaçınılamaz. Eğer bu durum yüzünden insan kendini korkuya kaptırırsa, o zaman, yalnızca [sayfa 229] ayaklanmadan değil, genel olarak proletarya devriminden vazgeçmek gerekir. Çünkü, kapitalist toplumda, bu devrim, aşırı-gericilerin iğrenç neşesi ve dünyalığını doğrultmak isteyenlerin umudu birbirine eşlik etmeksizin olgunlaşamaz. 

Bilinçli işçiler çok iyi biliyorlar ki, kralcılar burjuvaziyle el ele çalışmaktadırlar, ve proletaryanın kesin zaferi (küçük-burjuvazinin inanmadığı, kapitalistlerin korktuğu, bolşeviklerin iktidarı koruyamayacakları kanısında olan yüz-karaların zaman zaman diledikleri zaferi) yüz-karaları kesin olarak yok edecektir; bilinçli işçiler biliyorlar ki, bolşevikler iktidarı ellerinde tutacaklar ve iktidardan, savaşın kemirip bitirdiği insanlığa en büyük iyiliği sağlamak için yararlanmasını bileceklerdir. 

Rodziyanko ile Suvorin'in birbirlerinin suç ortağı olduklarından ve rolleri paylaştıklarından kuşkulanacak aklı başında bir insan var mıdır? 

Olaylar, Rodziyanko'nun Kerenski'yi parmağının ucunda oynattığını ve "Rus Cumhuriyeti Ulusal Basımevi"nin (gülmeyiniz!) "Devlet Duması"nın kralcılarının yüz-karaların söylevlerini devlet hesabına yayınladığını tanıtlamadı mı? Bu olay, "kendi yarattıklarının" karşısında secde eden Diyelo Naroda'nın uşakları tarafından bile bütün çıplaklığıyla ortaya konulmuş değil midir? Bütün seçimlerin deneyimi, çarlıktan yana büyük toprak sahiplerinin organı, satılmış Novoye Vremya[104] kadetlerin seçim listelerini desteklediğini göstermemiş midir? 

Dün, ticaret ve sanayi sermayesinin (partisiz, elbette partisiz Vihliyayevler, Rakitnikov'lar, Gvozdevler ve Nikitinler kadetlerle koalisyon kurmuyorlar, tanrıya şükür! Partisiz sanayi ve ticaret çevreleriyle kuruyorlar.), kadetlere, 300.000 rublelik küçük bir meblağ verdiklerini okumadık mı? 

Duygusal bir açıdan değil, sınıf savaşımı açısından bakıldığında tüm yüz-karalar basını "Riyabuşinski, Milyukov ve hempaları" firmasının bir şubesinden başka bir şey değildir. [sayfa 230] Sermaye, bir yandan, Milyukovları, Zaslavskileri, Potressovları ve hempalarını, öte yandan ise yüz-karaları satın alıyor. 

Bu rezaletten, halkın yüz-karalar basını tarafından zehirlenmesi rezaletinden kurtulmak, proletaryanın zaferiyle olanaklıdır. 

Açlıktan ve uzayan savaştan iler tutar yeri kalmamış ve işkence altında kıvranıp duran yığının yüz-karaların bu ağısı üzerine "atılması"na şaşılabilir mi? 

Ezilen yığınlar arasında umutsuzluk olmadan, çöküntünün eşiğinde bulunan bir kapitalist toplumu kavramak olanaklı mıdır? İçinde bilinçsiz öğelerin çok kalabalık olduğu yığınların umutsuzluğu, her türden ağıların tüketiminin her artışında kendi kendini ifade etmemesi olanaklı mı? 

Yığınların ruhsal durumundan söz ederken kendi gevşekliklerini yığınlara yükleyenlerin durumunun tutulacak yanı yoktur. Yığınlar, zamanın gelmesini bekleyen bilinçli öğeler ile umutsuzluğa düşmeye hazır bilinçsiz öğelere bölünmüştür; ama ezilen ve açlık çeken yığınlar gevşek değillerdir. 

"Bir marksist parti, ayrıca, ayaklanmayı bir askerî komplo haline indirgeyemez...." 

Marksizm, son derece derinliği olan, son derece karmaşık bir öğretidir. Bu yüzden, marksizmle bağlarını koparanlarda, kendi "kanıtlarını" doğrular gibi görünen -özellikle kötü niyetle yapıldıkları zaman- Marx'tan aktarmalara sık sık rastlanmasında şaşılacak bir şey yoktur. Eğer belirli bir sınıfın siyasal partisi tarafından örgütlendirilmemişse, eğer örgütleyicileri genel olarak siyasal anı ve özel olarak da uluslararası durumu doğru biçimde değerlendirmemişlerse, eğer onlar halkın çoğunluğunun (olaylarla kanıtlanmış) sevgi  ve güvenini kazanmamışlarsa, eğer devrimin izlediği seyir, küçük-burjuvazinin sınıflar arasında anlaşmanın olanağına ve etkinliğine olan inancını ve umutlarını kırmamışsa, eğer komplonun düzenleyicileri, "tam yetkiye sahip" ya da Sovyetler gibi ulusun yaşantısında önemli bir yeri olan devrimci savaşım organları içinde çoğunluğu elde etmemişlerse; eğer (savaş halinde) orduda, halkın iradesine karşın, haksız bir kâr savaşı sürdüren bîr hükümete karşı belirli bir düşmanlık duygusu yoksa; eğer ayaklanmanın sloganları ("bütün iktidar Sovyetlere", "toprak köylüye", "savaş halinde bulunan bütün devletlere derhal yapılacak bir demokratik barış önerisi", "gizli anlaşmaların derhal yürürlükten kaldırılması", "gizli diplomasinin yasaklanması" vb.) büyük çoğunluk arasında yaygın değilse, eğer ileri bilinçte olan işçiler yığınların durumunun umutsuzluğu kanısında değillerse ve köylülerin (önemli bir köylü hareketi ile ya da büyük toprak sahiplerine karşı ve onları savunan hükümete karşı büyük ölçüde bir ayaklanmayla kanıtlanan) desteğini sağlamamışlarsa; eğer iktisadî durum, bunalımın olumlu biçimde barışçı araçlarla ve parlamenter yoldan çözüme bağlanmasının ciddî olarak umulmasına izin veriyorsa (bu kadarı belki yeterlidir) askerî bir komploya girişmek blankicilikten başka bir şey değildir. 

Bolşevikler İktidarı Koruyabilecekler mi? başlıklı (bugünlerde çıkacağını umduğum) broşürümde, Marx'tan, ayaklanma sorununa gerçekten uygun gelen ve bir "sanat" olarak ele alınan ayaklanmanın kurallarını saptayan bir metni aktardım. 

Bahse girerim ki, bugün, askerî komplo diye bağırıp duran çığırtkanlar, silahlı ayaklanma "sanat"ıyla her bakımdan kınanmaya lâyık bir askerî komplo arasındaki farkı açıklamaya davet edilselerdi, yukarda söylenenleri yinelemekten öte bir şey yapamazlardı ya da işçileri kendilerine kahkahalarla güldürecek utanç verici bir duruma düşerlerdi. [sayfa 232] Hele bir deneyin, marksist bozuntuları. Hele bir "askerî komplo"yu yeren türkünüzü söyleyin bize bakalım! 

SONSÖZ 

Yukarıdaki satırlar, salı akşamı saat 8'de, pazar sabahı Petersburg'dan çıkan gazeteleri aldığım zaman yazılmıştı; bu gazeteler arasında, V. Bazarov'un makalesinin bulunduğu Novaya Jizn gazetesi de vardı. Bay V. Bazarov, "ileri gelen iki marksistin harekete karşı olduklarını belirttikleri, elle yazılmış bir bildirinin kentte elden ele dolaştığını" açıklıyor. 

Eğer bu doğruysa, mektubumu, çarşamba gününden önce alamayacak olan yoldaşlarımdan bunu, mümkün olan en kısa zamanda basmalarını dilerim. 

Mektup basına gönderilmek üzere yazılmamıştı; kendileriyle haberleşme halinde bulunduğum parti üyeleriyle ancak bir konuşma niteliğindeydi. Ama, eğer (önceki gün bolşeviklere, dün menşeviklere oy veren ve ünlü birleşme kongresinde onları birbirleriyle bir araya getirmeyi hemen hemen başarmış olan), bizim partimizden olmayan ve bizim binlerce kez hor görüye lâyık gevşekliklerinden ötürü alaya aldığımız Novaya Jizn'in kahramanları, eğer bu gibi adamlar, ayaklanma aleyhine ajitasyon yapan partimizin iki üyesinden bir kâğıt alıyorlarsa, buna susulamaz. Biz de ayaklanmadan yana ajitasyon yapmalıyız. Adları bilinmeyenler kendilerini açıkça ortaya koysunlar, bu salt bütün bilinçli işçilerin alayları biçiminde olsa bile, utanç verici bocalamalara yüzünden lâyık oldukları cezayı görsünler. Bu mektubu Petrograd'a yollamadan önce ancak bir saat kadar bir zamanım var, bu yüzden, kafasız Novaya Jizn'in zavallı kahramanlarının "yöntemler"inden birini, bir-iki sözcükle belirtmekle yetinmek zorundayım. Bay Bazarov, pek haklı olarak, "ayaklanma yığınlar arasında umutsuzluk ve [sayfa 233] umursamazlık yaratanlar tarafından hazırlanmıştır" diyen Riyazanov yoldaşla polemiğe kalkışıyor. 

Bahtsız bir davanın bahtsız bir kahramanı "yanıt veriyor": 

"Umutsuzluk ve umursamazlık hiç bir zaman yenilmiş midir?" 

Novaya Jizn'in aşağılık budalaları. Tarihte, ezilen yığınların uzun zaman çekilen acılar yüzünden ve her türlü sıkıntının son haddini bulması yüzünden tam bir umutsuzluğa düşmedikçe, umutsuz bir savaşımda zafer kazandıkları ayaklanma örnekleri biliyorlar mı acaba? Bu yığınların, parlamentoların evet-efendimciliği yüzünden, devrimin yerinde sayması yüzünden ve iktidar organları olan Sovyetleri, birer sohbet ve buluşma yerine çeviren Liber-Danların manevraları yüzünden umursamazlığa, kayıtsızlığa sürüklenmedikleri ne zaman görülmüştür? 

Yoksa, Novaya Jizn'in aşağılık budalaları yığınlar arasında, günlük ekmeklerine karşı, savaşın sürüp gitmesine karşı, köylülerin olacak olan toprağa karşı... umursamazlığı keşfedebilirler miydi acaba? 

16-17 (29-30) Ekim 1917'de yazıldı. 

Raboçi Put’un 19-20-21 Ekim (1-2-3 Kasım) 1917 

tarihli 40, 41, 42. sayılarında yayınlandı. 
İmza: N. Lenin. 


------------BOLŞEVİK ÜYELERİNE MEKTUP
Blogger tarafından desteklenmektedir.